6 Ekim 2010 Çarşamba

Sedat Peker'e Ait Ses Kayit Cozumleri.-1-






Stelyo Pipis: Ebru, Seda, İzel kimi emredersen...


(14 Mart 2004 - Saat: 16.12)

Sedat Peker: Merhaba kardeşim.
Stelyo Pipis: Canım reisim.
SP: Allah razı olsun canım kardeşim. Teşekkür ederim sana.
Stelyo: En güzel mutluluklar senin olsun reisim.
SP: Allah razı olsun.
Stelyo: Dün kulaklarını çınlattık Metin Şentürk'le.
SP: Metin aslan yaa...
Stelyo: Metin'i buraya programa getirdim. Böyle hoş insan hayatımda görmedim. O adamı bir alın, bir konuşun bu kadar mutluluk veren, huzur veren bir adam olamaz.
SP: Kesinlikle.
Stelyo: Nasılsınız reisim?
SP: Teşekkür ederim Stelyo, senden bir ricam var.
Stelyo: Emriniz olur reisim, emredin.
SP: Estağfurullah abicim. Bizim Ömer Abi var çok sevdiğim. Bulgaristan Sheraton Oteli'nin gazinosunun hissedarı. Ayın üçünde bir açılış değil de, böyle yeniden yani..
Stelyo: Gala.
SP: Yaz geliyor ya, bura hareketleniyor. Ben Hande'yi uygun gördüm. Ayın üçü cumartesine geliyor, onu şimdiden bir çekelim.
Stelyo: Reisim, Hande biraz şaşırmış vaziyette. Şöyle bir yerlere kaptırdı kendini o. Malum anlarsınız.
SP: Anlayamadım.
Stelyo: Bir yerlere kaptırdı, kendini bir şeylere. İşe falan gitmiyor. Unutuyor yani fenalaşıyor. Dün hatta muhabbeti oldu. Almanya'da bir konseri oldu, gece çıkmadı konsere falan.
SP: Peki Ebru nasıl olur? Olmazsa ben Ebru'yla görüşürüm.
Stelyo: Ebru da olur, Seda da olur. İzel olur. Kimi emrederseniz olur.
SP: Sence?
Stelyo: Oraya aslında Mehmet Ali'yi de koyacaklar. Çünkü adam kumarbaz. Ruhu oynatır, neşe yapar yani. Bunu biraz da tanıtım için yapmıyorlar mı reisim?
SP: He he doğrudur. Abimiz ısrar edecektir ama ikramı ben yapacağım.
Stelyo: Emriniz olur reisim. Çok büyük para almayacak bunlar.
SP: Mesela?
Stelyo: Ebru 35 milyar alıyor. Mehmet Ali 12 bin dolar. Seda 22 bin dolar alıyor ama ona 20 bin deriz.
SP: Gene şey olur o, ut olur.
Stelyo: Peki şöyle yapalım. İzel'le Mehmet Ali'yi götürelim, 20 bin dolar verelim.
SP: Mehmet Ali hareket mi getirir diyorsun?
Stelyo: Tabii reisim. Neşelidir, uçurur orayı. Kumarhane herifi, kumarbaz adam. İzel'in de sahnesi çok iyi. Hem çok iyi bir kız, istediğimiz fiyata gider. Deriz ki, "Bu fiyata gideceksin" gider.
SP: Ben seni ararım o zaman.
Stelyo: Ebru'ya da rica ederiz, ucuza gider.
SP: Ebru'nun zaten bana karşı büyük saygı ve sevgisi var yani.
Stelyo: Biz öyle büyük işlere girmeyelim reisim ya. Ucuz, bize kim yarayacaksa... Mehmet Ali'ye deriz, bize kıyak yapar. Emel Müftüoğlu bizim adamımız, ona deriz 5 bin dolara. İkisini göndeririz. Emel de zaten biliyorsunuz kumar manyağı.
SP: Kaşar.
Stelyo: İkisi de kaşar bunların. Tam uyacak insanlar. 20-25 bin dolar verip 2 götüreceğimize, 20 kâğıt verip 2 kişi götüreceğiz.

Oktay Kaynarca: Ellerinizden öper, saygılar sunarım abi


(24 Şubat 2004 - Saat: 14.45)
Sedat Peker: Alo.
Oktay Kaynarca: Emredin abi.
SP: Oktay, merhaba oğlum ne yapıyorsun?
OK: Teşekkür ederim abi, ellerinden öperim. Sağlığınıza duacıyım abi. Siz nasılsınız?
SP: İyi, daha iyi olmaya çalışıyoruz. "Peynirci" bir arkadaşın vardı, ne yapıyor o?
OK: Çalışıyor abi.
SP: İşleri nasıl?
OK: İşleri iyi abi. Şimdilik yurtdışına mal vermekten korkuyormuş, kendini beklemeye aldı. 2 yerde dükkân açtı zincir yapmaya çalışıyormuş.
SP: Türkiye içinde vermiyor mu?
OK: Veriyor abi. Bazı marketlerle çalışıyor, büyük yerlerde marketlerle çalışmak için yanına varıyorduk abi.
SP: Anladım. Bu kanalları yaparsak, ne olacaktı?
OK: Onun teklifi yarı yarıyaydı abi.
SP: Yani sadece o hipermarketler mi yarı yarıya yoksa tüm yapacağımız işler mi yarı yarıya?
OK: Bizim bağlantımızdan ne satılırsa abi. Çıkan mal harici, vergi harici ne kalıyorsa ortaya fifti fifti...
SP: Bizim bağlantımız da değil. Oğlum bunun 20 tane kitabı var ya. O yerlerde mallar satılmaya başlayınca başka yerlerden de sipariş gelecek.
OK: İstersen kendisiyle görüş müsaitsen abi.
SP: Avrupa'nın 7 büyük kentindeki alışveriş merkezlerine sahip Türk benim arkadaşım. Diyelim ona mal vereceğiz. Ondan sonra öbürü görecek, herkes talip olacak. O zaman daha çok talep olunca gerisi kendinde... O olmaz.
OK: Evet abicim.
SP: Ciddi bir ortaklık yaparsa yaparız.
OK: Bu arkadaşın kendi markası, soyismi Deniz. Markasını kurduktan sonra bizimle bağlantıya geçer. Eğer olursa zaten dünya standartlarında bir marka olur. Ona göre bir teklif yapılır abi.
SP: Bizim mantığımızı söylersin. Kalanı da yüzde 50 alıyor. Fabrikalarda girdisi çıktısı. Çünkü bizim açacağımız yollarla üretimi daha çok artacak, daha büyük marka olacak. Dünyanın her yerinden talep gelecek. Ondan biz nasihat mi alacağız? "Her şeye ortağız, zarara da, kâra da" diyorsa biz ortak oluruz.
OK: Tamam abi. Ben kendisiyle konuşur, size dönerim. Abi ben bir şey söyleyebilir miyim?
SP: Söyle kardeşim.
OK: Dünkü Posta gazetesini okudunuz mu? Orda "Herkes uçağa binecek" diye büyük bir başlık atmışlar. Altına da bir uçak resmi koymuşlar...
SP: Hı hı okudum.
OK: Projeye gizli gizli girip çalmaya çalışıyorlar.
SP: Tamam oğlum hayırlısı olur! Tamam!
OK: Ellerinizden öper, saygılar sunarım abicim. Allah korusun abicim.
SP: Sağ ol.

Küçük Onur: Ben getiriyorum beğenmiyorsunuz

(19 Nisan 2004 - Saat: 16.12)

Sedat Peker: Alo.
Onur Sarıkaya (Küçük Onur): Selamünaleyküm babacığım. Nasılsın?
SP: Aleykümselam ulan sahtekâr, dolandırıcı p...... Ulan, "Görev ver babacığım." Bu muydu lan, bu mudur?
Onur: Ben ne yapayım babacığım. Ben tutuyorum, getiriyorum beğenmiyorsunuz, gönderiyorsunuz...
SP: Eşoğlueşek sen de Discovery Chanell niye seyrediyorsun?
Onur: Aşk olsun babacığım.
SP: Devamlı o tip kanalları seyredince, hayvanlar âlemine karşı ilgi duyuyorsun. Onların hemcinslerini bulup getiriyorsun yavşak. Benim öyle bir dürtüm yok.
Onur: Allah korusun babacığım.
SP: O Sezai ne diyo? ... bile daha iyi diyo ya, seni dolandırıcı.
Onur: Aynı meslekte olduğumuz için işime taş koydu.
SP: Aynı meslekte olduğun için işine taş koymuyolar oğlum. Başarısız köpek.
...
Onur: Bir emriniz var mı babacığım?
SP: Gözlerinden öpüyorum dolandırıcı köpek...

Güler Kömürcü: Sedat, ben seni çok sevdim

(12 Mart 2004 - Saat: 00.52)


Sedat Peker: Güler merhaba.
Güler Kömürcü: Milli Piyango gibi oldun ha.
SP: Niye?
GK: Şanslı kişiye çıkıyorsun?
SP: Allah razı olsun. Ne yapıyorsun?
GK: Sedat, sana 3 şey söyleyebilir miyim?
SP: Buyur söyle.
GK: Birincisi, salonda seni özledim.
SP: Allah razı olsun.
GK: İkincisi, seni çok seviyorum iyi ki varsın.
SP: Allah razı olsun.
GK: Üçüncüsü, hep var ol inşallah.
SP: Allah razı olsun Güler, Allah razı olsun. Ne yapıyorsun başka?
GK: Yalnız Sedatçığım. Böyle Teşvikiye imamı gibi konuşmana gerek yok.
SP: İbrahim Sadri'nin yeni şiir kasedini dinliyorum, ondan etkilendim herhalde.
GK: Bana gönder, paylaş...
SP: Bulunmayan bir şey olsa paylaşayım da, her yerde var.
GK: Sedat ne olur yapma, mesele bulunup bulunmaması değil ki, paylaşmak.
SP: Güler, daha yeni dinledim.
GK: Tamam peki öfff. Kendimi suçlu hissettiriyorsun, yine yanlış bir şey mi söyledim, diye.
SP: Yav ben düşmüşüm neyin derdine Güler, aahhh...
GK: Canım şeyi seyrettim, onu paylaşmak için seni otuz kere aradım telefon sapığın olarak. İsa'nın filmi var ya meşhur.
SP: Nerde seyrettin?
GK: Evde DVD'de. Sonra bütün Yahudi arkadaşlarımı aradım, "Bize gelir misiniz, sizi paslı çiviyle çarmıha gereceğim" diye.
SP: Yahudileri fena bayılttı bu film ama.
GK: Felaket. Sen yazılarımı okumuyorsun. Bir şey isteyebilir miyim hayatım?
SP: Buyur söyle.
GK: Ankara'ya gideceğim sabah 10 uçağıyla, akşam 6 uçağıyla döneceğim. Yarınki yazımı okursan seninle paylaşmak istiyorum.
SP: Okuyacağım Güler.
GK: Ondan sonra film çok güzeldi. Keşke sen de gelseydin Sedat ya. Allah aşkına ölümün olur musun? Ben seni salonda çok sevdim.
SP: Güleeer. Ben de.
GK: Söz veriyorum bu sefer daha söz veriyorum, daha fazla sıcak çay getireceğim.
SP: Allah razı olsun.
GK: Sedaaattt ya, içinden gelen başka bi kelime kullanır mısın?
SP: İçimden o geliyor.
GK: Sedat sesli düşünmek zorundayım. İstediğin her şeyi yapabilirsin. Kırmızı, sarı, yeşil boya kullanabilirsin. Sonuçta bir insanım feminenim ve başka kelimeler duymak istiyorum. Sen benim için soyadınla değil, isminle varsın. Böyle olunca başka kelimeleri de duyma ihtiyacım daha da artıyor.
...
GK: 220 kilometreyle kaçabiliyorsun.
SP: Ben bir şeyden kaçmıyorum.
GK: Şu anda başka cevap verme. Sen her şeyden kaçıyorsun.
SP: Yav Güler, neden kaçayım Allahını seversen ya. Yav Güler, sen öyle düşünüp mutlu oluyosan öyle düşün mutlu ol, ben bi şeyden kaçmıyom.
...
GK: Sedat.
SP: Efendim.
GK: Çok uzun yıl oldu ve ben seni salonda çok sevdim.
SP: Allah razı olsun Güler, inşallah nasip olur daha çok konuşuruz..
GK: İşte bunu demek istedim.
(06 Haziran 2005 / Pazartesi yayını)
LUBE AYAR İstanbul

Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy-Oldun Aydin:

(20.12.2003 - Saat: 17.42)

Sedat Peker: Oğlum nasılsın?
Olgun Aydın (Peker): Babacığım ne yapayım, Haluk Başkan'la beraber oturuyoruz. Siz nasılsınız?
SP: İyi oğlum. Haluk Başkan'a selam söyle.
OA: Ellerinizden...
SP: O Mustafa'nın konusunu sen konuştun mu? Sen konuşma, kendisi konuşur...
OA: Yok şimdi burdayken konuşacağım başkanla. Ee şey, Serdar'ı da arasın.
SP: Niye?
OA: Daha şey olur böyle...
SP: Zaten yapacaklar.
OA: Zaten yapacaklar da, şey olarak yani ben şimdi anlatamam, daha iyi, şekilli...
SP: Tamam oldu. Versene bana Haluk Başkanı... Başkan nasılsınız?
Haluk Ulusoy: Sevgiler, saygılar siz nasılsınız?
SP: Sevgi saygı bizden, Allah razı olsun. Özletiyorsun başkan kendini.
HU: Valla yurtdışındaydım. Son zamanlarda burada duramadık. Galatasaray maçı, Beşiktaş maçı, kura çekimi derken işte ancak İstanbul'da bulabildik kendimizi.
SP: Yüce Allah'ım yardımcı olsun başkan.
HU: Teşekkür ederim, siz iyisiniz değil mi?
SP: Biz iyiyiz başkan, daha iyi olacağız.
HU: Allah iyilik versin.
SP: Sana bir şey söyleyeyim mi başkan. Senin işin hakikaten zor ya. Futbol camiasındaki adamların hepsi bir acayip biliyor musun?
HU: Evet evet, maalesef.
SP: Valla Allah yardımcın olsun başkan.
HU: Sağ olun çok teşekkür ederim. Siz iyisiniz, yaramazlık yok inşallah.
SP: Mevlâya şükürler olsun. Her şeyi yavaş yavaş oturtmaya başladım başkan. İlkin bir oyunlar, bir acayiplikler vardı ama şimdi her şey düzene oturdu, güzelleşiyor başkan.
HU: İyi olur inşallah, iyi olur her şey.
SP: Benim yapabileceğim her ne olursa olsun başkan. Bana haber yollarsan yeterlidir başkan. Mustafa'yla Olgun'la haber yollarsan yeterlidir.
HU: Sağ olun, siz iyi olun bizim için yeter.

'İstanbul'da bir çayımızı içebilir'

(02.08.2004 Saat: 01.39)

Sedat Peker: Selin ne haber kız?
Selin: Çok mersi, oturuyorum işte.
SP: Notunu aldım, bir mesaj iletmişsin. Birisi tanışmak istiyor demişsin, o kim?
Selin: Evet. Ebru Destan.
SP: Ne iş yapıyor?
Selin: E manken. Çok cici, çok iyi bir insan. Yeni tanıştım. İş için Avşa'ya gitmiştik, hep sizden bahsetti çok güzel şekilde. Tanıdığımı öğrenmiş, telefon ediyor devamlı, 'Ne zaman tanışabiliriz?' diye. Ben de iletmek istedim.
SP: Deseydin ya kızım, kolay mı Reis'le tanışmak diye?
Selin: Söyledim, duymuş etrafından. 'Reis'in kızlarla birlikte olmadığını, herkesle dostane şekilde tanıştığını biliyorum' dedi. Demet'ten veya başkasından duymuş. Çok methetti sizi.
SP: Neler anlatıyordu?
Selin: Herkesin size çok saygı duyduğunu, sizin kimseye karşı kötü niyetli olmadığınızı. Ekrana ne zaman çıksanız takip ettiğini söyledi. Herkese sizi çok beğendiğini söyledi. 'En azından bir yüzünü görmek istiyorum' dedi bana.
SP: İstanbul'a geldiğimizde çayımızı, kahvemizi içebilir. O ölçüyü biliyormuş zaten.
Selin: Evet.
SP: Yani öbür türlü olmaz. Ama bir nüfus kâğıdı çıkarır, üzerine Helga yazar, saçlarını falan benzetirse düşünebilirim Selin. O hanımefendi bu kadar ısrar ediyorsa, Türk kimliği ile gelmemeli tamam mı? Şaka yapıyorum biliyorsun değil mi?
Selin: Biliyorum reisim.

Ibrahim Aksoylu'nun "Empati-Telekinezi" Hikayesi 2

Jan 18, 2008 tarihli son guncelleme:


MEHMET EYMÜR



24 Temmuz 2003 Perşembe Melbourne-Avustralya



1995 senesinde çevremde MIT eylemleri olduğunu farkettim. Yavaş yavaş olayları kavradım. 1997 yılında iksirlendiğimi farkettim. Geçmiş yıllardaki olayları gözden geçirince yalnız ben değil tüm ailemin yıllardır gizli servis görevlileri tarafından sistemli olarak iksirlendiğimizi, işimizin, aşımızın, sağlığımızın, herşeyimizin en çirkin durumlara düşürüldüğünü çıkardım.

MIT müsteşarı Şenkal Atasagun, Operasyonla ilgili Daire Başkanı Emre Taner, Erkan Gürvit, Mehmet Eymür ve daha bir çok Gizli Servis üst düzey yöneticisi bu 87 senelik eylemlerin içinde 35 seneden uzun bir süredir bizzat yer aldılar. Çocukluğumda ve gençliğimde kendileri bizim ev dahil okulumda, Burdur, Ankara, Izmir dahil değişik yerlerde ve değişik zamanlarda çevremde bulduğum insanlar oldu.

Bu insanların benim çevremde dönen olaylarla ne ilgisi olabilirdi. O günden bu yana hafızamı tarayıp ilgili olabilecek herşeyi hatırlamaya çalıştım. Işte bulabildiklerim. ==>








4.5 yaşında iken

hayatında ilk defa bir şehir, birkaç fayton arabası, parke yol, elektrik-ampul gördüğü gün





Muhtemelen o gün Burdur kaldırımlarında dedemle elele dolaşırken bir ajan da peşimizde bizi takip ediyor olmalıydı.





(Bir çok önemli insan kendileri yerine bu çocuğu iksirletiyordu. Bir Gizli Servis görevlisi evimizin önünde toz toprak içinde oynarken, “annen saklasın seni, nasıl

kurtulacaksın sen” gibi sözler sarfetmişti.)





8 yaşımda babamla birlikte



1969 baharında Izmir Koleji (Bornova Anadolu Lisesi) Orta 3' te iken



Iksirlenmekten dolayı çoğu zaman uyuşuk ve dalgın olur, çevremdeki olaylara çok geç tepki verebilirdim.



Andaç için resim çektirmeye gittiğim halde ağzımı kapatıp doğru dürüst poz verecek halim bile yokmuş.

Maalesef aynı yıllarda çekilen değişik resimlerim 1998 senesinde dosyamdan çalındı. Birileri bazı şeyleri gözden kaçırmak istiyor. Iksirlerin etkilerini çıkarmaya yarayacak ipuçları belki de o resimlerde bir parça bulunabilecekti. Mesela burnumun küçülmesi, burun kemiğinin düşmesi, burun ile üst dudak arasındaki mesafenin kısalması, çenemin küçülmesi, ağzımın şeklinin bozulması, göğüs kafesimin aşırı genişlemesi, bacaklarımın kısalması, başımın küçülmesi.



Lise 3te babamla birlikte



1972 baharında Izmir Kolejinde okul bahçesinde



Lise diplomasındaki resmi scan edip, büyüttüm. Çocukluk ve gençlik resimlerimden elde kalan hepsi bunlar. Diğerlerini Gizli servis çaldırttı.



26 yaşımda işsiz ve beş

parasız



1987de Halkbankta programcı olarak çalışırken



2002 yılında Melbourne'da

işşiz, 8 yıldır uykusuz ve sürekli iksirleniyor ve empati ile sürmenaj yapılmış durumda





Yakin mesafeden resimlerim

1995 senesinde Sydneyde Kogarah semtinde otururken yeni gözlük almam icap etmişti. Gözlüğün merceğinin odak noktasının kasıtlı olarak yanlış yapılması sonucu gözlerimde şaşılık ortaya çıktı. Bunu yaparak ne elde edebileceklerdi, hala tam anlıyamıyorum. Basit bir mayasıl teşhisi için göğsümde irice bir çıban büyüklügünde iz bırakan biopsi yapılması, sağ yanağımda kasıtlı açılan bir delik, hepsi sağlık hizmeti alırken verilen zararlardır. Tabi gözle tesbit edilmesi mümkün olmayan iç organlarıma verdikleri hasarları ispatlamak çok zor.



Içindekiler

Empati

Özet

Çocukluk ve ögrencilik dönemimdeki Gizli Servis Eylemlerinin Hikayesi

1992 ile 1996 Yılları arası olaylar

1995 Nisanından sonrası

Hakkımızdaki istihbaratın eserlere kaynak yapılması konusundaki iddialara cevaplarım

Mehmet Eymür

Senkal Atasagun

Emre Taner

Erkan Gürvit

Erdin Günçe

Şinasi Önde

Ferit Ergin

Füsun Candaner

Melbourne Kosoloslugunda görevli NAMIK BEY diye biri

Ethem Cangörü

Şeniz Cangörü

Süleyman Şaşa

Salih – yerime geçmeyi meslek haline getiren görevli

Yılmaz Karakoyunlu

Erdoğan Ilkehan (Ağzıküçük)

Ali Ozen




--------------------------

EMPATI

Empati, benim aileme en azından 1981 yılından beri insafsızca kullanılıyor. Bana yapılanlar bu korkunç teknolojiyi kullananların gerçek birer manyak, sadist, hatta sapık olduklarını gösteriyor. Eğer beğenmedikleri bir şey düşünürsem, "anüs kaşındırıyorlar". Önce tahrik ediyorlar. Sonra da tepki olarak kendilerine karşı sert şeyler düşündüğüm zaman husyelere keskin sancı vererek cezalandırıyorlar.

En iğrenç söylemleri, hakaretleri, son 8 senedir bazen saatlerce, günlerce, haftalarca durmadan başımın içine tekrarlıyorlar.

Ben ve ailem, 25 seneden uzun bir süredir empati ile birlikte yaşıyoruz.

Onceleri nisbeten daha az ölçekli olan empati ile taciz eylemleri, 1995 senesinde iyice agirlasti. Empati ile 24 saat aralıksız hiç uyutmamacasına eziyet edilmeye başlandım. Bu yüzden son sekiz seneye yakın bir süredir çoğu günlerim tamamen uykusuz gecti. Geri kalan günlerim de çok az uykuyla, mesela bir veya iki saatlik uykuyla gecti. Bu eylemlerin adı Psikolojik sorgu ve buna bağlı olarak psikolojik harekat uygulamaları" imiş. Halbuki agir eziyet olduğunu söyleyebilirim.

Iksirlemenin yanısıra bana ve aileme yapılan başka ağır uygulamalar da var. Psikolojik sorgu ve psikolojik savaş yöntemlerini kapsamlı sekilde senelerce bize karşı kullandılar. Kendime yapılan psikolojik sorgu ve psikolojik harekat'ın en azından 22 yaşımdan beri yapıldığını anlıyabildim. Ben ve aileme karşı psikolojik sorgu ve bağlı olarak psikolojik harekat emrinin, hangi amaç için verildiğini bilmiyorum. Hangi amaç için yapılmış olursa olsun sonuçta yapılan şey, takip amacına uygun olmayan, seviyesiz, pespaye iğrenç bir eziyettir.

1994 ortaları ve 1995 başlarında empati ile bana "sen dünyanın en zeki adamısın, seni DYP Genel Başkanı yapmak istiyoruz, seni Amerikalılar New Jersey valisi yapmak istiyor hemen Amerikaya git, seni Çin Başbakanı Li Peng basdanışmanı yapmak istiyor, Rusya seni Gorbaçov yerine istiyor sonra da Güney Hun Devleti başkanı olacaksın, seni Japonya MITI (ticaret ve Endüstri bakanlığı) bakan yardımcısı olarak istiyor, seni Avustralyalılar Ankara büyükelçisi yapmak istiyor, ama biz de seni Canberra büyükelçisi yapabiliriz politikayı istemezsen" gibi saçma, zırva söylemleri empoze ettiler. Empatinin şiddeti yükselince empatinin etkisi altında kaldığım zamanlarda bu söylemlere inanan biri olup çıktı. Ara ara empati hafifleyince kendime geldim. Ama empati nefes aldırmıyordu. Olayları topluca gözden geçirince beni komik, saçma sapan biri, hatta akıl hastası olarak göstermeyi başardıkları söylenebilir.

Empati vasıtasıyla neyi nereden almaya niyetlendiğimi önceden ögrenen Gizli Servis görevlileri, hemen hemen her zaman beni kolayca iksirliyor. Iksirsiz yiyecek bulabilmek için şehir içinde rastgele yolculuklara çıkmak zorunda kalıyorum. Rastgele metroya binip önceden düşünmediğim bir semtte inip, önceden almaya niyetlenmediğim bir seyi alırsam iksirsiz yiyecek bulma şansım oluyor. Bunu çoğu zaman yapamıyor, iksircilere avlanmak zorunda kalıyorum. Bu insanlar empatiyi eserlere kaynak hazırlamak amacıyla da kullandıklarını anlıyorum. Bu konuyu da onlarca defa şikayet etmeme rağmen, kısa bir süre sonra yeniden sürdürmenin yolunu buluyorlar.

Niye mi eziyet ediyorlar; Kendi yanlarında büyük ayıplarını, bizi yere çalarak örtbas ettirmeyi amaçlıyorlar.

Asağıdaki yazıların dağınık, kopuk olmasına şaşırmayın. Empati ve iksirlerle sersemletilmiş bir insanın notlarıdır.



---------------------------------------

OLAYLARIN TAMAMININ ÖZETI



Bu hadise 89 yıllık bir zulümdür.

Bu hadisenin başlangıcı taa birinci dünya savaşına dayanıyor. Dedem iki kardeşi gibi askere alınır ve 9.5 yil askerlik yapar. Bu iddiamin dogrulugu askeri kaynaklardan arsivlerden araştırılabilir.

Dedem birinci dünya savaşına topçu er olarak katilir. Çanakkale savaşında bir ara, sağır dilsiz çoban rolü yapması öğretilir ve bir koyun sürüsünün başında düşman mevzilerini gözetlemesi vazifesi verilir. Düşman mevzilerine kadar gelir, onların yanıbaşında bulunur, erzak taşıma işlerine bile yardımcı olur, hatta koyun karşılığı postal alışverişi bile yapar, sağır çoban oldugunu tesbit ettikleri (!) için (rolünü iyi yapabilmesi sayesinde) kendisinden kuşkulanılmaz. Bu görev sırasında başarılı bulunup bir miktar para ödülü ile taltif edilir. [Buraya kadarını aile büyüklerinden duymuşluğum vardır. ]

(gözetleyicilikten geri döndüğünde bir düşman askerini de esir getirdiğini da ailem haricindeki insanlardan duydum.)

Kurtuluş savasi arefesinde, dedem Balikesir-Bursa yöresindeki Kuvayi Milliyecilere katılır. Celal Bayar emrindeki düzensiz birliklerde düşmanla çete savaşlarında çarpışır. Akbaş cephaneliğinin basılıp cephaneliğin Ankaradaki milli kuvvetlere kaçırılmasında görev alır. Istiklal savaşına katılır. [bu kısmı da aile büyüklerinden duymuşluğum vardır.]

Dedem Kurtuluş Savaşından sonra Ankarada güçlü bir subayın muhafız birliğinde görev alır. O sırada kendisini payanda olarak kullanan bir gurup Gizli Servis görevlisi olur. Yabancı bir devlet hesabına çalıştığı tesbit edilmiş bir eski Osmanlı politikacısını iksirletirken, dedemin adına yaptırırlar. [Not:Osmanlı politikacısının yabancı ajanlığı ise Osmanlı devrinden kalma bir olgudur. “Yabancı devletin ajanı Osmanlı Politikacısı”, Cumhuriyetin kurucularının en başından beri bildiği ve kurucuları oldukları yeni devlete kabul etmeyi içlerine sindiremedikleri biridir. Ama onu destekleyen bazı güçlü insanlar yüzünden kabul ederler. (Nutuk’un orijinalinde bu zat hakkında bazı açıklamalar var imiş. Ama cumhuriyetin kurucusunun ölümünden bir süre sonra, nutukta bu zat ile ilgili açıklamalar yok edilmiş.) Cumhuriyetin ilk senelerinde, “yabancı devletin ajanı olan politikacı” ve onun korumacıları olan güclü devlet adamları ile dedemi koruyan karşı gurup subay arasındaki mücadele, iksirleme yarışına dönüşür. Dedem bu iksircilik yarışının en başında yara alıp, bir güçlü subayın muhafız birliğindeki askerlik görevinden ayrılmak zorunda bırakılan fakir bir köylü gencidir.

Burada bir ayrımı belirtmeden geçmeyelim. Yabancı bir ülkeden sığınma istemek ile kendi ülkesine ihanet etmek arasındaki ayrımın yapılması gerekir. Yabancı bir ülkeye sığınmadan da insan kendi ülkesine ihanet edilebilir. “yabancı bir ülkeye sığınmış” ya da “sığınmayı düşünmüş” olanların pek çoğu kendi ülkelerine hiçbir zaman ihanet etmemiş olabilirler. “Yabancı bir ülkeye sığınmak” ve “kendi ulusuna ihanet etmek” aynı şey değildir. Birincisi ikincisinin sonucu olmak zorunda da değildir. Hatta yabancı bir ülkeye sığınan insanlar arasında bazen vatansever insanların hatta kahramanların da olması tarihte sıkça rastlanan bir durumdur. Bizim sözkonusu ettiğimiz kendi ülkesine ihanet etmek olgusudur.

Bazı insanlar sıkıştırılınca, bazı insanlar tehditle veya şantajla, bazı insanlar da maddi çıkar veya mevki makam sahibi olabilmek için kendi ulusuna ihanet edebilir. Ama en kötüleri, sonuncuları, yani maddi çıkar, veya mevki makam için kendi ulusuna ihanet edenlerdir. Sözkonusu Osmanlı politikacısı işte bu sonunculardan birisiymiş. Düveli muazzama (büyük devletler) Osmanlı Devletinin son senelerinde istediği adamları istedikleri mevkilere getirebilirmiş. Bu politikacı da Osmanlı zamanında çok önemli makamlara getirilmiş, yabancı diplomatların saraya empoze etmesi sayesinde. ]

Yabancı Devletin ajanı olan politikacı çok güçlü bir Osmanlı politikacısıdır. Cumhuriyet devrinde de cok güçlü olmaya devam etmiştir ve dedemin muhafızlığını yaptığı subayın hasmı olmustur. Hikayenin bu kısmını doğrulayamamakla beraber, ben inandım. Ama sonucunda olanlar hiç süphe götürmeyecek kadar doğru. O da bazı güçlü ve önemli insanların dedemi payanda-kalkan olarak kullandığı iddiasi. Sonraki gelişmeler de bu iddiayı doğruluyor.]



Cumhuriyetin kurucuları arasından bazı güçlü insanlar o “Yabancı Devlet ajanı Osmanlı Politikacısı”na karşı dedemi payanda olarak kullanırlar. Başlangıçta, dedemi payanda olarak kullanmanın amacı, dedemi o “yabancı Devlet ajanı Osmanlı politikacısı”na karşı korumaktır. Bazılarının anlayışı ise dedemi yokedip olayı tamamen kapatmaktır. Dedemi öldürülmekten kurtaran, eski silah arkadaşı ve komutanı Mazhar Eymür olur. Başka güçlü insanlar da dedemi payanda olarak kullanmaya ortak olunca, dedemi payanda ve kalkan olarak kullananların sayısı iyice kabarmış.



Karşı gurup ajan da kendilerine karşı payanda olarak kullanılan dedemi ve yakınlarını hedef almışlar. Her türlü kötülüğü yaptırmişlar. Dedem ve ninem bütün bildiklerini "aptallardan korkun, onlar eve, ambara, çamaşıra tuz atar" gibi sözlerle dile getirirlerdi. Tuz dedikleri zararlı kimyasal maddeler, iksirler olmalıydı. Çingene kılığındaki gizli servis görevlileri dedemin evine girip tahılını, ununu, sütünü, peynirini, her mahsulunu, çamaşırına çuluna kilimine kadar iksirler, arada sırada koyunlarını telef eder veya çalarlarmış. Dedem, iksirleme yüzünden 35'inde çalışamaz duruma düşmüş. Karısının tarlada çalışması, oğullarının çobanlığı ile geçinmeye çalışmış. Hiçbir zaman bellerini doğrultamamışlar ve oldukça fakir bir hayat sürmüşler.

Dedemin çocukları ve torunları daha analarının karnındayken iksirlenmeye başlanmışlar. Ömür boyu iksirlenmeye mahkum edilmişler

Bugün benim ve ailem çevresinde süregelen gizli servis faaliyetleri bu çirkin "gizli servis iç mücadelesi"nin devamidir. Karşı tarafın piyonlarının çocukları, torunları önemli gizli servisçiler olabilmisler. Ve hepsi birlikte dedemin çocuklarının torunlarının başına her türlü belayı açmayı iksirlemeyi sürdürmüsler. Bunlar olurken dedem ve sülalesi duruma hiçbir zaman vakıf olamamışlar.

9.5 yıl cephelerde ülkesi için askerlik yapan dedem, devletin ajanları tarafindan iksirlenip akil hastası yapılarak en büyük vefasızlığa uğramış.

Seneler boyu, bazı yüksek rütbeli Gizli Servis görevlileri hasımlarını iksirletirken dedem adına yapılmış olarak göstermeyi bilmiş. Hasımları da cevabını dedeme verdirmeye çalışmşlar. Mazhar Eymür ve yandaşları dedemin yakınlarına yönelik iksirlemeyi kısmen de olsa yavaşlatmayı başarmış. "Yavaşlatılmış" iksirleme de olsa dedem ve ailesi, ömür boyu iksirlenmeye ve hayatın her alanında Gizli Servis tertibi güçlüklerle karşı karşıya kalmaya mahkum edilmış.

Bu tekerin uygunca döndüğ­ünü gören başka iksirciler de sofraya dahil olmuşlar. Bu sofraya koşan insanların sayısı seneler boyu artmış. Bir zaman sonra "bizim adımıza iksirlenmiş gösterilen" bazı ajanlar da aynı yöntemi kullanınca, birbiriyle iksirleşen hasımların her iki cephesi de bazı aile bireylerimizi payanda/kalkan olarak kullanmaya başlamışlar. Bu kördüğüm, zincirleme reaksiyon halinde gelismiş. Bizi payanda yapanların sayıları 1500 dolaylarına çıkmış. Bu gelişmenin sonucu olarak yer yer iyice karışık durumlar hasıl olmuş. Bazı durumlarda bir taraf bir aile bireyimi, hasımları ise başka bir aile bireyimi payanda yapmayı başarmış. Karşı tarafın payanda yaptığ­ı aile bireyimizi iksirlemişler. Bunu yaparken de gene bir başka aile bireyimizi payanda yapmayı bilmişler. Bu acaip anlayış yüzünden, senelerdir bazı aile bireylerim birbirlerini iksirletiyor gösterilmişiz.

Gizli Servis yakın takip adı altında bizi devamlı iksirlemiş ve hayatın her alanında güçlük çıkarmış. Bunun sonucu olarak aileme, durumdan habersiz çileli ve yoksul bir hayat sürme kaderi biçilmiş.

(Ailem sözcügü ile anam, babam, kardeşlerim, anam, babamin sulbünü kastediyorum. Bu web sayfasında ailem sözcüğü hep bu anlamda kullanılacaktır) Hiç ilgileri olmayan bazı kavgalarda, payanda, kalkan ve hedef tahtası durumuna düşürülen ailem bu çirkin gizli servis iç çatışmasında en ağır yaraları almıştır.

Bize bu zulmu yasatanlar, aynisinin kendilerine yapıldığıni iddia ediyor olabilirler. Bizim adimiza kendilerine kötülük yapıldığıni iddia edenler durumu yargiya havale etsinler, hiçbir sekilde sorumluları savunmayacagim.

Bazı güç odakları, uzun yıllar alıştıkları "payanda kullanma" gelene­ğini kazanılmış bir hak olarak görmektedir ve durdurulmasını hiç istememektedir. MIT yetkillierinin, sadece bazı aile bireylerimin bu cendereden ayrılması durumunda, payandası elinden alınan iksircilerin doğrudan karşı tarafın payandası olan aile bireyimi iksirleyece­ğini ve bu durumun ailemin çoğ­unun ölümüyle sonuçlanabileceğ­ini öne sürdüğünü anlıyorum.

Bize yapılan haksızlıkları, eziyeti, bizi payanda/kalkan yaparak karşılıklı iksirleşen pek çok insanı durduramıyorsa, hiç olmazsa bizi hedef almamalarını sağlamalıdır.



Dedemin Künyesi

Adi: Ibrahim

Soyadi: Ak

Baba Adi: Veli

Ana Adi: Halime

Mufusa Kayitli Oldugu Yer: Gölde Köyü (Yesildag Köyü) - Burdur

Hane :23

Bu sayfanin yazarinin kimligi

Adi: Ibrahim

Soyadi: Aksoylu

Baba adi: Veli

Ana adi: Emine

Dogum Yeri: Erikli

Dogum Tarihi:30.10.1954

Kayitli Oldugu Yer

Il:Burdur

Köyü: Erikli Köyü

Cilt No: 0055

Aile Sira No: 0027



Bu asamada dedemin soyagacina bakip fert fert baslarına gelenleri yazacak degilim. Bunun yerine kendi yasadiklarımdan bazı kesitleri özet olarak vermek istiyorum.



----------------------------------------------------



BANA YÖNELIK GIZLI SERVIS EYLEMLERININ HIKAYESI

ÇOCUKLUK VE ÖGRENCILIK DÖNEMIMDEKI GIZLI SERVIS EYLEMLERI



Ben 30 Ekim 1954 tarihinde Burdurun Erikli köyünde dogmusum. O yillarda, 3 yasina dogru çok mutlu anilarım oldugunu, 3 yasindan sonra herseyin tadinin kaçtigini animsiyorum. Dedemle birlikte oturdugumuz bir yer sofrasinda iksirli yemekten ben bir tadim alip vazgeçmistim. Dedem yemek yemeyi vazife gibi gördügünden tabagini sonuna kadar yemisti. Bir de kadinlara söylenmisti ne biçim yemek bu diye. O yemek dedemi akil hastasi yapacak yemek imis. Dedem 1958 yilindan sonra akil hastasi yapıldığı zamanlarda evimizin nesesi iyice kaçmisti.

Dedemin sağlığı, iksirlene iksirlene iyice zayiflamisti. Pek çok önemli insanın kendilerine kalkan ve payanda yaptigi "cahil çoban"in sonu yaklaşmıştı. Ola ki, karşı çeteden birilerinin kötürüm edilip ölüme yollanmasi gündemdeydi ve cevabi dedeme veriliyordu. Bir kalkan elden giderse yenisini bulmak kolaydi. Ölüme yollanan cahil çobanin kendi adini verdirdigi ve "benim yerimi alacak" diye pek sevdigi küçük torunu Ibrahim'i kalkan olarak gözlerine kestirdiler. Adların ayni olmasi "hangisi mezardaydı hangisi sağdı" gibi Gizli Servisin çok denediği yalanlara da ortam hazırlıyordu. Böylece benim veliaht "kalkan payanda" veya "kurban" olarak seçilmem uygun bulundu.

Dedesini iksirlete iksirlete çileli bir hayat yaşatip ecelini getiren ajanların, yeni oyuncaklarını seçerken ne düsündüklerini ögrenmek isterdim. Bu konuda fikir verebilecek bir olayi hatirlayabildim. Bu iki ajandan bir tanesi, bir kaç sene sonra köye gelmisti. Köy meydaninda eliyle çenemden tutup "toklu gibi massallah bu oglan" diye alay etmesinden adamın beni "kurbanlık" olarak gördüğü anlaşılıyor.

3.5 yaşındaki çocuğu, hiç tanimadığı insanların yerine iksirlenmesi için ajan gösteren insanların görgüsü, ahlaki karşısinda aglamak gerekiyor. Evrensel ahlaka göre "vicdansiz ve cani" demek uygun iken, ajanlar dünyasinda bu insanlar sadece "kurnaz ve akilli" idiler.

Bir başka önemli ayrıntı dedemin olayı kavramadan evet deyişidir. Dedemin nesli, köye gelip ambarındaki buğdayını, sürüsündeki koyununu, altındaki çulunu alıp götüren, saklayanı döven Osmanlı memurlarını görmüştü. Dedemin anlayışına göre "hokumatın adamı ne isterse yapılır" idi. Onunla konuşan ajanlar ise dedemi pohpohlamışlar bir koli sigara hediye getirmisler, gönlünü almışlardi. Bir de benim 3.5 yaşında iken ajan yapılarak degerli olacagim masalini anlatmislardi. Kisacasi dedemi kandirmislardi. Ajanların "kitabina uydurma" sanatina uygun olarak bana camide "sen ajan oluyorsun, çavussun" demislerdi ve yanagimi acitip aglamami saglayinca da "hah işte aaaaa dedigine göre evet demis sayilir" deyip ajanligi kabul ettigimi tesbit etmislerdi.

Bu komedi festivaline inanmak istemeyenler çok olacaktir. Geçmise dönüp benim çevremdeki gizli servise göre olabilecek olayları gözden geçirdigimde buna yakin saçma baska mizansenler çikarabilirim.

Çocuklugumun bundan sonrasi ajanlar tarafindan zehir edilmis sayilir. Sünnetimde ilaclarımin yok edilmesi sonucu 4 ay kanamali idrar yapmak zorunda kalisim ajanların isi olmalidir. Ilkokul üçte iken bir tarafin agir hastalandirdığı zaman 4 gün ayaga bile kalkamayan, kulakları bile duymayan ben, Burdurdan yollanan bir ciple gelen birinin (bir gizli servis görevlisi oldugunu çok sonra çikardim) getirdigi bir ilaçla iyilestim. Ama bir kulagim tamamen sagir kaldi ve uzun bir süre sendeleyerek yürümek ve dengemi zorlanarak kurmak durumunda kaldım.

Pantolonumun bir bölgesine bilinçli olarak sürülen bir ilaç köpeklerin istahini kabartmak için yapılmis. Ilaçli pantolonla köyde dolasirken, haylaz bir köpek hiç hirlamadan pantolonun tam ilaçli bölgesine dislerini geçiriverdi. Hala o dislerin izlerini tasirim. Biraz daha düzgün giyseymisim köpek tam genital bölgeyi disleyecekti. Gizli servis çocukları hadim etmek icin böyle yöntemleri bile kullanmayi seviyor demek. Bugünlerde kısırlastirmak için yiyeceklerime ilaç koyduruyorlar.

Ilkokul 4'de iken dedem ölünce köydeki pek çok fakir insan üç bes kurus kazanmak icin dedem yerine beni iksirlemeyi seçti. Bol bol iksirlenip çirkin durumlara düsürüldüm. Ilkokul 4'ten itibaren gözlerimi hedefleyen iksirleme yüzünden gözlük takmak zorunda kaldim. Bir yasli köylünün bana sahte gülümsemelerle yaklasip çay içirmeyi çerez vermeyi fazlaca denedigini hatirlarım. O çerezler çaylar iksirli oluyor ve ihtiyar köylü harçligini böylece çikariyordu. Adamin oglu kendi ifadesiyle "pancardan kazandığınin iki buçuk ile yedi mislini, beni ve ailemin iksirini vererek kazanıyordu". Diğer köylüler de aynı anlayışa sahipti. Bu anlayısa sahip olmayan bir aile, diğer köylüler tarafından başka köye kovuldu. Daha da ileri gidip bize haber vermeye çalışan baska iki aileyi tehditle susturmayı başardılar. Artık köylülerin kolay para kazanmalarını engelleyecek hiç kimse kalmamıştı Erikli köyünde. Böylece bütün köy için yeni ve kolay bir ekmek kapisi açılmıştı; Ailemi, gizli servisçiler adına iksirlemek.

Bizi korumaya çalışanlar, bizi iksirleyenleri durdurmak üzere bizi iksirleyenleri ikaz eder, bize verilen iksirlerin zayıflatan, etkisini hafifleten veya yokeden iksirleri ilave ederlermiş. Bunun bizi korumaya yetecegine inanmak saflık olur. Her birimize birer koruma verseler gene de her iksirlemeden korumalarının mümkün olmayacagini anlamak zor degil. Öyle anlasiliyor ki korumacılarımız bununla sadece ızdırabımızı çilemizi hafifletmiş azaltmayı başarmış olabilir. Onlara göre iksirlerimizi durultmayi, mümkün oldugu zaman da panzehirini koymayi başarmışlarmış. (Halbuki her iksirin panzehiri yoktur. Panzehiri olanin da her zaman zamaninda yetistirilemeyecegini varsaymak yanlis olmaz. Bazı iksirlerin ise etkisi sadece yavaşlatilabilir ama yokedilemez. Bazı iksirlerin panzehiri diye verilen iksirin faydasi, çoğu kez, "açılan yara"ya sürülen merhemin yapacağı etkiye benzer. Dolayisiyla iksirlemenin etkisini sifirlamanin çogu durumda mümkün olamayacagi bellidir. "Iksirleri panzehiri ile durdurduk" masalini ancak cahil insanlara yutturabilirler. Durdurmak degil, ama yavaşlatmak, etkisini azaltmak deyimi daha uygun olabilir)

Çocuklugumda, bir Gizli Servis görevlisinin Antalya devlet hastahanesinde beni kaçırmaya çalıştığını hatta köyde ciple beni ezmeye bile çalistigini hatirliyorum.

Bir taraf bizi iksirler hastalandirir iken ara sira öbür tarafin imdada geldigi olur durumumuzu bir parça düzeltmeye çalistigi olurmus. Bu durumda nasil bir hayat yasadığımizi tahmin edebilirsiniz.

1965 senesinde parasiz yatılı olarak Izmir Kolejinde okumaya baslayinca aileme yönelik iksirlemelerde büyük bir artis baslamis. Köyde, Mehmete Eymür’e uygun Burdurlu bir ajan tarafından oldukça uygun bir durumda korunabilen ben, Izmirde ciddi anlamda korunamayınca ağır sekilde iksirlenmisim. Hazırlık sınıfında bir ara ranzaya çıkamayacak kadar halsizleştim. Yine hazırlık sınıfinda iken bir ara iyice iksirlenip kulağımı (bir tanesi tamamen sağırdır) güçlükle duyabilir hale getirmislerdi. Bunu Hazırlik sınıfinda iken üç defa denediler. Bir çok defa iksirlenerek iyice güçsüzlesip yerimde oturup kaldığımi, oynayacak gezecek takatim bile olmadan günlerce durumu geçistirmeye çalistigimi hatirliyorum. Orta okulda müzmin sagir yapacak iksirleri defalarca yeniden denediler. Kuruyemis yemeyi ve sakiz çignemeyi fazlaca sevmem yüzünden olusmaya baslayan iltihap akmis ve kurtulmusum. Orta ikide "Yurttaslik Bilgisi" dersinde hocamiz Nuran Hanım bana seslendiginde kulagim hiç isitmiyordu. Durumu takip eden bir önemli ajanın yakını olan sınıfdaşım “benim iksirlendiğimi, ve bir kaç gün içinde öldürüleceğimi” söylemiş. Hoca bu durumu vahim bir olay sayıp diger öğretmenlere aktarinca, bazı iksirci hocalardan ağır tepki almis ve aralarında agiz dalasi bile yapmislardi. (o öğretmeninin okulun avlusunda aglayarak bir başka öğretmenim Önder Bey ile kavga edişinin kısa bir bölümüne şahit olmuştum) O hoca bir süre okuldan ayrilmak zorunda bile kalmisti. Sayesinde benimle biraz ilgilenilmis ve kulaklarımi hedefleyen iksirler yavaşlatilmis olmali ki daha sonraki yillarda bu iksir bu ölçüde verilmedi. (durum Mehmet Eymüre iletilmiş ve Mehmet Eymür okulun yemekhanesindeki görevlilerle konusmuş, ve iki öğretmenimi benim durumuma gözkulak olmaları için ikna etmiş. O sayede bundan sonra biraz daha az iksirlendim ve ögrencilik yapabildim)

Yine orta ikide bir defasinda, en siddetlisini yaptilar ve yürürken dengemi zor saglar duruma getirildim. O günlerde bir hocanin, beni gösterip "şu çocuk yürürken sanki ayaginin altindan hali çekiliyor" dedigini iyi hatirliyorum.

Orta birin sonunda sınıfin irileri arasına girmişken, orta ikide birinci sömestir sonu sınıfin besinci en küçük çocugu oldum. Çünkü boyumu 6.5 (net 2.5 santim) santim küçültmüslerdi. Sömestir başında dar gelen pantolonum sömestir tatilinde eve geldiğimde bol gelmeye başlamıştı. Buna ailem bile şaşırmıştı. Galiba o sene, kendileri yerine bizi iksiretenlerin sayısı iyice kabarmıştı. Bunun sonucu olarak bazı güçlü Gizli Servis görevlileri olanca güçleriyle beni iksirlemeye başlamıştı. Ben ve ailem ise durumdan tamamen habersiz sağlığımızın ve sinirlerimizin neden gitgide geriledigini anliyamiyorduk.

Gizli Servis kuralina göre beni hedefleyen bir gizli servis görevlisinin yandaşları, benimle yakin ilişki kuran herkesi iksirleme hakkına sahipti. Bir gurup Gizli Servis görevlisi bu kuralı işleterek okul yemekhanesinde benimle iyi ilişkisi olan herkesin masasındaki karavanaları iksirlemeye başlayınca okul aile birligi beni okuldan ayırmaları için okul yönetimine baskı yapmış. Buna karşılık Izmir Koleji okul müdürü ve Erdin Günçenin dahil olduğu bir gurup görevli, isteyen herkesin ajan Ibrahim Aksoylu adına iksir gönderebilecegini, bu sayede benimle ilgisi olan veya olmayan daha pek çok insanın korunabileceği söyleyince bu çözüm okul aile birligince kabul edilmis.



(Ibrahim Aksoylu adina istenilen hedefe atis serbest, izin Izmir Koleji müdüriyetinden)



Bedava iksir verdirme izni bazılarına cazip gelmis. "Kendi ailemi de baska tehlikelerden de sakinmis olurum" deyip bu fırsatın üstüne atlamışlar. (Halbuki iksirlenen öğrencinin bana ters bir çıkış yapması bile iksirlenmesini durdurabilirmiş. Bunu deneyerek iksirlenmeyi hemen durduran epeyce öğrenci olmuş. Bu yüzden benimle yakın olan öğrenci hiç yok denecek kadar az oldu Izmir Kolejinde. Çevre ilişkilerim kurutuldu. Çevremde, sadece Gizli Servise göre davranmayı bilen ve beni iksirleyen veya payanda olarak kullanmayı bilen ögrenciler kaldı.)



"Ibrahim Aksoylu adina atış serbest" hediyesine ajanlar sadece Izmir degil Istanbul'dan, Ankaradan, Samsundan kosa kosa gelmisler. Bunlardan bazı çarpık görgülü-anlayisli gizli servis görevlileri, beni ve yakinlarımi hiç bir nedeni yokken bol bol yere çalmış, küçük düsürmüsler. Bu sofraya koşan bazı Gizli Servis görevlileri de (Erdin Günçe başta olmak üzere), ailem hakkında yapılan "sözde istihbarat"ı roman piyes film senaryosu v.s. eserler için için kaynak hazırlamakta kullanmışlar. Bunu yaparken rapor yazıyorum ve dosyaya yerlestiriyorum kim alirsa alir okur orasi benim disimda diyerek kendilerini savunmayi bilmisler. Kendilerine parayı veren gizli servisci de çok güçlü bir “yüksek rütbeli Gizli Servis görevlisi” vasıtasıyla el altından dosyalarımı ele geçirebilrimiş. Dosyadaki özet raporları kendi eserlerine uygun bir şekilde kaynak olarak kullanırmış. Para da kaynagi hazırlayan gizli servis görevlisinin bir yakınına uygun biçimde ödenirmis. (Bugünlerde yarı inşaatli evleri 5 misline satin alarak rüsvet verildigi bilinir.) (Erdin Günçe bu sayede önemli bir servet yapmış.)

Bu konudaki iddiaları ve cevaplarımi "Hakkımızdaki istihbaratin eserlere kaynak yapılması hakkında Sikayetlerim ve Görüslerim" basligi altinda bu sayfada bulabilirsiniz.

Yeniden hikayemize dönelim.

1967-1968 ders yilinin ikinci sömestiri benim iyi-kötü tahsil yapabilecek duruma geldigim dönemdir. Ama Izmir'den önemli bazı insanlara yapılan iksirlemelerin karşılığını Burdurun bir dag köyündeki anam babam, ögretmen okulundaki ablam görmüs. Onların etrafinda iksirlemeyi yavaşlatabilecek insanlar bulunmamis. 1968 yılı, ailemin diger fertlerinin agir yara almaya basladığı yil olmus. Bu kadariyla kalmamis, anamin kardeslerinin sulbü agir yara almaya baslamis. Bedenleri daha biçimsizlestirilmis, zihinleri daha zayiflatilmis. Kimileri iksirlenerek akil hastasi yapılmis.

Ben ise Izmir Kolejindeki sonraki yillarımda gitgide daha çelimsizlestim, daha halsiz mecalsiz bir çocuk oldum. Sürekli iksirlendığım için dislerim bile çocuk disleri olarak kaldi. Kemiklerim yeterince gelisemedi ve ince kaldi. Yüzüm hala çocuk yüzü sayilabilir. Bedenim 14, 15 yaslarında bir çocugun bedeni yani gelismesi tamamlanmamis bir insan bedeni sayilabilir. Gizli Servisçilerin iksirlemeları yüzünden fiziksel büyümemi tamamlayamadim. Bugün, 49 yaşımdayım. Aynaya baktigimda, "ihtiyarlatilmis bir çocuk görünümünde" olduğumu söyleyenlere hak veriyorum.

Boyumu kisaltan iksirler daha çok bacakları kisalttigi için bacaklarım gövdeme oranla gittikçe daha kisa kaldi ve orantisiz bir vücudum oldu. 1970 baharinda lise bir'de boyum 1.80 cm'ye dayanmisken (ben dik durdugumda 1.80.5 cm ölçmüstüm birkaç defa okul sıralarında, yazın köye geldiğimde evin ikinci katına çıkan merdivende başım merdivenin üst pervazına çarpıyordu. Bunu gören kızkardeşim bir kac defa dikkatimi çekmişti “başını eğ” diye. O yaz ben kendimi bir kaç kez 1.81.5 cm ölçmüştüm. O yaz 1.82’ye ulaştığını söylüyenler vardı. Ertesi yaz evin üst katına çıkarken başım üst pervaza çarpmıyordu artık. Çünkü boyum kısaltılmıştı 1.77’ye düşürülmüstü. Hem de büyüme çagımda, 16 yaşımı doldurmadan kısaltmışlardı boyumu), lise boyunca devamli kısaltıldı. Ve ben lise ikide uzayacak yerde kısaldım, boyum 1.77 ye düstü. Lise sonda da 1.76 ya düsürüldüm. Herkes uzarken ben birkaç cm uzuyor ve sonra yeniden kısaltılıyordum. (Gizli Servis görevlileri, boyumun uzayıp uzayıp, sonra da kısaltıldığı göze batmasin diye, büyüme hormonu vererek yeniden boyumun uzatılmasını, kertenkelelerin kuyrugunun kopartilinca yeniden uzamasina benzetip, bana bir de isim takmislar; "kerkenez". Kerkenez bir çeşit kertenkelenin adi imiş.) 1.76 cmlik boy, yerime geçirilmesi uygun bulunan bir Gizli Servis görevlisinin boyu imis. Benim boyumun kırpılarak, yerime geçirilmesi uygun bulunan Gizli Servis görevlisinin boyuna indirilmesini isteyenler, "Izmirli büyük bir devlet adamına yakın çingene MIT görevlileri" imis. Hemen hatirlatayim; Gizli servisciler bizi payanda/kalkan olarak kullananlara, yani bizi ajan varsayip kendi hasimlarına iksir verdirip, bizim adimiza verilmis gibi gösterenlere "çingene" diyor. Niye mi çingene? Çünkü kendi sağlığı yerine benimkinden harciyor. Kendininki yerine benim bedenimi, karacigerimi, böbregimi, kalbimi, bagirsaklarımi, beynimi çürütüyor.

Benim boyumu kırparak onun boyuna denklestirenler, böylece benim yerime onu geçirerek istedikleri söylemleri onun agzindan söyletebilmisler. Niye onu uzatmayi seçmemisler de beni kısaltmışlar onu sormak isterdim. Zira ben ona benzemek istemedim. Bana benzemek isteyen o imis. Hayatim boyunca gizli servis görevlileri tarafindan 29 cm boyum kisaltilmis, ve 16 cm uzatılmış. Arada bir kaybettirdikleri boyu, fazla göze batmasın diye, büyüme hormonu vererek kazandırmayı denemişler. (hasmına iksir verip boyunun kısalmasına neden olan görevli, karşilığı bana verilince durum benim tarafımdan anlaşılıp da dilime dolanmasın diye bir yandan da bana büyüme hormonu verdirip kaybedeceğim boyumun kazanmamı sağlıyormuş.) Bu yüzden orantısız bir vücudum, kısa bacaklarım, çok geniş bir göğüs kafesim olmus. Üstelik büyüme hormonu iç organları yaşlandıracağından yaşam kapasitemin bir hayli azaltıldığını ögrenmiş durumdayım. (bunun için yerime oynayan ajanlar büyüme hormonu alarak kendi boylarını uzatıp benim normal boyuma ulaşmayı hiç istememişler. Olgun yasta büyüme hormonu alarak kazanılan her cm boy için, ömründen kabaca iki sene kaybedecegini öğrenen “görevliler”, bana bedenlerini uygunlaştırabilmek için benim boyumu kısaltmayı secmişler.)

Aileden gelen bir miras olan sağlam yapılı olmak özelliği bende 9 yaşıma kadar vardı. Kendimden iki yaş büyük çocukları yenebiliyordum. Izmir Kolejine geldigimde 1965 senesi sonbahar-kış somestresinde 30 kişilik snıfımızda benden yaşça (ve de bedenen) büyük dört çocuk haricinde hepsinden güçlü idim. Ikinci senemde (orta birde iken) ortalama biri olmaya başladım. Üçüncü senemde ise en güçsüz çocuklar arasına girmeye başladım. Hafıza yeteneğim de de yanı paralelikte bir gelişme yaşadım. [empati, iksirler nedeniyle beynimin cortex kısmının az etkilendiğfini söylüyor. O sayede muhakeme yeteneğim iyi kötü korunmuş.]

Izmir Kolejinde iksirlenmek yüzünden gitgide hafizam zayifladi ve ezber gücüm kalmadi. Bir ara koşuya baslayinca terlemenin zihnimin açilmasina cok faydali geldigini farkettim. Terleyerek beynimi hedef alan "hindiba suyu" iksiri dışarı atılabilirmis. Belki de bu sayede lisede biraz zihnim açildi. O yillarda bana verilen su, çay, ve mesrubatlarda bu iksir hep verilirmis.

Izmir Kolejinde verilen iksirlerle dilimin ucundaki pürüzler zayıflatılarak peltek yapıldım. Ayni iksirlemeyi kardeşim ve babama da yapmışlar onlar da peltekçe konuşurlar.

Sadece iksirlemekten ibaret degildi bana kötülükleri. Iksirlemenin dışında Izmir Koleji yillarımda bana hemen hemen her konuda güçlük çikarmayi seven gizli servis görevlileri vardi. Resmi bayram törenlerinde okulumuz geçerken, sirf benim aleyhimde çirkin tezahüratta bulunmak üzere en az bir gizli servis görevlisi görevlendirilirdi. Ayni şekilde okulun bahçesinde okuldaslarımla oyun oynarken, zaman zaman aleyhte tezahürat için bir gizli servis görevlisi görevlendirilirdi. Koskoca adamin bana satasmasını kaldiramadığım için oyun oynamayi çok erken bıraktım. Orta birde iken artik okuldaslarımla oynamamayı tercih eder oldum.

[Yerime oynayan Gizli Servis görevlileri taa ilkokul çaglarımdan beri başıma dert açmayi sürdürmüslerdi. Ilkokul son ve ortaokulda yerime geçmek üzere egitilmis bir "cüce" beni zaman zaman çok çirkin durumlarda bıraktı. Okul çocugu kizlara sarkintilik yapmak, anama babama okuldaşlarıma sövmek ve benzeri çirkin eylemleri yüzünden çirkin durumlara düsürüldüm. Lise, üniversite ve olgun yaşlarımda yerime geçen Gizli servis görevlileri yüzünden başıma türlü belalar açıldı. Bu tür tertipler hala sürdürülüyor.]

