13 Temmuz 2010 Salı

Ergun Poyraz'in Mahkemedeki Savunma Metni





Sayın başkan sayın üyeler yaklaşık 2500 sayfa olan karşı devrim iftiranameleriyle terör örgütü üyesi olmaktan, ruhsatsız silah bulundurmaya kadar bir yığın sevk maddesiyle karşınızda bulunuyorum, savcıların iddia ettiği gibi özel olarak jandarmanın değil, başında Ankara valisinin bulunduğu il koruma komisyonunun aldığı kararla 2002 yılından buyana Ankara emniyetinin ve jandarmanın görevlileri tarafından korunuyordum, tutuklanmamdan yaklaşık 1 sene önce yakın korumam tamamen Ankara emniyet koruma şubesi tarafından yapılıyor, konut korumam ise jandarma tarafından gerçekleştiriliyordu. 24 saatimin her dakikası kayıt altında olan bir yazar olarak bunca suçu nasıl işledim, bunca asker ve korumalarım beni neden ihbar etmedi, bunun da cevabı maalesef yok, savcılar korumalarımın yazdığını iddia ettikleri uydurma kağıtlar yerine, Ankara emniyetine ve jandarmasına telefon etseydi yazı yazsaydı, her yere yazı yazdılar. 2002 yılından bu yana 24 saatimin her dakikasını resmi olarak öğrenebilirlerdi. Korunan şahıslar hakkında tutulan bilgiler asla korunan şahsa verilmez koruma görevlileri tarafından bağlı bulundukları kurumlara verilirler bu durumu korunan şahıs olarak en iyi savcılar bilir. ancak bildikleri bu gerçeklere rağmen uyduruk kağıtların ikinci Cumhuriyetçi, dinci, Fethullahçı, besleme ve yandaş basına servis ederek adeta başlatılan linç kampanyalarının kaynağı olmuşlardır. değil terör üyesi olmak ve diğer suçlara karışmak en ufak bir disiplinsiz bir hareketim bile olsaydı, uyarılır ikaz edilir ve koruma kararımda kaldırılırdı, bu durumda gerek emniyet kayıtlarından gerek jandarmanın tutanaklarından açıkça görülürdü ve belli olurdu. kaldı ki, Ocak 2008 tarihinde Kandıra cezaevinde olduğum halde, koruma kararım Ocak 2009 yılına kadar tekrar uzatılmıştır.

Savcılarında çok iyi bildiği gibi bu kararlar birer yıllık olarak her yıl Ocak ayı başında yeniden gözden geçirilir, uzatılır veya kaldırılır. Korumalardan habersiz kendi evinizin tuvaletinden başka bir tuvalete bile gedemezsiniz. çünkü onlarla ilk yaptığınız şeyde bunlar size bildirilir kesinlikle onlardan izinsiz hiçbir yere gidemezsiniz. bu durumda not edilir ve ikaz edilirsiniz. ben hiçbir zaman böyle bir ikaza maruz kalmadım. bunu koruma dosyamı inceleyen savcılar benden çok çok daha iyi bilirler. ancak iftiranamelerine ve resmi dosyayı değil, resmi dosyalardaki bilgileri değil, kim tarafından uydurulduğu belli olmayan kağıtları koymuşlar, sayın başkan, sayın üyeler, savcılar benim örgüt üyesi olduğum iddiasında bulunmuşlardır.

ben Tayyip Erdoğan gibi dini bayramlarda hilafet ve şeriat için silahlı mücadele sloganı ile yola çıkan eli kanlı terör örgütü İBDA-C ‘nin militanlarına tebrik kartları mı gönderdim

Adalet bakanı Mehmet Ali Şahin gibi aynı örgütün düzenlediği aydınlık savaşçıları gecesine kutlama mesajları mı yolladım gönderdiğim kutlama mesajları kafir devlet yıkılacak elbet, kafir devlet yıkacağız elbet, çığlıkları altında mı okundu

hakkında dolandırıcılık, nitelikli dolandırıcılık, evrakta sahtecilik, naylon fatura, cürüm işlemek için teşekkül oluşturma dahil bir çok soruşturma olan Nakşibendi kökenli Maliye bakanı Kemal Unakıtan gibi, İBDA-C demin bahsettiğim örgüt adlı terör örgütünün yayın organı olan taraf adlı derginin arka kapağına onun müdürlüğünü yaptığım Ülker grubunun da ortak olduğu Albaraka’ın tam sayfa ilanları mı verdim, bir nevi onları maddi olarak mı destekledim.


Tayyip Erdoğan ve Mehmet Ali Şahin gibi Bosna ile dayanışma gecesi düzenleyip hilafet ve şeriatın tekrar geri getirileceğini üstünü hafifçe örterek mi söyledim, yine aynı ikili gibi yoksul halkın sırtından masraflarını karşıladığım Pakistan cemaati İslami genel başkanı Hüseyin Ahmet’e hilafetin yeniden geleceğini şu sözlerle mi ilan ettirdim.

bundan 70 sene önce Osmanlı hilafeti yıkıldığı zaman bütün İslam alemini bir hüzün sarmıştı bugün burada gördüğüm parlamakta olan yıldız, bize şu müjdeyi veriyor, inşallah gelecek istikbal İslam’ındır ve inşallah İstanbul tekrar Müslümanların başkenti olmaya adaydır, savcılar niye sormuyor, İstanbul şimdi kafir devletinin başkenti mi savcıların başı olan çakma savcı Tayyip Erdoğan her halde bunun cevabını verecektir, yine Tayyip Erdoğan ve Mehmet Ali Şahin gibi dün attırdığım çığlıklardaki vaatleri yerine getirmenin ilk adımları olarak bugün Merkez bankası ve bazı kurumları İstanbul’a taşıtmak için faaliyetlerde mi bulundum, savcılar bana terörist diyorlar, yine masraflarını fakir fukaranın, garip gurabanın kesesinden karşıladığım şeyh Muhammet El Ali’i şöyle mi bağırttım, hepimiz Allah’ın askerleri ve ordusuyuz ve Allahu Teala ordusuna zafer vereceğini vaat ediyor. Bu zafer nedir laik demokratik Cumhuriyeti yıkıp yerine hilafetli şeriat devleti kurmak, bu ,bu kadar açıkken ben bu davanın çakma savcısı Tayip gibi bunların masraflarını mı karşıladım,

sayın başkan, sayın üyeler, savcılar beni Hizbullah ile işbirliği yaptığı iddia edilen sanal bir örgütün üyesi olmakla da itham etmişler, CİA’nın dışa açılım ve analiz bölümü direktörü ve karma askeri istihbarat konseyi başkanı Corc Flas ,Ulusal istihbarat konseyi eski başkan yardımcısı CİA Türkiye masası şefi Grahant Fuller , yine CİA Ortadoğu ve Türkiye masası şeflerinden Morton Abromovis’in kanatları altında faaliyet gösteren seyyar vaiz Fethullah Gülen gibi eli kanlı terör örgütü Hizbullah’a şu sözler ile mi övgüler düzüp onları teşvik ettim, tahrik ettim. Sürekli kendini ittikaya salmış, kaptırmış, arayışına girmiş, yakalamış, Dahasını arayan Takva’nın Dahasını arayan derinlikten derin kutsiler ,Hz.Muhammed Mustafa’nın askerleri, Cindullah , Allah ordusu, Hizbullah ,Allah cemaati ,tabiri caizse Allah partisi, siyasi boğuşmalar ve siyasi partiler karşısında Allah partisi. Yine aynı CİA işbirlikçisi Fethullah Gülen gibi diğer örgütlerle nasıl bir duyguda buluşulması gerektiğini de şu sözlerle mi açıkladım, Ruhlar tıpkı bir kışlada bir araya gelmiş askerler gibidir, bunlar aynı duygu ve düşünceyi paylaşıyorlarsa birleşirler, aynı duygu ve düşünceyi paylaşmıyorlarsa onlar da ihtilafa düşerler, bunlar aynı duygu ve düşünceyi paylaşmanın verdiği hava ile Saiklerle, itici ve çekici güçlerle aynı çizgi üzerinde omuz omuza verirler. İnsanlarımıza senelerce kendini Kürt Sait diye yutturan aslında Ermeni kökenli olan Ermeni Sait’ in takipçisi ABD Rum Ortodoks Kilisesi başpiskopos yardımcısı Alexandır Karlutsos’un kadim dostu, Katolik kilisesi Cizvit tarikatı üyesi rahip Tomas Michel’in en yakın arkadaşı seyyar vaiz Fethullah Gülen gibi müritlerime kanla abdest almayı mı öğütledim, nasıl bir terörist oldum efendim. Cihat yani savaş çığlıkları mı attım veya attırdım , Cihat’ın birçok şeklinin olduğunu söyleyip şöyle mi devam ettim, Cihat’ın çeşitli şekilleri vardır, yerinde yazıyla, yerinde dille, yerinde arabayla, yerinde malla ve yerinde hal ile, yani öldürmekle ve sonra da Cihat kârlı bir ticaret mi dedim, sayın başkan, sayın üyeler, savcılar benim örgüt üyesi olduğumu söylemiş, ben bir zamanlar Kobra yuvası olarak tanımladığı Vatikan’a giderek boynu bükük bir şekilde ve kendi deyimiyle acz içinde, misyonumuzun parçası ,yardımcısı olmaya geldik diyen ve Fener Rum patriği Bartelemos’un en kadim dostu hoşgörü abidesi Fethullah Gülen gibi müritlerimi şöyle tanımlayıp, tahrik edip görevlendirdim mi , iman ve İslam’a hücum eden kim varsa onlara karşı çok kanlı ve canlı olacak , insanlığı saadete erdirmek için hakkın ilası için kendine düşeni en canlı ve en kanlı bir şekilde yapma aşkıyla yanacak. Din deyip, İman deyip, İslam deyip , fakir Müslümanlarla değil, Yahudi hahamları, Rum ve Ermeni patrikleriyle iftar görünümlü ziyafetler düzenleyip katılan Yahudi örgütü ADL’nin Başkanı ve MOSSAD ajanı Abraham Foxman’ın kitap yazma isteğini geri çevirmeyen Fethullah Gülen gibi burnumdan doldurduğum sümükleri biriktirdiğim mendilleri cami minberinden değmezsiniz ama diyerek müritlerime mi attım, yine Amerikan İslamcısı seyyar vaiz Fethullah gibi demokrasiyi şeytandan gelen rejim olarak mı tanımladım, bu tanımlamanın ardından Tayip Erdoğan ve birçok AKP’ linin de özlemi olan amerikano şeriatın yani Ak şeriatın Türkiye’ye mutlaka geleceğini şu sözlerle mi ilan ettim, Bir gün gelecek Semavat ,zemin bütün düzeniyle, nizamıyla İslam’ın bembeyaz eline teslim olacak, Yegibeyza İslama, yani Hz.Musa’nın harikalar meydana getiren asayı taşıyan mübarek eli demektir, Ak şeriata,Ak yola , Ak sisteme , Ak el, nasıl olsa olacak bizde yenileneceğiz. Böylece Tayip ve türevleri gibi yenilikçi hareket, yenilenme diyerek idealim olan Ak şeriatı mı kamufle ettim.

Hizbullah terör örgütüne övgüler yağdıran Fethullah Gülen gibi bizim çalışmalarımızdan rahatsızlık duyanlar şeytanlardır mı dedim, bu sözlerin ardından önce doktor Necip Hablemitoğlu, sonra da Emekli Binbaşı İhsan Gülen ve eşi katledildi, bu iki ismin çalışmaları Ankara DGM’de benim aleyhimde mi kanıt olmuştu, yoksa Fethullah Gülen’in mi, benim hareketimim mi yoksa Gülen hareketinin mi yapılanma süreci ile başlayan cinayetlerin en ilginci Gülen’in istihbarat birimleriyle olan ilişkilerini sorgulayan ve cemaatin flansörlerinden kuyumcu Sadettin Çetin’in parça parça edilerek öldürülmesi ve cesedinin yol kenarına atılması olayı.

Benim için terörist demiş savcılar. Referans’ım İslam Şerit gelecek vahşet bitecek diyen Tayip Erdoğan gibi yöresel, ulusal ve Uluslar arası küresel teröristlerle işbirliği mi yaptım, 1 Nisan 1981 tarihinde Kasımpaşa Yeniyol Cad. 86/12’de İstanbul Pres döküm sanayi Anonim şirketi adıyla Abdullah Hasan Bayramol ,Hüseyin Gürbaran ve Hasan Yazıcı ile birlikte şirket kurup, şirketin idare meclisi başkanlığına Elif sucuklarının sahibi gibi gözüken Mustafa Kupuz’u mu getirdim, yine Tayip Erdoğan gibi bu şirketimi gerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığım sırasında verdiğim mal beyanlarında gerekse yargılandım ve isal olduğum mal varlığı davalarında mı sakladım, Ulusal Kurtuluş savaşımızın kahramanı Atatürk için ölü nitelemesinde bulunan ve ona duyulan saygıyı sap gibi ayakta durmak olarak izah eden, Elhamdulillah şeriatçıyım diyerek kimliğini açıklayan çakma savcı Tayip Erdoğan gibi, yanında çalıştığım, ortağı olduğum Mustafa Kopuz ile beraber ürettiğim sucukların üzerine İslami usullere göre hazırlanmış şeklinde yazdırıp insanlarıma ve insanlarımıza eşek veya at eti mi yedirdim, bu nedenle gözaltına mı alındım, bu nedenle 45 gün hapis mi yattım. Hakkımda terör örgütü üyesi demiş savcılar. Türkiye Cezayir olur mu diye soruyorlar, biz hazmettire hazmettire geliyoruz Allah’ın izniyle, artık bu film tanınmaya başlandı, şimdi artık millet sadece aktörleri değil, senaryoyu değiştirmeye talip ve bu senaryonun değiştirme çabalarıdır bu çalışmalar. Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor yahu bu millet istedikten sonra tabi elden gidecek,yahu sen bunun önüne geçemezsin ki millete rağmen bu yürümez zaten, hem laik hem Müslüman olunmaz, ya Müslüman olacaksın ya Laik, ikisi bir arada ters mıknatıslanma yapar.Sözde bombaların bulunduğu Ümraniye’de bu sözleri söyleyen Tayip Erdoğan insanları kıyama yani ayaklanmaya da çağırıyordu, 1,5 milyarlık İslam alemi Müslüman Türk Milletinin ayağa kalkmasını bekliyor, kalkacağız, ışıkları göründü, Allahın izniyle bu kıyam, yani ayaklanma başlayacak.Çakma savcı Tayip gibi bu sözleri mi söyledim ve devam ettim, biz onun için geliyoruz, bu düzenin koruyucusu olamayız, mümkün değil, bu hukuku hazırlayanlar bu düzenin kaldırılmasının maşası olacaklar evet oluyorlar da. Benim için terörist demiş savcılar, ben bu davanın imitasyon savcısı Tayip gibi böyle sözler mi söyledim ya da Tayip Erdoğan’ın idolum dediği, danışman olarak görevlendirdiği ve dahi oğluna kızını vererek dünür yaptığı Sadık Albayrak gibi şu sözleri mi söyledim, Batıl sistemleri yıkmak , Müslümanca yaşamak ancak İslamın Devlet yapısını teşkil eden Halifelik şeriat Devletine adım atmakla olur, Müslümana oturduğu hiçbir topraktaki idare tatmin edemediğine ve çoğu yerde Laik, Kapitalist, Sosyalist ve kavmiyetçi sultalar tesis edildiğine göre, 20. asrın başından itibaren halifeli cemiyet, ümmet haline gelmeleri İslam şeriatının ana esaslarından biri ve önde gelenidir.

Damadının şirketine Sabah gazetesi, Atv televizyonu veren ödemede son derece rahat olsun diye Devlet Bankalarının kredi limitlerini maximuma çıkaran Devlet ihalelerinin çoğunu yine aynı şirkete veren Tayip Erdoğan’ın idolu ve danışmanı ve o damadın babası şu hezeyanlarda da bulunuyordu. Şeylülislam Mustafa Sabri adlı kitabında ama savcılar sadece bana terörist diyorlar, Mustafa Kemal ve Ankara hükümetinin kahpeliklerini, sahtekarlıklarını şu ufacık mukaddimeye yani önsöze sığdıracak değilim, demek isterim ki, bu şekil değiştirmeleri, bu zıtlıkları işleyebilmek için insanın utanmamazlıkda da kahraman olmalıdır, hele dinsizlik olmadan haksızlığın hayasızlığın bu derecesi tasavvur edilemez, savcılar şu sözleri de hiçbir zaman duymadılar ve duymak işlerine gelmedi. İki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İngilizlerin, Fransızların vs. Devletlerin İstanbul’dan çekip gitmelerini, ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir. Bu sözlerin , bu eylemlerin sahiplerine dava açamayan savcılar bana terörist diyorlardı. Tayip Erdoğan’ın dünürü olan Sadık Albayrak’ın kitabında Kurtuluş savaşımızın kahramanlarına nasıl hakaretler yağdırılıp 1923 Türkiye’si hedef alınıyorsa , Fethullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen ve baş yazıları Gülen tarafından yazılan Sızıntı dergisinin yazarlarından Nihat Dağlı yine aynı grup tarafından çıkarılan Bu Kavga Kimin adlı kitabında, yok etmek istedikleri ve hedeflerinin 1923 yılında kurulan Cumhuriyet olduğunu, hilafet ve şeriat özlemlerini açık bir şekilde ifade ediyordu, CİA işbirlikçisi gezgin vaiz Fethullah Gülen , Ermeni kökenli Sait’in sözde yaydığı ışığa tercüman olma amacıyla, yani tamamen onun fikirleri doğrultusunda Sızıntı dergisini çıkardıklarını söylüyordu. Gülen ve talebesi Şemsettin Nuri ya da diğer adıyla Latif Erdoğan ‘a göre Sızıntı İslam Devleti’nin yeniden kuruluşunun destanıdır.

Fethullah Gülen’in baş yazılarını yazdığı Sızıntı dergisinin yazarlarından Nihat Dağlı, Bu kavga kimin adlı kitabının 22.sayfasında, 1923’e olan kinini şöyle sergiliyordu, 1923 hareketi modernizmi esas alan hareketti, maziye kin duyuyordu, dinden arındırılmış bir vetire başlatıyordu, bu vetirede din referans alınmıyor ve fırsat nispetinde hayattan kovuluyordu, kıble modernizmi din derecesinde kabullenen batı olmuştu, kitabın 39. sayfasında ise halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması harf devriminin yapılması geçmişle bağın kopartılması olarak tanımlanıyor ve şöyle deniyordu, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki söylem ise İslam’a karşı konulan radikal bir çıkıştı, halifeliğin kaldırılması ,medrese ve tekkelerin kapatılması, sosyal hayatta yeni düzenlemelere gidilmesi, harf devrimi yapılarak geçmişle olan bağın kopartılması vs.bütün bunlar Osmanlının şahsında İslam’a hayır ifadesiydi, 1923’den sonra batılı değerlerin savunulması ve yerleştirilmesi adına İslam kapı dışarı edilmişti, Fener Rum Ortodoks patriği Bartelemos’un kadim dostu Fethullah Gülen’in kaçtığı ABD’den redaktörlüğünü yaptığı Nil yayınlarından çıkan Geçmişi Bilmek adlı kitapta, 31 Mart İsyanını bastıran Atatürk’ün kurmay başkanı olduğu ordu için Haçlı ordusu ifadesi kullanılıyor, başıbozukların ve serserinin katıldığı ordu hatta adları kötüye çıkmış Bulgar ve Rum gönüllerini barındıran ordu tanımlaması yapılıyor ve şöyle deniliyordu, Yıldız sarayını yağmalayan İstanbul’a girer girmez yolda rastladıkları alim ve salik kişileri öldürmeye başlayan ve her türlü zulüm ve zorbalık yapan hareket ordusunun subayları arasında Atatürk, Raif Orbay, Ali Fethi Okyar ve İsmet İnönü’de bulunuyordu.CİA’nın gelinlerinin yönetiminde çıkarılan ve Gülen grubu ile Tayib’in damadının şirketlerinin reklamları ile desteklenen Taraf gazetesi yine her gün yaptığı TSK aleyhine yayınlarına bir boyut daha kazandırıyor, polisin yaptığı sözde Ergenekon operasyonuna 1923’de kuruldu 2008’de tasfiye ediliyor diyordu iddianamelere de destek vererek.Savcılar benim içinde Hizbullah,DHKP/C ,PKK bulunan örgüte üye olmakla suçluyorlar, İstanbul Belediyesinde araştırma yapan mülkiye müfettişleri Tayip Erdoğan zamanında Belediye ve Belediyelere bağlı şirketlerde İran karşı devrimcilerinden İBDA/C’ye ,İBDA/C’den,THKP/C Kurtuluş örgütüne ,TKP işçinin sesi örgütünden PKK örgütü, Marmara ERNK adlı altındaki komite üyelerine kadar onlarca isme görev verdiği ortaya çıkıyor bende bu isimleri tek tek kitabımda yayınlıyordum,bunun için mi terörist oldum, Hizbullah terör örgütünün militanlarının avukatlığını AKP Kurucusu ve Milletvekili Mehmet Ali Bulut yapıyordu. AKP’nin, Milli Eğitim Bakanlığı Hizbullah terör örgütü ile bağlantıları kanıtlanan öğretmenlere ödül gibi sadece kınama cezası veriyordu. Fethullah Gülen’in övgüler yağdırdığı Hizbullah terör örgütünü Emniyette adeta koruyor, kolluyor bu durum mülkiye müfettişlerinin raporlarına da şöyle giriyordu, Şehitlerimize kelle, eli kanlı teröriste sayın, ülkemin doğusuna Kürdistan diyen Tayip Erdoğan’dı, aynı Tayip Erdoğan’ın danışmanı ve beynimin yarısı dediği Gülen’e yakın bir gazetede yazılar yazan Mehmet Metiner, HADEP Genel Başkan yardımcısıydı ve malum homoseksüel hahamında en yakın arkadaşlarından biri, ben sadece kendime kefil olurum, babama hatta çocuklarıma bile kefil olmam diyen Tayip Erdoğan, Birleşmiş Milletler güvenlik konseyinin terörü finanse edenler listesinde 39. sırada yer alan Yasin Azuziddin Elkadı’ya da kefil oluyordu, Yasin Elkadı’nın karavan dış ticaret ve inşaat limitet şirketinin kuruluş sözleşmesini Yasin Elkadı adına Tayip Erdoğan’ın avukatı Faik Işık imzalıyordu, savcılar ise bana terörist diyorlar. Ben Tayip Erdoğan gibi küresel terörist Kutbettin Hikmetyar’ın dizleri dibinde mi oturdum, Fethullah Gülen ile görüşüp cemaatin Sudan’daki okulunu açan İstanbul’da ofisi bulunan silah kaçakçılığı yapan ve TVRA ‘nın başındaki isim olan ve Usame Bin Ladin’e yakınlığı ile de bilinen doktor Fatih El Hasaney ile 2006 yılı Mart ayında Sudan’da gizlice ben mi görüştüm, Sudan’daki Hasan Turabi yönetimindeki Ulusal İslam cephesinin önde gelen isimlerinden olan Hasaney’in Müslüman kardeşlerinin de üyesiydi, yine Usame Bin Ladin ile Sudan’da gizlice ben mi görüştüm, yeğenime Usame adını ben mi verdim, Mısır’da Hasanal Benma tarafında kurulan İhvanı Müslimin ya da Ülkemizde bilinen adıyla Müslüman kardeşlerin Ürdün sorumlusu Muhammed Asmavey ile Mısır sorumlusu Hasan Ulvaidi’nin 15 Eylül-12 Ekim 1995 ve 12-22 Ağustos 1977 tarihleri arasında kaldıkları Bakırköy sahilinde bulunan Holiday İn otelindeki masraflarını ödeyen Ulaşım Aş. bana mı bağlıydı, Ülkemizde hilafet ve şeriatın tekrar geleceğini, yine İstanbul’un hilafet devletinin başkenti olacağını ilan eden ve İstanbul’daki Eresin otelde ağırlanan Pakistan cemaati İslam lideri Gazi Ahmet Hüseyin’in 180 Bin dolar tutan otel masraflarını yine Tayip Erdoğan’a bağlı İgdaş ödüyordu.

Yazdığım kitaplardan ziyade tutuklanıp cezaevine girmeme neden olan , neden olduğunu düşündüğüm İplikçi ,Karanlığı bekçileri,CİA’nın Ermeni vaizatlı araştırma adlı kitaplarımın araştırmasına ve yazımına başladığım kitaplarımdı, zira yazmaya ve araştırmasına başladığım bu kitapların içinde Tayip Erdoğan’ın önünü açan cinayetler , şaibeli ve ölümlü, yaramalı kazalar,bu olayda yanında olan isimler ,İstanbul İngiltere başkonsolosu Roger Şort’u bombalanarak öldürülmesi olayında, Zekeriya Öz’ün yanlı araştırmaları ve daha birçok olaylarda Tayip’in yanında yer alan Mafya’ya dahil isimler vardı. Elhamdurillah şeriatçıyım diyen ve Müslüman insanlara eşek etinden yapılma sucuk yediren Tayip Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden Hasan Yeşildağ’ı tanıyalım ve bu suretle örgüt suçlamasının kerametine biraz daha vakıf olalım, aslen Rize’li olan Hasan Yeşildağ 12 Eylül öncesinden bu yana Tayip’in en yakınında yer almış, onun önündeki engelleri aşmasında önemli yardımlarda bulunmuş bu destekleri sonucunda Tayip’in Belediye başkanlığından bu yana birçok ballı ihaleleri de almıştı, Hasan Yeşildağ’ın Tayip’in gizli kasalarından biri olduğu çok konuşulan ve bilinen bir durumdu ancak bunu ilk defa sesli olarak Mehmet Ali Ağca’nın kardesi Adnan Ağca dile getirmişti, 2006 yılının başlarında Türkiye’de oldukça önemli bir yargı skandalı yaşanıyor gazeteci Abdi İpekçi’nin katili ve Papa suikastı sanığı Mehmet Ali Ağca yanlışlıkla salınıyordu ama 18 aydır ben yanlışlıkla salınmadım, görsel ve yazılı medyanın kıyameti koparması sonucunda AKP’li Adalet Bakanlığının yaptığı hatalar ve dahi yanlışlar ortaya çıkıyor ve Ağca yeniden cezaevine giriyordu, Ağca’nın yanlışlıkla tahliye edilmesinin ardından tekrar yakalanıp tutuklandığında bu kez isyan sırası Mehmet Ali Ağca’nın kardeşi Adnan Ağca’ya geliyor , ağzını açıp gözlerini yumarak Tayip ve örgütünü şu sözleri ile tehdit ediyordu, Başbakan’ın gizli kasası Hasan Yeşildağ, her gün gizli gizli görüşme yapıyorlar, Mehmet Ali Ağca’nın suç ortağı Hasan Yeşildağ, Kartal’da beraberlerdi, AKP İstanbul örgütünün çok yakından tanıdığı Hasan Yeşildağ’ın Tayip ile ilişkisi bir hayli gerilere uzanıyor,12 Eylül öncesinden bu yana süren Erdoğan ile Yeşildağ arasındaki derin ilişki, Tayip’in Pınarhisar’a tatile pardon cezaevine gitmesiyle gün yüzüne çıkıyordu,Tayip 4 aylık cezasını tamamlamak için Pınarhisar’a gitmeden önce basit bir çek suçu işleyerek 5,5 ay ceza alan Hasan Yeşildağ ondan önce Pınarhisar’a yerleşiyor , önce Pınarhisar’dan 8 tane ev kiralanıyor, girişteki benzinlik satın alınarak kameralarla donatılıyor , ilçeye giriş ve çıkış kontrol altına alınıyordu, cezaevi ise baştan aşağıya tefriş ediliyor yerlere halılar seriliyor her yanı kameralarla donatılıyor , silahlı adamlar dört tarafa konularak çok sıkı bir koruma sağlanıyordu, Tayip böyle bir ortamda karşılanıyor , cezaevinde görüşme trafiğinde yine Hasan Yeşildağ yer alıyordu, Hasan Yeşildağ bir zamanlar kısa bir süre Abdullah Çatlı grubunun içinde de yer alıyordu, adı uyuşturucu kaçakçılığına karışınca Çatlı tarafından kovuluyordu, gazeteci Abdi İpekçi’nin katli dahil adı birçok cinayetlere karışmış ve tutuklanmıştı, gözaltına alınır alınmaz konuşmaya başlamış arkadaşlarını ele vermişti, İsviçre’ye kaçtı, burada da rahat durmadı, uyuşturucu başta olmak üzere örtülü faaliyetlerinden dolayı cezaevinde yattı, İsviçre gizli servisine ve savcılarına karşı verimli bir maden gibi oldu, Avrupa’daki uyuşturucu trafiği dahil birçok olayda İsviçre makamlarına bilgiler ve belgeler verdi, bu nedenle İsviçre ikinci vatanı oldu ancak suç ortakları bir daha İsviçre’ye adım atamadı, Tayip’in kasası, yakını Hasan Yeşildağ’ın kardeşlerinden Ali, Aliço lakaplı Ali Fevzipir’i kaçırıp fidye istemekten aylarca kaçak gezdi, geçmişinde Eyüp,Fatih ve Tayip Erdoğan’la özdeşen Kasımpaşa gibi yerlerde işlenen cinayetlerden yargılanması bulunuyor.Bir diğer kardeş İstanbul Büyükşehir belediyesinde AKP’den Meclis üyesi olan Zeki Yeşildağ’dı, Zeki Yeşildağ bir zamanlar Türkiye’nin gündemini sarsan Civangeyts skandalının başrolünde yer alan dönemin Emlak bankası genel müdürü Engin Civan’ın kız kardeşi Müjde Civan ile Washington’da evleniyordu, kız isteme ve düğün ile ilgili birçok etkinlikte ön ayak olma görevini Tayip yürütüyordu, Yeşildağ kardeşler Tayip’e bu denli yakın olmalarının meyvalarını ara vermeden topluyorlardı, Ulus parkının işletmeciliğini, İstanbul’un ağaç dikme işlemini,Trafik sinyalizasyon araçlarının satımını, İsviçre patentli güvenlik kameraları ve bunlarla ilgili gizli kamera tekniklerinin belediye pazarlama işlerini yaptılar, Yeşildağ kardeşler almadan önce benzin istasyonuna verilmeyen işletme ruhsatı onlar devreye girip işletmeciden devraldıktan sonra hemen ruhsata kavuşuyordu böylece Tayip dostu olmalarının nimetlerini toplaya toplaya bitiremiyorlardı. Uyuşturucu, cinayet,araç,tehdit ve çete işlerinin göbeğindeki isimler ve onlarla yıllardan beri çıkar ilişkisi içinde olan bir Başbakan, terörün rantını siyaset yoluyla paraya çeviriyorlar ve ardından Ülkeyi çetelerden temizliyoruz, temiz eller operasyonu yapıyoruz diyorlar,ellerindeki kan ve kire bakmadan. Yeşildağ’ın en önemli şöhreti 12 Eylül öncesiydi ki, savcıları son derece yakından ilgilendiriyor ve bildiklerini de tahmin ediyorum, o şöhreti Ümraniye bombacılığıydı. Savcılar benim örgüt üyesi olduğum iddiasında bulunmuşlar, gerekçelerinden başlıcalarından birisi İsmail Yıldız ile görüşmem, oysa İsmail Yıldız ile yaptığım görüşmenin nedeni SESAR adlı internet sitesinde yayınladığı bir yazıyla ilgiliydi, bu yazıda Tayip Erdoğan’ın hayatı ,Tayip Erdoğan’ın hayatı boyunca sövdüğü Masonlarla olan ilişkisi, AKP Genel İdare kurulunda söylediği iddia edilen şu sözleri yer alıyordu, Tüm Dünyadaki Yahudi lobilerinin ve masonlarının desteğini aldık, Türkiye’de her istediğimizi yapabiliriz, Ordu ‘da masonların kontrolünde, tüm paşalar mason yada masonların kontrolünde, İsrail ile stratejik işbirliği yapıldığı için paşaları İsrail bağlantımızla bağladık, masonlar ,mason localarının kapatılmasının hesabını, Kemalizmi, Atatürkçülüğü Türkiye’den silerek intikamlarını Atatürk’den alacaklar, İshak Alaton bana bu konuda teminat verdi. İsmail Yıldız’a bu yazıdan dolayı kendine dava açılıp açılmadığını, bu bilgiyi kitaplarımda kullanıp kullanamayacağımı sordum zira Yargıtay kararlarına göre gerçeklik kriterlerinin araştırılması gerekmekte, Yargıtay kararlarına uydum bu kere de terörist iftirasına uğradım, diğer gerekçe gösterilen Oktay Yıldırım ile ise yazacağı kitapla ilgili olarak görüşmüştüm, bu görüşmelerin en sonuncusu tutuklanmamdan yaklaşık 1 yıl önceydi, kaldı ki değil İsmail Yıldız veya bir başkasıyla bir kere telefon görüşmesi yapmam veya görüşmem, bizzat Başbakan, Cumhurbaşkanı ile görüşseydim yine terör örgütü üyesi olma iftirasına uğrayacaktım zira Erbakan, Şevket Kazan ve kırka yakın milli görüşçü, müsiad üyeleri ve şimdinin bazı AKP’lileri hakkında açılan idam talepli Anayasal nizamı yıkmak suçlamalı ve Ankara DGM’de görülen davanın temel delili benim MNP’den FP’ye ihanetim belgeleri adlı kitabım olduğu gibi dava içerisindeki kanıtların tamamına yakını benim çalışmalarımdan kaynak gösterilmiştir. Milli görüşçüler bu davadan çıkarılan Af sayesinde kurtulmuşlardı.Yine Fethullah Gülen hakkında açılan Laik Devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir Devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak iddiasıyla Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesine açılan davanın Suç duyurusunu ben yapmıştım. Yazdığım Fethullah’ın gerçek yüzü adlı kitabımda deliller arasında yer almıştı, CİA işbirlikçisi Fethullah Gülen tanıkların susturulduğu, müdahillerin sindirildiği , müdahillik taleplerinden vazgeçirildiği ve beraat beklediği duruşmada yaptığım tanıklık ve mahkemeye sunduğum belgelerin sonucunda beraat edememiş, beraatı ancak yasalar değiştirilerek sağlanmıştı, Gülen soruşturma başlarken Fethullahçı polislerin kendisini uyarması ile Amerika’ya kaçmak zorunda kalmıştı, sadece Fethullah mı o dönemde Laik Demokratik Cumhuriyetin hasımlarının tek tek bu Ülke’den kaçmak zorunda bırakmıştım. Atatürk Laik Demokratik Cumhuriyet aleyhine yaptıkları konuşmaların Atatürk ve Laik Demokratik Cumhuriyet aleyhine yaptıkları konuşmaların kasetlerini Tv’lere vermem ,televizyonların da bu kasetleri yayınlamalarının ardından Şevki Yılmaz,Hasan Mezarcı,İbrahim Halil Çelik’de Almanya’ya firar etmişlerdi. Hasan Hüseyin Ceylan ve diğerleri mahkemeleri sunduğum belgeler sonunda ceza almışlardı. Refahın Gerçek Yüzlü adlı kitabımdaki belgeler Refah Partisini,MNP’den FP’ye ihanetim belgeleri adlı kitabım Fazilet Partisindeki vakıfların kapatılmasında deliller arasında yer almıştı.Bu konularda gerek Yargıtay onursal Başsavcısı Vural Savaş gerekse savcı Nur Mete Yüksel’in tanıklıklarına başvurulduğunda tüm gerçekler heyetiniz tarafından da anlaşılacaktır tabi o güne kadar onlar da Ergenekoncu diye tutuklanmazlarsa.Tayip’in Ümraniye’de yaptığı konuşmaların kasetlerini tv’lere vermemin ve televizyonlarda yukarıda bahsettiğim Laik Demokratik Cumhuriyet aleyhine yaptığı konuşmaların yayınlanmalarının ardından Ankara DGM’de hakkında soruşturma açılıyordu.Tayip Erdoğan’ın Ümraniye’de yaptığı bu konuşmaları basında oldukça geniş bir yankı buluyordu. Sözlerini önce inkar ediyor, başaramayınca basının karşısına çıkıp soğukların, soğuk savaşın etkisiyle böyle konuştum diyordu.Aynı günkü Milliyet gazetesi Tayip’in bu konuşmalarının yanına benim fotoğrafımı koyuyor, İşte Tayip’i yıkan adam başlığını ekliyordu.Ümraniye ve Tayip’in önünü açan cinayetler ve şaibeli kazalar konusu içerisinde bu olay detaylı bir şekilde de anlatılacaktır.Tayip’in Ümraniye konuşmalarının ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki suç işlemek için oluşturduğu örgüte ait belgeler , Rize ve Almanya konuşmaları hakkındaki kayıtları,Bülent Arınç’ın Atatürk ve Laik düzen aleyhine konuşma ve faaliyetlerinin belgelerini Ankara DGM Savcısına vermemin ardından Tayip Erdoğan, Bülent Arınç ve bazı AKP’liler hakkında Anayasal düzeni yıkmak amacıyla örgüt kurmaktan soruşturma açılıyor, bu soruşturma kapsamında ifade veren Tayip Erdoğan meydanlarda yaptığı konuşmaları savcı karşısında inkar ediyor, bunlar akıllı adam sözü değil şeklinde konuşarak soruşturmadan kurtulmaya çalışıyordu.

AKP ‘nin kapatılma davasında ise deliller arasında Patlak Ampul adlı kitabım yer alıyordu,24 Mart 2005 tarihinde AKP Genel Başkan yardımcısı Murat Mercan, ABD eski başkanı Bush’a yakın, Amerikan Enterpilise Enstitü adlı kuruluşta,CİA Ortadoğu masası şefi Richard Porlle ve CİA ajanları olduğu halde Türkiye Amerikan ilişkileri kurtulabilir mi başlığı altında Tayip’in İstanbul Belediyesindeki yolsuzluklarını çıkaran El Tayip adlı kitabın yazarı Mehmet Bölük ve beni Amerikalı CİA ajanlarına şikayet ediyor,ABD ile Türkiye arasını bizim açtığımızı söylüyordu. Daha sonra bana Musa’nın çocukları diyerek Tayip, diyen Tayip, beni Tusiad’a da şikayet ediyordu.Bu şikayetlerin ardından Mehmet Bölük Ukrayna’da şaibeli bir kaza geçirerek hayatını kaybediyor aradan 15 gün geçmeden ben de tutuklanıyordum. Hiçbir şey karanlık bir odada siyah bir kedi aramak kadar zor değildir hele odada siyah bir kedi yoksa, Konfeçöz’ün bu sözleri bu iddianamede karşımıza geliyor daha doğrusu iddiasıznamede, bu iddiasıznamede yapılansa olmayan bir şeyi olmayan bir yerde olmayan bir şekilde aramaktır şimdi size iki tane kitaptan bazı bölümler okuyacağım. Fethullah Gülen cemaatine yakın Aydoğan Vatandaş isimli bir yazar tarafından yazılan Kayıp Kitap Barnabas’ın Sırrı, zaman ve aksiyon dergisi ve gazetelerinde yazılar yazmış bu arkadaş. kitabın basım tarihi de Mayıs 2007. Yani Operasyonlar başlamadan önce. 71. sayfa, örgütte yükselmiştim, emrimde onlarca insan vardı,her meslekten ve her statüden, çoğu bir birini tanımazdı, takım lideri olmuştum, doğrudan Melih Güler’e bağlı çalışıyordum, her birinin altında onlarca kişi ve onların da kendi takımları, Piramit’in en tepesine çıkmaya daha çok vardı ama pek de aşağılarda sayılmazdım, İhsan albaya doğrusu şükran borçluydum. Derin Devlet Ergenekon, bunların uydurma hikayeler olduğunu düşünürdüm bir zamanlar dedi komiser Yiğit, bir zamanlar ben böyle sanıyordum, büyüyünce anladım, Ergenekon gizli devlettir yiğit, onlar birbirlerine görünmez bağlarla bağlıdır, hükümetlerin üzerinde görünmez bir güçtür, derin devlet dedikleri işte bu örgüttür, kimisi bir gazetede yayın yönetmenidir, kimisi Bakan, hepsi aynı kutsal amaca kilitlenmiştir, onlar her yerdedir, kimisi Türklük için basar tetiğe, kimisi Allah rızası için, kimisi de proletaryaya hizmet ettiğini düşünür, operasyonlardan önce Ergenekon iddiasıznamesinin özü, savcı bilmiyor ama yazar biliyor. Hurşit paşanın özel kalemi aradığında nasıl heyecanlandığımı anlatamam, askerliğini kısa dönem piyade er olarak yapan benim için Tümgeneral rütbesinin nedenli etkili olabileceğini tahmin edebilirsiniz ve bu kitapta Hurşit paşa ile ilgili sadece girişte soy ismini hafifçe oğuz olarak göstermişler ondan sonra komple Hurşit paşayı anlatan bir kitap. Hurşit paşa beni ayakta bekliyordu, heybetli, iri yarı, babacan bir adamdı, hafif kır düşmüş taranmış saçları yılların olgunluğunu yansıtan belirgin yüz çizgileri, çakmak gibi mavi Mustafa Kemal gözleri ile işte dimdik bir Türk Generali. Hurşit paşa söylüyor şimdi bunu Yiğit komisere, Sizin Ergenekon dediğiniz şeyin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Türk Silahlı Kuvvetleri ile uzaktan yakından alakası yoktur, bunu böyle bilin, Atatürk kendini Devletin yerine koyan her türlü oluşuma karşıydı bunu da. Yüzüm duyduğum bu sözler karşısında kıpkırmızı kesildi. Efendim dedim belirgin bir şekilde, benim yürüttüğüm soruşturmada asla bu konuyla ilgili bir mevzu bulunmamaktadır. General sesini yükselterek belirgin bir şekilde yükselterek, Peki ne bu sağda solda çıkan haberler kim sızdırıyor bu haberleri bilmiyor muyuz sanıyorsun diye bağırdı fena terslenerek. Almanya’da Tuule olarak bilinen bu örgütün Türkiye’deki adı Ergenekon’du evladım. Almanya’da Alman milliyetçiliğini yönlendirmeye çalışan örgüt Baron’un girişimleriyle Türkiye’de de Türkçülüğü yönlendirmeye çalıştı. Almanya’nın Pagan köklerine dönmesiyle çabalayan örgüt Türkiye’de şemanizmi canlandırmaya çalıştı. Naziler sadece Yahudilere değil Komünizme de karşıydı, Tuule’nin de Ergenekonun da en önemli misyonu komünizmin iktidara gelmesine engel olmaktı. Baron’un en önemli misyonu ise Almanya’da da Türkiye’de de halkın desteğini alamayacak sahte komünist partiler kurmaktı. Tuule ile Ergenekon kısa sürede komünizmin karşılığı ve milliyetçilik mücadelesinin odak noktası haline geldi. Savcının bilmediği ama iddianamesine daha sonradan koyduğu bilgiler hep bu kitapta. Hurşit paşa ellerini masanın üzerinde kavuşturarak devam etti, o dönemde hükümetin varlık vergisi uygulaması elbette bu sürecin bir sonucudur ama Almanlar savaşı kaybetti dedim. çok bilmiş bir edayla, evet dedi General 1944 yılının ilk aylarından başlayarak ABD ve İngiltere Türkiye ile ilişkilerini dondurmaya başlamıştı. Bir taraftan batıdan gelen yardımlar kesilmiş, bir taraftan da Sovyet tehdit’i kendini göstermeye başlamıştı, Türkiye’nin Amerika’ya yanaşmaktan başka şansı yoktu ve böylece gerek iç gerekse dış siyasetinde köklü değişiklikler yapıldı. Varlık vergisi sayfası kapandı,Ergenekon yer altına indi, ya sonra diye sordum büyük bir merakla. Bundan sonrası tam bir muamma, Ergenekon o günden bu yana tam bir efsanedir, adı derin Devlet tartışmalarına konu olsa da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve onun silahlı kuvvetlerinin adı geçen bu örgütle hiçbir ilişkisi yoktur evladım. Zaman zaman bu tür örgütlere karışanlar tespit edilir ama Silahlı Kuvvetler mutlaka gereğini yapar.Ergenekon dedi Hurşit paşa gizli bir örgüttür evladım, varlığını asla kanıtlayamazsın,örgüt izinin göründüğü yerleri kendisi temizler. Mafya İmparatorluğu adlı Hakan Türk tarafından yazılan bu kitabın basım tarihi 2004, Kasım 2004, Kitabın üzerindeki rakama göre 1 Milyon adet basılmış. Kitabın 141. sayfasında Ergenekon, Analiz, yeniden yapılanma,yönetim ve geliştirme projesi, İstanbul, 29 Ekim 1999 adını taşıyan 24 sayfalık bir raporda Ergenekon adı verilen oluşumun yapması gereken işlerden biri yurt dışından kaynak aktarımıydı. Raporda şöyle denilmekteydi diye başlıyor, 2004 yılında yayınlanmış bir kitap 1 milyon tane basılmış, Ergenekon , o ünlü Ergenekon belgesi ama savcılar bunun son derece gizli olduğunu , örgütte sadece çok az kişide olduğunu iddia ettikleri bu belge 1 milyon basılmış bir kitapta çok açık bir şekilde görülüyor. Bu kitaptan anladığımıza göre bu Ergenekon, analiz, yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi, İstanbul, 29 Ekim 1990 adını taşıyan 29 sayfalık bir rapormuş, yani bu raporunda yazılma gerekçesi o tarihlerde yurt dışına kaçan Türkiye’ye ait paraların geri getirilme amacını taşıyan bir rapor ve o zaman bir çalışma ekibi kurulmuş, yani bir örgüt değil,bu çalışma ekibinin başında o zamanın Bakanlarından Sadettin Tantan bulunuyormuş, Emniyet organize suçlar ve kaçakçılık dairesi başkanı Emin Aslan bulunuyormuş, Emin Aslan paraları geri getirme yöntemi başlıklı sayfada şunları söylüyor, Yurt dışına kaçırılmış bu paralar ile ilgili isim bazında çalışma yapıldı, eksik olabilir ama böyle bir liste var, şuanda bu işin yurt dışındaki paraları geri getirme nasıl yapılacağı üzerinde çalışılıyor dedi. Emin Aslan bu parayı nasıl geri getireceğimizin yöntemi üzerinde henüz çalışıyoruz demekteydi ama ortaya çıkan bazı bilgiler Ankara’da çok ilginç yöntemler üzerinde kafa yorulduğunu da göstermekteydi. İddialara göre kara paraya karşı mücadele etmekle görevli olan Mali Suçlar araştırma kurulu, Amerikan Federal soruşturma bürosu FBI ile bu konuda işbirliği yapmıştı, görevlendirilen bilgisayar korsanları yani hackerlar, İsviçredeki bankaların hesaplarına girmiş, Türkiye’deki pek çok politikacıların hangi bankada kaç milyon dolar olduğu ve bu paraları kimlerin yatırdığını tespit etmiş ve yapılan çalışma Türkiye’den kaçan bu paralar ile ilgiliydi, Türkiye’den para kaçıran isimlerden biri de Sudi Özkan,milyonlarca dolar kaçırıldığı iddia ediliyor ve bu çalışma grubunun hedefindeki olan isimlerden biri de kumarhaneler kralı Sudi Özkan ve o paralelde çalışan politikacılar ve iş adamı kisvesindeki kaçakçılar , bugün Sudi Özkan’ın yanında onu Ergenekon adı verilen sanal örgütten korumak için koruyuculuğunu yapan Mehmet Eymür’ün olduğunu düşünürsek, bu olayın içindeki çetrefillerde biraz biraz aydınlanmağa başlar. Ergenekon iddiasıznamalerinin 339. sayfa 6 b’sine baktığımız zaman kitabın 141. sayfasında yurt dışından kaynak aktarımı başlığı altındaki bölümlerinin bire bir kopyalandığı, ancak savcıların bir cinlik bir uyanıklık yaparak bu çalışma raporunu örgüt manifestosuna çevirmek için bazı değişiklikler yaptığı hemen göze çarpıyor, iddiasıznamenin 339. sayfası 6 b’de yurt dışından kaynak aktarımı başlığı altında şunlar söyleniyor, çeşitli ülkelerdeki bankalara sızdırılacak bilgisayar hırsızlarından yararlanılarak likit kaynak aktarılması yoluna gidilmesi gerektiği bu türden kaynak aktarımları operasyonlarının 48 saat içerisinde tamamlanması gerektiği belirtilmiştir, iddianamede diyelim söylenen bu ama bu belgenin orijinalinde şu sözler yer alıyor,Türkiye’den pek çok kişi yurt dışına kaynak aktarmaktadır ve bunun önüne geçebilmek mümkün değildir ancak iddianameye bu cümle konmuyor,bu cümle buradan kesilip atılıyor,iddianame ve bu rapora baktığımız zaman şöyle devam ediyor, çeşitli ülkelerde bankalara sızdırılacak, çeşitli ülkelerde bankalara sızdırılacak bire bir aynı, bilgisayar hırsızları orijinalde ama burada bilgisayar hırsızlarından diye hafif bir değişiklik yapıyor, belgenin orijinalinde tespit edilen bu kaynaklar ile Türkiye’den kaynak aktarımı yapan kuruluşların likit aktarımlarını mevcut güçlü bir şirket üzerinden yeniden Türkiye’ye aktarabilir, bu türden kaynak aktarımları 48 saatte tamamlanmalıdır ama savcıların iddianamesinde bu bölüm aynen bu şekilde ,

Çeşitli ülkelerdeki bankalara sızdırılacak bilgisayar hırsızlarından yararlanılarak likit kaynak aktarılması yoluna gidilmesi gerektiği bu türden kaynak aktarımları operasyonlarının 48 saat içerisinde tamamlanması gerektiği belirtilmiştir. Buradaki rapor savcıların elinde örgüt manifestosu oluyor ki bunun adı siz koyun. Bunun rapor olduğu ve bir ekip çalışması olduğunun bir kanıtı da Sadettin Tantan ile yapılan söyleşidir, bu söyleşide Sadettin Tantan’a soruyorlar, Bilgisayar korsanları vasıtasıyla yani iddiasıznamede de geçen ve bu belgenin orijinalinde de geçen Bilgisayar korsanları vasıtasıyla İsviçre bankalarındaki bu hesaplara girip paraları Türkiye’ye getirmek yönünde çalışma yapıldığı söylendi, bu konuda bir bilginiz var mı ? Sadettin Tantan cevap veriyor, Bilgisayar korsanları ile olacak iş değildi, her şeyin hukuk zemininde olması lazımdı, zaten o bilgisayar korsanları yakalanıyor yalnız şunu söyleyeyim çok çaba harcandı, çok değişik konularda araştırma yapıldı ama eyleme dönüşmeden ekipler dağıtıldı, hepsi dağıtıldı. Soru , dağıtılmasaydı bu paraları Türkiye’ye getirebilecek miydiniz ? Tantan, getirmek için her şeyi yapardık, orijinali Türkiye’den kaçan paraların tekrar geri kazandırılması için yapılan bir rapor ve bu rapora dayanarak hareket edilecek hakimler, savcılar, FBI elemanları ve Hollandalı uzmanlar,Bakanlar, Kaçakçılık Organize Şube müdürü Emin Aslan’ın bir araya gelip hazırladıkları bir rapor, bir çalışma ekibi ve bu ekibin sonunda görevini yapamayarak dağıtılması ama bu rapor oradan buradan dolaşarak en sonunda savcıların eline geçiyor, Ergenekon örgüt manifestosu oluyor ve bunca insan bir iftira ile Ergenekon örgütü iftirası ile aylarca cezaevlerinde yatıyor,

sayın başkan sayın üyeler karşı devrim iftiranamelerinin 682’inci sayfasında Meclis başkanına Yahudi, Dışişleri bakanına ermeni dediğim gerekçesiyle halkı hükümete karşı silahlı isyanı tahrik ettiğim söyleniyor. ulusal kurtuluş savaşımızın kahramanı Mustafa Kemal Atatürk muhterem milletime tavsiyem odur ki sinesinde yetiştirerek başının üzerine kadar çıkaracağı adamların kanındaki ve vicdanındaki cevheri asli çok iyi tahlil etmek dikkatinden biran bile vazgeçmeyin diyor, ve bizlere yol gösteriyor ve benim tek servetim Türklüğümdür diyerek te bize rehber oluyordu bu bağlamda Tayyip Erdoğan’ın Rum ve Gürcü olduğunu nüfus kütükleriyle belgelemiştim baba tarafından Rum anne tarafından Gürcü ve hatta Gürcü Yahudisidir, kaldı ki Tayyip’in baş danışmanı Akif Beki benden daha önce onu övmek için yazdığı kitapta Tayyip’in Musa’nın soyundan geldiğini yazıyor bu kendi danışmanı yazdığı için ki o tarihte danışmanı değil Kanal 7’de çalışıyor Tayyip’in çok hoşuna gidiyor bunu kendisine basın danışmanı yapıyor ve aynı apartmanda komşu ediyordu ben yazıncaysa gidiyor TUSİAD şikayet ediyor sonrada sadece cezaevine geleceğim süreç başlıyor. Tayyip Erdoğan 11 Ağustos 2004 tarihinde yanına Emine Erdoğan’ı alarak gittiği Gürcistan’da Gürcü devlet başkanı yanında ben Gürcüyüm eşimde Arap demiş ve ilave etmişti. ailemiz Batum’dan göç etmiş bir Gürcü ailesidir. 12 Nisan 2005’de gerçekleştirdiği Norveç gezisinde eşim Siirt’lidir. Türk değil Arap’tır diyordu. Tayyip Erdoğan kendisi hakkında bunları söylüyor, ama halkı silahlı isyana tahrik eden ben oluyorum, Tayyip düzenlediği mitinglerde Yahudiler için en zalim millet diyordu kapalı kapılar ardaysa ise, onlarla yine her türlü ilişkiye girebiliyordu. Tayyip bir zamanlar en zalim millet olarak nitelendirdiği Yahudi ler için bu seferde Yahudi düşmanlığı utanç verici bir akıl hastalılığının tezahürüdür de diyordu tabiî ki bu durumda bu değişken görüşlerin nedeni incelenirken kanlarındaki cevheri aslıda incelenecektir. Varsa tabi. devlet bakanı Kürşat Tüzmen ise bir yurtdışı gezisinde bizim kabinede iki tane Ermeni bakan var diyerek bir tartışma başlatmıştı. Yahudi dedim diye halkı hükümete karşı silahlı isyana tahrikle suçlandığım Meclis eski başkanı Bülent Arınç insanları din adına Yahudileri katletmeye şu sözleriyle çağırıyordu. ben sadece Yahudi dedim bakın Bülent Arınç ne diyor şöyle bir hadisi şerif var Müslümanlarla, Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Bu harpte Müslümanlar galip gelecektir öylesine bir galibiyet ki, Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına saklanacak, ağaçlar haber verecektir ey Müslüman arkama Yahudi saklandı gel onu öldür diyeceklerdir. bu sözlerin sahibi Meclis başkanı olmuştur. bu ülkede 3 Kasım 2002 seçimleri öncesi bu sözlerin sahiplenen bu konuşmalar için bunlar bizim şeref madalyalarımız diyen Bülent Arınç ne Yahudi cemaatinden neden başka bir taraftan nede savcılardan hiçbir tepki görmüyordu. Ancak ben onun milletini belgeleyince ve bu durumu sorgulayınca kıyamet kopuyor savcılar hareketleniyor, Yahudi cemaati başkanı ise, Kalevan benim yurdumu sevmediğim iftirasını atıyor ardından savcılar hukuk devrimi yaparak hakkımda halkı hükümete silahlı isyana tahrikten sevk maddesi düzenliyorlardı. Dünya tarihinde birine Yahudi birine, Ermeni dediğiniz diye hakkında her halde silahlı isyana tahrikten dava açılan ilk kişi benim Bülent Arınç iktidara geldiklerinde yapacaklarını şöyle sıralıyordu. İncirlik’e Türk işçisine saldıran Amerikan köpeklerinden hesap soracağız, Irak’ta İmam’ı Azamın kabrini her gün bombalayan Amerikan katillerinden hesap soracağız, ancak iktidara geldiklerinde kıblelerinin ABD’ye çevirdiler. Amerikan askerlerinin Irak’tan en az bir kayıpla dönmesi için dua etmeye başlıyorlardı ve bu dualarından herkese duyuruyorlardı ve daha sonra Fehmi Koru’dan anlatımlarından anladığımıza göre ki Fehmi Koru her hangi biri değildir. Cumhurbaşkanının defakto özel kalem müdürüdür. Fehmi Koru şöyle diyor, 5 Kasım 2007 tarihinde ABD başkanı Bush ve Tayyip görüşmesinde tutuklanacak 80 kişilik liste Tayyip’e veriliyor ve bu listeden sonrada tutuklamalar hız kazanıyordu, iktidar olmadan önce hesap soracaklarını iddia ettikleri katil, köpek gibi nitelemelerde bulundukları Amerikalılardan iktidar olduktan sonra emir alan zihniyetin soyu dahil her şeye tabiî ki merak konusudur. Dışişleri eski bakanını Ermeni dediğim gerekçesiyle de isyana tahrik suçlamasına maruz kalıyordum, oysa o eski bakan yani Abdullah Gül meydanı boş bulunca şunları söylüyordu 70 yılın çok büyük yanlışları olmuştur. Çukurca’da dağa Ne Mutlu Türküm diye yazmışsınız, hala Diyarbakır’ın ortasında bu tür sloganlar yazılıdır, maalesef resmi ideoloji Türk milliyetçiliği şeklinde kendisini ırki tahapsup yani yobazlık olarak tezahür ettirmiştir. Osmanlıdan sonra yeni Türkiye Cumhuriyetinde özellikle tek parti dikdatoryası öyle yanlış politikalar izlemiştir ki burada kürt orjinli olan arkadaşlarımızın vatandaşlarımızı değil, Türk olanları da mahvetmiştir. Abdullah Gül Ne Mutlu Türküm diyene lafını tutup her yere yaza yaza Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür de diyebilmiştir Abdullah Gül İngiliz gazetesine verdiği demeçte şunları da söylemiştir bu Cumhuriyet döneminin sonudur. Laik sistem çökmüştür, ve onu kesinlikle değiştirmek istiyoruz bu memleketin nimetlerinden azami bir şekilde faydalanıp bu sözleri söyleyebilen insanın tabiî ki soyu merak edilir, belgelenince de yazılır eğer bu zihniyetteki insanların ve özellikle Abdullah Gül’ün devlet eski bakanlığı döneminde özel harcamalarını devlete ödetmesini, özel evrakta sahtecilik suçundan yargılanmasını yazdım diye hakkımda yalan ve iftiralarla dolu davalar açarak aylarca cezaevlerinde haksız yere yatırarak yıldıracaklarını zannediyorlarsa oldukça yanılıyorlar. yine karşı devrim iftiranamelerinin 684’üncü sayfasında kitaplarımda seçilmiş yöneticilere Ermeni diyerek asılsız istinatlarda bulunduğum ve böylece halkı isyana hem de silahlı isyana teşvik ettiğim söyleniyor. oysa kitaplarımda ermeni olduğumu belirttiğim şahısla ilgili tüm bilgiler, belgeler olduğu için kendisi dava açamamış o şahsın avukatlığını her nedende iddia makamı gerçek dışı ithamları öne sürerek üstlenmiştir.

Anılan şahısla ilgili olarak kitaplarımda yer alan bilgiler şu şekildeydi. Nakşibendi tarikatının İskender paşa dergahından Nurcu kesime de oldukça yakın 12.10.1944 Diyarbakır doğumlu olan Abdulkadir Aksu’nun 36904158220 nolu kimliğine göre kütük kayıtlarına baktığımızda dedelerinin arasında Girekos ninelerinin de arasında holik isimlerine rastlıyorduk sadece bu kadar mı tabiî ki hayır Times verelik göze çarpan diğer isimlerdi kimilerine göre kürt kimilerine göre Türkmen olarak lanse edilen Aksu’nun böylece Ermeni soyundan geldiği ortaya çıkıyordu.

Aksu 1976 yılında MSP’nin içinde olduğu Milliyetçi Çephe hükümeti tarafından Malatya Emniyet müdürü olarak atandı. bu görevi ile ikbal basamaklarının birer ikişer çıkmaya başladı Valilik ve Emniyet Genel müdürlüğü görevlerinin ardından 1987 yılında ANAP Diyarbakır milletvekili sıfatıyla meclise girdi 31 Mart 1989 tarihinde İçişleri bakanı oldu ve bu görevini 24.06.1991 tarihine kadarda yürüttü. 1995 yılında Devlet bakanlığı koltuğuna oturdu 1996 yılında ANAP’tan ayrılarak Refah partisi saflarına katıldı. Refah partisi kapanınca Fazilet partisine geçti. 3 Kasım 2002 yılında yapılan seçimlerin ardından AKP Hükümetinin İçişleri bakanı oldu İçişleri bakanlığı müsteşarlığına Gülen ve diğer Nurcu gruplarına yakınlığıyla tanınan ve yanında Nurcu lider Mehmet Kırkıncı olduğu halde nurcuların ev toplantılarına katılan Şahabettin Harputu getirdi. Aksu 31 Mart 1989 yılında ilk kez İçişleri bakanı olmasının ardından 20 Ocak 1990 tarihinde Hakkari’nin Uludere ilçesi Halil köyünün Serhan mezrasında Tavuk kümesi açılışı yaptı bu açılışta bakanın yanına gelen bir kız çocuğu Taşdelen köyünde 60 kişiyle birlikte gözaltına alınan kardeşinin hayatından endişe ettiğini söyledi Abdulkadir Aksu bu sözler üzerine anında emir verdi. PKK’lı olan gözaltındakiler hakkında hiçbir araştırma yapmadan onları serbest bıraktırdı. Aksu tavuk kümesi açılışından ve gözaltındaki PKK’lılar ile meşgulken 1 Mayıs olaylarından hedef haline gelen polis memuru öldürüldü. 31 Ocak 1990 yılında irtica ile mücadele için kurulan 163’üncü maddenin kaldırılmasına şiddetle karşı çıkan Bahriye Üçok ile beraber SHP’ye bu konuda var olacak ve meydana gelecek tehlikeler hakkında rapor sunan Muammer Aksoy evinin önünde katledildi. 7 Mart 1990 Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Çetin Emeç uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. yine Aksu döneminde 4 Eylül 1990 tarihinde sıra yazar Duran Dursun’a gelmişti. 26 Eylül 1990 yılına geldiğimizde yine diğer öldürülenlerde olduğu gibi irtica ile mücadele için kurulan 163’üncü maddenin kaldırılmasına şiddetle karşı çıkan ve bu amaçla hazırlanan raporda imzası olan ikinci ve son isim Bahriye Üçok’ta öldürüldü ve bu olayların ardından irtica ile mücadele eden insanların sinmesi sonucu 163’üncü madde kaldırıldı, dün bu şekilde hunlarca cinayetlerle amacına ulaşan irtica bugün Haplemitoğlu , İhsan Güven , Hrant Dink ve Malatya suikastı , Danıştay saldırıları gibi olaylarla deşifre olmuş işledikleri suçu Atatürkçülerin üzerine yıkmaya çalışmışlar, beceremeyince de bu sefer yandaşları olan PKK, bazı Rum patrikleri , CIA’nin gelinleri önderliğinde ikinci Cumhuriyetçiler Gülen ’in yanında yetişen homoseksüel halam ve çırakları ile el ele vererek örgüt ve benzeri suçlamalarla Atatürkçüleri yıldırarak nihai hedeflerine varmayı amaçlamışlardır. Aksu cinayetlerine tekrar dönersek, 1990, 92 yılları arasında Aksu Cinayetleri dedim Aksu dönemi cinayetleri 1990-1992 yılları arasında hedef 11 emekli subaydı bu isimler Orgeneral Adnan Ersöz , Korgeneral İsmail Selen , Korgeneral Hulisi Sayın , Tümgeneral Temel Cingöz , Tümgeneral Memduh Ünlütürk olarak sıralanıyordu Aksu’nun İçişleri bakanlığı altında geçen 1991 yılı irticai kaynaklardan beslenen ve kanadı olmayan katil sürüsü PKK’lı cinayet şebekeleri ve sol terör örgütleri içinde ve Fethullahçı katiller içinde oldukça elverişli bir ortamda da geçiyor, art arda suikastler meydana geliyordu. bu arada 26 Eylül 1990 tarihinde Mit müsteşarlığı için kararnamesi hazırlanan Hiram Abas’ta Aksu döneminin kurbanları arasına girmişti 1991 yılı suikastlarına tekrar dönersek, 9 Ocakta emekli Yarbay Ata Burcu, 30 Ocakta Korgeneral Hulusi Sayın , 7 Nisan’da emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk bu saldırılar sonunda hayatlarını kaybetti . 23 Mayıs’da Ankara’da emekli Jandarma Korgeneral İsmail Senem ve Adana Jandarma bölge komutanı Tümgeneral Temel Cingöz yine Aksu döneminin şehitleri arasını katıldılar. 14 Ekimde Mit eski müsteşarı emekli Orgeneral Adnan Ersöz de suikaste uğradı yine Aksu döneminde bir SHP milletvekilinin oğlu da meclis lojmanlarında cinayete kurban gitti. 2002 seçimleriyle AKP’nin seçimleri kazanmasının ardından yine İçişleri bakanı olan Abdulkadir Aksu 21 Kasım 2002 tarihinde partisinin milletvekilleriyle Hilton otelinde namaz şov yapıyordu ön saflarda güya namaz kılan Aksu ve arkadaşları 5 dakikalık mesafedeki Kocatepe cami yerine her nedense Hilton otelini seçiyorlar ve Hilton’u seçmekle de kalmayıp cümle matbuata da haber uçuruyorlardı bu namaz şovun ardından emniyet ve MİT içindeki Fethullahçı yapılanma hakkında kitap yazan kitabının basılmaması için üst düzey emniyetçiler tarafından tehdit edilen bu tehdidin içinde ölüm de dahil Laik ve demokratik Cumhuriyetin iç ve dış hasımlarını deşifre ederek onları gün yüzüne çıkaran Dr. Necip Haplemitoğlu, bu emniyet ve MİT içinde yuvalanan Fethullahçı katillerin kalleşçe bir saldırısı sonucu şehit ediliyordu bu olayın hemen ardından Haplemitoğlu’nun bilgisayarının ekran korumasında resmi olan ve bu yine Fethullahçı polisler tarafından tespit edilen ve Ankara DGM de görülen Fethullah Gülen davasında savcı Nuh Mete Yüksel’e belge ve bilgi gönderen emekli binbaşı İhsan Güven önce tarikatçı iftiralarla yıpratılıyor, ardından uğradığı silahlı saldırı sonucunda eşiyle birlikte hayatını kaybediyordu. misyoner ve Hrant Dink cinayetleri de her nedense Abdulkadir Aksu nun bakanlığı döneminde işleniyordu cinayetlerde esas rol üstlenenler ise polis ve polis muhbirleri olarak karşımızda çıkıyordu Abdulkadir Aksu’nun vali yardımcılığı döneminde meydana gelen Kahramanmaraş katliamında gerçekleştirilen olayların ele başları Kapris Altınyan ve 7 Ermeniydi ve bu Ermenilerin sıkı yönetim araştırmasıyla sünnetsiz oldukları da ortaya çıkmıştı. bunlar güvenlik güçlerince ölü olarak ele geçirilmişlerdi ve bu olayda da ermeni parmağı yine bir ermeni vali yardımcının oğlu ilde gerçekleşiyordu savcılar bu olaylarla ilgili araştırmalar yapıp gerçekleri ortaya çıkaracaklarına adeta Abdulkadir Aksu’nun avukatlığına soyunarak bana isyana tahrik iftiraları atmaları onun ermeni kimliğini açıklayarak bu cinayetleri hatırlatmamdan Aksu’dan daha fazla rahatsız olup telaşlanmalarını anlamamakla beraber savcılık görevlerini kötüye kullanmalarının açık bir kanıtıdır 9 Temmuz 2007 tarihinde başına topladığı gazetelerin Ankara temsilcilerine Ümraniye soruşturmasını çok iyi takip edin, bu iş çok büyüyecek diyen Abdullah Gül’ün bu konuşmasının ardından da tutuklanmıştım, şimdi aynı Abdullah Gül’ün Abdulkadir Aksu ile ilgili sözlerine bakalım, şimdi soruyorsunuz, bu insanlar dışarıdan geldi, peki şunu soruyorum, bugün selamun aleyküm diyen kaymakamımız varsa bunun altında Abdulkadir Aksu’nun imzası var. Bugün inançlı polislerimiz varsa bunun altında Aksunun imzası var. Bu sözler bana değil Abdullah Gül’e ait, ama ben bugün diyorum ki ülkemde ne kadar siyasal cinayet varsa onun altında o inanç maskesi takan Fethullahçı yapılanmaya dahil katil polisler var.