Izmir Kolejinde dolabımdaki giysiler, ayakabı, sabun, dis fırçası vs arasıra iksirlenirdi. Iksirli ayakkabi yüzünden ayaklarımin sizladığıni hatirlarım. Iksirli giysiler yüzünden yüzümün bembeyaz oldugunu çok halsiz kaldığımi da çikarabiliyorum. (son bes senedir daha yogun olarak daha fazlasini yapiyorlar) Siramdaki bazı ders kitapları (atlas sözlük gibi) gizli servise göre sakincali bulunup çalinirdi. Mesela Ingilizce-Türkçe sözlügüm, 4 kere yenisini satın almama ragmen her defasında, kısa bir süre sonra çalınmıştı. (Üzerinde harita, kroki olan herşey 120 sene önce, “çok gizli bilgi” sayılırmış. Düşman elde edip yurdumuzun coğrafyasını öğrenmesin diye, elinde harita olan herkesin Gizli Servis tarafından takip edilmesi uygun sayılırmış. “Okul talebeleri de mi” diye sormak geliyor akla. Kimbilir belki de o zaman harita kıt bulunurdu, belki de okul talebelerinin eline harita verilmiyordu. (Hatta Avustralyada okumak için aldığım “The Australian” gazetesindeki üst köşesindeki amblem niteliğindeki küçük bir Avustralya haritası yüzünden iksirlenebileceğimi söyleyip atmamı ısrarla salık veren empati oluyordu 2000 senesinde bile. Demek yalnız Türkiyenin değil herhangi bir ülkenin haritası, hatta herhangi bir kroki bile sakıncalı sayılıyor.)

Peki sözlük sahibi olmanın sakıncası ne olabilir? Sözlükteki yabancı kelimeleri öğrenerek bir yabancı ile ilişkiye geçilebilir ve Gizli Bilgiler verilebilirmiş. Bu yüzden sözlük bulunduranların da takip edilmesi uygun sayılırmış. Bir Osmanlı hafiyesi sokakta dört cümle yabancı lisanla (gayrı müslim lisanlar) konuştuğunu tesbit ettiği birisini yakın takip altına alabilirmiş. Bu yabancı lisanı konuşarak bir yabancı ülkenin resmi görevlilerine “Gizli Bilgi” ulaştırılmasını önlemek faydalı sayılırmış. Sözlük bulundurup da gavur lisanını bellemesin diye takip edilmeliymiş. Hatta şüphelendiysen sözlükten gavur kelamını bellemesini önleyecek “önlemi” almak uygun sayılırmıs. Ne gibi önlemler? Mesela iksirleyip zekasını düşür de belleyemesin. Ya da iksirlemek yerine, sözlügünü çaldırt. Kör edip de haritayı hiç görememesini, sözlüğe hiç bakamamasını sağlamak da faydalı sayılabilirmiş. En iyisi haritasını da çaldırt da gavurlara vatanın gizli bilgilerini ulaştıramasın. Aklıevvel Osmanlı hafiyelerinin bu keşifleri yüzünden 1960lı ve 70’li senelerde orta ve lisede okurken defalarca sözlük veya atlas parası ayırdım yok yere. Gizli Servis zararlı sayıp çaldırmış hep.)

Sınıfta oturduğum sıra bazen iksirlenirdi. Bazı girişimci zihniyetli ögrenciler "bize de harçlik lazım" deyip beni iksirleyip harçlıklarını kazanmışlar. Aralarında sınıfdaşlarım bile olduğunu sonradan öğrendim.

Okulun yemekhanesinde yemeklere benim için özel olarak iksir konulurdu. Bunların adlarını degil etkilerini çikarabildim. Mesela bazen yemekten sonra basim döner, merdiven inerken bile içim bulanir, gözlerim kararirdi. Yemekten sonra yemekhaneden sınıfa yürürken yalpalayarak yol aldığımı eski okuldaşlarım arasında hatirlayanlar olacaktir. Bazen sirama otururken gözüm kararir yikilmamak için siraya yapismak zorunda kalirdim. Okuldaslarım arasinda beni çogu zaman soluk ve kansiz bir suratla hatirlayanlar olacaktir.

Boyumu kisaltan iksirler yemegime konuldugu günlerde müthiş bir sekilde "tuzlu yiyecekler, süt, özellikle peynir gibi seyler" ihtiyacı duyardım. Aç bir hayvan gibi başka hiç bir şey düsünemeden bunları almaya çalışırdım. Cebimdeki parayı çabucak kantinde bunlar için tüketip okuldaşım çocuklardan yalvararak borç dilenirdim. Çok iradesiz değildim. Feci sekilde iksirlenmiş bir çocuktum.

Bazı yemeklerden sonra müthis istahli olur durmadan yemek yemek isterdim. Karaciğeri etkileyen iksirlerle bunu yapabildiklerini çok geç anladim. Bunun çaresini son dört yıldır ögrenebildim. Biraz alkollu içki düzeltebiliyor. O zamanlar bu iksir verilince, aç, hem de "sabırsızca aç" bir çocuk olmak dışında bir seçeneğim yoktu.

Bazı yemeklerden sonra sürekli geğiren biri olur bazılarından sonra bağırsak sancıları çekerdim. Aynı yemeği yiyen öbür çocuklarda bunun olmadığını görür utanır ezilirdim. Nerden bilebilirdim ki benim yemeklerime iksirler konuldugunu ve okulun mutfağında beni iksirlemek sayesinde önemli yan gelir sahibi olan mutfak görevlileri oldugunu.

Izmir Kolejinin yatakhanesinde yatağım en çok da yastığım iksirlenirdi. Bu iksirler insanı sersemletir yüzünü sarartır, ertesi günü derslerde dogru dürüst dersleri bile takip edemez, sınıfdaslarıma tepki bile veremeyecek kadar yari-baygin duruma düserdim. Yastiklara konulan iksirlerin en kötüsü, kafatasi kemiklerini yavaş yavaş yamulmasina egilmesine yol açan iksir imis. Bunu en çok orta ikide denediler. Kafamin alın kismi öne kayiktir, arkasi iyice düzlestirilmistir. Gizli Servisçilerin söylemine göre yüzü cepheden bana benzeyen insanlar çiksa bile, yandan bana benzeyen çikmasi çok zordur. Zira kafasi benim kadar öne egik insanlar, gizli servisin "hiçbir zaman kurtarmamaya karar verdigi" insanlar olurlarmis. Benim ve ablamin yastiklarına yatılı okullarda bu iksir çok fazla verildiginden alınlarımiz öne kayiktir, kafalarımizin arkasi düzlestirilmistir.

Okulun duşhanesinde yikanmam da sorun oldu zaman zaman. Çünkü ben yıkanırsam su kesilebilirmis veya duşhane iksirlenebilirmis. Bu problemi, okul yöneticileri ben orta ikide iken çözümlemisler; Herkes bana "banyo saatini" haber vermeden banyo yapacakmis. Ben sıcak suyun ne zaman gelecegini hiç haber alamayacak ve dushaneyi kullanamayacakmisim. Sıcak su haftada bir gün belli bir saatte verilirdi. Ben bu saati öğrenemeyince soguk suyla yıkanmaya çalıştım soğuk kış günlerinde bile ve ardından iksirli esvaplarımi üzerime giymek zorunda bırakıldım soguktan titreyerek. Orta ikiden sonra Izmir Kolejinde soguk suyla yikanmak zorunda kaldım çoğu zaman, veya hiç yıkanamadım.

Bir ögrenciye yatılı okul yaşamı nasıl zehir edilir? Bunun dersini verecek insanlar gizli serviste mevcut olmalı. Ben de epeyce vakıf oldum sonradan. Bu anlattıklarımdan daha epey fazlası çıkabilir hafizamdan.



Soru: Peki hiç ayrilip daha uygun bir okula geçmek aklina gelmedi mi?

Cevap: Izmir Kolejinden ayrılmayı daima istedim. Babam razı olmadı.

Her sene okul baslamadan önce (hatta sömestir tatilinde bile) babama Burdur'da okumak istediğimi söylemeye çalıştım. Babam her defasinda kabul etmedi ve öfkeyle karşı çıkıp azarladı. Ona göre ben iyi bir okuldan ders çalışmak zor geldiği için ayrılmak istiyordum. Kolay ve kötü bir okulda dalga geçmek sevdasındaydım. Zor da gelse çalışıp "iyi okul"u bitirmeliydim. Gerisini uydurma mazeret sayıyordu. Burdur Lisesini kolay ve zayıf okul saydığını anlamıştım. Lise ikide iken 1971 Subat ayında, eşdeger bir okul sayabilecegi Konya Maarif Kolejine geçmeyi istediğimi, gerekçe olarak da “daha yakin mesafede” olmasını gösterdim. Hemen ikna olunca sevindim. Yazın gerekli islemleri yaptirip Konya Kolejine transfer olmam konusunda anlastik. Sömestir tatilinden dönünce bazı sınıfdaslarıma açikladim. Ders yili sonunda ayrilirken "artik seneye Izmirde yokum. Konyaya geçiyorum" diye duyurdum. Maalesef, yazın babama konuyu hatirlatinca öfkeyle karşı çikip azarladi)

Izmir Kolejinde iksirciligi bilen ve yapan pek çok varlikli ve mevki makam sahibi insanın çocuğu vardi. Bir söyleme göre bunlardan 120 kadar aile, beni ve/veya daha sonra da ailemi payanda yapmayı başardı ve senelerce sürdürdü. Üstelik bir de Izmir Kolejinde çocuğu okumayan Izmir civarındaki başka iksirciler de beni payanda kalkan olarak kullanmaya başlayınca, Izmir Kolejine başlayışımın ikinci senesinde beni kuşananların sayısı 25 misli artmış oldu.

Burdur’da ailemi ve beni birlikte koruyabildigini ispatlamış, Mehmet Eymür’e uygun bir gurup ajan o zamanlar mevcut imiş. Bu sayede ilkokulda çok başarılı olabilmişim ve fizik olarak da çok güçlü olabilmişim. O yillarda, Izmir Koleji yerine ailemle birlikte beni koruyabilecek ajanların bulunduğu Burdurda okumaliydim. Hem ailem hem de ben daha az iksirlenirdik.



Soru: O tür ajanlar Izmir bölgesinde de bulunamaz mıydı?

Cevap: Ajanlar değil, aslında bizi korumayı isteyen ajanlara destek olan etkili devlet adamı bulmak işin püf noktası. Böyle bir devlet adamı Burdurda var imiş o senelerde. Mehmet Eymür durumu o devlet adamına izah ederek desteğini sağlayabilmiş.



Soru: Sizi kalkan payanda yapanlar aslında sizi koruyor, bir bakıma size faydalı mı demek istiyorsun?

Cevap: Hayır. Sadece Mehmet Eymür ve onu destekleyen güçlü bir devlet adamı bizim korunmamız için yeterli olmalıydı. Bu sofradan faydalanıp kendi yakınlarını korumak isteyenler çok büyük çoğunluğu oluşturuyor. Bugün bile bu olaya müdahil insanların büyük çoğunluğu bizi değil, bu fırtınaya tutulan başka insanları kurtarmak için çaba sarfediyor. Bunu denerken de bizim sağlığımızı hatta can güvenliğimizi hiçe sayanlar, bizi hedef alanlar az değil.



Soru: Mehmet Eymür veya iyi niyetli başka ajanlar aileyi bu çirkin kavgadan ayıramaz mıydı?

Cevap: Ekabir, yani devlet büyüklerinin izni olmadan hayır. Ekabir, yani büyük devlet adamlarından etkili bazıları daima bizi bu durumda tutmak istemiş. Durumu bize açıklama yasağı konulmuş etkili ekabir tarafından. Ajanlar ancak etkili devlet adamlarından destek alabilirlerse insiyatif koyabiliyorlar.

Kan davası güden fraksiyonlar yüzünden kalkan ve payanda yapılmasak bile bazıları tarafından hedef yapılmaktan kurtulamazmışız. Yaşayabilmemiz için ayrılmamız değil, kurtarılmamız gerekiyormuş. O da ancak durumu idrak etmemiz, Gizli Servis görgüsüne vakıf olmamız, ve Gizli Servis görgüsüne göre kendimizi korumayı öğrenmemiz ile mümkün olabilirmiş.

Ama şunu anlayabildim. Mehmet Eymür 1970’li senelerde bile benim bir devlet adamına anlatıp kurtulmama taraftardı. Babama ve bana “gizli servis görevlisi ol” teklifini götürebilmisti. Babası ve kendisi de bazı büyük devlet adamlarından kurtarılmamız için destek sağlamak istemiş ama anlayış görememiş. Bunlar arasında tarihi olanları bile varmış. Celal Bayar ve Ismet Inönü’nün bunlar arasında olduguna dair duyumlar var.

Soru: Acaba ayrılıp Burdurda bir liseye geçsem durum bundan farklı olur muydu?

Cevap: Bence olabilirdi. Burdur Lisesinde benim iksirlendigimi öğrenen Burdurlular belki de benim akrabalarıma mesela avukat olan amcama duyurabileceklerdi. En azından bazı büyük çaplı saldırıların duyulması kaçınılmaz olabilecekti. Bu şansım İzmirde hiç olmadı. Bunun için hala hayıflanıyorum. Burdur Lisesinde “kendileri yerine beni iksirletmek” heveslisi öğrenci velisi çok az çıkacaktı. Burdur Lisesi orta ve dar gelirli ailelerin çocuklarının okuduğu bir okuldu. İzmir Kolejinde iksirciliği bilen ve yapan pek çok varlıklı ve mevki makam sahibi insanın çocuğu vardı. Bir söyleme göre bunların 120 kadar aile benim ailemi kendi yerlerine iksirletmeyi öngördü. 400’e yakın çingeneyi Erdin Günçe ve ona yakın çingeneler ekledi.

Soru: Mehmet Eymür ile Izmir Kolejli çingeneler arasinda ne fark var, ikisi de seni korumuş sayilmaz mı?

Cevap: Çingeneler kendilerini kurtarmak istemişler bizi payanda yaparak ama bizi korumayı sorumlulukları saymamışlar. Mehmet Eymür ve babası ise bizi korumuşlar bizi payanda yaparak. Mehmet Eymür ve babası bizi kurtarmayı istemişler hep. Mehmet Eymür ailemin hepsini korumaya çalısan birisiydi. Izmirli çingeneler ise sadece kendi ailelerini korumuşlar. Izmirde beni yarım yamalak gözeten a

janlar bunu ancak Mehmet Eymürün ikazları ve müdahaleleriyle yapmışlar. Ama Burdurda bu gelişmelere uygun ajan bulunamamış. Izmirde eklenen çingeneler, Burdurdaki ailemi koruyabilecek ajanları veya Gizli Servis görevlilerini Burdurdaki ailemin civarında bulundurmayı, gerektiğinde müdahele edilmesini sağlamayı kendi sorumlulukları saymamış.

Izmir Kolejli çingeneler beni korumayı sorumluluk bile saymamış. Biz de binelim bu eşeğe (onlar trene diyor) demişler. Izmir Kolejinde bile korunmamı sağlamaya çalışan ve en kritik durumlarda müdahele edip kurtaran Mehmet Eymür olmuş. Izmir Kolejli çingenelere kalsa ben defalarca ölmüştüm, mesela orta ikide ölmüştüm.

Mehmet Eymür ve babası Mazhar Eymür, bizi payanda yapanları mümkün mertebe azaltmak, payanda yapanların zararlı girişimlerini durdurmak ve düzelttirmek, ve onların ilgili eylemlerini hep kontrol atında tutmak, günün birinde uygun bir devlet adamının müdahelesiyle kurtulmamıza kadar çilemizi en aza indirebilmek için mücadele etmişler. Ama Izmirli cingeneler ise “ben kendimi korumak, iksirlerimi savmak üzere bir çıkış yolu buldum bu çocuğu payanda olarak kullanarak, bu çocuğu payanda yapanlar zaten var, çocuk bizim elimize düştü, elimizden alıp Burdura götürmek isteyenler var, siz de bizim cepheye katılın hep birlikte bu çocuğu Izmir Kolejinde tutalım, bu olmazsa gene bize uygun bir yerleşkede tutalım, ve bu çocuğu payanda kalkan yaparak kurtulalım” diye düşünmüşler. Beni Izmirde koruduklarını sanırken ailemi hiç kaale almamışlar. Onların tasarruflarının karşılığını alan ailem ağır yara almaya başlamış. (beni Izmir Kolejinde veya kendilerine uygun bir okulda tutmak için her yolu denemişler. Kendilerine uygun değil diye, orta ücte iken Fen Lisesi birinci basamak sınavını kazandığım halde okul yöneticilerine ikazda bulunup bana ibraz ettirmemişler.) Ben Izmir Kolejinden mezun olup ODTÜ’ye gittiğimde başıma bela olan bu ahlak, beni ODTÜ’de okurken ve çalışma hayatımda hep iksirletti, ayağımı çelmeledi. Okuyamamı, köyümde çoban olmamı bile istedi. Onlara uygun bir yerleşkede olacaksam, okuyabilir veya çalışabilirmişim. Yoksa iksirler sakatlar, geri zekalı yapar, o yerleşkeden ayrılmam için ellerinden ne gelirse yaparlarmış. Son senelerde Avustralyada bile kurtulmamı/korunmamı zayıflatan, bana türlü engeller çıkaran, mesela evimden işimden ayrılmamı kovulmamı sağlamak için tertiplere girişen bu tür çingeneler oluyor.

Ve bu çinegnelerin Avustralya şubesini Erdin Günçe yönetiyor. Türkiyede taa ODTÜ senelerimden beri bu çingenelerin faaliyetlerini Emre Taner yönetiyordu. Emre Taner, bu eziyetin durdurulmaması için elinden geleni yapiyor. Emre Taner, amacı bizi kurtarmak olan Mehmet Eymür’ü kıskaca alıyor. Emre Taner kendi yakınlarını kurtarıyor, Mehmet Eymür ise bizi kurtarmaya çalışıyor, bize yapılan zulmü azaltmaya çalışıyor.

Soru: Mehmet Eymür beni Burdur Lisesine göndermeyi uygun bulmuşken İzmirli çingeneler neden İzmirde kalmamı sağlamak istedi?

Cevap: Burdurda ailemi korumaya almayı iyi kötü başarabilen birkaç ajan olabilecekti. Ama onlar Izmirde eklenen çingenelerin ve hasımlarının ayrılmasını yoksa başedemeyeceklerini söylüyorlardı. Izmirliler ise beni Burdur’a yollasalar bile payanda/kalkan olarak kullanma haklarının olmasını istiyorlardı. Izmirliler ellerine geçen bu kalkan/payandayı bırakmak istemediler. Ben lise sona geçince Burdur’daki iyi niyetli ajanlar yerine Izmirdeki gibi istismarcı ajanlar duruma hakim olmuş. Burdura gönderilmemi istemisler. ama Izmirde eklenen çingeneler eskisi gibi bizi kendileri yerine iksirletebilecekmiş. Bu koşullar da Burdur da 1971-72 ders yılında korunabileceğim bır yer olmaktan çıkmış.

Ortaokul çağlarımda ve hatta ben lise ikiye gelene kadar Burdur’da Mehmet Eymüre uygun bir ajan bizi korumaya istekliymiş ve bizi korumak konusunda deneyimli imis. Burdurlu etkili bir devlet adamının da desteğini sağlayabilmiş. Ama bana mesajını ulastıramamış. O senelerde Burdurda okusaymışım ailemle birlikte daha az yara alacakmışız.

Izmirli çingeneler benim Izmir Kolejinden ayrılmam gerektiği takdirde yine kendilerine uygun bir lisede okumam ve beni payanda/ kalkan olarak kullanabilemeleri karşılığında beni baska bir liseye gönderebilirlermiş. Neresi olurmuş bu liseler; Izmir Atatürk Lisesi, Izmir Karşıyaka Lisesi, Ankara TED Koleji, Kadıköy Koleji, hatta Bornovodaki Suphi Koyuncuoğlu Lisesi olabilirmiş. O okullara gidersem Izmir Kolejli hocalar da beni payanda kalkan olarak kullanabileceklermiş. O okullardaki Gizli Servis görevlileri de, beni Izmir Kolejli Gizli Servis görevlileri gibi payanda/kalkan olarak kullanabiliyorlarmış. (yani biraz sizde, biraz da bizde kalsın, bu eşşeği birlikte nöbetleşe güdelim, hem size hem bize faydalı olsun, ama Burdura filan gönderip de ailesi ile birlikte kurtaralım diyenlere fırsat vermeyelim, onlar bize kullandırtmayacakmış bu çocuğu)

Burdurlu yerel ajanlar Izmirde okurken eklenen yüzlerce çingenenin bizi kalkan yapmasına karşı çıkmak istiyorlar ama çıkamıyorlardı. Çekimser ve gönülsüz yerel ajanlar günün birinde güçlü bir devlet adamına götürüp bizi kurtarmayı da deneyebilirdi. O yıllarda Burdurlu güçlü bazı devlet adamları olabilecekti.



Soru:Izmir Kolejli olup da, “yahu keşke hic gelmeseydi şu okula, biz ona ne yaptık ki” diyenler de var?

Cevap: tersini söylemek benim hakkım. Keşke o okula hiç gelmeseydim. Ben onlara ne yaptım ki? Isteyen benden uzak durup kendileri muhtemel iksirlerden koruyabilmiş. Yemekhanede masalarından ekmek çay filan istedigim için bir ara bazı masalara iksirli çay ve ekmek gelince okul aile birliği bile toplantı yapıp ağır tepki verince Ethem Cangörünün canı yanmış. Ve hemen durdurmus. O durum bile benim değil baskalarının yarattığı durumdur.

Onun dışında iksirden sakınmak için beni kendinden uzak tutmak çok kolaydı. Bu konuda Gizli Servis bu sorunu olanlara kolaylık bile sağlamış. Yerime geçen Gizli Servis görevlileri benim yerime öylelerinden rol icabı hakaret veya dayak yemiş. (Işin komik bir tarafı da bu)

Yani ben bu sofraya oturmam, bu işe de karışmam diyenler kolayca sakınabilmiş. Sofraya oturanların çogu, bizi kendilerine payanda yapmayı bir hak olarak görmüşler ama korumayı ve sakınmayı sorumluluk saymamışlar. Ben Izmirden ayrılalı otuz üç sene oldu. Ama İzmirde eklenen bazı zararlı çingeneler bir türlü ayrılmak istemiyorlar.

Soru: Izmir Kolejli bir okul yöneticisi sana “İbrahim sen Burdurda oku” diye ikazda bulunmuş. Bu onu haklı çıkarmaz mı?

Cevap: Hayır. Evvela bu konuda çocuk değil, Okul yöneticisi veya velisi karar verir. Ben babamın onayı olmadan böyle bir işe kalkışamazdım.

Okul bana veli olarak bir öğretmeni atıyordu. Beni payanda/ kalkan olarak kulanan öğretmenlerimdi onlar. Onların onayı kaidelere uygun idi. Benim onayım ise zaten kaidelere göre gerekmiyordu bile. Niyeti bana yardımcı olmak üzere Burdura yollamak ise, zaten benden veya babamdan izin alması bile gerekmiyordu beni Izmir Kolejinden ayırmak için. Ellerindeki yönetmeliklere göre, mesela yatakhanelerdeki dolaplarımızı teftiş ederken benim dolabımı dağınık düzensiz olmasını gerekçe yapıp gönderebilirlerdi.

Öyle anlaşılıyor ki beni Izmir Kolejinden ayırmak isteyen öğretmen, benim yüzümden değil iksirci çingene Izmirliler yüzünden ayıramadı. Ona göre kendimiz gelip ayrılsak iyi imiş ama kendisi ayırırsa, ona çok kızılacakmış; “Bize lazımdı niye ayırdın onu” diye. Belki de arkamdan koşup geri döndürmek isteyeceklerdi Izmirli çingeneler.

Üstelik Izmir Kolejli okul yönetimi Gizli Servis görevlileri ile fazlaca temas halinde imişler. Benim durumum hakkında konuşurlarmış. O zaman Gizli servis görevlileri onlara benim Izmir Kolejinden ayrılmayı çok istediğimi anlatmışlardır. Beni Izmir Kolejinden ayırmak icin kendilerine güçlük değil, elimden geldiği kadar kolaylık sağlayacağımı bilmeleri gerekir.

Bu yüzden Izmir Kolejine gelişimden sonraki gelişmelerden ben değil Izmir Kolejli okul yöneticilerini sorumlu saymalılar.

Beni ayırmak beş dakikalık meseleydi Izmir Koleji yönetimi için. Kendileri taa en başından Mehmet Eymür tarafından uyarılmışlar bunu yapmaları için. Yine de beni Burdura gödermemekte ısrarcı olmuşlar.

Bazı okul ögretmenlerim de kalkıp bir çok tanıdıklarını, hemşehrileri dostları arkadaşlarını bu sofraya buyur etmişler. Korumayı da hiç kendi sorumlulukları saymamışlar. “Zaten bu çocuk bunca sene yaşamış ve korunmuş. Bundan sonra da öyle korunurmuş. Madem bazı ajanlar bu kolaylıktan faydalanıyormuş, bizim neyimiz eksik, biz de faydalanalım” demişler. Burdura gitse sanki bundan iyi bir okul mu bulacakmış. En güzide okullardan bir tanesinde okuyormuş işte. Tanıdıklara haber verelim de şunun koluna girip bir fotograf çektirip kurtulsunlar”. Izmir Kolejli çingenelerin olaya bakış açısı böyle özetlenebilir.

Bu anlayış yuzünden Izmir Kolejinde okurken, çingenelerin sayısı çok artmış ve kontrol edilemez hale gelmiş. Bunu yapıp da sonra da “herkesin bu sofraya koşmasının işleri arapsaçına çevireceğini, ellerindeki kar topunun gitgide büyüyeceğini, en başında çıkaramadım” demek doğru olmaz. Kendileri bu konuda uyarılmışlar. Yine de bildiklerini okumuşlar.



Soru: Kartopu zaten yavaş yavaş büyümemiş mi? Büyümesi engelenemezdi zaten degil mi?

Cevap: Engellenebilirmiş. Mehmet Eymür ve babası yeni cingene eklenmesini durdurmaya hiç olmazsa yavaşlatmaya çalışmışlar daima. Bunu epeyce başarmışlar ben Izmir Kolejine başlamadan önce. Bu yüzden Izmir Kolejinde eklenen çingeneler Mehmet Eymür’ü hiç sevmemiş.

Izmir Kolejinde başlayan furya önlenebilirmiş. Izmir senelerimde bir nevi ikram edilmis payanda kalkan olarak kullanılmam. Önlemek isteyen sesler verilseydi, Mehmet Eymure yeni biri sofraya oturmadan haber uçurulsaydı, önlenebilirmiş.

Soru: Izmir Kolejinde seni bırakmayanlar sayesinde güzide bir okulda okumuşsun işte. Fena mı?

Cevap: O çingenelerin anlayışı acaip; Onlara göre onlar beni okutmuşlar. Onlar sayesinde ben Izmir Koleji gibi güzide bir okulda okuyabilmişim. Bu saçma iddialarına gülüp geçmek gerekir. (ben dağ başında beş sınıfa tek öğretmenli bir köy ilkokulunda okurken, iki buçuk sene toprak yolda her sabah ve akşam 5 (empatiye göre 4.5 kilometre) kilometrelik bir yolu yürüyerek gittim okula. O durumda bile devlet parasız yatılı sınavında Türkiye 18ncisi olabilmiştim. Şehir yüzü üç kere görmüştüm hayatımda sınava gittiğim zaman. Genel kültür açısından çok fazla dezavantajlıydım kasaba ve şehirde okuyabilen çocuklara göre.

(Dış dünyaya acılan tek vasıta olan radyo idi. Radyo ile o kadar ilgiliydim ki, duyduğum her şeyi kafamada tutmaya çalışırdım. Dokuz yaşımdayken bakanlar kurulunun isimlerini sayabilirdim, bir bakan değişince hemen radyodan öğrenip hafızamda tutabilirdim. Babam haberleri dinleyip kendisi eve gelince ona anlatmamı isterdi. Bunu epeyce doğru bir şekilde yapabilirdim. Hafızamın ilkokul üçte çok iyi durumda olduğunu işaret eder bu durum. Izmir Kolejinde ikinci senem dolmadan hafızam iyice ezilmiş duruma geldi, Burdurdaki anam iyice geri zekalı yapıldı, çocuk yaşlarındaki zekasına döndürüldü, babam bunamaya başladı otuz dört yaşında. Bu durum Izmir Kolejinde iken eklenen çingenelerin yarattığı durumun sonucu idi. Izmirde eklenen çingeneler, bunu sadece iki sene dolmadan başardılar.)

1985 senesinde profosyonel programcı olarak bir bankanin bilgi işlem merkezinde çalışırken, sadece yarım saat hazırlandığım sınavda Universite giriş sınavı birinci basamağında sözel sınavında Türkiye ikincisi olabilmistim. O günlerde sınavdan önce son bir ay tesadüfen az iksirlenmişim.

1972 senesinde Izmir Kolejini bitirdiğimde “üniversite giriş sınavı”nda genel toplamda Türkiye 46.ncısı olmam, benim normal performasımın altında sayılır. Onu da sınavdan önce son gün Izmir caddelerinde panik halinde koşar adım otel aramam ve yemek yemeyi unutmam sayesinde başarabildim. Yemek yeseydim iksirlenecektim ve sınavda vasatın üstüne zor çıkabilecektim. Yani ders yılı içindeki gibi Izmir Kolejinde yeseydim yemeğimi sınavda vasatça bir puan alabilecektim. 1985 senesindeki gibi sınav oncesi bir aya yakın az iksirlenseydim, başarı seviyem 46.ncılıktan çok daha yüksek olabilecekti.

Az iksirlendiğim veya bir kaç gün iksirlenmediğim günlerde büyük firmaların yetenek/zeka testi biçimindeki sınavlarında da en değerli puanları alabildim. Izmir Koleji ise bana iksirlerimi artırmak dışında bir şey vermedi. Izmir Kolejinde neler çektiğimi, nasıl okuduğumu bir parça anlattım bu sayfamda.

Izmir Kolejinde iksirler yüzünden derslerde çoğu zaman yarı uyuşuk olur, ya da konsantrasyonum bozuk olur dersi takip edemezdim. Kendi kendime çalısabildiğimde başarabilirdim. Mesela ben Matematik ve Fizik dersini sınıfdaşlarımın bana soru sorması sayesinde öğrendim. Burdur lisesinde olsaydım daha fazla soru soran olacaktı ve daha fazla çalısmış olabilecektim.

Izmir Kolejinde son sömestirimde yirmi güne yakın hiç uyku vermeyen iksir akşam yemeklerinde verildi. Bir ay kadar da mutalaa saattlerinde bile uyku veren iksirler akşam yemeklerinde verildi. Son yirmi gün kadar dikkatimi toplamama bir konu uzerinde konsantre olmama engel olan iksirler verildi. Hindiba suyu her fırsatta veriliyordu öteden beri. Bu yüzden üniversite giriş sınavına neredeyse hiç hazırlanamadım. Ben Izmir Kolejinin ikinci en yüksek toplam puanını toplarken bu koşullarda idim. Sormak lazım, madem Izmir Koleji sayesinde üniversite sınavında başarılı olunuyor, neden her öğrenci aynı ölçüde başarılı olamadı?

Izmir Koleji benim için kurtuluş olmadığı gibi, ailem için felaket olmuş.

Soru: Izmir Kolejinde okumak sayesinde üniversite sınavında daha avantajlı olmuş sayılamaz mısın?

Cevap: Izmir Kolejinde okumak sayesinde üniversite sınavında daha avantajlı olunur iddiası geçerli değildi. Fen derslerini yarım yamalak öğrendiğin bir lisan ile, İngilizce ile öğrenmeye kalkmak avantaj degil, tam tersine önemli bir dezavantaj idi. O yıllarda pek çok öğrencinin yaşadığı ve yakındığı bir güçlüktü bu. Ben dahil büyük çoğunluğumuz Fen kolunda idik. Fen dersleri çok önemli idi. Ve biz Fen derslerini, en iyi kavrayabilecegimiz lisan olan Türkçe ile degil Ingilizce ile öğrenmeye zorlanıyorduk.



Soru: Mehmet Eymür ailemden uygunca birine durumu açıklayıp, kendimizi koruyabilecek duruma getiremez miydi?

Cevap: Getirmek istemiş. Ama Mehmet Eymür’e kapsamlı bir açıklama için yeterli zaman hiç tanınmamış. Mesela benimle konuşmak için izin bile alamamıs olmalı ki, ODTÜ kafeteryasında masama oturduğu zaman yüzüme bakmadan başka bir tarafa bakmak zorunda kalıyordu. Çok az zamanı olduğunu, hemen teklifini kabul edersem beni kurtarabileceğini söylüyordu. Ama Izmir Koleji mezunu müzmin bir çingene hemen araya girip Mehmet Eymür’ü masadan uzaklaştırmıştı.

Burada soru-cevap kısmına nokta koyalım.



Izmir Kolejinden ayrilmami istediklerini bazen uygunca bazen kaba bir şekilde bana söyleyen okuldaşlarım oldu. Yaradılışım gereği hiç karşı çıkmadım onlara. Hep istediğimi ama babamın kabul etmediğini söyledim. Bu okul devletin okulu, senin kadar benim de burada okumaya hakkım var desem çok hakli olur ama dayak yiyebilirdim. Öbür çocuklar benim yüzümden iksirlendikleri, hatta okulun yemekhanesinin de bulundugu 4 katli binanin tuvaletlerindeki su tesisatina, sirf ben kullandığım için gizli servis görevlilerince hasar verildigi dedikodularını duymuslardı. Bana “sen girme buraya, senin yüzünden tavanı akıyor” diye beni azarlayan çocuklar olmuştu. Bir anlam verememiştim. O binanin tuvaletlerinin damı akmaya baslamisti, bazı duvarlarında su sizintisi görülmeye baslamisti. 1998 yilinda Bornova Anadolu lisesine ugradığımda o binanın 5 yıl önce yıkılmak zorunda kalındığını ögrendim. Ben o binanın üst katlarındaki yatakhanelerde kalmıştım ortaokul boyunca. Gizli Servis kaidelerine göre, sırf ben kullandığım icin beni hedef sayan Gizli Servis gurubunun o binaya hasar verme hakki oldugunu duydum ve inanamadım. O yıllarda bunu duydugum zaman ciddiye almamıştım. Buna benzer o kadar saçma olay var ki simdi pekala mümkün diyebilirim. Mesela HalkBank Bilgi Islem merkezinde şube otomasyonu projesinde çalistigim zamanlarda, bir Gizli Servis gurubunun müdahelesi ile komünikasyon cihazinin arızalı olarak verilmesi saglanmis. Çünkü Komünikasyon yazılimlarını kurmakla ben görevliydim. Öyleyse işimde başarılı olmamam sağlanması uygun sayılırdı. Devletin bankasina 3 ay vakit kaybettiren bir yanlis bile olsa, bunu yapmak beni hedef sayan Gizli Servis gurubunun hakkıydı. (bu felsefeyi biraz açayım; devlet kurumlarında mühendis veya programcı olarak çalışırken gizli servis kaidelerine göre iksirlenmem normal imis. 1999'da ugradığım, kamu görevlileri olan kardeşlerim ve aileleri bile iksirleniyordu. Devletin maas vererek çalistirdigi memurunu iksirlemek, devlete zarar vermek sayilmasi gerektigi halde gizli servis kaidelerine göre bunu yapmak uygun sayılabilirmis. Yalniz insan degil, mesela benim sevdigim bir hayvan, inek, at, esek, köpek, kedi bile iksirlenebilirmis. (her sey mevzuaata göre) Neden benim gibi yakin takipteki süpheli biriyle yakin iliski kurmus o hayvan? Öyleyse gizli servisin kitabina göre cezalandirilmasi uygun sayilirmis. Iyi niyetli ama acemi gizli servis görevlileri bu kaideyi uygulamak için önceleri bizim köyün sığırlarını iksirlemisler. Sonra tecrübe kazanip sigirların sirtina bir sopa vurunca da kaideyi uygulamis sayilacaklarını ögrenmisler. Lise çaglarımda, bir Gizli servis görevlisinin ahirimizin önünde ineklerimize, durup dururken sopa vurdugunu görüp içerledigimi hatirliyorum. Simdi anliyorum ki o Gizli Servis görevlisi tecrübelilerindedi. Acemileri zavalli sigirları iksirliyordu. Arasira bizim köye gelen MIT cipinden çikan gizli servis görevlilerinden sopalarla sigirlarımizi dövenler "tecrübeli ajanlar" olmaliydi. Acemileri, çesmenin yalagina iksir döküp bizimle ilgisi olmayanları bile, yoldan tesadüfen geçenlerin eşeklerini, masum kuşları böcekleri bilumum canlıları iksirliyordu. Bu konu başka türlü de acıklanıyormuş. Tecrübeli olmakla ilgisi yokmus. Sigirları iksirleyenler bize düsman, sigirları döverek geçistirenler bize dost olanlarmis. Ama hepsi de vazifelerini yapmislar ve ayni kurala sadik kalmislar; Yakin takip altindaki "süpheli şahs"a sütünü veren inegi cezalandirmislar.

Itiraf edeyim ki bu olasilikları havsalamla çikarmam imkansizdi. Gizli Servis görevlileri zavallı inekleri dövmek yerine niye iksirlemeyi tercih ediyor sorusunun cevabını hala tam netlestiremedim. Nedeni konusunda rivayetler muhtelif, ama surasi kesin; Vazife geregi MIT ajanları, sigirları ve esekleri bile döverek veya iksirleyerek cezalandirabilirlermis.

Yalnız hayvanları değil bitkilerinde cezalandırmışlar. Bahçelerimizdeki meyve ağaçlarını tarlamızdaki sebzeleri iksirleyip meyve sebze veremez hale getirmişler. Böylece “yakin takip altındaki şüpheli şahsa meyvesini veren ağaçları cezalandırmışlar. Niye “yakın takip altındaki şüpheli şahsa meyve vermiş o ağaç? Öyleyse cezalandırılmalıymış)

Izmir Kolejindeki son yilimda 1971-72 ders yilinda okul yönetimindeki degisiklik yüzünden beni okuldan ayirmak isteyenler çogalmis. Bana özellikle satasan birkaç ögrenciyi hatirliyorum. Bazıları yakinlarımin gizli servis görevlilerince çekilmis çiplak resimlerini bile ellerinde dolastirabildi. Bu ögrencilerin yakinları beni ve bazı yakinlarımi kalkan ve payanda olarak kullanma hakkına sahip olmuslar Gizli Servisin izniyle. Baskalarına iksir verdirmeleri, sonra da bunu ben ve ailem adina yapılmis gösterilmesi bize iyilik sayildığından, karşılık olarak bir de kötülük yapmaları gerekiyormus. Ellerinde yakinlarımin çiplak resimleriyle dolasan bu çocuklar böylece iyiliklerine karşılık bana ceza vermislermis. Yasamimin bu kisa ve igrenç iskencesini çok zor hatirlayabildim. Bunu deneyen okuldaslarıma buradan tükürmek istedim. Asıl onlara bunu yaptıran kudretli yüksek rütbeli görevliye ne demeli: Nasıl bir seciyeye, nasil bir ahlaka sahipti acaba? Buna benzer baska eylemler de yaptırmayı denedi mi? Bazı makamlara layık görülen insanlardan haysiyetli olmalarını beklemek her vatandaşın en doğal hakkıdır.

Izmir Kolejinde son iki buçuk ayımda hiç bir seye yogunlasamadim, ders bile çalışamadım. Gün saydım durdum okulun kapanmasi için. Üniversiteyi Izmir dışında bir sehirde, mesela Ankarada okumaya karar verdim.

1972 yazında üniversite sinavi için bir gün önce geldigim Izmirde kalacak otel bulamadım. En kötü otel bile okuldaşlarımdan birini merdiven altına bir yatak serip kabul edebiliyor ama beni kabul etmiyordu. Bu tür güçlükler çikarmayi gizli servisçiler çok seviyorlardi. Akşama kadar bütün gün Temmuz sicaginda panik halinde Izmirde otel aradım durdum. Aksam vücudumun heryeri yaniyordu. Üniversite giris sinavi öncesi, gece yatacak yer bulamadığım gerçegi ile karşı karşıyaydım. Izmirde liseyi yatılı okudugum okula gidip hocadan yatakhande yatma izni istemek aklima geldi. Bir ögretmenimden izin alarak okulun yatakhanesinde bos bir yataga uzanip hiç uyuyamadan sabahi bulmustum. Çünkü 4 gün önce uykusuzluk veren iksirler verilmisti ve 4 gündür gözüme bir damla bile uyku girmemisti. O kosullarda girmistim üniversite giris sinavina.

1972 de basladığım ODTÜ yillarım ise çok daha zor kosullar altinda geçti. Hep barinacak huzurlu bir yer aradim durdum. Resmen 29 yurt odasi, (gayri resmi 33 yurt odasi), 4 ev, iki otel degistirmek zorunda kaldim. Dar gelirli bir ilkokul ögretmeni olan babamin mali imkanlarını çok zorladim okuyabilmek için.

ODTÜ'de beni sürekli rahatsiz eden gizli servis görevlileri üzerime verilirdi. Bazı "ögrenci gizli servis görevlileri" de harçliklarını çikarmayi seviyorlardi beni iksirleyerek. Iksirlenme yüzünden yari baygin geçti çogu günlerim. Bir sınıftan çikar simdi nereye gidecektim, ne yapacaktim diye dakikalarca düsünürdüm bazen. Çünkü hafizami iyice zayiflatan iksirleri kafeteryada, kantinlerde sürekli veriyorlardi. Bazen iyice uyusuk yapan, bazen günlerce uykusuz birakan, halsiz takatsiz birakan, veya algilamayi konusmayi iyice yavaşlatan, veya asiri öfkelendiren, veya asiri tedirgin yapan, veya durmadan eklemleri kolları bacakları oynatma geregini duymama sebep olan, bazen efemine bir görünüm almama sebep olan (hormonlarla oynayarak), titreyerek konusmama neden olan, bagirsak sancisi veren ve daha türlü türlü sağlığımı, sinir sistemimi, beynimi, psikolojik dengemi alt üst eden iksirlemeler sürekli yapıldi durdu.

ODTÜ yillarımi uzun uzun hikaye edip uzatmayacagim. Izmirde beni yarim yarim okuyabilecek duruma getirmislerdi. ODTÜ'de bunu yapamadilar veya yapmak istemediler. ODTÜ'de Izmir Koleji yıllarımdan çok daha ağır sekilde iksirlendim.

ODTÜ'yü bitirdigimde is bulmak konusunda çok zorlandim. Bana benzer durumu olan okuldaslarım çok kolay is buluyordu. Ben bulamiyordum. Çok sonra anladim ki ben ancak gizli servis görevlilerinin rızası olursa iş bulabilirim. Ve yine gizli servis görevlilerinin iradesiyle işten atılırım veya ayrılmayı seçmek zorunda kalırım.

Amerikan ITT firmasi birçok ODTÜ Elektrik mezununu aliyordu. Beni de kabul ettiler. Firma yetkilisi çalışacağımız projeyi, kenti ve iş alanımızı bile açıklamıştı ve (Florida eyaletinde Tampa Bay şehrinde çalışacaktım. Assembler programcılığı olacaktı benim görevim, software mühendisi olacaktı pozisyonumun adı, Türkiyede 500 dolara yakın ücret alabilirken Amerikada 2250 dolar alabilecektim. Yurtdışında çalışıp para biriktirmek isteyen bir mühendis için başlangıç olarak gayet uygun bir fırsat idi.) 1982 yilinin Ekim ayi için pasaportunuzu hazırlayin demisti. Sonbahara kadar iyi kötü idare ettim. Sonbaharda öbür çocuklar gitti. Bana hayır dediler. Gizli Servis benim Amerikaya gitmemi uygun bulmamisti. Neden kabul edilmedigimi o günlerde hiç anlayamadim.

Bir ise girdigim zaman en fazla bir ay içinde beni özel olarak iksirlemek için biri yakinima verilir, masami, çekmecemi, çayimi, hatta bazen esvaplarımi bile iksirlerdi. Eger onun "çikis"larını alamazsam bana hakaret dahil, taciz edici davranislara sira gelirdi. Bir süre sonra hiç neden yokken meslektaslarım benden uzak durmaya baslardi. Herkes benim etrafimdaki tehlikenin kokusunu almis olurdu. (Bir hasbihal ettiler diye iksirleneceklerse niye bana yakin dursunlardi. Dogrusunu yapmislar demek zorundayim.) Bu yüzden hiçbir iste düzgün bir performansim, saglikli çevre iliskilerim olamadi.

Bir yandan da evim esyalarım yiyeceklerim iksirlenirdi.

Bir iste bir süre çalisinca, rahatsiz eden gizli servis görevlileri yüzünden iyice huzurum kaçar, kendime yeni bir is aramaya baslardim. Güçlükle buldugum islerde benimle ugrasan gizli servis görevlileri yüzünden çok güç durumlara düsürülürdüm. Bir kaç yil içinde söhretim isyerlerinde yayildi. Türkiyede is bulma sansimin tükendigi kanısındaydım.

Sonunda 1988 Hazıraninda Avustralya'ya göçtüm. Benim arkamdan birkaç hafta içinde Salih (yerime oynamakla görevli Gizli Servis görevlisi), Füsun Candaner, Ferit Ergin ve daha bazı gizli servis görevlileri Avustralyaya "yakin takip" görevlerini yapmaya geldiler. Avustralyada ilk isimde meslektaslarım bir haftada durumumu ögrendiler ve dehsete kapilanlar bile oldugunu sonradan ögrendim.

Avustralyada bile daima isyerimde beni iksirleyecek Avustralyali insanları ayarladilar. Her isimde bir süre sonra çevre iliskilerimi bozup, güç duruma düsürmeyi bildiler.

Isyerimde beni güç duruma düsürmenin çok degisik yöntemlerini biliyorlardi Bir örnek vermek istiyorum; Avustralyada ilk isyerimde iyi kötü anlastigim mesai arkadasim birden tavrini degistirdi, bana agzini bozmaya basladi. Müdürle konusup benim derhal isten atilma kararimin alınmasını sagladi. Daha ben nedenini bile bilmiyordum. Meger benim sesimle kendisine ve galiba müdüre hakaretler edilmisti. Bereket, durumu ögrenen karşı gurup ben isyerimde iken telefonda benim sesimle mesai arkadasimla ve müdürle konusup durumu anlamalarını saglamis. (benim sesimi taklit edebilen bir hayli ajanları mevcut) Bunun gibi durumlar yüzünden her an bir mesai arkadasim tarafindan saldiriya bile ugrayabilirdim. Durup duruken bana bagiran kizanları, veya durup duruken bana kıs kıs gülenleri, beni komik saçma bulanları çok sonradan anliyabildim. Benim sesimle kendilerine küfür edilmisti, satasilmisti veya komik sacma sözler edilmişti.

Bu kismi detaylandirip uzatmak istemiyorum.

(1988 senesinde Sydney electricityde calısırken, benim sesimle mesai arkadaşlarıma satasilması hakaret edilmesi yüzünden az daha işten atılıyordum.

1989 sensinde IBM’de çalışırken isten ayrılmamın ve Türkiyeye dönmemin sağlanmasının birim yoneticilerinden istendiğini dair duyum aldım.

1989 senesinde AMP Society’de “Office Automation” projesinde çalışırken birim müdürüne ve yardımcısına benim sesimle sataşılmıştı. Ben orda çalışırken o güne kadar gayet iyi münasebetlerim olan müdür yardımcısı durup dururken bana “I am disappointed” yani “hayal kırıklığına uğradım” demişti. Ben de acaba işteki başarımdan mi hayal kırıklığına uğradı diye düşünmüş ama benim sesimle kendisine sataşıldığını aklıma getirmemiştim. O işyerinden ayrılıp başka bir isyerine geçtikten 6 ay kadar sonra ziyarete geldigimde birim müdürü bana ağır hakaretler etmeye başlamıştı. Meğer kendilerine benim sesimle sataşılmış ağır hakaretler edilmiş.)



1990, 91 senelerinde AMP Societyde (business development projesinde) çalışırken mesai arkadaşlarıma sataşılmıştı.

Bunlardan birkaçı ters davranmakla yetinmiş, o güne kadar gayet iyi iletişim kurduğum bir tanesi ise durup dururken “why don’t you go home” bağırmıştı.

Bunları yapanın Salih mi, yoksa başka biri mi olduğunu tam çıkaramadım.



1992 senesinde Woolworthsda çalışırken mesai arkadaşlarımdan bir tanesi beni gördükçe kıs kıs gülüyor, bir tanesi de durup duruken beni gördükçe öfkeleniyordu. Başlangıçta her ikisi de bana karşı gayet uyumlu idiler. Sonradan aladım ki her iksi de yerime gecip konuşan insanların etkisi altındaydılar. Çok huzursuz olup iki ay sonra ayrıldım Melbourne’a geçtim. Melbourne’da işyerlerinde bana sataşan insanları görevlendirdiler. Bazı yöneticiler bunu sevmediler. Rahatsız oldular.

Brisbane da 1993 senesinde işyerimde en az üç kisiyi bana sataşmakla görevlendiridiler. Bir tanesini de benim yerime gecip sataşarak iyice sinirendirdiler. )

Avustralyadaki çalisma hayatim Türkiyedekinden farkli olmadi. Sinir törpüleyen olaylar sürdü gitti. 1991 den itibaren buna bir de Türkçe konusanların öldürme tehditleri, hatta silah dogrultmaları eklendi. Gerisini daha detayli olarak 1992'den itibaren ayri bir baslik altinda anlattim.

Not:

Bana yapılan bazı uygulamalar gizli servis görevlilerine yapılabilen seylermis. Mesela ben 1999 yilinda MIT'in Yenimahalle kampusu kapisi önünde kapidaki görevliye derdimi anlatirken 6 dakika icinde 4 kisi kapiya çikarildi ve önümde sag ellerinde cep telefonlarıyla gözleri bende poz verdiler. Bu 4 kisi beni otobüslerde iksirleyen insanlardi. 1999 yilinda Sydney Konsoloslugunda 2 görevli bahçede gözleri bana yönelik 16 dislerini göstererek katir kisnemesi takliti yaptirildilar. Bunlar beni Sydneyde iksirleten insanlarmis.

----------------------------------------------------



1992 ILE 1996 YILLARI ARASI OLAYLAR



Avustralyaya göç ettigim 1988 hazıranin son günlerinden itibaren 1993 Aralik ayinda Türkiyeye dönene kadar Sydneyde oturmustum.

Çevremdeki bu çirkin olayların gerçek mahiyetini 1995'te çikarmaya basladim. Daha evvel bu tür olayların, talihsiz rastlantiların sonuçları oldugunu sanirdim. Olayların yogunlasmaya basladığı 1992 yilindan baslayarak özetlemek istiyorum.

1992 yilinda Avustralya'nin Sydney sehrinde oturuyordum. Birdenbire ve yogun bir sekilde bana yönelik sözlü satasmalar basladi. Satasanlar Türkçe konusan insanlardi ve yol ortasinda veya genel mekanlarda satasiyorlardi. Genellikle karşı kaldirimdan ya da 5, 6 metre uzaktan konusuyorlardi. Çalistigim isyerinde de Ingilizce konusan insanlar satasmaya basladi. Ikinciler daha çok Avustralyalilardi. Bol bol alay ediyorlar, hakaret ediyorlardi. Arzu Koç adinda bir bayan adina sövüyorlardi. Benim o bayana hakaret ettigimi bu yüzden de onların bana hakaret etmeye hakları oldugunu söylüyorlardi. Halbuki o bayana hiç hakaret etmemistim. Arzu Koç'la üniversite yillarında 1.5 yil kadar, haftada veya ayda bir defa karşılasinca selamlasmak disinda herhangi bir münasebetim veya yakinligim olmamisti. Bu hakaretlere bir anlam veremedim.

Melbourne sehrine yerlesip bu insanlardan kurtulmak istedim.

9-11-1992 tarihinde Melbourne'da "Telecom Australia"da analist/programci olarak çalismaya basladim. Bir süre sonra hem çalistigim isyerinde hem de kaldığım pansiyonda rahatsiz edilmeye baslandim. Kurtulusu hem çalistigim yeri hem de kaldığım pansiyonu degistirerek bulacagimi sandim. Hemen yeni bir is ve yeni bir ev aradim. Yeni isyerim NAB'ye 9-2-1993'te basladim. Bir gün aksamüzeri alacakaranlikta eve dönerken oturdugum apartmanin bahçe kapisinin önünde bir tanesi eli tabancali olmak üzere birkaç tane adam gölgesi gördüm. Adamlardan bir tanesi yanibasindaki arkadaslarına Türkçe olarak "hah geliyor, iste yaklassin da vuralim" dedi. Hizimi degistirmeden hemen önümdeki apartmanin garaj kapisina saptim. Görüntü alanlarından çikinca kosar adim apartmana girdim. Dehsete kapilmistim. Sakinlestikten sonra ne yapacagima karar vermeye çalistim. Adamların kim olduklarını çikaramamistim. Polise gitsem sonuç alamayacagimi biliyordum. Bunu daha önce denemis ve inandiramamistim. 92 yilinda, Polise, Sydneyin Hazelbrook semtinde evimin arka bahcesinde tüfekle bana nisan alındığıni sikayet etmistim. Polise isim de verdigim halde sonuç alamamistim. Ayni olayi birkaç Türk asilli Avustralya'liya anlatmaya çalistigimda kimse inanmak istememisti. Bu olayi anlattigimda da inandiramayacaktim. (1991 senesinde Sydneyde St James istasyonu girişinde tenha bir akşmüstü bir gurup insan Türkçe olarak arkamdan “kimse yok vuralım işte” diye konuşmuştu. Beni hemen oracıkta vurmayı tartışmışlardı)

Yapacak fazla bir seyim yoktu. Saklanacak yerim de yoktu. Dünyanin hiçbir yerinde beni koruyacak güçlü bir dostum da yoktu. Tedirgin ve saskindim. Aklima gelen ilk tedbir karanlikta yolumu kesmemeleri için ise gidip gelirken karanliga kalmamaya çalismak oldu.

Silahli insanların saldirisi olabilecegini düsünürken, yeniden sözlü saldirilar basladi. Sokakta sürüler halinde Türkçe konusan insanlar bana sövüyordu. Özellikle ailemdeki bayanları hedef alan alaylar, hakaretler, çok agir sövgüler dolu sözler sarfediyorlardi. Bu adamların amaçları beni küçültmekti, asagilamakti. (Bu insanların terbiyeleri ve görgüleri siradan insanların terbiye ve görgüsünden çok farkli olmali. Siradan insanların terbiyesi bu hakaretleri satasmaları yapmaya uygun olamazdi.) Hakaretler, alay ile karisik sövmeler arasinda beni öldürmekten bahsediyorlardi. Arzu Koç'un arkadasi olduklarını, beni öldürebileceklerini söylüyorlardi. Isyerinde bir Avustralyali programci da bana uluorta sövmeye basladi. Ben de sinirlenip karşı çikinca isime son verdiler.

10 gün kadar issiz kaldiktan sonra Brisbane sehrinde is buldum. Bu sehirde çok az Türk vardi. Böylece "rahatsiz edilmem" ihtimali çok daha az olacakti. 5 Mayis 1993'te yeni isime basladim. Umdugum gibi olmadi. Bu sehirde de satasmalar basladi. Yolda yolakta Türkçe konusan insanlar, "beni vurmak"tan söz ediyorlardi. Kiraladığım evin salonunu tepeden gören bir daireyi kiraladiklarını farkettim. Bir gün balkonlarında ayaküstü çene çalan iki kisinin Türkçe olarak "beni oradan nisan alip vurabileceklerini" söylerken isittim ve dehsete kapildim..

Brisbane'da bir gün eve gitmek için bindigim otobüste tam arkamdaki koltuga iki garip kiyafetli sahis oturdu. Bunlardan biri Erkan Gürvit'in benimle okuldas olan bir akrabasinin modeline çok uygun idi. Digeri de sozu gecen adamin bir yakın arkadaşının modeline uygun idi. Ben ininince onlar da indiler. Evime dogru yürürken takip ettiler. Evimin bulundugu sokagin girisinde, 10 metre kadar arkamda ikincisi, Türkçe olarak "kimse yok iste vuralim" dedi. Obürü "birak ya, bu adam bize birsey yapamaz" diye karşılık verdi. Arkama baktigimda ikincisinin yere diz çökmüs ve elindeki tabancayla bana nisan almis oldugunu gördüm. Kosar adim evime sigindim. Yolda yolaktaki satasmalar palavra degildi demek. Panik içinde polise sikayet ettim. Polisler söylediklerimi pek inandirici bulmadilar ve somut kanitlar olmadan vakitlerini harcamamami istediler. Aksi takdirde sarfettikleri zamanin karşıligi olan parayi benden tahsil edeceklerini söylediler. Düpedüz yalanci muamelesi görmüstüm. Hem çok mahçup olmus hem de büyük bir hayal kirikligina ugramistim.

Sydney ve Melbourne'dan sonra Brisbane'da da ayni satasmalar öldürme tehditleri sürüyordu. Türklerin çok az oldugu sehirlere gitsem bile durum degismiyordu. Polisi inandiramiyor hatta yalanci muamelesi görüyordum. Çaresizlik içindeydim ve ne yapacagimi bilemiyordum.

Yolda yolakta satasanlar arasinda Melbourne'da bana satasanlardan 2 tanesi, Sydneyden de 1 tanesini çikarabildim. "Sydneyde iken PKK'cilar hakkında olumsuz sözler sarfetmissin, sana çok kizmislar, adamların sakaları yok, onlar icin birkaç uygun laf söyle de duysunlar, yoksa seni dövebilirler hatta vurabilirler bile" mealinde uyarilar yaptilar. "Bir de PKK'cilar mi çikti basima" diye iyice telaslandim. PKK'cilara uygun birkaç söz sarfettim. Amacım PKK'ciların kötülügünden sakinmakti. PKK'cilara hiçbir zaman sempati duymadim. Onlara katilmam da mümkün degil. Avustralya'da da hiç PKK'ci tanimadim.)

Kendimi korumak için ne yapacagima kafa yormaya çalistim. Kendime bir silah satin alsam belki faydali olur diye düsündüm. Bir gün Brisbane'de Polis karakoluna gidip kendimi korumak icin silah ruhsati istedim. Sadece evimde bulundurma için ruhsat verilebilecegini, bunun için de gerekçemin uygun bulunmasi gerektigini söylediler. Gerekçemi anlattigimda uygun bulunmadi, ama pesimdeki adamların bir kaç kez silah bile çikardiklarını, her an öldürülebilecegimi, anlatip yalvarinca verilebilecegi söylendi. Istedikleri evrakları hazırlayip tekrar gittigimde her nedense veremeyeceklerini söylediler. Demek Polis, pesimdekiler tarafindan kandirilmisti. Bir rivayete göre "eski bir mahkumdur, eski bir ajandir, çok tehlikelidir, adam öldürebilir, silah izni vermeyin" denilmisti. Bunların dogru olmadığını çevremde duyurmaya çalistim. Ama kimse bana sormuyor, duydukları hakkında çekimser kalmayi yegliyordu. Polis dahil hiçkimse benim derdimi anlamiyordu.

Moralim iyice bozulmustu. Olayin vahametini hiç kimseye anlatamiyordum. Hiç olmazsa eski tanidiklarıma biraz yakinabilirdim. Türkiye'de yasayan eski bir arkadasima telefon edip dert yandim ve agladim. Arkadasim olayi tam anliyamasa bile beni teselli etmeye çalisti, "sakin ol, dinlen biraz, tatile çik" filan dedi.

Brisbane'da beni taniyan yok sayilirdi. Sydney'de beni uzaktan da olsa taniyanlar vardi. Oraya dönmeye karar verdim.

31-8-1993'te Sydney'e dönüp, küçük bir yazılimevinde çalismayi denedim. Yeniden yerlestigim Sydneyde de satasmalarını, "öldürme dövme tehditleri"ni sürdürdüler. Bu durum isimdeki performansimi etkiliyordu. Meseleyi konusarak çözmek üzere defalarca sataşanları çagirdimsa da nedense çagrilarıma cevap verme geregini bile duymadi. Buna karşılık yolda yolakta trende hakaretlerle birlikte dövme ve öldürme tehditlerini sürdürdüler. Bu gerilim altinda çalismak imkansiz hale gelmisti. Dayanamayip bir ay sonra isten ayrildim. Sadece sokaklar, alisveris yerleri degil, evim bile güvenli degildi. Kaldığım eve sürekli giriliyordu. Yerimi degistirdim. Yeni yerime de girmeyi sürdürdüler.