Sayın başkan, sayın üyeler, karşı devrim iftiranamelerinin 663 ve 664 sayfalarında sekiz kadar Yargıtay hakimiyle görüşerek misyonerler aleyhine oy kullanmaları şeklinde telkinlerde bulunduğumu, bunun son zamanlarda meydana gelen misyonerlere yönelik saldırılar ve Malatya’daki cinayet olayı rahip Santora ve Hrant Dink olaylarının anılması açısından oldukça düşündürücü diyebilmişlerdir. Savcıların bu cümleleri iftiranamelerini nasıl bir hastalıklı zihniyet ürünü olduğunu bir kez daha belgelemiştir bu telaşın ve iftiranamelerin neden bu cinayetleri işleyen emniyet içindeki Fethullahçı yapılanmanın kılavuzluğundaki karşı devrim teröristlerin ve bu örgütlenmelerinin ortaya çıkması deşifre olmasından duyulan büyük bir korku, panik ve telaştır. Korumalar tarafından yazıldığı iddia edilen ve yazanı belli olmayan imzasız uydurma kağıtların üzerindeki ve sözde görüşmenin yapıldığı tarih olarak 2003 yılı gösteriliyor yani ben Yargıtay da 8 Yargıtay üyesiyle bu görüşmeleri 2003 yılında yapmışım ve bu tarih en az 10 yerde de geçiyor peki bahsedilen cinayetler hangi tarihte işlendi tabiî ki 2007 yılında hangi mantık ,hangi akıl 2007 ‘de işlenen cinayetlerin kulisinin 2003 yılında Yargıtay da, hem de 8 adet yüksek yargı mensubuyla görüşüleceğini kabul eder böyle kulislerin yapılabileceğini hangi akıl ileri sürebilir, bu her şeyden önce yüksek yargı ve onun mensuplarına yapılmış insafsız bir hakaret, vicdansız bir iftiradır. Fethullah Gülen’in yanında , yöresinde ve ardında yetişmiş homoseksüel bir haham yalanları, PKK’lıların iftiraları CAI’in taşeron bazı AKP’li ve fethullahçıların tezgahlarıyla iftiraname hazırlayan insanlar, ancak böyle saçma sapan iddialara sarılırlar. Kaldı ki Hrant Dink cinayetlerinde yer alan isimlerin bir çoğu emniyetin maaşlı haber elemanları, bunların başı ise sicilinde Fethullahçı notu Ramazan Akyürek’ti. Malatya cinayetindeki kilit isimlerde emniyete çalışan elamanlardı orda da emniyetin başındaki Ali Osman Kahya’ydı Ali Osman Kahya Ankara DGM’ye sunulan belgelere kadar her Gülen soruşturmasında yer aldı. Ankara emniyet müdürlüğünün inceleme sonucunda hazırlanan ve Ankara DGM savcılığına sunulan Işık tarikatı ya da diğer adıyla Nur tarikatına mensup polisler listesinde 6’ıncı sırada yer aldı . Malatya emniyet müdürü Ali Osman Kahya komiser olduğu polis kolejinde Atatürkçü öğrencilere yaptığı kötü muamelelerle ününü sağladı. bütün bu durumlar ortada ve netken savcıların gerçekdışı ithamlarla anlamsızca savunmasını izah etmek mümkün değildir. İhsan Güven cinayetinde tetikçiler polisin telefon kontörlerine kadar aldıkları muhbirleriyken Haplemitoğlu’nun şehit edilmesi olayında emniyetin içindeki Fethullahçı yapılanma tam kadro yer alıyordu. bu arada savcılardan soruşturma dosyasını eklere koyarken, neden benim ifademe yer vermediklerini yanıt vermelerini istiyorum. çünkü Necip Haplemitoğlu dosyasında olayla ilgili çok önemli ifadelerim vardı. 2003 yılında yazıldığı iddia edilen kendi yazdıkları veya yazdırdıkları ve benim evimde çıktığı yalanlarıyla ikinci Cumhuriyetçi ve dinci yandaş basının önüne servis ettikleri kağıtlarda ve karşı devrim iftiranamelerinde, DGM başkanı Orhan Karadeniz ile Fethullah Gülen davası hakkında görüştüğüm yalan iftirası ilginç bir düşünceyle ileri sürülmüştür. bir kağıtlarda belirtilen 2003 tarihinde Ankara DGM’de Fethullah Gülen ile ilgili bir dava yoktu. İki Orhan Karadeniz’in 11. Ağır Ceza Mahkemesi olduğu dönemde, Gülen davası bu mahkemede görüldü. ancak bu tarih 2003 değil 2006 sonları veya 2007 başlarıydı. nasıl olurdu 2003 yılında 2007’deki dava için görüştüğüm iddia edilir. bu kağıtlarda onlarca tarih var demin dediğim gibi hepsi 2003. 2003 yılında 2007’de yapılacak davayı kahin gibi bilip birde bu görüşmeyi yapacak Ağır Ceza Mahkemesi başkanı ve birde o davayı 4 sene sonra davayı o mahkemeye düşüreceksiniz, bunu konuşacak bir Ağır Ceza Mahkemesi başkanı bırakın Türkiye yi Saygunda olabilir mi sayın başkan sayın üyeler ben şimdi sizin yanınıza gelsem 5 sene sonra işlenecek bir davadan dolayı görüşmeye kalksam ne yaparsınız her halde beni Mashar Osman’a gönderirsiniz. Ama savcılar bunu iddianamelerine dayanak yapmışlar uydurma notların 67’inci sayfasında Tem’den Osman Kaya ile görüşme yaptığım yazılmış Osman Kaya’yı tanırım ki Tem şube müdürlerinin, Terörle mücadele elemanlarının çoğunu da tanırım ben araştırmacı bir yazar olarak polislerden, eski bekçilere, eski bekçilerden gazetecilere, gazetecilerden müfettişlere herkesle görüşürüm Erbakan’la da, Şevket Kazan’la da , Bülent Arınç’la da herkesle görüştüm ama nedense görüşmelerimde hep incelenen, sürekli sorulan ya askerler ya yüksek yargı mensupları ve bunlar hakkında da bir ton iftira, aynı şekilde burada yanlışlıkla geçmiş herhalde uydurdukları kağıda, bununla ilgili bana hiçbir soru sorulmadı, aslında sorulsaydı çok güzel açıklamalarım olacaktı, ben yine de bu soruyu kendilerinden bekliyorum çünkü Osman Kaya aynı zamanda Haplemitoğlu cinayetinin soruşturan isim. sayın başkan, sayın üyeler, karşı devrim iftiranamelerinin 663 sayfasında, şüphelinin evinde ele geçirilen ve muhtemelen şüpheliyle birlikte yanında koruma amaçlı olarak bunu askeri görevlilerce yazıldığı anlaşılan 3 Ocak 2003 Cuma diye başlayan 36 sayfalık günlük şüphelinin yaptığı işlerin konuşup görüştüğü kişileri ayrıntılı olarak anlatan notların fotokopisiyle aynı notların içinde iki adet kroki, bir adet de kılıç Zeki Ergezen, ne demekse nin evinde bir piknikte Abdullah Gül, Salih Kapusuz ve emniyetin ünlü istihbaratçılarından emniyet genel müdürlüğü APK uzmanı Hanifi Avcı ile birlikte yazan ve 10 kişinin bulunduğu bir fotoğrafın fotokopisinin bulunduğu savcılar yine kendi uydurdukları belgeleri yanımda koruma amaçlı bulunan askeri görevliler muhtemelen diyerek yıkmaya çalışmışlar deminde belirttim benim yakın korumalarımın arasında asker olduğu gibi polislerde vardı hem polisler hem askerler tarafından korunuyordum ki son tutuklanmamdan son bir sene öncesinde de sadece emniyet görevlisi vardı yanımda, bu olayda korumaları olan savcıların çok kolaylıkla bilmesi lazımdı, öncelikle muhtemelen diye başlayan cümlede yanımda askeri görevlilerin koruma amaçla durdukları belirtilmiş terör örgütlerinin hedefi olduğum gerekçesiyle verilen koruma askeri makamlarca değil, başımda Ankara valisinin bulunduğu il koruma komisyonu kararıyla verilmiştir demin bu konuyu anlattığım için tekrar anlatmıyorum savcılar ve emniyet uydurdukları bu kağıt parçaları ve kroki ile Abdullah Gül , Hanefi Avcı’nı fotoğraflarını yan yana getirerek bir suikast iması yaratmak istemişler bu kötü fikirleri sarpa sarmıştır inceledim dosyadaki kroki avukatım Hüseyin Buzoğlu’nun bürosunun yerini gösteren bir krokidir. Fotoğraf diye koydukları ise 26 Ocak 2003 tarihli Hürriyet gazetesinin ekinde yer alana Suat Kılıç ile yapılan bir röportajdaki fotoğraftır, yani gazetedeki bir fotoğraftır ve Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştır Hürriyet gazetesinin Pazar ekinde yayınlanmıştır ama onu öyle bir hale getirmişler dosyaya koymuşlar ki, gazetedeki fotoğrafı fotokopiyle ve karton bir fotokopiye çekilerek fotoğraf haline getirmişlerdir, kaldı ki, bende kanla abdest alanlar adlı kitabımın 484’üncü sayfasında Hanefi Avcı Hürriyette başlığı altında bu piknik olayını şöyle yazmıştım, çocuklarını Samanyolu kolejinde okutmasıyla ünlü istihbaratçılardan Hanefi Avcı 26 Ocak 2003 tarihli Hürriyet gazetesinin Pazar ekinde, AKP milletvekili Suat Kılıç ile yapılan söyleyişinin yer aldığı sayfanın yanında Suat Kılıç AKP’li Zeki Ergezen , Abdullah Gül ve Salih Kapusuz ile birlikte Ergezen’lerin çiftlik evinde piknik yaparken çekilmiş fotoğralarıyla yer alıyordu. tabiî ki kitapta yer alan bu yazıyıda ganimet bilerek suikast iması veren bir cümle kurulmuştur. bütün bu gerçeklere rağmen savcıların ve emniyetin insanları içinde iddiasıznamede yer aldığı şekilde şüphe bırakmaya amaçlaşan bir yazı yazılması, ancak karşı devrim teröristlerin işleyeceği ve işlemi muhtemel cinayetleri örtmek ve olayı suçsuz insanları yıkmanın alt yapısını oluşturmakla açıklanır buradan soruyorum fotoğrafta yer alanlar bugün hangi göreve getirilmişlerdir karede yer alan Mete C’nin çıkışını kontrol eden bir emniyet görevlisinin bu davanın en önemli tanıklardan biri olması ve diğer birinin Cumhurbaşkanı olması tesadüf müdür, Dicle nin kıyısındaki keçiden sorumlu savcıları bunları da araştırmaya davet ediyorum. gizli cd’ler sayın başkan, sayın üyeler aylardan beri gerek CIA’nin gelinlerinin yayın koordinatörlüğünde çıkan taraf ve diğer dinci ve Fethullahçı basında linç edilmeme neden olan cd’lerle ilgili bilgilerde şu şekildeydi, karşı devrim iftiranamelerinin bana ait 1 ve 49 nolu cd’lerde gizli belgeler olduğu ileri sürülmüş, bunlarla ilgili bir çok sevk maddeleri de düzenlenmişti eskiden bazı polisler ocağını söndürmek istedikleri insanların evlerine araçlarına, ceplerine uyuşturucu, silah ve benzeri suç aletleri koyar, sonra muhbirlerine ihbar yaptırarak hedef insanların hayatlarını karartırlardı. geçmişte bu işleri yapan müfterilerde mercimek kadar da olsa bir beyin vardı. kolay kolay hata yapmazlardı günümüzde ise teknolojinin gelişmesiyle bırakılan malzemelerin arasına cd ve benzeri maddeler eklenmiştir. Öncelikle 1 nolu cd bana ait değildir polis tarafından bana ait cd’lerin arasına konulmuş ve tarafıma suç isnat edilmek istenmiştir ama kendi kazdıkları kuyuya kendileri düşmüştür. Şöyle ki benim cd’lerimin arasına 1 no yazarak bir cd bırakmışlar, ancak benim 1 nolu cd’mi diğer cd’lerin arasından çıkarıp imha etmeyi akıl edememişlerdir. Bana ait suç unsuru taşımayan 1 nolu cd imha etmeyi yok etmeyi düşünemedikleri gibi, 08.11.2007 tarih teslim tesellüm tutanağı ile içinde suç unsuruna rastlanılmamış diyerek, iki hazırun önünde 1 noli cd’i diğer cd’lerimle beraber avukatlarımdan Burak Güneş’e teslim etmişlerdir. Sayın başkan sayın üyeler 08.11.2007 tarihli bu tutanakta teslim eden 242890, Hazırun 202847 Hazırun Demirlek ve teslim alan Burak Güneş teslim tesellüm tutanağı uzun bir şey suç içermeyen belgelerin avukatıma teslim edilmesini gösteriyor. ben burada sade cd’lerle ilgili bölümü okuyorum 70 adet avukat Özcan Ünal tarafından numaralandırılmış, çeşitli markalarda bilgisayar cd’lerinden 64,65,53,14,15,8 ve 49 numaralı cd’ler hariç, toplam 63 adet cd avukatıma teslim edilmiştir ben bunun içinden buradan çok net bir şekilde anlaşılacağı üzere, 1 nolu cd’ de vardır ama ben aylardan beri 1 nolu cd’ de çıkan yok fişleme, yok gizli belge, yok bilmem ne diye besleme basın ve CIA’nın gelinleri tarafından çıkarılan taraf gazetesinden sürekli linç edildim, manşetlere taşındım bunun hukuktaki değerinin takdirini bu belgeyi size vererek yine size bırakıyorum, savcılar bilgisayarlarım ve kendi cd’leri ve bana ait ve cd’lere eklemeler yapılan cd Genelkurmay adli müşavirliğine göndermiş adli müşavirliğin 24.09.2007 tarihli yazısında efendim arka sayfada da cd’nin görüntü fotokopisi var savcılar bilgisayarlarım ve kendi cd’leri ve bana ait ve eklemeler yapılan cd Genelkurmay adli müşavirliğine göndermiş, adli müşavirliğin 24.09.2007 tarihli yazısında anılan bilgilerin derlenerek tutuklu Ergün Poyraz’ın bilgisayarına yüklenmesi muhtemeldir, söz konusu yazar’ın ifadesinde ısrarla bu bilgilere sahip olmadığını ifade etmesi bu ihtimali kuvvetlendirmektedir, denilmektedir. Savcılar Genelkurmay adli müşavirliği açıkça sonradan bilgisayarımı yüklenmesinin üzerinde önemle durulması gerektiğini bildirirken ve bizzat savcılıkça CMK’nun 134’üncü maddesine aykırı olarak bilgisayarım alıkonulmuşken, bu yasalara aykırılık hakkında hiçbir değerlendirme yapılmadan suçlama yapabilmişlerdir Genelkurmay askeri savcılığı ayrıca cd’ler hakkında TSK ile ilgisi olduğu değerlendirilen bilgilerin büyük kısmının güncelliğini yitirmesi dolayısıyla kayıtlarımızda bulunmadığı tespit edilmiştir demiştir yani hiçbir güncelliği kalmadığı belirtilen cd’lerle de linç edildim, bu açıklama karşısında suç istinadında bulunmamın yasal dayanağı yoktur, kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti Askeri Yargıtay daireler kurulunun 2007/83 esas ve 2007/81 nolu kararında, konferans konusu olan cd’lerin askeri savcılık dahil, benzeri kurumlarca ne kadar gizli denilirse denilsin, gizlilik özelliği kalmaz, denmiştir. Bu kararı askeri Yargıtay daireler kurulu vermiştir. Diğer suç unsuru var denilen 49 nolu cd’de böyle bir konferansın ürünüdür, yani konusu konferans olan bir cd’dir ve bu karara göre de hiçbir gizlilik değeri yoktur. Sayın başkan, sayın üyeler, karşı devrim iftiranamelerindeki iftiraları sabahlara kadar anlatsam bitmez ama bunlardan en önemlilerinden biri budur, iftiranamelerinin 75’inci sayfasında benim ruhsatsız silah sahibi olduğum dosyada mevcut arama ve el konma tutanaklarıyla ve ekspertiz raporlarından anlaşılmaktadır denmektedir, yine iddianamenin bir başka sayfasında benimle beraber bir çok kişinin ismi verilerek ruhsatsız silah taşıdığımdan örgütün silahlı elamanı olduğumuz iftirası da atılmıştır. Bütün bunlar yalan ve iftiradır savcılar bunu bile bile yapmışlardır. çünkü 27.07.2007 tarihli üst arama tutanağımda, 6 ‘ıncı sıraya baktığımızda, karşımıza şu cümle çıkar, 1 adet silah taşıma ruhsatı ve seri numarası, efendim üst arama tutanağım silah ruhsatımın olduğunu gösteren 6’ıncı maddenin üstünü çizdim, arkada da silah ruhsatımın fotokopisi var, sayın başkan, sayın üyeler, iftiraların, dediğim gibi ardı arkası kesilmedi ve bunların en önemlilerinden biri de JİTEM’den para aldığım iddiasıdır. savcı Zekeriya Öz ve arkadaşları emniyetçilerle birlikte düzenledikleri sahte evraklarla, benim JİTEM’den istihbarı amaçlarla para aldığım iftirasını atmışlar. bu amaçla kurguladıkları yalan ve iftiraları, başta CIA’nin gelinlerinin yönetiminde çıkan Fethullahçı ve ikinci Cumhuriyetçinin yuhalandıkları ve silahlı kuvvetlere iftira atmasıyla ün yapan taraf gazetesinde Tayyip ve hükümet tarafından beslenen ve desteklenen besleme basında yayınlamışlardır. Oysa belge diye düzenledikleri yalan ve yanlış bilgilerle doldurdukları iftiraları içeren kağıt parçalarında, ne parayı verildiği iddia edilen isimlerin, ne de benim imzam vardır. 28 Nisan 2008 tarihli ve jandarma Genel komutanlığı çıkışlı evrakta emniyet ve savcılar tarafından uydurulan belge diye iftiranamelerede eklenen kağıtlar hakkında şöyle deniyordu. Avukat Mustafa Hüseyin Buzoğlu bir ilgi dilekçemizle, müvekkilimiz Ergün Poyraz hakkında Taraf gazetesinin 29 Mart 2008 tarihli nüshasında, Jandarma istihbarat başkanlığı tarafından para ödendiğine dair Word belgelerinin bulunduğu iddia edildiği belirtilerek, iddia edilen belgelerin komutanlık arşivlerinde bulunup bulunmadığının araştırılarak neticesinin bildirilmesi istenmiştir. İki, yapılan araştırama ve inceleme sonucunda Jandarma Genel komutanlığında iddia edilen belgelere rastlanılmamıştır. Jandarma genel komutanlığının para ödemeyi yalanlamasına rağmen bu itham yine iddianameye konabilmiştir. Şimdi de jandarma genel komutanlığının bana para ödenmediğini belgeleyen kanıtı veriyorum. Sayın başkan, sayın üyeler, ben hukuk fakültesi mezunlarının diğer insanlara göre daha zeki olduklarını düşünürüm, olaylara daha objektif bakmaları gerektiğini düşünürüm çünkü hukukun olmadığı yerde hiçbir şey olmaz aç yaşayabilirsiniz, açık yaşayabilirsiniz, ama adaletin olmadığı yerde hiç bir şey yapamazsınız. işte savcıların belge diye dosyaya koydukları ve iftiranamelerine koydukları kağıt, ismim bile yanlış ve altında hiç kimsenin imzası yok ve bunlara karşı jandarma genel komutanlığının yalanlama belgesi, ama o yalanlama belgesine her nedense itibar edilmiyor. Amerikan şeriatçısı ve hilafetçi Vakit gazetesinin yaşasın hilafet, yaşasın şeriat diye her fırsatta çığlıklar atan başyazarı Abdurrahman Dilipak 1 Nisan 2008 tarihinde “hadi göster kendini” başlığın altında Gül kendi alanında kitap yazıp JİTEM’den para alan adamın ilişkilerini sorgulatacak mı, şeklinde bir soru soruyordu ABD tipi siyasal İslamcı Abdurrahman Dilipak’ın yazısının daha mürekkebi bile kurumadan savcı Zekeriya Öz yasakları da açık bir şekilde çiğneyerek ek ifade almak bahanesiyle, beni Beşiktaş adliyesine çağırıyor, böylece adaletin ne durumlara düştüğü bir kere daha belgeleniyordu. gerek Gül gerekse Öz Dilipak’ı kıracak değil ya, talimat gibi yazının gereğini tabiî ki yapacaklardı, çok gizli yürütülen soruşturmada yetkisiz biri olan Abdullah Gül, 9 Temmuz 2007 tarihinde gazetelerin Ankara temsilcilerine Ümraniye soruşturmasını iyi takip edin, bu iş çok büyüyecek diyor, ardından 27 Temmuz tarihinde gözaltına alınıyor ve tutuklanıyordum. savcı Zekeriya Öz ek ifadeye başlamadan Genelkurmay içinde Ergenekon yapılanması var diye söze başlayınca, avukatımın tepkisi ve itirazıyla karşılaşıyor ve anında çark ediyordu ve orada sürekli olarak şu yarbayı, bu albayı, Tuncer paşayı, Şener paşayı tanıyıp tanımadığımı soruyordu Dilipak’ın talimatlarını adeta birebir yerine getirerek, yine askerler aleyhinde konuşmaya başlayınca kendisine milattan önce 209 yılında kurulan ordumuzun geçmişten bugüne kadar her sayfası şan, şeref ve kahramanlıklarla doludur. Siz silahlı kuvvetlerimize çamur atamazsınız dedim ve ekledim bahsettiğiniz kişileri Türk silahlı kuvvetlerinin şerefli , namuslu, dürüst bir subayları olarak tanıdım. Zekeriya Öz, sözde JİTEM’den maaş aldığımı iddia ettiği ve daha önce ikinci Cumhuriyetçi, dinci, Fethullahçı basına servis ettiği ve günlerce manşetten adeta linç kampanyası şeklinde duyurdukları kağıtları göstererek bunlara ne diyorsun dedi. Savcıya ben hiçbir zaman JİTEM’den maaş ve benzeri gerekçelerle para almadım. bunları siz uyduruyorsunuz, bu kağıtların altında imzalar yok, bunlarla ilgili konuşmak abesle iştigaldir, şeklinde cevap verdim bu şekilde açık ve net bir iftira atılarak bu iftiranın yandaş basının manşetlere çıkarılmasındaki amaç ve gerekçeler neydi. yazdığım internet sitesinde Bülent Arınç’ın annesinin 400 YTL tutan yemek parasını %25 indirimle vali parkı polis lokalinin kasasından ikinci sınıf emniyet müdürü Yusuf Ünsal7 ın önerisi, birinci sınıf emniyet müdürü Kahraman Koçak’ın olurlarıyla Manisa emniyet müdürlüğü tarafından ödendiğini belgelemiştim yazım yayınlandıktan birkaç gün sonra Hürriyet gazetesinde Emin Çölaşan konuyu köşesine taşımış bu usulsüzlüğü dikkat çekmiş, kıyamette kopmuştu 3 yıl sonra da olsa Bülent Arınç 300 YTL’yi ödemek zorunda kalmıştı bu olay yüreklerine oturmuş, olacak ki şimdi bana JİTEM’den 250 YTL aldı gibi deli saçması iftiralar atmakta ve bu iftiralarına da hukuku alet etmekteler .
Mahkeme Başkanı " saatin 16.30 olması karşısında, sanığın savunmasına ara verildi.















SANIK ERGÜN POYRAZ SAVUNMASININ DEVAMINDA:

Karşı devrim iftiranamelerinin 661. sayfasında ihsan Güven e ait belge ve bilgilerin olduğu belirtilmiş, ancak bu iddianamede bu belge ve bilgilerin içerikleri gizlenmiş, benim gizli belge olarak bunu sakladığım öne sürülmüştür. Oysa belge dedikleri İhsan Güven in sağlığında cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve diğer devlet görevlilerine gönderdiği mektuplardır. Bunların konusu Türkiye deki petrol ve irticai faaliyetlerdir. Bunlar mektup olup bu kadar açık ve net bilgiler olmasına rağmen gizli belge demelerindeki maksat anlaşılamamıştır. Kaldı ki bunlar bana İhsan güven in ölümünden sonra yanında bulunan biri tarafından getirildi. MGK eski genel sekreteri Cumhur Askoruk’la ilgili konuşması da yine aynı kişiler tarafından getirildi. Bu belgeler gizlenmedi, bu belgeler tarikat, siyaset, ticaret ve cinayet adlı kitabımda net ve açık bir şekilde yazıldı. Kitabımın 138. sayfasına bakılırsa bu bilgilerin orada yer aldığı görülecektir. Türkiye Cumhuriyeti dahil yirmi dört ülkenin sınırlarını değiştirmek, ve bu ülkelerin parçalanmasını amaçlayan BOP un eş başkanı olduğunu söyleyen ve ilan eden, bu davamın da çakma savcısı olduğunu iddia eden Tayyip ve iddia makamı tarafından hazırlanan yine karşı devrim iftiranamelerinde gizli belge çalmaktan da bahsedilmiştir. Oysa benim adımı da zikrederek iftiranamelerinin 122. sayfalarında bu tür devlete ait çok gizli bilgi ve belgelerin mahiyeti itibari ile sivil kişilerce TSK nın bilgisayarında elde edilmesinin fiilen mümkün olmadığı buradan da örgütün irtibatta olduğu askeri şahıslardan bu bilgileri temin yoluna gittiği kanaatine varılmıştır. Şeklinde açıklama yaparak, yalanlarına, iftiralarına hedef olarak TSK yı da almışlardır. Ve bu suretle yalan ve iftira sanatının üstadı muhteremleri olduklarını bir kere daha kanıtlamışlardır. Yine karşı devrim iftiranamelerinin 124. sayfalarında bazı asker kişilerden gizli aldığım yalan ve iftirası atılmış, hiçbir belge ve bilgi gösterilememiştir. Zira yalan ve iftira bu soruşturmanın özü olmuştur. Yine aynı uyduruk kağıtların sayfalarında yalan ve iftira askeri görevli şahıslara kitaplarımı sattırdığım şeklinde yer almıştır. Pardon bu iddianamede yer almış, o iddianameye dayanak yaptıkları kağıtlarda böyle bir bilgi yoktur. O kağıtlarda kitap alıp sattırdı diye yazmamıştır. Kendi uydurdukları kağıtların üzerine bir uydurma daha yaparak yine yalan ve iftiralarının sonu olmadığını bir kere daha göstermişlerdir. Sayın başkanım, karşı devrim iftiranamelerinde Sevgi Erenerol un hukuk işlerimi takip ettiği gerçek dışı bir ithamda yine bu iddiasıznamelerde yer almıştır. Gözaltına alınmamdan bu yana tüm safhalar takip edildiğinde görülecektir ki, yeterli sayıda avukat konuyu takip etmiştir. Söyleyecek sözü ortaya sürecek belgesi olmayan iddia makamı, yine komik ve garip bir duruma düşmüştür. Herhangi bir suçla örgüt dayanışması aranıyorsa burada bakılacak yer, hilafetçi, Fethullahçı, ikici cumhuriyetçi ve PKK lı şer yuvaları ve bu şer yuvalarının yaptıkları ortak eylemlerdir. Başbakan ın, Adalet Bakanının bayram ve kutlama mesajları gönderdiği hilafetçi silahlı terör örgütü İBDA-C nin sempatizanı tacizci Hüseyin Üzmez tam bir dayanışma ile kurtuluyor. Önce AKP milletvekilleri aracılığı ile küçük yaştaki çocuklara tacizde bulunanlar çocuğun istemesi halinde evlenerek hapisten kurtulacaktı, halktan tepki gelince bu kez jet hızıyla ve bir günde adli tıptan rapor alınarak kurtarıldı. Üzmez tahliye olduğunda, cumhurbaşkanının kendisini aradığını ve af edeceğini söylüyordu. Başta Ülker Grubu olmak üzere devlet arazilerine inşaat yapmanın yasak olduğu yerlere yapı yapanlar yine her fırsatta AKP nin ortaya sürdüğü 2B yasası ile trilyonlarca liralık rant a af tezgahı ile kavuşturulmak isteniyordu. Naylon fatura dahil birçok yolsuzluğa bulaşan başta maliye bakanı olmak üzere, birçok dinci şirket AKP lilerin afları ile kurtuluyordu, yasin el Kadı da bu duruma dahil olan en önemli örneklerden biridir.

Evrakta sahtecilik suçu işleyen Erbakan ı yine aynı suçtan yargılanan Abdullah Gül affediyordu. Karşı devrim iftiranamelerinde Sevgi Erenerol dan aldığım talimatla kitap yazdığım da söylenmiştir. Ben on altı kitabı olan bir yazarım. Forbes dergisi , sabah gazetesi ve Bugün Gazetesi nin haberlerine göre , ki bu haberler 2007 yılında yani yaklaşık bir veya iki ay önce yapılmıştır. Türkiye de Orhan pamuk ve Turgut Özakman ın ardından en çok kazanan yazarlar arasında üçüncü sırada gösterildim. Orhan pamuk un okunma sayısı 80 bin iken bu dönemde musanın çocukları ve musanın gülü adlı kitaplarımın okunma sayısı 140 bindir, bu durum Cengiz Çandar başta olmak üzere birçok ikinci cumhuriyetçiyi çıldırtmıştı. Ve aleyhimde birçok yazılar yazmışlardı. Fethullah Gülen ise sıralamaya bile girememiştir. Üstelik sıralamayı veren Gülen ve AKP ye yakın gazetelerdir. Türkiye cumhuriyeti tarihinde ençok okunan ve ilk ona dört kitabı ile giren tek yazar benim. Kitaplarımda Fethullah Gülen in Yahudi örgütü ADL nin başkanı Abraham Foxman ın isteği ile kitap yazacağını belgeledim. Yine CIA işbirlikçisinin yazdığı belirtilen kitapları kendisinin yazmadığını da belgeledim. Murat Bardakçı Fethullah ın bazı kitaplarının intihal yani aşırma olduğunu kanıtladı. Savcılar akıllarınca Gülen in yaptıklarını bana yıkarak kendilerince intikam aldıklarını zannetmişler, Oysa komik olmuşlardır. Bu soruşturmanı kaynağı olan Ümraniye ile ilgili de bilgiler vermek istiyorum, gerçi bir kısmı tekrar olacak ama, bence bir daha anlatmanın faydası olacaktır. Ağustos 2001 de Tayyip in Ümraniye de laik demokratik cumhuriyet aleyhine yaptığı konuşmaları ve devleti yıkmak için insanları kıyama yani ayaklanmaya çağıran tahriklerini, TV lerde yayınlatmamın ardından tam anlamıyla panikliyor, önce fellik fellik kaçarken ardından gazetecilere soğuk savaşın ve soğukların tesiri ile konuştum diyordu. Ankara DGM savcılarına Tayyip in Almanya da Türklüğü aşağılayan , Bülent Arınç ın Konya da yine laik demokratik cumhuriyet aleyhine yaptığı konuşmaların kasetlerini ve belgelerini vermemin ardından haklarında soruşturma açılıyordu. Tayyip DGM savcısına ifade verirken tutuklanma korku ve telaşı ile ne söyleyeceğini şaşırıyordu, kendi sözlerini inkar edip bunlar akıllı adam sözleri değil bile diyebiliyordu. 24 Ağustos 2001 tarihli Milliyet Gazetesi Tayyibin ümraniyedeki bu ihanet dolu konuşmalarını yayınlarken benim fotoğrafımın altında da şu başlığı atıyordu, işte Tayyip i yıkan adam. Yine aynı günlerde Bülent Arınç benimle görüşmek istiyor, onun bu talebinin ardından Ankara da bir nargile cafe de görüşüyorduk. Arınç yaptığımız bu görüşmede kendisi ile değil hoca ve Tayyip ile uğraşmamı istiyor, birçok belge ve bilgi de veriyordu, bizim hemşeri olduğumuzu tekrar vurgulayarak kendisi ile uğraşmamamı yine istemişti. Teklifini kabul etmememin ve verdiği belge ve bilgilere teşekkür etmemin ardından başta cumhuriyet gazetesi ve diğer gazetelerde yayınlattığı konuşmalarda, bunlar bizim şeref madalyalarımız , bu yapılanları bir tarafa not ettiğimizi bilinsin, diyordu. AKP genel başkan yardımcısı Murat Mercan Tayyip in belediye başkanlığı döneminde yolsuzlukları ortaya çıkaran Mehmet Bölük’ü ve beni ABD ye giderek ortada CIA Ortadoğu masası şefi , karanlıklar prensi diye adlandırılan Richard Parle ve diğerlerine, benim akbabanın temel içgüdüsü adlı kitabımı elinde sallayarak diğer kitaplarım ve Mehmet bölük ün kitaplarını şikayet ediyor ve Amerika ile aramızı bu kitaplar ve bu kitapların yazarları açıyor, diye şikayetlerde bulunuyordu. 12 Haziran 2007 tarihinde bir yerlerden düğmeye basılıyor, Tayyip Erdoğan ve çetesinin bombaları sahne alıyordu. 13 Haziran 2007 de ise Tayyip Erdoğan ve birçok AKP linin belediyelerdeki yolsuzluklarını ortaya çıkaran , bu nedenle İstanbul da yaşama hakkı tanınmayan AKP genel başkanı Murat Mercan ın CIA istasyon şeflerine şikayet ettiği Mehmet Bölük Ukrayna da şaibeli bir trafik kazası ile hayatını kaybediyordu. Musa nın gülü adlı kitabımı toplatmak isteyen Abdullah Gül, bunu başaramayınca gazetelerin Ankara temsilcilerine temmuz ayının ilk haftasında Ümraniye soruşturmasını çok dikkat edin, bu iş çok büyüyecek diyor, ardından da ben tutuklanıyordum.18 şubat 2008 tarihli gazetelerde Ergenekon iftiranamesi için sonuna kadar gideceğiz, başı var, Ümraniye olayı var, bitmiş değil. Devamı var, bize yardımcı olursanız bu konuda memnun oluruz.akademisyenlerin , sivil toplumun yardımı olabilir bizde yasal anlamda yargıdan destek alıyoruz, yargı güvenlik güçlerinin istediklerini yapıyoruz, yasal düzenlemeyi yaparız, asla hukuksuzluğu fırsat verilmemeli, nasıl olacaksa, bu konuda parlamento da ciddi bir muhalefet olacağını sanmıyorum. Sıkıntımız var hala devletin içinde bu süreci yavaşlatmaya çalışan unsurlar var. Tayyip in bu sözleri sonucunda buraya kadar sarfedilen garabetleri bir yana bırakırsak, bundan sonraki konuşmalar ise tam bir saçmalıklar ve intikam senfonisi idi. Ve şöyle devam ediyordu, bunlar bizim iktidara gelmeden önce tespitlerimizdi. Bunları ortaya çıkarma gayreti içindeyiz, işte bu cümleler Tayyip in suçüstü yakalanma belgeleri idi. Karşı devrimin iftiraları Ümraniye bombaları ile ortaya çıkmadı mı? O bombaları ve sahiplerini iktidara gelmeden önce tespit ettilerse bu güne kadar niye sustular. Yoksa o bombalar kendilerinin mi idi. Tabi kendilerinindi. Tayyip in en yakınında yeralan Ümraniye bombacısının izni ve bilgisi olmadan Ümraniye sınırları içinde değil gerçek bomba oyuncak bomba bile taşınamazdı. Ümraniye bombalarının alelacele telaş içinde yasalara aykırı bir şekilde imha edilmesinin altında yatan gerçek bomba tezgahının ellerinde patlama, ortaya çıkma korkusu idi. Tıpkı 12 eylül öncesinde olduğu parmaksız lakabını aldıkları olayda olduğu gibi. Kovuşturmaya konu olan Ümraniye bombaları ve onunla anılmaya başlayan Ümraniye soruşturması kapsamında 27 Temmuz 2007 günü gözaltına alındım. Gözaltına alınmadan önce Tayyip in ve Fethullah ın önünü açan şaibeli kazaları ve cinayetleri araştırmaya başlamıştım. Ayrıca bu araştırmalarım devam ederken tutuklandım. Bombaların bir gecekondunun çatısına konma eyleminin arkasındaki gerçeklerin başında Danıştay cinayetinin görüldüğü davanın 15 şubat 2007 tarihli yedinci duruşmasında Erbakan ın da avukatlığını yapan Mehmet Ener cumhuriyet gazetesine atılan bombaların araştırılmasını istedi. 22 haziran 2007 tarihinde mahkemenin karar duruşması öncesi 12 haziran 2007 günü Ümraniye bombaları sahne aldı. Ancak Ankara daki mahkemede yapılan tüm uğraşlara rağmen, Ümraniye bombalarının cumhuriyete atılanlarla 18 ocak 2007 tarihinden itibaren de Danıştay sanıkları ve Ergenekonlaşan soruşturma arasında Osman Yıldırım ın çelişkilerle dolu söylemleri dışında bir bağ kurulamadı. Anlaşılan Ümraniye bombaları ile yapılmak istenen soruşturma AKP nin kapatma davasına da konu olan Danıştay cinayetinin AKP ve laik düzen karşıtlığının da çabası ile tersyüz edilerek laik düzenden yana olan kesimlerin üzerine atmak vardı. Nedeni Ankara da 17 mayıs 2006 tarihli cinayetin ertesi günü Kocatepe camiinde Mustafa Bilgin in cenazesinin kaldırıldığı gün yaşananlar ile Ankara yı terk ederek Antalya ya kaçmak zorunda kalan Erdoğan da vardı. Cinayete neden olan siyaset unutturulmalıydı. O günlerde spordan sorumlu devlet bakanı ve bu günün adalet bakanı Mehmet Ali Şahin , 17 Mayıs 2006 tarihinde suikastin üzerinden daha iki saat bile geçmeden sürprizlere hazır olun açıklaması yapıyor. Spordan sorumlu bir bakanın kendisi ile direk olarak ilgisiz bir konuda bu denli iddialı açıklamalar yapması daha açıklamanın üzerinden bir ay bile geçmeden 12 haziran 2007 tarihinde Ümraniye de bombalar bulunması ancak bu tertibi düzenleyenlerin hızı ile açıklanabilir. Bu olayın siyasi boyutunu da değerlendirerek yaptığım araştırmalardan başta Erdoğan olmak üzere onun en yakınında bulunan ve Ümraniye bombacısı olarak tanına kişinin bağlantılarına ulaşmam hiçte zor olmadı. Tayyip in Ümraniye konuşmaları ile başlayıp bombaların bulunması ile devam eden sürecin hep Ümraniye de geçmiş olması tertip ve komploların yazıldığı senaryonun merkezinde Ümraniye olmasıdır. Bombaların güvenli olarak taşınıp güvenli olarak saklanması aksi bir yakalanma durumunda vaziyeti kurtaracak kamu görevlilerine de ihtiyaç vardı. Zira Tayyip in yıkılmış, inançları gereği tekrar Ümraniye de ayağa kalkması yani intikamını alması gerekiyordu. Bu nedenle her şey eksiksiz olarak kurgulandı. Basında çıkan haberlere göre ve bunların gerçek olmadığını temenni etmekle beraber yinede karaçarşaflı eşi, Atatürk e hakaretleri, hukuk dışı tasarrufları nedeni ile Mutki’ ye sürüldüğü iddia edilen Zekeriya Öz Ümraniye savcısı yapılıyordu, karış devrimin iftirasının kazasız belasız gelişip büyümesi için hiçbir fedakarlıktan da kaçınılmıyordu. Öyle ki savcı Zekeriya nın tayini çıkar, zamanın adalet bakanı bir koşu hakimler ve savcılar yüksek kurulunun yanına varır, bu savcının tayinini durdurun bu savcı çok önemli bir soruşturmayı yönetecek der. Ve savcının tayinini durdurur. Bu operasyon hilafet ve şeriat özlemcilerinin laik demokratik cumhuriyete karşı eylemlerinin odağı olan bir siyasi parti ile CIA nın seyyar vaizinin ulusalcı dalga aşılacak sözleri ile başladığı tertibin ve tezgahın ortamı boş bulduğunda neler yapabileceğinin de bir göstergesidir. İnsanları hükümete karşı silahlı isyan iftirası atan çakma savcı Tayyip aynı Danıştay saldırganı ve amaçdaşları Alparslan Arslan ve Osman Yıldırım gibi şeriat devleti kurma çığlıkları atıyordu. Ümraniye de halkı anayasal nizama ve devlete karşı kıyama yani ayaklanmalara da çağırıyordu. Halkı kıyama çağıran Tayyip hedeflerini de şöyle açıklıyordu, Türkiye Cezayir olur mu diye soruyorlar, biz hazmettire hazmettire getiriyoruz, artık bu film konulmaya başlandı. Şimdi millet sadece aktörleri değil, senaryoyu değiştirmeye talip ve bu senaryonun değiştirme çabalarıdır bu çabalar. Biz onun için geliyoruz. Bu düzenin koruyucusu olamayız, mümkün değil bu hukuku hazırlayanlar bu düzenin kaldırılmasının maşası olacaklardır. CIA işbirlikçisi seyyar vaiz in kaçtığı Amerika dan ekim 2005 te ulusalcı dalga aşılacaktır, şeklinde verdiği demeçle ivme kazanmaya başlayan karşı devrim iftiranameleri süreci Tayyip Erdoğan ın hazmettire hazmettire geliyoruz sözlerindeki gibi, hazmettire hazmettire , taksit taksit yapılan gözaltı ve tutuklamalarla çığ gibi büyüyerek ülkemde bir korku imparatorluğu doğmasına neden oldu. Sindirimi kolay olsun diye taksitlendirme usulü ile yapılan tutuklamalarda Atatürkçü ve yurt sever insanları daha kolay infaza uğratmak için provakörler de devreye sokuluyordu. 26 ekim 2008 tarihli Hürriyet Gazetesinde Soner Yalçın ın yazısında aynı oyunun daha önce aynı senaryo ile aynen bu gün burada olduğu gibi sözde turuncu devrim in finansörü soros un rejisörlüğünde sergilendiğini okuyorduk. Bir numara masallarından oradaki milliyetçilerin arasına monte edilmeye çalışılan provokatörlere ve adil yargılamanın aleniyetin yok edilmesine ve hakların ellerinden alınmasına, iftiranamelere kadar birebir aynı senaryoyla. Emniyetin ve savcılığın rehberi kılavuzu ve iftiracı başısı yine CIA in taşeron örgütü olan Nur tarikatının Amerika da kaçak yaşayan hınikli vaizinin yanında , yöresinde ardında yetişen haham yamağı, mit ve CIA ayakçısı homoseksüel ajan oluyor, karış devrim idianamesi bu homoseksüelin yalanları ile dolduruluyor. Ve adeta temellendiriliyordu. Tayyip in hazmettire hazmettire gelme taktikleri hayatın her safhasında dikkatle bakan gözlerden kaçmıyordu. Ulusal kurtuluş savaşımızın kahramanı yüce Atatürk ün kurduğu cumhuriyet ile elde ettiğimiz kazanımların yüzde seksenini kaybettiğimizin hatta adil ve aleni yargılamanın özgür ortamlardan cezaevine düştüğünün kaç kişi farkında. Daha önce de belirttiğim gibi Tayyip in İstanbul belediyesindeki yolsuzluklarını ortaya çıkaran El tayyip adlı kitabın yazarı Mehmet bölük bu şikayetin ardından 13 haziran 2007 tarihinde Ukrayna da geçirdiği şaibeli bir trafik kazası sonucunda hayatını kaybediyordu. Tayyip e muhalif olanlar ve olma ihtimali olanlar her ne hikmetse ya trafik kazasına, ya cinayete kurban gidiyor, ya da türlü iftiralarla hapislere gönderiliyordu. Tayyip e karşı parti kurma girişiminde bulunan Nakşibendi şeyhi ve Erbakan ın, emre biat etmez isen boynun vurulur, dediği, Esat Coşan da Avustralya da trafik kazası görünümlü bir trafik kazasına kurban gidiyordu. 27 Kasım 2007 tarihli cumhuriyet gazetesi Esat Coşan ın hayatını kaybettiği kazada Tayyip in yakın dostlarından nur tarikatının kazançlı çıkmasını şöyle aktarıyordu, Esat çoşan ın 2001 yılında Avusturalya da ölmesinin ardından gülen cemaati ülkede daha rahat faaliyet gösteriyor, hatırlanacağı gibi Tayyip de bir koşu Avusturalya ya gitmiş, Apo ya sayın, şehitlerimize kelle demişti oralarda, doktor Necip Hablemitoğlu star tv de Tayyip i eleştiriyor, ülke için getireceği felaketleri anlatıyor, ve bu adamı susturun diyordu. Ancak birkaç gün sonra bu değerli bilim adamı, emniyet içinde yuvalanan fethullahçı örgütün organize ettiği alçakça bir cinayetle şehit ediliyordu. Tayyip gerek Kasımpaşa akıncılarda, gerekse MSP gençlik teşkilatında oldukça silik bir isimdi. Peş peşe gelen cinayetler yavaş yavaş önündeki engelleri kaldırmıştı. 1971 yılında atılan bomba Mustafa Bilgin i parçalarken MTTB de Tayyip in önü açılıyordu. Ve o güne kadar MTTP ye giremeyen Tayyip MTTP de cirit atmaya başlıyordu. Ardından Sedat Yenigün ün öldürülmesi, MSP gençlik kollarında kendisini rahatlatıyordu. Akıncı gençliğin önde gelen ismi Metin Yüksel in fatih camii avlusunda kurşunlanması sonucunda hayatını kaybetmesi akıncılar örgütündeki Tayyip in hakimiyetine yol açıyordu. Metin Yüksel cinayetinde rol alan isimlerden bazıları MHP ile yapılan türban ortaklığının altyapısını da oluşturuyor, geçmişten gelen şirket bağı, barut ve barutçu ortaklığı hala devam ediyordu.

AKP nin kuruluşunda büyük bir rol oynayan ve AKP nin kuruluş tarihini müjdeleyen İngiltere nin İstanbul başkonsolosu Roger Short , Tayyip i yakın markaja alıp karşısına İngiliz vatandaşı bakan adayları dikerek bunaltınca CIA destekli yerli El Kaide ciler tarafından bombalanarak öldürülüyordu. Short Tayyip in cumhurbaşkanı olma isteğine de şiddetle karşı çıkıyordu.

Gerçi Tayyip Short un öldürülmesi ile öne geçtiği cumhurbaşkanlığı savaşını ekim 2006 ayı ortalarında zor geçirdiği bir gecenin ve iç kalem misafirliğinin ardından tutulduğu sara krizi ve rehin kaldığı Mercedes de kaybediyordu.

Bu soruşturmada yer alan savcılardan biri olan Zekeriya Öz hakkında 23/03/2008 tarihli Bugün gazetesinin baş sayfasındaki bir habere göz atalım. Derin davanın özel savcısı, Öz bir İsrail gemisine saldırı hazırlığında yakalanan El Kaideci Loi sakka hakkındaki hazırladığı iddianame ile dikkat çekti. HSBC Bank , İstanbul daki İngiliz başkonsolosluğu ve sinagogları bombalayan teröristlerin Suriye ye sakka nın yanına gönderildiğini belgeledi. Öz sakka ya ağırlaştırılmış müebbet hapis talep etti. Yazı böyle bitiyor ama gerçekte yapılan ve Zekeriya Öz tarafından gerçekleştirilen insanları sakka ve diğerleri ile oyalarken İstanbul bombacıları olaydan hemen sonra bağlı bulundukları CIA tarafından Irak a kaçırılmış burada diğer arkadaşları ile ıraklıların ve Türkmenlerin katliamlarında kullanılmış, ıraklı ve Türkmen kadınlara tecavüz ettirilmiş, bebekler bile parçalattırılmıştı. Tayyip ise isa Mesih Bush u korusun şeklinde dua etmiş, ABD’lilere olan duasını muzaffer askerlerin en az kayıpla ülkenize dönmenizi dilerim şeklinde sürdürmüştü. ABD ve ırak yönetimlerinden İstanbul bombacılarının devamlı iadesi istenmiş, katillerin işkenceleri ile ünlü Ebu Gureyg de olduğu gibi baştan savma açıklamalarla ABD ve ırak yetkilileri bu kaçan militanları bize vermemişti. İngiltere nin baskıları sonucunda dış işlerinin ısrarlı taleplerinin ardından bombacıların Musul daki baduş cezaevinden kaçtıkları en sonunda bildirildi ama insanlar bu katilleri Suriye de ararken. Bu arada bakan şimşek in İngiliz vatandaşı olduğunun üflenmesi , yürütmenin savcısı ve sakka şov olayları sonucu gözler başka yönlere çekilerek herkesin dikkatleri katillerden kaçırılmıştı. Bu arada AKP nin bir nevi kurucusu olan Rogert short cinayeti de irdelenmemiş oda örtülmüştü. Ardından uydurulan Ergenekon yalanları ile bir başka senaryo sergilenmeye başlanmıştı. Aydın Menderes RP döneminde parti kurma çalışmalarına başlayarak Tayyip in hayallerine limon sıkmıştı. 1980 öncesinden beri Tayyip in danışmanı olan ve Tayyip tarafından beynimin yarısı şeklinde tanımlanan Mehmet Metin Er hemen Menderes e danışman olmuş, ve Menderes in geçirdiği şüpheli kaza sonucunda felç olmasının ve parti kurma olayının da bitmesinin ardından tekrar Tayyip in yanına dönmüştü.

Üzeyir garih Tayyip e şiddetle karşıydı. Yıllarca Erbakan a asistanlık yapmış, Erbakan ın dahil olduğu hükümetlerde sorunlarını tereyağından kıl çeker gibi halletmişti. Türkeş e ve MHP ye son derece yakındı. Partiye maddi yardımda bulunuyordu. Alparslan Türkeş in ardından Tuğrul Türkeş e de aynı şekilde yakındı, Ergenekon operasyonunda Güler Kömürcü ile Tuğrul Türkeş in telefon görüşmeleri Şamil Tayyar tarafından çarşaf çarşaf yayınlandı. Garih , Türkeş ve Erbakan a ne kadar yakınsa, Tayyip e de o denli uzak duruyordu. Yaşasa idi Tayyip asla milletvekili olamazdı. 04 şubat 2001 tarihinde Tayyip in önündeki en büyük engellerden Esat Coşan ın trafik kazasıyla ortadan kaldırılmasının ardından Yahudiler tarafından yetiştirilen , Yahudilerce ödüle boğulan Tayyip e karşı tek Yahudi Üzeyir Garih mason localarında konferans vermesi gereken bir günde 21 Ağustos 2001 tarihinde öldürülüyordu. Ve ortaya bir küçük Hüseyin senaryosu çıkarılıyordu. Oysa Garih in hayatı incelendiğinde Cumartesi günleri Mason localarında konferans verdiği görülecektir.

Tayyip sadece İBDA-C ye mi yakındı tabiî ki hayır. Babama ve çocuklarıma kefil olmam derken, küresel terörist Yasin El Kadıya kefil oluyordu. Yine bir başka uluslar arası terörist Kutbettin Hikmetyar ın dizleri dibine çökerek fotoğraf çektiriyordu. Almalki , idris Ahmet Nasrettin gerek yakın akrabası olan küniklerin bir kısım gerekse bazı AKP ülke yöneticileri üzerinden yakın olduğu diğer küresel teröristlerden bazıları idi.TVRA nın kurucusu da Hasan Eğin le Sudan da gizli gizli buluşuyordu. Yine sudan da gözlerden uzak görüştüğü bir başka küresel terörist ise ünlü Üsame bin Ladin di. Daha önce de belirttiğim gibi Tayyip in gerçek yüzünü ortaya çıkaran , yolsuzluklarını belgeleyen ona muhalif olan isimler ya kazaya uğruyor, ya öldürülüyor, yada birçok tezgah ve iftiralarla cezaevlerine gönderiliyorlardı. Ülkenin bu duruma gelmesinde en önemli etkenlerden biri de ülkemizin emniyetini sağlayan bazı emniyetçilerin yetiştirilme şeklinde yatmaktadır. Karşı devrim iftiranamelerinde bu denli çok gerçek dışı iftiraların ve ithamların yer alması polis koleji ve akademilerinde verilen eğitimin bir sonucu idi. Bu okullarda ceza muhakemeleri usulü hukukuna giren Ali Şafak ve diğer birçok öğretim üyeleri şeriat düzenini hoş ve meşru gösteriyorlar, Türk hukuk sistemini aşağılıyorlardı. Batılılaşmanın türk hukuk sistemini dejenere ettiği, harf ve kıyafet inkılabının toplumu geriye götürdüğü ve kargaşaya sürüklediği, Farsça ve Arapça nın geçmişte toplumu daha da yücelttiği şeklindeki safsatalar kolej ve akademi öğrencilerine anlatılıyor ve bunların daha üstün olduğu belirtilmeye çalışılıyordu. Atatürk ilke ve inkılaplarının toplumu geriye götürdüğü şeklindeki hezeyanlar yine buralarda verilen derslerin konuları arasında yer alıyordu. Laik eğitimin aksine davranan Ali Şafak, Fethullah Gülen cemaatinin düzenlediği Abant konferanslarının konuşmacıları arasında idi. Polis akademisinin üniversite düzeyine yükselmesi ile 2001 yılında emniyet teşkilatına amir yetiştirmek amacı ile kurulan güvenlik birimleri fakültesi dekanlığına eylül 2008 tarihinde Ali Şafak getiriliyordu. Ali Şafak ın başkanlığında akademide verilen derslerin kaynağı Fethullah Gülen in şu sözlerinde idi, cumhuriyet ile beraber Arapça eğitimine karşı tavır alınması o günün aydınının ve devlet yetkililerinin bir yanılgısıdır. Eğitimde dünden bu güne baskıcı ve dayatmacı zihniyetlerin zorlanması ile kabul edilen tedrisat sistemini değiştirerek inkılapçı ruhlara ihtiyacımız var. Millet şu anda çeşitli dogmalarla zayi ediliyor. CIA işbirlikçisi Fethullah Gülen başına topladığı bir gurup üst düzey emniyetçiye dinler hakkında pardon cinler hakkında uzun uzadıya bilgiler veriyor dahiyane görüşlerini aktarıyordu. Cinler ile konuşmanın sağlanması emniyet teşkilatının da işine yarayabilir. Meydana gelen veya gelişme safhasında olan faaliyetler ve grup olayları anında merkeze bildirilip kontrol altına alınabilir. Kim bilir belki o zaman cinlerden de komiser ve emniyet müdürleri olacaktır. Sanıyorum polis te o zaman benim dosyamda olduğu gibi, birçok hata yapmayacaktır. Bu karşı devrim iftiranamelerini okuyunca nedense insanın aklına rovanş gibi şeyler geliyor, iftiranameler adeta Ankara DGM de Fethullah Gülen aleyhine açılan davanın intikamı gibi. O iddianamede yer alan emniyet içinde fethullahçı yapılanma burada TSK içinde yapılandığı iftirası atılan sözde Ergenekon. Fethullah Gülen iddianamesi içinde yer alan polislerin devam ettiği ışık evleri, burada yerini işçi parçasının karargah evlerine giden teğmenlere bırakmış, ışık evlermi karargah evleri ile yer değiştirmiş, 1400 yıllık şeriat nizamı daha eski olan 6000 yıllık Agarta ile yer değiştirmiş, fakat üç şey ise benzemiyor, bu dosyada sanıklar yüce Türk adaletinden kaçmadılar. Fethullah ın örgütü hakkında dava açılamadı. Ama burada örgüt iftirası atıldı. Bu dosyanın görünürde bir numarası yok, ancak okuryazar olan herkes adeta Mustafa Kemal Atatürk ün kast edildiğini kolayca anlamaktadır. Bu gün nasıl Tayyip Erdoğan,Abdullah Gül, Mehmet Ali Şahin, din tüccarı besleme basın, Fethullahçı matbuat, ikinci cumhuriyetçiler ve PKK lılar dinci ve fethullahçı yapılanmaların eylemlerini, cinayetlerini Atatürkçülere yıkmak için beraberce çırpınıyorlarsa, dün de üstatları necip Fazıl hilafetçi ve şeriatçı Vakit Gazetesi nin yine hilafetçi ve şeriatçı ve hatta tacizci yazarı Hüseyin Üzmez e vurdurduğu, Ahmet Emin Yalman olayını, Yalman ın gazetesi Vatan ın reklam amaçlı diyerek onlara yıkmaya çalışıyorlardı. Hani bu günde cumhuriyet gazetesine kendisine reklam olsun bomba attırdı dedikleri gibi. Abdullah Gül Tayyip Erdoğan , Mehmet Ali Şahin , Bülent Arınç ın üstatlarının iftiraları bu kadar mı idi. Tabiî ki hayır, Necip Fazıl Hüseyin Üzmez e vurdurduğu Ahmet Emin Yalman ı reklam amacı ile kendisi vurdurtuyor, ve şöyle devam ediyordu, son zamanlarda ve bilhassa Büyükdoğu gazetesinin tesiri ile tirajını tamamen kaybetmiş olan vatan gazetesinin bizzat kendisine karşı tertibi. Şimdi öyle demiyorlar mı, kendileri yapıp, işte bunlar bize karşı bir tedbirdir diye. Bu gün de cumhuriyet gazetesini kendisinin bombalattığını hiç utanmadan iddia etmiyorlar mı?. Necip Fazıl iftiralarına şöyle devam ediyordu, yalman ın da haberdar olamayacağı şekilde. Kendinden bir fincan kan alarak mukaddes davayı ve bu davaya tuttuğunun zannedilen Adnan Menderes i çürütmek için masonların ve kozmopolitlerin tertibi. Bu günde dinci gazetelerde aynı tezgah yok mu!. Bu gün insanlara Ergenekon iftirası atanların üstatları vurdukları insan için CHP liler yaptı diyebiliyorlardı, bu günde olduğu gibi. Yalan ve iftira dinci kesimin en önemli özelliklerindendi , Tayyip ve diğerlerinin üstatları necip Fazıl işledikleri suçu kendilerine yardım ettikleri için mağdur olan bir garibana CHP ye ve kumar oynarken kendini basan ve fotoğraflayan muhabir ile gazetesine yüklemekten çekinmiyorlardı. 26 Kasım 2007 tarihli milliyet Gazetesinde Hasan Pulur Hüseyin Üzmez in ağzından tayyip ve diğerlerinin üstatlarının iftiracılığını şöyle belgeliyordu, ben yapmadım deseydim suçu Şerif Dursun a yükleyeceklerdi. Necip Fazıl üstadımızda öyle istiyordu. Bu hödük ün davamıza ne faydası olacak, suçu ona yükle, öyle olursa ben çıkarım diyordu. Serdengeçti ağabeyim de onun tarafını tutuyordu, onlar olaya davamız açısından bakıyorlardı. Davaları öyle kutsaldı ki Hüseyin Üzmez küçük yaştaki çocuğu taciz den tutuklanınca, önce yasa değişikliği yapmaya kalktılar. Ardından bir günde adli tıptan rapor çıkararak Hüseyin Üzmez i tahliye ettirdiler. Tacizci çıkar çıkmaz kendisini Abdullah Gül ün arayıp destek verdiğini ve affedeceğini söyledi. Tayyip ve Fethullahçıların yerli çete oluşumları küresel ve küresel dışı teröristlerle olan ilişkileri bir yerden başlanarak araştırılıp sorgulandığında ülkemizde ne soygun ne vurgun ne yağma ne talan nede faili meçhul cinayetler kalmayacaktır. Çete örgüt ve benzeri oluşumlar ancak var olduğu yerde aranmalıdır. Söyleyeceklerim bu kadardır. Dedi.
Mahkeme Başkanı “ Klasör 39, dizi 22 teki emniyet ifadesinde bulunan birinci ve ikinci cevabı ” okundu. soruldu
Sanık Ergün Poyraz “evet “ dedi.
Mahkeme Başkanı “Klasör 39, dizi 22 deki emniyet ifadesinde bulunan üçüncü cevabı okundu, soruldu.
Sanık Ergün Poyraz ; Zaten efendim ifademde de bahsettim, belgesini size arz ettim, o cd tamamen polisin koyduğu cd dir çünkü benim evimde çıkan 1 nolu cd içinde hiçbir suç unsuruna rastlanmamıştır diye tutanakla bize teslim etmişlerdi. Dedi.
Mahkeme Başkanı “ Klasör 39, dizi 22 deki emniyet ifadesinde bulunan dördüncü cevabı okundu. Soruldu:
Sanık Ergün Poyraz “evet” dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 21 deki emniyet ifadesinde bulunan birinci cevabı okundu, soruldu:
Sanık Ergün Poyraz : evet, zaten MNP DEN FP ye ihanetin belgeleri adlı kitabımda da var onlar. Dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 21 deki emniyet ifadesinde bulunan ikinci cevabı okundu, soruldu.
Sanık Ergün Poyraz “evet efendim “ dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 21 deki emniyet ifadesinde bulunan üçüncü cevabı okundu, soruldu
Sanık Ergün Poyraz : evet , zaten Mehmet Bölük te aynı zamanda o açılan soruşturmanın hemen hemen tamamının müdahili olması sebebiyle onları mahkeme dosyalarından açık belgeler olarak almış. Dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 20 deki emniyet ifadesinde bulunan birinci cevabı okundu, soruldu
Sanık Ergün Poyraz “evet dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 20 deki emniyet ifadesinde bulunan ikinci ve üçüncü cevabı okundu, soruldu
Sanık Ergün Poyraz” evet” dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 19 daki emniyet ifadesinde bulunan cevapları okundu, soruldu
Sanık Ergün Poyraz “evet doğrudur “dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 18 deki emniyet ifadesinde bulunan cevapları okundu, soruldu.
Sanık Ergün Poyraz “evet doğrudur “dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 17 deki emniyet ifadesinde bulunan cevabı okundu, soruldu.
Sanık Ergün Poyraz “ evet efendim “ dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 15 deki emniyet ifadesinde bulunan cevapları cevabı okundu, soruldu.
Sanık Ergün Poyraz “evet efendim, doğrudur “ dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 35 teki savcılık ifadesi okundu.
Sanık Ergün Poyraz :evet , Doğrudur, dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 39, dizi 323 teki savcılık ek ifadesi okundu.