Kimselerin olmadığı, sadece araba trafiginin oldugu bir yolda (Avustralyada banliyölerdeki arayollarda çokca rastlanan bir durumdur) yürürken, bir arabanin içinden üzerime silah dogrultuldu ve bosa tetik çekildi. Can havliyle trafigin içine dogru kostum, bana çarpmamak için aci fren yapmak zorunda kalan arabaların dikkatini çekmeyi düsünmüstüm. Yoksa silahi düzeltip tekrar ates etmeyi deneyebilirlerdi. Ertesi gün "trafigin içine dogru kostugum için diger arabaların dikkatini çektigimi ve kurtuldugumu, yoksa vurabileceklerini" söylediler.

Baska bir gün "geceyarisi biri gelip seni vuracak" diye haber verildi. Kaldığım ev zemin kattaydi ve bahçe duvari bile yoktu. Bir gün gece yarisi odamin penceresinde kisa boylu bir adam gölgesi belirdi, içeriye bir süre bakti. Ölümün çok yakin oldugunu hissettim, ama hislerimi dondurabildim. Korkuyla çiglik atarak, yalvararak ölmektense, sessiz kisa bir ölüm diledim. Sonraki günlerde, o gece o adamin pencerede bana tabanca dogrulttugu söylendi.

Yolda yolakta hakaretle karisik alay etmeler de sürüyordu. Beni öldüreceklerini, Türkiyedeki arkadaslarının da ailemi öldüreceklerini söylüyorlardi. Özel dedektif vasitasiyla Sydneydeki telefon santrallerinde adam ayarlayip benim telefonumu kontrol altina aldiklarını geç de olsa anlayabildim. Babamla veya kardesimle telefonda konusurken, babamin kardesimin sesini çikarabilen adamlarını devreye sokarak, onların sesiyle bana hakaret ettirdiler.

Gizli Servis görevlileri benimle kedinin ile fare ile oynadığı gibi oynuyorlardi. Bu görevlilerden bir kismi kötü adami oynarken, 2, 3 tanesi de iyi adam rolünü oynayip bana "tuzak tavsiyeler"de bulunuyordu. Mesela "ASALA yanlisi Ermenilere sigin, ben Ermeni asilliyim ve onlara yakinim, durumunu anlattim, seni kurtaracaklar" diyen biri çikabiliyordu. Baska biri de "PKK'ya sigin, Kuzey Irak'a kaç, orda PKK'cilar seni bu adamlardan kurtarir, ben Kürdüm, PKK'lilar durumunu biliyor, sana sahip çikacaklar" diyebiliyordu. "Sydney'in Blacktown semtinde eski devrimciler var, onlara sigin, onların birkaçi bunların onbesini kaçirtir" diyen biri bile oldu. "CIA'ya gir kurtul", Yunan Gizli Servisi “KYP” seni kurtaracak, "Türkiye'ye git gizli servis ajani ol kurtul" denildigini bile hatirliyorum.

Avustralya'da bana agir hakaretler eden, yakinim bayanlar hakkında en hayasizca en igrenç lafları edebilen bu insanlar, Arzu Koç için hakaret ettiklerini söylüyorlar, beni öldürebileceklerini söylüyorlardi. Ve bana "PKK'ya sigin kurtul", "ASALA'ya sigin kurtul", "eski devrimcilere sigin kurtul", gibi tuzak tavsiyeleri yapiyorlardi. Bu tuzak tavsiyelerin benzerleri 1994 yilinda ve 1995 yili baslarında Türkiyede de yapıldi.

[Çok sonra bu "tuzak-tavsiyeler"in gerçek mahiyetini daha iyi anladim. Beni CIA"ya kaçirtmak isteyenler aileme yönelik iffetle ilgili ağır cürümleri olanlar veya hakkımızdaki istihbaratı yazlılı vey görsel basına kaynak olarak kullanan MIT görevlileri idi. Yabancı Gizli Servise sığınan bir Turk ajanı varsayılacaktım ve bu en agır cürüm idi. Elbette "kaçak Türk ajani" olarak. Ben ve ailemin iksirlenmesine neden olan Ermeni kökenli ajanlar ASALACI"lara kaçirtmak, PKK konusunda çalisan ajanlar PKK"ya kacirtmak istemis olmalilar. Beni kurtarmak degildi amaçları, kendilerini kurtarmakti.]

[O günlerde bana yapılan sözlü satasmalara ayni sekilde karşılık vermeyi hiç denemedim. Bana yapılan çirkin satasmalara karşı daha sonra, mesela evde yalnizken veya bir tanidığımla telefonda konusurken duygusal tepkiler verdim. Bu tepkiler umarsizlik içinde edilmis sözlerdi. O duygusal sözler arasinda "Ne alakasi var Arzu'nun benle. Senelerdir görmedigim hatta nerde oldugunu bile bilmedigim bir insan." gibi sözler de vardi. Duygusal tepkilerim ciddiye alınmamalidir. Bana yapılan satasmalar karşısinda, her insan gibi ben de duygularıma kapilip kendi kendime söylendim. Hatta ilendim bile. Ama hiç hakaret etmedim. O duygusal sözler yüzünden bana senelerce hakaret edenler bir ayrintiyi gözden irak tutmamalidir; Arzu kelimesi bir duygusal animdaki tepkilerim kapsaminda kullanilmistir, düsünerek verdigim tepkilerim kapsaminda kullanilmamistir bugüne kadar.

Düsünerek verdigim tepkileri ciddiye alsalar uygun olur. Düsünerek verdigim tepkiler ise durumu, sakin sakin (bilinçli olarak) çevredeki insanlara duyurmakti. Böylece insanların durumu ögrenmelerini ve beni anlamalarını, hatta satasan bazıları ile aramda arabulucu olabilmelerini bile bekledim. Hatta Sydney'de bana sataşanlara/tehdit edenlere mesaj gönderip benimle konusmalarını istedim, bu mesajimi defalarca yineledim. Bu teklifime karşılık alamadım.

Düsünerek verdigim bir diger tepki de polise haber vermek olmustur. Ciddiye alınacak tepkilerim bu ikisi olmalidir.]

Bu insanların ilginç bir tavsiyesi de "Türkiye'deki ailenin Avustralya'ya göçmesini sagla, içlerinden silah kullanmayi bilenleri sana yardimci olur" idi. Art niyetleri galiba bütün yakinlarımi benim gibi Avustralya'da savunmasiz birakmakti. Yakinlarımin Avustralya'ya göçmelerinin bana da, yakinlarıma da hiçbir yarari olamayacakti. Teklif bile etmedim. Zaten gizli servisçilerin yapacakları saldiri, silahli saldiri olmayacakti. Iksirleyerek dogal ölüm görüntüsü altinda öldüreceklerdi. Bunu da sonra ögrendim.

Bir süre sonra hepsi kayboldu. Insanlar benden uzak duruyordu. Tecrit olmustum. Hiç tanimadığım birisi, yolda Türkce olarak "sana burda hayat yok, Türkiye'ye git" diye bagirdi. 20 Aralik 1993'te Türkiye'ye gitmek için alelacele Singapur uçagina bindim. Singapurda, Istanbula bileti 2 gün sonrasina bulabildim. Türkiye'ye geldigimde zihnim iyice yavaşlamisti ve çok yorgundum. Yolda bile iksirlemislerdi. Singapurda kaldığım otelde getirilen kahvalti bile iksirliydi.

Ankara'da beni sekiz senedir görmedigim en son 15 yasinda gördügüm, (sekiz senedir ailemden hiçkimseyle görüsmemistim ) yegenim karşıladi. Birkaç gün sonra gerçek yegenimi görünce ilkinin gizli servis görevlisi oldugunu anladim. Yegenime makyajla benzemeye çalisan Gizli Servis görevlisi genç bayan, yegenime göre daha koyu renk tenli ve daha koyu renk saçlıydı. Disleri de daha farklıcaydı. Yegenim yerine oynayan gizli servis görevlisi lokantada beni iyice iksirletmisti. Gerçek yegenim bu hikayeye hiç inanmadığı gibi benim hayal gördügümü söylüyordu. Burdur'daki ailemin yanina geldigimde, kendilerine benim sesimle abuk sabuk telefonlar edildiginden, hepsinin de bende bir akil hastaligi olabilecegine inandiklarını çikardim. Ben ise kendimden emindim. Ailemi rahatlatmak için bir genel check-up yaptirmakta mahzur görmedim. Avustralya'da üzerime birkaç defa silah dogrultulmustu. Ölümle burun buruna oldugumu sandığım o şartlarda bile sogukkanlılığımı koruyabilmistim. Bende paranoid sizofreni olmadığından emindim. Gölbasindaki Gazi Üniversitesi Tip Fakültesi Psikiyatri kliniginde benimle 1 dakika mülakat yapan 2 doktor kenara çekilip kendi aralarında alçak sesle "bir seyi yok ama MIT onun hastaneye kapatilmasını istiyor" diye konustular. O sirada içeriye Zeki adinda bir doktor girdi ve diger 2 doktor hemen ayrildi. Doktor Zeki benimle 2 dakika konustuktan sonra yatirmaya karar verdi. Çok sasirmistim. Anlattiklarım hayal mahsulü degildi. Bütün israrlarıma ragmen beni akil hastanesinde 5 hafta iksirletmek için kapatan bu doktor ve suç ortagi gizli servis görevlilerinden sikayetçiyim.

Benim arkamdan, "sözde akil hastasi" veya "saglik görevlisi" olarak epeyce gizli servis görevlisi hastanede görev aldi. Bunlar beni bol bol iksirleyerek cüzdanlarını doldurdular. Beynime ve sinir sistemime bir hayli zarar vermis olmaları muhtemeldir. Iksirlemenin etkisiyle bir ara, bir tarafima iyice yamilarak yürümek zorunda kaldim. Dozu biraz artirip felç de yapabilirlermis. Igneyi yapan görevlinin kaba konusmalarından bir hayli eglendigi belli oluyordu. Epey sonra, paranoid sizofrenlere verilen ilaçların beyin hücrelerin bir kismini zayiflatan, öldüren ilaçlar oldugunu ögrendim. Beyni saglam olan Ibrahim Aksoylu'nun beyin hücrelerinin bir kismini öldürerek, bazı gizli servis görevlilerinin hatalarının suçlarının ortaya çikmasını önlemis oldular. Bana paranoid sizofren teshisi konulunca, kimse benim anlattiklarıma inanmadi. "Onu kim CIA'ya göndermek istesin, PKK, ASALA onu ne yapacakmis, akil hastasiymis, hayal görüyor zavallı " deyip geçtiler.

Sanirim, akıl hastanesinden, devreye giren iyi niyetli gizli servis görevlileri sayesinde kurtuldum. Hastanede bes hafta "tutuklu" kaldiktan sonra babamin yaninda ikibuçuk ay tutukluluk basladi. Benim akıl hastası oldugumu söylüyor, aksini söyleyince, yeniden akıl hastanesine yatırmaktan bahsediyordu.

15 Temmuz 1994'de yirmibesbin AUD dolandirilmam ile ile ilgili olarak ifade vermek üzere Sydney'e gittim. Durusmadan sonra bir Türk'e gidip konusmak istedim. Adam hosgeldin bile demeden hakaret edip kovdu. Sonradan anladim ki kendini ve ailesini korumak için öyle davranmak zorundaydi. Bana hakaret etmek istemeyen Türk tanidiklarım evlerini telefonlarını degistirmek ve benimle karşılasmamak zorundaydi. Onları sıkıntı ya sokmamak için artik kimseyi aramamaya karar verdim. 26 Temmuz 1994'de Türkiye'ye geri döndüm. Ankara'ya yerlestim.

Bu tarihten 1995 yilinin baslarına kadar "gizli servis görevlileri" oldugunu sandığım sahislar tarafindan mütemadiyen taciz edildim ve iksirlendim.

Gizli servis görevlisi oldunu sandığım sahislar bana "CIA'ya girersem beni öldürmek isteyenlerden kurtulacagimi aksi takdirde öldürülecegimi veya kaçirilacagimi hatta tecavüz edilecegimi" söylediler. Baska bir grup "PKK'ya Kuzey Irak'a geçmemi, PKK'liların beni Türk gizli servisinden koruyacagini, benim de onlara Ingilizcemle faydali olabilecegimi" söyledi. Baska bir söylem de "Sen burdan birkaç Rum asilli Türk ajanini Avustralya'ya götür onlar seni korusun" idi. Bu söylemi güçlendirmek için yol üzerinde "ezilen horlanan Rum asilli Türk ajani" rolünde sahislar çikarildi. Bu sahislar kendilerini acindirdilar ve MIT'de hakarete ugradiklarından asagilandiklarından dert yandilar. Kendilerini Avustralya'ya götürmekte yardimci olmami, karşıliginda beni öldürmek isteyenlerden koruyabileceklerini dillendirdiler. Bu sahislar belli ki Rum asilli bile degillerdi, beni tuzaga düsürmeye çalisiyorlardi.

Yolda yolakta ajanların görgüsune göre davranan bazı görevliler de beni politika için düsündüklerini, DYP genel baskani yapmak istediklerini söylediler. Önceleri aklim basimdaydi. "Politika düsünseydim önce delege olabilmek için çalisir, sonra yavaş yavaş encümen üyesi, milletvekili adayligini düsünürdüm, ama liderlik çok özel bir is, bana göre degil" mealinde karşılık verdim. Sakaya ciddi karşılık vermistim. Bir ara saka ile karisik " ne yapayim ben başbakanligi, yolda sakiz çigneyemezsin, islik çalamazsin, projektörler üzerinde olur" diye cevap verdim.

Maalesef bir süre sonra iksirle beynimi iyice zayiflatip, empatiyi iyice yükselttiler. Ve ben kendimi başbakan adayi sanmaya basladim. Bir yandan da bana "beni öldürtmeye çalisanin devlet adamları oldugunu" söylemeye basladilar. Birbiriyle çeliskili, tutarsiz hatta komik pek çok senaryo üretip bana aktardılar.

Bana aktarılan senaryolar, söylemler arasinda söyle seyler de vardi; "CIA Türkiye'yi yönetiyor. Amerikalilar seni Türkiye masası şefi yerine istiyor. Onun altinda Sönmez Köksal var. Biz seni başbakan yapmak istiyoruz. Çünkü sen dünyanin en zeki adamisin. Ama seni öldürebilirler. Biz seni koruyacagiz. Sönmez Köksal Disisleri Bakani olmak istiyor. Başbakan olunca onu Disisleri Bakani yapacaksan seni destekleyecek. Sen onu Disisleri Bakani yapacagini söyle."

"CIA tarafindan kaçirilacaksin, öldürüleceksin" uyarisi "bundan kurtulmak için CIA'ya gir" uyarisi, "PKK'ya sigin kurtul" uyarisi, "Ermeni ASALA'ya sigin kurtul" uyarisi, Yunan Gizli Servisi KYP’ye gir kurtul, "Rum asilli Türk ajanlarını Avustralyaya götür seni korusunlar" uyarisi bir defa degil, israrli bir sekilde tekrar tekrar yapıldi. Hem empati yoluyla soylendi ve bilincime empoze edildi hem de yolda yolakta Gizli Servis gorevlilerince bana soylendi.

Empati ve iksirlemenin etkisiyle sersemleyip zaman zaman bu saçma mizansenlerin etkisi altinda kaldim. O günlerdeki konusmalarım gizli servis tarafindan kaydedilmistir herhalde. Simdi dinlesem, ben bile gülebilirim belki. O günleri yasarken hiç komik degildi, çok izdirap vericiydi. Beynim iksirlerle yavaşlatilmis yari baygin hale getirilmis, empati ile sürmenaj yapılmıştı. Sürekli ölüme çok yakin oldugumu, kaçirilacagimi düsünüyordum. Benim için koyu bir eziyet olan bu olgu, Gizli servisçiler için çok eglendiriciydi

1994 ve 1995 yillarında bana uygulanan empati o kadar siddetliydi ki beynimi zaman zaman etki altına aldi. (Empati kamuoyunda çok az bilinen bir elektronik takip ve sorgu biçimi. Hedefledikleri insanin düsüncelerine elektronik dalgalarla etki altına alabiliyorlar. Daha dogrusu senin yerine onlar düsünüyorlar. Buna empati dendigini çok geç ögrendim. Sinir sistemine hakim olup vücudumun herhangi bir bölgesine aci sizi kasinma gibi hisler verebiliyorlar, buna da telekinetik dendigini duydum.) O dönemde ve empati etkisi altinda oldugum dönemlerde yaptigim konusmalardan, davranislardan sorumlu tutulmamam gerekir.

Sonraki aylarda zaman zaman devlet adamları için olumsuz sözler sarfettigimi ima eden insanlar ve Kürtçülügü öven insanlar karşıma çikarildi. Bu insanlar çok muhtemelen gizli servis görevlileriydiler. Durup dururken bir taksi söförü, ya da yol üzeri adres sordugum tanimadığım biri, herhangi bir devlet adamı aleyhinde esip savurmaya basliyordu veya "ayrilikçi Kürtçü"lügü övüyor Kürtçüler lehinde atesli nutuklar çekmeye, hatta benden de onay aldığıni ima eden çikislar yapmaya çalisiyordu. Gizli servis anlayisina göre o devlet adamının düsmani olmadığımi veya Kürtçü olmadığımi kanitlayabilmem için adama hakaret edip susturmam gerekiyormus. Hatta bir de dayak atarsam daha da inandirici olur, iyice ikna olurlarmis. Benim görgüme göre, bu durumlarda gereksiz sürtüsmelerden kaçinilir. Ya çekimser kalinir veya "olabilir belki" mealinde adama ters gelmeyecek bir iki söz edilip savusturulur. Hiçkimseyle sözlü veya fiziksel sürtüsmeye girmekten hoslanmadığım gibi, dogdugum günden beri gizli servis tarafindan iksirlenmekten dolayi, bedenim fiziksel sürtüsmeye hiç uygun degil. Hem, bir devlet adamini uluorta kötüleyen birisinin söyledikleri beni baglamaz. Hiçbir devlet adamina husumet duymadığım gibi siyaset konusunda faaliyetim yoktur. Beni uyarmak için devlet adamları hakkında esip savurup shov yapan gizli servis görevlilerine göre olamadığım için üzgünüm. Ne yazık ki benim gibi "sokaktaki herhangi bir insan"dan "çizgi film kahramani" rolü istemelerini pek makul bulamadim. Buna karşılık, daha açik bir sekilde söylemeyi denedikleri, daha makul uyarilarına uymaya çalistim.

94 yilinda Ankarada gizli servis görevlisi oldugunu sandığım insanlar, bana söylenenleri, yapılanları, polis, milletvekili dahil hiç kimseye anlatmamam gerektigini aksi takdirde öldürülecegimi söylediler. Sadece MIT müsteşarına yahut Erkan Gürvit’e anlatabileceğimi söylediler. Ben de 1994 yili sonlarında bir meclis üyesine giderek MIT müstesari sayin Sönmez Köksal'dan kisa bir randevu talebimi iletmesini istedim. Derhal telefonla MIT müstesarinin makamini arayan meclis üyesi bu randevuyu o anda ayarlayamadi. Müstesar yerinde yoktu.

1995 Ocak ayinda (16 Ocak olabilir) "derhal Avustralya'ya gitmezsem öldürülecegimi söylediler. Cumhurbaşkanlığı köşküne "gizli servisle ilgili bir konuda derdimi anlatmak ve cangüvenligim için yardim istemek amacıyla randevu istegime dair" bir dilekçe verdim. Hayatimdan endise ettigim için 19 Ocak 1995 tarihinde cebimdeki son beşbin dolarımla Avustralya uçagina bindim. Avustralya'ya gidisim "kaçma" degil, hem Türkiye hem Avustralya kanunlarına uygun normal bir seyahattir. Hem Avustralya hem Türk vatandasiyim.

22 Ocak 1995 tarihinde Sydney'e vardigimda hem empati yoluyla hem de Avustralya aksaniyla Ingilizce konusan insanlar, yolda alçak sesle "Amerikan gizli servisine girmek icin basvurmazsam öldürülecegimi veya kaçirilacagimi, hatta cinsel tecavüze ugrayacagimi" söylediler. Bu uyari daha sonraki günlerde sık sık tekrarlandı. Bu insanların Amerikan gizli servisi için çalisan ekilde, "Elinizde hiçbir kanıt yok, anlattiklarınız inanılabilecek şeyler değil, size yardımcı olamayız" mealinde konustu. Moralim iyice bozulmustu. Empatini beynime verdigi ve sürekli isleyip durdugu "Amerikan gizli servis görevlilerinin Avustralya Federal Polisi ve bazı Türk gizli servis görevlileriyle anlasmis" olduguna inandim.

Türk asilli bazı insanları gazete ilaniyla çagirdim. Niyetim onlara durumu aktarmak ve tavsiyelerini almakti. Hiçbiri temas kurmadi. Konusmaya çalistigim birkaç Türk esnaf ise, çok soguk ve isteksizdi. Benimle konusmakta daha cesaretli davranan bazı Türk asilli esnaf da dükkanlarını baska adrese tasimak zorunda kaldilar. Hukuk yardimi istedigim bir Türk asilli avukat ise "biz gizli servisle ilgili olaylara karismayiz" diyerek tersledi. Etrafimdaki tehlikenin kokusunu herkes almisti. Kimse yardim etmiyordu ve konusmak istemiyordu. Adeta tecrit edilmistim.

T. C. Canberra Büyükelçiligine birkaç kez telefonla durumu anlatmaya çalistim. Bir defasinda "elçilige gelin anlatin" diye cevap verdiler. Daha sonraki telefonlarıma uygun bir karşılık alamadim, hele sonuncusunda karşı taraftan kahkahalar yükseldi. Bu tecrübeyi çok yasadim. Birinci defasinda bana uygun davranan insanlar daha sonra birden tavir degistiriyorlar, ya komik biri olarak görüyorlar veya bilmedigim bir nedenle kiziyorlardi. Çok sonra anladim ki pesimde dolasan MIT görevlileri, benim hakkımda asilsiz dedikoduları anlatiyor, yalanlarını sesimi taklit edebilen gizli servis görevlilerinin saçma sapan konusmalarıyla destekliyordu. Yer yer kendi konusmalarımi parçaliyor yeniden montajlayip komik hale getiriyordu. Hatta benim sesimi taklit edebilen ajanları, o insanlara saçma sapan telefonlar edip sikayetimin geçersiz olmasını saglamayi biliyordu. Avustralyali görevlileri, benim sesimle konusan ajanlar konusunda uyardimsa da sonuç alamadim. Hiç kimse telefonda konusanin hangisi gerçek hangisi sahte diye arastirmayi, kuskulanmayi istemiyordu. Herkes kendi isi gücüyle mesguldu. Benim problemime çözüm arayacak fazla vakitleri de yoktu ilgileri de.

Benimle ugrasan gizli servis görevlilerinin T.C. elçilik ve konsolosluklarında yuvalandiklarına inaniyordum. Empati böyle söylüyordu. Durumu izleyen pekçok insan, Türk elçilik ve konsolosluk mensuplarına durumu anlatmis olmaliydi. Bu çirkin eylemleri durdurmadiklarına göre, görevlilerin çogunlugu bu eylemleri onayliyordu. Empati ile bana "T.C. elçilik veya konsolosluklarına girersem, uyusturucu igne yapılip Türkiye veya Amerika'ya kaçirilacagim ve tecavüz edilecegim" duyuruldu. Canberradaki T.C. elçiligine sikayetimi yazıli olarak yapmaya karar verdim. Hem fax hem de posta ile sikayet mektubumu yolladim. Hiç bir sonuç alamadim.

(1997 senesinde Sydneyden Canberra Büyükelçiliğine telefonla şikayetimi bildirdiğimde bana Canberraya gelin burda anlatın denildi. Heyecan içinde uçağa bindim. Canberra elçiliğe gelince “uygun insanlar bir saat sonra gelirler öğle ytemeğindeler” denildi. 150 200 metre ilerde yolun kenarındaki çimenlerin üzerinde bir ağacın altında beklerken hızla geçen bir arabadan bana bağırarak Türkçe hakaretler edildi. Arabanın içi tıkış tıkış doluydu. Kalınca gövdeli esmer tıknazca bir adam yumruğunu savuruyordu. Bir an, arabayı durudurup fiziksel saldiriya geçebilirler diye ürperdim. Bir gösteri miydi? Yoksa işaret mi? Gizli Servis en ağır hakaretleri işaret diye kullanıyor, kimbilir biri kendi aklınca işaret vermek istedi belki. Belki de adamlar gerçek duygularını belli ediyorlardı. Ben iksirlenmeyi şikayet ediyordum. Onlar da bu yoldan cüzdanlarını dolduran elçilik görevlileri olabilirdi.)

Canberradaki ABD Büyükelçiligine telefon edip "Beni CIA'ya girmem için tehdit ediyorlar ve zorluyorlar, ben CIA'ya girmek istemiyorum, bu adamlar sizin ajaniniz mi" diye sordum. "Hayir, polise gidin" cevabini verdiler. Polis zaten ilgilenmiyordu.

"Bilinmeyen numaralar"dan Amerikadaki CIA merkezinin telefonunu ögrendim ve ayni soruyu sordum. Asagi yukari ayni cevabi aldim. Empati ile bana "Amerikalilar hiçbir zaman kendi ajanları oldugunu sana söylemezler, seni kaçiracaklar, karşı koyarsan öldürüleceksin veya kaçirilacaksin" diye tekrarlamaya devam ettiler.

Telefonda "hiçbir gizli servise girmeyecegim, en fazla yapacakları öldürmek olur" diye konustum. Bu konusmadan birkaç gün sonra (2 veya 3) 9 veya 10 Subat 1995'te Sydney'de 15 dakika kadar süpheli bir sahis tarafindan takip edildim. Son yarim dakikada arkama baktigimda elinde "susturucu takilmis bir tabanca" gördüm. Ayni anda empati yoluyla "Amerikan gizli sevisine derhal basvurmazsam eli tabancali sahsin beni vuracagi uyarisi tekrarlaniyordu. Tabancali adam üç metre kadar yaklasmisti ve tabancayi dogrultup ates etmesi 1 saniye bile almazdi. Karşı kaldirimdaki telefon kulubesine gittim ve telefon ahizesini elime aldığımda, pesimdeki adamin kaldirimda yüzü bana dönük, gözleri benim üzerimde elinde tabancayla bekledigini gördüm. Zaman kazanmaliydim. Telefonla Canberradaki ABD elçiligine "Tamam CIA'ya girmek icin basvuracagim" diye konustum. Amacım tabancali adamin beni vurmasını önlemekti. Bu cümleyi söyledikten sonra eli tabancali adam uzaklasti.

"Eli tabancali adam"in 3, 4 metre kadar gerisi hizasinda karşı kaldirimda bir baska sahis da dikkatimi çekti. Okan Bayülgen'inkine uygun bir yüz ifadesine sahip, ama daha küçük ağızlı, orta-kısa boylu esmerce bir adam olan bu sahsi ODTÜ'de bir kaç kez gördügümü çikardim. Bornova Anadolu Lisesi'nde ben 6.nci sınıfta iken bu çocuk orta 1 ögrencisi idi galiba. 1998 Mayis ayinda empati ile bana bazı olaylar isimler aktarildi ve ben de bazılarını kendi telefonuma biraktigim mesajlarda söyledim. Bu mesajlarım Türk gizli servis görevlileri tarafindan dinleniyordu. Hatta mesaj birakma adetine onların tavsiyesi ile baslamistim. O isimlerden birkaçini söyledikten sonra takibeden günlerde yemegime boyumu kisaltan iksirler verildi. 3,4 gün içinde boyum 6 mm kadar kisaldi. Bu durumu telefon mesajlarımda yansitinca, bunu yaptiran insan pansiyonun bahçesinde karşıma çikarildi. Evet "eli tabancali adam"in arkasindaki o sahisla ayni adamdi. Bu olayin gözcüsü müydü acaba? Niye eli tabancali adami durdurmadi. Bunu hala çikaramadim. Galiba durdurmak istemedi. Sonradan bir söylenti duydum; "Ibrahim Aksoylu tek basina kurtulmamali, onu payanda ve kalkan olarak kullanan gruptaki hiçkimseyi sikayet edemeyecek sekilde kurtulmali". Ikinci adam büyük ihtimalle o guruba dahildi. (Bu adamin ben ve ailemle ilgili faaliyet gösteren Erdin Günçe çetesine uygun oldugunu ve eski yillarda Erikli Köyüne kadar defalarca geldigini hatta benden 14 yas küçük erkek kardesime oyun oynayip fikralar anlatip yakinlik kurdugunu empati anlatti. Hatta Erdin Günçe bu adamin bir kaç metre arkasinda ayni olayi izliyordu.)

(Not: yukaridaki olayda MIT beni yabanci istihbaratcilarla temas kurmaya, hatta ise basvurmaya zorlamistir, tesvik etmistir, telkin etmistir. Hatta korkutma ve santaj yoluyla beni zorlamistir. Bu durumun istihbarat etigine aykiri oldugunu düsünmekteyim. T.C. vatandasiyim. Anayasanin degistirilmesi önerilemeyecek maddelerine muhalefet etmedim ve yabanci ülke istihbaratçilarıyla iliskim olmamistir. Bana yönelik yukaridaki eylemlerden sonra ya MIT basindaki M harfini kaldirsin ya da resmi sitesinde manevi anlamda benden özür dilesin. Maddi tazminat pesinde kosmamaktayim. Eger bunlar yapılmazsa zamani geldiginde bagimsiz yargiyi isletme hakkımi kullanacagim. )

Empati CIA'ya girmezsem kaçirilacak veya öldürülecegimi tekrarliyordu. Tabancali bir baskasi gelip vurabilirdi. Vakit kazanmaliydim. TBMM'ne faksladığım sikayet mektuplarıma muhakkak tepki verilecek, bu durum sona erdirilecekti.

Empati CIA'nin beni kaçiracagini söyleyip duruyordu. "Bu aksam CIA gelip seni kaçiracak, hazır ol" denildi. O gün, geceyarisi odamin kapisi açildi, kapida biri belirdi ve Ingilizce olarak "Türk ve Avustralya gizli servisi seninle oynuyor, bize yardimci olursan seni kurtaracagiz" dedi. Bu cümlede zorlama ifadesi yoktu. Adam, asagida bekledigini söyledi ve çekip gitti. Birkaç saniye düsünüp, kapiyi kilitleyip yatagima yattim. Tekrar gelen olmamasi içimi rahatlatti. Demek ki zorlamayacaklardi.

Eger eli tabancali sahis tarafindan takip edilmeseydim, ABD elçiligine ve CIA merkezine "size geliyorum" demezdim.

Eli tabancali sahsin takibinden 6 gün kadar sonra Amerikaya CIA'ya degil, Avustralyanin diger büyük sehrine Melbourne'a gittim. Ucuz bir pansiyonun garajdan bozulma odasini haftalik 85 dolara kiraladim ve beklemeye basladim. Çok fakirdim. 900 avustralya doları civarinda bir param kalmisti. Avustralya devletinin issizlere verdigi issizlik parasiyla geçiniyordum.

Melbourne'da durum daha sakin idi. Çevremde bana satasan, sasirtmaya çalisan da yoktu. Yabanci gizli servise girme tesviki de yapılmadi. Demek ki Melbourne'daki Türk Konsolosluk görevlileri beni yabanci gizli servise kaçirtma heveslisi degildi. Bir hafta sonra Melbourne Baskonsolosluguna gidip durumu anlattim. Konsolosluktaki görevliler uzunca bir tezgahin arkasinda kendi olagan isleri ile mesguldu. Konuyu anlattigim genç bir görevli beni dinlemekle yetindi. Etkilenmis bile gözükmedi. Kendisinde sorularıma yanit arama, probleme çare bulmak çabasi veya niyeti bulamadim.

Melbourne'da 1 ay kaldim. Aradığım birkaç Türk'ün benden kaçtigini anlayinca Canberraya geçtim.

Canberra'da empati agir eziyet halini almisti. Hiçbir seyi dogru dürüst yapamiyordum. Basimin içinde en az iki kisi konusuyordu ve basimi yüksek sesle adeta zonklatiyordu. Bir yandan da "bir yabanci gizli servise gir kurtul" diye tesvik ediyorlardi.

Empati bana Avustralya gizli servisine girmemi tesvik ediyordu. Ben ise empatiyi durduracak ilaç istemeye gidecektim. Böyle bir ilacin oldugunu empati söylüyordu. Avustralya Bassavciligina (attorney-general) bagli iç istihbarat örgütü ASIO binasina gittim. Kapidaki görevli beni kendi hizasinin hemen disinda camekanli bir bölmeye aldi. Karşıma oturan ASIO gorevlisine "size katilamam, Türkiyede ailem var, ama empati'yi durdurmaniz beni bu eziyetten kurtarmaniz için gerekli ise Türk vatandasligindan çikarim" dedim. Bana Amerikan ve Avustralya gizli servislerine girmem için baski, tehdit yapıldığıni söyledim. Görevli dinlemekle yetindi. Empatinin durmasi için ilaç istedim. "Böyle bir sey yok" deyip konusmayi sona erdirdi. Ilaç konusundaki tutumları bende hayal kirikligi uyandirdi. Sonradan böyle bir ilaç olmadığını ögrendim. ASIO'nun bu olaya hiç karismamayi tercih ettiğini, çünkü kendilerine "bu adam eski bir Türk ajanidir, kaçaktir, koruyamazsınız, olay siyasidir" denildigini duydum. Beni sürekli iksirleyen özel dedektiflik firmasının elemanlarının ASIO görevlilerine durumu yanlis aksettirdigi sonucunu çikardim.

O günlerde empatinin adini bilmiyordum. Telekult olabilecegini saniyordum. ASIO görevlisine telekultu durdurmak için ilaç istemem zaten çok saçma olmustu. Hem durup duruken "size giremem, Türkiyede ailem var" demem bile garipsenmistir muhakkak. O günlerde bana abuk sabuk tavsiyelerde, tehditlerde bulunanların bazılarının gerçek CIA ajani, bazılarının da ASIO ajani olduklarını sanmistim. Kendilerine CIA ajani veya ASIO ajani süsü veren özel dedektiflik firmasının elemanları oldugunu çok sonra anladim. Empatiyi durduracak bir ilaç olmadığını, vücuttaki metalleri düsürmenin siddetini azaltmaya faydali olacagini ögrendim. Bunun için yesil sebze, en çok da marulun iyi geldigini ögrenebilmem için, üç ay daha geçmesi gerekti. Empatiyi konustugum ASIO görevlisinin bile bilmedigini hayretle anladim. Meger ASIO, Türkiyedeki "Emniyet'in istihbarat bölümü" gibi bir seymis.

Canberra'da ASIO görevlisi ile konuştuktan kısa bir süre sonra empati iyice şiddetlendi ve dengemi sağlamakta zorlanmaya başladım. Yolda yürürken sarsılıyor yalpalıyorken birden duruldu ve iyi kötü yürüyebilir hale geldim

(empati ile bana isterlerse sokak ortasinda göbek bile attirabileceklerini duyurdular) Canberrada cadde üzerinde empatinin siddeti yüzünden sarsilirken 20 metre kadar pesimde bir Türk gizli servis görevlisini farkettim. Sydneyde beni takip eden tabancali adamin arkasinda yürüyen, ve Melbourne'da boyumu kisaltan iksirlerin verilmesinden sonra pansiyonun bahçesinde karşıma dikeltilen adamdi.

Bir hafta kadar sonra empati "Canberra'dan ayril öldürüleceksin" deyince otobüsle Sydney'e geçtim. Cebimde 60 Avustralya doları param kalmisti. En ucuz sirt-çantaci otellerinin yatakhanelerinde barinmaya basladim. Beni zorla götürmeye kalkan, CIA'ya girmem icin tesvik edenler yoktu. Sanirim amaçlarına ulasmislar, beni "yabanci istihbarat örgütleriyle iliskili Türk ajani" olarak yaftalayabilmislerdi. Ama sürekli alay, tahrik, hakaret eden empati dinmemisti. Durumu anlatan, sikayet eden mektuplarımi Türkiye'ye meclise faksladim. Hiçbir gelisme olmadi. Empati her mektuptan sonra "iki ay sonra düzelecek, üç ay sonra düzelecek, yeni büyükelçi gelince düzelecek, bakan degisince düzelecek" gibi masallarla beni avuttu durdu, ve ses çikarmadan beklememi sagladi.

Birkaç hafta boyunca empati ile benden bir piyeste kullanilacak dialoglar, metinler, özlü sözdizimleri, siirler aldilar. Beynim adeta onların esiri olmustu, empatiyi kovmak imkansizdi. Kullandikları sarkilar bile benim ortaokul/lise çaglarında yaptigim sarkilardi. Hikaye ise kendi yazdığım piyes veya roman için ayirdiklarımdi. Konu benim hayat hikayemin bir bölümüydü. Benim yazdiklarımi, yani yorumlarımi, analizlerimi, siirlerimi, sarkilarımi, onların deyimiyle bir de "agizlarımi ve agitlarımi" aldilar. Empatiyi isteyen gizli servis görevlisi, istedigi amaçla kullaniyor galiba. Bu tür isleri yapmayi aliskanlik haline getiren gizli servis görevlileri beynimin içinde ne varsa gaspetmeye kalkti ve basardi. Elbette razi olmadim. Ama empatiden kurtulamadim. Kendilerinden sikayetçiyim.

95 Hazıraninda Sydneyin Kogarah semtinde St George Bank'in bilgi islem merkezinde ise basladim. Aslinda çalisabilecek durumda degildim. Ne yazık ki bes parasizdim ve issizlik parasi ile geçinmeye çalisiyordum. Empati bir saniye bile bos birakmiyor dikkatimi bir konuda toplamama izin vermiyordu. Hatta zaman zaman orami burami kasindirarak, bogazima öksürük refleksi verdirerek komik durumlara düsürüyordu.

Gizli servis görevlileri barinacak bir mekan bulmamda bile güçlük çikariyorlardi. Buldugum bir ev veya pansiyon onlara uygun olmazsa beni kovduruyorlardi. Bunu yaptirdikları adama da "benim hayrima yapılan bir is oldugu" yalanini söylüyorlardi. Böyle durumlar maddi açidan güç duruma düsmeme neden oluyordu. Manevi açidan da yaralayici oluyordu. Cebimde çok az bir parayla, ümitsiz, onuru kirilmis bir psikoloji içinde barinacak bir yer aramaya çalisiyordum.

1995 Mayisindan 1996 Subatina kadar sadece Sydneyde 3 tane sirt çantaci oteli, 2 tane ev, 2 tane hostel degistirdim. 1996 Subatinda 8'inci yerimi tuttugumda iyi kötü bir isyerinde çalismaya çabaliyor durumdaydim. Isyerinin 150 metre kadar arkasinda insaati yeni tamamlanmis bir daireyi 275 Avustralya dolarına tutmustum. Kira kazancima göre yüksekçeydi. Ilanla yanima iki tane ev ortagi aradim. Bir Çinli bir de Japon asilli iki bayani kabul ettim. Çinli bayanin beni iksirlemek için görevlendirilmis biri oldugunu çok zor anlayabildim. Dus alirken suyun vücudumu tahris edici bir his vermesi ve beni çok fazla halsiz birakmasının nedenini anlayamadim. Çok sonra sicak su tankinin (termosifonun) iksirlendigini anladim. Odamdaki döseme halisi ve silte ve yorganim ilaçlaniyordu. Bir ara bir iki gün içinde alnimda saçlarımin arasinda çibanlar çikmaya basladi. Bunun kulllandığım yemeklik yag ve yogurtlardaki iksirleme yüzünden oldugunu anladim.

Bir gün ögle arasi eve kadar yürüyüp evde biraktigim bir yemegi yedikten sonra yere yuvarlandim, düserken alnim duvara çarpti ve yarildi. Bir süre ayaga kalkamadim. Bir kaç dakika içinde kendime gelip emekleye emekleye odama gidebildim. Beyincigi etkileyen bir iksir konulmustu buzdolabindaki yemegime. Denge kurmayi saglayan organi, beyincigi kisa bir süre islemez hale getiren bu iksirin fazlası, insanı felç bile yapabilirmis. (yetersiz biyokimya bilgimle bu konuyu uzmanlarına birakirken duyduklarımi eklemekten kendimi alikoyamiyorum) Böyle bir isi kim nasil yapabilirdi. Önceleri kimseler evde yokken eve girenlerden süphelendim.

Bir gün ben dusta iken odamdaki esyaların giysilerimin iksirlendigini farkedince bunu yapanin Çinli bayan oldugunu anlayabildim. Çinli bayani ayrilmaya ikna etmek çok zor oldu. Belli ki, birkaç gün daha kalip bir kaç iksirleme daha yapip cüzdanini biraz daha sisirmek istiyordu. Bu çetrefil bayanla bir kaç kez agiz dalasindan sonra alt-kiracilik (sublease) yasalarına göre yazıli uyari gönderip bir hafta içinde polis kanaliyla evden atabilecegimi anlatip evden ayirabildim. Bu Çinli bayan bir yil sonra bile bulundugum bambaska bir semtte beni iksirlemek istemis. Belli ki kolay para kazanmayi seven birisiymis. Onun yerine aldığım bir Filipinli bayanin da beni iksirlemek için gönderildigini kisa sürede anladim.

Sürekli konusan empati yüzünden, gecelerim hep uykusuz geçiyordu.

Iksirsiz yemek bulmam neredeyse imkansizmis. Çalistigim yerdeki yemekhaneyi elegeçirmisler. St George Bank'ta çalistigim 15 ay boyunca sürekli iksirlenmisim. Bunu sonradan düsününce sağlığımdaki belirtilerden çikarabildigim gibi baska bilgilerde aldim. Ama çok geç degerlendirebildim. Sürekli iksirlendigimi ancak 1996 Aralik ayinin son günlerinde çikarabildim.

1996 yilinin Agustos ayi içinde olmali (veya daha zayif olasilikla Temmuz) empati "benimle ugrasan ajanin adını söylemem gerektigini, aksi takdirde kendisinin gelip beni kaçirabilecegini söyledi. Bunun üzerine zaten durumum pek parlak degil diye düsünüp telefonumda bu ifadeyi söyleyince benim için hayat iyice zorlasti. Empati daha ağırlaştı. Evdeki iksirleme daha beter oldu. Yatağıma yastığıma yorganıma kadar iksirlediler. Yatagimda yatamaz duruma düstüm. Zaman zaman geceleri zemine uzanip uyumaya çalistim. Zeminleri de iksirlediler. Zemin üzerine gazete serip yatmaya denedim. Ama iksir fazla olunca gazeteye de sirayet ediyordu ve vücuduma isliyordu. 1996 Ağustosunda empati ile bana bildirilen Gizli Servis görevlisinin adını zikrettigimden bu yana yatakta yatamadim senelerce. Zeminde elbiselerimle yattığım çok oldu. Hala da böyle yaşamaya çalışıyorum (5 Ocak 2002).

--------------------------------------



1995 NISANINDAN SONRASI



1995 Nisan ayinda Sydneyin King Cross semtinde sirt-çantaciların kaldığı otellerin yatakhanelerinde günlügü 10 ile 16 dolar arasinda degisen ücretlerle kaldim. Yatakhanelerin en yaslisi ve en farkli müsterisi idim. Digerleri hayatin tadini çikarmak isteyen genç bati Avrupali ve Avustralyalilardi. Simdi çikarabildigim kadariyla bazıları da beni izlemek ve iksirlemek için gönderilmis özel dedektifin elemanlarıydi. Empati hala çok güçlüydü, arada bir "seni vurmak için biri gönderildi kaç" diye mesaj geliyordu.

1995 Nisanindan 1998'e kadar olayları daha genis açiklamali yazamadim. Çok fazla iksirleniyorum. Bugünlerde sağlığım da pek elverisli degil yazabilmeye. 26/Mart/2001

1998'e kadar Avustralya'da empati tarafindan 2 ay sonra 3 hafta sonra yeni bakan/müstesar/büyükelçi seni kurtaracak diye avutularak Avustralyada bekletildim.

1998'de Türkiye'nin Burdur sehrindeki ailemin yanina gittigimde anam babamin iksirlendigine sahit oldum. Iksirlenme sonucu anam karacigerinden ve bagirsaklarından agir sekilde hastalanmisti ve çogu zaman yatalak hasta durumundaydi. Agir hasta, yasli, cahil kadina gizli servisçiler hiç acimiyor her firsatta iksirliyorlardi. Agir kolit hastasi olan anamin bagirsaklarını kanatmak üzere iksir verdiriyorlardi.

Babam sinir hastasi yapılmisti. "Iyilikçi" (???) gizli servisçiler olmali, onun durumunu kamufle etmek icin sürekli uyku verici iksirler veriyorlardi ve babamin günleri uyumakla geçiyordu. Evdeki kahve, yag, tuz, seker, tursu vs hepsinin iksirli oldugunu farkettim. Yeni zeytinyagi aldığımda, ertesi günü yasli bir bayan gelip yeniden iksirleniyordu. Bu bayan uzun seneler boyu taa dedemin sağlığında bile bizi iksirleyerek para kazanmayi seven biriydi. Adviye Simsek adli bu bayan ve yakinları her firsatta ailemi iksirlemeyi kazanç kapisi olarak görüyor olmaliydi. Konuyu açikca söylersem babam tarafindan agir bir tepki alacagimdan emindim. Babam yokken Adviye Simsek'e "iksirlendigimizi bildigimi bunu yapanları Meclise ve Başbakanliga bile sikayet edecegimi" anlattim. Iksirci yasli kadin suratinda yilisik bayagi bir gülümseme ile "disardan gelenler herseyi biliyor" diye gakladi.

Gizli Servis görevlileri anami babami iksirlemek için gerekçeleri kendileri yaratiyorlardi. Mesela babamin evine hediye olarak iksirli seker getirip sonraki günlerde kendi küçük çocuklarını seker istemeye gönderip, "çocugumu iksirlediler, karşılık olarak iksirleme hakkım var" diyerek yeniden iksirlemeye geliyorlardi.

Ben, anam babamin evinde iken bütün yatak yorgan çarsaf ve giysileri iksirlendi. Ablamin ailesi de iksirleniyor, sürekli uyku verici iksirlemenin yanisira geri zekali yapan iksirleme yapıliyordu. Iki kizlarının okulda basarisiz olmaları için iksirleme, çevresindeki insanları etkileme dahil her türlü tertip yapıliyordu.

Teyzem ve emekli polis olan esi de iksirleniyordu. Bu durumu gözlemleyince Ankara Sincanda beni iksirleyenin Karakol komseri olmasina sasirmamam gerektigini anladim. Gizli Servis devreye girince polis bile gizli servise göre davraniyordu.

1999 Ekim Kasim aylarında kamu görevlisi olan erkek kardesimin evinde birkaç hafta misafir kaldim, ve kardesimin ailesinin, 2 yasindaki çocuguna varana kadar iksirlendigini hayretle gözlemledim. Bir çocuklarında "hiper aktivite, yani yerinde duramama" hastaliginin hafif hali vardi. En fazla üç saniye hareketsiz durabiliyordu 5 yasindaki kücük kiz. Devamli kipirdanma geregi duyuyordu çocuk. Iksirlerle sinirli hiuysuz ve küçük kafalı ve erkek sesli yapılmıştı. Hormon dengesinin bebeklik caglarında okul öncesi çağlarında bozulması çok acı sonuçlar verebilirdi. 2.5 yaşında olanı ise 1.5 yaşındaki çocuklar kadar bile konuşamıyordu. 2.5 yaşındaki küçük kızın saçları çok seyrekleştirilmişti. Daha bebek iken kel yapılıyordu çocuğumuz. Elbette ki iksirleme yüzündendi. Günlügüme iksirlerin etkilerini yazınca, iksircilerden apartman komsuları olan dört ayri daire sakinlerini Gizli Servis görgüsüne göre ellerinde tabaklarıyla bir aksam misafir oldular. Ben durumu anladiysam da kardesim anlamadi. Açiklamak istediysem de benim paranoid sizofren olduguma, korkularımin yine ortaya çiktigina inaniyorlardi. Yeniden akil hastanesine kapatilmak tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirdim. Uzatmadan susmayi seçmek zorunda kaldim.

Kardesimi iksirleten Orduda Tümgeneral rütbesinde bir subaydi. Kardesimi fitik ameliyatini yapan saglik personeli de tedaviyi kasten uzatiyordu. Kolayca tedavi olunabilecek bir rahatsizlik yara verile verile uzatiliyordu.

Anami babami kardeslerimi ve dostlarımi kurtarabilmek ümidiyle 16 ay kadar süre çırpınıp durdum. Evim, esyalarım, yiyeceklerim sürekli iksirlendi durdu. Türkiye'de beni hiç kimse, hiçbir kurum kurtarmadi. Sikayetlerimden sonuç alamadim. Polis karakolunda bile iksirlendim. Sanki herkes beni Avustralya'dan kurtulmaya itiyordu. Empatinin "2 ay sonra kurtulacaksin", "seçimden sonra kurtulursun", "yeni bakan/müstesar/büyükelci seni kurtaracak" diye ümitlendirmesi yüzünden bekledim. Sonunda ümidim kalmadi. 23 Subat 2000 de Avustralya'ya döndüm. Herseyi Internette anlatarak kurtulurum umudunu tasiyorum. Eninde sonunda kulak veren olacagindan eminim. Bu pespaye görgüyü degerli bulmayan namuslu bürokratlar, bir gün bu ayıba bu eziyete son vermek isteyecektir.



Onların istedikleri gibi, yabanci gizli servislerde çalismayacagim hiçbir zaman. Sade bir bilgisayar programcisiyim ve öyle sürdürecegim hayatimi. Benim bazı devlet adamlarının düsmani oldugum, bu yüzden iksirlendigim iddiasini duydum. Hiçbir devlet adamina kin, nefret duymuyorum. Kendilerini sadece basindan tanirim. Herhangi bir devlet memuruna bile saygida kusur etmeyen ben, devlet adamlarına elbette saygi gosteririm.

Deginmek istedigim bir baska husus hakkımdaki asilsiz söylentilerdir. Kendi suçlarının, hatalarının, kötü niyetlerinin ortaya çikmasını önlemek isteyen bazı gizli servis görevlileri benim hakkımda "paranoid sizofren" söylentisi çikariyor. Avustralya'da nezle, ekzema, gibi basit rahatsizliklar için gittigim pratisyen hekimler nezle, ekzema ilacini verirken benden habersiz "paranoid sizofren" teshisi koymuslar. Duyduguma göre doktorları "bunu yaparsaniz hem kendisi hem biz kurtulacagiz" diye kandirmislar. Ben paranoid sizofren veya akil hastasi degilim. Saklanacak, örtbas edilecek bir suçum ve kötü niyetim de yok. Sözkonusu teshisi koyduran gizli servis görevlilerinin kabahatları, kötü niyetleri arastirilirsa bu çirkin tertibin gerisindeki amaç anlasilabilir.

Bana yapılan iksirleme, hayatin her alaninda güççlük çikarma, empati ile agir eziyet/yaniltma eylemleri 1995 Ocak ayinda çok yogunlasti ve o günden bu yana hiç durmadi. Bu eylemlerin bir gizli servis arastirmasi amacıni tasimadığını, beni yavaş yavaş hastalandirma, geri zekalilastirma ve öldürme amacıni tasidığıni resmi makamlara anlatamiyorum. Beni iki ayagimin üzerinde yürüyebilir görünce "idare ediyorsun iste, bir sey çikaramaz, ayrilirlar" gibi sözler sarfedip bastan saviyorlar. Halbuki iksirlenmekten dolayi zayiflayan sağlığım var. Empati ile uyumama bile izin vermiyorlar, 24 saat araliksiz rahatsiz ediyorlar. Çalisamayacak duruma düsürüyorlar. Bu yüzden senelerdir çalisamadan sürdürmek zorunda kaldim hayatimi.

Iksirlenmekten dolayi kanser, lösemi, akil hastaligi, felç gibi agir hastaliklara yakalanabilecegim mesajlarını aliyorum.

-------------------------------------------

Hakkımızdaki Istihbaratin Eserlere Kaynak Yapılması Hakkındaki Sikayetlerim ve Görüslerim =======================================



Iddia: senin hayatini yazmak yasak mi?

Cevap: Yasalar birisinin hayatini yazmayi yasaklamiyor. Ben hoslanmasam bile yasak degil. Yasak olan hakkımdaki gizli servis istihbaratinin yazma isinde, kaynak olarak veya kaynak hazırlamada kullanilmasidir. Bu yasagi ihlal edenin bu yolla maddi ve manevi bakimdan kazançlı olmamasını tam tersine zararda olmasını sağlamak, ve söz konusu eylemin bana ve yakinlarıma verecegi maddi ve manevi zararları önlemek icin yayını durdurmak, faillere ve sorumlulara caydirici yaptirimlar uygulamak dahil gerekli önlemlerin alınmasını MIT'ndan beklerim.

Yazar olarak gidip hakkımda bilgi toplamaya kalksaydin çok daha az bilgi toplayabilirdin. Istihbaratçi olarak topladığın seyler farkli bir nitelik tasir. Eserlere kaynak olarak kullanilamaz.

Iddia: Senden ve yakinlarından sözlü izin alınmistir?

Cevap: Yalan. Daha benim ailemden gizli servis takibi altinda oldugunu kavrayabilen bir tek ben oldum. O da ancak 1994 yilinda oldu. 1994 yilinda bir ara tamamen durdugunu sandim. Seneler öncesine dayanan bir takip oldugunu 1996 yilinin son günlerinde anlamaya basladim. Nasil olur da hakkımdaki istihbarati yazma isinde kullan diye izin vermis olabilirim.

Sözlü çikislarına bakilirsa anlamamizi saglamak istemedikleri anlasilacaktir. Yolda yarim yamalak sözlerle böyle bir izin isteyen bu insanlar, kelime oyunları ve tuzak çikisların yanisira hedef seçtikleri adama yaklasmadan önce iksirleyerek iyice sersemletirler, söyleneni algilayamacak durumda olmasını saglarlar.

Anam ve babam akil hastasidirlar. Uzun seneler iksirlenme sonucuydu akil hastalikları.

Anam büyük harflerin bir çogunu taniyabilir. Büyük harflerle yazılmis yazıları heceleyerek, sık sık yanilarak zar zor okumaya çalisir. Bir kelimeyi bitirdigi zaman önceki kelimeyi unutur. Küçük harflerin çogunu taniyamadığı için küçük harflerle yazılmis yazıları, ve bitisik yazıyi hiç okuyamaz. Kitap okuyabilmesi veya eline verilen bir yazıyi okuyup anliyabilmesi mümkün degildir. Babamin ise kitap okuma aliskanligi yoktur. Anam, babam, kizkardesim dahil ailemden pek çok insan daha "Gizli Servis, istihbarat" gibi kavramlara vakif degildir. Bazı aile bireylerimin, hem de istihbarat kelimesinin anlamini dahi bilmeyen okuma-yazmasi bile olmayan bazılarının, tehditle, şantajla hatta döverek bu izni sözlü olarak vermelerinin saglandığı söylentisini duydum. Bu sekilde izin almanin geçersiz sayilmasını, böyle yöntemlerle "izin alma" kisvesi altinda insanlara eziyet edenlere, insanları istismar edenlere ağır yaptırımlar uygulanmasını MIT'ndan beklerim.

Ayrıca Istihbarat dosyalarını elde etme iznini ben veya ailem veremeyiz. Yetkimiz bile yok.

Iddia: Ben sadece rapor hazırladım. Ben o cürümü işlemedim.

Cevap: Sen o cürümün islenmesine olanak hazırlamak üzere o raporu hazırladin, o sahisla anlaştın ve ondan maddi fayda veya onun nüfuzu aracılığıyla dolaylı fayda temin ettin. Bazı yazarlara, sinemacilara gizli servis istihbaratindan hazırlanmis kaynak sattin. Eline teslim etmen sart degildi. Satin alanlar senin raporuna nasil ulasacaklarını biliyordu.

Iddia:Senin hayatin ise ispatla, neresi senin konustugun cümle.

Cevap: Ben bütün konusmalarımi banda kaydetmedim Ama MIT kaydetmis olduguna göre MIT yetkilileri arastirip dogruyu bulabilirler. Benim her eserde kendi hakkımdaki istihbarattan çalinti, esinti veya herhangi bir ilgi aramam mümkün degil. Hem empati ile elektronik dalgalarla beynimi okuyarak topladiklarınızi nasil ispatlayabilirim. Bunu 30 seneye yakın bir süredir yapiyorsun. Bunların kaydi MIT arsivinde olmali.

Iddia: Bizim yazdığımizin senin yazdığınla ayni olmadığını anliyabileceksin?

Cevap: Kaynak olarak kullandığıniz kesinlestikten sonra bence eseriniz iptal edilmeli. Aynisini olmasa bile, en azindan içindeki uygun kisimları alacaginizi herkes çikarabilir. Arastirilirsa MIT görevlileri neyi kopyaladığınizi ya da özetledigini neyi yapmaya çalistiginizi bulabilir.

Yazılanin özeti bile bazen degerli bir malzeme olabilir. Ama en azindan anafikri/anatemayi elegeçirecektin. Ilkeli bir gizli servis teftis heyeti Erdin Günçe'nin beynini empati ile okuyup yalanini ve çirkin niyetini anlayabilir ve uygun yasal islemi uygulardi. Benim hakkımi da korumaya çalisirdi. Gizli servisin bu konuda çok hassas olmasi gerekmez mi.

Erdin Günçe ve çetesi için bu is önemli bir gelir kaynagi olmus. Yaptikları isi gizli servisin "çok eksik" kurallarına uygunlastirmanin yolunu bulmuslar. Hatta hedef aldikları insanlara, hikaye için malzeme toplamak amacıyla aci çektirip aglatip inletip sonra da rapor olarak dosyalarlarmis. Devamli müsterileri de bulunurmuş. Eger böyle bir olay bir bati ülkesinde olsaydi olay skandal sayilir ve sorumluları gizli servisten atilir cezalandirilirlardi. Türkiyede uzun yillar boyu yapılip duruyor ve sikayet etsen bile haklarında işlem yapılmıyor.

Iddia: O durumda bile yazarin kendi emegi ile ürettigi bir eserdir ve senin hakkın bile olmaz.

Cevap: Ona yapılani iyice inceledikten sonra karar verilir. Ben bu yolla yazılanların yayınlanmasının tamamen durdurulmasi, geri aldırılmasını, yokedilmesini, bize verdikleri zararların telafi edilmesini ve bunların saglanması için bu yola basvuranlara ağır yaptirımlar uygunlanmasını isterim. Gizli Servis sözkonusu görevlilerinin empati ile beyinlerini okuyup gerçek amaçlarını eylemlerini anlaması ve en agir yaptirimları uygulamasi uygun olur. Istihbarat hiç bir sekilde tiyatro oyunu, roman, film senaryosu, roman, hikaye ve diger eserler için kaynak olarak kullanilmamalidir. Kendilerine aynisi yapılsa Erdin Günçe ve ortakları razi olacaklar miydi, sikayet etmeyecekler miydi. (Empatinin fikrine göre güçlü bir insana yapılsaydi, yapan telef edilirdi)

Iddia: Senden alınanlara on mislini ben kendim eklemisimdir?

Cevap: Sen kendine piyes yazıp yayınlatan adamsin. On misli malzemen olsa kendine ayirirsin, Gizli Servis raporunun içine saçip geçmezsin. Gizli Servis raporu basmakalip bir uslupla yazılir, edebi uslupla yazılmaz.

Hakkımızdaki istihbaratin önemli bir kısmını kendi eserlerine ya da müsterilerinin eserlerine ayirdığıni bilenler var. Çalmasi daha zor olan seyleri de çalmaya çalisiyorsun. Onlarda MIT raporlarına girmis durumda oldugu için benden izin aldığın yalanini ortaya atiyorsun.

Hem ben mi senden kopyalayabilirim, sen mi benden. Takip eden kim ise odur kopyalayan ya da çalan.

Iddia: Insan isine yarayan seyleri nerde görürse görsün alir kullanir? Mesela senin mesleginde bilgisayar veya elektrik mühensiliginde, isyerinde gördügün uygun bir programi veya devreyi kendine almaz misin?

Cevap: Gizli servis görevlisinin istihbarat raporlarını yazı isinde kullandirmasiyla bir mühendisin isyerindeki dökümani incelemesi arasinda benzetme yapmak hata olur.

Ben çalistigim isyerlerinde program veya devreyi kendime alip satmadim veya baska bir kuruma götürüp kullanmalarına olanak hazırlamadim. Çalistigim isyerlerinde erisebildigim dokümanları okuyup ögrenmek amacıyla yanima aldığım olurdu. Ama kendi adima ya da baska bir kurum adina kullanilmasi amacıyla almadim. O dökumanlar da know-how degil, nerdeyse her firmada birbirine yakin olan basmakalip bilgilerdir. Yaptigim isler de basmakalip, düzayak ve her meslektasimin üstesinden gelebilecegi isler idi. İgilendiğim veya öğrenmek zorunda oldugum bilgiler ve beceriler de basmakalip seylerdi.