Sanık Ergün Poyraz : İfademde Emine Erdoğan ın Kürşat Tüzmen in evinde kiminle görüştüğü hususunu güvenliğim nedeni ile ben daha sonra mahkemede açıklayacağım dedim ancak güvenlikle ilgili sorunumu olduğu için o konuyu tekrar açıklamak istemiyorum. Savcılık ek ifademin bulunduğu 321. dizin dördüncü paragraftaki ifademde, o notlar da bana ait değildir demiştim. onunda olması lazım orada. Bunların dışında okunan ifadem doğrudur, Dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 390, dizi 53 teki Hakim ifadesi okundu.
Sanık Ergün Poyraz : Evet efendim doğrudur, dedi.
Nüfus kaydı okundu.
Sanık Ergün Poyraz : Okunan nüfus kaydı bana aittir dedi.
Sanık Ergün Poyraz müdafii Av. Mustafa Hüseyin Buzoğlu :
Öncelikle sanık huzurda iken kimlik tespiti aşamasında ilk duruşmada yaptığınızda 20 Ekimden itibaren kendisine ikametinin olup olmadığını sordunuz, sanık da güvenlik nedeni ile ikametinin mevcut bulunmadığını, kendisinin göz altına alındıktan sonra eşyalarını ihtiyacı olan kimselere verdiğini evinde bulunanları ve neticesinde evini kapattığını çünkü kirada oturduğunu bildirmiştir. Biz öncelikle bu konuda bir soru yöneltilmesini istiyoruz, çünkü ev hakikaten de koruma altında bulunduğu ve kiracı olduğu evi kapatmıştır, tebligat adresi olarak kendisi hukuken sabit ikametgah sahibi olmama anlamında kendisi aleyhine değerlendirilebileceğini düşünmeden bu beyanda bulunmuştu, fakat tebligat adresi olarak benim büro adresimi bildirebiliriz, Bayındır 2 sk, 37/11 Kızılay/Ankara adresini, eğer tahliyesine karar verildiği takdirde de en kısa sürede kendisi halen hakkında koruma kararı bulunan bir kimse , ikamet adresini de sayın mahkemeye bildirmeyi taahhüt ediyoruz. huzurda iken eğer bu konuda soracağınız soru olursa, sorabilirsiniz diye düşündüğüm için bu açıklamayı yaptım, dedi.
Mahkeme Başkanı : Kendisi zaten herhangi bir yer bildirmedi bize, durumunu anlattı o zaman ne bildirmiş ise zapta geçirilmiştir.beyanlarınız da zapta geçti. Dedi.
Sanık Ergün Poyraz Müdafii Av. Mustafa Hüseyin Buzoğlu : dünkü yargılamadan sonra 20 Ekim den itibaren gelinen aşamada bir aydan fazla bir süre geçti, sayın heyetinizin hukuki hassasiyetini büyük bir incelikle görüyoruz, fakat geldiğimiz noktada biraz önce siz tek tek emniyetteki sorular, savcılıktaki sorular, 24 nisan 2008 itibariyle savcılıkta sorulan ek sorular, ve hatta sorular değil, açıklamalar ve sorgudaki açıklamalarını tek tek satır satır açıkladınız. Ergün Poyraz ı yakından tanıyanlar ve Ergün Poyraz ın bizzat kendisi bana kendisi hakkında isnat edilen bu suçlamalarla kendisinin nasıl tutuklanabildiğinin bana sormuştu, ben de neticesinde bizzat 24 nisan 2008 tarihinde kendisi burada huzurda bulunmuş olsa idi, ifade edecek olan savcı Zekeriya Öz e de ifade ettiğim gibi, eğer göz altına alınması ertesinde 30 2007 Temmuz 2007 itibariyle kendisine sorulan bu soruları 24 nisan 2008 itibariyle yine savcılıktaki konuşma zaten şöyle başladı. Ben size Temmuz ayında ne sormuştum diye başladı sayın savcı, ben kendisine şunu ifade ettim, biz Ergün Poyraz benim sağımda oturuyordu, ben karşınızda oturuyordum, sayın Kemal Kerinçsiz daha sonra kendisini de gözaltına ve tutukladığınız solumda oturuyordu, katibiniz şurda oturuyordu, ve siz bize bir şey sormadınız sayın savcı diye ifade ettim. Çünkü hakikaten de 30 Temmuz 2007 itibariyle savcı Zekeriya Öz Ergün Poyraz a bir şey sormadı , anlatın Ergün Poyraz dedi. Ve ertesinde Kemal Kerinçsiz le benle sohbet ettiler. Ergün Poyraz bu açıklamanın hiçbirin savcı Zekeriye Öz ün soruları üzerine açıklama yapmadı. Kendisine emniyetteki sorular ertesinde savunma amacıyla kendisinin açıklamalarını yaptı, vekilleri sıfatı ile müdafileri sıfatı ile biz bu açıklamaları yaptık, sayın savcı aynen şu ifadeyi kullandı, tanığı sayın Kemal Kerinçsiz dir. Ben Muzaffer Tekin i tutuklama istemli gönderdim, size de geçmiş olsun, ben bu nedenle sizi de tutuklama istemli gönderiyorum,dedi. 24 Nisan 2008 tarihinde 1 nisan da Dilipak ın makalesinde Gül bunun hesabını sormayacak mı, detaylı açıklamasını almayacak mı ? makalesi çıktıktan sonra ben özel nedenlerle yurt dışına çıkmıştım. Kandıra Cezaevi yönetiminden avukatının yurda ne zaman döneceğinin tespitini isteyen yazı da dahil olmak üzere savcılıktan bir yazı yazıldı, 12 nisan itibariyle Ergün Poyraz ın ek ifadesinın alınmasına ihtiyaç duyuldu. Bu 12 nisanla 1 Nisan müvekkilim tarafından yapılan açıklamamda adeta 1 Nisanda Abdurrahman Dilipak makalesini yazmış, 24 Nisanda da ifadesi alınmış, Dilipak ın makalesi ile Gül ün talebi ve savcılılığın ifadesi arasında belki bağlantı kurulamaz diye bu açıklamayı yapıyorum ancak çok önemli 24 Nisan da bize sayın savcı tarafından söylenen söz, Temmuz ayında ben size ne sormuştum olmuştur. Bu güne kadar sizin huzurunuzda da şu ana kadar Ergün Poyraz a sayın mahkemede dahil örgüt bağlantısı ile ilgili bir tane soru sorulmamıştır. Emniyette sorulan sorular örgüt bağlantısı ile ilgili değildir. 24 nisan aradan dokuz ay geçtikten sonra savcı Zekeriya Öz tarafından yine bir soru tevcih edilmemiştir. Sorular huzurda tek tek sizler satır satır ifade ettiğiniz için ben tekrarlama ihtiyacı duymuyorum, sizin satır satır ifadeniz de bu anlamda olumlu oldu. Sayın mahkeme de bu gün itibariyle 20 Ekimde temmuz ayında sayın mahkemeye iddianame tevcih edildi. İddianame tarafınızdan kabul edildi. Kabul edilebilir bir iddianame olup olmadığı konusunda hukukçuların Türkiye de ciddi tartışmalarda bulunduğu bir iddianameyi sayın heyetiniz kabul etti.
20 Ekim tarihindeki duruşmadan itibaren sadece Ergün Poyraz için değil buradaki bütün sanıkların beklentisi derhal sayın mahkemenizin bu siyasi soruşturmaya son vermesi, ve bütün sanıkları salırvermesi idi. Ancak sayın heyetiniz bir takım gerekçelerle, bunları gerekçeleri huzurunuzda açıkça ifade edeceğim, 20 Ekimden itibaren maalesef halen tutuklu yargılamayı devam ettiriyorsunuz, tutuklu yargılama süreci içinde Ergün Poyraz dahil bu güne kadar ifadeleri alınan tüm sanıklara maalesef örgüt bağlantısı, örgüt diye somut hiçbir soru sorulmamaktadır. Buna rağmen tutuklu yargılama devam etmektedir. Bu açıklamayı niye yapıyorum, dün akşam itibariyle huzurunuzda uzun bütün detayları ile çünkü 27 Temmuz 2007 tarihinden beri süreci çok yakından takip eden bir hukukçu olarak gerek siyasi, gerek her bir satırında bu soruşturma ile ilgili çıkan makaleler dahil, takip etme olanağına sahip oldum. Bu güne kadar Ergün Poyraz ile ilgili bana sorulan herkese verdiğim soru şu oldu. Evet biraz önce Ergün Poyraz ın ifade ettiği, bizzat sayın savcı Zekeriya Öz e de ifade ettiğim gibi, savcılar tek başına bu soruşturmayı yürütmeleri mümkün değil, o soruşturmayı neticesinde emniyet ile birlikte yürütüyorlar, emniyetin nasıl bir yapılanma içerisinde olduğu konusunda tek tek belgeleri ile sunmak mümkün, bizzat biraz sonra size açıklığa kavuşturacağım üzere , bu soruşturmayı servis edilen Şamil Tayyar bile neticesinde bu soruşturmada MİT değil, Emniyet istihbarat Daire başkanlığının savcılara çok ciddi katkıları olduğunu bildirdi. Emniyet istihbarat daire başkanının başında kim olduğu konusunda çok somut bizzat o sicil belgesi neden alındı diye savcının sormuş olduğu, emniyettekileri sormuş oldukları belge benim bir müvekkilim aleyhinde açılan Ramazan Akyürek in açmış olduğu tazminat davasında gönderilen sicil belgesi. Ne yazıyor o sicil belgesinde emniyet içindeki irticai yapılanmada Fethullahçılara yakındır diyor. Bunu söyleyen bunu yazan İstanbul Valisi, fakat İstanbul valisi irticai örgütlere yakındır derken, İstanbul Emniyet Müdürü bu istihbarat daire Başkanlığı görevini yapan Ramazan Akyürek ile ilgili kendisinin bütün sicil notlarını 100 olarak bildirmişti. Bu günün Ankara valisi ise irticai yapılanma içerisinde Fethullahçı olduğu bildirilen Ramazan Akyürek ile ilgili sicil notlarını tekrar yukarıya çıkarmıştır. Ve kendisi halen taltif edilerek görevdedir, neden bu açıklamaları yapıyorum, çünkü soruşturmanın Fethullahçı irticai örgütlenme tarafından yürütüldüğünü açık açık ben zaten 24 Nisanda savcı Zekeriya Öz e söyledim, ifade ettiğim cümle yi burada yine tekrarlamakta hiçbir beis görmüyorum. Sayın savcı dedim, siz emniyet içindeki Fethullahçı örgütlenmenin tezgahına geliyorsunuz. Siz, tek başınıza bu soruşturmayı yürütemiyorsanız o zaman bu fethullahçı örgütlenmenin tezgahında siz maalesef gelinin aşamada, siyasi bir soruşturmamda kendi mesleki kariyerinizi tehlikeye atarak bu tezgahı devam ettiriyorsunuz diye ifade ettim, keşke burada olmuş olsa idi. En ufak bir yanıt vermedi. Fakat üzücü olan durum şu, 20 Ekim itibariyle yargılamaya başladık, 20 Ekimden sonra sayın mahkemeniz hiç kimseyi tahliye etmedi, bir kişiyi tahliye etti , tahliye ettiği kimse zaten savcı Zekeriya Öz ün tahliyesini istediği ilgili mahkemenin de sen tahliye et dediği, ben tahliye etmiyorum dediği siz sanığın tahliye ettiniz. Maalesef geldiğimiz aşama soruşturmanın siyasi olduğu konusunda burada söz alan tüm meslektaşlarım ve tüm sanıklar, bütün konuşmalarımıza şöyle başlıyoruz , siyasi bir soruşturma ile sanıklar huzurunuza gelmişlerdir. Fakat bu gün geldiğimiz nokta 20 Ekimden itibaren sayın mahkemenizin böyle bir siyasi soruşturmada bizzat Şamil Tayyar ın ifadesi ile Fethullahçı olduğu resmi sicil belgesinde yazan emniyet İstihbarat daire başkanlığının yürüttüğü bir soruşturmada geldiğimiz nokta sayın mahkemenin yapmış olduğu kovuşturmaya da siyasi şüphe doğmuştur. Bütün sanıkların tahliyesine derhal karar verilmemiş olması, 20 Ekimden itibaren tutukluluklara devam edilmiş olması, bizzat kamuoyunda ve benim şahsımda yüzünüze karşı ifade etmekte hiç çekinmiyorum, kovuşturmanın da siyasi bir gölgeye büründüğünde ciddi şüpheleri bende oluşturmuştur. Buna karşılık ben bir hukukçu olarak değerlendirdiğimde neden sayın mahkeme 20 Ekimden sonra tutuklulukların kaldırılmaması konusunda neden ısrarcı olunuyor diye düşündüğümde birkaç gerekçe görüyorum, bunlardan bir tanesi şu anda bu dosyada amaç suçların dışında araç suçların asıllarını teşkil eden Danıştay saldırısı ve cumhuriyet gazetesine bombalar atılması ile ilgili olarak asıl araç suçlar bunlar fakat Ankara 11. ağır Ceza mahkemesinin savcı Zekeriya Öz, ün bildirmiş olduğu 550 sayfalık hiçbir ilgisi olmadığı halde her iki dosyayı birleştirebilmek amacı ile elinin tersi ile itmiş olduğu yargılama bitip karar verildiği aşamaya kadar, 13 Şubat 2008 tarihinde Şamil Tayyar ın taraf gazetesinde Neşe Tüzel’e vermiş olduğu röportajda bekleyin, bu gün Ergenekoncular için çok önemli bir gün, çok önemli açıklamalar olacak demesine rağmen biraz önce ifade ettiği gibi müvekkilimin, Erbakan ın avukatlığını yapan bir avukatının kendi müvekkilini kurtarabilmek adına bana göre avukatlık etiğine de aykırı olarak başka bir sanık ile irtibat kurup Osman Yıldırım ın ifadesini, daha sonra alınan ifadesine dayalı olarak bu iki araç suç bu dosyaya monte edilmiştir. Sayın mahkemeniz, evet Yargıtay daki Danıştay dosyasının yargılamasını bekliyor olabilir, bu bir hukuki gerekçe olabilir, ikinci gerekçeniz. Bütün sanıkların ifadesini aldıktan sonra sanıkların tutukluluğun devamını değerlendirecek olabilirsiniz. Ama o zaman Mahmut Öztürk ü tahliye etmeniz, bu öngörüyü çökertiyor, bir gerekçe oluyor o zaman, Danıştay dosyası ile ilgili sayın mahkemenizde de her ne kadar iddianame kabul edilmiş olmakla beraber Yargıtay sonucunu bekliyor olabilirsiniz, fakat benim bir hukukçu bir avukat olarak 27 Temmuz 2007 tarihinden itibaren bu dosyayı çok ciddi bir şekilde yakından takip eden Ergün Poyraz ın vekili olarak ben böyle bir hukuki gerekçeyi kabul edemiyorum. O yüzden sizin huzurunuzda dün itibariyle sabahtan düşüncem çok kısa bir şekilde bir açıklama yapmak olmak düşüncesi olurken , dün akşam itibariyle geldiğim aşama maalesef sayın mahkeme kamuoyu nezdindeki diğer meslektaşlarımın şahsi düşüncelerini bilemiyorum, şahsım nezdindeki kovuşturma üzerindeki siyasi gölge olmamasını düşünüyor ise, benim düşüncem bu gün derhal belki akşam yargılamanı bitmesini beklemeden, tüm sanıkların tahliyesine karar vermek zorunda olduğunuz düşünüyorum, aksi halde bizzat sayın savcı Zekeriya Öz e yüzüne karşı ifade ettiğim gibi geldiğimiz noktada bizler siyasi bir soruşturma, emniyet İstihbarat daire Başkanının yürütmüş olduğu fethullahçı örgütlenmenin, bizzat müvekkilimin az önce ifade ettiği gibi , fethullah dosyasında ne varsa bu gün itibariyle ulusalcılara aynı şerikleri yıktıkları bir soruşturmanın sonucunda kovuşturma aşamasına geldik. Diğer bir gerekçeniz de şu olabilir. Dünya adli yargı tarihinde olmayacak bir süreçle karşı karşıyayız, nedir bu , soruşturması devam ediyor, kovuşturmasını yapıyoruz burada sayın mahkemeniz içinde ciddi tereddütleri ciddi hukuki sıkıntıların olduğunu görüyorum. Ama soruşturmayı yürüten sayın savcılar huzurunuzda 1 temmuzda aldıkları kişiler ile ilgili maalesef temmuz un ortası itibariyle iddianameyi birlikte hazırlayabilirlerdi. Bizim CMK na göre sayın mahkeme nezdinde de araştırılması gereken hususular var ise, iddia makamı kovuşturma ile birlikte bunu devam ettirebilirdi, hayır bilerek soruşturmanın ucu açık bırakılmıştır. Nitekim 1 temmuz itibariyle çok değerli TSK mensupları alınırken yeni bir aşamaya geçilirken yeni bir dalga öngörüsü yaratılırken Türkiye Cumhuriyeti devletinde bizzat bürokrasisi yargı mensupları ve halkı üzerinde burada sizin de benim telefonumun dinlenmediği ne malum denecek bir korku tünelinden geçirilecek soruşturmanın ucu açık bırakılmış, herkes üzerinde bir korku imparatorluğu oluşturulmuştur. Nitekim iddianamede halen soruşturmanın devam ettiği bir kısım şüphelilerle ilgili incelemenin devam ettiği bildirilmiş ve iddianamenin hazırlanmasından önce bir kısım şüpheliler alınmış, iddianame huzurunuza sunulmuş, 442 klasörlük iddianamenin ne derece incelenebileceği bilinmemekle beraber, sayın mahkeme tarafından bu iddianame kabul görmüş ve iddianamenin içerisindeki satıra uygun bir biçimde 23 Eylül itibariyle yeni bir dalga daha yaratılmış, yeni şüpheliler alınmıştır. Bu gün matematiğin iki kere ikinin dört ettiği kadar, hepimiz biliyoruz ki bizzat yargı mensuplarının en üst düzeyde ilgilendiğinin artık basında yer aldığı bu soruşturma ile ilgili olarak yeni dalgalar gelecektir, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinde ulusalcı olduğu bilinen yeni insanlar savcılığın talimatı üzerine fakat kendilerinin insiyatifinde dahi olmadan biraz önce sicilini size ifade etmiş olduğum emniyet İstihbarat Daire Başkanlığının da arkasındaki odaklarca yeni dalgalar getirilecektir huzurunuza. Tüm bu biraz sonra yapacağım uzun açıklamaların tek bir gerekçesi vardır, Atatürk ün Bursa nutkunda ifade ettiği gibi, suçluyu ben bizde olduğunu düşünüyorum, 27 Temmuz itibariyle bu soruşturma çok fazla kimse tarafından bilinmiyordu, 27 Temmuz itibariyle Ergün Poyraz alındıktan sonra biraz kamusallaştı. Fakat 22 Ocak itibariyle kamuoyunda ciddi bir şekilde takip edilmeye başlandı. Suçlusunu kendimizde görüyorum, neden, sizin huzurunuzdaki bu siyasi soruşturmayı biz avukatlar olarak avukatı olarak ciddi bir şekilde anlatamadık. Ve yeni dalgaların gelmesine sebebiyet verdik. Fakat yüce Atatürk Bursa nutkunda ne diyor; polisler alabilir, anlatacaksınız, savcıyı ikna edemeyebilirsiniz, mahkemeyi ikna edemeyebilirsiniz, biz şu anda o çizgiye gelmiş durumdayız. Biz 20 Ekimden itibaren maalesef buradaki meslektaşlarım biz sizlere hukuki sınırlarımız içinde bir şeyleri anlatmaya çalışıyoruz. Fakat görüyorum ki bir aydan fazla geçen süre içerisinde biz sizi ikna edemedik. İkna edemediğimiz takdirde biz artık yüce Atatürk ün ifade ettiği, artık ben Yargıtay ı mı ikna etmek noktasına geliyoruz u görüyorum, fakat sayın heyetiniz çok ciddi bir sorumluluk ile karşı karşıya, biraz sonra yapacağım açıklamaları eğer dikkate almayacaksınız, bundan sonraki yargılama sürecini tutuklulukla devam ettirirseniz, o zaman siz yeni gelen dalgaların maalesef bir müsebbibi de sayın heyetiniz olacaktır. Hukuki hassasiyetiniz onların yürütmüş oldukları siyasi soruşturmanın önünde değildir. Onlar bu soruşturmayı siyasi Saiklerle siyasi gayelerle yürütmektedir. Biraz sonraki tüm açıklamaların bütününü gördüğünüzde bu Ramazan Akyürek in istihbarat Daire Başkanlığının bu Ramazan Akyürek in şahsı ile ilgili bir işlem değildir. İstihbarat Daire Başkanlığını aşan bir soruşturmadır burada bulunan iki tane sayın savcı veya savcı Zekeriye Öz ü de aşacak bir soruşturmadır. Bu ciddi anlamda Türkiye nin jeopolitik konumu, Anadolu daki uzun dönemli öngörülen kanlı senaryoların bir parçası olarak geliştirilen o korku tüneli ve korku imparatorluğunun bir sonucudur. Eğer sayın mahkemeniz, yineliyorum tüm bu açıklamalarımıza rağmen eğer tutuklu yargılamayı devam ettirdiği takdirde maalesef bu odakların arkasındaki soruşturmayı asıl yönlendirenlere pirim vermiş noktasına geleceğiz. Ve yüce Atatürk ün ifade ettiği gibi, mahkemeyi biz ikna edememiş noktaya geleceğiz. Ben sayın mahkemenizin 27 Kasım da yapılacağı ifade edilen Danıştay saldırısı dosyası ile ilgili böyle bir hukuki bekletici mesele olmasını kabul edemiyorum. CMK göre tutukluluk istisnai dir. Tutuksuz yargılama asıldır. Şu anda Ergün Poyraz ile ilgili ve bu güne kadar ifadesi alınan hiçbir sanık ile ilgili savcılık iddia makamının aradan geçen on sekiz aylık sürece rağmen örgüt ile ilgili somut olarak sordukları hiçbir soru yoktur. Bizzat yine savcı Zekeriya öz e ifade ettiğim cümle ile size aynısını tekrarlamak istiyorum. Sayın Heyetiniz, usulümüzde böyle bir şey mümkün değil, sayın heyetinizin bu kanunun hazırlayan hukukçulardan çok daha tecrübeli olacağını, çünkü pratiğini bildiğini çok emin, bu güne kadar göstermiş olduğunuz hassasiyet tutukluluk dışında takdire şayandır. Fakat ben kendisine de ifade ettim, Ergün Poyraz ile ilgili 30 Temmuz itibariyle Emniyette alınan ifadesini gönderelim , her bu kanunu CMK ve TCK hazırlayan Ankara daki profesörlere gönderelim, eğer bu iddialara istinaden bir kimsenin gözaltına alınması , bir kimse hakkında 30 Temmuz itibariyle sorgu ve savcılık ifadesini de birlikte gönderelim ve ekledim kendisine, 24 Nisan 2008 tarihli bu gün almış olduğunuz ifadeyi de gönderilim. Bu ifadelere istinaden Ergün Poyraz ile ilgili klasörlere istinaden, eğer oradaki TCK nın, evet kanun koyucu sonuçta bizim bu kanunu çıkartıyor, kanun koyucunun en ideali öngördüğünü düşünüyoruz, komisyon tartışmalarının kimlerin arasında nasıl geçtiğini bilmekle beraber neticesinde TCK, hepimizin tabi olduğu pozitif kuralları düzenleyen TCK ve CMK komisyonlar ve yasa koyucu önüne getiren ordaki hocalarımızın önüne getirelim eğer dedim, bu ifadeler rağmen evet ordaki TCK yı hazırlayan profesörler Ergün Poyraz tabiî ki göz altına alınabilirdi, bu verilerle. Tabi ki bu ifadesinden sonra sordu hakim onun hakkında tutukluluğa karar verilebilirdi. Tabi ki 24 Nisan 2008 tarihine kadar aradan geçen dokuz ay süresince her otuz günde bir vesaire denilen kararlarla tutukluluğuna karar verilebilir dedeniz ise ben bu cübbemi çıkartıyorum sayın savcım, ama eğer bu ifadelerle bu verilerle kendisi hakkında gözaltı talebi olamaz, tutukluluğuna karar verilemez ve tutukluluğun devamına karar verilemez denir ise, sizden ve o kararların altındaki imzası olan kişilerden cübbeleri konusunda aynı hassasiyeti bekliyorum dedim. Sayın heyetinizden böyle bir iddiada böyle bir ileri sürmede bulunmak istemiyorum. Fakat bu güne kadar bu iddianame ile ilgili ekleri ile ilgili hepsi internete çarşaf çarşaf yayınlandı. Sayın heyetinizden vicdanın şunu bekliyorum, açın gazeteleri bir tane Türkiye nin saygın hukukçusu çıksın desin ki bu iddianame hukukidir, bu iddianame nin eklerinde hakikaten buradaki yargılanan insanların bu suçu işledikleri konusunda şu kanıtlar mevcuttur diye bir tane saygın hukukçunun bir tane profesörün bir tane değerlendirmesi yoktur. Fakat geldiğimiz nokta nedir sayın heyet sizler tutuklu yargılamayı devam ettirerek şöyle bir kanaati edindirdiniz herkeste, savcılık neticesinde emniyetin yönlendirmesiyle siyasi bir soruşturma yürütebilir. Fakat üç kişilik heyet, üç kişilik mahkeme heyeti de mi siyasi soruşturmanın yönlendirmesine tabi kılındı ki bir aydan fazla süredir bu sanıkların yargılaması tutuklu bir şekilde yürütülüyor. Sizin tutukluluğun devamı konusundaki kararınız biraz önce ifade ettiği yeni dalgaların ötesinde maalesef bu soruşturmanın hukuki olmadığı konusunda yapılan açıklamalarında içini boşaltmıştır. Biraz sonra yapacağım açıklamaları bu çerçevede değerlendirmenizi ve tutuklu yargılamaya sadece Ergün Poyraz için değil tüm sanıklar için derhal son verilmesi gerektiği düşüncemi ifade ediyorum. Dün bir gazetede bir fotoğraf gördüm, bu uzun savunma yapmamda bu da etken oldu. Şu fotoğraftaki Kuddusi Okkır ın bakışı, bir an için herkesin gözlerini kapatıp, şu Kuddusi Okkır ın bakışlarına çevirmesini istiyorum. Kuddusi Okkır ölüme tahliye edildi. Mezara tahliye edildi, fakat sizin tutuklu yargılamaya devam ettirmenizin Kuddusi Okkır ın bu şekilde mezara tahliyesi ile arasında bir fark yok sayın heyet. Şu fotoğraftaki şu gözlere bir bakın lütfen, bu Kuddusi Okkır ın tahliyesi talebini reddeden hakimler reddini talep eden iddia makamı, şu bakışlara hiç baktı mı acaba, fakat bu gün gelinen noktada huzurunuzdaki tüm sanıkların Kuddusi Okkır dan bir farkı kalmamıştır. Diğer bir husus huzurunuzda olduğum için rahatlıkla ifade etmek istiyorum, sizin huzurunuzun dışında gıyabınızda böyle bir ifadede bulunmak istemiyorum bir hukukçu olarak, fakat geldiğimiz nokta şu bakın savcılar hakkında meslektaşlarım ve bizzat sanıklar ciddi iddialarla Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna müracaatta bulunduk. Ben ocak 2008 de bulundum savcı Zekeriya Öz hakkında , şubat 2008 de de ek dilekçe verdim. Aradan aylar geçtikten sonra bizim hala bilmediğimiz açtığım dava dosyasına idare yanıt sunmadığın için net bir bilgi olmamakla beraber basında yer alan haberlere göre tüm iddialar birleştirildi. Yaklaşık on onbeş günlük bir süreç içerisinde bir müfettiş atandı, müfettiş savcı hakkında kovuşturmaya yer olmadığı yönünde, herhangi bir suç işlenmediği yönünde görüşünü bildirdi ve soruşturma izni verilmedi. Yargılama bunun sonucunu gösterecek, fakat biraz sonra anlatacağım basına servis edilen yazarlardan birisini teşkil eden Zihni Çakır ile ilgili karar veren şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi hakkında hemen ceza işleri genel müdürlüğü bir soruşturma başlattı. Sayın heyetinizin böyle bir endişesi olacağını hiç düşünmüyorum. Sayın heyetinizin Zihni Çakır hakkında karar veren Hakim hakkındaki bu soruşturmayı görerek veya öngörerek tüm soruşturmaya vakıf olan bir heyet olarak bakanlığın hakkınızda sanıkları biz tahliye eder isek, acaba tutukluluklarına son vermemiz heyetimiz hakkında ceza işleri genel müdürlüğünün bir soruşturmasına tabi kılınır mı yız ? endişesini düşüneceğinize ihtimal dahi vermek istemiyorum. Fakat bu gün itibariyle…
Mahkeme Başkanı : Sayın Avukat bey bu beyanınızı zül kabul eder bu mahkeme.dedi.
Sanık Ergün Poyraz Müdafii Av. Mustafa Hüseyin Buzoğlu : Sayın Hakimim ben bunu huzurunuzda ifade etmeye bilirim, çıkarım meslektaşlarımla konuşurum, bir avukatın bir müvekkiline yapabileceği en basit bir işlemdir. Döner der ki, bu siyasi bir soruşturma…
Mahkeme Başkanı :Açıkladığınız için herhangi bir beyanınız yok, çok doğal en doğal hakkınız , gayette tabi ancak bu mahkemede o düşüncenizi doğrulayabilecek hiçbir şey göremeyeceksiniz. Dedi.
Sanık Ergün Poyraz Müdafii Av. Mustafa Hüseyin Buzoğlu : Ama tutuklulukların devamı kararı maalesef bu sonucu getiriyor. neden getiriyor bakın, Türkiye çok ciddi bir safha dan geçiyor , bu geçtiği dönem içinde hiç olmadığı kadar bürokrasi ve maalesef yargıda siyasallaşmış durumda. Yargının siyasallaştığı konusunda bakın karşınızda somut bir örnek var bu kararın veren kimse hakkındaki hakim hakkında ceza işleri genel müdürlüğü bir günde soruşturma başlattı, böyle bir şey mümkün mü? Böyle bir endişeyi taşımak istemiyorum. Burada önemle üzerinde durmak istediğim diğer bir konu ise, sizin huzurunuza gelen bütün meslektaşlarım ve sanıklar biraz öncede ifade ettiğim gibi, siyasi bir soruşturma ile karşı karşıyayız dedik. Siyasi bir soruşturma olduğu için bu soruşturma ile bağlantılı siyasi boyutu sizin huzurunuzda tüm detayı ile ortaya koymadığımız sürece konuşmama başladığımda ifade ettiğim gibi biz o zaman sayın mahkemenizi yeterince aydınlatamadığımız düşüncesindeyim, neden böyle bir siyasi soruşturma var, bu davanın bütün meslektaşlarım iki konuyu ifade ettiler ben bir eksiklik olduğunu düşündüğüm için ekleme yapacağım, bu dosyanın savcısı, dün bir meslektaşım çok güzel ifade etti, istifa ederdim dedi iddia makamı için, benim yanımda benden habersiz bir avukat Ergün Poyraz ın avukatlığını üstlensin huzurunuzdan çekilirim, ama sayın iddia makamında oturan savcılar, baktım hiçbir tepki göstermediler. Başbakan ben bu dosyanın savcısıyım dedi, çekilmediler. Başbakanın Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığını üstlenmesinin bütün meslektaşlarım ifade ettiği için önemli değil, fakat çok önemli olan bir konu var, Başbakan, Anayasa Mahkemesinin Türk Yargısının en üst mercii Anayasa Mahkemesinin laikliğe aykırı fillerin odağı olduğu, AKP nin kapatılmasına karar vermemekle beraber cezalandırılmasına karar verilen kararın gerekçesini teşkil etmektedir. Yani TCK nın, Anayasa nın, cebir ve şiddet sonradan eklenmekle birlikte anayasanın değiştirilmesi için faaliyet gösteren bir şahsın savcılığını üstlendiği bir soruşturma ile karşı karşıyayız. Bu soruşturmanın savcısı TCK nın son değişiklik olmamış olsa idi, bireysel olarak huzurunuzda yargılanması gereken bir kişi Başbakan ın savcılığını üstlendiği bir soruşturmanın oluştuğu bir iddianame ile biz huzurunuzdayız. Sizin tutukluluğun devamına karar vermemeniz Anayasaya aykırı, laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğu partinin ceza almasına, fiilleri ile sebebiyet veren savcının ve neticesinde onun bağlı olduğu örgütlemenin yürüttüğü birimlerin hazırlamış olduğu iddianamenin hukuki olduğu sonucunu doğurmaktadır. sayın heyetinizin lütfen tutukluluk konusunda tekrar bir değerlendirme yapmasını istiyorum. Tüm bu soruşturmanı geldiğimiz özetini şu şekilde görüyorum ben, bu soruşturmanın sonucunda iddia makamının kendi vicdani kanaatiyle oturduğunda bu soruşturmadan bir ceza çıkmayacağına emin olduğunu düşünüyorum. Sorulan sorular da bunu gösteriyor, fakat amaç nedir, amaç maksadın hasıl olmasıdır. Maksat nedir, maksat, Türkiye de ulusalcı düşünenler ulusalcılığı bir simgesel olarak ön plana çıkan insanlar bir mahkeme huzurunda yargılanmasının sağlanmasıdır. Kısa vadeli amaçlarında huzurunuzdaki sanıklar ile erişmişlerdir. Uzun vadeli amaçları ise benim sözüm değil, nitelendirme sayın Hikmet Çetinkaya ya ait, Türk toplumunun korku tünelinden geçirilmesini sağlamaktır. Türk toplumu bu yargılama ile birlikte korku tünelinden geçirilmektedir. Siz benim dinlenip dinlenmediğim ne malum demektesiniz, Yargıtay savcısı dinlenmektedir, Anayasa Mahkemesinin Başkanvekilinin eşi bu soruşturma bağlantılı dinlenmekte, dinlendiği ortaya çıkınca bizzat Ankara daki emniyet vasıtası ile bu nasıl örtbas edilebilirim diye operasyonlar gerçekleştirilmektedir. Sizin tutukluluğun devamına karar vermeniz, aslında soruşturmanın devamı aşamasındaki her otuz günde bir pratikte bunun nasıl gerçekleştirildiğini huzurunuzda ifade etmek dahi istemiyorum. Çünkü 442 klasörü bu kadar uzun bir soruşturmayı bizim sunmuş olduğumuz tutukluluğun kaldırılması dilekçelerine, vesaire nedenlerle yazan heyetlerin vermiş olduğu tutukluluğun devamı kararlarını maalesef heyetiniz her akşam, biraz sonra size bir soru yönelteceğim orada olduğu gibi, daha önceki celselerde verilen kararlardaki gerekçelerle tutukluluğun devamına karar vererek siz aslında her gün her akşam o tutukluluğun devamına karar veren heyetler gibi, tutukluluğun devamını isteyen savcılar gibi maalesef bu siyasi soruşturma ve bir ucu açık kalan kovuşturma ile siz Türk toplumu üzerindeki korku tünelinin ucunun açık bırakılmasını devam ettiriyorsunuz. Buna son verecek olan sayın heyetinizdir. Sayın heyetinize ciddi bir sorumluluk düşmektedir. Bu korku tüneli Türk toplumu üzerindeki bu olumsuzlukların ortadan kaldırılabilecek en kısa adımı bu gün itibari ile hiçbir gecikmeye sebebiyet vermeden tüm sanıkların derhal serbest bırakılmalarıdır. Bu siyasi soruşturmadaki geldiğimizi olumsuzluk daha henüz iddianame ile birlikte görüyoruz bunu nedir bu iddianame, iddianame 2455 sayfa 442 klasör, bir meslektaşım bunu söyledi on tane daha savcılık klasör kaleme tevdii etti diye, ben kontrol etmedim. 1 Temmuzda ki tutuklananlar, onlarla ilgili herhalde yüzlerce klasör daha huzurunuza gelecek, 23 Eylül deki tutuklananlar ile ilgili yüzlerce klasör daha gelecek, eminim ki arkasından gelecek yeni tutuklamalarla siz nasıl baş edeceksiniz bilmiyorum, fakat sizin tutuklulukların devamına kararınız o gelecek soruşturma ve soruşturmanın ucunun açık bırakılmasının devamını sağlamaktadır. Ülkemizde binlerce insanın öldürülmesine sebebiyet vermekten yargılanan Abdullah Öcalan ın iddianamesi 139 sayfa idi sayın başkanım, yani Ergenekon diye ne olduğunu biraz sonra size özetlemeye çalışacağım örgütün sahte kimin tarafından nasıl kurulduğu konusunda savcılığın dahi öngörüsü olmayan bir örgüt ile ilgili siz ülkemizdeki 1930 lardan 1960 lardan itibaren aklınızda ne varsa hepsini bu iddianamenin içine koyuyorsunuz, 2455 sayfalık bir dedikodular manzumesi ortaya koyuyorsunuz, müvekkilimin ifadesi ile karşı devrim iftiranamesini ortaya koyuyorsunuz. Peki bunu hazırlayan savcılar görevlerini yapmadılar mı?139 sayfa neden sayın Hüsamettin Cindoruk un yaklaşık bir ay önce çıkan bir açıklaması vardı, yargılamada en önemli konu yargılamanın rahatlatılmasıdır dedi. 139 sayfalık iddianame yerine, siz 2455 sayfanın hakikaten savcıların görevlerini yapmak için huzurunuzdaki heyete 442 klasörü özetlemek için aktarıldığını mı düşünüyorsunuz.? Hayır yargılamayı kilitlemek için, soruşturmanın ucunu açık bırakabilmek için toplum üzerindeki bu korku tünelinin devamını sağlayabilmek için bilinçli olarak yapmışlardır bunu. Gelinen aşamada sayın heyetinizin tutukluluğun devamına karar vermesi ve bu bilinçli öngörünün devam ettirildiğini görmekteyiz. Önümüzdeki süreçte gelecek biraz önceki ifade ettiğim, binlerce klasör bu sürecin devamını sağlayacaktır, iddianamenin bütününe baktığımızda bu iddianame ye neden gerek duyulduğu, neden böyle bir Ergenekon örgütlenmesinin nerden çıktığını, 46-47. sayfalarda görüyoruz, biraz önceki sunuştaki açıklamalarım çok uzun olduğu için 46-47. sayfayı sayın heyetinizin lütfen açmasını istiyorum, orada savcılık şunu iddia ediyor eğer diyor, Nato tarafından kurdurulmuş olan bu örgütlenme bir takım odakların ve çevrelerin şahsi çıkarları için devam ettirilmiş olsa idi hiçbir problem yoktu. fakat önemli olan konu şu savcılığın o makamda oturma gerekçesini teşkil eden ister Nato tarafından ister başka birisi tarafından eğer bir örgütlenme yasa dışı olarak oluşturulmuş ise onun hepsinin karşısına savcılık durmak zorunda. fakat burada benim için önemli olan konu şu biraz önce ifade ettiğim gibi bu soruşturma savcılık tarafından yürütülmemektedir. Bu soruşturmanın arkasındaki biraz önceki ifade ettiğim, gazetecinin açığa çıkarttığı Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı da değildir, çok ciddi bu konuda iddialar vardır, Ankara da ciddi bir şekilde bununla ilgili dinleme merkezlerinin kurulduğu, yabancı istihbarat servislerinin bu soruşturmayı yürütenlerin arkasında olduğu, bir kısım öğretim görevlilerinin savcılığın karşısına çıkıp, savcılığa Türkiye cumhuriyeti siyasi tarihi konusunda bu örgütlenmelerle ilgili kendi subjektif bilgilerini aktardığı konusunda çok ciddi duyumlar vardır. savcılar bu anlamda çok ciddi suç işlemektedirler. Bir milletvekili Adalet Bakanlığına soru önergesi vermiştir. Levent Adliyesinde üst katta sivillerin geldiği, öğretim görevlilerinin geldiği bu iddianame nin bu şekilde yazıldığı konusunda iddia vardır. böyle bir iddiaların olduğu soruşturmada maalesef tutukluluk devam etmektedir. Ancak önemli olan biraz önceki vurguladığım 46.- 47. sayfa bağlamında önemli olan konu savcılar tarafından kaleme alınmadığı açık olan iddianame nin arkasındaki odakların neticesinde Nato nun kontrolünden çıktığı iddiası ile Türkiye de böyle bir soruşturma yapıldığı gerçeğini bizzat savcıların ortaya koymuş olmalarıdır. Bu heyetinizce çok ciddi bir şekilde incelenmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Gerek Ergün Poyraz gerekse huzurunuzdaki diğer sanıklarla ilgili çok uzun uzun her birinin kimliği ile ilgili neden huzurunuzda olduklarına ilişkin birçok bilgi ve belge, birçok değerlendirme aktarmak uygundur. Burada bulunan sanıkları naçizhane ben sadece Ergün Poyraz için ifade ediyorum, ama yakından tanıma fırsatı bulduğum bir ikisi hariç diğerlerini basından takip ettiğim için şu niteliklerin onlar için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Huzurunuzda bulunan sanıklar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tam bağımsızlığını savunmaktadır. Hepsi Emperyalizme karşıdır, etnik ve irticai akımlar konusunda kendisini yetiştiren Ergün Poyraz sayılı aydınlarımızdandır. Bu gün itibariyle biraz sonra size açıklayacağım, kendisinin eserlerinin sansürlenmesi ve maksadın kendisinin susturulması olması, yetiştiren bu aydın olma niteliğinin bu gün itibariyle ülkemizde ne kadar ciddi bir şekilde ihtiyaç duyduğumuzu göstermektedir. Anayasada tarifini bulan laiklik ilkesine aykırı olan partiler ile bunların destekçileri hakkında ciddi tartışmaları bulunmaktadır. Ergün Poyraz ın kitaplarını alın inceleyin , bunlardan hiçbiri şahsi birilerinin aktardığı gibi anılarından romanlardan oluşmamaktadır. Çok ciddi güvenlik tedbirleri altında onlarca koruma ile birlikte yaşama zorunda bırakılırken, siyasi ciddi değerlendirmelerini Türkiye cumhuriyeti devletinin algılaması gereken ciddi tehditleri kamuoyunun bilgilendirmesi niteliği ile aktarmıştır. Önceki kapatılanlar ile AKP nin kapatma davalarında inceleyin Ergün Poyraz ın kitapları kanıt olarak kullanılmıştır. Ergün Poyraz biraz sonra size kim olduğunu ifade edeceğim, belgeleri ile aktaracağım, burada aktaracağım belgelerde göreceğiniz üzere, Fethullah gülen hakkındaki ilk şikayet dilekçesini veren kimsedir. Kendisi hakkındaki önce erteleme ertesinde kanunlardaki düzenlemelerle birlikte beraat kararı verilmesinin ertesinde temyiz eden kişi de yine Ergün Poyraz dır. Yargıtay Başsavcılığının laikliğe aykırı fiillerin odağı olma ile ilgili AKP ile ilgili kitapta, Patlak Ampül kitabı da sunulmuştur. gerekçe olarak gösterilmiştir. Vatandaşlarımızın dini duygularının siyasete alet edilmesine her zaman karşı olmuştur. İrticai radikal terör örgütlerinin hedefi olduğundan hakkında bu gün dahi çok ilginçtir Ramazan Akyürek hakkında irticai dir, dendiği dönemde emniyet genel müdürlüğü yapıp sicil notlarını yükselten fakat bu gün itibariyle Ankara valiliği yapan Kemal Ünal ın ocak 2008 tarihli toplantısında hakkında bu gün itibariyle dahi koruma kararı vardır. o koruma kararına da çok kısa bir açıklama getirmek istiyorum, Ergün Poyraz jandarma bölgesinde oturduğu için hakkında koruma kararı vardır. koruma kararını fiilen gerçekleştirenler jandarmadır. Sizin hakkınızda koruma kararı olsa ve ikametiniz jandarma bölgesi olsa sizi de bölgesinde jandarma koruyacaktır, konut korumanız varsa ki Ankara da konut koruması, Melih Gökçek, Sinan Aygün ve sadece Ergün Poyraz hakkında vardır. konut korumanızı jandarma gerçekleştirecektir, siz jandarma bölgesinden Ankara ya intikal ettiğinizde Ankara şehir merkezine gittiğinizde o zaman sizin korumanızı polisler gerçekleştirmektedir. Yani jandarmanın adamı sıfatını niteleyebilmek için jandarma korumasını bu şekilde savcılık ta bilmesine rağmen kasıtlı olarak kullanmalarının ardındaki maddi gerçeklik hakkında koruma kararı olduğu, jandarma bölgesinde oturduğu için jandarmalar tarafından korunmaktadır. Yoksa onların bir sayın savcının arkasındaki emniyetçi odaklar da dahil olmak üzere onları bir kısım çok değerli TSK mensuplarına ulaşabilmek adına bu korumayı farklı niteliklere çekmeleri maddi gerçeklikten kesinlikle yoksundur. Tüm bu sonuçlarda Ergün Poyraz neden tutuklanmıştır, huzurunuzda 27 temmuzdaki arama tutanakları var, 30 Temmuz tarihli polisteki vermiş olduğu ifade var. Aynı tarihli savcılıkta vermiş olduğu ifade var. Daha doğrusu savcılığa kendisinin ifade ettiği var. Sorgu da da hakimin kendisine sormadığı yine aynı şekilde Ergün Poyraz ın ifadeleri var. 24 nisan 2008 tarihli ifadeleri var. Kendisine halen bir soru yöneltilememektedir. Ergün Poyraz peki bütün bunlara rağmen neden tutuklanmıştır. Ergün Poyraz ın tutuklanmasının tek bir nedeni vardır. çalışmalarının sansürlenebilmesi amacı ile tutuklanmıştır. Neden sansürlenmiştir bu çok afaki bir iddia mıdır diye sayın heyetiniz bana sorabilir, bununla ilgili iki tane size somut mahkeme kararına dayanan gerekçe sunayım, bir tanesi sayın savcılığın biraz sonra açıklayacağım gerekçelerle aslında içeriğini bildiği halde, kasıtlı olarak iddianameyi farklı yönlere çekebilme adına maddi gerçeklikten yoksun, iddialarını oluşturan Mummer Karabulut ve Sevgi Erenerol tarafından kitabının yazdırıldığı iddiası, bir kitap yazıldı, bu kitabın da Ergün Poyraz imzası ile yayınlatılmaya çalışıldığı, onların bu çalışmasını yakından takip ettikleri iddiasıdır. Bu halbuki Ergün Poyraz girmeden önce Fethullah Gülen öznesinde Protestan Müslümanlık başlıklı bir çalışması vardı, bu çalışmasında Muammer Karabulut un da bu konudaki çalışmaları olduğundan dolayı, kitabın son taslak, hukuki benim incelememe gelmeden önce Muammer Karabulut a taslağı aktarılmıştı. Muammer Karabulut kendi incelemesini bitirdi ondan sonra bana aktardı . ve benim tarafımdan Kandıra 2 nolu F tipi cezaevi yönetimine Ergün Poyraz ın son tashihlerini yapması ve son incelemesini yapıp bana vermek kendisine verdim. Bunun üzerine Kandıra 2 nolu F tipi cezaevinde maalesef yönetmelikte oradaki bulunan bir kitap değerlendirmesini yapmaktan çok uzak olacak kişilerin incelemesi sonucunda dışardan içeriye birileri ile ilgili hakaret içeren herhangi bir yayının verilemeyeceğine karar verildi. Tarafımızdan Kocaeli infaz Hakimliğine itiraz edildi. Reddedildi. Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi bunu reddetti. Fakat neticesinde kamuoyu, okurlar ve sizler Ergün Poyraz ın Protestan Müslümanlık kitabından mahrum kaldınız. Peki bunun ertesinde ne oldu. Muammer Karabulut bana bu kitap gelecek mi diye sordu, gelmeyecek bununla ilgili karar var, vermiyorlar bize diye ben telefonda ifade ettim. Ki onun tapelerinin kendilerinde olması lazım. Sevgi hanım ile Muammer bey arasındaki bu görüşmeler maalesef sayın savcılık tarafından bununla ilgili belgeler Kocaeli İnfaz hakimliği kararları kendilerine sunulmuş olmasına rağmen iddianamede adeta Ergün Poyraz bu kitabı kaleme almamış, Muammer Karabulut ve Sevgi Erenerol tarafından yazdırılmış ve bu da kendi aralarındaki konuşmalarda ortaya çıkmıştır, şeklinde sayın mahkemeniz huzurunda bir iddianame içeriğinde bildirilebilir. İkinci gerekçem, Ergün Poyraz ın bir kısmı basına da yansıyan, ikinci gerekçe ise somut olarak yine Ergün Poyraz ın gözaltına alınmasından önce kendisinin hazırladığı kamuoyuna iplikçi olarak yansıdı ama bu henüz daha kitabın ismi, kitabın içeriği, hukuki değerlendirmesi yapılmamış bir çalışması idi. Sayın Poyraz bu çalışmasını bitirdi. Bitirdikten sonra 30 Mayıs 2008 tarihinde bir dilekçe ile cezaevi yönetimine hukuki değerlendirmesinin yapılması, yayınlanıp yayınlanmayacağına karar verilmesi, bu çok önemli yayınlanıp yayınlanmayacağına karar verilmesi, eğer tashihlerinin yapılması için bu taslağın tarafıma verilmesi için 30 Mayıs 2008 tarihinde cezaevi yönetimine müracaat ettim. Cezaevi yönetimi mevcut yönetmeliklerde içerden dışarıya herhangi bir yayının verilmesi konusunda bir yasal düzenleme olmadığını bildirerek, bana göre topu Adalet bakanlığına attı. Adalet bakanlığı aynen şu gerekçelerle, birebir okumak istiyorum, çok önemli, politik bilgiler içeren, Türkiye cumhuriyeti hükümeti Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanları hakkında ithamları bulunan çalışmanın içerden dışarıya verilemeyeceğini bildirdi. Kandıra 2 Nolu F tipi cezaevi yönetimi bununla ilgili Adalet Bakanlığının görüşünü gerekçe kılarak verilmeyeceğini bildirdi. Kocaeli İnfaz Hakimliği şikayetimizi reddetti. 2. Ağır Ceza Mahkemesi itirazımızı reddetti. Biz şu anda o çalışmayı yine kamuoyu bilmemekte, sayın heyetiniz de bilmemekte. Çok ciddi bir çalışma, sayın heyetinizden saklanmakta. Bunun anlamı Anayasa da bildirilen sansürdür. Fakat çok önemli bir sürece gidiyoruz diye biraz önce bahsettim bakın bunlar hep emareleri, gerekçesi nedir Adalet Bakanlığının politik bilgiler içeren, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar hakkında ithamlarda bulunan, yani bunun anlamı şudur, eğer bundan sonra, bu hükümet bu şekilde devam ettiği takdirde sayın heyetinizce bu korku tünelinin ucu kapatılıp, sanıklar derhal salıverilmediği takdirde, bundan sonra politik içerdiği takdirde bir yayın, Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Bakanları hakkında iddialarda bulunduğunuz takdirde ben böyle bir yayını daha yayınlanmadan durdururum denmektedir. Sizin sayın heyetinizden lütfen rica ediyorum, bizim şu an ki Türkiye Cumhuriyeti devletinin götürülmekte olduğunu noktanın açık bir kanıtıdır. Bu basit bir Ergün Poyraz ın eserinin sansürlenmesi değildir. Sayın heyetinizin her gün vermiş olduğu tutukluluğun devamı kararı çok basit bir karar değildir. Çok ciddi bir karardır. Eğer Ergün Poyraz hakkında bu gün sadece politik bilgiler içeriyor diye bu yayından Türkiye cumhuriyet halkı mahrum kalıyor ise sizin kararınızın da bunda çok ciddi bir etkendir. Çok ciddi bir faktördür. Eğer tutuklu kaldığı süre içerisinde 27 Temmuzdan itibaren Ergün Poyraz ın tutukluluğunda itirazlarımızı inceleyen hakimler siyasi bir soruşturmayı görüp derhal onun serbest bırakılmasına karar verilmiş olsa idi. Çok ciddi iddia ediyorum, bu kadar sanık huzurunuzda olmayacaktı. 