Iddia: O da yeni isyerinde eski firmadaki yapılani satmis sayilabilir?

Cevap: Gittigim isyerlerine becerimi birlikte götürdüm. Ama eski firmanin malini hiç götürmedim.

Iddia ettigin sey yeni teknolojilerin, veya icatların gelistirildigi firmaların arastirma bölümlerinde çalisanlar için yer yer sözkonusu olabilir. Benim çalistigim isyerlerimde sözkonusu olmadi. Yaptigim is alelade mühendislikti. Yaraticilik isteyen is degildi.

Iddia: senden alınanlar bir nevi senden patent alınması sayilabilir. Onlar da bir kismini alip gelistirmis olsalar, bunun icin de sana uygun odemeyi yapsalar?

Cevap: MIT istihbarati eserlere kaynak olarak kullanilamaz. Bu acidan soylemin gecersiz.

Hakkımızdaki istihbarati eserlerine kaynak yapanların bazıları özel hayatimizin gizliligini ihlal etmis sayilir. Bu durum MIT'in yasakları kapsamindadir. Ayrica anayasanin 20 maddesi, temel insan hakları hatta basin yayın hukukuna göre bile cürüm sayilir. Bu sorunun çözümününün MIT tarafindan saglanmasını beklerim.

Benim çikarabildigim kadariyla Yılmaz Karakoyunlu, ve Erdin Günçe bu cürümün müptelaları arasinda imisler. Bu insanlar yasak kapsaminda olan eylemlerine ragmen Erkan Gürvit, Ahmet Sagar, Emre Taner gibi güçlü agabeyleri sayesinde, ceza almadan kurtulabilmisler.

Hakkımızdaki istihbarati esrelerine kaynak olarak kullanan ya da kaynak hazırlamada kullananları savunan ve koruyan insanları yadirgiyorum. Kendilerine aynısı yapılsaydı, inaniyorum ki onlar da agir tepki vermek isteyeceklerdi.

Iddia: Erdin Günçe sizin istihbarat dosyalarını kaynak olarak kullanmis olsa bile, kendi emegi ile urettigi bir eserdir ve senin hakkın bile olmaz.

Cevap: Istihbaratin amacı dışında kullanilmasi yasaktir. Ben, yayınlamasının durdurulmasi ve bu yola basvuranlara en agir yaptirimlar uygulanmasını MIT'ten beklerim.

Gizli Servis cephesinden bakinca, en önemli ayrinti, MIT istihbaratinin yazma isinde kaynak olarak kullanilmasının yasak kapsaminda olmasidir.

Insanlar kapi arkasindan gizlice kendilerini dinleyenlere, agir hakaret edip yere semek isterler. Kim elektronik dinleme cihazlarıyla dinlenilip yazı için kaynak yapılmasına razi olabilir? Kendilerine aynisi yapılsa Erdin Günçe ortakları veya müşterileri razi olacaklar mıydı?

Bu işin daha fazla sayida isteklisi varmiş. Bazılarının şiddetli itirazım ve şikayetlerim üzerine vazgeçmiş oldugunu ögrenmiş oldum. Ama bir kismi daha utanmayi bilmiyor ve sürekli yerime adam konuşturup bu izni benden aldığı yalanini söyletmekte diretiyor. Mesela Yılmaz Karakoyunlu, ve Erdin Günçe bunlar arasindadir.

Hakkımdızdaki istihbaratı kaynak yapanlar, kendilerine karşı durmaya uygun iki veya üç yerden biri olan NMIT Preston Tafe’deki bilgisayarları bile kapattırıyorlar beni oradan dışarı çıkarabilmek için. Benimle birlikte birçok öğrenciyi de dışarı çıkartabiliyorlar. Iyi para veriyor olmalilar NMIT Prestondaki IT seksiyonundaki bilgisayar elemanlarına. Hatta diske (Cdye) kopyalarken kopyalama yazıliminin parametreleriyle oynayip turkce karakterlerin bozulmasını veya Ingilizce karakterlerin gecmesini sagliyorlar.



Kaynakçılar birini yerime konusturarak, veya eski ders kitaplarıma eski defterlerime elyazımın takliti yazılar yazdırarak hakkımdaki istihbaratın eserlerine kaynak olarak kullanilmasını uygunlaştırıyorlatmiş. Benim söylemlerimi kendi söylemlerine göre değistiriyorlarmış. Ben, bu oyunu şikayet ediyorum. Günlüklerime yazarak ya da empati ile yapılan sorgulamalarda. Onlar yine tekrarlıyorlar. Bu yarış sürüp gidiyor. Arada bir geç kalırsam çare aramakta, onlar bir miktar mesafe kazanıyorlar. Durdurduğum oluyor bir süre için, ama hiçbir zaman vazgeçmiyorlar. Ilk fısatta yeniden denemeye hazır pusuda bekliyorlar.

Bütün bu kirli işlerine rağmen kaynakçılar güçlü ağabeyleri sayesinde hiç bir yaptırıma uğramayacaklarmış. Yaptıkları yanına kar kalacakmış.

Halbuki MIT'in dinleme imkanlarıyla toplanan hersey istihbarat kapsamındadır. Gizli Servis onları “Gizli Servis istihbarat”ı olarak saklamakla yükümlüdür. Görev kapsamı içinde değilse onları kimseye vermemekle, duyurmamakla, göstermemekle yükümlüdür. Istihbaratı eserlere kaynak olarak kullanmak veya kaynak hazırlamada kullanmak, yasak kapsamindadir.

Hakkımızdaki istihbarat dosyalarını, o yazarların konumundaki insanların okuma hakkı bile yoktur. Kendileri Gizli servis görevlisi olsalar bile o dosyaları okumak görev kapsami içinde değildir. Amacları başından beri roman, hikaye film senaryosu yazmak için kaynak olarak kullanmaktır. Istihbaratın bu amaçla kullanılması istihbarat örgütündeki çürümeyi gösteriyor. Gizli Servis görevlileri işe başlarken bu konuda yemin ettirilirler. kaynakçılar ve onlara yardımcı olan Gizli Servis görevlileri yeminlerini ihlal ettikleri için Gizli servisten atılmalıdırlar. Bu girişimleri, kendilerinin ahlaki zaafiyetini de ortaya koymaktadır.

Istihbarat niye romanlara, hikayelere, filmlere kaynak olarak kullanılmamalıdır. Hatta niye eğlencelik olarak elde edilmemelidir, yani okunmamalı, seyredilmemeli, işitilmemelidir? Bu sorunun cevabı, temel insan hakları bilincinin yerleşmiş olduğu ülkelerde gayet kolay. Ama Türkiyede bırakın eğitimsiz kesimi, aydınlara bile anlatılması zor.

Avustralyada nüfus sayımı icin vatandaşın doldurduğu formlarda şu soru yer alır; Bu formdaki bilgilerin Avustralya Istatistik Kurumu dışında başka kurumlara verilmesini kabul eder misiniz? Etmiyorsanız bu form başka kuruma verilmeyecek ve sayımdan sonra bir sene içinde yok edilecektir.

Bir baska misal; Yaklaşık son 4 senedir yaşadığım Avustralyanın Victoria eyaletinde tren istasyonlarında kocaman panolarda eyalet hükümeti ilan vermisti; “Biliyor musunuz, yeni yasalarda privacy (gizlilik) hakkınız ilerletilmiştir. Mesela ilkokul, Ortaokul, lise öğretmenlerinizin sizin hakkınızda yazdığı hal ve gidiş raporları/notları bile sizin izniniz olmadan okunamaz, verilemez.” Avustralyada, Devlet yasa yapıp artık görevim burda bitti demiyor, bir de vatandaşa yasal hakkını öğretmek, haber vermek için ilan veriyordu.



Bana soruluyor; sen de dava aç. Yahu neyi nasıl ispatlayacaksın? Tezkezeri ile aldırtmış olsa sadece “izinsiz istihbarat dosaysı” almaktan mahkum ettirebilirsin. O zaman bile Kaynak olarak kullandığını ispatlamak hemen hemen imkansız. Yazar, okuduklarını aynen değil, gerekli değişiklikleri yaptıktan sonra ispatlanabilecek şey ya hiç kalmaz, ya da çok az kalır.

Kim bütün konuşmalarını bir yerlere kaydeder. Siz kendi sohbetlerinizi teybe kaydediyor musunuz? Gece yatak odanızı bile kaydediyor musunuz? Mektuplarınızın kopyasını saklıyor musunuz göndermeden önce? Beyninizin icinden geçen her düşünceyi duyguyu kaydediyor musunuz? Bütün bunları kaydetmiş olsanız bile, bir mahkemede yazar tarafından kaynak olarak kullanıldıklarını ispatlamanız imkansız.

Bu işe MIT sahip çıkmazsa vatandaş kendi hakkını koruyamaz.

Bana soruluyor; Hakkınızdaki Gizli Servis istihbaratının roman yazma, hikaye yazma, film senaryosu yazma için kaynak olarak kullanılmasının sana ne zararı var? Kim nerden bilecek sizin olduğunu?

Elcevap: Kendinizi benim yerime koyun. Cevaplayın. Ben sizi, heryerde dinleyebileyim. Kafanızın icindekileri bile okuyabileyim. Hatta çeşitli mizansenleri aklınıza empati yoluyle verip tepkilerinizi, inlemelerinizi, ağlamalarınızı alabileyip sonra da istediğim gibi yoğurup yazabileyim, kabul eder misiniz? Bu amacla dinlenilmeyi izlenilmeyi, takip edilmeyi kimse kabul etmeyecektir. Türkçede tam karşılığını bilemediğim bir deyim var Ingilizcesi; Privacy. “kişisel gizlilik” diye ben bir Türkçe deyim uydurdum. Özel yaşam ile sınırlı değil bu gizlilik. Mesela insanlar kafalarının içindekileri başkalarına dökmek zorunda değillerdir. Gizli Servis bunu onların iradesine rağmen yapıyorsa, bu “privacy” ihlalidir. Iki insanın üçüncü bir insan hakkında konuşmaları bile privacy (“kişisel gizlilik”) kapsamında olmalıdır. Gizli Servis bunları kaydedip amacı dışında kimseye gösteremez. Ortaokuldaki öğretmenin bir öğrenci için düştüğü not veya “hal ve gidiş raporu” bile privacy (”kişisel gizlilik”) kapsamındadır. Hele bir de aile içi konuşmalar kaydedilip Gizli Serviste görev kapsamı dışında olan insanlara dinletilirse, verilirse, insanlar Türkiyede bile çılgına dönebilir.



Soruyorlar; Keşke sana bildirilmeseydi. O zaman sen de üzülmeyecektin. Aslında sana zararı yok da, gururuna filan dokunuyor?

Elcevap: Siz, kendinize bildirilmediği zaman “isteyen beni röntgenlesin, dinlesin sonra da yazsın, zararı yok bana, kızmayacağım” mı demek istiyorsunuz.

Bu saf soruya bir benzetme ile cevap vermek istiyorum. Hastanede basit bir ameliyat için narkoz verilen genç bir bayanı düşünün. Hazır narkozlu iken hastanedeki genç erkek personel biraz seks yapsalar onunla. Ne zararı var bayana. Hatta seks, biyolojik olarak kadın vücuduna faydalı bile sayılabilir. Sonra güzel bir bedeni varsa biraz seyretsinler. Erkekler, güzel kadın bedenini seyretmeye bayılırlar. Ne zararı var bayana. Bayanın haberi bile olmayacak. Haberi olmayınca da hiç üzülmeyecek. Düşünün, ameliyat masasında tedavi için yatan bir güzel bayan var. Ameliyat için soyundurulmuş ve narkoz ile uyutulmuş. Hastanedeki derebeyleri istediklerine, yakınlarına o bayanın çıplak vücudunu seyretme hatta iğfal etme hakkını vermiş. Sürü sepet insan, hastane derebeylerinden “sağlık personeli” kimliği almış, ameliyat odasına girip bayanı iğfal ediyorlar. Hasta uyanınca hiçbir şeyin fakına varmıyor.

İşte o sağlık personelinin anlayışı Erdin Günçe, Füsun Candaner gibi Gizli Servis görevlilerinin anlayışı sayılır. Bu kafalar istihbaratı iğfal ediyorlar.

(istihbaratı okuma hakkı, değerlendirmek ve çözümlemek, görev kapsamında olan sınırlı sayıda insanın, iki üç kişinin, bilemedin beş altı kişinin işi olabilir. Onların dışındakilerin istihbaratı okuması, görmesi, işitmesi istihbaratın amacı dışında kullanılmasına ortam hazırlar.

Soruyorlar: Bu örnek yazarlara uymayabilir.

Elcevap: Bu örnek çok daha dar kapsamlısı. Istibarattaki olay çok daha geniş kapsamlısıdır. Yazma kısmı yerine görsel kısmı için bir benzetme yapalım. Mesela bir fotoğrafçı hastanede o narkozlu bayanın resmini ceksin. Sonra da fotoshopla fotograftaki yüzü biraz degiştirsin. Kadın kendisi bile yüzü değiştirildiği için resmini tanıyamayacaktır. Bu sağlık personelinin yetkilerini imkanlarını istismar etmesi, hastanın haklarını ihlal etmesidir. Siz kendinizin resminizin hastanede narkozda iken çekilip sonra resminizin bazı kısımlarının değiştirilip basılmasını insanlara gösterilmesini kabul eder miydiniz. Fotoğrafçının “bu senin resmin değil artık, onu ben işledim, üzerinde çalıştım” demesini haklı sayar mıydınız?

Avustralyada, bir kac hafta önce bir kütüphanede kendi resmimi çekiyordum fotoğraf makinamla. Bunu farkeden kütüphane görevlisi derhal yanıma elip “burda fotoğraf çekemezsiniz, insanların privacy’sını ihlal ediyorsunuz, derhal o filmi silin” dedi. Sıradan bir kutüphane memuresinin bu duyarlılığı ve bilinci takdire değerdi. Ben de sildim. Gizli Servis insanların resimlerini her yerde hem en uygunsuz durumlarda çekiyor. Dinleme ile resim cekme arasında fark yok. Biri kulakla diğeri gözle algılanıyor, hepsi bu. Privacy her ikisinde de bol bol mevcut.

Bu açıklamaları olayın mahiyetini anlatabilmek icin yazdım.

Çözüm ise Gizli Serviste; Hakkımızdaki istihbarat romanlara, filmlere, hikayelere, her türlü yazın eserine, skeçlere, parodilere kaynak olarak kullanılması yasak kapsamındadır. Görev kapsamı dahilinde olmayan insanların istihbaratı elde etmesi, bakması, okuması, dinlemesi bile yasak kapsamındadır. Bu yasakları ihlal edenlere MIT caydırıcı yaptırımları uygulamalıdır.



---------------------------------------



MEHMET EYMÜR

Empati hatırlattı; Mehmet Eymür çocukluğumdan itibaren defalarca çevremde gördüğüm biri olmuş.

Ben 3 yaşlarımda iken evde yer sofrasında birlikte oturmuşuz ( o onlu yaşlarında olmalıydı) ve bana yemek yedirmiş.

Ben 4 yaşlarımda iken, harman yerinde çalısan anama nineme mızmızlanırken, Mehmet Eymür’ün beni sırtına alıp harmanyerinden çeşme başina getirdigini hatırladım.

Ben ortaokulda iken Burdur'un Erikli Köyünde evimizde babamla konusurken hatirliyorum. Köylüler gibi bagdas kurmustu. Güleç yüzlü, neşeli, ve oldukça konuskandi. Ne anlattigini hiç hatirlamiyorum. (Çok sonra hatirlar gibi oldum. Galiba bir ara babama kolundaki saati kullanmasan daha iyi diye tavsiyede bulunuyordu, saat tasidığı için iksirlenmesin diye çıkıs veriyordu. O sıralar babamın etrafındaki gelişmeler kesif bir hal almış. Kendisi yakın takibe alınmış. Babamın yanına iksir vermek üzere ikidebir görevli gelmeye başlamış. Mehmet Eymür babamın daha az iksir alması için tavsiyelerde bulunmuş.)

Çocukluğumda bir keresinde elinde koca çerçi cantasıyla geldi ve bize tarak defter kalem gibi şeyler sattı. Babamla da bir süre hasbihal etti. Bunu da empati hatırlattı.

Ortaokul çaglarımda eve gelen Mehmet Eymür'ü babamla beraber tarla sulamaya gittiğini, tarlada ayküstü nasihat ettiğini, daha sonra çesme başından evimize dogru yürürlerken babama sözlü satasmada bulunduğunu hatirliyorum. Babamin elindeki küregi ona savurmakla tehdit ettiğini, Mehmet Eymür'ün de "ben senden bir agir laf almak istedim" diyerek alttan aldığını hatırlıyorum. Bir ağır laf alsaymış, bir iksirin yerini söyleyecekmiş.

Lise çağlarımda, evimizin önünde babamı tahrik ettiğini, saldırmak isteyen babamı, iki adamının tutarak yumruk vurmasını önledigini, Mehmet Eymür’ün adamlarına “bırakın” dediğini, adamlar babamı bırakınca babama (o yumruk atmayı bilmez) iki yumruk atarken “ben senin arkadaşınım, teknedeki haşhaş sütünde iksir var, onu ayır” diye ikaz ettiğini, ve ayrıldığını, babamın öfkesi geçince teknedeki yumruk büyüklüğünde iksiri bulduğunu hatırlıyorum.



Orta 2 veya 3 de iken Mehmet Eymür'ü Izmir Kolejinde müdüriyet binasindan çikarken koluna aldığı ceketiyle, iri adimlarla yürürken gördügümü hatirliyorum. Bir kez de iki lise hocamizin arasinda geçen ve benim adimin zikredildigi bir sohbette "Mehmet Eymür ilgileniyor bu islerle" anlaminda bir söz sarfedilirken kulak misafiri olmustum.

(Bir kez de ben çok küçükken, babasi Mazhar Eymür'ü dedemle birlikte bahçemizde dolasirken hatirliyabildim. Hatirliyabildigim kadariyla, Mazhar Eymür dedemin boyuna uygun ama dedemden daha ince yapıli yaşlı bir adamdı. "Sen benim askerimsin, yagligimi yika" dedigini, dedemin de gülümseyerek "evde Emine var o yikar" dedigini hayal meyal hatirliyorum.)

1974 veya 75 senesi olmalıydı. ODTÜ kafeteryasında karsıma oturan adam, yüzunü başka tarafa çevirerek, monoton bir tonda “hemen ona uymamı, kabul edersem beni kurtarabileceğini, durumumun duzeltileceğini, hemen cevap vermem gerektigini, kısıtlı zamanı olduğunu” mırıldanmaya başladı. adım geçmiyordu konusmasında ama masada o ve benden baska kimse yoktu. Adam Mehmet Eymür idi. Şaşkın şaşkın ona bakarken, bir adam masamıza geldi ve “bu adamın arkadaşı mısın” diye bana sordu. Şaşkınlıktan kendimi toparlayamadım. Mehmet Eymür’ün yüzü buruşur gibi oldu. Öbür adam derhal ayrılmasını istedi. Mehmet Eymür de ayrıldı. Keşke Mehmet Eymüre hemen oracıkta, “tamam kabul ettim” diyebilseydim.

1975 yili omali (daha zayif ihtimal 1976 olabilir) ODTÜ de okurken yazın köye dönmeyip Ankarada is aramak istedim. Burdurlu bir devlet adamindan is istemeye karar verdim. Bunu konusunca gizli servisçiler duymus olmali, Atatürk Bulvari kaldirimlarında Dil-Tarih'e yaklasirken arkamdan zayif esmer biyikli bir adam alçak sesle "herseyi anlat seni kurtarir" anlaminda bir kaç cümle sarfetti. Adamin sinsi sinsi, usul usul yürüyüsü, alçak sesle konusmasi ve yüz ifadesinden çekindim. Deli filan miydi neydi. Bir kaç adim sonra gri kiyafetli Mehmet Eymür heybetli bir durusla bana bakiyordu. (Yillar sonra birinci adamin Hiram Abas ikincisinin Mehmet Eymür'ü temsilen çikarildığıni anladim. Asillarına çok benziyorlardi. Gizli Servis isaretlesme görgüsüne göre, karşımda durmak olumlu, arkamda durmak olumsuz anlamına, siyah renk kiyafet ajanlik yaptigina, gri vazifesine göre oldugu anlamina geliyor. Demek Mehmet Eymür devlet adamina sikayet edip kurtulmami uygun buluyor, Hiram Abas istemiyordu. Bu konuyu tam anliyamadim. Mehmet Eymür sikayet etmeme olumlu bakiyorsa, niye kendisi devlet adamlarıyla konusup kurtarmamis. (Empati bu soruyu "öldürülmekten korktukları için diye cevaplıyor. Empati bazen de Mehmet Eymür’ün hatta babasının kurtulabilmemiz için cesitli girişimlerde bulunduklarını, bazı devlet adamlarıyla konusup bizi kurtarmalarını sağlamak istediklerini söylüyor.) ) Bu ikisi hakikileri degildi elbette. Benzerlerini makyajlayip yollamanin gizli servis görgüsü oldugunu son yillarda ögrendim. O zaman bu iki adamin kim olduklarını çikaramamistim. Son 4 yıldır bu konuyla ilgili geçmisteki bütün olayları hatirlamaya çalistim. Hafizamdan bu olayi bulunca, ürperdim. Adamlar sonraki yillarda Türkiyede kamuoyunda büyük yanki yapan olayların, raporların arkasindaki gizli servis görevlileriydi. Ve o zamanlar benim çevremde de oynuyorlardi.

ODTÜ yillarında çevremdeki gizli servis görevlilerinden birinin Mehmet Eymür'ün adami oldugunu (galiba bir ara daire baskan yardimciligina geldigini duyumsadim, Mehmet Eymürün daire baskani oldugu zaman yardimcisi olan sahsin adi uygundu, yaniliyor da olabilirim ama empati onayliyor) gizli serviste iyi bir konumu oldugunu çikardim. O zatin adini vermiyecegim. Ona "stoper" adini verelim. (Desifre olmamis ajanları ifsa etmek gibi bir niyetim yok.) Kendisini herseye ragmen iyi biri olarak hatirlamak istiyorum. Bir defasinda bir yurt odasinda "Ibrahim sen ajan olacakmissin, bize gel " demisti. Stoper'in hizli devrimcilerden oldugunu saniyordum. Bu sözle, bana kendisinin ajan oldugunu açiklamis oluyordu. Yine de hiç agzimdan kaçirmadim. O günlerde beladan sakinmak, tehlikeli islerden uzak durmak amacındaydim. Stoper'i bir kez de Ankarada Karakusunlar semtindeki Orta Dogu sitesinde gördüm. Mehmet Eymür'ün dupleks evinin bahçesinde Mehmet Eymürle birlikte ayakta bana dogru bakiyorlardi. Kendisine kirgindim ve ODTÜ'de iken uzak durmayi seçer olmustum. Mehmet Eymür bana alçak sesle bir seyler söylemeye çalisti, bak arkadasin demeye çalisiyordu galiba. Önemsemedim. (simdi stoper ile orada konusmadığım için hayiflaniyorum) Stoper bir kez de 1994 yilinda Necatibey Caddesinde arkamdan "kaç kere ölümden kil payi kurtuldun" diye alçak sesle mirildandi ve hemen kayboldu. Kendisine seslenmekte geciktim. Simdi her ikisinin de benzeri oldugunu anliyorum. Yüksek rütbeli bir ajandi ve bana kendisi yol ortasinda gelmiyecekti elbette.

1981 veya 1982 yili olmaliydi. Orta Dogu sitesinde iki üç kisi ortak bir ev kiralamistik. Bir gün evde televizyon seyrediyorduk. Televizyonda MIT müstesari Adnan Ersöz kalabalik önünde konusma yapiyordu. Konusmasi sirasinda galiba dili dolasiyor pek de iyi performans gösteremiyordu. Gevsek bir animdi. Bos bulunup "ne biçim konusuyor" anlaminda bir cümle, ardindan da uygunsuz bir söz sarfetmis bulundum. 1 veya 2 gün sonra olmali, apartmanin önünde takim elbiseli Adnan Ersöz Pasa bana kükredi; "özür dile". Saskina dönmüs ve korkmustum. Hiçbir tepki veremedim. Dilim tutuldu. Usulca uzaklastim. O zamanlar Adnan Ersöz Pasanin gerçegi sanmistim, elbette gerçegi degildi. Simdi anliyorum ki bazı Gizli Servisçiler bana dinlendigimi anlatmak istemis olmalilar. Ne yazık ki Gizli Servisin bana o kadar çok vakit ayirabilecegi aklimin ucundan bile geçmemisti.

Bu olaydan sonra bir hafta içinde olmaliydi. Her günkü gibi bakkala gidiyordum. Yolun bitisigindeki Mehmet Eymür'ün evinin yanindan geçiyordum. Bahçesinde elinde küregiyle Mehmet Eymür bana dogru bakarak "gördün mü evladım bir lafın yüzünden başımıza bir manyagi getirdiler" anlaminda mirildandi. Hiç bir anlam verememistim.

Empati açıkladı; Benim Adnan Ersöz Pasa hakkında ettigim gelisigüzel sözü allayip pullayip Adnan Pasaya ileten bir Gizli Servis görevlisini, Adnan Pasa sevmis. Kendisini yüksekçe bir makama getirmis. Şaşırdım.



1994 yilinda beni kurtarmak isteyen gizli servis görevlileri yogun çaba sarfetmeye baslayinca Erdin Günçe ve Ethem Cangörü korumacilarının karşı çabaları artmaya, hem de çirkinlesmeye basladi. Beni komik biri haline getirmekti amaçları. Bunu empati ile kafami yalan yanlis bilgilerle doldurarak yaptilar. 1994 baharinda beni akil hastanesine attirma islemi onların katildikları bir eylem olmali.

1994 ve 95 senlerinde beni Türkiyeden kovalama hatta öldürme projeleri gündeme gelmeye baslamis. O günlerde pencereme tabancali bir adam çikardilar. Yolda "seni öldürecekler" yazıli karton gösterdiler. Bir söyleme göre aileme kan davası güden bazı Gizli Servis görevlilerinin çocukları öldürtmeyi istiyordu.

Bana "seni oldürecekler Avustralyaya kaç" uyarisini yapan ajan ayni zamanda ezilen horlanan Rum asilli Turk ajani rolünü yapan birisiydi ve bazı dostlarını kurtarmak için beni yabanci gizli servise kaçirtmaya karar veren bir gurubun ajaniydi.

Mehmet Eymür bu mizansenler karşısında beni yanına kadar çağırmış. Ama pek çok yalan yanlış ve tutarsız bilgi geliyordu bana. O hengame arasında, bu önemli ayrıntının üzerine düşüemedim. Keşke kendisine gidebilseydim.

Aileme yönelik Gizli servis eylemleri taa en başından beri iki gurubun mücadelesi şeklinde geçmiş; Ethem Cangörü’nün korumacıları ve Mehmet Eymür’ün korumacıları. Ethem Cangörünün bize yönelik eylemleri akıl almaz derecede insafsızdı ve bize karşi kan davası güdüyordu. Sahipleri Ethem Cangörü ile aynı olan görevliler isteseler bile bizi kurtaramazlardı.

Mehmet Eymür delişmen bir ajandı ama, bazı hasımları gibi sapık veya hırsız biri değildi. Önce babası, o ölünce de oğlu Mehmet Eymür Beni ve ailemi korumaya çalışmıştı. Amcama, babama ve bana durumu işaret etmeye çalışmış ama biz anlayamamışız. Bizi kurtarmaya gücü yetmemişti. Ama iyi kötü korumuştu veya koruyabilecek güclü insanları seferber edebimişti.

Maalesef hasımları dönem dönem çok güçlü insanlar tarafından korunmuştu.

Gizli Servis görgüsüne vakıf olmadığımdan geçmişte onu güç durumlara düşürmüşüm. Mehmet Eymürü güç duruma düşürecek girişimlerden uzak duracağım.

[ Bana yardım etmek isteyenlere duyuru; Bana yardım etmenin tek yolu Mehmet Eymüre yardımcı olmaktır.]

Not: (16 Temmuz 2002) Bu satırlardan hemen önce yargi istedigime göre ifadeler vardi. O günden bu yana ünlü yargi mensuplarının bile karşıma oturarak kendi iksirlenme problemlerine, Gizli Servis görgüsüne göre çözüm aradiklarını anlayinca, yarginin veya emniyetin cozum olmadığını ögrendim.



---------------------------------

SENKAL ATASAGUN

Onu ilk defa lisede iken (1970 veya 71 yili olabilir) Burdurda muhtemelen Gazi caddesi üzerinde bir dükkanin önünde babamla ayaküstü konusurken hatirliyorum. Babama "Veli Bey size yapılacak bir isi önledim" anlaminda bir seyler anlatiyordu. Kendisinin Burdurda lise ögretmeni oldugunu söylemislerdi.

Ayni yillarda bir gün Erikli Köyünün camisinin önünde babamla ayaküstü kisa bir süre konusup ayrilmisti.

Bir baska sefer de Erikli Köyündeki evimize gelen bir gurup iyi giyimli insanlar arasindaydi. Yer minderine oturmustu. Yüz ifadesi ve konusma biçimi etkileyici idi. Galiba babama "Veli Bey burayi satin sehre yerlesin" diye tavsiyede bulunmustu.

Lise sonda veya lise ikide iken (1970 71 veya 72 tam hatirlamiyorum) Izmir Kolejinin yemekhanesinin önünde, ben tam oralarda iken bir hocam ile agiz dalasi yapan adamin Senkal Atasagun olduguna vakif oldum. Senkal Bey ve hocam agdali, usturuplu cümleler ile konusuyor ve sanki birbirlerine rest çekiyorlardi. Ama birbirlerinin sözlerini hiç kesmiyorlardi. Sanki tiyatrolardaki kavgalar gibi, biri sözünü tamamladiktan sonra öbürü basliyordu. Önceden hazırlanmis kalip cümlelerini okuyorlardi gibi geldi bana. Simdi anladığım kadariyla rol icabi agiz kavgasi yapiyorlardi. Mizansen de, beni sorguya çekmek isteyen ve buna izin vermek istemeyen iki Gizli Servis gorevlisiin kavgasiydi.

Senkal Bey, Bilal Simsir, ve bazı büyükelçiler, hatta bazı devlet adamları ODTÜ yillarımda çevremde gözüktüler, kafeteryada kantinde karşımda oturdular.

Sunu anliyorum ki benim çevremde dönen olaylara karisanlar arasinda pek çok büyükelçi ve yüksek rütbeli gizli servis görevlisi var. Bazı ajanlar beni küçücükken ajan gösterip (gizli servis bordroda göstermeden bazı insanları ajan yapabilirmis, hatta bir kediyi, köpegi bile ajan sayabilirmis) payanda ve kalkan olarak kusanirlar. Sonra da pek çok ajani büyükelçiyi üst düzey bürokrati ortak ederler.

Öyle degil mi Senkal Bey, siz de dahildiniz bu oyuna. Benim Lise yillarımda etkili bir roldeydiniz. Taa Burdur'da birkaç ay ögretmen olarak görev yapmayi kabul edebilecek kadar içindeydiniz hem. Köydeki evimizin sahanliginda yer minderine bagdas kuranlar arasinda kisa boyluca, saglam yapıli esmer Emre Taner de oldu sizin gibi. Herşeyi tamamen Mehmet Eymür'e yükleyip digerlerini kaçiriyorsunuz. Daha 1500 kadar gizli servis kökenli veya iliskili insan var bu çamura elleri bulasan. Bu 1500 kisi oturup konusup, basiretli bir karar alsaniz olmaz mi? "Bu kimsesiz aileyi iksirlemeyi empati ile beyinlerini zonklatmayi eziyet etmeyi durduralim, sorumlulugun ne kadari bizimse kabullenelim, bu ailenin heder edilmesini önleyelim. Belki 10 yil belki 20 yil sonra, bir gün bu dosyalar kamuoyuna açilir ve hepimizin adi lanetle anilir." deseniz nasil olur?

MIT üst düzey yönetiminden kaç tanesinin elleri bu çamurla kirlenmis durumda Senkal Bey? Pek çogunun elbet. Sizin bu yaptiginizi küçük rütbeli ajanlarınız utançla izliyor. Bir gün sizin adlarınız seref defterine degil, utanç defterine kazinir.



Senkal Atasagun, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetçiyim.



Not: 1996 ve 1997 senelerinde zamanin MIT müstesarina, bana ve aileme yapılan psikolojik savas uygulamalarını sorgulayan sikayet eden degerli insalar oldugunu ögrendim. Buna ragmen zamanin MIT müstesari Sönmez Köksal niye durdurmamis acaba? Bu vahsete dur demesi beklenirdi. Yoksa kendisinin bizim üzerimize yiktigi kirli eylemleri mi var?

Senkal Bey ile Ruyamda konussam sikayetimi dogrudan kendisine yapsam nasil olurdu acaba?

Ibrahim Aksoylu: Niye ailemi iksirleyenleri kovmuyorsunuz?

Senkal Atasagun: MIT'i lagvedemem. Yüzde onbesini kovamam ajanlarımin.

Ibrahim Aksoylu: Meclise havale et onlar yeni yasa yapip çözsünler.

Senkal Atasagun: Bazı degerli ve önemli büyüklerime sen ve ailen lazımsınız.

Ibrahim Aksoylu: Niye?

Senkal Atasagun: Sizi ayirirsak, kimin yanindan iksir verdirilecek?

Ibrahim Aksoylu: Baska bir fakir-zavalli bulsak olmaz mi?

Senkal Atasagun: Iyice eskiyene sizi kadar kullanacaklar.

Ibrahim Aksoylu: Meclise şikayet ettim.

Senkal Atasagun: Meclis senin ajan varsayilmani kabul etti bile.

Ibrahim Aksoylu: Kim söyledi bunu onlara?

Erkan Gürvit: Ben söylemedim ona göre.

Senkal Atasagun: Sen, anan, baban kundaktaki bebelerinize kadar ajansınız. Hepiniz iksircisiniz.

Ibrahim Aksoylu: Dogru degil.

Senkal Atasagun: Ne yani bütün MIT ajanları, değerli abilerim yalancı da, bir tek sen mi dogru söylüyorsun.

Ibrahim Aksoylu: Onlar sayıca çok. Bari bize eziyet etmeyi durdur.

Senkal Atasagun: Ajanlarım ve milletvekili abilerim daha geçerli.

Ibrahim Aksoylu: Onları ben şikayet bile etmeyeyim de, sen gene insaf et de durdur.

Senkal Atasagun:Onlar çok geçerli. Salvarli bir köylü kocakarı ve oglu için su kadar geçerli adama haksız dedirtmem.

Ibrahim Aksoylu: Ben de herşeyi internette açıklarım.

Senkal Atasagün: Seni hapse attırırım o yazdıkların yüzünden.

Ibrahim Aksoylu: Tamam tamam. Ben zaten deliyim.

Senkal Atasagun: Hah şöyle. Akıllandın demek.

------------------------------------



EMRE TANER (MIT OPERASYONLA ILGILI DAIRE BASKANI)

Onu yavaş yavaş hatırlayabildim. Izmir Kolejinde son senem olmalıydı. Sınıfa giren kaba, serseri tavırlı yabancı bir öğrenci, bana “çekil lan, ben de oturacağım” diye sert ve hırçın bir tonda azarlarladı. Ve ben daha tepki bile gösteremeden beni iterek sıramın kıyısına oturdu. Sınıfdaşlarımızdan hiçkimsenin de bu duruma tepki vermemesi yadırganacak bir durum idi. Bir gurup okuldaşı ile birlikte gelmişlerdi. Izmir Atatürk Lisesinde öğrenci imişler.

{Sonradan o guruptan birisinin ODTÜ’de ben Elektrikte okurken aynı senelerde Işletmede okuduğunu, 1973 senesinde beni ODTÜ’de durup dururken iterek yere yuvarladığını, 1983 senesinde Menemende askerlik yaparken er kıyafetiye geldiğini ve birlikte tuttugumuz demir çubuk yığınını üzerime yıkarak belimi sakatlamaya çalıştığını hatırladım. O andan bu yana çok fazla zorlarsam belimde sancı oluşmaya başladı. Daha evvel böyle bir sancı hiç olmazdı. Yani arkadaşları arasında Emre Tanerden beterleri de var. Yine Menemende askerlik yaparken koguşta yatağıma sabaha karşı akrep konulmuştu. Sabaha karşı sırtımda bir çevik böcek hissettim. Daha doğrulmama kaşınmama vakit kalmadan iki kez elektrik çarpılmasını benzer keskin ve çok kısa acı hissettim. Akrep benim yataktan hızla uzaklaşıp başka yataklara geçti ve bir kaç dakika içinde bir asker “koğuşta akrep var” diye uyarıda bulundu. Empati bu olayı aklıma veriyor hep. Belimi sakatlamaya çalışan adamla bir ilgisi vardı hehalde. Nöbetçinin sürekli benim yatağı gözetlemesi de dikkat çekiciydi. Bu olaylarla, Emre Taner’in ne ilgisi var acaba? Meğer o sırada bulunduğum yerleşke beni oradan kaçırtmak isteyenlere uygun değilmiş. Belimi sakatlayarak, akreplere sokturarak filan hastaneye düşmemi, sakatlanarak erken terhis olmamı mı sağlamak istediler acaba? }

Emre Taner beni Erkan Gürvit gibi patates toplarken bulmamış. Izmir Kolejinde sınıfta bir hafta sonu sıramda otururken bulmuş. Sıramda beni iterek yanıbaşıma oturmuş ve ben ne olduğunu anlayamadan fotoğraf çektirmiş. O fotoğraf sayesinde benim kendisine yakın olduğumu iddia edip beni kendi yerine iksirletme hakkını(???) beni iterek kakarak azarlayarak da olsa almış. Adam işbitirici, kararlı, sert ve acul biri. Istedi mi derhal işi kotarırmış, yukarıdaki örnekte olduğu gibi.

Emre Taner sıramda beni iterek yanıma otururken sol elini de kendi ifadesine göre sıranın sandalyesine ve benim altıma sürmüş. (Bir söyleme göre ünlü sapık Ethem Cangorünün direktifiyle yapmış bunu. Ikinci bir söylem de bunu Erdin Günçe’nin direktifiyle yapmış. Ikisi zaten uzun süre dayanışma içinde oldukları için yakın çeteler sayılırlar.) Elini sandalyenin oturağına koyarak dengemi sağlıyorum bahanesiyle elini kalçamın altına sıkıştırmış. Böylece kendisine verilen emri, yani bana sarkıntılık yapma vazifesini yerine getirmiş. Daha sonraki senelerde ODTÜ’de Emre Taner bana evvela sözlü sataşmada bulunuyor ardından el çabukluğu marifet elle sarkıntılık yapıp kaçıyordu. Bu sapık da nerden çıktı deyip duruyordum. Yurttaki devrimci ögrencilere yakınlaşıp yardım istemeye çalıştım. Boşuna çabaydı. Benim yardım istedigim bir kaç devrimci öğrenci bana sanki kendileri benim homoseksüel olduğumdan şüpheleniyorlarmış gibi işaretler vermişlerdi. Sonradan onların da Gizli Servis görevlisi olduklarını anladım. Çünkü ODTU’deki devrimci hareket Emre Taner gibi Gizli Servis görevlilerinin yönetimindeydi. Bu yüzden Emre Taner’in sapıklığından kurtulmak üzere yardım isteyecek öğrenci bulmadım. Etrafım zaten Gizli Servis görevlileri ile kuşatılmış durumdaydı. Bu koşullar, yani tecrit edilme ortamı zaten Emre Taner’in bir agabeyi olan Erdin Günçe tarafından yaratılmıştı. Böylece Erdin Günçenin ve ünlü sapık ajan Ethem Cangörünün bir “oğlu” olarak bana sarkıntılık yapma vazifesini kolayca yerine getirebilmiş ODTÜ senelerimde.

ODTÜ’de bana elle sarkıntılık yapma vazifesini yerine getiren hırt öğrenci Emre Taner’i seneler sonra MIT’in en tepesinde görünce, neler hissettiğimi tahmin edemezsiniz. Kim getirdi bu sapığı oraya diye bağırmak geldi içimden. Kim olacak ODTÜ’de bana sarkıntılık yapması için emir verenler herhalde.

Emre Taner homoseksüel olmasa bile, emir aldığında erkeklere bile sarkıntılık yapabilecek karakterde biri imiş daha genç bir ajan iken. Yaptıklarını kendisi gülerek eğlenerek anlatmış ODTÜ senelerinde. Bu da MIT kayıtlarına girmiş. Boşuna inkar etmesin.

Bu özelliğine rağmen MIT’de en tepelere tırmanabilmiş. Kimleri iterek kakarak ezerek? Onu da ben değil MIT’te yakınında bulunanlar daha iyi bilir. Ama mesela beni de ezdikleri harcadıkları arasına koysalar gayet yerinde olur. Bu hadisede 1993ten bu yana beklemek gerekiyorsa beklemeye razıydım, ama bu şekilde olmamalıydı. Bu kadar rezil bir muameleye tabi tutması onun kirli karakterini ispatlıyor. Mesela, sürekli hayalime verilen ajan siluetleri ile yaşıyorum. Bana zararlı saydıgım birini hayalimden kovabilmek icin Emre Taner’in keskin zekasıyla bulduğu yöntemi kullanmak zorunda bırakılıyorum. Bu yöntemi tekrar açıklayayım; Söylemesi ayıp, o siluete doğru yönümü cevirip elimle anusumu kaşımam gerekiyor. Önceleri sadece bu yöntemi geçerli sayarken, son birbuçuk aydır o siluete yönümü çevirip sümkürmek veya yellenmenin de çözüm olabileceğini empati ile haber verdiler. Yellenmeyi hiç kullanmadım. Onun yerine bol bol sümkürüyorum bu günlerde.

Emre Taner’in beni “Yunan Gizli Servisi KYP’ye kaçırtma” çabalarının destekçisi (belki de tertipçisi) olduğunu anladım. 1992 senesi olmalıydı( 1991 olabilir eger 92 degil ise). Beni evvela tehdit ettirip, ölümü koklatıp sonra da Yunan ajanlarının beni kurtaracağını haber verdiler. Hemen ardından Sydneyde George Street üzerinde Yunan ajanı rolünü oynayan bir MIT görevlisi “KYP ajanı olduğunu ve beni kurtarabileceklerini” söyledi. Yol boyu 150 metreye yakin benim beş veya altı metre önümde yürüdü ve beni ikna etmek için konuştu durdu. Kendisine hiç konuşmadan kendi yoluma devam ettim. [1994, 95, 96 ve 97 senelerinde bile, bana empati ile, öldürülme korkusu alabildiğine bilincime verildikten sonra, Yunan Gizli Servisine başvurursam kolayca kurtulabileceğimi hatta Türk Gizli Servisinin mağdur ettiği biri olarak görulüp Yunanistanda çok iyi kabul görecegimi aktardılar. Ozellikle Kürt ayrılıkçı hareketinin militanları arasından bazıları Türk Gizli servisin tarafından ajan yapıulmış. Bazıları da Yunanistana iltica edip Yunan Gizli servisi ajanı olmayı seçmiş diye anlatıyordu empati. Yunan ajanı olmayı seçen eski Kürtçü militanlar, Türk Gizli Servisinde kalan arkadaşlarına yardımcı olmak için, beni KYP’de saklayacak koruyacaklarmış. Bir kısmı Türk, bir kısmı Yunan Gizli servisi hesabına çalışsa da, eski Kürt ayrılıkçı militanlar eski dost imişler ve bu konuda, yani beni Yunan Gizli servisi elemanı yapmak konusunda işbirliği içinde imişler. Bunlar empatinin anlattıklarıydı.] Emre Tanerin adamları olmalıydılar. Bir Türk vatandaşının haklarını gasbetmek, hakkındaki istihbaratı yazılara kaynak olarak kullandırtabilmek için Yunan Gizli Servisine kaçırtmaya çalısan bir MIT ajanının vatan hainliğinden ağır ceza alması gerekirken, MIT Müsteşar vekili olmasına hatta MIT Müsteşar adayı yapılmasına kahroldum. Çocukların ırzına geçip öldüren cinsel sapıkların bile en yükseklere gelebildiği MIT’te bir vatan haininin müştesar olmasına bile şaşmamak gerek. Emre Taner bana ve aileme yapılan en ağır Gizli Servis eylemlerinin bizzat tertipleyen değil ise, en azından yakından izleyip bildiği halde durdurmak için hiçbir şey yapmayan, tam tersine onların bir kısmını koruyan, kendi yakınlarının iksircilik kavgasını sırtımızdan yürütebimek üzere bizi harcamaya yönelik çok ağır tertiplerini hiçbir kural tanımadan hayata geçiren, opportunist bir ajandır.

(Yukardaki parağraftaki olayı, yani beni Yunan Gizli Servisine girmemi, en azından girmek için girişimde bulunmamı sağlamaya yönelik tertiplerin yöneticisi bir söyleme göre bizzat Şenkal Atasagun imiş. Emre Taner de aynı olayın baş tertipçileri arasında imiş. Sydneyde olaya katkıda bulunanlar arasında da Füsun Candaner en önlerde imiş. Şenkal Atasagun, Emre Taner ve Füsun Candaner bize yönelik bir çok eylemde, mesela benim yabancı Gizli Servislere başvurmamı sağlamaya yönelik tertiplerde, kaynakçılıkta birbirlerine uygunlar veya müşterek imisler. 1992 ve 1991 senelerinde MIT’in Operasyonla ilgili daire baskani Senkal Atasagun muydu? Emre Taner de ayni dairede onemli bir birim baskani mi idi? Bir kontrol ediversin ilgilenen Gizli Servis gorevlileri. Kimdi acaba Gizli Servisten benim yabanci Gizli Servise kacirilmamin saglanmasini isteyen Devlet adami? Yoksa Emre Taner veya Senla Atasagun’un kendi insiyatifleri verdikleri ve tertipledikleri bir oyun mu idi? Beni Yunan Gizli Servisine kacirtmaya kalkismak cok agir bir kabahat degil midir? Skandal sayilmaz mi? )

ODTÜ senelerimde Emre Taner beni iksirletmeyi iş edinmiş. Bana en çok sinir hastası yapan iksirler ve kurşunlu iksirler verdirmiş. Iksir verdirip halimizi seyretmeyi sevdiği ve bunu yaparken pek eğlendiği bilinir ODTÜ senelerinde. Iyi para varmış beni ve ailemi iksirleyenlere. Cebine de düşkünmüş. Izmirde eklenen çingeneler, Ankarada ODTÜ yerleşkesi kendi durumlarına uymamaya başlayınca beni doğrudan hedef almaya başladılar. Emre Taner işte o çingeneler arasından, “sahipleri Ethem Cangörü olanlar”ın hırt bir ajanı olarak, hem de aileme kan davası güden Ethem Cangörü’ye yakın bir ajan olarak en ağır iksirleri verdirmeye uygun olduğunu gözden uzak tutmayı bilmiş.

ODTÜ senelerimde beni iksirleyen Emre Taner tıpkı eski ağabeyi Erdin Günçe gibi, biraz öteden halimi izlemeyi severdi. Meslea ellerimi bile titreyerek kullanabilecek, ağzımı yüzümü bile toplayamacak kadar sersemlemiş bir hale düşürürdü beni iksirle. Sonra da karşıma geçip halimi izlerken sırıtarak yanındakilere “şuna bakın lan, bir kamera getirin de filmini çekelim” diyebilirdi.

Iksirlerden rahatsız olduğum zamanlarda bana kendisi çıkarılmış ve beni iksirlediği bana bir kaç defa söyletilmiş. Bir defasında bunu Elektrik Bölümünde tam yanıbaşıma gelerek ayakta bana karşı söylemişti.

Bana “cinsel arzuları aşırı yükselten” iksirler verdirildiğinden de derhal haberi olurmuş. Öyle durumları alay konusu etmeye de bayılan bir karakteri olduğunu işaret eden duyumlar var. Öyle durumlarda Füsun Candaner’e ve diğer röntgenci bayan Gizli Servis görevlilerine takılırmış; “size göre durum var, koşun, seyredin”.

Emre Taner karakter olarak kolayca ağız dalaşına girebilen, didişmeye, itişip kakışmaya uygun insanları kıymetli sayan, zayıf cılız pısırık bulduğu insanları küçülten, horlayan, itip kakmayi seven bir anlayışa sahip. Bu görgü, Erdin Günçe gibileri ile çok iyi anlaşmasına uygundur. (bir söyleme göre Atatürk Lisesinde iken Erdin Günçe kendilerinin futbol antrönörü olmuş)

Benim ODTÜ ögrencisi olduğum yıllarda ODTÜ’de öğrenciler ajan provokotörler tarafından yönlendiriliyor, çeşitli fraksiyonlara katılmaları için ajanlar tarafından “kafaya alınıyorlardı”. Ajanlar tarafından düzmece fraksiyon kavgaları tertipleniyordu. Bu kavgalarda kimin kimi döveceği önceden saptanıyordu. Emre Taner bu provoktörlerin ODTÜ’deki en büyüğü en beceriklisi olabilmişti. Birisini, bizzat kendisi önceden tasarlayarak böyle bir tertiple dövdürmüştü. Hem de kafatasını çatlatacak, ve kol kemiğini kırdıracak kadar dövdürmüştü.

ODTÜ’de benim birçok uygunsuz resimlerimi çektirdi. Insanların uygunsuz resimlerini filmlerini çektirmek de bir başka marifeti imiş.

Emre Taner'i ODTÜ’de ve Burdurdaki evimizde defalarca gördüm. Bazen de makyaj yaparak gelmis. Bizi horlayan aşağılayan yaralayan bir çetenin becerikli, atak ve çevik ajanı olarak vazifesini yapıp ayrılmış. Anamı babamı epeyce küçültmüş, aşağılamış horlamış ve yaralamış.

Uzun seneler sonra Emre Taner’in 1995ten beri empati ile beni takip eden yönlendiren ajanların başında oldugunu anladım.

Ajan olarak bile değerli olmak mümkün halbuki. Emre Taner sadist, sapık, ırz düşmanı, kaynakçı (istihbaratı piyeslere, filmlere kaynak olarak kullandırtan) çetelerle aynı derebeyleri tarafından korunmuş gençliğinden beri. O yüzden ırz düşmanı veya kaynakçı çetelere karşı mücadele etmek ona hiç de uygun değilmiş. Istihbarattan piyeslere, filmlere, romanlara hikayelere kaynak ayırmak mı, onun yapılmasına göz yuman, görmezlikten gelen biri gibi görünse de el altından uygunlaşan birisi imiş.

Emre Taner sadist, sapık, ırz düşmanı, kaynakçı çetelerin dostu ve korumacısı olmayı seçer? Çünkü kendi ailesini koruyan derebeyleri ile sözügecen çeteleri koruyan derebeyleri aynı imiş. Yani abilerinin dostu onun da dostu sayılırmış. Çocukların ırzına geçen olsa bile farketmezmiş, şantajla kadınların ırzına gecenlere de aldırılmazmış. Istihbarattan piyeslere, filmlere, romanlara hikayelere kaynak ayırmak mı, onu zaten kendi tanıdıklarına bile sağlayabilirmiş. Yapanlar da zaten dostları ve eski tanıdıkları imiş. Yani yazarlara kaynak hazırlatma işinin bizzat sahibi imiş. Emre Taner hakkımdaki istihbaratı bazı eski komunist veya Kürtçü yazarlara hediye ettiriyor. Buna katkı sağlıyor.

Emre Taner empati ile aklımızdan kaynakçılara malzeme toplanmasını durdurmuyor. Halbuki topladığı herşey istihbarattır. Ona göre, hakkımızdaki istihbaratı öteki çetelerin yazarlarına değil de kendisin bağlı olduğu çeteye uygun yazarların kaynak olarak kullanması daha faydalı imiş.

Emre Taner ile hayatımın hiç bir döneminde yakınlığım olmadı.

Izmir Koleji ve ODTÜ senelerimde beni iksirlerden ve çirkin durumlardan korumaya çalışan bir gurup eski Izmir Kolejli okuldaşım vardı. Benden dört sene sonra bitirmişlerdi Izmir Kolejini. Emre Taner ve bazı dava arkadaşları bu dostlarımı (bana bu kadar büyük iyilik yapan bu okuldaşlarıma daha uygun deyim bulamadım, hepsi ile dostça arkadaşça münasebetim olmuştur Izmir Koleji senelerimde. Onların bana yaptığı iyilik okul arkadaşlığını hatta sıradan dostluk kapsamını çok aşıyor) 1977 ile 1986 seneleri arasında pasifize etmeye calışmış. Beni korumalarını, bana yardım etmelerini önlemeye çalışmış. Emre Taner sayesinde beni iksircilerden ve tertiplerden korumaya çalışanlar yerine, Emre Taner gibi iksircilere, ırz düşmanlarına, kaynakçılara yakın olmayı seçenlere” uygun sayılmışım bir süre. O dostlarımdan ne kadar özür dilesem az. O günlerde, o dostlarım ile Emre Taner arasında yaşanılan bazı münakaşalar sonucu Emre Taner kendilerine kin gütmüş. Emre Taner’in yaptığı, hala beni ve ailemi onlara karşı kullanmak oluyor her fırsatta.

Burada bir noktayı açıklamam gerekiyormuş. Emre Taner ırz düşmanlarının ve kaynakçıların hepsine uygun değilmiş. Sadece kendisine yakın olan bazılarına uygun imiş. Irza gecme ve röntgencilik eylemlerinin şakasını bile yapabilirmiş.

Emre Taner 1994’de beni kurtarmaya çalışanları, durdurmak ve yavaşlatmak için büyük bir çaba sarfetti ve onlara çok zaman kaybettirdi. Bunu başarmak icin kaynakçı çeteler ile işbirligi icinde idi. Emre Taner’in beni kurtarmak isteyenleri durdurmak icin bana iftira atılması çabalarında pay sahibi olduğuna kaniyim. “Beni yurt dışına kaçmam, yabancı devletlerden sığınma istemem” için teşvik eden, empati yoluyla şantajla, tehditle ikna etmeye çalışan, yabancı Gizli Servislere girmem için de aynı yolları deneyen cetelerle yakın işbirliği icinde idi.

Baska bir söylem de "Sen burdan birkaç Rum asilli Türk ajanini Avustralya'ya götür onlar seni korusun" idi. Bu söylemi güçlendirmek için yol üzerinde "ezilen horlanan Rum asilli Türk ajani" rolünde sahislar çikarildi. Bu şahıslar kendilerini bana acındırdılar ve MIT'da hakarete ugradiklarından asagilandiklarından horlandıklarından dert yandılar. “Yunanistana gitsek bizi öldürürler. Türkiyede ise horlanıyoruz. En iyisi Avustralyaya yerleşmek. Sen bizi Avustralyaya götür. Biz seni Avustralyada öldürmeye kalkanlardan koruruz. Birlikte dayanışma için de Avustralyada yaşarız. Sen de emniyette olursun” dediler. Bu şahıslar belli ki Rum asıllı bile değillerdi, beni tuzağa düsürmeye çalışıyorlardı. Bunlardan esmer ince yapılı bir genç, 15 ocak 1995te “heyecan içinde, seni öldürecekler, derhal Avustralya’ya kaç” diye seslendi.

Bir ara peşime iki tane insan düştü. Benim boyuma yakin boyu olan kumral orta yapılı bir tanesi ile ince yapılı esmer uzun boylu idi. Bana Ataturk Bulvarında peşimden takip ederken Rum asıllı MIT ajanı olduklarını, Yunanistan’a dönemediklerini, Turkiyede de Rum asıllı olduklarından hakaret gördüklerini horlandıklarını, kendileri icin en uygun yerin Avustralya olduğunu soylüyorlardı. Kendilerini Avustralya’ya götürmemi istiyorlardı.

Daha fazla ağlayan esmer ince yapılı olanı idi. Empati onun yankesicilikten içeri girip hapishaneden MIT ajanlığına terfi ettirilen Istanbullu biri olduğunu, bir yolcu tarafından cebinden parasını çalarken yakalandığını, adam kendisini dövmeye başlayınca bıçagını çekip adamı öldürdüğünü anlattı. Gazetelerde olayın bu kısmının haber olduğunu anlattı. Bu ajanın bir ara başıma vaadedilen para için beni öldürmeye istekli olduğunu, uyarılınca vazgeçtiğini ve çok tehlikeli biri olduğunu anlattı. Başıma vaadedilen para bir milyon doların üzerinde imiş diye duydum.

Horlanan Rum asıllı MIT ajanı rolünü yapan diğer adam ise, benim boyuma yakın, kumral biriydi. Ülkücü olduğunu söylüyordu. Bu adam bana daha sıcak bakan sanki beni koruyan biri havasındaydı. Bu adam 19 Ocakta taa Istanbul Atatürk Havalimanında Avustralya uçağına binene kadar peşimden geldi. Hemen arkamda konuşan iki ajandan biriydi. Erkan Gürvit ve “Izmir Kolejinden bir okuldaşım”dan övgüyle söz ediyordu. Ikincisi yani Izmir Kolejinden okuldaşım olanı, ODTÜ kafetaryasında Mehmet Eymür’ü masamdan uzaklaştıran, şimdilerde ise kaynakçı şebekelerden birinin önemli adamı olduğunu anladığım birisiydi. Ben bir çaydanlık dolusu çay almış hepsini içmiş ve “öfke iksiri” verildiği için kontrolumu zor sağlıyordum. Telefonda beni kovalayan ajanlara verip veriştiriyordum. O sırada, pasaport kontrolu için kuyrukta beklerken Ataturk havalimanının hoparlörü şu anonsları yapıyordu; “sayın Ibrahim Aksoylu, sayın Bill Clinton sizi telefona istiyor”. Bill Clinton’un beni telefona filan çagırmasının bir tezgah olacagını düşünebilecek durumdaymışım. Amerikaya giden devlet büyükleri bile bazen randevu alamazken, bana bir saniyesini bile ayırmazdı. Iyi ki çıkmamışım. Bu mizansenler hep Erdin Güncenin pazarladığı gülmece hikayelerine malzeme toplamak için idi.

Başbakan olacaksın, Gorbaçof yerine Hun Devleti başkanı olacaksın senaryoları, Erdin Günçenin yazdığı, Emre Taner’in desteklediği bir oyundu. Yabancı istihbaratçılara gönderme, yabancı bir Gizli Serviste korunmam gerektiği bahanesiyle sığınmamı sağlamaya çalışma, Emre Taner’in bizzat parcası olduğu bir senaryo oldugunu anlıyorum. Ikinci oyun, yani yabancı istihbarat örgütlerine sığınmamı sağlama, Emre Tanerin asıl istediği durum idi. Erdin Günçe her iki oyunda da baş yönetmen idi.

Yolda yolakta bana çıkarılan “hakaret gören aşağılanan Rum asıllı MIT ajanları rolu yapan ve benden Avustralyaya kendilerini götürmem için yardım isteyen Gizli servis gorevlileri oyunu, kaynakçı çeteler tarafından ve muhtemelen Erdin Günçe ve yandaşları tarafından örgütlendi. Emre Taner en azından bu oyuna göz yumdu ve durdurmak için girişimde bulunmadı. El altından destek vermesi ve yardımcı olması çok muhtemel. Çünkü kendisi de, olayı tertipleyenler ile aynı derebeylerinin adamıdır.

Emre Taner’in hizmet ettiği çetelerin bir ucu ırz düşmanlarına, bir ucu kaynakçılara uygundur. Kaynakçılara faydalıdır.

Emre Taner’in kaynakçılar konusunda görüşleri gayet müsamahakar, ve faydalıdır. Onun cevabı gayet kısa; “Istendi. Yüksek bir yerden. Biz de empati ile bunun ailesinin kafalarından ne bulursak alır kaynakçıya veriririz.”

Emre Taner’in MIT’in cipine binip yüzlerce kilometre katetedip anama söverken ettiği lafa bakın: bugün s.k..tin mi? (o sinkaflı sözü debilmiş) Bunu duyanlar aynı lafı kendi anasına ettirmişler. Bu karşılık, Emre Taner’in çok gücüne gitmiş. Alıngan çocukmuş. Başkalarına ettiği çirkin sözün aynısı kendisine edilince gururuna yediremiyor zahir. Olur mu, hiç Emre Taner’in anasına o laf edilir mi? Öteki şalvarlı cahil bir köylü kadını.



Emre Taner'in adamları ayaklarıma asitli bir iksir serpiyor. Bu iksir, pamuktan imal edilen çamasirların kimyasal bilesimini bozuyor ve iksirlenen çamasirlar gitgide katilasiyor. Bu iksir ayakları sizlatiyor. Her gün bir saat ayaklarımi suda bekleterek siziyi hafifletmeye çalisiyorum. Bugün (26 mart 2001) evin zemini o iksirle iksirlenmis durumda. Bastikça ayagima sirayet ediyor ordan da örtülere geçiyor. Alkolde bekletirsem iksirli çamasirlardan ancak yarisi çikiyor bu iksirin.