30 Temmuz itibariyle tutukluluğa karar veren Hakim bu sürecin huzurunuzda da bu iddianame nin getirilmesinin baş faktörüdür. Fakat sizin her gün tutukluluğun devamına verdiğiniz kararlar bundan sonraki gelecek olan dalgaların da yasal zeminini, soruşturmayı yürütenlerin de gerekçelerini teşkil etmektedir. Fakat çok önemli politik bilgiler içeren Türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanları hakkında ithamlarda bulunulması, artık Türkiye Cumhuriyeti devletinde böyle bir yayının yapılması sansürlenebilmektedir. Fakat ne kadar yazıktır ki Kocaeli infaz hakimliği ve Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi de böyle bir kararın gerekçe olduğunu düşünebilmektedir. Peki neden böyle bir süreçten geçiyoruz, bunu görebilmemiz için Anadolu nun jeopolitik yapısını soğuk savaştan sonraki gelişmeleri bütün dünyada, İtalya da, Nato karargahlarında, Sovyetler Birliğinin Devrileceği öngörülürken bunu gören kurmay albayın elinden kitapçığın neden alındığını, neden bizim ülkemizde orta asya dahil hiçbir öngörülerde bulunulmadığını, 1992 Ağustos körfez sürecini ikinci körfez harekatını, bu gün itibariyle ABD deki yönetimin İran a yapacağı herhangi bir saldırıda Türkiye cumhuriyeti devletinin topraklarının kullanılıp kullanılmayacağını, neden Türkiye cumhuriyeti devletinin kuzey ırakta ABD ile komşu konumuna getirildiğini, ve çok ilginçtir dün bir meslektaşımız ifade etti, komşusu hakkında rapor hazırlıyor diye ifade etti, ABD kongresinde neden bu soruşturmanın kongre raporlarına geçtiğini tamamının incelenmesi gerekir. Ama ben bir avukat kimliğimle biraz önceki ifade ettiğim ara başlıkları dikkatle incelediğinizde, bu gün neden bu huzurunuzda bu soruşturmanın olduğu neden BOP un yani Fas tan taa orta asya Moğolistan a kadar giden bir bölgede özel doğal kaynakların ve petrol hatlarının, doğalgaz hatlarının neden bir ABD nin kontrolünde bulunması için böyle bir projenin getirildiğini, biraz önce meslektaşım tek tek taa milli Türk Talebi Birliğinden itibaren bir kişinin nasıl önünün açıldığını, kendisine karşı çıkanları nasıl tek tek ortadan kaldırıldığını, kendisinin yargılamasına İstanbul daki Yargılamasına ABD Başkonsolosunun neden takip ettiği dahil, tüm bu süreci bir süzgeçten geçirdiğinizde buradaki sanıkların neden huzurda bulunduğu tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır. Fakat burada bir hususa dikkat çekmek istiyorum, teşbihte hata olmayacağını düşünüyorum, sizler heyetiniz, butonla seçildiniz, bana göre kamuoyunda ciddi bir tepki olmamış olsa idi, Adalet Bakanlığının UYAP üzerinden tek taraflı hiç kimsenin kontrolü olmadan yapacağı bir atama ile belki siz değil, başka bir heyetinize şu anda bu ifadeleri kullanıyor olabilirdim. Fakat sizler bilgimiz dahilinde olan basına yansıdığına göre mahkeme başkanlığının huzurunda bir butonla kime tevdii edileceği seçildi. Burada siz iradi olarak bulunmuyorsunuz. Sizin tercihinizle bulunmuyorsunuz, fakat tercihi ile bulunan bizler, sanıklar ve savcılardır. Savcılar burada iradeleri ile bulunmaktadır. Neden iradeleri ile bulunmaktadır a geçmeden önce sanıklar da kendi iradeleri ile bulunduklarını düşünüyorum. Neden, çalışmalarından dolayı, hayata bakışlarından dolayı, yaşam biçimlerinden dolayı huzurunuzda bulunmaktadırlar. Meslektaşlarımızda burada bir profesyonelce herhangi bir maddi kaygı ile böyle bir dosyada savunmanlık üstleneceğini zannetmiyorum hiçbir meslektaşımın. Tüm meslektaşlarımın da iradeli bulunduğunu düşünüyorum. Fakat asıl sorgulanması gereken konu savcılar nasıl orada bulunmuşlar ve hangi tarihten itibaren nasıl bir süreçte bulunmuşlardır. Bu çok ciddi bir şekilde heyetinizin düşünmesi gereken bir maddi olgudur. Bunun somut yanıtı nedeni şu soru ile karşımıza çıkıyor, İstanbul da bulunan ister yirmi yedi tane ister, iki tane ister otuzbeş tane ister bin tane tüm bombalar, soruyorum sayın savcıma Beşiktaş Savcılığının soruşturmasına mı tevdii edilmektedir? Yani istanbulda herhangi bir yerde bomba bulunduğunda bizim CMK na göre 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa göre bulunan tüm bombalar Beşiktaş Cumhuriyet Başsavcılığına mı tevdii edilmektedir. Fakat dosyayı incelediğimizde görüyoruz ki, savcı Zekeriya Öz, 13 Haziran 2007 tarihinde görevlendirilmiştir. Çok ilginç 12 Haziran 2007 tarihinde sayın Yıldırım size tek tek o bomba tutanakları saatleri konusundaki değerlendirmelerini aktardığı için o konuda çok fazla vaktinizi almak istemiyorum. Ama bildiğim konu yanlış hatırlamıyor isem, bulunduğu tarih saat 18:50. fakat savcılık ve bomba bulunma tutanakta Terörle Mücadele Şubesinde hazır, bütün bulunan bombalar İstanbul Terörle Mücadele şubesine hemen tevdi mi edilmektedir. 12 Haziran 2007 de Şevki Yiğit Trabzon dan müracaat ettiğinde ihbarda bulunduğunda Sayın Başkanım çok ciddi tespiti ile Ali Yiğit i sorguladığınız gibi oğlunun da ne hikmettir ki hazır bulunduğu o süreçte 12 Haziran 2007 de saat 18:00, 19:00, 20:00 sularında bombaları İstanbul Terörle Mücadele Şubesinin tutanakları ile teslim alması ilginçtir. Fakat ondan daha önemlisi, 13 Haziran 2007 de neden soruşturma savcı Zekeriya Öz e tevdi edilmiştir. Çok ilginçtir İstanbul Terörle Mücadele şube müdürlüğü dosyada mevcut İstanbul Beşiktaş Cumhuriyet Başsavcılığına vermektedir. Fakat diğer bir konu iddianame de bombalar bulunduktan sonra bunun bir Ergenekon benzeri bir örgütlenme tarafından yapılacağı düşünülerek soruşturma genişletilmiştir, denmektedir. Yani sayın savcılık Ergün Poyraz ın ifadesi ile başbakan ın aktarımı ile yani bir cinler bir periler oradaki terörle mücadele şubesine veya oradaki birimlere bir bilgi mi vermiştir ki, sadece 27 tane bombadan hareketle bunun büyük bir örgüt arkasında bulunduğu konusunda nerden edinmişlerdir bunları. Bunlar çok ciddi bir şekilde incelenmesi gereken hususlardır. Bu anlamda benim kanaatim müvekkilimin de ifade ettiği gibi bununla ilgili sayın heyetinizce bir hakimler savcılar yüksek kuruluna bir müzekkere yazılmasını talep ediyoruz, savcı Zekeriya Öz hakkında 12 Haziran 2007 den önce kendisinin Beşiktaş Savcılığından alınması konusunda herhangi bir değerlendirme, herhangi bir toplantı gündem olmuş mudur?. Ve bu konuda adalet bakanlığı müsteşarı savcı Zekeriya Öz’ ün çok ciddi bir soruşturmayı yürüttüğü konusundaki bilgisi üzerine toplantıda bu konu karar alınmadan gündemden çıkartılmış mıdır.? Bunun sorulmasını talep ediyoruz. çünkü savcı Zekeriya Öz, ün çok ciddi anlamda bu soruşturmayla doğrudan irtibatı bulunmaktadır. Tekrar söylüyorum, 12 Haziranda saat 20: 00 sularında bir bombalar bulunuyor, bu bombalar her ne hikmetse ihbarla birlikte hemen İstanbul Terörle Mücadele şubesinin kontrolüne veriliyor, 12 Haziran itibariyle aynı şubenin yazısı üzerine Cumhuriyet Başsavcı vekili Savcı Zekeriya Öz, e bu dosyayı tevdi ediyor, fakat çok önemli olan diğer bir konu var, henüz daha bombalar görülmeden, savcı bombayı incelemeden, işte sayın savcılar burada , siz bir bombayı görmeden, bomba ile detaylı bilgi almadan, her size bombanın alındığı bildirilen dosyada imhasını talep ediyor musunuz? 12 Haziranda 20:00 de bulunuyor, 13 Haziranda tevdi ediliyor, aynı gün sayın savcı mahkemeye yazı yazıyor, imha, el konulması. Her bulduğunuz bombalar için imha talebinde mi bulunuyorsunuz siz, neden imhası talep ediliyor, çok ilginçtir bakın henüz daha bu soruşturma bağlantılı iki veya üç kişi gözaltında iken 15 Haziran itibariyle yayın yasağı talep ediliyor. Gizlilik kararı alınıyor. Yani siz nerden biliyorsunuz 12 Haziran da 27 tane el bombası bulunmuş hemen arkasında bir örgütlenme olduğu ortaya çıkartılıyor, hemen arkasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına tevdii ediliyor, yayın yasağı, el koyma, imha ve gizlilik kararı alınıyor, nedir bu acele, bir gün sayın heyetiniz belki bu yargılama sonucunda eğer sizin sayın heyetiniz, buradaki sanıkları derhal serbest bıraksın onların ertesi gün bütün bu soruşturma ile ilgili neden o kişinin görevlendirildiği, neden imha kararının alındığı dahil tüm çıplaklığı ile gerçeklikleri bulacaklarına inanıyorum. Çünkü siz şu anda tutukladığınız insanların büyük bir çoğunluğu siz Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şu anda Türk halkının beynini tutuklamış durumdasınız. Çalışmaları ile türk halkını yönlendiren Türk halkına bilgi aktaran aydınları tutuklamış durumdasınız, onların eğer başkaları hakkında bu soruşturma yürütülmüş olsa idi, biraz önceki bahsetmiş olduğum çelişkileri aydınlatmasını da dışarıda olmaları ile engellemiş oluyorsunuz. Fakat bu sorular çok önemlidir. Neden savcı Zekeriya Öz ile ilgili ciddi endişeler taşıyoruz, buradaki sanıklar huzurunuza geldiğinde ifade edecekler veya etmeyecekler, fakat kendisi tarafından ifadesi alınan özellikle ikinci kez ifadeye çağırılan birçok sanık kendisi tarafından açık açık ihbarcılığa teşvik edilmeye çalışılmıştır. Bizzat meslektaşımın huzurda size ifade ettiği gibi, sayın savcı iddianamesinde bir tane tanığın ifadesini gizli numarası ile onun ifadesi ile teyit etmeye çalışmıştır. Maalesef iddianame bu şekilde düzenlenmiştir. Sayın savcı Osmanım diye ifade edebilmiştir, böyle bir şey olabilir mi. Böyle bir soruşturma sürecinden geliyoruz. Sayın savcı Zekeriya Öz, İzmir 2. ağır ceza mahkemesiyle bir yazışma yapmıştır. Bu yazışmada İzmir Ağır Ceza Mahkemesi kendindeki görülen dosya İbrahim çifçi dosyasıdır, İbrahim çifçiye ulaşmaya çalışmasının nedeni , ben dosyayı inceledim, biraz sonra size detayını da söyleyeceğim, hukuk tarihimiz açısından hicab duydum. Henüz daha faili bulunmayan Necip Hablemitoğlu nun faillerinin üstünün örtülmesi için bütün ifadelerini iddianamenin ekindeki klasöre koydunuz. Kasıtlı olarak koydunuz. Necip Hablemitoğlu soruşturmasının çözülmemesi için koydunuz. Bir tane ifade koymadınız, gerekçelerini biraz sonra size aktaracağım, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi kendisine sormuş, var mı irtibat diye, savcı Zekeriya Öz yazmış, bize göre sizin önünüzdeki dosyanın çok daha büyük bir örgüt tarafından yürütüldüğü kanaatindeyiz, bombalar arasında da irtibat olduğunu düşünüyoruz. Yani bir savcı bir sizin heyetinizin önündeki bir dosyaya siz bilmiyorsunuz, sizin önünüzdeki soruşturmada sanık çok büyük bir örgütle aslında yönlendirilmektedir, diye size gönderse bunun adı açık açık önünüzdeki kovuşturmayı yönlendirmeye çalışmak olmalıdır. Burada hem meslektaşlarım hem de sanıklar tarafından sayın savcı ile ilgili bildirilecek bir çok yanlışlık maddi hata kendisinden kaynaklanmamaktadır. Kendisinin bizzat yüzüne karşı ifade ettiğim gibi, maalesef tezgahta yürüyen Fethullahçı örgütlenme ve onun arkasındaki yabancı dış istihbarat servislerinin yönlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Maddi bulguları siz bulamadığınız zaman maddi olmayan gerekçelerinizi bir takım subjektif, öznel, kendinizden çıkan değerlendirmelerle eklemlemeye çalışır, ve bir soruşturmayı ancak bu kadar yönlendirebilirsiniz. Burada dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus soruşturmaya hakim olan zihniyettir. Biz bunu nerde görüyoruz, savcılar biraz önce ifade ettiğim gibi yürütme tarafından yetkilendirilmiştir. bu dosyanın öz savcısı Zeriya Öz. Değildir. Öz savcısı biraz önce de ifade ettiğim gibi fiilleri ile partisinin kapatılması aslında anayasa mahkemesinin üyeleri arasındaki oy çokluğundan kaynaklanan farklı değerlendirme ile reddedilen fakat hakkında cezaya karar verilen AKP nin fiilleri ile ceza almasına gerekçe olan anayasadaki laik düzenin değiştirilmesine yönelik fiileri teyit edilen en üst yargı mercii tarafından , başbakan tarafından savcılığının yürütülmektedir. Bu soruşturmaya hakim olan zihniyet AKP hakkında ki anayasa mahkemesindeki dosyada ne yazıyor ise, o zihniyet önünüze bu dosyayı getirmiştir. Diğer bir konu savcılar tarafından iddianamede ve basında yer alan kirlilikte müvekkilim hakkında şöyle bir iddia vardır, Ergün Poyraz herkese hakaret etmektedir. Sayın savcıları davet ediyorum, Ergün Poyraz ın aleyhine açılan bir tane kesinleşmiş, bırakın kesinleşmişi ilk derece mahkemesi tarafından da davacı tarafından lehine karar verilen bir tane tazminat kararı göstersinler. Abdullah Gül tarafından bir dava açılmıştır. Abdullah Gül tarafından açılan bu davada müvekkil hakkında bu dosya da gerekçe gösterilmiş ve çok ilginçtir, avukatı tarafından sunulan dilekçede Fethullah Gülen ve AKP sahiplenilmiştir. Ne vardır denilebilir bunda, yani neticesinde eğer kendisi AKP nin üst düzey yöneticiliğini yapmış ise ve AKP hakkındaki kapatma istemli davada usulen çok ciddi tartışmaları da beraberinde getiren fakat sayın heyetin kendisinin fiillerinin de yargılamada dikkate alınacağına karar verildiği anayasa mahkemesindeki süreçte Abdullah Gül , Fethullah Gülen okullarının yurt dışındaki desteklenmesi onun fiillerinden bir gerekçe olarak gösterilmiştir. Avukatı tarafından da sizin önümüzdeki soruşturmadaki iddialar bu sefer bizim karşımıza tazminata hükmedilmesine gerekçe olarak gösterilmiştir. Ve bir gerekçede tutukluluğun devamıdır. Avukat şunu sorgulamaktadır, eğer meslektaşım davalı vekili burada müvekkilinin herhangi bir suç işlemediğini öngörüyorsa, iddia ettiği gibi siyasi bir soruşturma varsa, neden bir türk bağımsız yargısı halen tutukluluğun devamına karar veriyor demektedir. Peki bu iddianameyi hakim olduğunu bildirdiğimiz zihniyet ile bizzat cumhurbaşkanlığının sahiplendiği Fethullah Gülen kimdir, neden müvekkil Fethullah Gülen hakkında bir kitap yayınlamıştır, ve bu kitabında neden kamuoyunda paylaşma ihtiyacı duymuştur. Sayın heyetinize şu dilekçenizi meslektaşımla birlikte sunmak istiyorum, biraz sonra bahsedeceğim belgeler orda tek tek yer almaktadır. Fethullah Gülen Ankara 2 nolu DGM de 2000/124 esas sayılı dosyada, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti niteliklerini değiştirerek, yerine şeriat düzeni getirmeyi amaçladığından yargılanmıştır. Bir dönem 12 Eylülde yargılanan bir siyasi liderin ifadesine benzetirsek , fikri ve zikri bu gün iktidardadır. Fakat farklı olan bir konum vardır, fikri ve zikri bu kendisinin kasetlerinde ifade ettiği gibi sizi tenzih ederek söylüyorum, adliyeyi de, yargıyı da, kamuyu da, bürokrasiyi de satın almıştır, ele geçirmiştir. Fikri ve zikri iktidardadır. Peki kimdir bu Fethullah Gülen? Fethullah Gülen in yargılandığı dosyada kendisi bu belgeye baktığınızda inanmayabilirsiniz. fakat müvekkilimin bulduğu bilgilere göre kendisi üç yaşında kuranı hatmettiğini ifade etmektedir. Üç yaşında kuranı hatmeden Fethullah Gülen kelam dan beş almıştır vaizlik sınavında. Ayeti kerimeden altı almıştır, fıkıh tan 8 almıştır, takrirden 6 almıştır. Toplam altı tane beşlik bir notta toplam puanı otuz üç tür. Ve bu kişinin bu gün altmış altı tane kitabı vardır. altmış altı tane kitap yazmıştır. Bu kişinin kendi el yazısı ile itikadın şartlarını bu şekilde yazmıştır. Soruyorum şimdi heyetinize, itikadın şartlarını vaizlik sınavında bu şekilde yazan kimse altmış altı tane kitabı kaleme alabilir mi? Bakın budur onun el yazısı vaizlik sınavındaki. Bu mümkün değildir. Kendisi tarafından kaleme alınması mümkün değildir. Kimdir Fethullah Gülen? Bizzat İzmir valiliğinin 22/01/1972 itibariyle yazmış olduğu yazıya göre, kendisi 19 mayıs 1971 günü İzmir Sıkıyönetim Komutanlığınca tutuklanmış ve 09/11/1971 de tahliye edilmiştir. Neden tahliye edilmiştir, çünkü o dönemde yeni bir yasal düzenlemeye geçilmiştir, kendisi hakkında bir ceza verilmiştir, sıkıyönetim komutanlığınca verilen bu ceza temyiz aşamasında daha fazla cezalandırılması gerekçesi ile bozulmuştur, bütün yargılama devam etmiştir. Ve sonrasında da meşhur o 1974 teki af ile ortadan kalkmıştır. Müvekkilimin size ifade ettiği çok çok önemlidir.o dosyayı çok yakından takip etme fırsatı buldum, Fethullah Gülen in yargılanmasında getirtebilirsiniz bu kadar klasörün içinde iki klasörde incelemiş olur heyetiniz tarihsel bir gerçekliğe de ışık tutmuş olursunuz. Orada ne kadar iddia varsa Fethullah Gülen ile ilgili bu dosyada aynı iddialar bu sanıklara yürütülmektedir. Fakat hakikaten müvekkilimin de dikkat çektiği gibi üç husus farklıdır. Sanık kaçmıştır ABD ye , siz bu gün buradaki sanıkları tahliye edin, bir tanesinin dahi Türkiye Cumhuriyet topraklarından kaçmayacağından eminim. Fakat o kaçmıştır, orada Fethullah Gülen örgütlenmesi ile ilgili sayın savcılar soruşturma yürütmemişlerdir. Soruşturmayı açan savcıyı zaten hangi komplolarla, hangi tertiplerle görevden alındığı konusunda heyetinizin de bilgisi olduğundan çok fazla detayına girmek istemiyorum. Diğer bir husus soruşturmaya hakim olan zihniyette burada dikkat ediyorum, heyetinizden bu güne kadar öyle bir kelime çıkmadığı için örnek veremiyorum, kamuoyunda ve tüm basında Adalet ve Kalkınma Partisi sözü veya AKP olarak ifade edilir, AKP ye tarafsız bakan olması gerektiği gibi bakan kişilerce . fakat Ak Parti sözü sadece AKP yandaşları tarafından ifade edilir. İddianame AKP Ak Parti olarak ifade edilmiştir. Bunun da ciddi olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu iddianame de Lozan ı korumak suç olarak ifade edilmiştir. Lozan da getirilen prensiplerin ortadan kaldırılmasına ilişkin miting ve gösteri düzenlemek suç olarak nitelendirilmiştir. Halbuki Lozan bu ülkenin sayın savcılarım bu gün burada bu koltukta oturmalarının ana nedenini teşkil etmektedir. Varlık nedenlerini ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Mustafa kemal Atatürk ün Bursa Nutkunu uzun uzun okumak istemiyorum, fakat tekrar yinelemek istiyorum, sayın mahkeme maalesef bursa nutkundaki ifade edilen ismet paşaya meclise telgraflar yağdırılması, taşlar atılması noktasını geçmiş durumdayız. Bu gün itibariyle sayın heyetiniz evet biz mahkemeye de bunu anlatamadık noktaya gelmiş durumdayız. Maalesef siz tutukluluğa devam ettiğiniz için. O yüzden çok fazla vaktinizi onunla almak istemiyorum. İddianamenin ekleri olarak bildirilen belgeler seneler öncesi 2001 tarihi itibariyle hatta çok daha öncesinde hazırlanıp bir kişinin bu gün o nitelikleri konusunda çok fazla bir şey söylemiyorum. Yurt dışında bulunan kendisinden iddianame de bir yerde şüpheli diye bahsedilen bir yerde hakkında kovuşturma yürütülen fakat hakkında bu güne kadar savcılıkça yakalama talep edilmeyen Tuncay Güneyde bulunduğu 2001 tarihli belgelere dayandırılmaktadır. Fakat müvekkilim de bildirdi sanıyorum size sunulmadı herhalde Barnabas isimli bu kitapta sunduk mu bilmiyorum sunduk herhalde, bu kitapta Yiğit diye bir komiser var, bu komiser Hurşit paşa ile görüşüyor, Hurşit paşa ya o da ona senin yürüttüğün Ergenekon soruşturmasından diye bahsediyor. Müvekkilim aktardığı için çok detaya girmek istemiyorum, fakat kendisi ile paylaşma imkanı bulamadığım Aydoğan Vatandaş olabilir, buradaki Hurşit paşa başka bir Hurşit Paşa, neticesinde buradaki Yiğit de kim olduğunu bilmiyoruz, hangi Yiğit komiseri , hangi yiğit savcıyı temsil ediyor onu da bilmiyoruz. Ama neticesinde bakın Aydoğan Vatandaş, daha sonra aynen şunu ifade etmektedir, ben kayıp kitap Barnabas ın sırrı adlı doğan kitap tarafından yayınlanan romanımda, bakın barnabas ın tarihi 2007 mayıs tır, biraz önceki anlatmaya çalıştığım nasıl oluyorda 12 Haziranda bulunan bombalar nasıl bu kadar hızlı bir süreçte Zekeriya Öz ün önüne geliyor derken işte bunu anlatmaya çalışıyoruz. Önceden hazırlanan bir tertip vardır, kamuoyunun hazırlanabilmesi için de bir takım çalışmalar eski tarihli olarak kamuoyunun önüne getirilmiştir. Belki bu gün biz sizlere bunu maddi olgu olarak ispat edemeyeceğiz, fakat aradan geçecek olan süreç içinde inanın bana bu tertibin içinde yer alanlar çok dayanamayacaklar, konuşacaklar, fakat o zaman burada tutuklulukta geçen süreler maleseftir ki insan hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuracaktır, ne diyor Aydoğan Vatandaş, yayınlanan romanında evet bizim Ergenekoncuların nazi felsefesinden ne denli etkilendiklerini yani, Aydoğan vatandaş 2007 mayısında aktarmış olduğu Hurşit paşa, yiğit komiser, Ergenekoncular dedikleri işte şu anda önünüzde bulunan bizim Ergenekoncular dediklerini nitelediğini kendisi de kabul ediyor. Kamuoyunun ne denli alışıldığını hep beraber görüyorsunuz, fakat burada sayın Perinçek getirtilmesini istedi, Fehmi Koru da 30 Nisan -01 Mayıs 2001 tarihinde bütün bunlar yayınlandı yenişafak gazetesinde ve size biz yazılı savunmamızı da sunduğumuz için tekrar bunları sunmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Yani 30 nisan 2001 tarihinde bu belgeleri ilk defa basında Fehmi Koru yayınladı. Ve 1 Mayıs ta da yayınladı. Çok ilginçtir, 1 Mayıstaki yayınında 30 nisandaki yayınından sonra ciddi tehditler eleştiriler aldığını bildirdi. Çünkü o dönemde başka bir komplo gündemde idi. Yine bir askeri şura öncesinde yine TSK hedef alınarak başka bir mensuplarına yönelik bir komplo 2006 mayıs ında biraz sonra anlatacağım size Danıştay saldırısından sonra gündeme getirildi. Ve 2006 yılındaki bu komplo Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin birleştirme talebinin reddi kararı ertesinde yeni bir komplo ile yeni bir tertip ile bildirdiğimiz kitaplardaki anlatımlarla birlikte 12 Haziran 2007 de servise konuldu. Bizzat sayın başkanın tespiti ile evinde bomba olduğunu bildiği halde bundan korktuğu için evini tahliye eden , taksicilik yapan Ali Yiğit in ihbarın olduğu aynı gün taksisi ile evinin önünde bulunduğu bir komplo süreci başladı. Yine bu yayınlar ile ilgili olarak dikkati çeken diğer bir konu Star Gazetesinde Ergenekon ile ilgili, bakın daha sizin huzurunuzda hiç Ergenekon yoktu, bizler de o zaman hiç dikkatimizi çekmemişti, 25-26-27 Mayıs tarihlerinde sunduğum için yine tekrar sunmuyorum, Star Gazetesinde Ergenekon ile ilgili MİT tarafından ve Emniyet İstihbarat Daire başkanlığı tarafından başbakan ve Abdullah Gül e brifingler verildiği, çok ilginçtir Danıştay saldırısı ve necip Hablemitoğluna yönelik saldırıda dahil olmak üzere tüm bunların bu Ergenekoncular tarafından yapıldığı mayıs 2006 tarihinde Danıştay saldırısından sonra henüz daha 12 Haziran 2007 bomba yok, Zekeriya Öz, ün görevlendirilmesi yok, İmha Kararı yok, Yayın Yasağı yok, ama devletin belli birimlerinde kendilerince oluşturmuş oldukları şemalarda başbakan ve o dönemin dış işleri bakanı ve başbakan yardımcısı Ergenekon konusunda bilgilendirildi. Bunları biz söylemiyoruz, bu günden geriye baktığımızda bunların basında yer aldığını görüyoruz. Fakat gelinen noktada bütün bunları çok fazla uzatmak mümkün, ismet Berkan der ki, daha sonraki 9 Nisan 2008 tarihli yazısında o dönemde Abdullah Gül e bir brifing , Başbakan a bir brifing verildi. Bu brifing te bir tane şema sunuldu. Şimdi getirtilmesini talep ediyoruz o şemanın, o şemanın içeriğinde bırakın şu anki yargılananları, gözaltına alınanları, hakkında iddianame beklenenleri daha yeni yeni birileri var deniyor. Neden, işte o korku tünelini gerçekleştirmek için. Bu gün büyük bir gazete patronunun bir milletvekili bir sabah sende alınacaksın diye tehdit ediyor, bu tehdit neden işte o korku tünelinin içerisinden geçirebilmek için. Türkiye de çok ciddi yolsuzluklar, ciddi usulsüzlükler, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kazanımlarının peşkeş çekilmesi satılmasının gündeme getirildiği bir dönemde buna karşı çıkmaya hiç kimse cesaret edemiyor, neden cesaret edemiyor, belki bunu çok fazla ifade etmiş oluyorum, belki bundan sıkıntı duyuyor olabilirsiniz, sizler sanıkları tahliye etmediğiniz için. Tutukluluklarına devam ettirdiğiniz ve bütün bu en yüksek gazete patronu da dahil olmak üzere kendisini bunun sonucunda korku tünelinin içerisinde hissettiği için oluyor, çok üst rütbeli generaller, çok üst düzeydeki bürokratlar çok düzeydeki yargı mensupları, çok ciddi iş adamları, çok ciddi öğretim görevlileri, aydınlar bu korku tünelinin içine sokularak biraz önce ifade ettiğim bu iktidar tarafından gerçekleştirilen hukuka aykırılıklara karşı hiç kimse karşı çıkamıyor, maalesef sizin tutukluluğun devamına kararınız bütün bu korku tünelinin devamında çok etken oluyor. Getirtilmesine karar verildiği için çok detayına girmiyorum, Aslı Aydın Taşbaş a bizzat çok önceki bir tarihte 2007 tarihinde bu belgeyi nasıl kendisine geldiğini, nasıl sunulduğunu, ve bildiriyor bütün bunları fakat önemli olan iddianame de sadece bu belgelere sahip olma, suç olarak addediliyor, 30 temmuzda Ergün Poyraz emniyet ifadesini okuyunca, orda lobi belgesinden bahsediyor, emniyet ifadesindeki lobi belgesini internete bir cümlesini girdiğimde karşıma başka belgelerde de , başka sitelerde aynı o tarih itibariyle lobi belgesinin yayınlandığını gördüm. Ve kaynak olarak hep alo ihbar.org gösteriliyordu. Aloihbar.org sitesi kapatılmıştı, kapanan bir siteye arşivorg.diye bir siteden girdiğinizde son hali ile kapandığı an itibariyle siz o sitenin yayınını görebiliyorsunuz. Sayın savcıya sunduk biz bunu, aloihbar.org da 12 Temmuz 2006 tarihinde dikkatinizi çekmek istiyorum, Ergün Poyraz a lobi belgesinin sorulduğu tarih 30 Temmuz 2007 aloihbar.org un kapandığı tarih 12 temmuz 2006, okuyan sayısı 18.907 yani, savcıya göre 18,907 kişinin Ergün Poyraz ın emniyet ifadesinin alınmasından bir sene önce okuduğu bir belgeyi kendisinde olmadığı halde servis ettiği basın mensuplarına bu belgeyi sanki kendisinde bulunmuş gibi gösterebilmek için sorduğu bu belge bu gün itibariyle iddianamede bir kısım sanıkların elinde bulunması gerekçe gösterilen tutuklanma gerekçesi üst düzey yönetici olarak gösterilmektedir. Burada vicdanen bir şeyi de ifade etmek istiyorum, lobi belgesine ben internette ulaştıktan sonra şu anda huzurunuzda bulunan sanıklardan Sayın Sevgi Erenerol üst düzey yönetici olarak nitelendirilmesinin nedenlerinden birisi lobi belgesinin kendisinde çıkması gösterilmiştir. Sevgi hanım 30 Temmuzda Ergün Poyraz ın tutuklanmasına karar verilince, benle görüşmek istedi, nedir bu konu? Ben Ergün Poyraz ailece de çok tanırız çok severiz, nedir bana bir ifade edebilir misiniz, birkaç dakikanızı ayırabilir misiniz diye sordu. kendisine bizim de bilmediğimizi böyle bir belgeden bahsediliyor dedim, ve internette bulunan bu belgenin fotokopisini kendisine verdim. Şimdi Sevgi Erenerol benim verdiğim lobi belgesinden dolayı üst düzey yönetici olarak huzurunuzdadır. 18907 kişinin bir sene önce okuduğu bir belge bu gün itibariyle karşınızda huzurdaki savcılar tarafından kamunun görevlendirildiği savcılar tarafından benim verdiğim belge sevgi hanım ın üst düzey yönetici olarak yargılanmasının gerekçesini teşkil etmektedir. Sayın savcı huzurunuzda bir takım sanıklara bu email i niye aldın niye gönderdin, deniyor? Herhalde sayın savcı hiç internete girmiyor. Siz internete girmiş iseniz, adresiniz bir iki yerde dolaşmış ise, sizin iradeniz dışında size bilgi ve belge gelir. Hele siz yazarsanız, size her türlü belge ve bilgi gelir Türkiye de. Siz bu gün çıkın ben yazarım diye bir kitap yazın, size her türlü belge ve bilgi gelir, Ergün Poyraz la birlikte senelerden beri kendisine gelen ve bilgileri paylaşan bir avukat olarak bunu ifade ediyorum. Ama tekrar söylüyorum, Sevgi Erenerol da çıkan lobi belgesini kendisine ben verdim, bu belgeyi ben internetten kendim buldum, fakat önemli olan diğer bir konu şu çok değerli meslektaşımız sayın Kerinçsiz dün dedi ki; iddianame hazırlanırken ve bu gün itibariyle sayın iddia makamı bir kez dahi bizler tarafından sorulan sanıkların lehine olan bir tane belge ile ilgili ne bir yorumda bulunuyor, ne de iddianamede bildiriyor. Ben size sunmuş olduğum iddianamenin kabulü ile ilgili değerlendirmeniz öncesindeki sonrasındaki, kabulünüzden sonra duruşma öncesinde sunmuş olduğum dilekçe ekinde aloihbar.org bu bulduğu belgeyi ilk defa sunmadım. 30 temmuzda tutuklamaya karar verildikten sonra, tutukluluğa itiraz dilekçemizde de biz aloihbar.org belgesini sunmuştuk. Yani sayın savcı diyemez ki, lobi belgesini ben internette yayınlandığından haberim yoktu deme şansına sahip değildir. Fakat bu biraz önceki ifade etmiş olduğum iddianameye hakim olan zihniyet ve sayın savcının görevlendirilmesi ile birlikte değerlendirmesi gereken bir husustur. Fakat burada dikkat çekmek istediğiniz diğer bir hususu ise şu, müvekkilim hakkında AKP genel başkan yardımcı ABD de kitabı elinde sallayarak, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkileri bu kişiler bozmaktadır. Demektedir. Ruhunu şad ediyoruz sayın Mehmet Bölük de çok ciddi çalışmaları olan bir kişiydi. Ailesinin bu konuda tereddütleri var mı bilemiyorum, kaza ile ilgili. Ama benim ciddi tereddütlerim var. Arslan Bulut un yazısına göre, asla önemsenmemesi gereken ve neticesinde Cumhurbaşkanının çok yakınında olan Fehmi Korunun bizzat kanal 7 deki ifadesine göre, 22 ocak tutuklamalarından önce ABD büyükelçisi seksen kişilik bir liste vermiştir. Bu listenin içinde kimler var belli değildir. Fakat Fehmi Koru tarafından ifade edilmektedir. Çok önemli olan diğer bir konu ise şudur. Ergenekon soruşturmasına ki onlara göre Ergenekon soruşturması demin yine söylüyorum, ocak 2008 den itibaren başlatıldığını değerlendirmektedir kamuoyundaki kaleme alanlar. Ergenekon soruşturmasına Fehmi koru ya göre, biliyorsunuz başbakan, dışişleri bakanı, dışişleri bürokratlarını yanlarına almadan, George Bush ile ve Condaliza Rice ile birlikte dörtlü bir görüşme gerçekleştirdiler. Bazı kaynaklarda ulusal güvenlik konseyi başkanının da bu görüşmede yer aldığı ifade edilmektedir ABD nin . fakat bu görüşmede Fehmi Koru ya göre Ergenekon operasyonuna bu görüşmede karar verilmiştir. Şimdi bu iki bilgiyi bir araya getirdiğimiz takdirde sayın savcılar bu konuda hiçbir araştırma yapmadılar mı acaba? Veya bu soruşturmayı yürütürken biz kimin tezgahında nasıl yürüyoruz diye hiç kendilerine sormadılar mı acaba? Bir başkan ile bir başbakan bir araya gelicekler, bir soruşturmaya karar verecekler, siz henüz daha bununla ilgili bilginiz dahi olmadan, sizin kimi alacağınız konusunda ABD Büyükelçisi 80 kişilik bir liste verecek siz de bunları sizin aldırdığınızı söyleyeceksiniz. Bu konuda yine keşke huzurda olmuş olsa idi. Kendisine söyleyeceğimiz şey şu idi. 30 Temmuz itibariyle savcı Zekeriye Öz huzurunda Sayın Kemal Kerinçsiz ile birlikte Ergün Poyraz vekilleri olarak huzurunda bulunduğumuzda bize şunu söyledi. Ben dedi, on beş gün önce iddianamemi hazırlamıştım, dedi.bir iddianame ne zaman hazırlanır, bu yürüttüğünüz soruşturma ile ilgili tüm belge ve bilgilere ulaşırsınız vicdani kanaatiniz oluştuğunu iddia ettiğiniz suç ile ilgili tüm belgeler oluştuğunuz yöndedir, ve bir iddianame hazırlarsınız. Bakın savcı Zekeriya Öz, 15 Temmuz da bir iddianame hazırlamıştı. Sonra sayın Çelik Kadıgil size ifade edebilir. Kemal bey o dönemde henüz alınmamıştı. 31 Aralık a kadar iddianameyi hazırlayacağını ifade ediyordu. 31 Aralık a kadar ikinci iddianamesi de hazırdı. Sizin önünüzdeki 3. iddianamesi. Bu neyi göstermektedir. Savcılar bu soruşturmada maalesef birer manivela görevi görmektedirler. Önlerine ne gelirse kimler iletirse onları almak zorunda kalmaktadırlar bu da ciddi bir rahatsızlık yaratıyor, bunu nerde görüyoruz bakın 15 Temmuzda savcının iddianameyi hazırladığını düşündüğün tarihten altı gün önce 9 Temmuzda cumhurbaşkanı olmadan olmadan önce dışişleri bakanı Gül, yakın çevresindeki gazetecilere, dikkat edin bu soruşturma büyüyecek diyor, bakın bu çok önemli savcı 15 Temmuz itibariyle, biz 30 temmuzda alındığımıza göre onbeş gün öncesi itibariyle kendisi iddianame yi hazırladığını düşündüğüne göre, onbeş temmuzda iddianamesi hazırdı fakat 9 Temmuzda kendisini yönlendiren siyasi irade bu soruşturmayı büyüt dediği için bizzat can Dündar ın ikinci öz tarihli yazısına göre 9 Temmuz itibariyle yakın çevresindekilere bu soruşturma daha çok şeylere gebe, dediği için savcı iddianamesini hazırlayamamış, yeni yeni dalgalarla, önce İsmail Yıldız ı almıştır, sonra da Ergün Poyraz’ı almıştır. Bakın savcının kontrolünde değildir soruşturma savcının kontrolünde soruşturmanın yürümediğini çok basit ve somut bir kanıtını nerde görüyoruz, bütün bu çalışmaların kendisine aktarıldığını, hatta bunun da ötesinde kendisinin ifadesi ile Şamil Tayyar bakın ne diyor, tüm bu dosyaları okuduğumda ben, gizlilik kararı nedeni ile 12 Haziran saat 20: 00 de bulunan bombalar ile ilgili 13 Haziran da karar istenilen gizlilik kararı ile ilgili ben aylarca bu soruşturma dosyası içeriği ile ilgili emniyet ifadesi dışında alamazken, hatta ve hatta şubattan itibaren kendi ifadelerinize bile siz alamazken Şamil Tayyar 11-12 ve 13 şubat 2008 tarihinde Neşe Tüzel e taraf gazetesinde vermiş olduğu beyanatında bütün bu dosyaları okuduğumda benim uykularım kaçtı demiştir. Benim alamadığım bir dosyayı sizin alamayacağınız bir dosyayı, Şamil Tayyar beyefendi alabilmektedir. Fakat Şamil Tayyar orda çok ilginç bir ifadeyi söylüyor, yine söylüyorum, savcılar bu soruşturmayı yürütmemektedirler. Onların arkasındaki Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığını şu şekilde ifade ediyor, emniyet istihbarat daire başkanlığının çok organize bir çalışma yaptığını bildirmiştir. Çok önemli bir şey daha var, diyor ki Neşe Tüzel kendisine, siz biliyorsunuz önümüzdeki dönem siz eğer tutukluluklara devam ettirirseniz bir numaraya ulaşmasına yönelik spor loto ve spor toto devam edecek.Ve burada diyor ki neşe tüzel, siz Ergenekon un bir ve iki numaralarını bildiğinize göre bey efendi her şeyi biliyor, bunu başka birileri de biliyordur. Polis bunların kim olduğunu biliyor mu? Bakın yanıtı çok ilginç Şamil Tayyar ın, biliyor başbakan da mutlaka biliyor, çünkü başbakan ı bu konularda periyodik olarak bilgilendirdiklerini düşünüyorum. Sayın savcılar sizin hakkınızda iddia edilen bu konu ile ilgili siz Şamil Tayyar ı çağırıp bizim soruşturmamızı biz asla başbakana teslim etmeyiz, biz kendisini asla periyodik olarak bilgilendirmeyiz dediniz mi acaba ? sayın Savcım size soruyorum, size soruyorum biraz sonra duymadım diyeceksiniz çünkü. Bu çok önemli ama, siz 22 ocakta birilerini almaya karar verdiğinizde bakın Şamil Tayyar ne diyor, veli küçük gözaltına alınmadan ve operasyon için düğmeye basılmadan önce İstanbul emniyet Müdürü Ankara ya geldi, sizin görevlendirildiğiniz zamanda tam 17 Ocak itibariyle, sizin görevlendirildiğinizde İstanbul emniyet Müdürü Ankara ya gelmiş, ve demiş ki Başbakanlığa ve İçişleri Bakanı ile görüştü. Başbakan ın yapın talimatından birkaç gün sonra sizin görevlendirilmeniz ile birlikte çok gizli bir planlama ile operasyona başlandı. Sizin huzurunuzdaki operasyon bu şekilde geldi. Bunu biz söylemiyoruz beyefendi, bunu söyleyen sizlerden bilgi aldığını söyleyen, bütün dosyaları okuduğunu zaman geceleri uykuları gözüne gelmeyen kimse söylüyor, bütün bu bilgileri. Tam siz bilmeyebilirsiniz yalnız, çünkü sizin görevlendirildiğiniz dönemde siz de dosyaya vakıf olmayabilirsiniz, ama keşke sayın savcı Zekeriya Öz, burada olmuş olsa idi. Onun bilmiyorum deme şansı olmayacaktı çünkü. Bir gazeteciye bir kitap kaleme aldırıldı. Zihni Çakır isimli bir gazeteciye. Yine ben bir gazeteci olarak ifade edeyim, bir kitap kaleme aldırıldı, ama sayın Perinçek doğru söylüyor 2006 yılında kendisi hakkında kendisi hakkında ki bir şikayet olduğunda emniyette vermiş olduğu mesleğiniz nedir yanıtı, ben tesisatçılık ile ilgileniyorum diyor, sonra kitabı kaleme aldıktan sonra 2008 yılında yine birisine bir hakaret veya tehdit ile ilgili emniyete davet edildiğinde ne iş yaparsınız dendiğinde yazarım diye ifade ediyor, Türkiye deki yazarlık kriterinin ne kadar kızlı geçişlere sahne olduğunun somut bir göstergesi olmakla beraber burada ben size bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Bu yazar bu soruşturmada bildirilen belki önümüzdeki dönemde gelecek olan klasörlerle savcılar tarafından da huzurunuza getirilecek olan üç tane toplantıdan bahsetmektedir. Üçüncü toplantı bu dosya ile irtibatlı olduğu için söylemek istiyorum. Ataşehir de bir toplantı olduğu ve bu toplantıya daha sonraki beyanatları ile Osman Yıldırım ın da katıldığını söylüyor. Fakat biz o konu ile ilgili bir dava açtık. Açtığımız davada huzurunuzda yanıtlarını da sundum. Genelkurmay başkanlığı, MİT müsteşarlığı ve emniyet genel müdürlüğüne böyle bir toplantıya ilişkin ellerinde rapor olup olmadığını sorduk. Gelen yanıtlar iki konuda çok önemlidir. Bir tanesi bu yazarın yalan söylediğini göstermektedir. Neden çünkü yazar kitabında bu raporları gözleri ile gördüğünü söylemektedir. O rapordaki gördüğünü söylediği raporlardaki isimler, TSK nın çok değerli mensupları vardır, çok değerli sivil toplum kuruluşu mensubu vardır, bir kısmı yargılanan siyasetçilerin katıldıkları iddia edilmektedir. O getirtilebilecek yeni bir dalganın alt yapısını oluşturmak amacı ile bu yazara yazdırılmış olan kitaptır. Çok ilginçtir, o yazar ile ilgili açmış olduğumuz ikinci dosyada birincisine emniyetten başka birisi yanıt verirken olmadığını bildirirken, ikinci yanıtı kim vermiştir, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, gerekçesi nedir, biz emniyet olarak mahkeme bizden bir şey istediğinde biz özel hukuk davalarında yanıt vermek zorunda değiliz diye yanıt vermiştir. Neden çünkü yazara servis edenler açığa çıkmıştır. Yazar tazminata mahkum olacağını görünce bana bu belgeleri verdin yazdırdın, çık artık arkamda dur dediğin için yanıt vermek zorunda kalmışlardır. Fakat çok önemlidir. Çok ciddi insanlar hakkında töhmette bırakacak iddialarda bulunuyorsunuz, fakat bunun arkasında bulunamıyorsunuz, üçüncü toplantı Ataşehir toplantısı diye bildirilen çok haklı olarak mahkemenizce de tüm sanıklar veya katıldığı bildirilenlerin o konuşma tapeleri veyahutta sinyalleri geldiğinde gerçek olmadığı bildirilecek toplantıya katıldığı iddia edilen insanlarla ilgili ve diğer bir konu ise şu MİT sayın savcılık tarafından bu dosya içeriğinde buradaki soruşturmaya konu olan bir örgüt var mı diye bildirildiğinde, bu toplantılarda dahildir vardır diye bildirmiştir. Fakat zihni Çakır ile ilgili toplantılar var mı , üçüncü toplantı, vardır dediği toplantı ile ilgili bu sefer benim böyle bir rapordan haberim yoktur, diye bildirmiştir.. Yani MİT ne yapmaktadır, savcılık kendisine bir eli ile verdiğini bana bunlar 2003 yılında geldi, ben de bunları aynı şekilde değerlendirdim diye bu sefer sayın savcının önüne atmaktadır. Sayın savcı da görüyor musunuz bakın, MİT müsteşarlığı da benim bilgilerimi teyit ediyor, kendisinin elinde de resmi belgelerle böyle bir örgütün var olduğu teyit edilmektedir deyip iddianameyi buna gerekçe kılmaktadır. Ama bütün bunların hepsinin altında yatan tek bir tane belge var, oda Tuncay Güney den 2001 yılında elde edilen belgeler, savcı mit müsteşarlığına aynı belgeleri 2002 yılı itibariyle bir cd ve ekleri ile birlikte gönderilmiş, ben böyle bir örgütten haberim yok diye MİT müsteşarlığı bilgi veriyor, yeni bir yazışma konusunda aynı belgeler gönderilince MİT müsteşarlığı bu sefer ben bu konuda elimdeki belgeler sadece bana müstear bir isimle gönderilen yazı ve iki tane cd lerden ibarettir deyip yanıt vererek aynı soruşturma çerçevesi oluşturuluyor, niye bunu anlatıyorum, biraz sonra detayını anlatacağım, Zihni Çakır ’ ın kitabındaki raporlar da bir gün eğer siz bu tutuklulukları devam ettirirseniz, aynı şekilde karşınıza gelecek, bir yazarın gözü ile gördüğünü ifade ettiği sahte raporlar hazırlanacak. Bu sahte raporlara istinaden hiçbir gerçekliği olmadığı halde hiç kimse birbirini tanımadığı halde bu dosyanın içerisine eklemlenecek. Ve TSK nın değerli mensupları sizin heyetinizin karşısında maalesef tutuklu olmaya devam ederek, aylar yıllar sürecek korku tünelinin içinde yargılanmaya devam edecekler. Peki bütün bunlarda başbakan durup dururken sadece savcısı olduğunu ifade etmenin dışında şu beyanı da çok önemlidir başbakan ın, biraz önce savcım dedi ki ben İstanbul Emniyet Müdürünün gittiğimden haberim yok, dedi. Başbakan 17 şubat tarihinde ve çok ilginçtir 22 Şubatlı dalgadan tam önce, ama artık orda görevde idiniz sayın savcım. Bakın 17 şubatta Başbakan ne diyor, yürütmenin yargıya intikal ettirdiği bir soruşturma vardır, diyor. Yürütmenin yargıya intikal ettirdiği bir soruşturmanı kovuşturmasını yürütüyorsunuz sayın heyetiniz şu anda. Birinci sınıfta anayasa hukuku dersinde siz herhangi bir hukuk fakültesinde yürütmenin yargıya herhangi bir soruşturmayı intikal ettiğini söylediğiniz anda siz anayasa hukuku dersinden kitabın tamamını ezbere yazsanız da sınıfta kalırsınız. Sayın savcım da geçemezdi eğer orda deseydi ki, ben ilerde savcı olacağım, ben görevlendirildikten sonra eğer Başbakanın yürüttüğü yargıya intikal ettirdiği bir soruşturmada ben beş gün sonra benim bulduğumu iddia ettiğim kişilerle ilgili ben eğer insanları göz altına alma kararı verecektim, talepte bulanacağım demiş olsa idi. Sayın savcım da o zaman asla hukuk fakültesinden mezun olamazdı. Çünkü çok tırnak içinde şu söylenir, bu bir fahiş hatadır, bu fahiş hatayı yapan bir kimsenin yeniden bu ders ile ilgili bütünlemeye kalıp o kitabı tekrar okuması gerekir. Dedi.
Duruşmaya ara verildi.
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.
Tutuklu sanıklardan Rafet Arslan ve Murat Özkan ın geldiği, keza başka suçtan tutuklu sanık Semih Tufan Gülaltay ın gelmediği anlaşıldı.
Bir kısım sanıklar müdafileri Av. Zerrin Öztürk, Av. Oya Öznur, Av. Özcan Yüksel, Av. Rahmi Kuşçu, Av. Engin Kadıgil, Av. Ayşe Gülşahin ve Av. Filiz Esen in de geldikleri görülmekle huzurdaki yerlerine alındılar.