Yatagim olursa iksirleniyor. Bu yüzden yatagim bile olamiyor. Yere serdigim uyku tulumlarında üzerinde yatiyorum. Uyku tulumlarını da iksirledikleri oluyor, o zaman yere serdigim gazetenin üzerinde yatıyorum. Yiyeceklerim, çamaşırlarım iksirleniyor. Bu yüzden bir kat yedek çamaşırımı, satın aldığım yiyeceklerimi sırt çantamda yanımda taşıyorum. Dışarda yürürken üstüm başım ve sırt çantam da iksirleniyor. Yaşadığım koşullar hapishaneden bile daha zor. Uyku izni bile verilmiyor.

Beni iksirleyen Avustralyali 15 yaslarındaki tezgahtar çocuklar, Türk gizli servis görevlilerinin bir vatandaslarını iksirlediklerini ögreniyor. Gizli Servis görevlileri beni iksirlemeyi Türk halkinin parasini ödeyerek böyle insanlara yaptiriyor. Kim bu tür eylemlerin Türkiyeye itibar kazandiracagini söyleyebilir?

Emre Taner ailemle ilgili herşeyi çok iyi bilen üst düzey bir MIT görevlisi olarak bu agir eziyeti durdurabilmeliydi? O ise, eziyetin biçimini saptayan veya onaylayan ajan oldu bir çok defa.

Emre Taner 70’li senelerin ortalarından beri kendisi ve yakınları yerıne iksirleten biriydi. Benim ve ailemin iksirlene iksirlene hastalandırılmamız sağlıksızlaştırılmamız veya öldürülmemiz pahasına onun bizi kuşanan ajanları ve yakınları kurtulmalıydı.

Ben son 9 senedir yasadiklarımi ve ODTU senelerimde Emre Taner etrafinda gordugum insanları gozden gecirince kaynakçı cetelere kolaylik saglayan ve onları cikaranin Emre Taner ve Şenkal Atasagun olduğunu, bunları yaparken de el altından yapmayı cok iyi bildiklerini anlıyorum. Bu ikilinin perde gerisinde kaynakçılığın yapılmasını sağlayanların arasında önemli köşetaşları olduklarını anlıyorum. Hakkımdaki istihbaratı yazılara (piyes, film senaryosu, roman, hikaye) kaynak olarak kullanmak üzere isteyen güçlü insanları bırakın uyarmayı, onlara yardımcı oluyorlarmış Emre Taner ve Şenkal Atasagun. Halbuki vazifeleri vermemek olmalıymış. (MIT istihbaratı amacı dışında kullanılamaz ve de her isteyene verilemez) Verirken bir şerh koysalar bile kaynak olarak kullanılması önlenebilirmiş. Kendilerinden bu istenmiş. Ama Emre Taner ve Şenkal Atasagun bunu bile denemiyorlarmış. Şerh koymayı kabul etmiyorlarmış. Yazılara kaynak olarak kullanılacağını bile bile istihbaratın verilmesine uygun davranıyorlarmış. Onlara göre “bir büyük devlet adamı istedi mi, istihbarat, mesela film senaryolarına romanlara kaynak olarak kulanılması için verilebilirmiş”. Hangi büyük Devlet Adamıdır acaba kendilerinden bunu isteyen? Hangi senaryo yazarı veya roman yazarı veya film yapımcısı rica etmiş bunu o “büyük Devlet adamı”ndan?

Emre Taner’in hanımı da ailem hakkındaki istihbaratı okumayı en çok sevenler arasında baş sırayı alıyormuş. Film senaryolarına, tiyatro oyunlarına, romanlara, hikayelere, ve her türlü yazıya kaynak olarak kullanılmasında aktif rol alıyormuş ve kaynakçılığa Emre Taneri uygunlaştırmakta en etkili insanlardan birisiymiş.

Emre Taner kaynakçılığa Ethem Cangörü ie müşterek katılmıştır. Irz düşmanlarını korumakta kurtarmakta Ethem Cangörü ile müşterektir.



Emre Taner, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetçiyim.





Emre Tanere yakin ceteler beni öğrenciliğimde ODTU Elektrik Bölümünden attırma çabalarına nasıl katkıda bulunmuş. Perde gerisinde hangi rolü oynamış. Hocalara notlarımın düşürülmesi için ikazlarda bulunanlar arasında o da bulunmuş mu? Elektrik Bölümünde başarısız olmam icin bana iksirlerle ve tacizlerle esaslı dayak atmış mı? Bir bucuk seneye yakin beni taciz ettirenler onun yakinları veya dostları mi imisler. Sonra da taa Burdura evimize kadar gelip beni babama karşı yermeye kotulemeye calismis. Ben, iki uc defa babamin onunde bu konuda bana dil uzatirken hatirliyorum. ODTÜ Elektrik Bölümü onun fraksiyonuna uygun değilmiş. Beni okuldan attırmaya çalısmış hep. Okuldan atılıp köyde sığır çobanı bile olmam ona uygun olabilirmiş. Bunu için ODTÜ’de beni Izmirli çingenelerin hesabına acımasızca iksirletmiş. ODTÜ Elektrikte okumamalıymışım. Onun yerine Izmirde bir fakultede okumalıymışım. O da olmuyorsa, kendisinin okuduğu ODTÜ işletme Bölümünde okumalıymışım. Bunu sağlamak üzere bulabildiği yöntem ise iksirleyip basarısız olmamı sağlamak dışında, iri kıyım bir ajanı ile beni iki sene boyunca Elektrik Bölümünde sürekli rahatsız ettirmek, taciz ettirmek idi. Karşı çıkıp ağız dalaşına girmeliymişim hatta dövüşmeliymişim. O sırada bana kavga-küfür arasında çıkış verdirecekmiş. Nasıl bir çıkışmış bu? “Hadi sen git Izmirde oku” veya “sen git Işletmede oku, Elektrik Bölümünü bitiremeyeceksin”. Demek, Emre Taner’e göre, biri sana söverken ya da küfür ederken “git şu okulda oku” diyorsa, derhal o adamın istediği fakültede okunurmuş.

Ethem Cangörü’nün yandaşları ile birlikte 1983 senesinde ODTÜ Matematik Bölümünde asistan iken bölümdeki odamı iksirleten, kapımın önünden bana hakaret edip kaçan öğrencileri geçiren, evimi yediklerimi içtiklerimi iksirleten ajan olmuş. Sonunda istediği sonuca ulaşıp ODTÜ Matematik Bölümünden ayrılmamı sağlamıştır.

1985 senesinde ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği master proğramından Bölüm Başkanını ikna ederek yasal olmayan bir şekilde, bana haber bile vermeden kaydımı sildirmiştir. Ben münakaşa etmeyi hiç sevmediğimden (istenmediğim yerde kalmam diyerek) olayı uzatmak istememiştim. Bölüm yetkilileri ile konuyu hiç tartışmamıstım. Bir gün aniden kaydımın silindiğini farketmiştim. Sonradan kavrayabildiğim kadarı ile, yerime birini geçirerek kaydımı kendimin çektiğimi varsaydırmışlar.

Daha da beteri Emre Taner ODTU senelerimde (1977 ve sonrasında) beni iksirlerle öldürme vazifesini uzerine almış mı? Baska insanlar ikaz etmeseymis beni öldürme vazifesini yerine getirecek miymis?

Emre Taner, yakınları ve dostları son senelerde anamin oldurulmesini sağlamak mı istiyorlar. Anamı ağır aralayanlar Emre Taner’in yakınları mıdır?

Yukarıdaki sorulara, benim vereceğim cevap “Evet” olacaktır. Emre Taner “aileme tarihi nedenlerle husumet duyan insanların korumacısı olan” büyük adamların, acımasız, sadist ve “HIRT” bir ajanıdır. (Emre Taner gibi karakterlere Izmir yöresinde “hırt” derlerdi. Zorba, kaba, münasebetsiz, üçkağıtçı, ve cıvık anlamlarını birlikte taşır bu sıfat.) Beni ve ailemi her fısatta küçük düşürmek yere çalmak isteyecektir. Geçmişinde bunu defalarca hem de en ağır sekilde ispatlamıştır. Mesela uygunsuz resimlerimizi genel mekanlara, işyerlerimize, okulumuza astırabilmiştir. Bu konuda çıkarabildiğim iştirakçileri Namık, Erdin Günçe, Ethem Cangörü, ve Füsun Candaner’dir. Bugün aileme yönelik hala sürdürülen eziyette de aynı insanlarla müşterektir.



Emre Tanere rüyamda hesap sormaya kalktim.

Ibrahim Aksoylu: Bana niye eziyet ettiriyorsun?

Emre Taner: Sizi koruyoruz ya işte. Kes sesini.

Ibrahim Aksoylu: Nasıl koruyorsunuz?

Emre Taner: Seni üçbuçuk yaşından beri öldüreceklermiş. Bizim sayemizde 49 yaşına kadar yaşamışsın işte. Daha ne istiyorsun.

Ethem Cangörü: Yaşadığın kadar yaşamışsın işte. Kırkını doldurmadan ölenler var.

Ibrahim Aksoylu: Bana ömür biçmeye yetkiniz olduğunu anlıyorum sözlerinizden.

Ethem Cangörü: Ha şunu bileydin.

Ibrahim Aksoylu: Peki ben bu durumda ne yapayım?

Emre Taner: Delir. Ananı ve babanı iyice geri zekalı yaptık ve delirttik. Onları yavaş yavaş öldürüyoruz. Sen de anan baban gibi ol. Delir. Delirmiyorsan öl.

1.ci cingene: Beni ananin adina göstererek iksirletiyorlar. Eger senin adına göstererek cevaplayamazsam, doğrudan ananı kendi adıma iksirlerim.

2.ci cingene: Beni de senin adına göstererek iksirliyorlar. Ben de 32 seneden beri anan adına gösterdim iksirlerimi. Eger anan adina cevaplayamazsam, doğrudan seni iksirlerim ona göre.

3.cu cingene: Bana bak kaçmak yok. Düşmanım ile işimi bitirene kadar öylece bekle. Senin adına cevaplayamazsam dogrudan ananı iksirletirim ha. Beni iksirlerken anan adına gösteriyorlar.

Emre Taner: Bu çingeneler gibi sadece 200 kadar kaldı. Seni bırakırsam aileni öldürür bu çingeneler. kaçamazsın.







Bize yapılan eziyet durdurulabilirmiş. Ama bazılarının işine gelmediği için durdurulamamış. Ama yine de bazen, işine gelmeyen taraf durdurmak istemiş. Böyle bir rastlantı 1998 senesinde ortaya çıkmış. Ama Emre Taner kişisel gayreti ile engellemiş eziyetin durdurulmasını. Neden acaba? Bunu kendisine sordum.

Ibrahim Aksoylu: Niye beni ve yakınlarıma yapılan eziyeti durdurmadın?

Emre Taner: Istersen şimdi hemen takibi durdurayım.

Ibrahim Aksoylu: Niye 1994de veya 1998de değil de şimdi?

Emre Taner: O zamanlar daha benim abilerim fazla yükseklere tırmanmamıştı. Şimdi benim yakınlarımın hamileri en yükseklere çıkmış durumda. Artık hasımlarımız çekinsin. Sizi kuşanmadan da başedebiliriz onlarla.

Ibrahim Aksoylu: Sizin abilerinizin yükseklere çıkmasını beklerken bizim senelerimiz çürüdü gitti. Çocuklarımızın en değerli eğitim seneleri heba oldu. Benim kariyerimi düzeltme imkanım da ömrüm de kalmadı. Anamın yarı yarıya sakatlanan bağırsakları sökülüp alındı. Tedavisini yaptırmayı bırakın ziyaretine bile gidemedim senin gibilerinin yarattığı koşullar yüzünden. Zaman zaman ölüm veya sakatlanma korkusu içinde geçen günler, haftalar, hatta aylar oldu. Beni babama bile öldürtmeye kalktınız. Bazı günler iksirlenme yüzünden cümle kuramayacak kadar zayıfladı zihnim. Iksirlenme yüzünden ölebilirdim bile. Üzerime püskürtülen, vücuttaki minarelleri sömüren bir basit iksir bile öldürebilirdi beni. Bu iksir yüzünden vücuduma giren kramplardan kurtulmak icin saatlerce banyoda su içinde beklediğim günler oldu. Ömrümün on seneden uzun bir süresi heba oldu. Bunlar geri verilmeyecek veya düzeltilemeyecek şeyler.



Bir de kaynakçı çingene çattı bana. Bunun adını vermem uygun değilmiş.

Kaynakçı Çingene: Sen hemen şikayet et. Hemen mahkeme, polis filan ayrıl da kurtul emi.

Ibrahim Aksoylu: Niye bu kadar iştahlandın beni kurtarmaya. Sen değil miydin 1995te 1996da beni yabancı Gizli Servislere başvurmaya teşvik eden empati vasıtasıyla.

Kaynakçı Çingene: O zaman baska. Biz o zaman sizin hakkınızdaki istihbarattan film hikayeleri çıkardık dizi filmlerimize kaynak ayırdık. O zaman bekleyecektin veya yabancı Gizli Servislerden birine iltica edecektin ve Türkiyeye ihanet eden ajan sayılacaktın Gizli Serviste. Hakkındaki istihbarat dosyalarından aldıklarımıza da hiç kimse ses çıkaramayacaktı. Sen yabancı Gizli Servislere girmeyince hesabımızın bir kısmı tutmadı. Bir sene sonra senin hakkını araman kolaylaşabilir. O zamana kadar sen Gizli Servisten değil de, Savcılıktan, Başbakanlıktan, veya en güzeli Emniyetten filan kurtul da hak mak arama.

Şimdi ayrıl yoksa, bir sene sonra senin hakkını araman kolaylaşabilir, o da bizim işimize gelmez.

Ibrahim Aksoylu: Eskiden niye zordu?

Kaynakçı Çingene: O zaman da bizim abilerimiz çok yükseklerdeydi. Bir sene icinde bizim abilerimiz yeri düşebilecek.

Ibrahim Aksoylu: Hepiniz aynı takımdansınız aslında. “işine geleni yapan takımı”ndan. Siz gene birbirinize uygunlaşırsınız eninde sonunda. Bana da hakkımı arayabilmek için biraz daha çile çekmek, ya da hemen durdurup hak filan aramadan savuşmak arasında tercih yapmak kalıyor, öyle mi?

Kaynakçı Çingene: Amaan sen de. Şu astığın hikaye var ya. Onu da almak istiyoruz da. Daha çok teferruat var Gizli Servis kayıtlarında. Onları bizim say. Yazdıracağız. Bizim dizi film yapımcılığımız var da.

Ibrahim Aksoylu: Hoop. Bu bir istihbarat raporudur, ona göre. Bekleyeceğim.



----------------------------------

ERKAN GÜRVIT

Erkan Gürviti ilk defa gördügümde 10 veya 11 yaslarındaydim. Erikli Köyünde evimizin önündeydik. Ablamla bahçeden dönmüstük. Erkan Gürvit beraberinde birileriyle "babaniz nerde" diye sormustu. Ilkokul çağındaki ablam, çocukluğuna bakmadan onun soruş biçimini ayıpladığını söylemeye çalışmıştı. O da gülerek ablama takılmıştı.

Bir ara yakınımızdaki Çamoluk Köyünün muhtar yardımcısı olarak yeniden gözüktü. Bir defasında bizim evde bir dilekçenin nasıl yazılacağı konusunda babamla alçak tonda tartıştılar. Babama "ben hukuk mezunuyum, sen bana mi ögreteceksin" anlamında çıkıştığını iyi hatırlıyorum.

Belki o yıl veya çok yakın bir zaman içinde Erkan Gürviti Erikli Köyündeki bahçemizin kapısında babama ağır bir hakaret savururken gördüm. Babam "seni karakola sürükletirim, ağzını bozma" diyordu. Erkan Gürvit "asıl ben seni sürükletirim, vali yardımcısı benim arkadaşım" diye karşılık vermişti. Babama gizli servis görgüsüne göre bir işaret verebilmek için babamdan ağır bir söz duyması gerekiyormus. Ama babamın görgüsü buna uygun olmayınca bu numara sökmemiş. Empati böyle açıkladı.

3 veya 4 sene sonra Izmir Kolejinin orta 1 veya 2nci sınıfında olmalıydım. Yazın Erikli Köyündeki evimize Erkan Gürvit geldi. Daha iyi giyimli daha rahat ve güvenli bir hali vardı. Babam tanıyamadı. Ben bile bu yıllarda çıkarabildim. Yer minderine oturdu. Babamla 20 dk kadar sohbet ettiler. Ben kenarda otururken yırtık çoraplarıma gözü takıldı. Erkan Gürvit "çocuga çorap alsana" diye babama tavsiyede bulunmuştu. Babam da "köy yerinde böyle olur" diye karşılık vermişti.

Aynı yıllarda, Erkan Gürvit'in Burdurda ayaküstü konusurken babama "sizi Burdura alalım Veli bey" diye tavsiyede bulunduğunu anımsamama empati yardımcı oldu.

Izmir Kolejinin Orta ikisinde veya orta üçünde olmalıydım. Erkan Gürvit Izmir Kolejinde birkaç ay (yarım sömestir olabilir) ders verdi. Galiba askerlik(Milli Güvenlik) dersiydi. Bir gün yemekhaneye giderken yanımdan bana alçak sesle "bana karşı çık da seni çıkarayım" gibi bir söz sarfetmişti. O yıllarda "hocalardan mümkün mertebe uzak durmak iyidir" felsefesine bagli olduğumdan hiç anlamadığım bu söze kafa yormadan geçip gitmiştim.

1968 doğumlu kardeşim 2.5 yaşında bir çocuk iken, bizim eve hanımı Şenay Gürvit ile geldiler. Şalvarlı ve başı yazmalı Şenay Hanım köylü kadını havasını vermeye çalısıyordu. Ama köylüce konuşamıyordu. Yufka ekmeklerini çilemeyi de becerememişti. Anam ocakta yufka pişiriyordu. Hamur teknesi, un çuvalı, yeni pişmiş yufka yığını arasında Şenay Hanım anamın yanına oturdu. Erkan Bey de babamin yanina duvar dibine yer minderine oturdu. 2.5 yaşındaki kardeşimin Şenay Hanıma "anamın ekmeklerini elleme" diye kızmasına hepimiz eğlenmiştik. Şenay Hanım pek eğlenmemiş olmalı çocuğu tokatlamıştı. Duruma canımın sıkıldığını iyi hatırlıyorum. Eve gelen davetsiz misafir, ev sahibinin önünde, ev sahibinin ikibuçuk yaşındaki çocuğuna dayak atabilmisti. Bu görgüyü çok yadırgamıştım. Daha sonra Şenay Hanım ve Erkan Gürvit kardeşimi elinden tutup dışarda tarlaların bahçenin içinde gezdirmişlerdi. Kendilerine hangi sahte adı verdiklerini hatırlayamıyorum. (daha sonra hatırladım. Konuşmayı yeni yeni öğrenmeye başlayan 2.5 yaşındaki kardeşim, Şenay adını Şinanay diye söyleyebilmisti ve hepimiz ona gülmüştük. Demek ki Şenay Hanım sahte ad kullanmaya gerek duymamıştı. Erkan Beyin hangi ismi kullandığını hala hatırlayamadım. O zaman bu simaları daha önce gördüğümü hatırlamaya hiç çalışmadım. Kafa yorsam hatırlayabilecektim.).

Ikidebir tarlada bahçede dolasip eve geldigimi gören Senay Hanim "her günün böyle mi geçiyor" diye sormustu. Ben nezaket icabi basmakalip bir cevap verip konusmayi uzatmamistim. Bana göre, Senay Hanim o civarda bir köy ögretmeninin hanımı idi. Meslegi de ilkokul ögretmeni, ebe veya sade bir ev hanimi olsa gerekti. (Not:(21 Ocak 2002) Erkan Bey'in hangi uydurma nedenle evimize geldigini simdi hatirlayabildim. Erkan Bey yakınımızdaki Kapaklı Köyüne tayini çikan bir öğretmen olduğunu söylemisti, ve babama "kabul edeyim mi yoksa baska bir yer mi bulayım kendime" diye danışmaya gelmişti. Babam da "3 sene çalış, sonra kendi memleketine yerleş" diye akıl vermişti. Şenay Hanım yufka pişirmeye çalışırken akdıraçla yufkaları saçın üzerinde çevirememis, ekmekleri bozmuştu. Bunu gören anam ve babam bu genç ve toy(!) çifte açımışlar "endişe etmeyin, ekmek pişirmeyi öğreninceye kadar köylülerden alırsınız" diye teselli etmişlerdi. Köyde ekmek bakkaldan alınmazdı, herkes kendi ekmeğini kendi pişirirdi. Anam ve babam, misafirlerimiz evden ayrılınca, arkalarından "nasıl yapacaklar bunlar, daha ekmek pişirmesini bile bilmiyor gelin" diye acımışlardı)

(sonradan eklediğim not; Şenay Gürvit, “eve gelen genç gelin hanım” olarak bize çay yapmştı. Çaydanlığın yerini sormustu. Ve koca mavi demliği eline alışını, Erkan Beyin duruma iyiden iyiye gülümseyişini hatırlıyorum. Konuşmalar arasında birbirlerine bakıp sık sık gülümsediklerini hatırlıyorum. Buraya kadar her şey o kadar kötü sayılmayabilirdi. Empati, Senay Gürvit'in çaya ve genel olarak eve iksir vermeyi ihmal etmediğini söylüyor. Bunu çok yadırgadığımı söylemek zorundayım. Ihtiyacı var mıydı bu saf köylüleri iksirlemeye?)

ODTÜ yıllarımda bir defasında Erkan Gürvit'in kafeteryadaki masada tam karşıma oturduğunu bana bir seyler söylemeye çalıştığını hatırlıyorum.

ODTÜ'de okurken, bir gün, yurtlardan kafeteryaya giderken yanıbaşımda belirmişti, bana sataşan iriyarı birine, karşı çıkmamı istemişti. Ben bu acaip tavırlı insanlardan acele uzaklaşmayı seçmiştim.

ODTÜ'de öğrenci iken, bir gün kafeterya ile Kimya Bölümü arasında merdivenlere doğru ilerlerken bir adam, sarı saçlı küçük bir kiz çocuğunun elini elime tutuşturdu. Babası olmalı diye düşündüm. Böyle bir durumda geri çevirmek nezaketsizlik olacaktı. Birkaç adım elinden tuttum küçük kız çocuğunun. Babasının konuştuklarını alğılamaya çalışabilecek durumda değildim. Küçük çocuğunun elinden sevmemin, hoşuna gittiğini, bununla ilgili konustuğunu varsaymıştım. "Çocuklarını bile sev bu kızın" dediğini hatırlıyabildim. Adam Erkan Gürvit, küçük kız çocuğu da Ayça Gürvit idi. Bir adım arkamızda ise Şenay Gürvit yürüyordu.

12 Eylul sonrasi, galiba 1983 veya 1984 yili olmaliydi. Atatürk Bulvari üzerinde kendisinin gençligini (20'li yaslardaki halini) çıkardılar. Ben 10, 11 yaşlarındayken köyde bizim eve gelen Erkan Gürvit yolun kenarında ayakta bekliyordu. Birisi onu bana göstererek sert bir ifadeyle "bu Erkan Gürvit, nasıl geçip gidersin" gibi bir şeyler söyledi. Bu isim bana hiçbir şey hatırlatmadı. Bana bir şey söylemek isteyen önüme gelir kedini tanıtırdı. Erkan Gürvit'in gençliği modelindeki görevliden "sen de bizim için çalış biraz da" gibi bir söz daha duydum. Çok uyuşuk ve dalgındım. Genellikle yolda çevremle pek ilgilenmem, hayal bile kurarım. Bir kaç dakika sonra konuyu ancak değerlendirebildim. Hangi işten bahsediyordu, kimdi neyin nesiydi? Anlamaya çalışmadım. Benimle gereksiz yere ilgilenilmesinden hoşlanmamıştım.



Her halukarda Erkan Gürvit bu olayla taa gençlik yıllarından beri görev icabı ilgilenen bir gizli servis görevlisiydi. Üstelik Erkan Gürvit'in bir yakın akrabası (teyzesi veya halasının oğlu) benimle aynı dönemde Izmir Kolejinde okumuş, benimle aynı yıllarda ODTÜ'de okumuştu. ODTÜ'de, yurttaki odalarına bile seyrekçe ugradığım bu okuldaşım vasıtasıyla bana aykırı durumları işaret edebilirdi.

Hiç değilse 12 Eylül döneminde bu çarpık duruma dur demeliydi.

Bana kalırsa Erkan Gürvit daha başından beri "başkalarına iksir verdirirken ben ve ailem adına gösterebilmek" hediyesi yüzünden bu konuyla ilgilenmişti. Yakınlarından bazılarını bu yolla kurtarmak ya da daha az zarar görmelerini sağlamak istemişti. Mesela Izmir Kolejinde yakın akrabası bir okuldaşımı ve onun en iyi arkadaşlarını hedefleyebilecek iksirler ben ve aileme yönlendirilerek korundular. Bu tavrın Erkan Gürvit"in tavrı olduğunu düşünmek yanlış olmaz.

Aynı tavrı yüzlerce insanın denemiş olması bile mazeret olamaz. Erkan Gürvit"i de şikayet etmek zorundayım.

Bu yaklaşımın savunmasını da yapıyorlar. Güya bizim adımıza çok fazla sayıda insan iksir verdirirse, beni korumaya (ayırmaya, kurtarmaya değil) çalısanların sayısı da artmış olurmuş. Yoksa beni daha çocukken yok edebilirlermiş. Pek çok insan bu teze inanmak istemiş. Belki Erkan Gürvit de bu akıma kapıldı.

Herkes ailemden birini gözüne kestirip onun adina iksircilik yaptirmayi bilmis. Genç bir Gizli Servis gorevlisin iken Erikli'ye gelen Erkan Gürvit, evimize "köylü görgüsü geregi" misafir edilmesini ve babamin ayni görgü yüzünden sicak davranmasını istismar etmis. Daha yanibasinda bir saat bulunmamis bir genç adama "ben senin agabeyinim" demesini yakinlik varsayip hasimlarını iksirlerken babam adina gösterme hakkıni elde etmeyi bilmis.

Babam adina iksirlenmis olarak gösterilen "Erkan Gürvit ve yandaslarının" hasimları, babami geri zekali ve sinir hastasi yapti ve senelerce azap içinde yasamasina sebep oldu. Bu çirkin eylemlerin arkasindaki insanları, yakin akrabasinin çok sevdigi arkadasları oldugu için, galiba isin detayini incelemeden korumus olabilir. Ayni insanlar benim senelerce kurtulmamami saglamaya çalisti. Insanları bizim çevremizden uzaklastirdi. Hem de bize en agir hakaretleri ettirerek ve asagilayarak yapti bunu.

Bazıları hakkımızdaki istihbarattan ticari amaçli yazı yazmak için kaynak toplarken, sivayip boyayip degistiremezse Erkan Gürvit'e siginip kolaylik istiyor galiba. Bunu 1995 Ocak ve Subat aylarında denedigini biliyorum. Demek Erkan Gürvitin anlayisi böyle imis.

1993"ten beri bir de Maksut Göksu adini fazlaca duyurdular. Bu ismi gazetelerden hatirliyorum sadece. Hic tanimam. Erkan Gürvit'in yakini olmali. Ne ilgisi var acaba?

Ilgili diger gelismeleri Erkan Gürvit"in güvendigi bazı insanların yaniltmaları yüzünden oldugunu varsaysam bile ailemi kalkan payanda olarak kullanan herkesi sikayet etmek zorundayim.

Erkan Gürvit ve yakinlarından şikayetçiyim.

Not: Yukarida açiklayamadığım bazı soruların cevaplarını ögrendim. Yazarliga hevesli olan Maksut Göksu imis. Hakkımızdaki istihbarat dosyalarını Sinasi Önde yoluyla gizli servisten aldırarak kaynak elde etmis. Her nedense benim özel sohbetlerim (Maksut Göksu veya Erkan Gürvitle hiç sohbet etmedim, çok özel birisine anlatmistim) uygun bulunmus. Bazı hikayeleri kisisellestirmisler (empati kisisellestirme deyimini uygun buluyor, okuyucu uygun kelimeyi buluversin). Ama bir kaç tanesini kisisellestirmeden hediye olarak arzu etmisler. 1995 Ocak veya Subat ayinda empati ile bana "senin hayatinla ilgili skeçleri anektotları Erkan Gürvit'e verdigini söyle, yoksa baskaları çalacak, Erkan Gürvit korunmasını saglasin" telkininde bulundu. O günlerde çok siddetli empati etkisi altindaydim. Daha hangi skeçleri hangi anektotları istediklerini bilmeden "skeçleri Erkan Gürvit teslim alsin" anlaminda bir cümle sarfettim. Sonunda olay aydinlandi. Üzerimi dinleyerek aldikları bazı skeçleri anektotları kullanmak, piyes film senaryosu yazma heveslisi Maksut Göksu imis. Ricalarını kirmamislar ve MIT görevlileri siddetli empati ile benim beynime empoze etmisler.

Maksut Göksu yasitim birisi imis. Kendisini hiç tanimadim. Ama bu olayi duyunca anlayisini yadirgadim. Bana empati ile yapılan saka "senin tükürügün bana gelmez" seklinde. Öyle bayagi lafları hiçkimse için kullanmam. Sikayet etmeyi denerim eger öldürülmeyip de Türkiye'ye dönebilirsem. Şikayet etmememi tavsiye ediyorlar. Korkutuyorlar. Pankreas zarini ve kalbini hedefleyen iksirler verilir diye. Aman Maksut Bey, hakkımdaki istihbarati kirpip kirpip piyeslere film senaryolarına eklettikten sonra, bunun için agladim diye bir de canimi mi alacaksınız.

Havsalaları, gözlem gücü yeterli olmayan bazı ayricalikli insanlara kaynak toplamak, gizli servisin görev kapsaminda mi acaba? Böyle olaylara müdahele edebilecek kadar güçlü olsaydim MIT istihbarat'ini film senaryosu, piyes için kaynak olarak kullanmak isteyenlere "hayal gücün, yetenegin yetmiyorsa yazmayiver, devletin istihbarat kurumu senin özel işletmen değil, zaten bu şekilde kaynak toplamak basin ahlakına bile uygun değil" demeyi isterdim. Herkesin bilmesinde yarar var; Istihbarat'i amacı disinda kullanmak yasaktir.

Düsünüp düsünüp olayların bu sekilde gelismesini hep yardakçi, isgüzar ama zalim ve ahlaksiz anlayisi olan yandaşlarına vermeye çalisiyorum. Erkan Gürvit'e dogru dürüst anlatsalardi, çok muhtemelen daha insancil bir yaklasim gösterebilecekti, böyle seylere tenezzül etmeyecekti herhalde. Maksut Göksunun da Erkan Gürvitin de MIT istihbarati'ni amacı disinda kullanmayi denemeyeceğini saniyordum. Ihtiyaçları olmadığı gibi babalarının adlarını kirletmeyeceklerdir diye düşündüm. Yandaşları kendileri önermis, ve ikna etmek icin gerekçelerini de uygunlastirmis olmali. Belki de begendigi kisimları bir çok insana verdirip, sonra da "bunları dinleyen gizli servis görevlileri her yere dagitmis zaten, yazılmasi biraz daha artirir o kadar” diye durumu arzetti.

Bunları, Erkan Gürvit'i iyi tanidığım için degil, MIT müstesar yardimcisi, Daire baskani olabilmiş bir insan hakkında iyimser olmak istediğim için varsaymıştım.

Not: Dün, yani 30 Mayis 2001 Çarsamba günü, her gün kendi telefonuma okudugum ifademde "ailemle yakinligi ve dostlugu olmadığını belirttigim ve aileme yönelik eylemlerinden sikayetçi oldugum" insanlar listesine Erkan Gürvit adini ilave ettim. Hergün okudugum iki sayfaya yakin ifadem, "benim adima mektup yazanların amacı beni saibeli göstermekten baska bir sey degildir" cümlesinde, araya giren gizli servis görevlileri tarafindan kesiliyordu. Dün bu cümleyi kesmediler. Erkan Gürvit'in benim adıma gösterilerek düzmece mektup yazılmasi ile bir alakasi olabilir miydi.

1992'den sonra da bana "Kürt ayrilikçi", "eylemci sosyalist" gibi iftiraları atabilmek icin çesitli mizansenlerle tehdit veya tesvik edenler Erkan Gürvit çetesine uygun görevlilerdir. Sydneydeki gizli servis görevlilerine düzmece mektup yazdirip, benim Kürt ayrilikçi oldugum iftirasini atabilmektedirler.

Nedir bu insanları bana iftira atmak zorunda birakan; Benim kesfedebildigim kadariyla, kendi büyük kavgalarında hasimlarına agir yara verdirirken ben ve ailem adina göstermeleridir. Bu durumun anlasilmamasını saglamak için olabilir bütün çabaları.

Not: Yukaridaki görüldügü üzere ben Erkan Gürvit'in ne yaptigini yavaş yavaş anlamisim. Bu notlar bir oturusta yazılmadi. Subat 2000 tarihinden beri, arada bir eklemeler düzeltmeler yaparak uzadi. Arada bir, küçük bir paragraf eklenir veya bir not düsülürdü. Iksirlenmek ve empati yüzünden herseyi bir anda hatirlayabilmem imkansizdi. Senelerden beri sersemsepelek durumda yasamimi sürdürmeye çalisiyorum. Bu sartlarda güzel yazı yazmak mümkün degil elbette.

Yazımin sonunda Erkan Gürvit'i ben ve ailem çevresinde oynayanlar arasinda en büyük sorumlulardan biri olarak degerlendirmisim. Buna ragmen baş kısımdaki iyimser yorumlarımi kesip atmadim. Olayi nasil yavaş yavaş kavradığımi göstermesi açisindan faydali bile buldum.

1972-73 yillarında ODTÜ'de ogrenci iken, hiç tanismadığımiz halde genel mekanlarda yanima yaklaşan Gülay Evreni hatirladim. Iksircilik yaparken benim adima yapılmis olarak gösterebilmek için bu numaraları yaptigini simdilerde anliyorum. O zamanlar bir anlam verememistim. Iksirlenip agir zekali oldugum durumlarda çok geç algilarım, çok geç tepki verebilirim, hatta veremem. Bu yüzden uygun bir tepki veremedim. Gayet iyi hatirliyorum; ODTÜ kütüphanesinde gazetelerin okundugu masada otururken yanima oturan Gülay Evren, basini neredeyse kulagimin arkasina kadar yaklastirdi. Şıkışık bir mekan değildi. Benim okuduğum şeyi merak etti, ona göz atıyor sanmıştım. O zamanki arkadaşı Alpaslan Bey, kendisine söylenmişti; "Niye yapıyorsun yaa bunu" diye. "Benim yerime o sordu" diye üzerinde düsünmedim. Sakın yanlış anlaşılmasın Gülay Evren ile hiç bir yakınlığım, hatta merhabam bile olmadı. [En yüksek resmi görevlilerin evlatları bile yanıbaşımda resim çektirip iksircilik vizesi mi alıyorlardı kendilerini hasımları ile iksircilik düellosunda beni payanda yapabilmek için?]

Kenan Evren'i model alarak askeri uniformali ajanları da bana karşı çikardiklarını düsüne düsüne hatirlayabildim. Izmir Kolejinde iken okulun bahçesinde askeri üniformali ve "Kenan Evren'in genç hali" modeline uygun bir adam yanıbaşında Türkçe öğretmeni Önder Aydogdu ile beraber geziniyorlardı. Tam karşımdan geliyorlardı ve üniformali adamin gözleri daha çok bendeydi. Önder Beye beni sordu. Önder Bey de "iyi bir ögrencimizdir" diye cevaplandi. Önder Bey bir ahbabina okulu gezdiriyor sanmistim. Subay kiyafetli adam, Kenan Evren model alınarak makyajla benzetilmis gizli servis görevlisi olmaliydi. Yüz hatları boyu posu çok benziyordu. Ama kendisinden çok daha gençti. O üniformali adam en fazla otuz otuzbes yaslarında gösteriyordu. O yillarda Kenan Evren 45, 50 yasları arasinda olmaliydi. Demek ki fizigi ona benzeyen ayni yasta birini degil de daha genç birini bulabildiler. Önder Aydogdu'ya "bana pasam" deme diye kiziyordu. Önder Aydogdu da "size baska nasil hitabedebilirim" diye karşılık veriyordu. Pasa oldugunu bana izah etmek üzere yapılan bir dialog olmaliydi.

Böyle mizansenler bana isaret vermek, bazı seyleri duyurmak için hazırlanirmis. Her küçük lafi inceleseymisim pek çok seyi kavrayabilecekmisim. Yolda yolakta duydugum her lafa kulak vermezdim. Duysam bile her birinden ince anlamlar çikarmak için bir neden yoktu. Basimdaki belayi bilseydim üzerinde dururdum elbette.

1994 yilinda Ankarada yol üzerinde bana Kenan Evren modeline uygunca bir insan birkaç defa çikarildi. O günlerde Kenan Evren modeline giren adam bana hakaret de etti, alay da etti. Hiç karşılık vermedim.

Erkan gürvit 1970’li senelrde sayısı 400’e yakın ailenin iksirlerini benim ve ailemin adına göstermeye önderlik etmiş. bu sayede bizim etrafımızdaki olaylar iyice karmaşık bir hal almış. Bir öylem de bu işi yapanın Erdin Günçe olduğu yolunda. (zaten ikisinin yolları 1971den sonra uygunlaşmış.)

1995 yılında Şubat ayında Sydneyde bana empati ile Kenan Evren seni öldürtecek diye uyarı yapıldı. O günlerde empatinin şiddeti beynimi tamamen esir alacak kadar yüksekti. Bir o tarafa kaçiracaklar bir bu tarafta öldürecekler diye çirpinip duruyordum.

Erkan Gürvit bize en büyük kötülükleri akıl almaz bir insafsızlıkla yapan ve bize kan davası güden Ethem Cangörü’nün esas korumacısıydı. Erkan Gürvit korumasaydı, Ethem Cangörü durdurulabilecek ve kötülüklerini yapamayacaktı.

Ethem Cangörü beni öldürtmek için 1980’li yıllarda ve 1990’li yıllarda iki kez Erkan Gürvitten izin almış. Ben ise durumdan habersiz, ekmek kavgası veriyordum. Olayları baştan sona çok iyi bilen Erkan Gürvit’in Ethem Cangörü gibi bir sapık-caniyi korumayı ve benim gibi durumdan habersiz birini öldürtmeyi kabul edebilmesi nasıl bir vicdana sahip olduğunu işaret ediyor.

Erkan Gürvit, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetçiyim.



-----------------------------------------



ERDIN GÜNÇE



Ailemi iksirlemeyi çocuk yaşlarda öğrenmiş Erdin Günçe. Ailesinden bazıları hatta babası, dedem zamanından beri ailemi iksirlemiş. Ailesinden bazıları, dedem zamanından beri aileme karşı kan davasına benzer bir “hesap sorma”, “kin gütme” duyguları beslemişler.

Beni payanda olarak kullanmayı daha fazla hakedebilmek için ben Izmir Kolejinde okurken Istanbuldan Izmire taşınmış.

Erdin Günçe beni daha fazla iksirletebilmek için ortam hazırlamaya çalıştı daima. Dargelirli insanları beni iksirlemeye memur etmeye, koşmaya çalıştı. Izmir Kolejindeki öğrencileri özellikle de dargelirli parasız yatılı öğrencileri bu işe alıştırdı. Ben Izmir Kolejinden mezun olduktan sonra bile beni birlikte okurken iksirlemeye alışan eski okuldaşlarımın aileleri yan gelir olsun diye ailemi iksirlemeyi sürdürdüler.

Uzun yillar sonra bu adamin beni ve ailemi oyuncak yapan, keyfince iksirleten, istihbarat kisvesi altinda ticari amaçla sinemacilara, tiyatroculara, romancilara kaynak hazırlamak için çesitli mizansenler ortaya atip bize eziyet eden, bizi inletip aglatan biri oldugunu çikardim. Erdin Günçe rahatsiz edici, yüzsüz, kötü ruhlu bir adamdı.

Erdin Günçe 1960-61 senelerinde Burdur’un Yuva köyunde beni iksirlediği zaman ilkokula yeni başlayan bir çocuktum. Onun iksirleri yüzünden sayı saymayı bile unuttum bir ara ve öğretmenimden epeyce azar işittim ve dayak yedim.

Erdin Günçe'yi 1968 yilinda orta ikide iken gördügümü hatirliyorum. Köydeki evimize çat kapi gelmis, kendisini yakin bir köyden ögretmen "Bozlarli Ismail Hoca" olarak tanitmisti. Babamla tanışmaya gelmisti.

Orta 2 de resim dersimize hocamizin yanisira bir veya iki defa Erdin Günçe de gelmisti. Bu suratı daha önce görmüs gibiydim. Ama önemsemedigim biriydi. Beni payanda olarak uzun yillar kullandığıni bugünlerde anlayabildigim bir baska çocuga resim yapmakta yardim ediyordu.

Ortaokul yillarımda (orta 2 yazında ve orta 3 yazında olmali) bu adami Erikli Köyünde gördügümü hatirliyorum.

1968 veya 1969 yilinda birkaç tatsiz olayda Erdin Günçe yine sahnedeydi. Bir defasinda yemekhane önünde kalabalik arasinda hiç bir neden yokken bana bir tokat atmisti, ben de "sen benim hocam degilsin" deyip uzaklasmistim.

Lisede yillarımda bir gün, Izmir-Bornova otobüs duraginda beklerken bir Gizli Servis görevlisi bana elle sarkintilik yapmisti. O esnada Erdin Günçe kenara çömelmis kıs kıs gülüyordu. Onun ahlakina göre bu olay ayiplanacak, kizilacak, müdahele edilecek bir durum degil, eglenilecek bir olay olmaliydi.

Aradan çok zaman geçmemisti. Izmir Kolejinin yemekhanesinin önünde bizzat Erdin Günçe iki eliyle bana sarkintilik yapti, yanibasinda bir yemekhane görevlisi de sakin sakin seyrediyordu. (bu adam son 6 yıldır Avustralyada benim bu zulümden kurtulmamami saglamakla görevli insanlardan biridir, Melbourne Baskonsoloslugunda görevli Namik Bey) Erdin Günce'nin yüzünde ise hinzirca, manyakca bir ifade vardi. Kaçarak uzaklastim. Erdin Günçe'yi senede 1 veya 4 defa arasinda rastlardim. Kim oldugunu çikarabilmem için uzun uzun düsünmem gerekliydi. Çikarabilseydim, sikayet etmeyi deneyecektim.

Empati, çocukluk çaglarımda Ethem Cangörü’nün bana 9 kere elle sarkıntılık yaptığını anlatıyor ben 7 tanesini hatırlayabildim, Erdin Gunçenin ise üç kere elle sarkıntılık yaptığını söylüyor ben bir tanesini hatırlayabildim. Erdin Günçenin, Ethem cangörü kadar sapık olmadığı, daha az sapık olduğu anlaşılıyor.

Lise yillarımda Erikli Köyünde Erdin Günçe'yi birkaç defa sevimsiz olayların ortasinda gördüm.

Babam dargelirli bir ilkokul ögretmeni idi. Köydeki 5, 10 dönümlük arazimizde küçük çapta tarimla ugrasarak bütçemize katkida bulunmaya çalisirdik. Erdin Günçe tarlada çalisan anamin yanina gelip sebzeleri tekmeyle yikmaya kirmaya çignemeye baslardi, bunu birkaç defa denedigi söylendi. Amacı, ajanlik görgüsüne göre anami öfkelendirip, kirli sözler arasinda bir "çikis" (yani uyari veya isaret denilebilir) vermekmis. Öfkelendirmek için mala zarar vermesi gerekmiyordu. Verdigi isareti de anlamamiz imkansizdi.

Ortaokul, Lise yillarımda köyde, ahirimizdaki 3,4 hayvana bakmaya yardimci olmak vazifelerim arasindaydi. Bir çayirliga uzunca bir urganla bagladığım hayvanları ben ayrilinca çözüp kaçmasını saglayan Erdin Günçeydi. Ve kaybolan hayvanlar yüzünden saatlerce dere tepe aramaya çikmami, hatta çaresizlik içinde aglayisimi izlemek bu adama büyük zevk veriyordu. Kimine göre bu adam bu tür sadistlikleri ticari amaçla yapiyordu. Yazarlara yazı için kaynak hazırlayarak iyi para kazaniyordu.

Bu tür sadistliklerinden babam, anam, kardeslerim hatta küçük yegenlerim bile kurtulamamis.

Burdur'lu ajanlar kendisini lüzumsuz ve sevimsiz birisi olarak görüyordu. Köy yerine göre degildi. Köylülere göre olamiyordu. Köylünün bir kis bir bahar emek verdigi tarlasindaki ürünü sebzesini hiç önemsemiyor, bir çirpida iksirleyip telef edebiliyordu. Bu zavallilara aci vermek, eziyet etmek disinda bir ise yaradığı yoktu. Buralara (Burdura) para kazanmaya geliyordu. Hem Veli Aksoylu'nun yakinları hakkındaki istihbarati yazı malzemesi olarak kullanarak, hem de onlara iksir vererek bunu deniyordu.

Bahçedeki agaçları iksirleyip kurutan, meyve vermez hale getiren, sulama havuzuna iksir döküp tarlalarımizi verimsiz hale getiren ajanlar vardi. Bu adam da bunlardan biriydi. Gerekçesi çok sadeydi; Veli Aksoylu Erikli'den tasinmali. Bir sehire yerlesmeli. Erdin Günçe'ye uygun bir sehre yerlesmeli. Dolayisiyla kendi çetesinin payandasi kalkani olmaliydi. Taa Istanbul'dan Izmir'den Burdur'un daglarına üç ayda bir göreve gelmeyi sevmiyordu. Veli Aksoylu'nun agaçları meyve vermezse, tarlasi verimsiz olursa, bakarşın tasinirdi. 1971’den sonra babamın ve anamın babası ve anamın kardeşlerinin tarlaları iyice verimsizleşti, ağaçları, üzüm asmaları meyve vermez oldu. Bahçelerimizi tarlalarımızı verimsiz hale getiren Erdin Günçe ve yandaşlarının iksirleriydi.

1969 veya 1970 yili olabilir. Köydeki evimize gelen Bozlar'li Ismail Hoca (Erdin Günçe) evimizdeki çay veya yemek ile olacak, beni iksirledi. Ben, yakinimizdaki Çamoluk Köyüne giderken bana eslik etmeyi istedi. Iksirin etkisi yolun yarisina gelmeden basgösterdi. Izdirap içinde idrar sıkıntı si çekmeye basladim. Bu durumumu gözleyen Erdin Günçe ormanin içinde kayboldu. Adamin bir zevki de insanların uygunsuz durumlarının resmini çekmek imis. Ben ormanin içinde idrar derdinde iken o da fotograf çekmis. Benim o fotografim gizli servisin ne isine yarar acaba. Ormanda genel tuvalet yoktu. Olsaydi bu çarpik ahlakli adamin fotograf makinasindan kurtulabilecektim.

Biraz daha iyiniyetli ajanlar iksirlemek zorunda kalsalar bile en az zarar verecek sekilde yapmaya çalisiyorlardi. Tuvalete, veya kullanmadığımiz bir eşyaya verdikleri bir iksirle yetinmeye çalisanlara karşılık Erdin Günçe vücudumuza bir hayli zararlı iksirleri bile vermekten kaçinmiyordu. En çok da avini örselenmeye uygun hale getirdigi için sinirleri etkileyip iradeyi iyice zayiflatan, sersemletip algilamayi konusmayi iyice yavaşlatan iksirleri vermeyi seviyordu.

Erikli'deki evimize geldigi bir gün babam iksirlendigi için iyice sersemlemis durumdaydi. Konusulanları çok geç algilayabiliyordu. Normal zamaninda 4, 5 cümle konusabildigi sürede, bir cümleyi zor toparliyabilecek durumdaydi. Erdin Günçe için bu çok eglendirici bir durumdu. Bir alay asagilayici, incitici lafi babama siraliyor, babam ya hiç anlayamiyor, ya da çok azini kavrayabiliyor ama karşılık yetistiremiyordu. Erdin Günçe çok keyifleniyor. Yeniden satasmaya basliyordu. Babamin bu adamin elinde oyuncak olusunu kahirlanarak izlemek zorundaydim. Bir yabancinin önünde uyarilarıma çok kizar azarlardi.

Köye geldigi bir gün anamin yemegini iksirlemisti, agzi yüzü sismis bir durumdaydi ve zorla konusuyordu. Erdin Günçe ve yanindaki gizli servis görevlisi bir süre alay edip çekip gitmislerdi.

1971 yilinda ben Izmir Koleji son sınıftayken, Erdin Günçe beni payanda olarak kullanmasi için Kadiköy Kolejinden birini Izmir Kolejine naklettirmisti. Onun yerine benim iksirlenmemi saglayarak çocugu kurtarmis. Yalniz onu degil, en basta kendi yakinları olmak üzere pek çok dostlarını hedefleyen iksirlemeyi bize yönelterek onları korumus. Böylece bizim üzerimize yikilan iksirleme iyice artmis. O da senede en fazla üç kez (bazı seneler hiç gelmeyerek) köye gelip bizi biraz iksirleyip biraz da örseleyip çekip gitmis.

1974 veya 75 yilinda ODTÜ'de bir gizli servis gorevlisi birkaç adim geriden alçak sesle "Sariyerli Erdin senin yanindaki her seyi ele geçirmeye çalisiyor" dedi. Birden "Bana mi söyledi acaba", "Sariyerli Erdin diye bir futbolcu yok ki etrafimda, Sariyerli Erdin de kim", "benim yanimda bir futbolcunun ilgisini çekecek ne olabilir", diye karmakarisik küçük sorular kisa bir an kafamda birbirine karisti. Bir kaç dakika sonra ders, sinav, ödev gibi daha somut ve güncel sorunlar dimagimdaki basyerlerini tutunca bu söylemi araştırıp sormadan atlamış oldum. Meger kastedilen sey hakkımdaki istihbarati ticari amaçla kullanabilmekmis. Böyle bir şeyin yasak olması gerekirken Erdin Günçe bunu senelerce sürdürmüs. Bu konuda beni alçak sesle uyarmaya çalışan gizli servis görevlisinin açiklamasi çok yetersizdi. O çerçevede bir açiklama ile durumu anlayabilmem imkansizdi. Daha gizli servis gölgesinde yasadığımdan habersizldim.

ODTÜ'de okudugum yillarda Erdin Günçe benim Izmirde okumami saglamak istedi. Bunun için bir yandan Ankarada basarisiz olmami, huzursuz olmami saglarken bir yandan bana söven, hakaret eden yandasları "sen Izmirde oku, Ankarada okuyamayacaksın" tavsiyesini yapmaya çalisti. Bunlardan biri ODTÜ Kayit Kabul görevlisi Namik Bey idi (simdiki Melbourne Konsoloslugundaki vatandaşlık islerine bakan Namik). Nedenini çok sonra anlayabildim. Erdin Günçe Izmirde, bazı insanlara, iksircilik yaparken benim adima gösterme kolayligini saglamisti. Bu cürümü senelerce sürdürmüstü. Cürüm ortaklarının sayisinin artmasi kolayina gelmisti. Ortaklarıyla beraber beni Izmirde tutmak işine geliyordu.

1973 yilinda Eymir Gölünde, ODTÜ'nün bayraminda çevremde toplanan simaları derhal hatirliyamadim. Sonradan çikarabildim. Bunlardan biri Erdin Günçe digeri daha lisede okuyan Füsun Candanerdi. Sonradan Namık, Süleyman Şaşa, Salih de vardılar) 1988 yılında benim pesimden Avustralya'ya gelen bazı gizli servis görevlileri 73 yilinda Eymir Gölünde çevremi kusatan insanların bir kismiydi. Bu insanların yerleri Sydney ve Melbourne oldu ve bana çok aci günler yasattilar. Çok komik durumlara düsürdüler.



Erdin Günçe her firsatta benim üzerimden yazı için kaynak toplama sevdasindaymis. Ben bu durumdan habersiz iken, 1980 yilinda onun agabeyi Ergin Günçe ile tanismak talihsizligine ugradim. (O yillarda Erdin Günçe'yi gerçek adiyla degil takma adları ile hatirlayabilirdim. Ama Ergin Günçe'nin kardesi oldugunu anliyabilmem için 1998 senesi Mart ayini beklemem gerekecekti.) Boş olan bir dairesini kiralamak için gittigimde Ergin Günçe yakinlik gösterdi. Evini tutmamakla beraber apartman komşusu olduk. Baslangiçta beni göklere çikarmayi sevdi. Sonra da yere çaldi. (Bu görgü galiba iki kardes arasindaki ortak özellikti). Bana çok iyi is verdirecegini söylemesi olumlu bir hava yaratti. Ancak bu yakinlasma havasi birbuçuk ay sürdü. Adamin agzini yok yere bozan biri oldugunu gözlemledim.

Ergin Günçe'nin hanimi, bir gün esi için "senin hayatini yazıyor" demisti. Saskinlikla "neyi biliyor ki yazacak" anlaminda bir söz sarfettim. Onlara hiç bir sey anlatmamis sayilirdim. Yatılı okulda 7 sene birlikte okudugum çocuklara bile aile fertlerim hatta kendim hakkında konusmamaya çalisirdim. Ergin Günçe'nin ve ailesinin yanibasinda çok az bulundum. Ve hep dinleyici oldum, soru soran oldum. Kendim yakinlarım ve ailem hakkında ona ve ailesine hemen hemen hiçbirşey anlatmamiş sayilirdim. O yillarda, kendisinin benim hakkımda yazacak bir seyi olduguna inanmadim. Hatta hanimina "neyi yazacak ki" diye bir soru yöneltmistim. Beni sorgulamaya çalisirsa yazmak niyeti olduguna ikna olabilecektim ve o zaman da bilgi vermeyecektim. Ergin Günçe'nin hakkımdaki MIT istihbaratini, eserlere kaynak olarak kullandığıni hatta bizzat film senaryosu modeline uygun MIT raporu yazdığını son iki yıldır çikarmaya baslayinca şaşkına döndüm ve kahroldum.

Son dört yıla kadar Erdin Günçe'nin benim ve yakinlarım hakkında istihbarati parça parça romanlara, piyeslere film senaryolarına kaynak hazırladığıni hiç bilmiyordum. Son yillarda bunları ögrenince Ergin Günçe'nin bana yaklasmasının bir tuzak oldugunu anladim. Hakkımdaki istihbarattan kitaplara, filmlere, oyunlara kaynak hazırlarken bunları bizzat benden aldığıni söyleyebilmesi gerekiyordu. Bunu yapabilmenin bir yolu da bana yakin oldugunu gösterebilmekti. Bu durumu idrak etmedigim halde bambaska nedenler yüzünden ondan uzak durmayi seçmeye çalistim. Komsu oldugumuz yillarda Ergin Gunceyi ve ailesini uzak tutmak icin bir hayli gucluk cektim. Yolda yolakta görmezlikten gelmek, selamini almamak yetmiyordu. Onu yakınimdan uzaklaştırmak için ağız dalaşı yapmak gerekiyordu. Bunu hiç denemedim. Bereket durumu izleyen Mehmet Eymür kendisini uyarmış ve “adamı yolda yolakta hırpalamana sataşmana lüzum yok, ses vermeden yolunda bekle bakalım, seninle konuşmak girişiminde bulunacak mı, selam verecek mi, hatta yüzüne bile bakacak mı” diye ikazda bulunmuş. Ergin Günçe mahallemizin sade tenha sokaklarında üç kez yolumda bekledi, selam vermeden yüzüne bile bakmadan geçip gittim. Ergin Günçenin mahallemiz sokaklarında saldırgan ve münasebetsiz çıkışlarından bu ikaz sayesinde kurtulabildim. Aynı denemeyi diğer aile bireylerine, hanımına ve oğluna da yaptırdılar. Onlardan da aynı yöntemle kurtulabildim.

1983, 1984 yillarında evde birlikte oturdugum çok güvenilir ve ketum bir insana kendimi anlatmaya çalistim. Hayatimdaki trajikomik olayları hicivlerle süsleyerek anlattim. Bu bereketli sofrayi Erdin Günçe hiç kaçirmamış ve agabeyinin ve agabeyinin ailesinin yanindan aldığıni söyleyerek tiyatroculara satmis. Halbuki ben ev arkadasima anlatirken evde bir üçüncü kimse yoktu. Ayrica o sahsin duydukları hakkında detayli bir açiklamayi hiçkimseye yapmadığını iyi biliyorum. Onun kendisi disinda] hiçkimseden alınmasi mümkün gözükmüyordu. Seneler sonra o sohbetlerin MIT'in istihbaratindan dinlenmis ve birçok sahsiyete dinletilmis veya kasetlerle kopyaları verilmis oldugu kanaatine vardim.

Hemen belirtmekte yarar var; MIT'in dinleme imkanlarıyla dinlenen hersey istihbarat kapsamindadir.

94 yilinda, hayatimin ilginç bölümlerinin yolda yolakta bazı gizli servis görevlilerinin agzina düsmüs oldugunu farkedince, bu durumu degersiz buldugumu, gizli servisin böyle konularda hassas olmasi gerektigini, vatandasin özel konusmalarının (özel hayatinin diye genellestirelim) gizli servisçiler tarafindan eglencelik olarak kullanilmamasi gerektigini söyledim. Bu anlamdaki sözlerim bir araya gelince Erdin Günçe güç duruma düsmüs. Benim akil hastasi ve ajan oldugum varsayilarak kurtarilmislar. 95 Ocak ayinda ben Avustralya'ya dönünce, o da ortakları (cetesi) tarafindan pesimden gönderilmis. Madem "bu adami ve ailesini payanda olarak kullandin, haklarındaki istihbarati rapor diye yazıp roman, piyes, hikaye, film senaryosu yazarlarına satip parasini cebine koydun, adami cekip cevir de şikayet edemeyecek, hakkını arayamayacak duruma düşsün" denilmis. O da konumunu düzeltmek ve ancak kendi soylemlerine disina cikamamam kaydiyla kurtulabilmemi, aksi takdirde kurtulmamami saglamak amacıyla pesime takilmis. "Ibrahim Aksoylu, Erdin Günçe ve ortaklarının isledikleri kabahatlarını affetmek zorunda birakilmadan kurtulmamali" tezini savunan çetesiyle birlikte benim kurtulmayip oyalanmami saglamislar. Bir yandan da düşüncelerimi empati ile etkileyip kendilerine uygun ifade verdirmeye çalismislar.

Ardından 22 Ocak 1995 ten itbaren Avustralya'da çok şiddetli bir empati etkisi altında kaldım. Başımın içinde 2, 3 kişi birden ses veriyor ve zaman zaman düsünme yetenegimi neredeyse yok edebiliyordu. Geceleri empati ile vücudumun degisik yerlerine kasinti sizi aci hissi verip eziyet ediyorlardi. Yatakta devamli kivranip durarak geçiyordu gecelerim. 5 ay kadar empati ile yüksek sesle basimin içinde bir bazen iki veya üç kisi birden agir hakaretler ederek bagirdi durdu. Bu hakaretleri kulakları tikayarak önlemek mümkün degildi. Bu yontemle hedefledikleri insanları çildirtabilirlermis. Bu kadar agir bir cezayi niye veriyorlardi. Bunu hala anlayabilmis degilim.

Bütün bunlar olup biterken çevremde gözcü olarak Erdin Günçe ve dava arkadasları vardi. Ve olayları büyük ölçüde kontrol altinda tutuyor kendi arzuladikları sekilde yönlendiriyorlardi.

Beni yabanci gizli servise kaçirtmaya çalismalarının nedenini çok sonra anliyabildim. Hakkımızdaki istihbarati tiyatroculara, sinemacilara, romancilara satip para kazanmislardi. Bu yasakti. Yaptiklarını mesrulastirmak için, beni ajan kabul edip yabanci gizli servise kaçiyor göstermek istemislerdi. Yabanci gizli servise kaçmaya çalisan bir Türk ajaninin herseyine el koymak yasal sayilabilirdi.

"Takip ettigim adamin yanindan böyle seyleri alirim" diye kendilerini savunan bazı Gizli Servis gurupları, ailem ve benim hakkımızdaki istihbaratı eserlere kaynak yapmak veya kaynak hazırlamada kullanabilmek için yarışıyorlardı. Ve yaptiklarını mesrulastirmak için çirkin tertiplere girisiyorlardi. Durumu gayet iyi kavrayan birçok gizli servis görevlisi her nedense onları durduramiyordu. (bu yorumu çok eskiden yapmıştım. Empati, asıl nedenin aileme karşı işledikleri iffetle ilgili cürümler olduğunu söylüyor.)