Sanık Ergün Poyraz müdafii Av.Mustafa Hüseyin Buzoğlu :

Öğleden önce yapmış olduğum değerlendirmeler ile birlikte, savcılar ve ilgililerin şahsi sorumluluğu olan iddianamede terör örgütünün propaganda biriminde faaliyette bulunmaktan müvekkilim poyraz hakkında bir dava açılmıştır. Bu iddianamede kendisi hakkında isnat edilen suçlamalar şunlardır, silahlı örgüt üyesi olmak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etmek, Ruhsatsız silah bulundurarak 6136 sayılı Yasaya aykırı davranmak kişisel verileri kaydetmek, devletin güvenliği iç ve dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri elde etmek,Türk silahlı kuvvetlerine ait gizli bilgi ve belgeleri kitaplarında kullanmak suretiyle amacı dışında kullanmak, TSK ya ait gizli bilgi ve belgeleri elde etmek. Ancak sayın poyraz hakkında bizzat kendisine ilişkin isnat edilen bu suçlamalara daha sonra irdelemek ile birlikte iddianamenin bütününü ve bu bütün içindeki hukuki ve maddi gerçekliklere aykırılıkları ve çelişkileri sayın heyetinize aktarmadığımız takdirde sadece Ergün Poyraz ile ilgili bu çelişkili bilgileri çok basit sadece silah ruhsatı ile ilgili olan vaka huzurunuzda ifade edilmiştir. Sadece bunları bildirmenin yeterli olmayacağı kanaatindeyiz. Bu bağlamda iddianame bir bütün olarak değerlendirildiğinde, iddianamenin 31. sayfasında soruşturmanın 12/06/2007 tarihinde kollukça alınan bir telefon ihbarı ile başlatıldığı ve genişletildiği bildirilmiştir. Öğleden önceki ifadelerimde dikkat çektiğim gibi, sadece 12 Haziran 2007 tarihi itibariyle 27 tane el bombasının bulunduğundan hareketle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının, Beşiktaş savcılığının bu konuda görevlendirilmesi, sayın Zekeriya Öz e bu dosyanın tevdi edilmesi, sayın heyetiniz huzurunda yapılacak yargılamada önemle irdelenmesi gereken bir husustur. Bu benzer durum yakın adli yargı tarihimizde bir kez daha Şemdinli iddianamende karşılaşılmıştır. Şemdinli iddianamesi ile ilgili somut bu gün itibariyle Yargıtay incelemesinden de geçen dokuzuncu ceza dairesinde iddianamelerde bulunması gereken hususlar bakımından şu gerçekliklere dikkat çekilmiştir ki, bize göre sayın heyetinizin bu önünüzdeki dosya ile ilgili 2455 sayfalık ve eklerindeki iddianameler ve gelecek soruşturma sonucundaki ek iddianamelerle birlikte aynı hususların yine irdelenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle aynı satırları aktarma ihtiyacını duyuyorum. 9. ceza dairesi şu saptamayı yapmıştır. Dosya kapsamına bakıldığında bu suçların maddi ve manevi unsurları itibariyle oluştuğuna ilişkin herhangi bir delil bulunmadığı gibi suç vasfına ilişkin nitelendirmenin hayal gücünün de çok ötesinde tamamen varsayımlara dayalı hukuki değerden yoksun bir düşünceye dayalı olduğu anlaşılmaktadır. Maleseftir ki, aylardan beri tutuklu olan biraz önce ifade ettiğim gibi önümüzdeki Türk siyasi tarihinde de yeni gelişmeleri beraberinde getirecek oluşumların gebeliğini teşkil eden iddianame aynen bu satırlara uymaktadır. Bu iddianamemde de hiçbir maddi ve manevi olgu somut olarak ortaya konmamış, objektif değil öznel değerlendirmeler ile iddianameye yansıtılmış ve maalesef dairenin kararında bildirildiği gibi suç vasfına ilişkin nitelendirmenin hayal gücünün de çok ötesinde tamamen varsayımlara dayalı hukuki nitelikten uzak bir iddianame sayın mahkemenizin önüne getirilmiştir. Buna karşılık iddianamenin 32. sayfasında ise, soruşturma kapsamında ele geçen İstanbul, 29 Ekim 1999 ergenekon analiz yeni yapılanma yönetim ve geliştirme projesi isimli doküman ve soruşturma evrakı genelinden bakıldığında, Ergenekon terör örgütü iddiasının bu dokümanın yazım tarihi olan 1999 yılından da öncesine ilişkin bilgi ve belgelerin adeta sayın savcının elinde olduğu bir iddia ortaya konulmaktadır. Hatta iddianamenin bir yerinde 1935 lerden itibaren değerlendirme yapılmış, hatta bir yerinde 1965 yılına kadar örgütün çalışmalarına devam ettiği bildirilmiştir. Ancak huzurunuzdaki sanıkların doğum tarihlerine baktığınızda 1965 itibariyle böyle bir örgütlenmenin söz konusu olmasının maddeten mümkün olmadığı açıktır. Bu bağlamda savcılık makamınca 1999 öncesine dayanan daire kararlarına yansıdığı üzere, eğer bir örgüt iddiası söz konusu ise şu unsurların bulunması gerektiği sayın heyetiniz de bilgisi dahilindedir; birliktelik, iltisak ve örgüt bağları, ancak bu iddianamede biraz önceki Dairenin kararında bildirdiğim üzere birliktelik konusunda iltisaklar konusunda ve örgüt bağları konusunda hiçbir somut iddia söz konusu değildir. Yinelemekle beraber sayın Poyraz a sorulan soruların içerisinde bu güne kadar örgütle ilgili birlikteliği, iltisaklanması ve örgüt bağları konusunda maalesef hiçbir soru tevcih edilememiştir. Biz bu bağlamda bizim savunmalarımız bittikten sonra sayın savcılıktan bu güne kadar tevcih etmedikleri bu soruları hakikaten somut bir şekilde sormalarını bekliyoruz. İddianamenin birçok yerinde birçok eylemi gerçekleştirdiği bildirilmiştir. Örgüt tarafından fakat şu anda huzurunuzda olan dosyada araç suçlar olarak Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin Yargıtay önünde olan dosyası dışında eylem diye nitelendirilebilecek hiçbir iddiası söz konusu değildir. Danıştay dosyasının yanınıza osmanımlar diye nasıl getirtildiğine ilişkin değerlendirmemi biraz sonra arz edeceğim, müvekkil poyraz hakkında gözaltı kararı verilmesinin gerekçesi iddianamenin 37. sayfasındaki satırlarla ifade edilmiştir. Ve burada gerekçe olarak sanık Gürcihan daki bilgisayarları incelendiğinde ve sanık Yıldız ın bilgisayarları incelendiğinde çok ilginçtir, Ergün Poyraz da da sanık yıldız da ele geçirildiği bildirilen gizli belgelere ulaşılabileceği değerlendirildiğinden, Ergün Poyraz ın gözaltına alınmasına karar verildiği bildirilmiştir. Ama huzurunuzda emniyet ifadesi var, savcılıktaki kendisine soru sormayan savcının Ergün Poyraz ın fadesi var, sorgu da var, 24 Nisan 2008 tarihli ifade de var. Gürcihanda çıktığı bildirilen veya İsmail Yıldızda çıktığı bildirilen bir tane belge bu güne kadar savcılık tarafından, emniyet tarafından Ergün Poyraz a sorulmamıştır, bunun gerekçesi Ergün Poyraz ın iddianamenin 37. sayfasında bildirildiği gibi, diğer iki sanıkta çıktığı bildirilen belgelere Ergün Poyraz da da çıkabileceği değerlendirildiğinden dolayı değil. Kendisi sansürlenmek için alındığı somut ve açıktır. Kaldı ki ceza yargılamasında hiç kimse hiç kimsede çıkabileceği değerlendirildiğinden dolayı göz altına alınamaz. Eğer bunun doğru olduğunu hukuki olduğunu kabul ettiğimiz takdirde, avukat Mustafa Hüseyin Buzoğlu nda çıkabileceği değenlendirilen bir takım belgelerden hareketle veya bizzat benim kendi ifademle sayın Erenerol a o belgeyi verdiği için Avukat Hüseyin Buzoğlunda da olabileceğinden dolayı sayın savcı benim hakkımda tutup ta gözaltına alınmasına karar verdiğini düşündüğü takdirde, maleseftir ki konuşmamın başlangıcında olduğu gibi o korku tünelinin içine hepimizin dahil olması mümkündür. Ancak soruşturmaya hakim olan zihniyet bağlamında kendisine bu sorular sorulmadığı halde gözaltı gerekçesi olarak iddianamede bunun bildirilmesi sayın savcılar tarafından değil bu soruşturmanın belli odaklar tarafından yürütüldüğünü ve Ergün Poyraz ın çalışmalarından duyulan rahatsızlık nedeni ile kendisinin gözaltına alınmasına karar verildiğini Abdullah Gül ün açıklamalarının dışında somut bir olgu olarak göstermektedir. Savcılık Tuncay Güney isimli kişinin dosyada resmi olarak ifadesi olmamasına rağmen 41. sayfasında şöyle demiştir, Tuncay Güney in bu konudaki beyanları üzerine de ilham Selçuk unda örgütle irtibatlarının bulunması sebebiyle, bakın yine aynı mantık var. Birisinin beyanı veya birisinin öznel değerlendirmesi üzerine, başka birisinde aynı belge ve bilgilerin veya isnatların olabileceği düşüncesi ile gözaltına alınabileceği bir mantık bir bu yaklaşımla sergilenmektedir. Fakat burada dikkat çeken husus şu, Tuncay güney in bu konudaki beyanları üzerine de, fakat dosya içinde Tuncay Güney ile ilgili hiçbir beyan yok o zaman savcılık burada maddi olguları da açıkça çarpıtarak iddianameyi tanzim ettiği açıktır. İddianame nin 43. sayfasında müvekkile ilgili jandarmadan para alındığına ilişkin belgeden bahsedilmiştir, işçi partisinde bulunan 4 nolu cd olarak adlandırılan cd içerisinde A.Gül Eminağaoğlu hazırladı başlıklı dosya içinde şüpheli Ergün Poyraz ın bazı jandarma üst düzey görevlilerinden yaptığı işlere karşılık, çok ciddi bir suçlama, yaptığı işlere karşılık para aldığına ilişkin tutanakların word belgesi olarak düzenlenmiş bilgisayar kayıtlarının olduğu öne sürülmüştür. Fakat bu belgeyi siz bulduğunuz zaman bizim tarafımızdan dün itibariyle sayın mahkemenizin ara kararla tesis etmiş olduğu, jandarma genel komutanlığına soru sorulması ile ilgili ara kararı bunların hiçbiri olmamış olsa idi. Yani bizim tarafımızdan bu belge dosyaya sunulmamış olsa idi. Sayın savcı o zaman sadece bu belgeye ilişkin olarak böyle bir isnatta bulunmasını bir hukukçu olarak kabul edebilmek mümkün mü. Fakat biz bu iddialar bizim görmeden bir takım gazetecilere Ergün Poyraz ile bilgiler servis edilince jandarma genel komutanlığına müracaat ettik. Ve Taraf Gazetesinde çıkan bu haberi de ekleyerek bu konuda kendi arşivlerinde herhangi bir belge bulunup bulunmadığını sordum. Gelen yanıtta arşiv kayıtlarında böyle bir belgenin bulunmadığı bildirildi. Sayın mahkemenizce her ne kadar belki biz fotokopisini sunmuş olduğumuz için aslını isteme adına yeniden sorulmasına karar verilmiş olabilir, fakat önemli olan konu şu savcılıkta bu belgenin fotokopisi var. Savcılık eğer hukuki bir soruştura yürütüyorsa, yapması gereken fiil bunu sizin yaptığınız gibi belgelerini ekleyip jandarma genel komutanlığına, ya benden bu belgenin aslını isteyecek, ya da jandarma genel komutanlığına soracak, bu belge varken siz hala bu belgeyi de hiç bahsetmeden. Eğer iddianame ye koyuyorsanız, bunun adı iddianame olmaz. Bunun adı sizin yürüttüğünüz siyasi soruşturma sonucunda siyasi bir linç olur, sansürlenme olur. Siyasi linç in sorumluluğunu sayın savcılar da yüklenmek zorundadırlar. Bu belgenin mevcudiyetine rağmen CMK 170 maddesi açıkça ihlal edilmiştir. İddianamenin 44 ve 45. sayfalarında Danıştay saldırısı hükümlülerinin tanık sıfatı ile ifadelerinin alınması bildirilmiş ve çok ilginçtir ilerde aynı eleştiriye muhatap olmamak için Danıştay saldırısından mahkum oldukları ve hükümleri bulunan bu sanıklarla ilgili alınan beyanlarda, yargılanmış sanıkların dosyadaki delil ve olayın işleniş şekline etki etmeyeceği bağlamda ifadelerinin alındığı bildirilmiş, fakat gizli tanığın ifadesi ile birlikte sayın savcının hiçte bu iddianamede bildirildiği gibi değil , Osmanım diyerek ifadeler aldığını görmekteyiz. Demek ki iddianame maddi olguları çarpıttığı gibi hukuken gerçekte yaptıkları işlemlerin suç teşkil ettiğini bildiği halde bilerek tanığı yönlendirdiği hatta Osman Yıldırım ın ifadeleri yeterli görülmeyip Osman yıldırım ın beyanlarını gizli tanık 9. un beyanları teyit etmektedir. Şeklinde sayın mahkemenizi de yanıltacak şekilde beyanların alındığını görüyoruz. Burada sayın tekin tarafından huzurunuzda Osman Yıldırım ın beyanlarındaki açık çelişkiler ile ilgili çok detaylı açıklamalar yapıldığından, ben çok detaylı bir bilgiye girmeyeceğim, fakat sadece dikkat çekmek istediğim husus, Avrupa insan hakları mahkemesi eski üyesi sayın Rıza Türmen eğer bir yargılama sadece gizli tanıklar üzerine kuruluyorsa bu dosya Avrupa insan hakları mahkemesinden geri döner diye açık bir ifade kullanmıştır. Eğer huzurunuzdaki kamusallaşmamış alenileşmemiş olmuş olsa idi, sayın Türmen tüm belge ve bilgileri hakim olmadığı için yanlış bir hukuki değerlendirmede bulunuyor diyebilirdik, fakat çok yazıktır ki mevcut iddianame içerikleri sayfa sayfa kişilerin özel bilgileri en yakınları ile paylaştıkları bilgiler, ailevi bilgiler, çarşaf çarşaf bunlar sergilendiği için sayın türmen in bu gün itibariyle gizli tanıklara dayalı değerlendirmesini maalesef sayın mahkemeniz heyetince yapılacak yargılamanın gideceği yer ile ilgili somut sonuçları da göstermektedir. Burada bir parantez açmak istiyorum. Adalet bakanlığının sitesine girdiğinizde sayın Zekeriya Öz’ün bir çalışmasını görüyorsunuz, Avrupa insan hakları sözleşmesinin 6. maddesi bağlamında neden Türkiye Cumuhuriyeti Devleti aleyhine Avrupa insan hakları mahkemesine bu kadar çok dosya gittiğini kendisi bizzat irdeliyor, buradan tekrar söylüyorum, yazılı beyanlarımızda da tekrar ettim. Sayın Zekeriya Öz, ün çalışmasındaki bildirdiği her satırın altına ben imza atmaya hazırım, fakat atamayacağımız sayın Öz, o çalışması içinde bildirdiği hiçbir satırın gereğini maalesef bu iddianamenin hazırlanması aşamasında, soruşturmada gerçekleştirmemiştir. Bu bağlamda demek ki sayın Öz, yapılması gereken bu soruşturmada uyulması gereken tüm kuralları, iç hukuk kuralları ve uluslar arası normları çok iyi bilmektedir, fakat kasıtlı olarak bunların hiçbirinin gereğini yerine getirmemiştir. Ve kendisinin çalışması sonucundaki sorduğu soru daha doğrusu bu çalışmasının yapılmasının amacı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çok daha fazla o mahkeme önünde mahkum olmaması , yeni dosyaların gelmemesi olarak bildirilirken, şuradaki bulunan sanıkların hepsinin ve bundan sonraki getirilecek olan sanıklar ve sayın heyetiniz sorumluluğu üstlenmediği takdirde gelecek olan yeni şüpheli ve sanıkların en sonunda nereye gidecekleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin sayın savcıların fiillerinden dolayı nasıl mahkum olacaklarını hep beraber göreceğiz. Savcılık 46. sayfada sanıklarda bulunan bilgisayarlar ile ilgili olarak şu işlemi yaptığını bildirmiştir, içinde suç unsuru bulunan bilgisayarlar adli emanete aldırılmış olup suç unsuru içermeyenler imajı alındıktan sonra iade edilmiştir, fakat bunun da maddeten gerçek dışı olduğu sayın heyetiniz huzurunda hemen hemen tüm sanıklar tarafından bize imajı alındıktan sonra bilgisayarlar verilmedi, cdler verilmedi gerekçesi ile istemde bulunulması ve neticesinde heyetinizce verilen kararla aslında 46. sayfada bildirilen savcılık tarafından 134. maddeye göre uyulması gereken kuralların bilindiğini fakat kasıtlı olarak yerine getirilmediğinin somut göstergesidir. Bu bağlamda müvekkil ile ilgili olarak elde edildiği iddia edilen gerek cdler gerek bilgisayarlarında bulunan belge ve bilgiler ile ilgili olarak CMK 134 maddesine açık aykırılığın bulunduğu, gerek TCK nın , gerekse Anayasanın açık hükmü karşısında hukuka aykırı olarak elde edilen tüm delillerin daha önce meslektaşlarımın da bildirildiği üzere sayın savcılar ile savcıların sorgusuna dahi imkan vermeden derhal dosyadan çıkartılması gerekir. Aksi takdirde sorgu aşamasında delillerin değerlendirilmesi aşamasında hukuka aykırı elde edilen deliller mahkeme huzurunda değerlendirilip ondan sonra çıkartılması gibi hukuka aykırı bir süreç söz konusu olur ki bunun adil yargılanma ilkesine aykırılığı çok somuttur. Bu bağlamda iddianamenin 46. ve 47. sayfalarında genelkurmay Başkanlığına bir yazı yazıldığı, Genelkurmay Başkanlığınca Ergenekon diye bir örgütün kendi bünyesinde bulunmadığı bildirilmiş, fakat çok önemsediğim öğleden sonra da bildirdiğim gibi , MİT müsteşarlığının 31/10 2007 tarihli Ergenekon isimli oluşum ve şüphelilerden çıkan örgütsel içerikli belgelerin MİT müsteşarlığı ile alakası olup olmadığı konusundaki değerlendirmeler aktarılmıştır. 49 ve 50. sayfalardaki bu değerlendirmelere baktığımızca mit müsteşarlığınca bundan sonraki aşamada 09/05/2008 tarihinde bir yazı gönderildiğini görüyoruz, ancak yine çok ilginçtir, 2001 tarihindeki tertipten bir sonuç alınamayınca, her zaman bu güne kadarki Fethullahcı örgütlenmenin yaptığı gibi isimsiz bir mektupla ekindeki bir takım belge ve bilgilerle resmi makamlara bilgilendirilir, onların uzantıları bürokrasiden bir yanıtlar alınır, bu yanıtlar mecliste soru önergelenir, soru önergeleri basında yer alır, ve basının üzerinden kamuoyu olmayan bilgiler üzerinden tartıştırılır ve adeta o isimiz mektuptaki belge ve bilgiler gerçekmişçesine siz bunu algılamaya başlarsınız bunun adı psikolojik harekattır. 2001 tarihindeki tertip tutmayınca onlar 2002 yılında Temmuz ayında yine MİT in bizzat kendisinin yazısı ile kendilerine 03 Temmuz 2002 tarihinde şu anda tartıştığımız internette yayınlandığını ifade ettiğimiz, bu soruşturmadan çok önce kitaplarda bulunduğunu söylediğimiz, basındaki yazarların bende de bu belge var diye satırlar kalem aldıkları Ergenekon ve lobi belgeleri 03 Temmuz 2002 tarihinde MİT müsteşarlığına gönderilmiştir. MİT müsteşarlığı çok ilginçtir, bunlar ile ilgili hiçbir resmi soruşturma yapmamıştır. Çok ilginçtir, MİT müsteşarlığı kendi, dilekçe verilmesi hakkındaki kanuna göre yanlış hatırlamıyorsam 3071 sayılı kanun olması lazım, bu güne kadarki tertiplerde hep aynı gerekçeyi bildirdiğimiz için hatırlıyorum bu kanunu, bu kanun der ki eğer isimsiz ve adresi yoksa böyle bir dilekçe asla işleme konmaz. Bir istisnası vardır, eğer bildirilen hususular ciddiye alınacak olgular söz konusu ise o zaman resmi makamlara bunlarla ilgili soruşturma yapılması bildirilebilir. Fakat 03 Temmuz 2002 de MİT müsteşarlığına ulaşan bu bilgi ve cdler ile ilgili MİT müsteşarlığı hiçbir resmi soruşturma başlatmamıştır, demek ki resmi soruşturma başlatmadığınıza göre, hakkındaki dilekçe verilmesi kanununu siz de göz ardı ediyorsunuz, fakat ne yapmıştır, ve gelen ve belgeleri adeta MİT müsteşarlığı şahsi bir kurum, müracat ettiği şahıslar da şahsi bir dedikoduymuşcasına bu 3 Temmuz 2002 deki belgeleri başbakan ın şahsına göndermiştir, pardon önce genelkurmay başkanının şahsına göndermiştir. Daha sonra Başbakan ın şahsına göndermiştir. Ne yapılmak istenmiştir, 3 Temmuz 2002 itibariyle YAŞ öncesinde bir takım TSK ya mensup değerli üyeler ile ilgili bizim elimizde bir takım bilgi ve belgeler var, ey Genelkurmay Başkanı, bu belgelere dikkat et biz bununla ilgili servis edebiliriz diye mesaj verilmiştir. Bundan bir sonuç alınamadıktan sonra, çok ilginçtir, 17 Mayıs 2006 tarihinde Danıştay saldırısından bir hafta önce ocak ayında bu sefer aynı MİT müsteşarlığı senelerden beri hakkında hiçbir işlem yapmadığı bu belgeleri Başbakan a göndermiştir. Çok ilginç bakın bu belgeler Danıştay saldırısından önce Başbakanlığa gönderiliyor, bu gün yargılama aşamasında ulaştığımız sonuç şu MİT müsteşarlığı gelen cd ve belgeler üzerinden bir şema hazırlamıştır. Ve bu şema yine sizin şu anda savcılığın elindedir. Savcılığın üzerini karalayarak bildirdiği bazı isimler henüz bu gün itibariyle bu soruşturmaya dahil edilmemiştir, yinelemekle birlikte sayın heyetiniz tutuklulukları kaldırmadığı takdirde onlar da bu sepetin içersine dahil edileceklerdir. Korku tünelinden bizzat bu istasyona indirileceklerdir. Fakat önemsiyorum ben neden Danıştay saldırısını hemen öncesinde bunlar bildirilmiştir. Bunu nerde görüyoruz, biraz önce size bildirdiğim ve gösterdiğim 25 Mayıs 26 Mayıs Star Gazetesinde başbakan a işte bu gönderilen 03 Temmuz 2002 tarihli cdler üzerinden brifingler verilmiş, bizzat İsmet Berkan ın ifadesi ile verilen o brifinglerde şu anda sanık sıfatı ile karşınızda olanlar ve yenileri başbakan ın önünde bir Ergenekon diye açıkça ifade edilerek şemalar verilmiştir.bunun neticesindedir ki bazı sanıklar diyorlar ki bakan bu konuda başbakan yardımcısı sıfatı ile itiraz etti, yakında göreceksiniz neler olacak diye. Başbakan ın o başbakan yardımcısının bir suçu yok, o başbakan a o bilgileri o şemaları hazırlayan yapılanma ve odaklar onları da aynı şekilde söylemekten imtina etmek istemiyorum, aynı şekilde kucaklarına oturtmuşlardır. Onları da kontrolleri altına almışlardır. Bu soruşturma sayesinde bu soruşturmayı yürüten odaklar sadece yargıyı kitlememişlerdir, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kendi kontrollerine almışlardır. Bu gün itibariyle siz bizzat gazetecinin ifadesi ile İstanbul emniyet müdürünü gönderip birilerinin tutuklanmasına başbakandan izin alan başbakan ın artık bu soruşturma ile ilgili tıkanacağını mı düşünüyorsunuz. Artık bu soruşturmadan geri adım atması mümkün değildir. Bu anlamda geri adım attıracak bir tek merci kalmıştır. Büyük bir sorumluluk üstlenen sayın heyetiniz, fakat sorulması gereken sorular şunlardır, MİT in bu yazışmaları neticesinde MİT kuruluş kanunu ve varlık nedenine aykırı olarak neden tüm bu süreç ile ilgili olarak bir araştırma yapmamıştır. MİT in 2003 itibariyle kendilerine yazı gönderdiği iddianamenin öz savcısı başbakan ile dönemin Genelkurmay başkanı bu konularda kurumsal bir araştırma yapılması için görevlerinin gereklerini yerine getirmişler mi dir.? Bu denli ciddi olduğu bildirilen örgütlenme hakkında milli güvenlik kurulu veya her birinin bulundukları terörle mücadele yüksek kurulunda gündem maddesi belirlenip bu konuların görüşülmesi sağlanmış mıdır.? MİT aradan geçen beş senelik süre içinde somut herhangi bir veriye bulaşmış mıdır.? Veya böle bir konuda araştırma yapmış mıdır.? Yukarıdaki sorulara olumlu yanıtlar verilmemesi halinde bu durumda bu belgeleri alan bu belgeler ile ilgili, ilgili kurumları görevlendirdim diyen herkes görevlerini kötüye kullanmışlardır. Zira tüm bu MİT in yazıları başbakan a aktarıldığı tarih itibari ile kuvvetle muhtemeldir ki, bunlar önümüzdeki süreçte ortaya çıkacaktır, kuvvetle muhtemeldir ki Danıştay saldırısından önce bir senaryonun kurgulandığını, başbakan ın bu konuda gayri yasal bir şekilde bilgilendirildiğini, ve neticesinde Danıştay saldırısının hemen ertesinde bu senaryonun hayata geçirilmeye çalışıldığını Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesindeki görülen dosyaya konu bir kısım sanıklar orada haklarında takipsizlik kararı verildiği için tertibin tutmadığını göstermektedir. Tertip ne zaman yapılmıştır tekrar, 12 Haziran 2007 tarihinde bizzat heyetinizin tespit ettiği üzere babasının ihbar ettiği aynı saatlerde evin önünde bulunan Ali Yiğit üzerinden gerçekleştirilmiştir. Tertip yeniden Bakın 2001 tarihi itibariyle bir tertip vardı, tertip gerçekleşmemiş, ertesinde 17 Mayıs 2006 öncesinde aynı bilgiler aktarılarak yine bir tertip yapılmaya çalışılmış, gerçekleştirilememiş. Üçüncü tertip ne yazıktır ki bu gün bir kovuşturma olarak heyetinizin önündedir. Fakat çok önemli olan diğer bir husus bütün bu bahsetmiş olduğum cd ve belgeler nedir, bütün bu belgeler 2001 tarihi itibariyle hakkında dolandırıcılık iddiasından dolayı ne hikmettir ki evinde bir arama yapılıp bulunduğu iddia edilen Tuncay Güney den çıkan belgelerdir, 2001 tarihi itibariyle Tuncay Güney den çıkan belgeler bütün bu tertiplerin birer aracı haline kılınmışlardır. Sayın başkanlığınızın da bilgisinin olduğu üzere, terör örgütü iddiası ile bir davanın açılması öncesinde emniyet istihbarat daire başkanlığında bu örgüt ile ilgili belge ve bilgiler istenmektedir. Fakat dosyayı incelediğinizde göreceksiniz, 50 ve 54. sayfalar arasında Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığının, evet Ergenekon örgütü ile ilgili varlığını bildirmiştir, fakat çok ilginçtir vermiş olduğu yanıtta 12 Haziran 2007 tarihinde soruşturma başlatılmasını, bu soruşturma ile ilgili tüm bilgiler basına servis edilmiş olmasına rağmen, 2008 itibariyle sizin yürütmekte olduğunuz soruşturma kapsamındaki belgeler bizde vardır, demektedir. Yani 12 Haziran 2007 de bırakın onu 17 Mayıs 2006 itibariyle basında Ergenekon çarşaf çarşaf bildirilirken emniyet İstihbarat Daire Başkanlığının bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Fakat hukuken dikkate almanız gereken husus savcılık bu eliyle bir soruşturma yürütmüş ve bu elde etmiş olduğunu iddia ettiği bele ve bilgileri emniyet İstihbarat Daire Başkanlığına aktarmıştır. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı da senden gönderilen belge ve bilgilere göre ben ikna oldum. Burada bir Ergenekon terör örgütü var demiştir. Ve onlar da yasal süreçte görüyor musunuz, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığıda bir terör örgütü olduğunu bildirdi. Bu da Yargıtay ın aramış olduğu kriterlerden birisi sıfatı ile dosyaya sunuyoruz demiştir. Bunun hukuki olduğunu ileri sürebilmek inanın mümkün değildir. iddianamenin 54. sayfasında el bombasında tek kafile numarası ve bir kafilede binlerce el bombasının bulunduğu maddi gerçekliği kasıtlı olarak göz ardı edilmiş, ve şöyle denmiştir. El bombalarının incelenmesinde aynı yakın kafile ve stok numaralı bombaların kullanıldığı onsekiz olayın tespit edildiği, adeta bir bombalar imal edildğinde arka arkaya 1, 2, 3, 4 diye bir numaraların verildiği ve bu numaların arasında 27 tanesinin içinde bu numaralardan üç tanesinin seçilip Danıştay a atıldığı iddiası var. Fakat sayın yıldırım size tek tek bombalar ile ilgili kafile numarası ve diğerlerini aktardı. Onun için çok daha fazla detaya girmek istemiyorum. Bombalar binlerce imal edilmektedir. Bir savcı bu maddi gerçekliği bildiği halde aynı yakın kafile numaraları dediği takdirde soruşturmaya hakim olan zihniyeti bilerek manivela olarak kullandırdığını görüyoruz. Çünkü maddi gerçekliği bildiği halde TCK ya göre de suç işlemesine rağmen aynı yakın kafile numaraları demek mümkün değildir. iddianamenin 55. sayfasında yurt çapında eylemler yapan eylemler olduğu bildirilmiştir. Ancak somut olarak bu olgu ile ilgili iddianamede birçok yerde Necip Hablemitoğlu, Mc Donalds , Santaro, Malatya,Hrant Dink, İhsan Güven olayları incelenmiş, sayfalarca bunlarla ilgili belge ve bilgilere yer verilmiş fakat hangi suçlardan dolayı sanıkların yargılanıldığına ilişkin değerlendirmede bunların hiçbirisi yer almamıştır. O zaman savcılığın yapması gereken işlem şu, eğer varsa bunlarla ilgili somut bir olgunuz sayın heyetinizin karşısında iddianame olarak getirmesi lazımdır. Eğer bunlarla ilgili elinizde iddianameye koyacağınız hukuki bir olgunuz yoksa, bunlar ile ilgili asla iddianame bir değerlendirmede atıfta bulunmayacağınız gibi iddianamenin eklerinde de yer vermemeniz gerekir. İddianamenin 55. sayfasında Tuncay Güney isimli kişi için şüpheli denilmiş, ancak iddianamede bu isimle herhangi bir sanığa yer verilmemiştir. Çok dikkat çeken bir husus 2001 yılında yapılan soruşturmaya yapınan soruşturmaya takipsizlik kararını bizzat dönemin İstanbul Beşiktaş cumhuriyet başsavcı vekili Aykut Cengiz Engin vermiştir. Aradan seneler geçmiştir. 22 Ocak 2008 tarihinde yeni bir dalga ertesinde Aykut Cengiz Engin çıkmış, kendisini takipsizlik kararına belgelerle ilgili soruşturmada bu sefer Ergenekon diye bir örgütten bahsetmiştir. Tertibi yapanların 2001 den 2008 e ne kadar güçlendiklerini ve tertibi nasıl somut bir şekilde bir takım insanların alınmasına kadar getirebildiklerinin somut bir göstergesidir. Bu bağlamda biraz önce öğleden önce de söylemiş olduğum gibi iddianamenin bütününe baktığınızda bir tane iddianame görmüyorsunuz, birden fazla kurgulanan iddianamenin boya yapıştırıla bir araya getirildiğini görüyoruz. Tekrar söylemek istiyorum 15 temmuz itibariyle bir iddianame hazırladığını söylemiştir sayın Öz. 31 aralık itibariyle ikinci iddianame sini hazırlamıştır. Üçüncü iddianamesi şu anda sizin karşınızdadır. Ancak dikkat çeken husus tüm bunlarla ilgili, tüm bunlarla ilgili yeni iddianameler karşımıza geldiğinde aynı kurgunun devam ettirilmeye çalışılacağı ve ucu açık korku tünelinde yeni sepetlerin oluşturulacağıdır. Bu bağlamda biraz önce öğleden önce de söylemiş olduğum gibi iddianamenin bütününe baktığınızda bir tane iddianame görmüyorsunuz, birden fazla kurgulanan iddianamenin boya yapıştırıla bir araya getirildiğini görüyoruz. Tekrar söylemek istiyorum 15 temmuz itibariyle bir iddianame hazırladığını söylemiştir sayın Öz. 31 aralık itibariyle ikinci iddianamesini hazırlamıştır. Üçüncü iddianamesi şu anda sizin karşınızdadır. Ancak dikkat çeken husus tüm bunlarla ilgili, tüm bunlarla ilgili yeni iddianameler karşımıza geldiğinde aynı kurgunun devam ettirilmeye çalışılacağı ve ucu açık korku tünelinde yeni sepetlerin oluşturulacağıdır. İddianamenin içeriğinde tanzim edildiği tarih itibariyle örgütün diğer üyelerinin yakalanması için çalışmaları devam ettiği bildirilmiştir. Dünya adli yargı tarihinde eğer siz bir örgütle bağlantılı soruşturama yürütüyor iseniz ve sizin örgütle ilgili yeni şüphelileri öngörüyor iseniz, o zaman yapmanız gereken işlem bu iddianameyi tanzim etmemektir. Fakat siz bir taraftan iddianameyi tanzim ediyorsunuz, diğer taraftan iddianame içinde örgütün diğer üyelerinin yakalanması için çalışmaların devam ettiğini bildiriyorsunuz. Ve nitekim iddianame yi hazırladıktan hemen öncesinde 1 temmuz 2008 de yeni şüphelileri alıyorsunuz, hazırlamış olduğunuz iddianameye onları dahil etmiyorsunuz, diğer yakalanması düşünülen şüpheliler ile ilgili 23 eylülde yeni bir operasyon düzenliyorsunuz. Fakat burada önemli olan diğer bir konu genel olarak terör örgütlerinin uyguladıkları aşamalar başlığında iddianame içeriğinde terör olgusu terörizm olgusu ile de hiç ilgisi olmayan bir kurgunun ortaya konulmasıdır. Nitekim aynen şu şekilde söylenmektedir, terör örgütünün hazırlık alt başlığındaki birinci aşama ile ilgili olarak bu şekilde oluşan sempatizan kitle basit eylemlere başvurur ki Türkiye de 1965 e kadar olan geçen dönem bu aşamanın geçtiği dönemdir, biraz önce dikkat çektiğim üzere iddianame yi kurgulayanların gözündü bu iddianame 1965 lere taşınmıştır. Huzurunuzdaki insanlar arasındaki 1965 birlikteliğini sorgulayabilmek mümkün değildir. bizzat sayın Kerinçsiz in ifadesi ile üst düzey yönetici olduğu bildirilen iki kişi ile 2005-2006 yılında tanıştıklarını söylemişlerdir. 2005-2006 yılında tanıştıkları söylenen kişilerin 1965 lerde hazırlık hareketlerini gerçekleştirmeleri maddeten mümkün müdür? Ama sayın iddia makamı bunun maddeten mümkün olduğunu bildirerek bir iddianame tanzim etmiştir. Dikkat ederseniz, iddianamede terör örgütünü işlemiş olduğu suçlar olarak 3713 sayılı kanunda bildirilen sadece 312 ,313,314 ve 315 bildirilmiştir. Bu maddelerin tek bir ortak paydası vardır, bu maddeler sadece hükümete karşı kurulmuş bir örgütün varlığı iddiası ile iddianamenin tanzim edildiğini göstermektedir .fakat bu terörizmin uluslar arası kabul görmüş nosyonuna aykırıdır. Çünkü bir terör örgütü sadece mevcut hükümete karşı terörist eylemler gerçekleştirmez. Bir terör örgütünün muhakkak bir ideolojisinin olması gerekir. Burada asla Mustafa kemal Atatürk ün Atatürkçü düşünce sisteminin iddianame yi hazırlayan savcıların bulunma varlık nedenlerini teşkil etmesi nedeni ile bu örgütün ideolojisinin Atatürkçü düşünce sistemi olduğunu ifade etmek istemiyorum. Ancak eğer siz burada bir örgütün sadece hükümete karşı hükümeti ortadan kaldırmak için eylemler düzenlediği bu nedenle de terörist olduğunu ileri sürerseniz. Maalesef uluslar arası bu konuda oluşan olgular , nosyonlar bu iddia karşısında çok gülünç bir duruma düşersiniz. Çünkü bir terör örgütünün muhakkak bir ideolojisi olması lazım. Ve bir terör örgütü bu güne kadar ki örneklerinde olduğu gibi öncelikle anayasal düzeni değiştirmeye çalışması gerekir, bir terör örgütünün sadece mevcut hükümete karşı eylemler diye siz bildiremezsiniz, anayasal düzen ile ilgili kendi ideolojisine yönelik bir eylemler söz konusu değilse kabul görmüş bir terörizm olgusunun bu dosyada olmadığının da kabul edilmesi gerekir. Bu olgu bile herhangi bir ideolojisine ilişkin saptama olmadan uluslar arası hukukta kabul görmüş terörizm nosyonuna aykırı bir şekilde siz Ergenekon terör örgütünden bahsediyorsanız ve 312 den 315 e kadar ki maddeleri de araç suçlar olarak bildirmişseniz, bu iddianamenin aslında bir terör örgütü iddianamesi değil, AKP karşıtları iddianamesi olduğu somut gerçekliğini kabul etmeniz gerekir. Bir terörizmin terörist örgütün , terörizmin kabul görmemesinin gerekçesi faille mağdur arasında hiçbir bağ olmaması ve failin mağdura yönelik bir eylemi ile kitleye mesaj vermektir. Çok kötü kabul edilmesinin tüm dünyada terörizmin kabul edilmemesinin nedeni budur, faille mağdur arasında bağ yoktur, fail mağdura işleyeceği eylem ile kitleye mesaj vermektedir. Burada öyle bir eylem yok, eylem olduğu iddiasında olunanlar ise Danıştay saldırısı ve cumhuriyet gazetesine bombalar atılmasıdır, fakat burada önemle üzerinde durulması gereken husus şu, 312 den 315 e kadar sizin burada örgüt üyeliğinden yargıladığınız kimselere suçladığınız araç suç maddeleri AKP ile ilgilidir, peki AKP kimdir, anayasa mahkemesinin kararı ile laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğu teyit edilen partidir, dikkat ederseniz bu güne kadar iddianame ve sayın savcılar tarafından sorulan soru şudur, neden AKP ile ilgili bu eleştirilerde bulundun? Neden başbakan ile ilgili bu kitapları yazdın, neden Cumhurbaşkanı ile ilgili bu kitapları yazdın, aynen müvekkilde olduğu gibi. Müvekkil in kitaplarının sansürlenmesinde olduğu gibi, başbakan ve üyeleri hakkında siz kitap yazıyor iseniz, terör örgütü üyesisiniz, bu terörizmin hem ceza kanunumuz, hem 3713 hem de uluslarası kabul görmüş hukuka göre, böyle bir şeyi kabul edebilmek mümkün değildir. 