1995 Subat ayi olmali Erdin Günçe benim karşıma çikarilmis ama farketmemisim. Farketseydim de uzak duracaktim. Daha sonra Erdin Günçe makyajla agabeyi kiligina girip önüme çikarildi. Onu da görmezlikten gelecektim. Ben agabeylerinden uzak durmayi seçeli uzun yillar olmustu. Onlarla ilgili birbuçuk aylik yakinlasma çabalarım çok tatsız bir ani olarak mazide kalmıştı.

1995 Ocak veya Subat ayinda empati ile bana "seni dinleyerek ele geçirilen skeçleri seni öldürmek isteyen ajanlar sahiplenecek, skeçleri Erkan Gurvit'e verdigini söyle, o korusun" denildi. O günlerde empatinin esiri durumundaydim. Erkan Gürvit'i görmüslügüm vardi, ama hiçbir yakinligim yoktu. Empatinin etkisiyle istenileni söyledim. Simdi söylediklerimin saçmaligini anliyorum. Bunu söyletmek isteyen Erkan Gürvitin yandaşlarından o skeçleri/ anektotları elde edip kendi eserlerinde kullanan yazarlara, tiyatroculara, film senaristlerine yardımcı olmak isteyenler olmalıydı. Zira Erdin Günçe ile yakinligim olmadığı ortaya çikmisti. Benim hakkımdaki istihbarattan elde edilen bazı bölümler paylasilamiyordu. Benim adindan dolayi güvenmek isteyecegim Erkan Gürvit adi böylece ortaya atildi. Empati Erkan Gürviti çoğu zaman methediyor, bana ve aileme karşı en uygun, en iyiliksever, en iyi niyetli ajanın o oldugunu işaret ediyordu.

"Takip ettigim adamin yanindan böyle seyleri alirim" diye kendilerini savunan Gizli Servis görevlilerine bence MIT uygun yaptirimları uygulamalidir. Bize verdikleri maddi ve manevi zararları telafi etmeleri saglanmalidir. Ben çocuk yaslarımdan itibaren, kitap (roman, hikaye) yazmayı istediğimi ve denediğimi dile getirmistim. Erdin Günçe benim yazdığım seylerin hepsini MIT'in dinleme imkanlarıyla çalmis. Hepsini tiyatroculara film yapimcilarına satmis. Bazı güçlü korumacilarının korumasi ve bazı müsterilerinin destegiyle 37 yıldır bu kabahati islemis durmus. Nuri Gündeş'in çetesinde bu cürümü işlemeyi seven, istihbarat dosyalarından, kayitlarından sinemacilara, tiyatroculara, romancilara hikayecilere kaynak hazırlayan ajanlar bulunurmuş.

1994 senesinde Ankarada, bana 1993 senesinde yapılan agir eziyetli mizansenleri anlayamadığımı söyleyince, Ankarada gizli servis görevlilerince yol ortasinda "Iyi bir hikaye iyi para kazandirir" diye uyarilmistim. Sonunda isi anliyabildim. Erdin Günçe çetesi 1992, 1993 yillarında gecirdigim acili gunleri yazdığım “yukarda kisa bir ozetini verdigim” hikayemi caldi. Mektuplarımi ve bazı telefon sohbetlerimi da ekleyip zenginlestirdi. Ve onu satip iyi para kazanmayi planliyordu. MIT'in bunu men etmesi gerekirdi.

Erdin Günçe çetesi, ticari amaçla yazı için kaynak toplamak amacıyla veya kendi söylemlerine uygun sözler sarfetmemi saglamak amacıyla Avustralya'da benimle kedinin fare ile oynadığı gibi oynayip eziyet edebilmisler. Sadistlik filan degilmis yaptikları, Erdin Günçe'nin film senaryosu projeleri için kaynak hazırlamayi denemek imis. Bu oyunun önemli aktörleri gizli servis görevlileri olup gerisi de yerel "amatör sadistler" arasindan saglanmis.

Baslangiçta 1995 yilinda kendilerine uygun olabilseymisim 80'li yillarda oldugu gibi "sürünerek" yasamayi sürdürebilecekmisim. Ama basimdaki olayin içyüzünü hiç bir zaman anlayamayacak durumda olmami saglamaya özen göstereceklerdi.

1995 yilinda empati ile benden bir piyes ve piyeste kullanilmaya uygun özlü sözdizimleri, siirler alındi. Konu zaten özyasamimdi, ve taa ortaokul çaglarımdan beri işledigim, gelistirdigim, yazdığım seylerdi. Yani benim yazdıklarımı, işlediklerimi elegeçirdi. Erdin Günce bunları MIT'in elektronik imkanlarıyla (empati vs) dinledi, üstüne ortaokul ve lise caglarımda besteledigim sarkilarımi da ekleyerek MIT raporu halinde dosyaladi. Bunun gercek oldugunu MIT görevlileri inceleyip cikarabilecektir.

(Ben hikaye, roman, piyes yazmaya taa ortaokul çağlarımda başlamıştım. Hatta bunu birkaç defa söylemiştim. O yıllarda alay konusu olurdu böyle şeyler. Ama Gizli Servis hayatım boyu yirmi defaya yakın yazmayı denediğim şeyler olduğunu söylediğimi tesbit etmiş olmalıdır.)

Bir rivayete gore kızı Evrim Günçe'nin yazdığını iddia etmiş. Benim bir genel mekanda oturduğum sırada yanıbaşıma kızını oturtup fotoğraf çektirmiş. Böylece benim üzerimden kaynak elegeçirmesini meşrulaştırmış. Gizli servis kaidelerine gore yanibasimda iki dakika oturmasi bile aramizda yakinlik oldugunun kaniti sayilabilirmis.

Olayin bu yönünü kavramaya basladığımda, yerim Avustralya idi ve yediklerim, giydiklerim, barındığım mekan kapı tokmağından aynalara duvarlara varana dek iksirleniyordu. Öncelikle çözmek zorunda oldugum sorun iksirlemenin durdurulmasi idi. Bu sorunu çözmeye az imkan ayirabildim.

1995 veya 1996 olmaliydi. Sydneyde empati vasitasiyla sehrin ortasindaki centrepoint dolaylarındaki yaya trafigine ayrilmis bölgede bir banka oturmam tavsiye edildi. Olumlu bir gelisme olur mu ümidiyle bu tavsiyeye uydum. O sirada ayni yerde yanibasimda oturan genç bayanin kim oldugu hiç önemli degildi. Orada yarim saate yakin oturdum. Bana faydali olabilecek hiç bir etkinlik algilayamadim.

1996 yilinda empati bana Evrim Günçeyi bulursam beni kurtaracagini söyledi. SBS radyosunda bu ismi duyuyordum ama eskalini hiç bilmiyordum. SBS radyosuna telefon ettim. Benim telefon numarami aldilar. Daha sonraki günlerde Erdin Günçe telefon etti. Bir toplantiya, yürüyüse davet etti (irticaya karşı Atatürke saygi gibi bir yürüyüstü galiba) Ben katilamadim. Daha sonraki günlerde Erdin Günçe üzerine kafa yordum. Geçmise dönüp bu adami hatirlamaya çalistim. Burnuma tertip kokusu geldi. 1998 baharinda Sydney'de Erdin Günçe'nin kabare showuna gittim. Kendisi beni görünce "tanisiyoruz degil mi" dedi. "Telefonda konustuk" dedim. Kabare showunun ilk yarisinda adami izleyince, kendisini hatirlamaya basladim. Bu adam bize kendini “Bozlarli Ismail Hoca” diye tanitan adamdi. Sahnenin arka kısmında bir süre, benim çok eski bir bayan arkadasimin tavrini model alarak oturan bayan, sehrin ortasinda yanibasimda oturan genç bayanin aynisiydi. Babasi Erdin Günçe, sahnede oyuncuları tanitirken adinin Evrim Günçe oldugunu ögrenmis oldum. Ikinci yarıyı izlemeden ayrıldım. Erdin Günçe ile Avustralya'daki iliskim bundan ibarettir.

(Empati kabarenin ilk yarısında sahnede Erdin günce ile bir adamının (o da Erdin Günçenin 21 senedir birlikte çalıştığı bir Gizli Servis görevlisi) yaptığı ikili konuşmaların (dialogların) 70, 71, 72 senelerinde Izmir Kolejinde öğrenci olduğumuzda okuldaşlarımın yatakhane sohbetlerinden alıntılarla dolu olduğunu hatırlamama yardımcı oldu. Bu da gösteriyor ki, Erdin Günçe Gizli Servis’teki dinleme imkanlarını ticari amaçla kulllanıyor ve bunu yapmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Dinlediklerinin bir damlasını bile telef etmiyor )

Daha sonra kafama şu sorular takildi. Neden sehrin ortasina oturmam istendi. Neden o sirada Evrim Günçe yanibasima sokularak oturtuldu. Tam çikaramadığım gizli servis görgüsüne göre, benimle ilgili bir seyler tertipleniyordu ve ben ne yapılmaya çalisildığıni anliyamiyordum.

1995 1996 yillarında can derdindeydim. Benden empati ile alınan piyes ve şiirler vs üzerine eğilemedim. 1997 yilinda empati bir gece (geceleri uyutmazlar cogu zaman abuk sabuk, bazan anlamli sorular sorarlar) bu piyesi bölüm bölüm hatirlattilar. Yapılani benimsemedigimi, bana gore bu piyesi benden çalan zat benim karşıma geçip beraber yazmayi teklif edemeyecek birisiydi, zaten kim teklif ederse etsin kabul etmeyecegimi de biliyordu. Empati ile çaldiklarını karşılıklı söyleserek bile ati. Bunları bildigi için gizli servisin elektronik istihbarat imkanlarını kullanmayi seçti. Bu görüslerimi empati ile benimle konusana soyledim. Bir ara "biz almasaydik başkaları alacaktı" diye kendilerini savundular. "siz daha yaman hirsizmissınız" diye cevapladim. Bunu yapanin adi bir soyguncu oldugunu, serefsiz oldugunu konusmaciya söyledim. Cevabi çok sert verdiler. Bir iki gün içinde öyle bir iksirlediler ki zihnim çok yavaşladi, konusmam bile çok agirlasti. Bir ay kadar uyusuk ve geri zekali oldum. Sonra yavaş yavaş düzelmeye çalistim. Bu iksiri verdirenin Erdin Günçe oldugu isareti verildi. Onlara ters gelecek seyler düsünmek aklindan bile geçse cezasi agir oluyordu. Soyguncu, soyguna itiraz etti diye kurbanını beyninden yaralamayı uygun buluyordu.

Gizli servis görevlilerinin ben ve ailem hakkında topladikları istihbaratin, roman, piyes, hikaye, ve her türlü yazı için kaynak hazırlamada kullanilmamasi için gizli servislerin gerekli önlemleri almaları beklenirdi. Bu kabahati isleyenler hakkında islem yapmaları, ayrica magdur durumda olan benim ve yakinlarımin haklarını korumak konusunda yardimci olmaları yasal görevleri arasinda olmaliydi, en azından bunu yapmak için ahlaki bir sorumluluk duymaları gerekirdi.

Son gelisimde Atatürk havalimaninda, Avustralya'ya dönmemden Erdin Günçe'nin çok mutlu olduguna dair isaret aldim. Avustralya'da düzmece mektuplar yazdirip benim adima yazılmis olarak gösterdigi ve bazı sikayetlerimin geçersiz olmasi için çaba sarfetigini anliyorum. 2000 Kasimindan bu yana beni iksirlemeyi artirdi. Artik beni geri zekali yapmak amacıyla iksir verdiriyor. Bu adam mı yazmış bunları, adamın beyni çalışmıyor ki, kafasız bir adamın işi olabilir mi bunlar? Ileride böyle söylemlerle savlarını güçlendirebilecekti.

Erdin Günce'nin asil zarari bizi savunmasiz bir hedef tahtasi durumuna düsürmekti. Bize yakin olabilecek insanları çevremizden uzaklastirmak, bizi tecrit etmek bu adamin taktigiydi. Erikli Köyünde, Burdurda, Izmir Kolejinde, Sydneyde insanları çevremizden uzaklastirarak, kurtarmak ya da yardimci olmak isteyenleri etkisiz hale getirmeyi ustalikla basardi. "Siz karismayin basınıza olmadik isler gelebilir sizi koruyamayiz, biz bunların durumunu uygunlastiriyoruz" diyerek ilgilenebilecek insanları yaniltmakta çok basariliydi.

Bir söyleme göre Erdin Günçe'nin tavsiyesi veya yardimci olmasi sayesinde pek çok güçlü ve önemli insan bizim adimiza bilmedigimiz insanlara iksir vermeye basladi. Erdin Günçe ve dava arkadasları bizi payanda ve kalkan olarak güçlü ve önemli insanlara hediye ederken onların dostlugunu ve destegini kendine saglamış oldu.

2000 ve 2001 yilarında, Erdin Günçe bu badireden hiç kurtulmamam için çaba sarfetti. Onun yandaşlarına göre farkli bir çikis yolum var; Hakkımızdaki istihbarati para kazanmak icin kullanmasını hosgörmem." Bir baska seçenek de bunca sene "kalkan ve payanda" olarak kullandiktan sonra artik durumu anladığıma göre "kılıç ve payanda" olarak kullanabilmesi kosuluyla kurtulmama izin verebilirmis. Eğer onun istedigi bir çözüme uygun davranirsam, hakkımızdaki istihbarati kullanarak piyes, roman, film senaryosu (vs yazı turleri) için kaynak hazırlayip yazarlara satarak kazandığı paranin birazini da bana ikramiye olarak filan ödeyebilirmis. Aklibasinda bir insanin bu teklifi hakaret sayacagini bilmeyecek kadar saf degildi. Fakirlik yüzünden basimizin egilecegini ümit ediyor olmalıydı.

Ben 2000 Martinda Melbourne yerlesince Erdin Gunce cetesi adamlarını kamufle ettikleri kurumun subesini Melbourne'da kurdular. Daha sonraki günlerde benim hiçbir is görememem, konusamam, yazamamam için zihinsel ve bedensel kabiliyetlerimi düsürecek iksirleri verdiriyorlar.

Erdin Günce, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan sikayetçiyim.

NOT: 1970'li yillarda Erdin Gunce Izmirde iken bir liseli kiza basindan gecen ozel olayları ayrintili olarak bildigini ve yaygınlaştırabileceğini işaret ederek santaj yoluyla seks teklifinde bulunmustur.

1970'li yilarda Izmir Kolejinde beni kurtarmak isteyen bir ogrencinin zekasini epeyce agirlastirmistir. O ögrenci dönem arkadasları arasinda okul birincisi, hatta ülke çapinda bir sinavda Turkiye ikincisi olabilecek kadar akilliydi.

Erdin Günçe bana çocuklugumdan beri nedense çok sevimsiz gelirdi. Benimle yakin iliski kuramayinca, ortaokul çagindaki ablami okula götüren otobüsün söförü olmayi basarmis. 600 kmyi asan yol oyunca çocuklarla yakinlik gelistirmis. O günlerden bu yana hasimlarını iksirlerken ablam adina yapılmis olarak göstermeyi basarmis. Erdin Günçe hasimlarıyla giristigi boy küçültme düellosunda karşı tarafa iksir verdirirken ablam ve ailesi adina göstermeyi bilmis. Cevabi ablam alınca boyu 4 cm kadar kisalmis. Uzun yillar sonra bile ablamla olan dostluklarını tazelemek için "senin adina iksir verdiriyorum" diyebilmek için karisi ile beraber Istanbuldan Burdur"a gelmeyi sürdürmüş. Ablama ailesine hos görünmek için agiz yapmaya, önceden kurgulanmis oyunlarını oynamislar.

Erikli Koyundeki tarlamizda anama babama tekme atmak, anami kolundan tutup yere savurmak da dosyasinda bulunur.

Erdin Gunce hasimlarının zekasini dusurmek amacıyla iksir verdirirken ben ve ailem adina verdirmis. Erdin Guncenin verdirdigi iksirlerin karşılığını alan ablamın, anamin, babamin, sağlıkları zekaları geriletilmiş. Ailem Erdin Guncenin cirkin ahlaki yuzunden agir yara alip durmus.

Erdin Gunce pekcok insan icin iksir verdirirken ben ve ailem adina göstermeyi bilmiş. Bunlardan bir kısmı benimle hicbir iliskisi bile olmamış veya bana hakaret etmeyi denemis insanlardir.

2001 subat ayinda kizi Evrim Gunce'nin benzerini evime kadar gonderdi. Kapiyi actigimda yerdeki uyku tulumunu gormus oldu. Ertesi gun evin o bolgesi iksirlenmisti. O gunden beri evin zeminin yarisi iksirli kaldı. Süpermarketlerdeki deterjanlar ile temizleyemedim.

Gün icinde 07:00 21:30 arasi disarda olmazsam, Erdin Gunce yerime birini konusturarak basima olmadik isler acmayi surduruyor ve benim ve ailemin iksirlenmesine neden oluyor. Bunu cok gec anladim. Illa ki kendi yakinları yerine benim iksirlenmemi saglamak istiyor. Istedigim kadar durumu internet sayfamda aciklayayim, hergun kendi cep telefonuma okudugum ifademde bu insanlarla yakinligim olmadığını belirteyim farketmiyor. Bir iki saat evden gec cikayim yerime birini konusturup kendileri yerine benim ve ailemin iksirlenmemizi sagliyorlar.

Erdin Günçe’nin yerime konusturdugu insanlar, Gizli Servis imkanlarıyla dinleyerek hazırladığı kaynakların, karşılıklı soylesi yoluyla alındığıni soyletiyormus. Halbuki kendisi topladıklarını istihbaratçı olarak toplamıştır ve istihbarat imknalarıyla toplamıstır. Aldiklarını gizli servis istihbaratindan almistir. Bu da MIT’e göre yasak kapsamındadır.

Erdin Günçe 1995 Ocak ayinda benimle beraber ayni gün Istanbuldan Sydneye geldi. Basima bela olmasi, benim kurtulmamami saglamasi icin görevlendirilmis. Benim gizli servis kiskacindan kurtulmamam onun uygun oldugu insanlar için gerekliydi. Insanlara beni kurtaranin kendisi oldugu yalanini pervasizca söyleyebiliyormus.

Not: Bugün 20 Ocak 2001. Erdin Günçenin, ben ve ailem hakkındaki istihbarattan hazırladığı raporların Yilmaz Karakoyunluya iletilmesini sagladığınin isaretini aldim. Bu raporların bir oyun yazmada kaynak olmasi için hazırlandığı bellidir. Devlet Bakani görevi dolayisiyla hakimdaki MIT raporlarını inceleme yetkisi olamamasi beklenen Yilmaz Karakoyunlu'nun da konuyla istihbarat amacıyla ilgilenmeyecegi ortadadir. Buna ragmen yine de raporları istemesi manidardir. Raporlar, Başbakanlik müstesari Ahmet Sagar tarafindan Yilmaz Karakoyunluya göndertildigine dair isaret aldim. Halbuki o raporları Yilmaz Karakoyunlu konumundaki sahislara göndermek yasaktir.

Isin ilginç yani bu raporların Erdin Günçe tarafindan bir piyes yazıminda kaynak yapmak amacıyla hazırlanmasıdir. Yilmaz Karakoyunlu'unun da ayni amaçla bu raporları üç yıldır istedigi biliniyor. Bu durumu önlemek için resmi makamlara buna izin vermediğimi bildirdim. Erdin Günçe bu engeli asmak için yakin iliski kurdugu Ahmet Sagar'in gücünü kullanmayi bilmis olabilir. Ahmet Sagar bu raporları Senkal Atasagun'dan istemis olmali. Halbuki Ahmet Sagar ve Yilmaz Karakoyunlu'nun yaptikları resmi bir islem olmayabilir. Kendilerinden sikayetçiyim.

Eger Yilmaz Karakoyunlu bu raporları resmi yoldan elde ederse, ben de yasal haklarımizi korumak için yasal yollara basvuracagim. Hakkımızdaki istihbarati oyun, film senaryosu, roman, hikaye yazmada kaynak olarak kullananlara karşı yasal haklarımizi korumak amacıyla yasalar karşısinda ne gerekiyorsa yapmak amacındayim.

Ibrahim Aksoylu :Hakkımdaki istihbarat raporlarını okuman yasak.

Yilmaz Karakoyunlu: Sen vermedin, Ahmet Sagar verdi.

Ibrahim Aksoylu : Onun görev kapsaminda midir size bu raporu verdirmek.

Yilmaz Karakoyunlu: Koskoca Başbakanlık müsteşarı istedi mi verir. Bir telefon etse Senkal ona gönderir. Ahmet, Senkal'in amiri olur.

Erdin Günçe: Ahmet Beyin bürosu benim agabeylerime göredir. Agabeylerim istedi mi Ahmet Bey o raporu Yilmaz Bey'e de verebilir. Sen karisamazsin.

Ibrahim Aksoylu: Kim senin agabeylerin.

Erdin Günçe: Ben bir tanesini söyleyeyim, Erkan Gürvit degil ona göre.

Ibrahim Aksoylu: Ahmet Bey'in yaptiginin da yasak olmasi gerekir.

Yilmaz Karakoyunlu: Ahmet bizim adamimiz. Kime verdirmeyecekmis, bana mi?

Ibrahim Aksoylu:Bu kadari ayip. Yazı için kaynak yapmak amacıyla aldirdığınizi herkes biliyor.

Yilmaz Karakoyunlu: Kim nerden görecek. Ben biraz bakayim söyle güzelce kopyalayayim bana yeter, sen de o zamana kadar itirazini yapma istersen.

Ibrahim Aksoylu:Bir gün bu dosyalar açilir, adiniz kirlenir.

Yilmaz Karakoyunlu: Sil gözlerinin yaşını ben seni iyi göstereceğim kitabımda, ben büyük yazarım. Sen piyes şiir filan yazmadın ha. Ben yazacağım. Bir kaç işe yarar söz bile çıkarsam gene faydalı.

Erdin Günçe: Ulan, ne güzel aglayip duruyordun, tam bize göreydi, yazmayalım da ne yapalım.

Ibrahim Aksoylu: Istihbarati piyes, film senaryosu, roman yazmak amacıyla kullanmak yasalara göre yasaktir. Yasalara uymuyorsunuz.

Yilmaz Karakoyunlu: Yasaları benim gibiler yapar, senin gibiler degil.

Ibrahim Aksoylu: TBMM'nin yaptigi yasaları bilerek ve önceden karar vererek çigneyen birisi olarak, TBMM üyesi olmaya layik degilsiniz.

Yilmaz Karakoyunlu: Yasal hakkın varsa durma al.

Ibrahim Aksoylu: Siz resmi islem yaptirarak, yani tezkeresini hazırlayip isteyin, ben yasal yollardan hakkımi almak için girisimde bulunacagim. Resmi olmayan yollardan, yani el altindan almissınız. Usulsüzlük yapmissınız. Hakkımdaki MIT raporları gizlilik kapsamindadir. Yilmaz Karakoyunlu konumundaki insanların o raporlara ulasmasi yasak kapsamindadir.

MIT yetkililerine Yilmaz Karakoyunlu hakkında ihbarda bulunuyorum.

Eger Yilmaz Karakoyunlu ve Ahmet Sagar'in yaptikları bir batı ülkesinde olsaydi, büyük yanki yapar ve kendilerinin işlerine son verilirdi. Kamuoyu önünde azarlanirlar, itibarları iyice düşürülürdü. Siyasi hayatları da sona ererdi.



Not:31 ocak 2002 Son yirmi gündür Erdin Günçenin yerime adam konusturarak bozdugu dünyamı düzeltmeye çalısıyorum. Son iki gündür üzerime örtecek bir sey bırakmadılar, uyku tulumum kalmadı yatacak. Nereye gitsem Erdin Günce ve Füsun Candanere uygun yapılmış. Yerime adam konuşturanlar gene onlar da o yüzden. Defterime kendi söylemlerimi yazarak durdurmayı denedim, sökmedi.



Not: 2 Mart 2002 Cumartesi- Erdin Günçe'nin bir özelligi de kuru sıkı palavra atmaktaki pervasızlığıdır. Sydneydeki Dünya gazetesinde yazdıgı bir yazıda agabeyi Ergin Günçeyi methediyor, yere göge sıgdıramıyordu. Ona göre agabeyi Ergin Günçe, Ekonomi ile Matematigin, Edebiyat ile Felsefenin birlestigi yerde bir bilim adamı imis. ODTÜ'de kendisini yakindan taniyanlar gülüp geçerler bu palavraya. Matematiğe ilgisi hiç yoktu. Bilgisi de çok azdi. Ergin Günçenin matematik bilgisi ODTÜ Elektrik Mühendisligi birinci sınıf ögrencisinin bildigi matematigin yaninda zayif kalırdı. (onu tanidığım yillarda bir sene ben ODTU Matematikte master ogrencisi ve asistan bile oldum. Matematikle ilgisinin ne oldugunu anlayabilecek durumdaydim) Övünmeyi çok seven kendisi bile, Matematigi ile hiç övünmezdi. Hatta lisede iken fen derslerinin iyi olmadığını, bu yüzden gençliginde bir üniversitenin giris sinavi için bir okuldaşından Matematik ve Fizikten kopye almak için anlastigini, fakat arkadaşının sözünde durmadığından alcak sesle kısaca yakınmıştı.

Ekonomi konusunda ise ODTÜ ekonomi bölümünün o yillardaki ögrencileri ve ögretim üyelerine göre, bölümün en zayif ikinci ögretim üyesi idi. Erdin Günçenin yazdığı gibi profösör degil, doçent idi. Hiç profosör olamamisti. Bölüme işe başvurdugunda, ODTÜ'de öğretim üyeligine kabul edilmeyecekti. Bölümdeki akademik kurula göre yeterli sayılmayabilirdi. “Akademik olmayan, ama hayır denilmesi mümkün olmayan bir yer”den, "emir kipi"nde bir ikaz gelince işe alındı. (Ne garip, o yıllarda ekonomi bölümünün “en zayıf birinci hocası”nın da aynı "hayır denilmesi mümkün olmayan yer"den gelen emir kipindeki ikazla işe alındığı yolunda duyumlar var. Nedense böyleleri daha çok akademik olmayan öteki işleri yapıyorlardı ODTÜ’de. )

Felsefe konusunda methini hiç duymadim. Günlük yasantisindaki davranisları felsefesini yansitiyorsa eger, felsefesi "işini kilifina uydurmak ve ağzına geleni söylemek" diye özetlenebilir. Mahallede oturan bir felsefe profösörü ile giristikleri bir sohbette, felsefede zayif kaldığı için Ergin Günçenin konusu olan ekonomiye geçilmis, yine zayif kaldığıni anliyan Ergin Günçe "siz bizim konumuzu da elimizden alacaksınız" diye söylenmisti. Ergin Günçe hiçbir konuda alim degildi. Hatta kendi konusunda bile okulun zayıfça hocaları arasındaydı.

Edebiyat konusuna gelince; Bir siir kitabi oldugunu duydum. "Genç Ölmek" adli siir kitabını okumayı denedim. Bir kaç şiirine göz atınca, ben üstünde durulacak vasıfta bulmadım şiirlerini. (iki şiiri internette bulunabiliyordu 2003 senesinde) Konuyu uzmanlarına bırakırken, söylentilere de biraz değinmekten kendimi alamıyorum. Bazı Fransız şairlerinin eserinden alıntılarla dolu oldugunu duyunca şaşırmadım. Bana göre Ergin Günçe başkalarından kolayına gelecek şekilde bir seyler çalabilirse edebiyatçi diye geçirtebilir kendini. Tıpkı küçük kardesi Erdin Günçe gibi.

Benim hakkımda MIT istihbaratını kaynak olarak kullanarak senaryo, hikaye yazıp sinemacilara pazarlamakta kardeşi ile yaptigi isbirligi, hem edebiyatçiliginin hem de hayat felsefesinin gerçek yüzünü ortaya çikariyor.

Önemli ve yüksek mevkideki bazı insanları geçmiste tanimisti ama nedense onu çagirip görev veren olmamisti 37 yaşından sonra. Gençliğinde gevezeligi, atakligi ve özgüveni sayesinde güçlü insanların yanibasinda bulunabilmisti. Kendisi "ben senin yasinda iken (26 yaşında) ODTÜ rektörünün yatirim danismani idim" diye övünürdü. Ecevit'in iktisat danismanligi yapmisligi oldugunu arada bir tekrarlardi. Sonradan, gençliginde her yere boynunu uzatip, kisa bir süre sonra gerçek değeri ortaya çıkınca burnuna vurulup ayrılmak zorunda bırakıldığını öğrenince, şaşırmayacak kadar iyi anlamış durumdaydim onu. (ODTÜ rektörünün yanındaki görevi de Başbakan Ecevitin ekonomik danışmanları arasındaki görevi de kısa sürmüş ve görevine son verilmesi istenmiş, her ikisinde de patronları tarafından istenmeyen insan olabilmişti. Milletvekili olmak üzere başvurduğu CHP’den, araya ağabeylerini de koymasına ragmen, iki kez reddedilmişti. Kendisine kalsa başbakanlık yapacak adam idi.)

Pariste Şorbon üniversitesinde doktoraya baslamışken kendisini kıskananlar yüzünden geri çağrıldığını alçak sesle söylemisti. Daha sonra, başarısız bulundugu için Şorbon üniversitesinden ayrilmak zorunda kaldığıni duyunca hangisinin dogru olduğunu tahmin etmekte güçlük çekmedim.

Ergin Günçe de küçük kardesi Erdin Günçe gibi duruşu, jest ve mimikleri ile sade ve mütevazi degil, ama çok önemli ve üstün bir insan oldugunu isaret etmek isterdi. Demek bazılarını gençliğinde kandırmış. Onu tanıdığımda ilk 15 gün beni bile kandırabilmisti. (havaya girdiği zaman “Bugün Başbakanlık yapacak enerjim var benim” gibi ağızları bir imparator edasi ile terennüm ediverirdi. O haline gülmemek icin sağlam durmak gerekirdi. Gevşek bir günümde “Ecevit, Demirel, Erbakan bunlar bilmez politikayı” diye kendi kendine celallenmesinı görünce, dudaklarımı ısırarak gülmemi zor durdurabilmiştim. “Bıraksalar hepsine dersini veririm” demek ister gibi bir havası vardı.)

Not: 6 Mayıs 2002 Bugün anliyorum ki Erdin Günçe çetesinin arkadasları, benim yerime benim sesimle konusarak hakkımdaki istihbarati kaynak olarak kullanmasi için baska yazarlara verdirmeyi deniyorlar. Bunu deneyenlerin Ahmet Sagar'in da destegini sagladiklarını isaret ettiler.

Hiçkimsenin hakkımızdaki istihbarati eserlere kaynak yapamamasını saglamak amacındayim. Bu yolla ortaya çikarilan eserlerin yayınlanmasını durdurmak, aldiklarını geri bıraktırmak, bize verdikleri zararları telafi ettirmek amacındayim.

Not: Erdin Günçe dostlarının kadin ihtiyaçlarına göre de kadinları iksirleyebilecek tiynette biridir. Dostlarının gözüne kestirdigi bayani iksirler. Cinsel doping etkisi yapan bu iksir, hedeflenen bayanin iradesini çökertir. Hiçbir erkege karşı duramayacak duruma düsürür. Tam o sirada da Erdin Günçe'nin dostu ya da ortagi, hedeflenen bayanin yanibasinda bulunur. Gençliginde bu tür ikramlasmaları ortakları/dostları ile karşılıklı denediklerini duydum. Erdin Günçe ve çetesinin cinsel güce doping etkisi yapan iksirleri, Izmir Kolejindeki ortokul ve lise ögrencisi kizlara verdigini ögrendim. Erdin Günçe bunları deneyebilecek bir karakterdir. Ayni tür iksirlemeyi Ethem Cangörü, Salih ve Melbourne baskonsoloslugundan Namık bey de yapmistir.

Namık, Salih, Erdin Günçe, Ethem Cangörü, ve Erkan Gürvit Izmir Kolejinde kendilerine yakın saydıkları bazı öğrencilere beni iksirletiyordu. "abi, Ibrahim'i bir kere daha iksirleyeyim be, hiç param yok valla". Buna benzer konuşmaları MIT kayıtlarından bulabileceksiniz.

Erdin Günçe Izmir Kolejinde bulunduğun yedi sene boyunca para kazanmak için beni iksirletmiş durmuş. Iksircilik yaparak para kazanmaya o kadar tutkunmuş ki, hafta sonu çarsıya çıktığımda Bornovada, Izmirde beni yolda yolakta iksirleyerek de yan cebini doldurmuş.

Erdin Günçe parası uygunsa, insanların kadınlarını hatta iffetini yere çalmak üzere yapılan eylemlere istirak etmeye kalkışan birisidir. Böyle durumlarda ortaligi düzeltmeye çalışan, ortamı kolaçan edip güven tazeleyen iyiniyetli adam havasında kurbanların çevresinde görünür. Ama istirakçileri iyi bilen ve paralarını veren adam olduğunu kendisini bilenler söyleyebilir.



Not:Erdin Günçe ve Ethem Cangörü yandaşları her firsatta yerime adam konusturup dünyami mahvediyor. Birisinin iksirini benim üzerime yikmayi basariyor. Karşıliginda bana verilen iksirler artiyor. Besbelli onların iksirledigi birinin iksirlerini aliyorum. Cabasi da bir kaç gün hiç dinlenemeden empati ile eziyet edilmek oluyor. Ne yaparsam yapayim, bu durumu durduramiyorum.

Erdin Günce ben ve ailemin diger bireylerinin aklindakileri empati ile eserlere kaynak hazırlamayi hala arasira sürdürüyor. Yasak oldugu halde bunu hep yapiyor.

Not: Erdin Günçe ve Ethem Cangörü yandaşları beni bulundugum her yerde kucuk dusurmek, komik, zavalli, anormal biri olarak gosterebilmek icin fizigi bana benzetilebilecek adamları bulup yerime oynatti. Bu adamlar kimi zaman sarhos, hatta hirsiz, cogu zaman manyak veya homoseksuel hareketleri, saçma sapan tavırları olan insanlardi. Burdur'da bana bu yüzden “süslü” diyenler oldu. Halbuki benim giyimim son derece sade ve fakirce idi. Çekingen ve terbiyeli birini, saçma sapan manyak homoseksüel biri olarak göstermeyi başardı. Bu durumu inkar etmem bile fayda etmedi. Kimse işin aslini arastirmaya gerek duymuyordu.

Erdin Günçe ve Ethem Cangörü yandaşlarının Emniyet istihbarat subesinde beni komik gosterebilme cabası icinde oldugunu anladim. Ilk defa gordugum sivil polisler beni gorunce kahkaha atmak, alay etmek istiyor gibiydiler. Empati ile yapılan eziyeti dillendirmeye çalistigim söylemlerimi alayci sorular olarak bana yöneltmeye çalistilar.

Erdin Günçe ve Ethem Cangörü yandaşları hedefledikleri insanlara, aşırı cinsel arzu duymalarına yol açan iksir verdirip, sonra da çıplak fotoğraflarını çekmeye çok tutkun ajanlarmış. Çıplak uygunsuz fotoğraflar çekildikten sonra, kadin kurbanları çoğu zaman şantajlara hedef olurlarmış. (şantaj yapan Erdin Günçe ve Ethem Cangörü yandaşları olmayabilirmiş, ama yapılacağını pekala bilirlermiş) elinde çıplak fotoğrafla hangi alımlı sözün edileceği hususunda hemfikir olurlarmış. Yargı önünde suc sayılmayacak, şantaj sayılmayacak cümleleri/sözleri bulup tercih ederlermiş. Halbuki kadının ya da hedefledikleri kurbanın nezdinde o söz düpedüz sunturlu şantaj imiş. Ne olabilir böyle bir söylem; ben kendime göre buldum saniyorum; Töre cinayetlerinin işlenip durduğu tutucu kesim kadınlarına, çıplak resimlerini gösterip, bunu kocana gösteririm, sen de geregini düşün ona göre” demiş olsa, kadının kocası da anası/babası da çok sert ve toleranssız birisi ise, kadının evden kovulunca gidecek sığınacak hiçbir yeri yoksa, ne olabilir sizce? )



Not: Erdin Günçe 2000 baharından beri çok yüksek bir makamı işgal eden bir devlet adamı sayesinde kendi davasında özellikle hakkımdaki istihbaratı kaynak olarak kullandırtmakta önemli kazanımlar sağlıyor. Işin garip yanı çok yüksek bir makamı işgal eden o zat ve ailesi de, hem benim karşımda oturarak, hem de ailemin Erikli Köyündeki evine gelerek kendileri yerine bizim iksirlenmemizi sağlamışlar. Yani çingene imişler. Böyle insanlar yüksek makamları işgal edebiliyorsa, Türkiyede sıradan insan hakkını nasıl koruyabilir? (bu yüksek zat, “mahkemeye ver, böyle Gizli Servis yoluyla hak arama” diyormuş bana. Elcevap: Sayın Büyük Devlet Adamı, sen kendin niye ODTÜ’deki pastanede bir hafta sonu günü karşımda 10, 15 dk oturdun, ben çayımı bitirene kadar kalkmadın, duvar gibi bana baktın durdun. (Ayrılmadan önce “sıcak sıcak çayını içme kalbine dokunur” gibi bir laf ettin. Yoksa benim çayıma kalbime zarar verecek iksirler mi verdirmiştin.) Yine ODTÜ’de bir gün yanima kadar sokulup “sen eşşek s.kmeye başlasana” diye laf ettin? (meğer cinsel güce doping etkisi yapan iksirleri yemegime yeni koydurmuş olduğun için mi? Bu sözlerdeki asalet ve seviye bence Türkiye’nin en yüksek makamlarına bile çıkarabilir adamı. Hiç mahçup olmayın, yalnız degilsiniz, bu seviyede sözleri bize edebilenler arasında başka devlet büyükleri de var.) Sonra bir başka sefer, niye taa Erikli Köyündeki evimize kadar çocukların ve eşin ile birlikte geldin? (Eşin niye bizim tencereleri ayaküstü yıkar gibi yaparken iksirledi ayrılmadan önce. Siz niye anama cılk cılk sırıtarak ve elerinizi oğuşturarak “seninle güreş tutmak lazım” dediniz. Yoksa Ethem Cangörü’nün yandaşı olarak anama sataşma vazifenizi mi yerine getiriyordunuz? Bu en son sozünüz MIT’in kayıtlarında görüntülü olarak bulunabilse ve bir gün halkın bilgisine sunulsaydı o makma sizi hiçkimse yakıştıramazdı.

Bir manik depresif olmanız, sizin Büyük Devlet adamı koltuğuna oturmanıza engel olmamalıydı, ve olmamıştır da. Krize girince hap yutarak durumu kurtarabilirsiniz. Ama ırz düşmanlarını kaynakçıları korumakta Ethem Cangörü ve Erdin Günçe ile müşterek olduğunuz, bunun için beni ve anamı öldürmeyi bile uygun bulacak bir anlayışta olduğunuz bilinseydi, durumu kurtaramaz, büyük Devlet adamı koltuğuna layık bulunmazdınız.)

Hakkını Gizli Servis görgüsüne koruyabilmek icin mi. Seni iksirleyeni mahkemeye versen, bir kereliğine kaçırtırsın belki, ama ertesi günü gene gelirdi. Hatta sen mahkemeye giderken bile iksirleyebilirlerdi ama farkedemeyebilirdin. Şimdi niye bizden mahkemeye göre olmamızı bekliyorsun. Erdin Günçe, Ethem Cangörü gibilerinin kabahatlerini ayıplarını örtbas ettirebilmek için mi? Erdin Günçe ve Ethem Cangörü de senin iksirciliğini mi idare ediyordu eskiden? Benim de sizin zihniyetinize sahip bir ağabeyim olsaydı, hakkımı korumaya çalışan biri değil, başkalarının haklarına alabildiğine tecavüz etmeye hak kazanan biri olurdum ve eziyet görmezdim. Bu büyük evlet adamı, karısı ile taa Erikli Köyündekı evimize geldiği bir gün anamı iksirleyen karısı oldu ve anam yere serildi kaldı. Kusmak istiyor ama kusamıyordu. Ben şaşkınlıktan ne yapacağımı şasırmış durumdaydım. O sırada eve Mehmet Eymür daldı. Anamı kusturmak için birkaç dakika uğraşmıştı. Anamı ölümden kurtarmış o gün. Büyük Devlet adamı anamı öldürmeye gelmiş o gün. Demek Mehmet Eymür, ölüm ile karşı karşıya olduğumuz durumları yakından izliyordu. Demek sayın Büyük Devlet Adamı, Ethem Cangörü ile birlikte anamı öldürme işini üzerine almıştı, anamın kaatili olmaya karar vermişti.

Bir başka sefer ODTÜde arkamdan usul usul yürüyorduç Ve “senin arkanı delmek lazım” diye seslendi. O sırada etrafta size benden daha yakın mesafede hiçkimse yoktu. Yoksa Ethem Cangörüden aldığınız hakaret etme talimatını mı yerine getiriyordunuzç) Kimden bahsettiğimi MIT gayet iyi bilir.



NOT: Erdin Günce’nin hakkımdaki istihbaratı kaynak olarak istemekteki ısrarı, hatta beni vurarak, öldürerek susturmayı istemesi çok fazla kayda değer bir ayrıntı. Eğer anlayışı bu ise geçmişte bu tür öldürme işlerini yapmış olma ihtimali epeyce yüksek olacaktır. Eli epeyce kanlı olmalı. Rütbesi epeyce yüksek. Büyükelçiden bile yüksek. Sydneyde telefonda konuşurken bana “bazı şirketlerin temsilciliğini aldık, güney Asya ülkelerine de bakıyoruz” demisti. Empati bunu “Avustralya ve Güney Asya ülkelerinden sorumlu Gizli Servis görevlisi” olduğunun işareti sayıyor.

Erdin Günçe 1996 senesinde gözlük alirken gözlükçüye para vererek merceklerin merkezlerinin kayik olarak verilmesini sagladi. Bir süre sonra da gözlerim şaşı oldu. Bununla benim sağlığıma zarar vermek dışında neyi sağladı anlamak zor. Empati para kazandığını, bunu isteyen birisi için yaptırdığını işaret ediyor.

ODTU senelerimde Erdin Günçe’nin bana verdirdiği iksirler beni yerinde duramaz hale getirince, halimi dile getirmişim. Erdin Günçe, yurtta kaldığımız odaya getirilmişti. Bir yatağa uzanan Erdin Günçe’yi işaret eden görevli, gizli servis görgüsüne uygun sözlü işareti vermişti; “işte seni iksirleyen” gibi bir söz etmişti bana doğru. Benim ise insanlara daha iksir verildiginden haberim bile yok idi. Boş boş bakmıştım. Söylenen söz çok saçma gelmişti. Erdin Günçe de nadiren gördüğüm bir surat idi. Kendisini hatırlayamadım. Erdin Günçe de “bu geri zekalı beni tanıyamadı” gibi bir laf etmisti. Kendisini işaret eden gizli servis görevlisi ile birlikte bana gülmüşlerdi.

Erdin Günçe kendi adamlarının bulundugu bölgelerde bes on dakika bulunsam hemen evimdeki elektrik, su sarfiyatini artirmak üzere evime adam gönderiyor. Mesela elektrik transfer kablosuna ekledikleri dirençle gerçek harcamamin bes, on, bazen yirmi hatta otuz kati elektrik sarfiyati yaptirabiliyor. Bu yüzden senelerce yüksek elektrik gaz paraları ödemek zorunda kaldim. Çok parasiz oldugumu da iyi bildigi için bunu özellikle yaptiriyor. Türkiyede iken su sarfiyatini artirmak için ben evde yok iken evime adam gönderip muslukları bosa akitiyorlardı bir süre. Bu işlemlere alay olsun diye bir de isim takmışlar; “Gizli Servis vergi alıyor”

1996 senesinde eski resimlerimden bir cogu hala kaybolmamisti. 2001 senesinde bilgisayar ortamina kaydetmek icin aradığımda ozellikle ilkokul, ortaokul ve lise caglarıma ait resimlerimin kaybolduğunu farkettim. Diger resimlerimin kaybolmamasina rağmen büyüme caglarımdaki resimlerimin calinmasi cok manidardır. Iksirlerin etkisini açıklayabilecek resimler olabilirdi o resimler. (mesela burnumun küçülmesi, burun kemiğinin düşmesi, burun ile üst dudak arasındaki mesafenin kısalması, çenemin küçülmesi, ağzımın şeklinin bozulması, göğüs kafesimin aşırı genişlemesi, bacaklarımın kısalması, vs) Çocukluk ve gençlik resimlerimi, o senelerde beni en çok iksirleyen Erdin Günçe’nin çaldırdığına dair duyumlar var.

Lise ve ortaokul caglarımda yalnizca bir kez ikmale kalmistim. Orta birde iken bir türlü gecer not olan beş’i alamıyordum resim dersinden. Benimkinden daha kotu resim yapanlar bile gecer not alabiliyordu ama ben alamiyordum. Bu sozlerim Gizli Servis tarafindan tesbit edilmis. Orta bir karnemin çalındığını yeni farkettim. Diğer altı sınıfta verilen karnelerim ile aynı dosyadaydı. Diğer karnelerimi almayıp sadece orta bir karnemin çalınması manidardı. Birileri o notun kaydını yoketmek istemiş olmalıydı. Sonradan empati Erdin Günçenin, Resim dersi hocasına uyarıda bulunarak ikmale kalmamı sağladığını söyledi.



-----------------------------------

SINASI ÖNDE

Sinasi Önde ile Izmir Kolejinde son sınıfta 1 yıl beraber okudum. Orta 3'den beri tanısırız. Kendisiyle hiçbir zaman çok yakın olmamakla beraber lise yıllarımızda çoğu zaman uygunca münasebetim oldu. Liseden sonra hiç iliskimiz olmadı.

Beni ve yakınlarımı payanda olarak kullanmanın cazibesine kapılan fırsatçılardan biri olduğunu çok geç anladım (2000 yılı baharında).

Ben etrafimdaki gizli servis eylemlerinden habersizdim. Sinasi Önde'nin haberi varmıs ve adıyla uygun en hep "önde" imis. Senelerce beni ve yakınlarımı hedef alan eylemleri zaman zaman başlatan insan olmus.

Olaylar karsısında Sinasi Önde'nin tutumu, kendisinin bizi yere çalmayı cok sevdigi, dostlarını yakınlarını savunma iddiası ile bize yersiz, dayanaksız ve hayasızca sataşmaları ve hakaretleri yaptırmayı sevdigini gösteriyor.

1983 yılının son günlerinde olmalıydı. Takip ettigim birkaç bilgisayar dersi icin arada bir ODTÜ Bilgisayar Mühendisligine gelir ve en yakın kantin olan Elektrik Mühendisligi Bölümü kantinine ugrardım. Elektrik Mühendisligi koridorlarında birgün Arzu Koç kılıgına girmis bir ajan (o zaman gerçegi sanmıstım) bana agıza alınmayacak hakaretler etmeye basladı. Bunu belki de yarım saat sürdürdü. Bunu 4 gün boyunca her Elektrik Bölümü binasına girdigimde sürdürdü. Elektrik Mühendisligindeki bazı asistanlarla benim çevremdeki nahoş olaylar nedeniyle aram pek de sıcak olmadıgından şahit olmalarını isteyemedim. Aynı mahallede oturdugum bir görgü sahidinin agzını yokladıgımda olumlu cevap alamadım.

Uzun yıllar sonra bile olayın gerçek mahiyetini tam olarak anlayamadım. Bir rivayete göre ODTU Elektrik Bölümünde bana durumu ve çözümü duyurmak isteyenler varmis. Onlara engel olunmuş. bana yaklasmak isteyen ögretim üyelerini uzak tutmayi basarmışlar. Amaçları benim kurtulmami mümkün oldugunca erteletmekmiş.

91 yılından beri Sydney'de yolda yolakta Arzu adına bana en agır hakaretleri edenler neyin pesindeydi acaba?

Bizzat kendileri beni para kazanmak için iksirlemişler ortaokul lise boyunca.

Şinasi'nin bizi kurtardığı iddiası safsatadir. Istese bile, dahil olduğu Gizli Servis ittifakları bizi kurtarmaya değil, bizi yoketmeye, hiç olmazsa çürütmeye, yere çalmaya uygun idi. Ethem Cangörünün korumacıları olanlardı Şinasi ve yakınlarına sahip çıkanlar. Onlara karşı gelemezdi Şinasi ve yandaşları. Aynı durum Erdin Günçe gibileri için de geçerliydi.

Bizim üzerimizde Sinasi'nin fonksiyonunu yerine getirebilecek baska insanlar bir hayli mevcuttu. Bazıları Sinasi'den de kaba ve kırıcı idi. Erdin Günçe örneginde oldugu gibi. Bunlardan en uygunu olan Mehmet Eymür kurtarmaya yeterli biriydi. Mehmet Eymür istismar etmek isteyen değil, samimi olarak korumak isteyen biriydi. Başkalarını devreye sokmaya gerek yoktu. Şinasi Önde ve Erdin Günçe gibileri onu kenara çektirip kendileri devreye girerek çok büyük zarar görmemize neden olmuşlar. Şinasi Önde, Erdin Günçe gibileri Ethem Cangörü’nün sahiplerine dur diyemezdi. Kendi sahipleri de aynı derebeyleri idi. Bu yüzden ODTÜ senelerimde insafsızca iksirlendim.

Şinasi Önde, Erkan Gürvit'in yakin tanıdığı birisi olacaktır. Şinasinin bize yönelik eylemlerinin asıl amacının kendi sahiplerine, dostlarına, yakınlarına, mesela Erkan Gürvit gibilerine faydalı olmak olduğunu varsaymak yanlış olmaz.

Şinasi Önde, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetçiyim.



NOT :

1994 yilinda Ankarada ben ailem üzerindeki payanda/kalkan oyunu oynayanları isaret edebilmek için gizli servisçiler bazı mizansenleri yol ortasinda oynadilar. Bir defasinda "senin 6 tane gayrimesru çocugun var, ikisi Izmirde, biri Balikesirde, biri Samsunda, biri Antalyada, biri Ankarada" deyip çocukların benzerleri deyip bazı insanları yol ortasinda karşıma çikardilar. Benim gayrimesru çocugum filan olmasi imkansizdi. Kastettikleri sey, beni kendi yerlerine iksirletenlerin bana verdirdikleri iksirlerin etkisini isaret etmek idi. Balikesirdeki gayrimesru çocugum erkek olup cüce, çok zayif, sol ayagi topal, çok fazla tüylü birisi olarak gösterildi. Demek ki Sinasi bana "boyumu kisaltan, tüylendiren, güçsüzlestiren, ayagimin topal olmasina neden olan" iksirlerin verimesine sebep olmuş.

Türkiye"de empatinin siddeti Ankarada yüksekti. Balikesirdeki gittigimde azaldi. Izmire ugradığımda azaldi. Hakkımdaki istihbaratı eserlere kaynak olarak kullanan çingenelerin istedigi yerlere gidince azaliyordu. O şehilerde onların yandaşı ajanlar vardı. Aynı insanlar, empati cihazlarının başındaki ajanları elegeçirmis diye düşündüm. Balikesir"in Şinasinin memleketi olması tesadüf değil.

Sinasi beni taa ortaokul yillarımizdan beri kendi yerine iksirletmeyi öngörmüstü. Olgun yaslarında bana uluorta hakaret ettirmek, asagilamak için ajanlarını seferber ederek, içindeki zehiri kusmustu. Demek ki o beni hiç bir zaman dost olarak benimsememisti. Yillar sonra eczanesinde görünce bir eski bir sınıfdasim olarak sicak bir merhaba demek istedigim Sinasi'nin gerçek yüzü belki de buydu. 15 yasimdan beri tanidığım Sinasiyi hiç anlayamamisim.



Ruyamda beni Sinasi ile sohbet ettirdiler. Ona Lisede Sems derlerdi.

SEMS: Kendi kendine yaptin.

IBRAHIM AKSOYLU: Neyi.

SEMS:Arzu'nun adını niye anıyorsun.

IBRAHIM AKSOYLU:Takma adını kullanacak kadar yakın olmadığım için adını kullandım.

SEMS:Adını bile anmayacaktın.

IBRAHIM AKSOYLU:Insanlar adıyla anılmaz mı?

SEMS:O mahallede bulunmayacaktın. Seni kurtarmaya gelen olacaktı. Defolup gitmen lazımdı.

IBRAHIM AKSOYLU:Yahu bu Sems beni tanır, güç durumda olsam yardim bile edebilir sanirdim. Ayrılmamı sağlamak için başka yol bulamadın mı? Niye bana sövdürdün?

SEMS: Aiemden biri için sövdürmek degil, bütün sülaleni öldürtebilirim. Onlar çok daha degerli.

IBRAHIM AKSOYLU: Onlar degerli olsun varsın. Bizi niye öldüreceksin.

SEMS: Ailemi kurtarmak için.

IBRAHIM AKSOYLU: Ailenin kurtulması için bizim ölmemiz mi lazım.

SEMS: Biz bir kaç kişiyi yere serdik. Şimdi onlara karşılık biz mi yere serilelim.

IBRAHIM AKSOYLU: Ben mi yere serileyim.

SEMS: Tabii sen. Sen bizim okula niye geldin madem.

IBRAHIM AKSOYLU:Sizin okul muydu, beni Maarif gönderdi oraya.

SEMS:Bizim okula geldiysen ailem için de hatta bütün okuldaşlarım için iksirleneceksin.

IBRAHIM AKSOYLU:Neden?

SEMS: Bizim gibi degerli insanlar icin senin gibi çoban soyu feda olsun.

IBRAHIM AKSOYLU:Şems! Gel biz daha kimsesiz, daha cahil, daha fakir çobanlar bulalım. Onları hepimiz yerine payanda kalkan yapalim kendi yerimize iksirletelim, hep beraber kurtulalim.

SEMS:Olmaz, gene de siz. Nerden bulayim sizin gibi saftirikleri simdi.

1.CI CINGENE: Ulan, Arzu"nun abileri sizin köye kadar gidip babanla beraber biçki bile bıçmadı mı? Benim annem sizin köye gelip çapa bile yapmadı mı? Biraz da onlar için iksirlen.



Rüyamda beni bir gurup cingene ile sohbet ettirdiler. Aralarında Sems de vardi.



CINGENELER: seni biz kurtardik.

1.CINGENE:ben seni filancadan kurtardim. hatirladin mi.

IBRAHIM AKSOYLU: O bana niye kötülük yapacakti?

2. CINGENE: Ben onun yakinlarını iksirledigim icin.

IBRAHIM AKSOYLU: Seninle beni karistirmis o zaman.

2. CINGENE: O kimi iksirleyecegini çok iyi bilir. Senin yanindan iksirlerim onu hep.

IBRAHIM AKSOYLU:Beni niye karistiriyorsun?

2.CINGENE:Seni korudugum icin.

IBRAHIM AKSOYLU:Kimden ?

2.CINGENE:Baska bir çingenenin iksirledigi zararli mahluklardan.

IBRAHIM AKSOYLU:Zincirleme genisliyor yani.

2.CINGENE:Benim iksirledigim seni iksirliyor. Ben de kosup seni koruyorum.

IBRAHIM AKSOYLU:nasil?

2.CINGENE:Onu iksirleyerek.

IBRAHIM AKSOYLU:Sen onu iksirleyince o da beni iksirliyor, ben inleyince sen gene onu. Her zaman zincirleme degil yani, bazen de devri-daim.

SEMS:Tabi. Ben seni korumasam ölürdün. Bana çok borçlusun.

IBRAHIM AKSOYLU:Beni kurtarmak isteyenler olunca onları da kovaliyorsun. Niye?

SEMS:Seni kendimden korumak için.

IBRAHIM AKSOYLU: Anlamadım.

SEMS:. Sen kurtulursan seni öldürmek zorunda kalirim.

IBRAHIM AKSOYLU:neden

SEMS:32 senedir senin yanindan adam suladim durdum, iki tanesini tekerlekliye oturttum, Onlarcasını geri zekalı yaptım, onlarcasını akıl hastası bile çıkardım, sakatladım. Bunların hesabini ben mi ödeyecegim.

IBRAHIM AKSOYLU:Ben mi?

SEMS:Tabi sen.

IBRAHIM AKSOYLU:Benim suçum ne?

SEMS:Bizim okula niye geldin?

IBRAHIM AKSOYLU:Keske kovsaydiniz. Sizden kurtulmus olurdum.

SEMS:Gelmesen de kurtulmazdin oglum. Erkan Abim seni 10 yaşında patates toplarken bulmus.

IBRAHIM AKSOYLU:O kim.

SEMS:Kenan Evrenin oglu. Bak fazla cart curt etme, donsuz resimlerini koyariz dergi kapaklarına.



1.CI CINGENE: Biz onları senin yanindan iksirleyerek kendimizi, hem de seni korumus oluyoruz.

IBRAHIM AKSOYLU:Kendi adiniza iksirleyip kendi kendinizi korusaniz olmaz mi?

SEMS:Bu benim vazifem.

IBRAHIM AKSOYLU :Adam iksirlemek mi.

SEMS: Iksircilik eczaciliktir ve bir sanattir. Su senin genis kasnak benim eserim, bu çarpik bacaklar da ötekinin. (benim gögüs kafesimi ve bacaklarımi göstererek) Bunlar iksirlerle yapılir.

IBRAHIM AKSOYLU:Beni ucubeye çevirmissiniz.

SEMS:Alt tarafa 1.90’lık birinden bacak taktirirsan uygun olur.



Izmir Kolejli CINGENE:Okulda senin yanindan 60'a yakin insan iksir verdirdi. Bir tek biz miyiz.

IBRAHIM AKSOYLU: Öbürlerinin bir kismi, beni uzaklastirana kadar kendine gelen iksirciyi kovalamak için yaptiysa bile senin kadar büyük istirmarci degillermis. Senin gibi ömür boyu kusananlar çok az.

Izmir Kolejli CINGENE:O okulda senin yanibasinda bulunduk diye iksirlendigimiz için senin yanindan iksir verdirdik biz? Öyle degil mi Sems?

IBRAHIM AKSOYLU:Ben o okulda 2380 çocukla ayni okulda okudum. Sadece 60 kadari bunu denemis. 15 kadari senelerce sürdürmüs. Hiçbiri de senin kadar vahsice ve uzun süre oynamamis bu oyunu.

SEMS: Zekice oynamis zekice.

IBRAHIM AKSOYLU: 1969 da baslattınız, sen de daha ortaokuldan beri biliyordun. Bunu bana çok güzel hatirlattilar. Benden uzak durmak çok kolaydi. Izmir Kolejinden sonra da hiç temasım olmadı.

Daha sonra hiç tanimadığım yakinlarınız yüzünden, az daha tamamen akil hastasi yapıliyordum. Ben sizinle 1972 yilindan beri hiç konusmadim. O tarihten çok sonra dogan çocuklarınız yerine bile beni iksirletiyorsunuz.



Izmir Kolejli CINGENE: Sen zavalli birisin. Aciyorum sana.

Ibrahim Aksoylu: Acimiyorsun, insanları küçültmeyi seviyorsun. Acimak vicdanli insanlara göredir. Bize hiç acimadiniz ama küçültmeyi sevdiniz. Size karşı bir kabahatim yok sayilir. Buna karşın sizin bize karşı yapılmis agir kabahatleriniz agir hakaretleriniz var.



ERDIN GUNCE:Bunlar senin korumaciların, ona göre. Bunların 400 kadarini ben buldum. (yüzlerce çingeneyi göstererek)

1. CINGENE: Biri seni iksirlerse biz de onu iksirliyoruz

IBRAHIM AKSOYLU:Galiba tersi. siz birini iksirleyince o da beni iksirliyor.

1.CINGENE: Biz de antidotunu koyduruyoruz.

IBRAHIM AKSOYLU: Bazı iksirlerin antidotu yok. Mesela dioxinin antidotu yok ve prostata yerleşiyor ve vucuttan hiç atılamıyor? Kanserojen. Nefes borusu ile akciğer cidarlarına yapışan asbestos için de antidot yok, ve 35 sene içinde mutlaka mesothelia denilen akciger kanserine yakalanıyor insan. Bunlar gibi bir çok iksirin antidotu yok.





1.CINGENE:Biz baslatmadık iksirciliği memlekette.

2 CINGENE: Bu sizin yaninizda zaten hep vardi.

3. CINGENE:Dedende de vardi.

4.CINGENE:Babanda da vardi.

5. CINGENE:Sizin sülalede irsi.

CINGENELER KORO HALINDE: Bizden kurtulamazsin köylü çocugu. Geberene kadar bizim için iksirleneceksin. Bunca sene biz adam iksirlediysek, bunları biz mi üzerimize alacağız. sen bunları üzerine almayacaksan, delir. Delirmiyorsan öl. Niye geldin dünyaya.



Kabus burada sona erdi.





----------------------------



FERIT ERGIN

Bu adamı ilk defa 16 yaslarında cevik bir oglanken hatirliyorum. Köydeki evimizde tahta dolaba yerlestirdigimiz süt legenlerini iksirlemisti ve yokus yukari kosar adim kaçarken görmüstüm. Birkaç sene oturduğum Karakusunlar semtinde (Orta Dogu sitesi) dolasirken de gözüme ilismisti. ODTÜ kafeteryasinda masada bana satasirken de hatirliyorum.

1988de Avustralya'ya göç ettigimde pesimden "yakin takip" için gönderilmiş. Sydneyde Başkonsolos oldugunda büyümüs sacları dökülmüs, iyice güçlenmisti. 1988 yilinda Sydneyde Auburn semtinde evimize gelmisti ve pek de nazik olmayan bir şekilde "şu çayın şekerini değiştir" demisti. Bu teklifsiz misafire ayni sekilde cevap vermistim; "kendin degistir". Meger Konsolos imis ve beni takiple görevli imis. Bu adamin suratini daha önce görmüs gibiyim deyip geçmistim. Kendisini hatirlamaya çalismadim.

Başakasının görüntüsune girip bana Avustralya'da en agir hakaretleri belki de 200 kere edebilen biri oldugunu çok geç anladım. (Brisbane’da bana sataşan adam bana çok yaklaştığında çok güçlü ve düşükçe omuzları oldugunu farkettim. 1996 senesinde Sydney Konsolosluğuna derdimi anlatmak şikayetimi yapmak üzere gittiğimde karşımda oturan Ferit Erginde aynı omuzlardan vardı ve bana aynı boyda idiler gibi geldi. Yanılıyor olmam da mümkün. Ama Ferit Erginin Sydneyde görev süresinin çok uzun surmesi de ilginc bir ayrıntı.)

Meclis Baskani Mustafa Kalemli geldiginde benim Mustafa Kalemli ile konusmamami saglamakla görevliydi. Her konuşana sert tepki veriyordu. Besbelli öfke ilaci almisti (ajanlar böyle seyleri yapmayi iyi biliyor) Ben konusunca beni sert çıkışlarıyla susturmaya niyetliydi besbelli. Sonradan "ben o gün çok öfkeliydim, o yüzden sert çikmis olabilirim, bir art niyet aramayin" diyebilecekti. "MIT ile ilgili bir meseleyi sikayet edeceğim, toplum içinde konusmak yasakmis, Mustafa Kalemli'den nasil randevu alirim" diye sordugumda koruma görevlisi "baskonsolostan isteyeceksin" diye cevap verdi. Baskonsolos Ferit Ergin'e aynen sordugumda "bana anlattin iste ne anlatacaksin" diye çok sert biçimde karşılık verdi. Kendisine birkaç hafta evvel konsoloslukta "pesimde MIT ajanları oldugunu, yabanci gizli servise kaçirtmaya çalistiklarını " söylediğimde "sizin hakkınızda öyle bir sey yok Ibrahim Bey, olsaydı mutlaka bilirdik" demisti. Ben bu israr karşısinda çekimser kaldim. Belki de kendisi böyle konusmak zorundaydi, ama bir meclis baskani daha açik cevap verebilir diye düsünmüstüm. Sonradan anladim ki Ferit Ergin olayin TBMM baskani Mustafa Kalemli tarafindan anlasilmasını istemiyordu. Kendisi Erdin Günçe ve Füsun Candaner ile bu çirkin tezgahin tam ortasindaydi. Başkasının görüntüsüne girip bana bol bol söverek, sahte bile olsa silah bile dogrultarak ve benim durumumun sürüncemede kalmasını saglayarak, görevini başarıyla yapmıştı. Durumun sürmesini isteyenlere uygun idi.

Ferit Ergin benim üzerimin ve telefonum dinlenilerek kaydedilen konusmalarımin, eglenceli kisimlarını kasetlere ayirip Disisleri ve gizli servis mensuplarına "eglencelik" olarak dagıttığından şüpheliyim. Eğer kendisi değil ise Sydneyde bir baska görevli bu işi yapmış olmalı. Bunu yapanlardan şikayetçiyim. Bu görgüye müsamaha eden Dışişleri mensuplarını kınıyorum. Aynısı kendilerine yapılsa hangi tepkiyi verirlerdi acaba?

1999 yılı Subat ayinda Türkiye’de iken, Avustralya'daki bir banka hesabimdaki paramı gizli servisin Turkiye'den cektirmeyecegini anlayip ucaga atlayip Sydney'e geldim. Gelmisken hizmet belgelerimi ve vergi kayitlarımi da temin etmek icin birkac gun oyalanmaya karar verdim. Sydney'de Central semtinde CB Hotelde 35 dolara bir oda tuttum. Karşı odanin kapisi yari açikti ve içerdeki adam sürekli benim odanin kapisini gözetliyordu. Bir ara tuvalete gittim. Geri geldigimde yatak takimları, çarsaf, yastik, odanin zemini ve çantamdaki hersey iksirlenmisti. Yataga uzandiktan 15 dk sonra vücuduma sinen iksir vücudumu sizlatmaya basladi. O gece hiç uyuyamadığım gibi çok rahatsiz geçirdim. Bu iksir vücuttaki demir gibi mineralleri alip götürüyor ve insanın üşümesine yol açıyor, aşırı sıcak havada biile insan üşüyor, vücuda değdiği bölgede keçeleşmeye, sogukta donan parmaklardaki sızıya benzer bir his veriyor. Etkisini duş almak bile geçiremedi. Çünkü çok fazla verilmişti. En kötüsü de ayakkabımın içini öyle bir iksirlemislerdi ki suyla çalkalamak, ikide bir çoraplarımı tuvaletlerde durulamak bile etkisini geçiremedi. Yeni ayakkabı alacak param da kalmamıştı. Iki gün sonra iksirli ayakkabi giymekten tabanlarımda genis iltihaplar olustu. Sydneyin ortasinda en islek caddesi Goerge St'te, insanlar, ayakkabilarını eline alip çiplak ayaklarıyla kaldirimda dolasan beni görüp garipsediler. Ucuz lastik pabuçlardan alabilirdim. Tabanlarımdaki iltihaplanma yüzünden yavaş yavaş ve yan yan basarak yürüdüm Sydney’in en işlek caddesi George Street kaldırımlarında. Süpermarketlerden birinde pazarda domates patates gibi yigin halinde satilan çok adi 7 dolarlik bir lastik pabuclardan satın aldım. O ayakkabiları giysem bile, bir kac gün daha yan yan basarak yurümek zorunda kaldim. Tabanlarımdaki iltihap aci veriyordu. Bütün bu iksirlemeyi yapan CB hotel'deki keçi sakalli adamdi.

Turkiye'ye döndügümde empati ile beni Siyasal Bilgiler Fakultesindeki Ilber Ortayli'ya gitmem ve birinci dunya savasi doneminde Beylikduzu vakasi olayi ile ilgili kaynak sormam istendi. Siyasal Bilgilere gidip Ilber Ortayli'nin odasinin kapisini vurdum. Kapiyi açtigimda masasinda oturan adam Sydneyde CB otelde beni gozetleyip feci sekilde iksirleyen adama çok fazla benziyordu. Keçi sakali bile ayniydi. Ilber Ortayli daha yuvarlak öbürü daha uzun yüzlüydü. Bu ve benzeri olaylar için empati söyle bir açiklama getirdi. Birisine yönelik gizli servis eylemleri benim adima gösterilerek yazıliyor ve gizli servise fakslaniyordu. O adam adina birisi de benim gözcüm oluyordu. O gece de Ilber Ortaylinin mektubu yazılmis ve Ilber Ortayli benzeri bir Avustralyali gözcü olarak kiralanmisti. Gözcü gizli servisin kullandığı deyim idi. Aslinda bana yaptigi agir iksirlemeydi. Iksirleme için gerekçeyi de söyle açikladi empati; Ben ayrilinca yatagima tekrar yatmamam gerekirmis. Yatagima konan bir iksirli igne ile öldürülebilirmisim. Onun icin yatagim iksirlenirmis. Bu açiklama çok saçma geldi. Çünkü iksiri 15 dk sonra farkedebiliyordum. Ignenin beni iksirlemesi saniye bile almazdi. Belki de empati dogrularla yanlisları harmanlayarak veriyordu bana. (Bu da çok yaygin bir taktik imis gizli serviste. )

Sonuc olarak, hakkında mektup yazılan insanin benzeri bulunuyor ve beni iksirlemek için görevlendiriliyordu. (adı da iksirci değil korumacı veya gözcü oluyordu) Her firsatta iksirliyordu. Biçak için, kibrit için, mendil için, saat için, madeni esya için mevzuaata uygun iksirleri veriyordu. Her sahte mektup için ben fena halde iksirleniyordum.

Ferit Ergin'in aralarında yer aldığı düzmece mektupçuların anlayisi kahrediciydi; Zaten bu Ibrahim Aksoylu kaçak ajan olarak gösteriliyor, bir tane daha kaçak is yaptirmis gösterelim. Bazı insanların yazamadikları gizli servisle ilgili olayları Ibrahim Aksoylu adina yazalim.

Bu cevaba bir kaç sorum olacak;.

1. Ben kendi sikayet mektubumu elimle resmi makamlara verebiliyorum. Sen niye aynisini yapmiyorsun?

2. Güçlü tanidikların var. Agabeylerine git ve durumu aktar, o başbakana bile götürebilir Ilber Ortayli'nin durumunu. Ne gerek var sahibi belirsiz mektupçuluga?

3. Madem düzmece mektupculugu Ibrahim Aksoylu adina yapacaksin, bari insafli ol da adamin çilesini kisa tut. Bütün düzmece mektuplarını iki günde yazdiramiyorsan iki haftada yazdir ve bitir şu işi. 5 sene 6 sene izdirap çektirme adama.

Bunun gibi olayları ve söylemleri anlamakta güçlük çekiyorum. Baska bir açiklama da söyle; sahte mektubu yazılan insanlar beni kalkan/payada olarak gören insanlardir. (gizli servis görgüsüne göre yaptikları çirkin eylemlerini, benim adima göstererek kendilerini sakinirlarmis) Bana durumu anlatmaya çalisanlar, beni o insanlara gönderirlermis.

Empati ile beni göndermek istedikleri Prof Mumtaz Soysal da oldu. Insallah o da benim adima göstererek hasimlarını iksirletmemistir. Ben Mumtaz Soysal'a 1998 yilinda Melbourne'da bir konferans sonrasinda durumumu anlatmak, sikayetlerimi iletmek istemistim. Ve tavrini pek de degerli bulmamistim. Bana hayri dokunmayacagini anlamistim. Konsolosluktaki görevliler de önümde set çekmis ve sanki Mümtaz Soysal'i benden koruyormus gibi abartili jestler yapmislardi. Bir gösteriyle durumu bana anlatmaya çalisiyor olmaliydilar. Mümtaz Soysal ise bana acimak söyle dursun, ciddi bir devlet adami gibi konuyla bir iki dakika ilgilenmek bile istememisti. Ben karşısina geçip derdimi anlatmaya başlayinca suratinda yaramaz çocukların gülümsemesine benzer bir gülüs oturdu. Sanki halimle alay eder gibiydi. "ne var yaaa" diye gevsek gevsek gülümseyerek kalabalik arasina karismisti. Acaba biri benden evvel konusup hakkımda yalan yanlis bir seyler mi anlatti diye düsündüm.

Sonradan hatirladim; Kendisi taa ODTÜ yillarımda (70'li yillar) yemek masasinda karşıma oturan iksirciler arasindaydi ve uzun yillar boyu hasimlarını iksirletirken benim adima iksirletilmis olarak göstermeyi bilmisti. Benim ve ailemin durumuna vakıftı. Bu çirkinlige karşı niye tepki vermiyordu?

Ferit Ergin, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetciyim. Niye Mümtaz Soysal'dan degil? Çünkü o dokunulmazlar arasına çoktaan karışmış. Ona ne hukuk ne gizli servis bir şey yapabilir? Ferit Ergin gibi hizmetkarlarını şikayet edebilirmişim ancak?

Not: Mümtaz Soysal ve Ferit Ergin'in, hasımları tarafından iksirlenerek kisa boylu yapıldiklarını söylüyor empati. Üzüldüm. Ama yine de benden çok şanslılar. Hiç olmazsa yaşayabildiler. Azıcık boy fukarası olsalar bile dolu dolu yaşadılar hem. Ben ise hiç yasayamadim. Böylelerinin payandası olarak sürünmeye mahkum edildim.



---------------------------------

FÜSUN CANDANER

Füsun Candaner 15 yasimdan beri çevremde gördügüm bir Gizli Servis görevlisidir. Beni takip etmek için gönüllü olmus. Beni takip edebilmek için, benim okudugum ODTÜ Elektrik Mühendisliginde okumayı seçmis, hatta beni takip etmek için peşimden taa Avustralya'ya göç etmistir (benden sadece bir hafta kadar sonra). Niye beni takip etmeyi çok sevdiğine gelince; Bu paşazade kızımız "hayatına heyecan ve macera" katmak istemiş.

Füsun Candaner için daha 15 yaşlarımda iksirletilmeye başlandığımı çok geç anlıyabildim. Daha evvel onlar tarafından bizzat iksirleniyormuşum.

O zamana kadar gerçek hasımları yerine beni veya ailemi iksirlemekte ısrar eden Füsun Candaner’in ailesi, sonunda ikna olmuşlar. Babası ile birlikte ajanların cipine binip Izmir Kolejine gelmişler.

Ben olayi hatirlamakta zorlandim. Sonunda hatirlayinca saskina döndüm. Lise bir’de olmaliydim. Yemekhane civarinda dolasirken hiç tanimadığım kısa boylu bir adam seslendi "hey şuraya gel de bir resim çektir". Halsiz ve durgun bir animdi (Izmir Kolejinde üç günümden ikisinde iksirlenme çok halsiz, yorgun olurdum, iksirler yüzünden). Yavaş yavaş yaklaştım ve yanlarına geçtim. Saçları başının üstünde iri örgüyle toplanmis 12 veya 13 yaslarında gösteren küçük bir kizdi. Bu insanların kim olduklarını önemsemedim. Benimle resim çektirmek istemelerinde bir art niyet de aramadim. Resim çektirip ayrildilar. Kim olduklarını bile söylemediler. Ama iksir verdirmekle ilgili kaçamak cümleleri söylemislerdir muhakkak.

Füsun Candaner aynı numarayı daha sonrakı yıllarda bana degil, daha kolay iliski kurdugu anama ablama ve ablamin kizlarına defalarca oynamis. Köydeki evimize gelip bizimle oturup fotoğraf çektirmiş.

Bu bayani 1973 senesinde üniversite 1 de iken sömestre tatilinde eve geldigimde gördüm. Birkaç yil evvel lisenin bahçesinde benimle fotograf çektiren kiz çocugu artik büyümüs genç kiz olmustu. Kendisini daha önce gördüğümü hatırlayamadim. Evimize gelisi bize pahalıya maloldu. Eve bir gurup insan gelmisti, birisi lacivert kruvaze ceketli agir oturakli bir adamdi (sonradan bu adamin Izmirde ve Burdurda birkac defa daha gördügümü hatirladim) Bu bayan da topluca, salvarli, çevik bir köylü genç kiza benziyordu. Üzerindeki basma salvar yeni dikilmise benziyordu. Belli ki bu is için siparis edilmisti. Davetsiz ve habersiz kapidan giren bu insanların halleri pek hosuma gitmemisti. "buyrun, geçin" diyen anami ve ninemi uyarmaya çalismistim "bilmediginiz insanlara niye kapiyi açiyorsunuz" diye. Karşıligi Lacivert kruvaze ceketli adam vermis, beni kendi evimizde azarlamakta sakinca görmemisti.

Füsun Candaner görevini yapmaya şevkle basladi. Önce kardesime iksirli gazoz içirdi. Sonra ninemin seccadesini iksirledi, ninem hapsirmaktan, aksirmaktan, namazini kilamadi. Yemeklerimizi iksirledi. Ablamla çamasir yikamaya çikip çamasirlarımizi iksirledi. Benim payima, yemegime konan cinsel güce doping etkisi yapan, ve çamasirlarıma konulan kasinti yapan, odama konulan nezle yapan, hapsirtan allerjik bir iksirleme düstü. Odama çekildigimde bu "hayasiz" kiz elinde fotograf makinasiyla "köy evlerinde hayat" denen salona açilan pencerenin perde araligindan benim yari çiplak fotograflarımi çekmis ve senelerce Amerikan Kız Kolejindeki arkadaslarına nese içinde dagitmis. (Olgun yaslarında da o fotografi dagitmayi sürdürmüs. Hatta ODTU Elektrik bölümünde elinde gezdirip koridorlara serptigi de bilinir. (Bu yüzden çevremde itibarim kalmamıştır. Füsun Candaner'in de bu duruma düşeceğine şüphem yoktur.) Ayrilirken de ablamin kafasina çamasir tokuçuyla vurarak yaralayip kaçmis. Ilk ziyaretinin bilançosu bu oldu. (kesfedemedigim iksirlemeler hariç elbet) Sonraki ziyaretlerinin farkli olmayacagi asikar.

Ilk gelişinde yaptıkları, anlayışının ve mizacının ne olduğunu izah ediyor. Füsun bizi iksirlemekten sakınmak yerine insafsizca iksirlemiş, yaralamış, küçuk düşürmüş ve oynamış. Benim ODTÜ’de okuyamamı sağlamak için çaba sarfedenler arasında başlarda gelir Füsun Candaner.

Füsun Candaner benim yarı çıplak fotoğraflarımı çekmesinin önemli olmadığını savunuyormuş.

Füsun Candaner: Ben o yarı çıplak fotoğrafı çektiğimde orta 3 de okuyan küçük bir kızdım. O yaştaki kızın küçük bir yaramazlığı da affedilir.

Ibrahim Aksoylu: O zaman Amerikan Kız Koleji 2 sene hazırlık okuttuktan sonra ortaokula başlatırdı. 16 yaşına tekabül eder. Dogruyu yanlışı ayırdedebilecek yaştaymışsın.

Olgun yaşında mesela üniversitede okurken (20'li yasların üzerindeydi, birisinde mesela 23 yasindaydi), sadece bana ayni yaramazligini (ona göre öyle imis, bana göre sucunu) 3 kez tekrarladi. Alismis kudurmustan beterdir. Ama bu sefer fotograf çekmemis.

[sonradan ekledigim not: Ben 3 kere daha farkedebilmistim meger bu bayan bunu sürekli yapmis, empati böyle söylüyor. Hatta gel bak sana ne göstereyim diye ortaokul çaglarında küçük bir kizi da götürmüs. Küçük kizin babasi da "benim çocugumu götürme bir daha" diye Füsun Hanima kizmis. Acaba bana verilen “cinsel duyguları aşırı yükselten iksiri” kim verdiriyordu, yoksa Füsun da mı verdiriyordu?]

Bana “cinsel güce doping etkisi yapan iksir”verildiğinde, Füsuna haber uçururlarmış ilgili Gizli servis görevlileri; “Güssüüün, koş sana göre durum var“. Füsun fısatı hiç kaçırmazmış, koşa koşa gelirmiş. Seyretmeye doyamazmış.

ODTÜ'de okurken bir gün Füsun Candaner üç bes adim yanimda bana dogru "sımsıkı taş gibi sımsıkı taş gibi" diye seslenmişti. Bunu dedirten insan kimdi, bunu söyleten kural ya da etken neydi merak ediyorum. Bu söz, bayağı bir cinsel "köylü fıkrası"ndan bir alıntıydı. Ve o fikra o günlerde benim bulundugum ortamda anlatılmıştı.

Bu bayan, benim cinsel hayatimla ilgili detayları arastirmayi çok fazla seviyormus. Yeni bir merak degilmis. 15 yasindayken baslayan bu merak, uzun yillar devam etmis. Gizli servisçiler böyle seylere karşı çikamiyormus. Çünkü her seyi arastirma hakkına sahip sayilabilirmis. Hakkında istihbarat topluyorum diyerek istedigi kadar çiplak fotografimi çekebilirmis. Buna ragmen hangi yanlisi yapti da bu sekilde bana teshir edildi hala tam anlayabilmis degilim. Gizli Servisin dogrusu ve yanlisini ayiramiyorum.

Ankarada yasadığım 16 sene boyunca, genel kadinların bulundugu sokaga, sadece görmek amacıyla bir kez gittim. Bunu da bir kaç gün evvel çevremde konusmustum. Füsun Candaner istihbarat vasitasiyla ögrenmis olmali. O meshur sokaga girdigimde, 10 adim arkamdan gelen kadin, Füsun Candaner'in ta kendisiydi. Kendisinden utandim ve hemen geri döndüm. Hayretle baktigimda, o utanmiyordu.

Soru: Bu Füsun Candaner'in özel yasamini ortaya dökmek degil midir?

Cevap: Bu Füsun Candaner'in özel hayati degil benim özel hayatima yapılan çirkin bir müdaheledir. Bu hatasini yillar boyu tekrarlayip duruyorsa, bu hatasini ortaya dökmek belki öteki insanlardan tepki görmesini saglar. Bu sayede o da kendini düzeltir. Ben de kurtulmus olurum.

Yeniden hikayemize donelim.

Köydeki evimize ilk gelisindeki adi "Güssün" idi. Daha sonra "Şöbiyet" "Letafet" "Nezaket" gibi isimler de aldı. Her defasinda bir öncekinden farkli makyaj ile, konusma biçimi ve tavirlarla olmali. Sonraki ziyaretlerini ben ya ucu ucuna kaçirdim, ya da tamamen kaçirdim. Hatta bir defasında erkek kıyafetiyle geldi.

1983 yilinin son günlerinde ODTÜ Elektrik Bölümünde bana durumu anlatmaya çalışanlara engel olanlar arasında Füsun Candaner de vardı.

Bu bayan beni "takip"e ODTÜ Elektrik Bolümüne daha sonra da Avustralya'ya yollanmis. O yakinimda bulundugu zaman islerim çok ters gider, agir sekilde iksirlenir, evde serilir kalir, hiç bir sey yapamaz duruma düserim. Bu bayanin Melbourne'un Coburg semtinde yasadığım 6.5 ay boyunca beni iksirlettigi, hücre bozulmasina yol açan yaslandiran iksirler verdirdigi, külotumu bile iksirlettiğini" anladim.

Füsun beni kurtarmayı hiç istemezken, isterlermis gibi görünmek, bunu deniyormus imaji vermek isterler. Bunu yaparken de bir kez daha iksirleyip degersizlestirirler. Sonra da "ne yapalim elimizden geleni yaptik" deyip görüntüyü kurtarirlar. Samimi olarak kurtarmak istediklerine çok daha kapsamli ve uygun olani yapmayi da bilirler.

Füsun Candaner"in, kendi yakinlarından baska bazı arkadaslarını da benim yanimdan kurtarmayi denemis oldugu anlasiliyor. Onlara yönelik iksirlemeyi bize yönelterek, onları sakinmayi basarmis.

1993 94, 95 yıllarında başıma gelenleri ayrıca anlatmaya çalıştım. O günlerde Avustralyadaki olaylarda Füsun Candaner çok önemli rol aldi. Telefonlarımi baska telefonlara yönlendirmede, telefon konusmalarımda araya girmede, telefonlarımi dinlemede, yakinlarıma abuk sabuk telefon konusmaları yaptirmada en öndeki insanlardan biriydi. Tiyatroculara film senaryo yazarlarına kaynak hazırlamak için bana, agir hakaretleri tehditleri santajları, ölüm tehditlerini, tabanca dogrultmalarını, "hasta yataginda bana asik sizofren kiz masalini" anlatmayi ve bunun gibi mizansenleri hayata geçirmekte iki etkili insandan birisiydi. Beni izdirap içinde ordan oraya sürüklemeyi, küçük düşürmeyi, kedinin fare ile oynadığı gibi oynamayı başardılar.

Füsun Candaner çarpık karakterli birisiydi. Ama onun gücü benimle oynamaya yeterli miydi? Gizli servis içinde onlara bu imkani sağlayan daha etkili insanlar olmalı.



Füsun Candaner, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan sikayetçiyim.



NOT:Füsun Candaner'in gizlice çıplak fotoğrafımı çekip dağıtması onun özel yaşamı değil benimkine yapılan çirkin bir müdaheledir. Kendisinin özel yaşamını sözkonusu etmedik ve etmeye de niyetimiz yok. Bir yanlis anlama olmamasi için bu hususu belirtmek zorundayim.

Bugünlerde hedef aldığı insanin yegenim oldugunu anladim. Küçük bir çocuk iken yanina sokulan bu "yilan kadin" küçük yegenimle yakinlik kurup kendi yerine iksirletmeyi uzun seneler sürdürmeyi bilmis. Hala da sürdürdügünü anladim. Yegenimin ve benim hayatımı, sağlığını, okuldaki başarısını çok zayıflatıyor. 03.05.2001.

Füsun Candaner hakkımdaki istihbaratı kitaplara kaynak olarak kullananan arkadaşlarına yardımcı oluyor. Babamın mektuplarını bile kaynak olarak kullandırtıyor. Bunu yapabilmek için oldukça kompleks yöntemler kullanıyor. Yaptiklarını, yerime birini konusturarak veya düzmece mektuplar yazdirarak, eski ders kitaplarıma defterlerime benim elyazıma yakın tarzda yazılar (daha evvel istihbarat kayıtlarından elde etrtiklerini) yazdırarak, Gizli Servis kaidelerine uygunlastırıyorlar. Bu sayede Istihbarattan aldıklarını benim kendi el yazımla yazdığım notlarımdan almış gösterebiliyorlar.

Bir başka yöntemleri de şöyle; Füsun Candaner ve kaynakçı arkadaşı, istihbaratı önceden okuyarak öğendiklerini soru halinde bize yöneltip bizi konuşturmayı denemişler. Daha çok Burdurdaki ailemi konuşturmayı başarmışlar. (bende pek sökeceğini sanmıyorum).

Mesela, Babamın ne istediklerini anlayamamasını sağladıktan sonra dalgın ve başka bir şeye konsantre olduğu bir anında “senin oğluna mektuplarını aldım” diye bir söz kaçırıyorlarmış. Durumu kavrayabilecek durumda olmayan babamın edebilecegi bir söz (mesela “ha öyle mi”, “neyi istiyorsan al bakalım”) Gizli servis anlayışına göre babamın kabul ettiğini varsaydırabiliyorlarmış. Babam bize yazdığı mektupların kopyalarını hiç almaz (o senelerde fotokopi makinası ya yoktu ya da yaygın degildi. Erikli Köyünde hiç yoktu. Babamın ve benim mektuplarımın kopyalarını olsa olsa MIT’den temin etmişlerdir. Bu da yasak kapsamındadır.) Bu tür tertiplerin Gizli Servisler tarafından geçersiz sayılması gerekir.

Füsun Candaner, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetçiyim.

------------------------------



Melbourne Konsoloslugunda gorevli NAMIK BEY diye biri



Sırf beni ve ailemi iksirleyerek yaralayarak kendisine meslek edinen kariyer yapan birisidir. 12 yaşımdan beri peşimden hiç ayrılmadı.

Bu adam, ben Izmir Kolejinde öğrenci iken yemekhanenin mutfağında görevliydi. Ahçı yardımcısı gibi bir şeydi galiba. Yemeklerimizi iksirlemekle görevliydi. Köyümüzde (Eriklide) evimizde bile birkaç kez gördüm. Bir söylem de, ben küçükken dedeme kısa bir süre çoban durmuş, tabii ajanligiyla beraber.

Ben ODTU'de iken bu adam ODTU yurt kantinlerinde, kafeteryada, hatta Kayıt Kabul’de görev aldı. Ve beni devamli iksirledi. Beni ODTÜ’den kaçırmak için en etkili yöntemleri kullandı, ve senelerce ısrarla bunu sürdürdü. Beni Izmir’e sürdürmeye çalıştı. Bunu yapabilmek için, sekiz sene boyunca beni iksirledi ve beni yere çaldı. ODTÜ’deki önemlice işi buydu.

Ben Halkbankta çalışırken Bilgi İşlemde dolaşırken de gördügümü hatırlıyorum. Ne iş için bulunduğunu anlıyamadım.

Ben Avustralyada iken Namık Bey yine ensemde idi.

Çocukluğumdan beri gizli servis gölgesi altında ben hep süründüm. Namık Bey de peşimden hiç ayrılmadı. Benim bu cendereden hiç kurtulmamami sagladı.

Namık bazı kaynakçı cetelerle taa ODTÜ senelerinde bana yönelik Gizli Servis eylemlerini yönetmek konusunda işbirligi halindedir. MIT’teki görevine kaynakçı cetelerin ve onların yandaşları tarafından getirilmistir. Vazifesi beni güdümlemek ve hakkımızdaki istihbaratı kaynak olarak kullandirtmak uzere beynime mizansenler verip tepkilerimi toplamaktir.





Köye geldiğinde anamı babamı iyice küçültmeyi çok seven birisidir. ***

Namik Bey benim bu cendereden kurtulmamam icin calisacaktir. Oyle iyilikci filan degildir. Ilkelerine bakmaksizin guclu saydığı insanların pacasina yapisip onlar için adam iksirlemeyi faydalı ve geçerli sayan bir görgüye sahiptir. Cevresi de hep bu anlayışa uygun insanlarla doludur. Izmir Kolejinde beni yarım yarım tahsil yapabilecek duruma getiren Namik degildi. O ellerindeki iksirleri verip paracıklarını kazanmak isteyen yemekhane görevlisiydi (garson idi, elbette Gilzi Servis göreviyle birlikte). Izmir Kolejinde Namık beni yere sermek üzere iken, Mehmet Eymür tarafından durdurulduğunu duyumsadım. Namık ve dığer iksirci yemekhane görevlileri, o iki öğretmen (Gizli Servis görevlisi) tarafından uyarılmaları üzerine, vazgeçirilmişler.

Namik Bey benim pesimden ODTU'ye geldiginde, beni degil de mesela benim aileme iksir vermeyi kazanç kapısı sayan bazı okuldaşlarımın iksirlerini düzeltmis ve böylelerine yardımcı olmuştur. Özellikle kendi tanıdıklarının çocuklarının beni iksirleyerek harçliklarını çikarmalarına yardımcı ve aracı olduğunu duyumsadım.

Namık Beyin, beni ve ailemi küçültmeyi bizimle alay etmeyi seven biri oldugu anlasiliyor. Evimize geldiği zamanki davranışları, ODTÜ’de dostlarına bizi anlatırken ettiği sözler bu kanaati doğuruyor.

Namık evimize geldiğinde küçük çocuklarımızı seviyormuş gibi kucağına alır üstlerini başlarını iyice iksirler salıverirmiş. (usta iksirci diye buna denirmiş)

Namık uzun yıllar ortaokul lise çocuklarını iksirledi, sonra terfi edip üniversite kantinlerinde kafeteryalarında ögrencileri iksirledi. 35 sene okullarda çocukları iksirledikten sonra insan ne olur. Ben yeni ögrendim. Mesela konsolos olabilirmiş.

Son yıllardaki en önemli görevi hakkımdaki istihbaratı film senaryolarına kaynak uygun olarak kullandırtmak üzere tertipleri mizansenleri hayata geçirmek imiş.

Benim kurtulmam demek, kendileri yerine iksir almamam demek olacağı icin Namık ve yandaşları benim kurtuluş yollarımı daima tıkadı.

Melbourne'da kurtulamadım ama Sydneydeki Namık'ların sayısı cok daha fazla idi. Bu yüzden Melbourne'u tercih ettim.

Bu şartlar altında eski çobanımız, ahçı yardımcısı, kantinci, konsolos ve hepsinden önce “usta iksirci” Namik Bey'in elinde iksirlene iksirlene çürümek zorunda kalıyorum.

Eski Melbourne Baskonsolosluğu görevlisi Namik Bey, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetçiyim.

Not: 10 Ocak Persembe 2002 günü Melbourne Baskonsoloslugunun bekleme salonuna oturdugumda tezgahin arkasi bombostu. Ilk Namik gözüktü kirmizi ceketiyle, ve de “köpeklerin kızdığında dişlerini göstermesi” taklidi yaparak. Son günlerde yapılan iksirlemeleri defterime yazdığım için mi acaba? Namık Beyin pek temiz biri olmadığını bu işaret de gösteriyor.

Not: Namık, hakkımdaki istihbaratı kaynak olarak kullandırabilmek için bazı ortaklarıyla birlikte çeşitli mizansenleri hayata geçiriyor. Ben konsoloslukta iken benim duyamayacağim bir şekilde hızlıca “senin hayatını istihbarattan yazıyoruz” gibbi sözler edip, ben cevap bile vermeden (bana edildigini anlamayı bırak, adamın neyi söylediğini bile anlamam mümkün değilken hatta yüzüm ona dönük bile değil iken, o benim ses vermememi, izin verdiğimin kanıtı olarak varsaydırabiliyormuş.)

--------------------





Erdoğan Ilkehan (Ağzıküçük)



ODTÜ senelerinde tanıdığım Erdoğan (o zamanlar soyadı ağzıküçük idi) münasebetimiz seneler evvel taa ODTÜ yıllarımda tamamen kesilmişti. O da Avustralya’ya göç etmiş.

Meğer hakkımızdaki istihbaratı kendi kalender(!) Adanalı hemşehrilerinin kaynak olarak kullanmasını istiyormuş.

Empati ile bana geçirilen cevaplar şöyle; sen kullanacak mıydın onları. Bırak kullansınlar işte.

Bu anlayış bana komik ve kahredici ölçüde salakça geldi.

Benim mücadelem kaynakçılarla. Erdoğan İlkehan’ın Melbourne’da bu mucadelemin aleyhine çalıştığını anlıyorum.

Erdoğan Ilkehan, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetçiyim.



-------------------------------

ETHEM CANGÖRÜ

Aydinin bir kasabasinda terzi kalfasi iken 8 yasinda bir erkek çocugun irzina geçip öldürmekten agir hapis cezasi aldiktan sonra, hapisten ajanliga terfi ettirilmis bir sapiktir. Sapikligini ajan olduktan sonra da sürdürmüş, pek cok sikayet oldugu halde hakkında hiçbir islem yapılmamistir. [ adamın çocuğu nasıl oldürdüğünü anlatmak icin bana ajan çıkarıldı; yanımdan geçen ajan Ethem Cangörünün sesine uygun bir sesle şöyle konuşuyordu; “şikayet edeceğim dedi, etme dedim. Edeceğim diye tutturunca bıçağı cıkardım, vurdum vurdum yere serilene kadar vurdum” bu sözlere yakın sözlerdi konuştukları. Nerden biliyorum Ethem Cangörü olduğunu? Daha pek çok ayrıntılı ve açık işaret var. Bazılarını, isimlerini bile yazamayacağım kadar önemli insanların ağızlarından, ve isim bile verildiği çok daha açık mizansenlerde duydum. Dogru olduguna ikna oldum. Bu hikayeyi bana aktarabilmek için çok fazla çaba ve zaman haracadılar. Içler ürpertici bir hikaye.]

Beni 1965 senesinde kaçirmayi denemis, bana onlu yaslarımda en az yedi kez elle sarkintilik etmis, igrenc sapik cinsel fantezilerini uluorta söverek birkaç defa söyleyebilmis birisidir. Aydin'in bir kasabasinda terzi kalfasi iken 8 yasinda bir oglan çocugunun irzina geçip öldürmekten agir hapis cezasi aldığı, hapishaneden ajanliga terfi ettirildigi, ajanlik yaparken de çocuklara yönelik sapik egilimlerini sergiledigini duyumsadim. 11 yasinda iken beni kaçirmaya kalkismisti, yetisen gögü tanikları sayesinde kurtulmustum. Ajan olunca mahkumiyetleri ile ilgili bütün kanitları yok ettigi, (hapishaneden ajanlığa terfi ettirilenlerin mahkumiyetleri ile ilgili belgeler yokedilirmiş) hedeflediği insanların kadinlarına ajan gönderip irzina geçtirtigini, bu tür cürümleri islemeyi meslek hayati boyunca sürdürdügünü duyumsadim. 1980'den sonra rütbesi yükseltilince "oglanci oldugu MIT tarafindan saptanmis" 6 tane sapigin MIT ajani olarak işe alınmasını uygunlastirmakta basarili oldugunu duyumsadim. "elinden gelse oglanciların tekkesi yapacak burasini" diyen ajanlar vardi. Ethem Cangörü'ye göre sübyancilik (ona göre adı "çocuk seksi yapmak" imis) ufak bir kabahat sayılırmış. Çocuklugumda beni de hedefledigini algiladim. 11 yaşımda iken Antalya Devlet hastanesinde beni kaçırmaya kalkmış çevreden yetisenler sayesinde kurtulmuştum.

Izmirde makinistlik yaparken (ajanliğın yanısıra) Demirlibahçe istasyonunda beni kaçırmak istemiş ve kurtarmak isteyen ajanlar çevremde korumaya almışlar. Ben o zaman durumun acaipligini farketmis ama isin içyüzünü anliyamamistim. Bazı yasakların kalktigi bir gelecekte, meslektasları Ethem Cangörü'nün cinsel tercihleri konusunda genis açiklamalar yapabilirler. Ama benim anliyabildigim kadariyla, MIT'in bu ünlü sapigi, firsatini buldugu zaman "güzel yüzlü oglan çocukları" tercih ediyormus. Onlardan bulamazsa "oglansi kiz çocuklarını" da deneyebilirmis. Böyle bir pespaye kisiligin nasil olup da Gizli Servis'te hayat bulup yeşerdigine sasirdim ve bagirmak istedim.



Bir söylem de bu adam ben çok küçükken kendisi ajan olarak bizim köye gelmis, köyün sigirtmaci olmus kisa bir süre. Birtakim çirkin isler yapmis, sigirların bir kismini telef etmis. Daha da eski yillarda, kendi ailesinden bazıları, dedemin üzerine ajan olarak yollanmislar ve dedemin yakinlarına bir hayli fenalik yapmislar.

Ben bir yaşında iken bizim evin önünde beni alip parmağını anusume sokmaya kalkmış. Çığlığıma yetişen babam, elinde kureği adama vurarak elinden ayırabilmiş.

Bu adami ilk defa 1960 yilinda gördügümü hatirlayabildim 1960 yazında (eylül ayinda olmali) 6 yasinda iken, Burdur'un Yuva köyünde yol üzerinde oynarken, bir jip beni ezmeye çalismisti Yola bitisik bir yamaçtaki oyuga kendimi atarak kil payi kurtulmustum. Araba oyugun üstünden bir parça toprak göçürmüstü, adeta beni silip geçmisti. Görüs mesafesi 100 metre civarindaydi ve sürücünün beni farketmemesi imkansizdi. Özellikle üzerime sürmüstü. Jip'in sürücüsünün yüzü hafizamda yer etti. Son 20 metre kadar bakistik. Cipin sürücüsü Ethem Cangörü idi.

1962,63 yillarında Burdur'un Kapakli Köyünde iken ayni adam ve baskaları bize iksirli seker, yemis getirirlerdi. Çok sonradan sağlığımdaki etkilerinden o yemislerin iksirli olduklarını çikarabildim.

1964 senesinde Burdur'un Kapakli Köyünde ilkokul dördüncü sınıfta iken, bir okul arkadasim biraz ileride yol üzerinde ayni adami göstererek "bu ajan seni öldürecek, anani babani bile öldürecek git babana söyle" dedi. O sahsin adini bile verdi; "Ethem Cangörü". Ben bu sözleri hiç ciddiye almadim. Daha önceki yillarda da ayni sahsi gördügümü hatirlayip aradaki ilgiyi kurabilmem icin 95 yilindan sonra uzun uzun düsünmem gerekti.

1965 senesi yazında (daha 11 yasini doldurmamistim) Antalya Devlet Hastanesi koridorlarında, Ethem Cangörü bana elle sarkintilik etti, sonra da dislerinin arasindan kisik sesle küfürler ederek boynumdan kavrayip sürükleyerek kaçirmayi denedi. Direndigimi gören hastanedeki insanlar kosup adami durdurdu ve çikisti. Ethem Cangörü kalabaliga kendisinin gizli servis görevlisi oldugunu söyleyince kalabalik durakladi. Ethem Cangörü "bunun babasi ajan, karismayin" diyordu. Kalabaliktan biri "elin ne ariyordu çocugun arkasinda" diye çikisti. Bana yaptigi sarkintiligi tarif ettim, zorla götürmeye çalistigini da söyledim. "Babam ajan degil ögretmen" diye ilave ettim. Kalabaliktan biri öfkeyle "git babana söyle" dedi. Babam görüntü alanimizin disinda hastanenin baska bir köşesinde idi. Babama gittim. Anlatmayi denedim. Babam "kim ne yapacak oglum sana, olmaz öyle şey" diyerek azarladı. Halbuki, beni kurtaran kalabaliktan bir kişi daha benimle babama kadar gelebilseydi babami inandirabilecektim. Kalabaligin yanibasinda iken aglayarak anlatsaymışım gizli servis kaidelerine göre dogru söyledigim kabul edilecek ve beni kaçirmaya kalkan ajan yakayi ele verebilecekmis. Halbuki biz babamizin yaninda aglamamaya sartlandirilmistik.

1968 senesinde Izmir Koleji (Bornova Anadolu Lisesi)'nde orta II ögrencisi iken Bornova'da sinema salonu koridorunda Ethem Cangörü bana elle sarkintilik etti.

1969 senesinde Bornova'da otobüs duraginda Ethem Cangoru bana elle sarkintilik etti.

Yarim sene sonra köye geldi, babamin yanibasinda iken Ethem Cangörü bana elle sarkintilik etti. Babama sikayet ettim, babam beni siddetle azarladi, yalancilikla suçladi.

1970 yilinda, köyümüzde bir dügün sirasinda kalabalik arasinda Ethem Cangörü bana elle sarkintilik etti.

1970 yilinda Bornova belediye otobüslerinin son duraginda, kuyrukta beklerken elle sarkintilik etti. Bu sirada bir kenarda oturmus alayci bir ifadeyle kıs kıs gülerek durumu seyreden Erdin Günce'yi farkettim. Ona göre bu olay müdahele edilip önlenecek bir olay degil, alay edilecek eğlenilecek bir olay olmalıydı. (bir süre sonra Izmir Kolejinin yemekhanesinin kapısinın önunde Erdin Günçe bizzat kendisi iki eliyle sarkıntılık etti. )

1971 yilinda Izmir Halkapinar stadinin (simdiki adiyla Atatürk stadi) soyunma odasi koridorlarında Ethem Cangörü galiz küfürler ederek bana sarkintilik etti, kaçarak elinden kurtuldum.

Lisede, en çok da ODTÜ ögrenciligim sirasinda durup dururken sanki benim homoseksüel oldugumu önceden biliyormus havasi veren saglam yapıli insanlar oluyordu. Zaman zaman bunlara karşı çikmaya çalistim, homoseksüel olmadığımi anlatmaya çalistiysam da pek ikna olacaga benzemiyorlardi. Meger benim modelime çok yakin gizli servis görevlilerini makyajla bana neredeyse tipatip benzetip göreve salmislar. Görevleri, benim çevremdeki insanlara satasmak, bazen de homoseksüel biri görünümü ve tavri sergilemekmis. ODTÜ'de bu yüzden durup dururken bana "bak ben biliyorum ama kimseye söylemem" diyeni de çıktı, durup duruken avucumu kaşıyan sapık eğilimliler de çıktı, ağırbaşlı olup da bana kızanı da çıktı. Bunlara çoğu zaman en uygun tepkiyi veremedim. Çünkü zekam iksirlerle yavaşlatılmış durumdaydı, çoğu zaman yarı baygın geçiyordu hayatım. Geç tepki verebiliyordum. Hiçbir homoseksüel deneyimim ve egilimim olmamıştı. Kadınlara ilgi duyan biri oldugumu çevremdeki gizli servis görevlileri çok iyi biliyor olmalıdır. Neden bu insanlar bana böyle satasiyor diye hayiflanip durdum. Uzun seneler sonra gerçegi ögrenince içim biraz olsun rahatladi. Ethem Cangörü kendi sapik eylemlerini mazur gösterebilmek için beni homoseksüel göstermeyi, en çok da homoseksüel yapmayi istiyordu. Homoseksüel yapamadi. Ama bazı insanlara geçici olarak öyle göstermeyi başarmiş olmalı.

Ethem Cangörü ve Erdin Günçe iffet konusu dahil her konuda en adi en bayağı en düşük eylemleri tertipleyecek görgüye sahiptirler. Bu tür eylemlere ben karışmadım dediyse de aslında ortamını hazırlayan birisi olduğunu çıkarmak fazla güç olmaz. Geçmiste bunun örnekleri bulunabilir.

Ethem Cangörü ve yandaşları benim öğrenciliğimde okul hayatımda başarımın düşürülmesini, iş hayatımda başarısız olmamı sağlamak icin elinden geleni yaptırmıştır. ODTÜ’de öğrenciliğimde zaman zaman notlarımın düşürülmesi için öğretmelere ikazlarda bulunmuştur. Bu uyarıya öğretim üyelerinin yarısına yakını uygun davranmıştır. Bu uyarıya uymayan öğretim üyelerini sorumsuzlukla suçlamıstır. ODTÜ’de asistan olduğumda da başarısız olmamı sağlamak için her türlü deneyi en çok da amacına uygun iksirlemeyi yaptırmıştır. Asistan iken dersaneye girdiğimde külotuma kadar iksirli olur kaşınmaktan doğru dürüst ders anlatamayacak duruma düşerdim. Odamın önünden bana hakaret edip kaçan hic tanımadığım öğrenciler olurdu. Ethem Cangörü yüzünden ODTÜde senelerim çürüdü gitti.



Ethem Cangörü bana senede üç dört kere, o da birkaç saniye ile iki, üç dakika arasinda gözükür. Ilaçlanma sonucu "şekil hafızam" çok zayiflamis oldugundan bu adami hatirlamak için uzun uzun düsünmem gerekti.

Burdur'da yasayan anam babam, ablam ve esi ve çocukları Ethem Cangörü'ye yakin bir ajan (galiba akrabasi olan bir ögretmen) tarafindan iksirlenmektedir.

Ethem Cangörü'nün bizimle ugrasmasının nedeninin bir kan davasi oldugu iddiasi geçersizdir. Tek yanli bir kin gütme ve husumettir. Daha benim yakinlarımin Ethem Cangörü ailesinden haberi bile yok. Kendilerine yapılani anlamis bile degil.

Rivayete göre, kin güttükleri insan başlangıçta dedem imiş. Sonra dedemin bütün ailesi olmuş. Ona göre insanları aşağilamanmın en uygun yolu ırzına geçmek imiş. Bütün ailemin, kadın erkek hepimizin ırzına geçmek istediğini Gizli Serviste ulu orta söyleyebiliyormuş. Antalya Devlet Hastanesinde kacırmak isterken kurtarılmıştım. Izmir Kolejinde okurken Demirlibahçe istasyonunda onun kaçırma girişiminden kurtarmak için Gizli Servis ajanları epeyce çaba sarfetmiş. Kendisinin benim ırzıma geçemek istediğini, bana işaret edebilmek için bana defalarca ajan çıkarıldı Izmir Koleji senelerimde ve daha sonraki yıllarda. 1995te bile iksirle bayıltıp kaçırıp ırzıma geçmek istediği yolunda işaretler aldım.

Ethem Cangörü’nün bir çözüm önerisi “bunu (beni) yabancı istihbaratçılara kaçırın, anasını öldürün” imiş.

Ethem Cangörü yandaşlarının bir başka çözüm önerisi ise bütün yakinlarımin Avustralyaya gönderilmesi imis. Orada birkaç sene sonra gözlerden uzak hepimizi temizleyebilirlermiş.



Ethem Cangörü, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlar ve bize kötülük yapan yakinlarından (olayla ilgisi olmayan yakinlarını kastetmiyorum) şikayetçiyim.



-----------------------------------------

SENIZ CANGÖRÜ

Ethem Cangörü'nün küçük kizidir. Evlenince soyadi degismis olmali. Disisleri Bakanliginda tercüman olarak görev yaptigini ögrendim. Ayni zamanda Ankarada bir filoloji bölümünde hocalik yaptigini duydum.

Onu ilk defa 3 yaslarında küçük bir kiz çocugu olarak görmüstüm. Izmir Kolejinin son sınıfinda olmaliydim. Okulun kapisinda, Bornovaya gitmek üzere yola çikiyorduk. Tam kapinin yanibasinda 3 yaslarında esmer bir kiz çocugu tombul kolları açikta bana bakiyordu. Yanibasinda 11, 12 yaslarında uzun yuzlu ince yapıli bir oglan duruyordu. Her ikisinin de bakisları benim üzerimde odaklanmisti. Bu durum dikkatimi çekti. Yanlarından geçerken küçük kiz çocugunun basini oksayip geçtim. Tam o sirada oglan bana "niye vuruyorsun" diye agiz yapmaya çalisti. Halbuki vurmamiştim. Küçük çocuk da hiç tepki vermemiş, başının okşanmasından rahatsız olmamiş, beni süzmeye devam etmişti. "Başını okşadim sadece" demeye çalıştım. Yoluma devam etmek için saga dönünce 10 metre karşımdan Ethem Cangörü'yü biyik altindan gülümseyerek karşımdan gelirken farkettim. Durumdan hiç rahatsiz olmadığı belliydi. O an Ethem Cangörü'yü hatirlayamadim. Zaten bana senede en fazla 4, 5 defa gözükür, o da bir kaç saniye sürerdi. Ethem Cangörü'nün memnun memnun gülümsemesinden, oglanin tepkisinin mizansen oldugunu düşündüm. bu mizansende amaç ne olabilirdi? (Empati bu konuda bana birbiriyle çelişen şeyler söylüyor. Birinci açiklama: Benim çocugu dövdügüm varsayilarak bana iksir verdirebilirlermis. Bu amaçla çocuga benim benzerim çikarilir ve buna benzer mizansenlerle çocugu dövdügüm ya da iksirledigim varsayilirmis. Karşılık olarak da ben iksirletilirmisim. Ikinci açiklama ise şöyle : Benim çocuga karşı hasmane tutumum olmadığının hatta çocukla benim aramda tam tersi bir durum oldugunu tesbit ettirmek istemişler. Gizli Servis yöntemine göre bu söylem bu şekilde ortaya konulmuş. Bu şekilde ben bu küçuk kizin payandasi ve kalkani yapılmişim. Hangisi söylem dogru, iyice açiklasalar da anlasam.)

1977(76 veya 78 de olabilir) yilinda olmaliydi. Ankarada Kizilayda kaldirimda yürürken küçük bir kiz çocugu elinde firça ile arkamdan kalçama bir seyler sürüyordu. Çocugu ve babasini uyardim. Adam çok ters ve taciz edici bir cevap verdi. O iksirleme pantolonumun arkasini gözenekli yapti, kumasin o bölgesinin lifleri incelip açildi. O kiz çocugu Seniz Cangörü, adam da Ethem Cangörü idi. Ethem Cangörü küçük kizina ajanlik ögretmeye çikmisti. Kendilerini o an hatirliyamadim. Sonradan çikardim.

1970'li yillarda hatta 1982, 1983 yillarında bile ODTÜ'de bilgisayar dersi alirken hiç bir programim bilgisayarda dogru çalismazdi. Meger delgi makinalarında güzelce deldigim kartları (o zamanlar programları kartlara deler dispatcher denilen görevlilere teslim ederdik) gizli servis görevlileri ya kart sirasini bozarak ya da bazı kartları ayirarak programlarımin dogru çalismamasını saglarlarmis. Seniz Cangörü bir ortaokul veya lise ögrencisi olarak benim programların kart sirasini bozmakla görevlendirilmis. Sirf bunun için ODTÜ Bilgi Islem Dairesine gelip görevini yapip ayrilirmis. Kendisini esmer topluca bir genç bayan olarak ODTÜ Bilgi Islem Merkezinde gördügümü hatirliyorum.

80'li yilların baslarındaydik. Ankara Alman Kültür derneginde Almanca kursuna yazılmistim. Üç hafta sonra Seniz Cangörü kursa ilave oldu ve gelip tam benim yanibasima oturdu. Ben kendisinden hiç kuşkulanmamıştım. Kursa yeni başlayan bu yeni ögrenciye "fazla geç kalmadiniz kolayca telafi edersiniz" diye cesaret vermiştim. Ders aralarında yerimden ayrildığımda çantam, kitabim, masam ve sandalyem iksirli oluyordu. Kurs binasi dolaylarında içtigim çaylar mesrubatlar da iksirli oluyordu. Hafizam ve kavrayisim iyice zayifladi. Dersi anlayamaz oldum. Gayet iyi giden kurs, bir buçuk hafta içinde, benim için çekilmez bir hal aldi ve parasini peşin ödedigim kurstan ayrildim. O kursun verildigi binada birbiriyle çelişen Gizli Servis fraksiyonlarının görevlileri olmaliydi. Ve beni kendilerine uygun veya tersi insanların yanibaşinda bulunmamdan dolayı iksirleyerek ağır şekilde iksirliyorlardi. Galiba Şeniz Cangörü'ye beni ivedilikle o binadan ayirma görevi verilmişti. Ben kendisini eskiden gördügümü hiç hatirlayamamıştım o günlerde. Iksirlendiğimi de hic anlıyamamıştım.

1992 yilinda Avustralya'da, Sydney Parramatta tren istasyonunun karşısindaki bir büfeden alisveris yapip çikmistim. Paralarımi sayip yerlestirirken, yanima esmer topluca bir bayan sokuldu. Öyle fazla sokuldu ki omuz omuza durumdaydik. Kendisinin davranisini yadirgadığımi belirten bir söz sarfettim. 5,6 metre ilerde durumu izleyen uzunca boylu beyaz saçli sahis bana bana agir bir küfür savurdu. Bu sahsin ortaokul lise çaglarımda bana elle birkaç defa sarkintilik yapan Ethem Cangörü'nün yaslanmis hali oldugunu sonradan çikarabildim. Burnunu ünlü bir avukatın burnuna benzetmişti. Saçları bembeyaz olmustu. (ne talih asagi yukari 10 sene kendisinden çok daha erken yasta benim de neredeyse bembeyaz oldu, ama Ethem Cangörünün iksirleriyle)

3 metre ileri ve gerimizde baska hiçkimse olmamasina ragmen bana hiç bir söz etmeden kaldirimin ortasinda iyice sokulup poz verip bekleyise geçen bu bayan ne yapmak istiyordu acaba. Bunu o sirada çikaramadim. Çok sonra bir aciklama yapabildim. O bayan, bana ortaokul çaglarımda sarkintilik yapan Ethem Cangörü'nün kizi Seniz Cangörü idi. O bayan beni payanda olarak kullanabilmek istiyordu. Bunu yapabilmesi için benimle yakinlik kurdugunu kanitlayabilmesi gerekiyordu. Bana iyice sokulup poz vermesi ve bu durumun fotograf veya video kamera ile tesbit edilmesi gerekiyordu. Benim çikisim yüzünden, bu deneme, belki de basarisizlikla sona ermisti. Empati böyle açikladi.

Baska bir gün yine Sydneyde trende uyuklarken etrafimdaki yolcular hep kalkmis, karşıma Ethem Cangörü, yanima da kizi oturmus. Ben 1.5 saatlik yolculukta mutat oldugu sekilde uyuklamaya baslamisim. O bayan iyice sokulup ceketimin kumasina yapismis. Bu durum fotografla tesbit edilince Gizli Servisten istedigini alma hakkına sahip olabilmis. Böylece beni payanda olarak kullanabilme hakkıni elde etmis. Ben durumu uzun yillar hiç anliyamadim. Yeni yeni kavramaya basladim.

Seniz Cangörü ben ve ailem hakkındaki istihbarati eserlere kaynak olarak kullanma cürümünü isleyen bir gizli servis çetesinin en etkili üyesidir.

Seniz Cangörü, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan sikayetçiyim.





------------------------

Süleyman Şaşa



1969 yılında beni payanda olarak kullanma hediyesine Samsundan kosa kosa gelen bir ajandır. Halen Samsunda guclu destegi olmali ki 1999 yılında Samsuna ve Antalyaya çagrıldım. Iksii de kaynakçı çetenin ajanlarının hakim oldugu il idi.

Bu adamin en onemli ozelligi yuzunun bana cok benzemesiydi. Alni biraz daha kısa, burnu biraz daha düzgün ve dolguncaydı, dudakları biraz daha kalıncaydı. Biraz makyajla bana cok benzemeyi biliyordu. Benim yerime oynamak icin secilen ajandi. 15.5 yaşımda bir ara 1.82e ulaşan boyumu, uzadıkça kısaltarak onun boyuna 1.76’ya düşürdüler.

Bu adamı ilk defa orta 3 de iken gördüm. Okulun son günleriydi. 1969'un baharıydı. Sabah erkenden okulun bahcesindeki basket potasina sut atmayi deniyordum. Az ilerden bana dogru ilerleyen bu abiye baska bir son sınıf abimiz seslendi; ”Süleyman, sen bu adamin yerine mi oynayacaksin”. Beni kastettiklerini hic düşünmedim. Onu daha once okulda hic gormedigim icin belki de yeni nakledilen biridir diye gecistirdim. Suleyman Sasa gulec bir eda ile bana dogru geldi. Ben topumu alacak diye uzulecekken, o bana şut atmasını ogretti. Bana cok iyi davrandi. O sabah bu yeni abiyi cok degerli bulmustum.

Suleyman Sasa bir veya iki sene sonra koyumuze 3.5 km mesafedeki Camoluk koyune ilkokul ogretmeni olarak geldi. (Galiba o zamanki kullandığı isim Mehmet idi, Mehmet Hoca diye anılırdı) Yarim sömestir öğretmenlik yapti. Babam yeni öğretmenlere agabeylik yapmayi sevdigi icin, daha dogrusu Suleyman Sasa onun etrafinda bulunmayi sevdigi icin bir kac defa bizim evde babamla birlikte gördüm. Bir gün bizim evde babama “senin halin iyi degil Veli Hoca” dedi. Babam bunu yarı şaka “sen benim yanimda solda sifirsin, ben senden daha iyi ogretmenim” demeye çalıştı. Suleyman Şaşa kısaca “Bu benim asıl işim degil” deyip çıktı. Asil işinin ajanlik oldugunu ben 2000 yılında çıkarabildim. Babam ise hiç öğrenemedi.

Aynı yil, bir baska ziyaretinde 3, 4 yaslarındaki kardesim onun karşısina gecince kardesimle guzel guzel konustugunu hatirliyorum.

Suleyman Sasa bende o yillarda cok olumlu bir izlenim birakti. Az konusan, terbiyeli, iyi yuzlu biriydi. Bize gonderilen gizli servis gorevlilerinin bazıları bizi agir sozlerle orseliyor, acimasizca iksirliyordu. Onda bunu henüz hatırlayamadım.

1971 yılı yazında olmaliydi. Köyün harmanyerinde ben girerken öbür ucundan benim kılığımda, boyu fizigi bana uygun, yuruyusu de bana uygun biri ayrılıyordu. Bir köylüye benim sesimle biçimsiz bir laf etmişti. Benzerimin pesinden hizlica yurudum. Adami bulamadim. Galiba az once ayrilan ciple cekip gitmisti. Suleyman Sasa ile ayni anda goruntu alaninin icine girmesem, o koylu beni vurmaya bile kalkabilirdi. Köylünün kızı hakkında en iğrenc lafi benim sesimle ve benim görüntüme girerek etmişti.

Koyumuz civarindan kaybolmadan once bahcemizde babama hakaret etti. Babam da uygun bir hakaret etseymis bir çıkış verecekmiş. Babam da hakaret etme huyu olmadığından bu recete faydali olmadi.

Izmir Koleji son sınıfta iken 1972 baharinda nobetci ogrenci oldğum bir gün Süleyman Şaşa benim görüntüme girerek Hazırlık sınıfı öğrencilerine izin vermis. Onlar da akın akın gezmeye çıkmışlar. Müdür yardımcısı çocuklardan bazılarını feci şekilde dövmüş. Az daha beni de dövecekken durumu anlamış. Bu sayede Süleyman Şaşa’nın yarattığı bir çirkin durumu daha ağır yara almadan atlatmış oldum. Keske bana da anlatsalardı. Ben olayların garabetini farketsemde çocukların yaramazlığına vermiştim.

Izmir Kolejinde lisede iken bir sınıfdaşım “sen hafta sonu Halil Rifat Paşda ne arıyordun?” diye sorarken bana cılk cılk gülüyordu. Beni Izmirde Halil Rifat Paşa semtinde gördüğünü ve halimin acaip olduğunu gülünç oldugunu söylüyordu. Halil Rifat Paşa semtine hiç uğramamıştım, tam yerini hala da bilmem. Sınıdaşıma “ben hafta sonu Bornovadaydım okuldaydım başka yere gitmedim” demenin ötesinde bir tepki vermedim. Keşke daha fazla sorgulasaydım. Neyi gördüğünü, neyi acaip bulduğunu anlamaya çalışsaydım. Bu tür mizansenler Izmir Kolejinde itibarımı epey zedeledi.

Izmir Kolejinde iken küçük yaştaki kız çocuklara benim sesimle ve görüntümle çirkin ve cılk sözler ettiğini sonradan duyunca Süleyman Şaşa yüzünden adımın hayli lekelendigini çıkardım.

ODTU de iken benim kılığıma giren birisini, hem de lisede çokca giydiğim beyaz pantolon ve açık mavi gömlek ile dolaştığını gördüm. Adamın boyu posu ağzı yüzü bana uygundu. Bana göre bu acaip bir rastlantıydı ve adama niye bana benziyorsun diye sorulmazdi. (Ayni soruyu o da bana sorabilirdi.)

ODTU 1973 de fizik dersinin problem saatinde hocamız Yeten Göksu derse çok öfkeli girdi. “Demin dışarda bana hakaret eden derhal çıksın sınıftan” dedi. Benim tarafıma bakıyordu. Ben kimseye hakaret etmemistim. Belki arkamdakine yahut yanımdakine bakiyordur diye düşündüm. Hoca “o çıkmıyorsa ben çıkıyorum” deyip çıkıp gitti. Kimdi o gün benim yerime gecip Fizik hocasına söven acaba. Süleyman Şaşa olması kuvvetle muhtemel.

ODTÜ’de bir çok tanıdığım öğrenciye hatta bazı öğretim üyelerine bile benim görüntüme girerek sataşan Suleyman Şaşa olmalıydı. Kendileriyle gayet uygun münasebetim varken aniden tavırlarını değiştirenlere nedenini sormak yaradılışıma uygun değildi.

ODTU yillarımda, bana evvelce normal davranan biri cikip bana sanki ben “homoseksuel” imişim gibi davranmaya kalkışıyordu. Birkac defa cirkin girisimlerde bulunanlar da oldu. Bu durumlardan kurtulmak icin gulunc ve igrenc agiz dalasları yasadim. Bu tatsızlıkların ortaya çıkması ve adımın üzerinde bu şaibenin yaratılması benim yerime oynamakta usta bir ajanın işiydi. Muhtemelen Süleyman Şaşaydı bu ajan. Çünkü o, güzel çirkin hangi görev verilirse yapan bir ajandi.

Burdurda şehrin kenarlarında bahçelerin tarlaların arasında amcamın evine doğru yürürken, birden bir köylü hakaretler ederek beni taslamaya başladı. Eline geçirdiği taşlar biraz irice oldugu için taşlar daha yavaş geliyordu. Adamdan özür dileyerek, “bir şey yapmadım” diyerek ve de iyice korkarak kacmaya çalısıyordum. Çelimsiz bir gençtim ve adam yetişip yakalamayı deneyebilirdi. Bereket sırtıma gelen irice bir iki tastan ağir yara almadan kurtuldum. Taşlar iri oldukları için süzülerek geliyordu ve biraz sakınabiliyordum. Durup dururken o köylü niye bana taş atsındı sövsündü. Seneler sonra yerime geçen bir MIT görevlisinin ettiği bir hakaret veya sataşma sonucu olduğunu anlıyorum.

ODTÜ’deki ilk senelerimden biriydi. Burdura kızkardeşimin evine gelmiştim. Kızkardeşim bana “niye geldin ablam” dedi. Ben kendileriyle kucaklaşmayı bekliyordum. Kızkardeşimin eşi de bana karsı homurdanıyordu; “döveceğim bir gün”. Ne olup bitiyordu anlayamadım. Meğer benden biraz önce yerime geçen MIT gorevlisi gelmiş ve kızkardeşime ve eşine yakışıksız sözler etmiş. Birbirimizi sorgulamadığımız için olay benim şaşkınlığım, onların geçici kızgınlıklarıyla sona erdi, olayın üzerine hiçbirimiz varmayı istemedi. Sakince birbirimizi sorgulasaydık. Olaydaki garabeti anlamaya başlayabilirdik. Ben “daha yeni geldim” diyordum. Kızkardeşim de “demin geldiydin ya” diyordu.

ODTÜ’den Burdur’a geldiğimde tanıdık bir tuhafiyecinin dukkanına giderken yolda elinde içki şişesiyle sarhoş sarhoş abuk sabuk kendi kendine bagıra çagira gezinen genç, fiziğiyle ve sesiyle bana cok benziyordu. (benzemek kabahat değil ki, benziyorsak kabahatin yarısı da benim diye düşündüm) dükkanına vardığımda tuhafiyeci “alçak sesle bana doğru “ayıp be, utan be diyordu”. Adamın dilinin altındaki baklayı çıkarması için iyice sorguya çekmediğime şimdi pişmanım. Ben herzamanki terbiyeli ve düzgün konuşma tarzımla adamı yatıştırmış olmalıyım ki olay büyümedi.

Yillar sonra, benim hic etmedigim sozu ettigimi israrla savunanlar, benim kucuk kiz çocuklarına satastigimi soyleyenler, benim homoseksüel oldugumu ima etmeye çalışanlar, herzaman gittiğim dükkanlarda bana hırsız muamelesi yapmaya çalışan koruma personeli, benim gitmedigim yerlerde bulundugumu soyleyenleri hatirlayip bir potada degerlendirdigimde yerime geçen MIT görevlilerinin benim itibarimi zedeleyecek, benim zararima olacak, benim dovülmeme hatta öldürülmeme yol açacak şekilde senelerden beri beni oynadığını çıkardım.

Yerime geçen MIT görevlileri, benden 14 yas küçük erkek kardeşimi de benim görüntümle benim sesimle yerime geçerek dövmüslerdi. Anama babama kızkardeşime ve kızkardeşimin eşine bile, benim goruntume girip loş bir ışıkta çirkin sözler etmişlerdi. Hem de değişik zamanlarda birkaç defa denemişlerdi bunu. Babama aksini söylesem de hiç inanmadı. Baska bir defa da benim goruntume girip anama cok cirkin bir soz sarfetmişti. Babamdan esaslı bir dayak yememe hatta evden kovulmama bile neden olabilirdi bu sozler. Hatta koylunun biri tarafindan oldurulmeme neden olabilirdi. Bu tür girişimleri hem Süleyman Şaşa’nın hem de Salih’in denediğini anlıyorum.

1992, 93 yılında beni izlemek uzere Melbourne’a ajan gonderdigini anladim. Ne işe yaradı o ajanlar hala anlayamadim. Cunku o yil ben Melbourne’de iki isimde de ajanlar tarafindan çalışamayacak duruma düşürüldüm. Kurtuluşu Melbourne’dan ayrılmakta buldum.



Suleyman Sasa bize buyuk iyilik yaptigina inanilmasını isteyen biri. Halbuki zaman zaman cok tehlikeli durumlara dusurdu beni ve yakinlarımi. Bu ise kalkismasının asil amacı da bizi payanda ve kalkan olarak kullanabilmekti. Ayrica hakkımızdaki istihbaratın eserlere (roman, hikaye, piyes vs) kaynak hazırlamak icin kullanilmasına faydalı olarak (mesela izni benim yerime oynayarak vermekle) büyük bir kötülük daha yapmış. Sadece bu son kötülüğü bile bize çok zararlı sayılmasına yeter artar.

Bu aşamada da Suleyman Sasanin, bir kuytu yerde hic sesimi cikarmadan bekletilmemi savunanlardan biri oldugu anlasiliyor. Zaman zaman yerime konusup olayi tehlikeli mecralara yöneltmesinden çekiniyorum. Elleri camura iyice bulanmiş insanların ne yapacağını kestirebilmek çok zor.



Bu adamı yazmamamı tavsiye edip duruyordu empati. Ben de kaldirmistim. 4 aralik 2002’de galiba Süleyman Sasayi eklemeye karar verdim. Aksam laptop bilgisayarimda yazısini hazırladim. Ertesi sabah bilgisayarimi çaldırttılar.

Süleyman şaşa benim yerime oynarken bazen homoseksuel taklidi yaparmış. Süleyma Şaşanın meziyetlerinden birisi de çok güzel homoseksüel taklidi yapması imiş. Soruyorum. "Niye böyle?". Cevap veriyorlar; "Herkes kendine uygun ve sevdigi rolü oynar".

Bunun daha derin nedenleri olabilir mi acaba? Psikologlara göre ırzına geçilen erkeklerin yarısı "öteki erkeklerin de ırzına geçilmesini hatta homoseksüel olmalarını" isterlermis. Bana kalırsa "insanın askıda ırzına geçilmis" olsa bile öteki insanlara çamur atmasına gerek yoktur. Bence Süleyman Şaşa homoseksüel olmayabilir. Empatinin dediği gibi sadece homoseksüel rolü yapmayi çok seviyor olabilir. (Not: empati niye bu adama bu şekilde sataştığımı soruyor. Iyi olmayacağını söylüyor. Cevabı çok basit. Bu adam benim yerime oynayarak beni homoseksüel olarak gösterdiği gibi, halen de aynı nedenle itham altına tutmak istediği için. Bazı ajanlar beni Kürtçü diye, bazıları eylemci sosyalist diye, bazıları soyumda altı göbek ötede birisinin adı “gayrimüslim adı” diye, kimileri dinsiz diye, kimileri de şeriatçılara uygun diye, kimileri bazı devlet adamlarının özel düşmanı varsaydırarak, bazıları da yabanci Gizli Servislere uygun varsaydırarak yakın takip altına aldırıyor. Süleyman Şaşa ise homoseksüel olduğumu varsaydırarak yakın takip altına aldırıyormuş. Benim homoseksüel olmadığımı gayet iyi bilir Gizli Servisçiler. Bir insana leke sürmek kabahat ise evvela Süleyman Şaşa’ya kızmalılar. )

Süleyman Şaşaya uygun bir bölgeden gecerken 2001 senesinde sırt çantam, keski ile yırtıldı bir görevli tarafından.

Süleyman Şaşaya uygun olmazsam, onun Melbournedaki adamları Gizli Servis deyimine göre beni tutuklatıyor. O durumda ben çok daha fazla iksirleniyorum. Yattığım yerin etrafı dikdörtgen şeklinde bir iksirli bölge yapılıyor. Yani evimdeki döşemelerde yapılan bir dikdörtgen şeklindeki iksirli alan dışına cıkmam yasak sayılıyor. Çıkarsam empati ile cezalandırılıyorum. “tutuklanmış” sayılıyorum.



Süleyman Şaşa, yakınları ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetçiyim.



----------------------------------

SALİH

Sırf beni ve ailemi iksirleyerek yaralayarak para kazanan, makyajla bana benzeyerek sesimi taklit ederek benim yerime geçmeyi kendisine meslek edinen kariyer yapan birisidir. Taa lise çağlarımdan beri peşimden hiç ayrılmadı.

Bazı Gizli Servis görevlileri, hayatım boyu yerime geçerek beni içinden çıkılmaz durumlara düşürdüler. Mesai arkadaşlarıma benim sesimle hakaret etmek, işten atılmamı sağlamak için amirlerime sövmek, sataşmak, beni kovmaları veya işten atmaları için telkinlerde bulunmak gibi eylemleri oldu. Komik, tutarsız, psikopat birisi olarak algılanmamı sağlayan eylemleri oldu. Her gittiğim yerde, yerime geçen Gizli Servis görevlileri imajımı kirletti. Durumu izah edemedim. Bu yüzden çevremde itibarım yok edildi ve sosyal ilişkilerim hemen hemen sıfırlandı. Yerime geçen insanlar bankadan veya cebimden nakit paralarımı bile gasbettiler.

Karşımıza çıktığında değişik isimler kulandı, en çok Salih adını kullandığını sanıyorum.

Salihi ilk defa Izmir Kolejindeyken gördüm. Resmi törenlerde okulumuz geçerken benim hakkımda aleyhte tezahürat yapma görevini yerine getiriyordu gizli servis hesabına.



Okuldaki kızlar hakkındaki dedikoduları, hemşehrisi (sonradan kayın biraderi olan, Antalyanın Akseki kasabasının bir köyünden) olan bulaşık ağızlı bir sınıfdaşımıza anlatıyor, o da yaygınlaştırıyordu. Böyle şeylere pek meraklı idi.



1985 senesinden beri yerime geçmeyi esas işi yapan Salih adlı bir görevli, Izmir Kolejinden sınıfdaşım olan Antalya Akseki ilcesinin bir köyünden olan bir okuldaşımın kızkardeşi ile evliydi (teşhis edilmemek için şimdi evliliğini kağıt üzerinde bitirmiş olabilir).

Empati ile bana yapılan eylemler daha çok ilgili Gizli Servis görevlisinin gerçek hayattaki eylemlerine yakışan eylemler oluyor. Mesela Ethem Cangörü duruma hakim olunca anüs kaşındırmaya başlıyorlar. (o bir oğlancı sapık) Erdin Günce duruma hakim olunca aklıma şehvet seks duygularını pompalamaya başlıyorlar. (onun en çok denediği kurbanlarına cinsel duyguları kontrol edilemeyecek kadar artıran iksirleri verdirmek). Salih duruma hakim olduğu zaman empati ile en çok yapılan hayalime açık homoseksüel seks görüntüleri vermek, anuse ve husyelere keskin kaşıntı vermek, bana tecavüz etmek istediğini çok rezil ve pespaye bir dille açıklamak oluyor. Yoksa bu adam bir “oğlancı” mı?

Evimdeki elektrik transfer kablosuna ek direnç bağlatıp 10, 20 belki dha fazla elektrik faturası ödememe neden olanın Salih veya Erdin Günçe olduğu yolunda duyum aldım.



Salih, bankadaki hesabımdan, valizimden, elbiselerimin cebinden para çaldırtan birisi. Aynı şeyi babama da yapmayı çok denemiş birisidir. Bu göreve başkalarını en çok da fakir köylüleri alıştırmış.

Salih, evimdeki eşyaları, cebe sığabilecek taşınması kolay malları bile çaldırtan birisi olduğuna dair duyum aldım. 1998’de çalabilmek için, empati vasıtasıyla bana cebimdeki radyomu, personal organizerimi, cep teybimi vs hepsini atmamı salık vermiş, güvenlik açısından daha faydalı olacağı söylenmişti. Hayatımdan endişe ettiğimden empatiye uymak gereğini duydum. Sonradan bunu elimdeki ufak tefek elektronik eşyalarımı çalmak isteyen Salih’in yaptığı duyumunu aldım.

Ögrencilik yıllarımda ODTU’de ve Izmir Kolejinde babamın gönderdiği para havalelerini benim yerime geçerek çaldığına dair duyum aldım. Aynı işi başka Gizli Servis görevlileri de yapmış.

1994de Avustralyada mastercardımı kapatırken hesaptaki beklenmedik borç çıktı. Halbuki alacaklı olmalıydım kendi hesaplarıma göre. Salih’in veya yerime geçen bir başka Gizli Servis görevlisinin mastercardımın kopyasını kullandığının duyumunu aldım.

Benim görüntüme girerek pek çok kirli işi yaptığına dair duyum aldım.

Yerime geçenlerin, hakkımdaki istihbaratı “yazılı veya görsel basın eserlerine, tiyatro oyunlarına, reklam filmlerine, sinema eserleri senaryolarına, tv dizi senaryolarına, skeçlere veya parodilere” kaynak hazırlamada kullanılmasına veya kullandırtılmasına, yerime geçip “izin verdiğini” söyleyerek, hatta istihbarattan bazı bölümleri “benim sesime uygun sesle” okuyarak yardımcı olduğuna ve bunu para karşılığı yaptıklarına dair duyum aldım.

Ben Lise 1 veya Orta 3te iken, yaz mevsiminde Salih Erikli Köyüne geldi. Bu defa köylü kılığında idi. Bize orakçı durdu. Beraber bizim buğdayları biçecektik (o yıllarda ekinleri elimizle biçerdik). Beni iksirleyip çalısamayacak duruma düşürdükten sonra ekinlerin yarısını telef ederek biçmeyi başardı. Galiba 1 dönümün biçilisine bakıp Salih bey'in görevine son vermişlerdi. Köyümüze geldiğinde bana "bacanak" diye takılıyordu. "Bana sululuk yapma" diye ikaz etmeye çalışmıştım.

Salih Izmir Kolejinde yemekhanede hatta ögrenci taşıyan vasıtalarda görev yaptı. Yemekhanede demirbaş iksirciler arasındaydı. O yıllarda Izmir Kolejinde okuyup da yemekhanede yemek yiyip iksirlenenler başlıca iksirci olarak Salih ve Melbourne Baskonsololuğu eski görevlisi Namık Beyi sorumlu sayabilirler. Kimbilir kaç tanesi iksirlenerek hastalandı, sakatlandı kemikleri eriyip boyları küçüldü veya zekaları geriletildi. Ben en fazla iksir alan öğrenci olduğum için beni epeyce iksirlediğini tahmin ediyorum. O zamanki hemşehrisi (şimdiki kayınbiraderi) olan sınıfdaşımız da harçlığını çıkarmak için beni iksirliyor olacaktır.

ODTÜ'ye hangi yıl geçtiğini bilmiyorum. Benim ODTÜ'de bulunduğum yılların çoğunda o da ODTÜ'deydi. Bana hayrı dokunduğunu sanmıyorum. Çünkü ben ODTÜ'de devamlı çok güç durumlara düsürüldüm ve öyle durumlarda Salih ilgilenmeyi hiç ihmal etmemistir. Hatta yerime geçerek ODTÜ’de bazı öğrencilere veya öğretim üyelerine sataştığına hakaretler ettiğine dair duyum aldım. Bu tür faaliyetler beni okuldan attırma (öğrencilikten veya asistanlık görevimden attırma) çabalarının bir parçası idi.

Salih, ODTÜ’de yurttaki yer degiştirmelere zaman zaman müdahele ediyordu. Şayet benim yerim, kendine yakın derebeylerine uygun değil ise beni odadan ayırma işini en adi, en kaba biçimde yaptirmayı seçiyordu. Odadan birisi, hiç yoktan bana hakaretler ederek beni kovuyordu Salih’in işaretiyle. Bunu ODTÜ 6’ncı yurtta iki kez denedi. Halbuki benimle konuşup “seni şu odaya alalım” demesi bile yeterli olabilirdi.

Salih ve çete arkadaşları Erikli köyünde bize iksir verip yaralayacak insanları ayarlamakta pek mahirdiler. Bize en büyük kötülüklerin yarısını bu çete verdirdi. Komsularımiz dahil köydeki pek çok insani (köydeki insanların üçte ikisini) parayla satin alip ailemi sürekli iksirlettiler. Bununla yetinmediler. Cok daha agir eylemler de tertiplediler.

Gizli servis görgüsüne göre yakın takip altındaki insanın her türlü malını hatta nakit parasini çalmak normal sayılırmış. Salih ve onun yönlediridigi bazı gizli servis görevlileri bu kuralı işleterek epeyce malımızı paramızı çalmışlar, hasar verdirmişler.

Salih, benim yerime geçmeyi meslek haline getirmiş. Bu yüzden ortaokul çaglarımda gördügüm Salih hep benim bulundugum sehirlerde yasadi ve arasira yanibasimda bulundu. Ben Türkiye’ye döndüğümde o da benim peşimden Türkiyeye döndü, beni yakından takip etti. Her yerde beni güç durumlara düşürecek tertipleri üstlendi.

Benim pesimden Avustralya'ya salkim sacak gelen gizli servis görevlileri beni hiçbir zaman kurtarmak amacında degildi. Onlar beni daima askida bekletmekten yanaydilar. Duruma vakif olursam, istismar edilmeyi kabul etmeyecek, ailemden istismar edilenleri bilinçlendirip kurtaracaktim. Onlar bunu istemiyordu. Bunun için beni kurtarabilecek insanları çevremden uzak tuttular. Bunun için çevremdeki kusatmayi artırmayı başardilar. Yakin takip icin gerekçe bulmak gerekiyorsa üzerime verdikleri özel görevliler, agzimdan sakincali bir söz alana kadar ugrasirlardi. Benzer ahlaka sahip bir gurup insan simdi Avustralyada. Bu adamlar beni kurtarmak değil eziyet etmek, eziyet etmek istediler. Bu amacla beni hep kuşatma altında tuttular.



Salih, iksirleyerek boyumu kisaltma isini arasira yapmis. Bunu yaparken iyi para kazanmis.

Salih benim yerime geçip bazı kızlara ve hatta bazı evli kadınlara seks teklifinde bulunmuş, kimine aşkını ifade eden sözler etmiş, kimine yakışıksız mektuplar yazmış, benim sesimle onlara telefonlar etmiş. O kadınların bazılarının eşleri, yakınları ailemi hedef almış ve ağır yara verdirmişler.

Salih Avustralya'da isten atilmami, yok yere iksirlenmemi, ailemi ve beni çirkin durumlara düsürmeye yarayan telefon konusmaları yapmanın yanısıra, bana tehlikeyi anlatmaya ve çareyi söylemeye çalisanları önlemekte oldukca basarili olmus. Benim sesimle işyerimdeki müdürlere telefon edip hakaret etmiş, bazen de işten atilmami, kurtulmam için bunun gerekli olduğu masalını anlatmış.

Benim yerime geçerek, benim yerime konuşarak, hakkımdaki istihbaratı kaynak olarak kullananlara yardımcı olmuş. Hala da fırsatını bulunca sürdürüyor.

Salih, Namik gibi benzerleri arasinda en kaba, en gaddar olanı, en fütursuzca davrananidir. Parası için insafsızca beni iksirler. Sydney'deki Namikların ve Salihlerin sayisi epeyce fazla idi. Salihlerin, Namıkların sayısı daha az diye Melbourne'u tercih ettim.

Iksir konusunda anlayışı şöyle özetlenebilir; “bizim vazifemiz istenen iksiri vermek. Iksiri biz seçmeyiz, onu da verdirene sorun.” Halbuki iksiri verdirmemek için elinden geleni yapanlar da var. yapılabilecekler var. Salih’in anlayışı “ben aldırmam” diye özetlenebilir.

Irza geçme konusunda ise görüşleri daha enteresan; kabahat yarı yarıya sayılmalı.

Siradan insanin ahlaki ilkeler yüzünden yapmaktan sakinacagi birçok eylemi onun gibiler isine geliyorsa kolayca yapar, vicdan azabi diye bir sey duymaz. Gizli servis iç çatismasinda dengeler degisir, beni öldürme isi gündeme gelirse, parasi yüksekçe ise Salih ihaleyi almak icin ortaya atilacaktir.

Salih, yakınları ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetçiyim.

Not:1996 senesinde Sydneyin Kogarah semtinde oturuken beni Çinli ve Filipinlilere 1.5 seneye yakin para karşıligi iksirletti. Dislerimi tamir ettirmek icin gittigim doktora para karşıligi dislerimi törpületerek kisalttırdı. Yarida kesmeseymisim amacı kaplama yaparak Salih’in kendi dislerine benzeteceklermis. Dis mineleri bir hayli inceldi. Üst ön dislerim kisaltildi. Bu telafisi mümkün olmayan yanlisi yaptirmak onun için çok normalmis. Salih beni kendine benzetmek icin boyumu kisaltmayi ve sismanlatmayi basarmis. Dislerimi de kendininkine benzetirse bana epeyce benzeyecegini umuyormus. Halbuki iksirlerle benim üst çene kemigim kisaltildi ve burun kemigim düsürüldü. Anlasilan bu iksirciler arasinda koordinasyon ve uyum eksik. Birisi beni tam kendine benzetecekken öteki boyumu kisaltarak vs fizyonomimi degistirebiliyor.

Salih Burdur'da ajanlik da yapmis. Valilikte görevli Cemşit adında bir memur olarak bulunmuş Burdur’da. Kizkardesimin eşine yakin olabilmek için çok uygun ağızları yapmayi bilmis. (ajanlar bu konuda egitimli ve mahir oluyorlar). "senin fikirlerinin yandaşı değilim, ben komunistim ama yine de seni çok degerli buluyorum. Sen çok güzel insansın" diye başlayan agizlarla onu kendine uygunlaştırmış. Evlerine bile misafir olmus. Ayni zamanda kizkardesimin iksirlenerek hormon dengesini bozacak iksirler verilmesine neden olmus, kizkardesim agir iksirler sonucu, tüylenmis, boyu kısalmış. Bir yandan da kizkardesimin esine, "sen bu kadindan ayril", diye telkinde bulunulmasını saglamis

Salih ne yapıp yapıp beni kendi kontrolu altında tutmak ve kendi işine geldiği biçimde yönetmek isteyen birisidir. Yaptığı çok ağır eylemleri benim adıma göstermiş ve faturasını bana çıkarmıştır. Ben kurtulursam o fatura kendisine odetileceğinden çekindiği içindir ki kurtulmamam için her şeyi deneyecektir.

Not: 1995 baharında çok güç kosullar altinda iken Salih gibileri olaydan para kazanmak derdindeydi. Benim sikayet mektuplarım postada yok edilecek telefon santrallerinde tutulup imha edilecek, yerlerine gizli servisle ilgili sikayeti olan pek cok insanin şikayetleri yazılacaktı. Hatta bazı insanları karalamak için bile yazıldığını duydum. Mektup basina 300 ABD doları almislar. Epeyce para toplamislar ve faydalı sayılmışlar. Hiç yapılamayan sikayetleri yapmis sayilmislar. Bu işi Nuri gündeş ile işbirliği içinde yaptıklarının işaretini aldım.



---------------------------------------------------



YILMAZ KARAKOYUNLU

Yılmaz Karakoyunlu benim ve ailem hakkındaki istihbarat raporlarını Erdin Günçe'den satin alan adamdir. Erdin Günçe bu cürümü 30 senedir islemekte ve hakkında hiçbir islem yapılmamaktadir. Hiçkimsenin kendi ya da ailesi hakkındaki istihbaratin eserlere kaynak olarak veyaz kaynak hazırlamada kullanilmasina razi olmayacagi asikardir. Bunu çok iyi bilen gizli servis üst yönetimi, bilemedigim bir nedenle Erdin Günçe'ye bu kolayligi göstermekte ayibini ve cürümünü görmezlikten gelmektedir.

Yilmaz Karakoyunlu'nun hakkımızdaki istihbarat dosyalarını eserlere kaynak olarak kullanmasi onun yasal hakki degildir, ve yasak kapsamindadir. Çünkü gizli servis istihbaratini amacı disinda kullanmak yasaktir. Üstelik Anayasamizda vatandasların özel hayatinin gizliligi devlet tarafindan güvence altina alınmistir. Anlasilan Yilmaz Karakoyunlu'ya bunlar vizgeliyor. O gene bildigini okuyacak hakkımızdaki istihbarati eserlerine kaynak yapacaktir. Geçmiste ayni seyi yapmistir, kendisine bir sey diyen olmamistir. Kendisi yasalara göre cürüm islemistir. Ama ona bunu söyleyebilmek her babayigitin harci degildir. Çünkü o bir devlet adamidir.

Nuri Gündes'in en işbitirici, en ahlaksiz adamlarından Erdin Günce yasal yollardan bunu önleyebilecegimi düsündügünden "büyük devlet adami(!)" Yilmaz Karakoyunlu'yu en uygun müsteri olarak seçmistir. Benim hakkımda 47 yıldır yapılan istihbarati faydali kisimlarını Yilmaz Karakoyunlu'ya hediye etmistir. Yilmaz Karakoyunlu'nun da bedelini kendisine en uygun sekilde ödeyecegini tahmin etmek zor degil.

Birakin Gizli Servisin yasaklarını, Anayasa'nin özel hayatin gizliligine iliskin 20.nci maddesini, Basin Ahlak Yasaları kapsaminda bile Yilmaz Karakoyunlu cürüm islemistir. Basin mensuplarından bu konuda ilgi bekliyorum.

Olayi tersyüz edelim. Eger Yilmaz Karakoyunlu dogdugu günden beri izleniyor olsaydi ve baska biri, mesela ben, o istihbarati veya (özlü kisimlarını) elde edip kaynak olarak kullanip roman yazsaydim kendisi nasil tepki verirdi acaba? Çok agir bir tepki göstereceginden eminim.

Kendinize yapılmasını istemediginiz seyi baskasina yapmayin Yilmaz Bey. Bu en temel ahlak ilkesini unutmusa benzersiniz. Bir zahmet hatirlayiverin ve bu konudaki kararinizi gözden geçirin.

Ben Yilmaz Karakoyunlu'nun tavrini düzeltip ailem hakkındaki istihbarati kullanmayacagina, MIT'teki arsive iade edecegine pek fazla ihtimal vermiyorum. O bu ahlaksizligi bilerek yapmaya karar vermis biri olacaktir. Muhtemelen istihbarat dosyalarını kaynak olarak kullandiktan sonra bunun neresi onların hakkındaki istihbaratmis, benim kendi havsalamdan ürettigim eserimdir diye ahkam kesecektir.

Basin mensuplarından ve ANAVATAN Partisi yöneticilerinden MIT istihbaratini kaynak olarak kullanma girisiminden dolayi Yilmaz Karakoyunlu'yu uyarmalarını hatta kinamalarını bekliyorum. Kendisi geçmiste de ayni cürümü islemis ama durdurma girisiminde bulunacak insan olmamis galiba.



Yilmaz Karakoyunlu ile rüyamda sohbet etsem nasil olurdu acaba.

I.Aksoylu: Ailem hakkındaki istihbarat masanizda ne ariyor Yilmaz Bey?

Y.Karakoyunlu : Nuri Beyin arkadasları verdi.

I.Aksoylu: Siz de aldiniz.

Y.Karakoyunlu: Hayir o verdi.

I.Aksoylu: Siz de almasaydiniz. Size veren gizli servis görevlisi hakkında ihbarda bulunsaydiniz.

Y,Karakoyunlu: Canim o verdi iste.

I.Aksoylu: Peki kizmayin. Hakkımızdaki istihbarat dosyalarını ne için getirttiniz Yilmaz Bey?

Y.Karakoyunlu:Onu çok degerli bir roman yapacagim, güzel degil mi?

I.Aksoylu: Istihbarat dosyalarını açip okumaniz bile yasak. Görev kapsaminizda degilken neden alip okuyorsunuz?

Y.Karakoyunlu: Bunun istihbarat oldugunu farzetmiyorum. Benim yazı masamin üzerindeki makaleleri karistirip da yazabilirim, bunlara bakip da yazabilirim.

I.Aksoylu :Yasal hakkıniz degil. Yasalara aykiri yaptiginiz, temel ahlak ilkelerine de. Ailem hakkındaki istihbarat raporlarını elde etmeye hakkınız yok.

Y.Karakoyunlu: Ben büyük yazarim, bana bu ayricalik taninir.

I.Aksoylu: Yasalarda hiçkimseye bu ayricalik taninmamis.

Y.Karakoyunlu: Bana itiraz eden yok gizli servisten.

I.Aksoylu: Sizden çekiniyorlar herhalde. Devlet adamları istedigi gizli servis görevlisini sürgüne gönderebilir, isten attirabilir. Müstesari bile sizin gibiler kuliste kararlastirmiyor mu.

Y.Karakoyunlu: Benim müstesarim Erdin Günçe. O benim büyük yazar oldugumu bildigi için böyle MIT dosyalarını bana bulur.

I.Aksoylu :Büyük yazar kendi gözlemleri ve havsalasina dayanarak yazar. Sizin gibi gizli servis istihbarat dosyalarını kaynak yapmaya kalkmaz.

Y.Karakoyunlu: Ben almadim, Nuri Gündes'in arkadasları getirdi. Elime geçen kaynak nasil masama geldi sormam, alir kullanirim.

I.Aksoylu: Sizden daha yüksek makamda birisi için de ayni seyi yapar miydiniz? Bülent Ecevit, Mesut Yilmaz gibileri için.

Nuri Gündes: Onların adini nasil agzina aliyorsun. Kendini onlarla bir mi tutuyorsun.

I.Aksoylu: Herkes kendinden küçügünü bulup üzerini dinleyip yazabilir mi demeye çalisiyorsunuz. Yasalara göre temel haklarımiz esit.

Y.Karakoyunlu: Mahkemeye git yasal hakkın için. Benim masamdakiler benim yazar hakkım.

I.Aksoylu: Sizinle mahkemelerde yarismak zor ama mümkün. Ama elinizdeki dokumanların gizli servis istihbaratindan alınmis oldugunu bilenler var. Ben hakkımi sonuna kadar arayacagim. Sizin kabahatli oldugunuz ortaya çikacaktir.

Y.Karakoyunlu: Bunların içinde güzel agitlar var. Sevdim. Bu dosyaların içindekilerin yarisini kendime ayiriyorum.

I.Aksoylu: Dürüst bir insan gibi davranin ve o dosyaların içinden hiç bir seyi kullanmayin ve unutmayi deneyin. Onlar istihbarat raporlarıdir.

Erdin Gunce: Sen onları atmissin çöpe, biz kullandik.

Y.Karakoyunlu: Su Orhan Pamuk'u Avrupalilar dünya gençligini etkileyecek isimler arasinda sayiyorlar. Bunu duydum mu çok kiziyorum. Bu romani bir yazayim, bakarşın Orhan Pamuk'u geçerim.

I.Aksoylu: Orhan Pamuk'u geçmek için kendi havsalaniza ve kendi gözlem gücünüze güvenin. Istihbarat raporlarını kaynak olarak kullanarak eser yazanlar yakin zamanda Türkiyede de ayiplanir. Uygar ülkelerde sizin yaptiginiz skandal sayilirdi. Mecliste bile epey hakarete ugrardiniz.

MIT görevlileri, o raporları MIT istihbarat imkanlarını kullanarak hazırladi. O raporların hazırlanması gerekmiyordu gizli servis için. Bu raporları bazı Gizli Servis görevlileri, kendi cüzdanları için hazırladi. Sirf sizin gibi birine satip para kazanabilmek için yaptilar bunu. Daha önce 15 kadar yazara satilan bölümler var. Bu olay Türk aydinları arasinda duyulursa büyük çogunluk sizi ayiplaycaktir. Siz de bu ayibin parçasi olmayin.

Daha iyi para veren birine satacakken, dava açarim diye sizi tercih ettiler. Devlet adami oldugunuz için sizinle mahkemelerde yarismak zor ama mümkün. Basiretli davranin suç ortagi olmayin.

1980'li yillarda tek kisilik oyun tasarladığımi söylemistim. Bazı açgözlü hirsiz Gizli Servis görevlileri, bunları kaçirip tiyatroculara, sinemacilara, yazarlara satmislar. Hatta bir de siparis almislar; "Böyle seyler bulursan bize getir" diye.

Hakkımi sonuna kadar arayacagimi anlayinca elindeki raporları Yilmaz Karakoyunlu'ya hediye edip benden gasbetmeye çalismaktadirlar. Yilmaz Karakoyunlu'nun yasal açidan avantajli oldugunu düsünüyor olmalilar.

Ama bir baska gerçek unutuluyor, Yilmaz Karakoyunlu hakkımdaki istihbarat raporlarını amacı disinda kullanirken, bunları yasal yoldan elde etmemistir. El altindan güçlü bir ajan tarafinda kendisine gönderilmistir. Yilmaz Karakoyunlu ve o ajanin yaptikları MIT görev ve yetkilerine ait yönetmeliklere göre, yasak kapsamindadir.

Her ne olursa olsun, bazı Gizli Servis görevlilerinin bu yanlisi defalarca yaptikları, eninde sonunda ortaya çikacaktir. O zaman bu cürümü yaptiranlar kamuoyu önünde teshir olunacak, mahcup edileceklerdir. Bu konuyu Gizli Servislerde bilen çok insan bulunacaktir. Toplumun her kesiminde bu çirkinligi onaylamayan insanlar, uygun bulanlara göre büyük çogunluk olacaktir.

Kimse kendine bunun yapılmasını istemeyecektir. Bizi, büyük çogunluk anlayacaktir.

NOT:Bu konuda görüs belirtenlere göre yazın dünyasinda bu tür haksızlıkların kapsamini bulmak zormus. Ayarlamak isteyen herkes cümleleri degistirebilir ama kurguyu ve kapsamini degistiremeyebilirmis. Bazen koklamak için okunabilirmis.

Kapsamini, anatema'yi, can alıcı olayları, can alıcı çikislarını, söylemlerini, esprisini, konunun anahatlarını, ilginç yorumlarını, hikayenin özetini almak üzere isterlermiş hakkımızdakı ıstıhbaratı.

Hakkımızdakı istihbarat raporlarını Yilmaz Karakoyunlu'ya aldirmak isteyen Erdin Günçe oldugunu anliyorum. Bunu sadece ben degil baskaları da biliyor. Baska bir deyimle de, benim yazdığımin ince kivrimli kisimlarını alirlarmis. Kendi çorbalarının içine atip güzelce karistirip kendilerine malederlermis.

Gizli Servis, takip elemanlarına, elektronik dinleme görevlilerine eserlere kaynak hazırlamalarının önüne set çekebilmek için kaidelerini düzeltmeli ve gelistirmeli. Bence takip elemanları yazar olmaya heves etmemeliler.

Yasal yoldan hak iddia etmenin önünü almak icin de üç kisiden fazlasina anlatmami saglamaları gerekiyormus. Bunu saglamak için bana adam yollayip konusturmayi saglamak, empati ile konusmami telkin etmek, ailem hakkında abuk sabuk konusup tepki verdirmeye çalismak (o sirada edebilecegim gelisigüzel sözler arasinda onlara uygun olanlar olabilir) gibi yöntemleri denediler.

Gizli servis görevlileri bu kadar basibos olmamali. Takip elemanlarının, dinleme ile görevli elemanlarının eserlere kaynak hazırlamalarının onu alınmali.

Yilmaz Karakoyunlu gibilerine belki de nüfuz karşıligi parasiz hediye edilebilir ama bazı yazarlara para karşıligi satildikları gizli servisin içinde gayet iyi biliniyor. Bu yollarla kazanilan paraların adi "kumkapi fonları" imis. Kumkapi meyhaneleri müptelasi bazı yazarlar, iyi para ödüyormus Erdin Günçe gibilerine.

Not: Isin ilginç bir yani da Yilmaz Karakoyunlu gençligimde (galiba üniversite yillarımda benim masama oturmus. Hayal meyal hatirliyor gibiyim. ODTÜ birinci yurdundaki kantin masasinda ve daha sonra da baska bir defasinda da kafeteryada masama oturmus. Senelerce adam iksirlerken benim adima göstermeyi bilmis.

Yilmaz Karakoyunlu, hakkımdaki istihbarati eserlere kaynak yapanlara karşı gelmek istedigimde beni iksirletiyor. Kendisi benim hakkımdaki istihbarattan alıntilar yapmayi çok istemis. Hala da istekli oldugu anlasiliyor. Bu duruma itiraz etmemi önlemeye yönelik girisimlerin içinde oldugu isaret ediliyor. Hem de Yilmaz Karakoyunlu modelinde bir Çinli şapkalı bir adam bulunuyor beni iksirlemek için.

Hakkımdaki istihbarat'in pesinde bazı sinemacilar, tiyatrocular ve yazarlar var. Erdin Günçe en iyi parayi verecek olana satmak isteyecek hatta kendisi kullanmak bile isteyecektir. Neden Yilmaz Karakoyunlu'ya vermeyi istesin? Cevabi çok anlamli. Çünkü Yilmaz Karakoyunlu'dan gelen talep üzerine ona yollamayi tercih etmistir. Yilmaz Karakoyunlu en az beş senedir hakkımdaki MIT raporlarını kaynak olarak kullanmak üzere istemektedir.

Yılmaz Karakoyunlu, yakınları, ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan şikayetciyim.



---------------------



Ali Özen



Bizimle ayni koyde oturmak Ali Ozen icin her bakimdan sans olmus. Ailesi bizi iksirleyerek hayatini kazanmis. Okuma oraninin dusuk oldugu öbür koyler yerine, ilkokulu bitiren ogrencilerin yuzde 85’inin parasiz yatılı lise tahsili yapabildigi Erikli Koyunde babamin ogrencisi olmus.

Ali Ozen universiteye girince de beni iksirleyerek gecinmis. Benim evimi, camasirlarımi, esyalarımi, bakkaldan alacagim sutumu peynirimi vs iksirleyenler arasinda Ali Ozen yerini almis. “Herkes ilaclayacak (iksirleyecek, iksirleyecek demek daha uygun) da biz ilaclayinca mi kotu oluyor” diyerek isyanini ve anlayisini da ortaya koymus. Yakin takip altinda iseniz, Gizli Servis sokakta cebinizden parayi elegecirmek (calmak) hakkına sahipmis. Mevzuaatları boyle. Ankarada otobuste benim parami cebimden yankesicilere, cucelere, çocuklara caldirirlardi. Eriklide Ali Ozen babamin oturmaya gittigi evlerde askidaki ceketinin cebinden paraları calmayi uzun yillar surdurmus. Suc islememis çocuk, devletin Gizli Servisinin verdigi hakki kullanmis.

Yalniz kendisi degil dayiları teyzeleri ve onların çocukları banim yakinlarımi iksirlemeyi gecim kaynagi olarak gormus. Ali Ozen hepsinin en tahsillisi ve en degerlisi sayilir. Bizi iksirleyen bu ailenin lideri durumundadir.

Ali Ozen’in dayisinin oglu Ali Turan anami iksirleyerek kolit hastasi yapan (anam muz, seftali havuc’tan baska bir sey yiyemez durumdadir ve arada sirada kan verilir) insandir. “Bir traktor parasi bile etmedi verdiginiz paralar” diye hayiflanmistir ajanlara. Ancak bayideki traktor bedelinin dortte ucunu odemisler kendisine anami agir yaraladigi icin.

Ali Ozen Halkbank’ta mutevazi bir mufettistir. Ama yuzde 80’i bizi iksirleyerek gecimini saglayan Erikli koyunun en onemlisi o sayilir. Imam camide Ali Bey’i tam karşısına alır. Imam, Ali bey gelmeden namaza baslamaz.

Iksirci Erikli Koyu sakinleri imamin karşısinda en onde “Buyuk adam Ali Ozen” olmak uzere tanriya yalvarip gunahlarını affettirirler umit ederim.

Ali Özen, yakınları ve kendilerinin ailemle ilgili eylemlerine ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanlardan sikayetciyim.



NOT:Ali Ozen’in dedesi Ali Dede çok fakir bir insandi. Ali Dedenin sağlığı bozulduğu yillarda (60’li yilların sonu 70’li yilların baslarında) babamin maasi 1500 tl ilke 2500 tl arasinda degisti. Ali Ozen’in dedesinin ilac/doktor paralarının 17 bin TL kadarini (8 veya 9 maas kadar) babam kendi cebinden odemisti. Ali Ozen, kendilerinin parasiz yatılı okuyabilmesinde katkisi olan, dedesinin saglik masraflarını mutevazi butcesinden karşılayan babamin ailesini iksirleyip para kazanmayi cok seviyor. Goruldugu uzere Milli Istihbarat kimi ajan yapacagini iyi biliyor.



---------------------------------

Bu metinde “Ailem” kelimesi ile anam babam, ve onların sulbünü kastediyorum.

Bu metinde “Kaynakçı” sözcüğü ile ben ve ailem hakkındaki istihbaratın “romanlara, hikayelere, tiyatro oyunlarına, reklam filmlerine, sinema eserleri senaryolarına, tv filmi senaryolarına, skeçlere veya parodilere” kaynak hazırlamada kullanılmasına veya kullandırtılmasına, kaynak olarak kullanılmasına veya kullandırtılmasına olanak tanıyan, ortam hazırlayan, yardımcı olan, katılan veya katkıda bulunanları kastediyorum.

Bu metinde “Irz Düşmanları” sözcüğü ile, ailemin çevresinde yürütülen Gizli Servis eylemleri bağlamında, ailemdeki insanların iffetine yönelik çirkin eylemlerin failleri, sorumluları, onlara yardımcı olanları, bu eylemlere olanak hazırlayanları, bu eylemlere katkıda bulunanları kastediyorum.



Ben ve ailem hakkındaki istihbaratın “romanlara, hikayelere, tiyatro oyunlarına, reklam filmlerine, sinema eserleri senaryolarına, tv filmi senaryolarına, skeçlere veya parodilere” kaynak hazırlamada kullanılmasının veya kullandırtılmasının, kaynak olarak kullanılmasının veya kullandırtılmasının ortam hazırlanmasının, durdurulmasını, alınanların geri bıraktırılmasını, bize verdikleri zararların telafi edilmesini sağlamak üzere en ağır yaptırımlar uygulansın.



Ailemin çevresinde yürütülen Gizli Servis eylemleri bağlamında, ailemdeki insanların ırzına geçenlere, onları yönlendirenlere, onlara yardımcı olanlara, yaptıklarına karşılık olarak en ağır yaptırımlar uygulansın.







EZIYET

İksirlenme yüzünden yarı baygın geçiyor çoğu günlerim. Sinir sistemimi, beynimi, psikolojik dengemi alt üst eden iksirlemeler sürekli yapılıp duruyor. Konuşamayacak, düşünemeyecek, gördüğümü işittiğimi algılayamayacak durumda olmamı sağlamaya çalışıyorlar.

Ne zaman yakınlarımı veya saygı duyduğum bir insanı ansam empati vasıtasıyla o insan hakkında kirli duygular hayalime iletiliyor. Bunu, özellikle ailemdeki bayanlar hakkında yapıyorlar. Bu, empati ile yapılan en ağır psikolojik eziyet biçimlerinden bir tanesi sayılabilir. Empati ile yapıldığını bilmese, insan kendinden bile iğrenebilir.

Bazı Gizli Servis görevlileri duruma hakim olduğu zaman empati ile hayalime seks ve şehvet duyguları pompalanıyor. Kızmak, öfkelenmek çözüm olmuyor. Bu çok ağır eziyetten kurtulabilmenin yolunu yataktan kalkıp yer değiştirmekte mesela tuvalete gitmekte aramaya çalışıyorum. Aynı eziyetin aileme de yapıldığını çıkarıyorum.

Bazı Gizli Servis görevlileri (özellikle bazı Irz Düşmanlar veya Kaynakçılar) duruma hakim olduğu zaman vücuduma aklımdan geçen düşüncelere göre ardı ardına kaşıntı veya acı veriliyor. Mesela burnumun içine ardından husyelerime ardından gözümün önünegöz kapaklarıma, koltukaltlarıma, genital bölgeye, anüse peşpeşe kaşıntı vererek eziyet ediyorlar.

Bazı Gizli servis görevlileri evimdeki uyku tulumlarımı, günümü geçirdiğim yerleşkeye göre iksirliyorlar. Mesela, Collingwood civarında uzunca bulunduğum günlerde siyah-koyu kırmızı renkli uyku tulumum iksirleniyor. Preston market civarında uzunca bulunduğum gün lacivert renkli uyku tulumum iksirleniyor. North Carlton civarında mesela Carlton kütüphanesi civarında uzunca kaldığım zaman kırmızı renkli veya laci renkli uyku tulumum iksirleniyor. Çamaşır suyu ile uyku tulumlarımdaki iksirin ancak yarısı çıkabiliyor. Bu yüzden uyku tulumlarım hep iksirli. Bu iksir insanı hem zihnen hem bedenen halsizleştiriyor, yoruyor, ertesi günü insan daha yorgun daha yaşlı gözüküyor. Bu iksirin doku bozunması yoluyla erken yaşlanmaya neden olan iksir olduğuna, kanserojen olduğuna dair duyum aldım.

Insanın kemik yapısının bozulmasına hatta boy kısalmasına yol açan, prostat ve akciğer kanserine yol açabilen Kadmiyumlu iksirler veriliyor. Prostatta birikip vücuttan hic atılamayan Dioxin iksirini veriliyor. Dioxinin de kanserojen bir iksir olduğu bilinir.

Asbestos gibi akciger kanseri yapan iksirler verildigine dair duyum aldim. Gecmiste akcigerlerimi zayiflatan iksirler verildi. Akcigerlerim bu yuzden cok zayifladi. Havasi bozuk yerlerde kalmaya hic dayanamam.

Kadmiumlu iksir ile iksirlenmiş uyku tulumunda veya odalarda yattığımda, bir kaç saat sonra belkemiğimde kuyruk sokumuna doğru bölgede sancı başlıyor. Çok fazla olursa yerimden doğrulurken sancı iyice artıyor. Bunu anlattığım zaman “çok bilmiş insanlar”, “yok canım iksir degildir, bel ağrısı bir yaştan sonra herkeste olur, siyatiktir” demeye başlıyorlar. Halbuki siyatikte ağrı, zamana göre az çok homojendir. Ne zaman siyatik ağrısı olabileceğini kestirebilirsiniz. Benim ağrılar ise, daha çok iksir verildigi işareti aldığım zamanlarda ortaya çıkıyor. Gündüz dışarda iken “Ziyaretçin var” deniliyor. Bu, evime iksir verildiğine işaret. Yattıktan iki üç saat sonra yavaş yavaş başlıyor. Belimin her tarafı değil, kuyruk sokumuna doğru sancı oluyor. Ve üşümekle hiç ilgisi yok. Bana bu ağrının nedenini empati öğretmedi. Tıp kitaplarından buldum. Isteyen “Kadmium iksirlenmesi”ni arar ve bulur. Sanayide bu tür iksirlenme olabilirmiş. Kadmium “kemik erimesi”ne yol açarmıs. Kansere de yol açabilirmiş.

Bir gün zarfında, bir kaç zeytin tanesi (veya onun gibi fazla tuzlu bir şey) yersem ve hiç su içmezsem o gün sağ böbreğimde sancı başlıyor. Bol su içerek geçiştirebiliyorum. Empati bunun nedeninin böbregimde biriken civalı bir iksir olduğunu söylüyor. Civali ve Kadmiumlu iksirler, gaz çıkaran tanecikler halinde evime veriliyormuş. Evde bütün kumaşlara iyice sinmiş oluyor. Aynı iksirler yiyeceklere de verilebiliyor. Bu iki iksir sanayide kullanıldığından tıp kitaplarında bu tip iksirlenmeler hakkında bilgi bulunabiliyor. Kadminyum ve civalı iksirler böbrekleri zayıflatıyor. Kadminyum kemikleri de eritiyor. Her ikisi de kanserojen. Sinir sistemine de zararları var. Kurşunlu iksirlerin de zararları bilinir. Mesela sinir sistemine çok olumsuz etkileri var, zekayı düşürüyor. Genel Kütüphanelerdeki Toxicology kitaplarında epeyce bilgi buldum. Bir Tıp Fakultesi kütüphanelerinde eminim ki çok daha geniş bilgi bulunabilir. Bir kaynak kitabı veriyorum: Handbook Of Human Toxicology – by Edward J. Massaro – ISBN 0-8493-4493-x

Bazı Gizli Servis görevlileri duruma hakim olduğu zaman empati ile hayalime öfke, intikam duyguları pompalanıyor, ve bazı insanları öldürme hayalleri veriliyor. Böyle anlarda empatinin etkisini hafifletemezsem, kendimi hayalimde bazı insanları dövüyor, bıçaklıyor, kurşunluyor, iksirliyor, öldürüyor, hatta bir çok insanı toptan tarayarak kurşunluyor, veya toptan iksirliyerek öldürüyor olarak buluyorum.

Yaşadığım şehir olan Melbourne, değişik Türk Gizli Servis fraksiyonları tarafından adeta parsellenmiş durumda. Bir fraksiyonun bölgesine girince, o fraksiyonun söylemlerine uygun sözleri, o bölgedeki Gizli Servis görevlileri benim yerime geçen görevlileri vasıtasıyla söyletiyor. Ve benim o söylemlere uygun olduğum varsayılıyor. Başka bir fraksiyonun bölgesine geçerken empati ile, iksirlenerek veya başka yöntemlerle cezalandırılıyorum.

Empati ile son altı aydır bana yapılan başka bir uygulama var. Empati ile daima dört bir yanıma bazı ajanların hayali siluetleri veriliyor. Bu durum gece gündüz 24 saat sürüyor. Ajanların konumuna göre başıma en çok olmak üzere vücudumun değişik yerlerine kaşıntı en çok da sancı veriliyor. Ajanların söylemlerini tam olarak bilmediğim gibi, oyunun asıl amacının, beni hiçbir iş yapamaz hale getirmek olduğu anlaşılıyor. Hiçbir şey okuyamaz duruma düşürüyorlar. Böylece ben, sadece, başımla hayalimdeki ajanları takip edip durmak zorunda kalıyorum. Ve günlük “alelade” işlevlerimi (yemek yemek, tuvalete gitmek, v.s.) yaparken bile buna dikkat etmek zorunda kalıyorum. Zihnimi başka hiçbir şeye veremiyorum. Empatiyle verdikleri sancılar da cabası. Bu durumda başımı uygun yere çevirmeyi her zaman başaramayınca, tercihi benim yerime onlar yapmış oluyorlar. (bu oyunun adini eşel-mobil sistemi koymuslar. Yani herkes faydalansın bu payandadan istemişler. Oyunun asıl amacının “Ibrahim Aksoylu hiçbir iş yapamasın. Kitap bile okuyamasın. Dinlenemesin. Kariyeri, ailesi, dostları bile olmasın. Ömrünü bu şekilde eziyet edilerek hiç bir iş yapamadan tüketsin” olduğu anlaşılıyor.

Hapishanedekiler bile uzanip dinlenebilr. Belki yedi sekiz saat uyku uyuyabilir. Bana ise gece ortasinda bile keskin kasintilar ya da sancilar verilerek, “kalk Erdin Gunce geldi ya da Fusun Candaner geldi caresine bak” deniliyor. Uyumayı bırakın, dinlenme zamanı bile cok az, mesela iki saate yakın verilebiliyor. Iki saatlik dinlenme zamanını hakedebilmek için sabahleyin evden 06:00’dan önce ayrılmak, kamera ile veya görevlilerce şahsen gözetlenen uygun bir yerde (kütüphaneler, tren istasyonları, hatta büyuk süpermarketler) 06:30 ile 21:00 arası beklemek zorundayım. Bekleme saatleri veya yerleşke, dinlenme ödülüne haketmeme uygun değilse, hatta o saatler icinde başımla ajan siluetlerini takip etme işinde performansım yeterli değilse, hiç dinlenme zamanı verilmeyebiliyor ve o gece yüksek tempolu empati altında perişan oluyorum. Ertesi gün bütün dikkatimi verip iki saat dinlenme hakkını almaya gayret ediyorum. 1996 senesinde Ethem Cangörü’nun adını terennüm ettiğim andan beri nadiren 4 saat dinlenme hakkı verildi. Iki saat bile dinlenmediğim günler çok oldu.

Bu oyunu uyduranların Emre Taner ve yandaşları oldugu soyleniyor. Ne garip 1994 1995 senesinde beni komik duruma dusuren ama oldurulme korkusunu alabildigine isleyen, yabanci Gizli Servislere (CIA, KYP – Yunan Gizli Servisi, ASIO – Avustralya Gizli Servisi) işe girmem gerektiği konusunda telkinleri teşvikleri ve şantajların yapıldığı mizansenleri organize edenlerin de yine ayni sahis oldugunu duyumsadim. Aynı zamanda bana ulaşıp da kurtarmak isteyenleri durdurmayı başarmak icin engelemeler çıkardıklarını da duyumsadım. O zamandan bu yana 10 sene gecti. Iyice yaslandim. Yoruldum. Onlar benimle oynamaktan yorulmadılar. Empati vasıtasıyla hala benimle alabildiğine oynuyorlar. Herhangi bir şeyi düzelttikleri sanılmasın. Kaynakçıları bile yer yer el altından destekleyen, Irz düşmanlarını bile yer yer hoşgören insanlar bunlar.) Mesela trenle veya tramla bir yere giderken bile bu oyun sürüyor. Trende bir kac saniye icin bile olsa başımı uygun ajan siluetine çeviremezsem empatiden ses geliyor; “ziyaretçin var”. Bu ses, evime adam gönderileceğini ve evimde bir şeylerine iksirlenecegini haber vermek oluyor. (iksirciler aynı apartmanda bile bolca bulunuyor) Bu oyun sayesinde, hasta ya da uyuşuk bir anımda her istediklerini yapabiliyorlar. Mesela empati ile Gizli Servisin aklımdan topladıklarını eserlere kaynak olarak ayırabiliyorlar. (Erdin Günçe bunu sağlayabilmek için Salih gibilerinin yerime geçip konusmasına zemin hazırlıyor.) Oyunun tamamı benimle alay etmek ve bana güçlük çıkarmak, bana ve aileme zarar vermek için icat edilmiş. Böyle saçma bir zulüm olmaz. Başımla uygun ajanı takip etmezsem ailemden bazılarının en çok da anam ve babamın hedef olarak seçildiğini ve iksirlenerek cezalandırıldıklarını haber veriyorlar. Bana kendi tercihimi yapma şansını bırakmıyorlar. Başımla takip edebildigim (karşıma alabildiğim) Gizli Servis görevlisine uygun sayılıyorum. Bulunduğum yerleşkeye, günün saatine göre, devreye giren ajanlar değişiyor. Bu durumda kendi tercih ettiğim ajanı seçebildiğim sanılmasın. Benim tercih hakkım çok az etkili oluyor. Kaynakçı ve ırz düşmanı çetelere uygun görevliler her yeri tutmuş durumda. Onlardan kurtulmak istesem de çoğu zaman onlara uygun sayılıyorum bu saçma oyun sayesinde. Bana kalsa ben sadece Mehmet Eymür’ü seçerim. Onlar ise bana ve aileme bir çok kötülükleri olan hatta bize kin ve husumet güden ajanları devreye sokuyorlar. Bir çok yerde Mehmet Eymür hiç olmuyor. En az devreye girebilen Mehmet Eymür oluyor demek yanlış olmaz. Erdin Günçe en çok devreye giren Gizli servıs görevlisi oluyor. Halbuki Erdin Günçe, Mehmet Eymürün alternatifi olamaz, kendisi hem istihbarattan kaynak hazırlamayı gelir kapısı yapan birisidir, hem de ırz düşmanlarının yardımcısıdır.

Kaynakçı ve ırz düşmanı çetelere uygun olanlar her yeri tutmuş durumda. Onlardan kurtulmak istesem de çoğu zaman onlara uygun sayılıyorum bu saçma oyun sayesinde.

Empati beni daima yanıltmasını biliyor. Gizli Servis takibinde olduğum için iyice tecrit edilmiş durumdayım. Insanlar benden uzak durma geregini duyuyor. Televizyon seyredemiyorum. Tek konuşabildiğim varlık empati. Bana yapılan “şunu denersen kurtulacaksın” uyarılarını, “çok ufak bir şansım olsa bile denemekten ne çıkar”, ya da “bu seçenek kurtuluşum ise denemeyerek bu şansımı kaybedersem” gibi varsayımlarla empatinin uyarılarına çoğu zaman uymak gereğini duydum. Zaten kritik durumlarda empati iyice yükseltiliyor ve düşünme yeteneğim neredeyse yokediliyor.



Nasıl yaşıyorum

Sırt çantamda taşımak zorundayım günlük eşyalarımı. Sabunum, diş fırçam, kalemim kağıdım ekmeğim, varsa pişirdiğim yemeğim, bir kat esvabım, çatal-kaşığım, yani neyi kullanacaksam yanımda taşımak zorundayım. Evde bırakırsam iksirleniyor. Sabahları altıdan önce evden ayrımazsam o gün evimde iksirleme iyice artıyor. Empati de iyice yükseliyor. Akşamları eve 21.30dan önce gelirsem empati ile ve iksirle cezalandırılıyorum. Akşamları eve gelmeden ve sabahları kütüphaneye gitmeden önce bir saat South Yarra istasyonu platformlarında beklemezsem o gün rahat verilmiyor ve iksirleme de artıyor.

Bütün gün hiç ayrılmadan kütüphanede bekleyebilirsem o gece bir parça dinlenebiliyorum ama uyku hemen hemen hiç bir zaman verilmiyor, verildiğinde de bir saat civarında verilebiliyor.





SONSÖZ



İLGİLİLERE ve YETKİLİLERE DUYURU



benimle ve aİlemle İlgİlİ Gİzlİ Servİs eylemlerİnİn gelİsmelerİ ve sonuçları KONUSUNDA, Bütün ayrintilar dahİl, Mehmet Eymür’ün İstedİğİ gelİşmelerİ ve sonuçlari seçtİğİmİ yetkİlİlere duyururum. BU uĞURDA BEKLEMEK GEREKTİĞİ İÇİN, KENDİ İSTEĞİMLE BEKLEMEYİ KABUL ETTİĞİMİ DUYURURUM.

Bu sayfada yazilanlar ve bu sayfada yazilmayanlar dahİl, bÜtÜn ayrintilarda, Mehmet Eymür’ün SÖYlEDİklerİnİn VE söylemlerİnİn DAHA doğru olduğunu kabul ederİm.



Bana ve aileme kurtulmamizda yardım etmek isteyenlere duyuru



Benim ve ailemin kurtulusu icin yardim etmenin tek yolu Mehmet Eymüre yardimci OLmaktir. EĞER İSTEYENLER VARSA, ONLARDAN RİCAM, MEHMET EYMÜRE YARDIMCI OLMALARIDIR.