68. sayfasında şöyle bir şey var, şüphelilerin terör örgütü adına gerçekleştirmeyi düşündükleri bütün gelir kaynakları. İddianame mantığına göre gerçekleştirmeyi düşündüklerinizi de iddianame tespit etmiş bu örgütün. Gerçekleştirmeyi düşündükleriniz üzerinden bir değerlendirme ile örgütü yine somutlaştırmaya çalışmaktadır. Soruşturmanın öz savcısı olduğunu bildirdiğimiz başbakan Antalya da Ardan Zentürk e yaptığı açıklamada sayın Necip Hablemitoğlunun öldürülmesinin örtbas edildiği açıklamasını yapmıştır. 70 sayfasında da sayın savcının osman’ım dediği 9 nolu gizli tanık ifadesinde şu savlara yer vermiştir. 1995 yılında ilimiz Gaziosmanpaşa ilçesi, Gazi mahallesinde meydana gelen kahvehane tarama ve öldürme, adam öldürme olaylarının bizzat Veli Küçük ün talimatı ile gerçekleştirildiğini, Hablemitooğlunun öldürülmesi olayının yine Veli Küçük ün talimatı ile yapıldığını bildirilmiştir. Fakat bu ifadenin nasıl alındığı bu gün ortaya çıktığında artık bu satırların hukuken kabul edilmesi mümkün değildir. ancak sayın heyetinizin belki takip etmediğinden dolayı bilemeyeceğini düşünüyorum, sayın Hablemitoğlu nun öldürülmesinden hemen önce yayınlanmaması için kendisine aktarılmış olan, kendisinin yazmaması için tehdit edildiği köstebek isimli eseri sayın iddia makamının bir kez daha okumasını istiyorum. Kendisinin başına bir şey geldiğinde kimler tarafından bu fiillerin faillerinin gerçekleştirileceğini tüm açıklığı ile orda yazmıştır. Eğer iddia makamı sayın Hablemitoğlu nun faillerinin bulunmasını istiyor ise, istiyordu ise, yapması gereken en önemli şey şu idi, bu iddianemenin eklerine sayın Hablemitoğlu ile ilgili bizzat vurarken kendisini gördüğünü, faili gördüğünü bildirenlerin de ifadelerini bu iddianamenin eklerine koymaması gerekirdi. Koymuşsanız bunun bir tek anlamı vardır, sayın Hablemitoğlu nun hangi odaklar, hangi odaklar sayın Hablemitoğlu nu öldürmüşlerse bu gün bu iddianameyi sayın heyetinizin huzuruna getiren aynı odaktır. Aynı odak kendisinin bulunmaması için, kendisinin ortaya çıkartılmaması için iddianame eklerini maalesef sayın savcıları aracı kılarak eklerine sayın Hablemitoğlu nun daha kapatılmamış, soruşturması devam eden tüm soruşturma dosyasını koydurmuştur. Tahmin ediyorum ve açıklamasını da bekliyorum sayın savcının necip Hablemitoğlu nun soruşturma dosyasının eklerinde bulunduğundan haberdar dahi olmadığını düşünüyorum. Çünkü bir cumhuriyetin savcısı böyle bir fahiş hatayı yapamaz. Soruşturması devam eden çok değerli bir aydınımız ile ilgili faili bulunmamışken siz o soruşturma evraklarını ekleri arasına koyuyorsanız, bunu çarşaf çarşaf kamuoyuna deklare ediyorsanız, bunun bir tek amacı olabilir. Hablemitoğlu nun faillerinin bulunmaması. Bu eklere baktığımda benim bu güne kadar sayın Hablemitoğlu ile ilgili o ekleri hiçbir yerde görmemiştim. Baktığımda bir şey dikkatimi çekti Ergün poyraz ın ifadesi yoktu. bütün herkesin ifadesini koymuşlar, fakat Ergün Poyraz ın ifadesi yoktu. tekrar söylüyorum sayın savcıların böyle bir fahiş hatayı yapacağını düşünmediğim için kendilerinin de arkasında bulunan aynı odaklar aslında necip Hablemitoğlu nun öldürülmeden önce köstebek isimli eserinde dikkat çekmiş olduğu kendisine kimlerin böyle bir eylemi gerçekleştireceğini açık açık bildiren Ergün Poyraz ın ifadesini koymayarak sonuçta aynı odaklarla işbirliği içersinde olduklarını somutlamışlarmdır. Nedir Ergün Poyraz ın ifadesinde, necip Hablemitoğlu nu emniyet içindeki Fethullahçı örgütlenme öldürmüştür demiştir. Ve bu yapı içinde köstebek isimli eserin yayınlanmaması için kimlerin emniyet içersinde tehdit ettiklerini ifade etmiştir. İşte tehdit ettiğini ifiade eden kimselerle bu odakların işbirliği neticesinde Ergün poyraz ın ifadesi konmaksızın hablemitoğlunu bütün soruşturma dosyası çarşaf çarşaf konmuştur. iddianamenin bütününe baktığınızda, neden Ergün Poyraz ile ilgili ruhsatlı silahının ruhsatlı silah olarak verildiğini görüyoruz, çünkü iddianamede 2006 yılındaki terörle mücadele kanunundaki değişiklik ile birlikte artık bir terörist örgütten bahsedebilmenin ilk koşulu silahlı bir örgüt olmasıdır. İddianamede, sayın savcılar nasıl bunu yazabilmişler bilmiyorum, silahlı örgüt nitelemesine gerek olmadığını, şahsi olarak değerlendirmelerinin bu yönde olduğunu bildirmişlerdir, ve bu değerlendirmelerini kuvvetlendirebilmek için de ruhsatlı silahları dahi ruhsatsız olarak bildirmişlerdir ki 2006 değişikliğini bildikleri için bu örgütün silahlı terör örgütü olduğunu en azından sizlere değil ama kamuoyuna ne kadar ruhsatsız silah var dedirtebilmek için koymuşlardır. Yoksa benim müvekkilimin ifade ettiği gibi üst arama tutanağında sizin ruhsatsız silahınıza, ruhsatlı silahınıza ilişkin ruhsatınız varsa, siz bununla ruhsatlı silah ruhsatını sunmuşsanız eylül 2007 tarihinde sunmuşsak hala bununla ilgili ruhsatsız silah iddiasında ise, burada hukuken değil maddeten, sizleri değil kamuoyunu kasıtlı olarak yönlendirmek ve bu ucu açık sepete yeni birilerinin dahil edilebilmesi için yapmış oldukları soruşturmanın hukuki olduğu kanısı yaratmaya çalışmışlardır. İddianamede ileri sürülen bağlantılı olduğu örgütlerden bir tanesi de Vatansever Kuvvetler Güç Birliğidir. Vatansever Kuvvetler Güç Birliği ile ilgili dikkat çekmek istediğim çok kısa bir husus var, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği nin yargılamasına da benzer şekilde bir yazışma yapmıştır. Ve o iki dosyanın da o dosyanın da birleştirilmesini istemiştir. Bu birleştirilmesini isteyen bildiği bir maddi gerçeklik vardır. o dosyada ilk duruşmamda hatırlarsanız 22 Temmuz seçimlerinden önce çarşaf çarşaf Vatansever Kuvvetler Güç Birliği olgusu olmuştur. O dosyada ne vekilim, nede şahsen hiç kimseyi tanımam fakat 22 Temmuz seçimlerinden önce aynen ergenekonda olduğu gibi Türkiye deki olan tüm olaylar Vatansever Kuvvetler Güç Birliği ne atfedilmişti. Sayın savcıların bildikleri halde iddianame ye yansıtmadıkları olgu şudur. O dosyada ilk duruşmada 9 Kasım 2007 tarihinde örgütün yöneticisi sıfatını taşıyanların hepsi serbest bırakılmışlardır. Tutuksuz yargılanmasına devam edilmiştir. Tutuklu yargılamasına devam edilenler şu anda yargılama bitmediği için böyle bir konuda hukuki bir değerlendirmenin yanlış olacağını düşünüyorum. Fakat iki gerekçe vardı, tarihi eser kaçakçılığı ve sahte senet. Bunun dışında çarşaf çarşaf iddianame de bilidirilen Vatansever Kuvvetler Güç Birliği ile ilgili bir yargılama söz konusu değildir. aynen Danıştay dosyasında olduğu gibi, bakın üç tane dosya aynı mahkeme, aynı mahkeme sayın savcılığa diyor ki , ben senin söylediklerine katılmıyorum, senin Vatansever Kuvvetler Güç Birliği ile ilgili nitelemelerin yanlış Danıştay dosyası ile ilgili senin bulduğunu iler sürdüğün hususular yanlış, ben sana katılmıyorum diyor, ama savcılık iddia ile ısrarla bu dosyalarla bu dosya arasında irtibat kurmaya çalışmıştır. Fakat 9 Kasım 2007 tarihinde oradakilerin üst düzey yönetici olarak bildirilenlerin serbest bırakıldığı maddi ve hukuki olgusunu iddianameye yansıtmamıştır. Neden, başlangıçta söylediğim gibi maksadın hasıl olması için. Burada ciddi bir yargılama yapılması için değil, buradan bir sonuç, hukuken bir sonuç almak için değil, sadece dava açmış olmak için, sadece kamuoyunda böyle bir sepeti açık bırakabilmek için iddianamenin 93. sayfasında Elçim Poyrazlar’ ın ABD de yapmış olduğu görüşmelerin neticesinde örgütün yurt dışı bağlantıları olarak bildirilmiştir. Bunu abesle iştigal olarak görüyorum. Elçim Poyrazların sadece yapmış olduğu görüşmeye bu şekilde değerlendiren sayın iddia makamını bizim bürokrasideki geleneksel yapımıza ve bizzat normatif kurallarımıza göre Başbakan ın yanına dış işleri bürokratlarını almadan aynı kişilerle ABD de yapmış olduğu görüşmeleri acaba nasıl nitelendirdiklerini merakla bekliyorum.? Sayın savcılar bu dosyanın içeriğini maalesef Mustafa kemal Atatürk tarafından kurulan patrikhaneyi de dahil etmişlerdir. Türk Ortodoks patrikhanesini ne zaman dahil etmişlerdir. Yunanistan başbakanının Türkiye yi ziyaretinden bir gün önce. Ben sayın heyetinize bu konuda çok uzun değerlendirmelerde bulunmak istemiyorum, fakat sadece bir soru sormak istiyorum. Bu gün istanbulda rum Ortodoks patrikhanesinde canlı yayınla bir kişi öldürülüyor olsa, bütün kamuoyunun önünde lütfen kendi kendinize değerlendirin Türk polisine de birisi şikayet etse, bakın orada birisi öldürülüyor dese, Türk polisi rum Ortodoks patrikhanesine girebilir mi giremez mi ? eğer girebilir diyene ben bu güne kadar rastlamadım. Eğer siz şahsi vicdani kanatinizle türk polisinin rum Ortodoks patrikhanesinde bir kimse boğazlanırken girebiliyorsanız, hiçbir sorum yok. ama giremiyor diyorsak, bunların Türk polisini giremediğini bildirdiğimiz rum Ortodoks patrikhanesi orda dururken Mustafa kemal Atatürk ün kurduğu türk Ortodoks patrikhanesi bu şekilde linç ediliyorsa bu soruşturmanın bir kez daha değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan iddianamenin bütününde ve 99. sayfasında bu örgütün gizlilik ilkesine çok fazla önem verdiği ifade edilmiştir. Fakat çok ilginçtir, çok fazla detaylı olarak sizlere tek tek örneklerini sayabilirim, gizlilik öğesine önem veren bu örgüt bizzat dosyaya yansıyan fotoğraflarla tüm toplantıları tüm gösterileri fotoğraflanmıştır. Yani siz örgütün üst düzey yöneticileri gizlilik ilkesine çok önem veriyorlar, fakat bütün katıldıkları toplantılar kokteyler,yemekler bunlar fotoğraflanıyor. Bunlar maddeten mümkün olmayan iddialardır. Amaç Yargıtay kararlarına da yansıdığı üzere örgüt iddiasını kurduğunuzda gizlilik ilkesini ortaya koyarak böyle gerçek dışı beyanlarla kamuoyunu bu konuda ikna edilmesine çalışılmasıdır. İddianamenin 105. sayfasında Ergenekon terör örgütünün kontrolündeki dernekler olarak , Ayasofya Derneği, Büyük Güç Birliği ve Noel Baba konseyi bildirilmiştir. Fakat noel baba konseyinin kurucuları arasında bizzat Muammer karabulut un ifadesi ile Cengiz Candar isimli gazeteci de vardır, Yahudi cemaati hahamı İsac Haleva da vardır. Pandoli Limpos un da Noel Baba vakfı kurucusu olduğu bildirilmektedir. Acaba sayın savcılar neden sadece bir kişiyi noel baba konseyinin kurucusu sıfatı ile iddianameye dahil ederken diğer kurucuları bunun içersine dahil etmemektedirler. Biraz önce de ifade etmiştim. Yeri geldiği için tekrar yinelemek istiyorum, sayın Kemal Kerinçsiz beyanına dayalı olarak 107. sayfada bizzat iddianame şu şekildedir. Alınan ifadesinde Muzaffer Tekin ve Veli Küçük ile 17 nisan 2006 günü Boğazlıyan kaymakamının anma toplantısında aynı anda tanıştığını beyan etmiştir. Yani nasıl olabilmektedir ki 12 haziran 2007 itibariyle tespit edildiği bildirilen bir örgütte üst düzey yöneticiler bir sene önce tanışmışlar, iddianamenin mantığı ile 1935 lerden 1965 lere kadar hazırlık hareketlerini gerçekleştirmişler. Ve bu bir senenin ertesinde bu çok ciddi eylemleri gerçekleştirmişlerdir. bu maddeten mümkün değildir. fakat bu şunu yeniden gösteriyor, Kemal Kerinçsiz in beyanını iddianameye aktaran iddia makamı onların 2006 yılı itibariyle tanıştıklarını bilmesine rağmen, onların üst düzey yönetici olduğunu iddia edebilmektedir. İddianame 107. sayfasında sayın Erenerol un hem Muzaffer Tekin hem de Ergün Poyraz ile görüşmelerinin örgüt bağını gösterdiğini ifade etmiştir. Tekrarlamak istiyorum, sayın erenerol ile ilgili üst düzey yönetici olmasına ilişkin müvekkil ile de bağlantılı olduğu için ifade ediyorum. Gerekçesi olarak sayın erenerol un Muzaffer Tekin ve Ergün poyraz la periyodik olarak cezaevinde görüşmesini ifade etmiştir. Yani eğer bir kimse tutuklu sanıklardan iki tanesi ile hasbelkader tanışmış ise ailece görüşüyor ise ve bilginiz olduğu üzere bu tür bir soruşturmada kendisi tarafından bildirilen üç kişi listede aynı kişi yazıyor ise o kişi potansiyel bir terör örgütü suçlaması ile huzurunuza getirilebilecektir. Fakat diğer bir iddia iddianamede Ergün Poyraz ın bu görüşmelerin ertesinde sayın Erenerol un hukuk dışı bir şekilde Ergün Poyraz ın serbest bırakılması için bir takım çalışmalar yaptığı iddia edilmiştir. Bakın yine iddianameye hakim olan aynı mantık, bir takım çalışmalar yaptığı, peki sayın iddia makamı nedir bu çalışmalar hukuk dışı diye nitelediğiniz Ergün poyraz ın tahliye edilebilmesi için kim ne yapmıştır. siz bunu somut olarak eğer ortaya koymuyor iseniz, bir takım afaki iddialar ortaya koyduğunuzda aklımıza gelen husus 9. ceza dairesinin hiçbir somut olguya dayanmayan tamamen şahsi yorumlara dayalı bir iddianame ile bir yargılamanın yapılamayacağı konusundaki tespitidir. Diğer dikkat çeken bir konu ise iddianamenin 108. sayfasında Ergün Poyraz ın İsmail Yıldız a bağlı olarak faaliyet gösterdiği ve hepsinin de ikisinin de diğerleri ile birlikte Sevgi Erenerol a bağlı olduğunu söylemişlerdir. Fakat nasıl bir gizlilik prensibi içersinde örgüt yapısıdır ki, İsmail yıldız yani Ergün Poyraz ın bağlı olduğu İsmail yıldız Sevgi Erenerol u tanımamaktadır. Yani hiyerarşide sizin üstünüzdekini tanımıyorsunuz, fakat sizin altınızdaki sizin üstünüzdeki bağlı olduğunuz üst düzey yöneticiyi tanıyor ve iddia makamının önünde İsmail yıldız ın sevgi erenerol u tanımadığı bilinmektedir. Bilinmesine rağmen böyle bir kurguyu kurmalarının tek bir nedeni, Sevgi Erenerol u dosyanın içersine dahil edebilmek ve bir propaganda Tuncay Güney den elde edildiği bildirilen belgedeki şablonun içersine bir bayan bildirildiği için maalesef ben de kemdim vermiş olduğum lobi belgesi de gerekçe gösterilerek kendisi bu dosyanın içersinde üst düzey yönetici olarak bulunmaktadır. Fakat tekrar söylüyorum, dünyanın hiçbir gizli yapılanmasında hiyerarşik yapıda siz sizin iki altınızdaki kimseyi tanırken, onun sizin bir altınızdaki kimse sizinle irtibatlarını iki altındaki kimse ile sağlamaz, bu maddeten mümkün değildir, bu soruşturmanın ve iddianamenin hangi mantıkla örgülendiğini göstermektedir. Ergün Poyraz ile ilgili iddianamenin 124. sayfasında sanık emin gürses in bir beyanına atfedilmiştir. Müvekkile sorulan sorularla ilgili 24 nisan 2008 tarihli ifadesinde kendisi de ifade etti, Ergün poyraz emin gürses le yarım dakika ayaküstü tanışmıştır. Fakat onun dışında emin gürses in kendisi ile ilgili Şener eruygur dan belgeleri aldığı iddiası kendisi hatırlamamaktadır. Tahmin ediyorum bu maddi gerçekliği de bizzat sayın gürses düzeltecektir. Burada önemli olan konu ise, şu sizin Temmuz ayı itibariyle iddianameyi tanzim ettiğniz tarihte 24 nisan 2008 tarihli ifadesi alınmıştı. 24 nisan 2008 tarihli ifadesinde Ergün Poyraz ben onu tanımıyorum diyorsa, artık burada ceza hukuku anlamında masumiyet karinesi 38 . madde anayasanın, burada dikkat etmeniz gereken husus sizin aksini ispatmayamadığınız olguyu ididanameye iddia makamının koymaması gereğidir. İddianamenin 142 ve 143 sayfalarında Ergün poyraz ile ilgili kendisinde bir nolu cd nin ele geçirildiği bildirilmiştir. Kendisi tarafından uzun uzun açıklamalar yapıldığı için çok kosaca geçeceğim. Bir nolu cd diye bildirilen belge tarafımızı iade edilmiştir. Biz bu dosyada yinelemekle beraber sayın iddia makamına siz bize bir nolu cd yi soruyorsunuz, bir nolu cd bakın burada teslim etiniz, dememize rağmen yine aynı mantık ve örgü içersinde sayın iddia makamı bize teslim ettiğıi bir nolu cd nin içindeki suç unsuru olduğu iddiasıyla bize isnatlarda bulunmaktadır. Eğer bir nolu cd içersinde suç unsurları varsa neden bize teslim ettiniz, teslim etti iseniz görevinizi kötüye kullandınız. Eğer bir nolu cd yi bize teslim etti iseniz, ortaya çıkan sonuç şu, bir tane daha bir nolu cd var, sizin önemsediğiniz bir nolu cd , o zaman o bir nolu cd yi emniyet daha sonra koydu. O zaman o emniyet görevlileri hakkında neden bir işlem yapmadınız. Eğer biz bir nolu cd yi aldığımızı söylüyor isek siz neden masumiyet karinesi gereği akisini ispat edemediğiniz hususu hala kasten iddianamenin içcersinde yer vermeye devam ediyorsunuz. Bu sorulara yanıt alabilmek mümkün değil. İddianame de dikkat çeken diğer bir çelişki ise 155 ve 294. sayfalarında perinçek grubu tarafından ulusal bir TV.nin gerçekte gizli tutulan kuruluş amacının PKK nın yayın organı medya tv aleyhine kurulduğu söyleniyor, ama iddianamenin bütününe baktığnızda, PKK da zaten Ergenekon örgütünün yan bir kuruluşu olarak ifade ediliyor, yani nasıl bir olgudur ki bir taraftan sizin tutuklu bulunduğunuz işçi partisi ve onunla ilişkilendirdiğinizi bir medya grubu. Peki o zaman PKK da eğer bağlantılı ise neden birbirlerine rakiplerdir bunlar. Bunlar neden kaynaklanıyor, biraz önce söylediğim gibi farklı farklı iddiaların hepsinin bu sepetin içersine bocalama bir şekilde hiçbir mantık örgüsü olmadan on satır önce yazmış olduğunuzun, on satır sonra aksini ileri sürdüğünüz gerçekliğinin bir bütün olarak maalesef tik ki önlerine konan bu manzumeyi sayın savcıların dahi bir bütünlük içersinde incelemediklerini hazırlanan önlerine konan bu iddianemeyi , iddianame diye sizin önünüze aktardıklarını göstermektedir. İddianamede dikkat çeken diğer bir çelişki ise 178. sayfasında, 2004 yılı itibariyle henüz dernek kuruluşlarının yapılmadığı bildirilmektedir. 2004 yılı itibariyle dernek kuruluşları yapılmamış ise, o zaman nasıl siz 1999 tarihinde bir belgeye dayalı olarak herhangi bir işlem yapabilirsiniz. Bunu nasıl ifade ediyorlar, henüz örgütün dernek ve platform kurma faaliyeti başlamadan ince 28/12/2004 tarihinde dikkat çekiyorum, 28/12/2004 tarihinde henüz dernek kurma çalışmaları başlamadan dediğinizde, 2005 yılı itibariyle dernekleşme faaliyetlerinin yeni olduğunu ileri sürebilirsiniz. Gerekçesi nedir bu, diğer öndeki sürmüş oldukları genel kurguya aykırı olmasına rağmen bağlantılık olduklarını düşündükleri derneklerin kuruluş tarihi ile bunu ilişkilendirebilmek amacı iledir. Fakat iddianamenin bütününe yansıyan örgüye aykırı bir iddiadır bu ancak önemsenmemektedir. iddianame 179. sayfasında Şemdinli iddianamesine sahip çıkılmış ve karşıt Şemdinli iddianamesine karşıt bir gösteriye katınılması örgüt üyeliği için gerekçe kılınmıştır. Ve şöyle denmiştir. 09/03/2006 günü Beyoğlu Galatasaray meydanı önünde hukukçular birliği, Türkiye harp malülleri , gaziler şehit dul ve yetimleri derneği tarafından van cumhuriyet savcısı Ferhat Sarıkaya nın hazırladığı iddianameyi protesto etmek için basın açıklaması düzenlendiği ve bu gösteriye şu kişilerin katıldığı. Fakat Şemdinli iddianamesi ile ilgili 9. ceza dairesinin ötesinde şimdi size aktaracağım ceza genel kurulunun bu konu ile ilgili çok ciddi eleştirinin şu anda sayın savcıların burada temsil ettikleri iddianame için de önemle dikkate alınması gerekmektedir. Ceza genel kurulu Şemdinli iddianamesinin kabul edilebilmiş olmasının iddianamenin kabulünü ciddi eleştirilere tabi kılmıştır ve şöyle söylemiştir. Kuşkusuz ki iddia yargılama sonunda kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde açıklığa kavuşacaktır, kavuşturulmalıdır. Suç tarihinin tek bir tarih olarak gösterilmesine, soruşturmanın bu yönde yapılmasına karşın Türkiye büyük millet meclisinden alınan bir ifade tutanağı ile Şemdinli iddianamesinin tek gerekçesi aynen burada savcının osmanım diye iade ettiği gizli tanık da olduğu gibi meclisten alınan bir ifade tutanağı üzerine kurgulanmıştır. Tutanağı ile açık kimliklerinin doğru olup olmadığı değerlendirilmeden doğrulatılmadan, bakın aynen bizim bu iddianamedeki örgüde aynen olduğu gibi dilekçe sahiplerinin bilgilerine başvurulmadan dikkat ederseniz bu iddianame içersindeki eklerde bir sürü imzasız isimsiz dilekçe vardır. hiçbirinin ifadesine başvurulmamıştır. Sayın savcı önüne konan her bir iddiayı bocalamış ve bu iddianamenin içersine atmıştır. Dilekçe içerikleri test edilmeden, araştırılmadan doğrudan doğruya ve bütünü ile hiçbir iddianamede görülemeyecek iddianame düzenleme sorumluluğu ile bağdaşmayacak ölçüde ihbar dilekçeleri birbirine eklenerek bakın adeta Ergenekon iddianamesini açıklıyor, eklenerek Şemdinli deki olayla bağlantısı somut olarak gösterilmeden, soruşturma konusu maddi olayın iki katı uzunluğunda 2455 sayfa adeta ceza genel kurulu gelecek olan tertibi öngürmüş gibi iki katı uzunluğunda bir takım çözümlemeler yapılarak sayın savcıları yapmış oldukları çözümlemelerin bu bağlamda dikkate alınmasını istiyorum, iddianame tamamlanmış ve özel yetkili mahkemeye tevdii edilmiştir. Bu kez bakın o iddianamede bu kez seçilmişler atanmışlar gibi gereksiz ve yapılmaması gereken bir tartışma iddianameye taşınmış, çözümlemeden dolayı seçilmişler yanında tavır alınmak suretiyle siyasal kimlik takınılarak iddianame yazım tekniğinden uzaklaşılmıştır. Bu iddianameyi tarif ediyor, Türkiye cumhuriyeti kuran kadronun kuruluştan kaynaklanan ulus ve ulus devlet yaratma projesinin getirdiği ve iddianamede siyasetin gizli ajandası şeklindeki niteleme ile adeta suçlama konusu yapılan duyarlılıkların doğruluğunun tartışılacağı yerin iddianame olamayacağı düşünülmeden sayın heyetinizin iddianameyi bir kez daha okumasını ve buradaki bahsedilen bu duyarlılıkların tartışılmasının merciinin iddianame olamayacağı gerçekliğinin bizzat ceza genel kurulu bağlamında bir daha dikkate alınmasını istiyorum. Düşünülmediği gibi siyasal İslam ve etnik milliyetçiliğin tehlike yaratmayacağı, üstü örtülü şekilde vurgulanarak bu hassasiyetlerin yanlış olduğu izlenimleri verilmekte ve dahası siyasal söylem yüklü değerlendirme yapılmaktadır. B akın bu sayın heyetinizi ilgilendiriyor, bu denli yersiz değerlendirmelerle yüklü iddianame öyle anlaşılıyor ki, ceza muhakemesi kanunu 174 . madde içiriği göz önüne alınmadan mahkemece de kabul edilmiştir. İş bu davaya konu iddianamede ise bizim bu davadaki iddianamede ise bu denli siyasallaştırılmış bir iddianameye karşı bir birey olarak tepki gösterilmesi örgüt fiili olarak kabul edilmiş, ceza genel kurulunla yansıyan hukukilikten uzan Şemdinli iddianame is bizzat bu iddianame ile kabul edilmiştir. Diğer dikkat çeken bir konu 233 ve devamı sayfalarında mafya yapılanması verilmiştir iddianame nin bütününde. Fakat çok ilginçtir Türkiye deki tüm mafyavari işlemlerin Ergenekon örgütü, sözde örgütü tarafından gerçekleştirildiği öne sürülmüş, ancak tüm Türkiye deki mafyavari bu örgütlenmenin mali portresi parası nerdedir onu görmek mümkün değildir. bir emniyet genel müdürlüğü raporunda yazılı beyanımızda da yer verdik, aynen şu tespite yer verilir. Uyuşturucu kaçakçıları uzun yolu değil, kısa yolu tercih ederler. Tekrarlamak istiyorum, uzun yolu değil, kısa yolu pardon uzun yolu değil, emniyetli yolu tercih ederler. Anadolu dan neden bu kadar uyuşturucunun geçtiğindeki yatan temel olgu budur. Neden Anadolu uyuşturucu kaçakçıları için emniyetli bir yol olarak görülmektedir. Peki fakat bu iddiname bağlamında soruyorum, yaklaşık olarak dünyada uyuşturucunun bir senelik cirosu 2 trilyon dolar civarındadır. 2 trilyon dolar Ve uyuşturcu kaçakçılığının iki ana ekseni vardır, Afganistan dan Avrupa ya, Latin Amerika dan yine Avrupa ya ve Amerika ya. Anadolu bu anlamda eroin için ciddi bir geçiş noktasıdır. Bu iddianameye göre mafyavari bu örgütlenme tüm anadoluyu kontrol etmektedir. Peki bunun parası kimden nerdedir bu para, bu para nerdedir neden sayın savcı bunu araştırmamıştır. Neden peki böyle bir soyut iddiada bulunmaktadır. Fakat yine bir şey sormak istiyorum, mevcut hükümet şu anda uluslar arası literatüre baktığınızda Anadolu nun emniyetli yol vasfı değişmemiştir. Mevcut iktidar döneminde. Neden değişmediğini sayın savcı sorgulamamaktadır. Bu iddianame içersinde tanık olarak dinlenen resmi görevlilerden birisi Türkiye nin çıkışını kontrol etmektedir. Bu konuyu takip eden herkesin sorduğu bir soru vardır, neden Türkiye de Anadolu da uyuşturucu Diyarbakır da , Hakkari de yakalanmaz, neden . neden Edirne de yakalanır, neden İstanbul da yakalanır, neden o kendisi çıkışını kontrol eden emniyet müdür kendi işini değil de burada herhangi bir beyanda bulunmaktadır. Ve iddiası mafyavari örgütlenme ile bu örgütün tamamının kontrol ettiğidir, devletin elinde bütün imkanlar vardır, savcılar anayasa mahkemesi başkanvekilinin eşini dahi dinleyebilecek yetkiye sahiplerdir, peki neden bu mafyavari örgütlenmenin parasal konumunu ortaya koymamışlardır. Neden soyut iddialarda bulunmuşlardır. Burada tekrar size ceza genel kurulunun şemdinli iddinanamesi ile ilgili değerlendirmesine dikkat etmenizi istiyorum, soyut tamamen öznel kişisel değerlendirmelerle bir iddianamen hazırlanamaz. Hanefi Avcı, Mehmet Eymür, ve Bülent Orakoğlu tanık olarak dinlenmiştir, onların iddiaları ile birçok değerlendirmede bulunmak mümkündür, Orakoğlu emniyet istihbarat daire başkanlığı yapmıştır. Ve kendisinin iddası ile Hizbullah terör örgütü bu örgüte bağlanmıştır. Ama sorulması gereken soru şudur, siz senelerce bu resmi makamlarda otururken, neden bunun gereğini yapmadınız, adana da seneler önce tanıklık yaptığnız konuyu neden gündeme getirmediniz. Peki bu kişilerin ortak özelliği nedir, 28 şubat sürecinin mağdurlarıdır . Mehmet eymür o dönemde Amerika ya gitmiştir, nasıl gittiği konusundaki ordaki çalışmaları konusunda burada bir sürü değerlendirme yapmak mümkündür. Orakoğlu ve Avcı da o dönemde tutuklanmışlardır, yani sayın savcılara tanıklık yapabilecek o dönemde dahil olmak üzere tutuklananlar dışında başka kimse yok mu dur. Benim size başlangıçta arz etmeye çalıştığım, sizin tutuklulukları kaldırarak nasıl bir sürece son vermeniz konusundaki dikkat çekmeye çalıştığım sürecin nasıl olgunlaştırıldığı konusunda 28 şubat ve 28 şubat mağdurlarının bu dosyada tanıklık yapmalarının önemle dikkate alınmasını talep ediyorum. Bir konuyu tekrar yinelemek istiyorum, tüm bu anlattığım iddianame içersinde bütün bu örgünün yapılmasının gerekçesi şudur, maksadın hasıl olmasıdır. Hukuken bir sonuç alınmayacağı bilinmesine rağmen kurgulanan örgütle mesnetsiz savlar ilişkilendirilerek bölgenin kan gölüne dönüştürülmesini amaçlayanlarca desteklenen büyük Ortadoğu projesinin eş başkanlığının savcılığını üstlendiğini bizzat açıkladığı bu soruşturma sayesinde tam bağımsızlık ülküsüne destek verenlerin dahil edilecekleri bir soruşturma sepeti sayesinde korku imparatorluğu yaratılarak Türk halkı korku tünelinden geçirilmekte Anadolu uluslar arası operasyonlara açılmaktadır. Sayın heyetinizin alacağı sorumluluğun ne kadar önemli olduğu Anadolu nun bir takım operasyonlara açılıp açılmamasına izin verecek olan makam bu gün itibariyle asla böyle bir yetkiniz bulunmadığı halde sayın heyetinizdir. iddianamede amaç suçlar kapsamındaki 312 ve 313. maddeler ile ilgili olarak iddianame nin 382 ve devamı sayfalarında hükümeti iskata teşebbüs ile hükümete karşı isyana teşvik suçlamaları ile ilgili olarak ulaşılan kanıtlar üç tanedir. Bütün bu iddinamade araç suçlar ile ilgili hükümete karşı fiilerin kanıtları üç tanedir, gizli tanık 17 nin anlatımları, bizzat iddianamede ifade edilmiştir. 383. sayfada gizli tanık 17 nin anlatıları gerekçe gösterilmiş, 384 sayfada ise, 312 ve 313 ün gerekçesi olarak iki tane kanıt bildirilmiştir. İlhan Selçuk un 3886 tape nolu 07/02/2008 tarihli telefon görüşmesi, ümit sayın ın tarihi bildirilmeyen telefon görüşmesi bildirilmiştir. Bütün bu iddianamenin örgüsünü üç tane kanıtı vardır, bir gizli tanık ifadesi, iki tane telefon görüşmesi, bu konudaki örgütün eylemleri olarak da cumhuriyet gazetesine atılan bombalar ve Danıştay saldırısı gösterilmiş, şüpheler olarak da tekrar söylüyorum, ceza muhakememizde siz bir somut olarak ortaya koymadığnız savcı sadece şüpheler olarak nitelendiremezsiniz. Şüpheler olarak da santaro cinayeti, malatyadaki olay, dink cinayeti, ve teziç e saldırı olarak bildirilmiştir. Planlamalar olarak da bakın planlamalar gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hukuka aykırılık elde edilip edilmeyeceği ciddi anlamda heyetiniz önünde tartışılacak olmakla beraber Yargıtay binası krokisi, nato üssü planı ve Genelkurmay Başkanı yaşar büyükanıt a saldırı hazırlığı bildirilmiştir. Görüleceği üzere amaç suçların tek kanıtları iki adet telefon görüşmesi, ve bir tane gizli tanığın anlatımıdır. Ve bu gün itibariyle 17 nolu gizli tanıkla sayın savcıların hangi ismin sonuna –ın veya –mım ekini getirerek nasıl bir samimiyet içersinde görüştüklerini bilmiyoruz, o yüzden bir değerlendirme yapamıyoruz, fakat sadece bir gizli tanıkla iki tane telefon görüşmesine istinaden ve biraz önce söylediğim gibi Anadolu nun operasyonlara tabi kılınacağı bir süreçte bu sanıklar aylardan beri tutukludurlar. Gerekçelerini siz kamuoyuna anlatamazsınız, sadece bir gizli tanığın anlatımı, iki tane telefon tapesi diye ben bir hukukçu meslektaşıma bunu söylesem inanmaz bana sayın heyet. Gerekçesi de nedir, eğer bütün bu süreci savcılar yürütüyorsa neden sayın heyet o zaman bu gerçek dışı olduğu bildiğiniz olguya rağmen bir aydan beri neden tahliye kararı vermediniz, sorusuna ben yanıt veremiyorum. İddianamenin 662 ve devamı sayfalarında Ergün Poyraz hakkında elde edildiği bildirilen kanıtlar şunlardır, silahına ait ruhsatının sorulmasına rağmen kendisi hakkında ruhsatsız silah bulundurulduğu iddiasında bulunmuştur. Ele geçirilen cd ler ile ilgili ve gerek bir nolu cd , 49nolu cd ile ilgili biraz sonra bir açıklama yapıcam. Buna rağmen cd ler bulunduğu bildirilmiştir. Silahlı örgüt üyesi suçlamasına dair iddianame yer verdiği diğer bir kanıt ise savcılığın her zaman tanzimi mümkün olan 2003 yılına ait fotokopilerdir. Müvekkil tarafından dikkat çekilmeye çalışıldı. 2003 yılı tarihli altında imzası bulunmayan orjinalleri mevcut olmayan sadece fotokopilerden müteşekkil korumaları tarafından tutulduğu bildirilen bu notlarda, 2003 yılı itibariyle müvekkil in Yargıtay da bir takım görüşmeler yaptığından hareketle ve o notları içinde misyoner kelimesini sayın savcılar gördükleri için 2007 yılı itibariyle gerçekleşen Malatya daki saldırı da dahil müvekkilin gidip bunlarla ilgili Yargıtay üyeleri ile görüştüğünü söylemişlerdir. Tekrar söylemek istiyorum 2003 yılına ilişkin notlarda, 2007 yılındaki olay ile ilgili tavassutta bulunmak üzere Yargıtay da görüşme yaptığı ileri sürülmüştür. Aynı iddiayı ben nerde gördüm, biraz önceki bahsetmiş olduğum, yazar ile ilgili başka müvekkilden dolayı ben iddianamede ben ona karşı ihtarname keşide edince vakit Gazetesi üçüncü katında benimle ilgili Malatyadaki sanıkların avukatı aynı zamanda diye beyanat verdiler. Bakın aynı odaklar aynı merkezden iddianameyi hazırlatan zihniyet 2003 yılında yapıldığı bildirilen görüşmeleri, 2007 yılında işlenen suçlarla ilgili tavassut diye bildirirken benim Ergün Poyraz ın avukatı olmamla birlikte aynı zamanda Malatya daki, ordaki sanıkların avukatı olduğumu bildirerek adeta örgütün avukatı aynı zamanda Malatya daki sanıkların avukatı diye kamuoyuna bizi lanse etmeye çalıştılar beni. Bakın aynı mantık aynı örgü yoksa şahsımın onlarla bir ilişkisi olup olmaması bu dosya ile ilgili değil, fakat iddianame ye hakim olan zihniyetle vakit gazetesindeki bu haberi çıkartan zihniyet aynı, ve biraz önce de bildirdiğim gibi bu iddianameyi savcıların önüne getiren odak, aynı odak. Halbuki bunun gerçek olgusu 2001 yılı itibariyle müvekkil tarafından misyonerler tarafından altı ay diye bir kitap kaleme alındı. Sayın savcı , heyetinizin huzuruna daha önce sunmuş olduğumuz yazılı beyanımızda tek tek bu konudaki açılan davaların manevi tazminata ilişkin olduğunu, 2001 tarihinde açılan bu davalar ile ilgili 2003 yılında Yargıtay da mürafaaları olduğuna ilişkin tüm belgeleri sundum. Bu dosyada da o dosya , size sunulmuş yazılı beyan ekinde dava açan kimselerin misyonerlik faaliyeti yürüttükleri konusunda Ankara emniyet müdürlüğünün bizzat resmi belgelerini de sundum. Eğer müvekkilin bırakın 2007 yılı itibariyle Malatya daki olay veya Trabzon daki olay onlarla ilgili en ufak bir tavassutu söz konusu maddeten zaman olarak mümkün olamayacağı gibi, davaları red edilen resmi belgelerle misyonerlik yaptığı sabit olan huzurunuzdaki belgelerde görülen sabit olan olgu ile ilgili neden müvekkil gitsin Yargıtay da birileri ile görüşme yapsın. Müvekkil o tarihlerde mürafaalara duruşmalara benim ile birlikte 2003 yılında gitmiştir, Yargıtay a. Fakat gittiğini iddia makamının 2007 yılındaki olacak fiillerle ilişkilendirmeye çalışması, kendileri değil, belli odaklar tarafından iddianamenin düzenlendiğini bir kez daha kanıtlamaktadır. Savcı tarafından, savcılık tarafından , iddia makamı tarafından kanıt olarak bildirilen diğer bir gerekçe ise, müvekkilin kitaplarında da yer vermiş olduğu bir fotoğraftır, bu fotoğraf kendisi tarafından da ifade edildiği üzere hürriyet gazetesinin Pazar ekinde yayınlanmıştır. Bu fotoğraftaki bulunanlardan bu zeki Ergezen in çiflik evinde Abdullah gül bir ağaca dayanmış bir şekilde duruyor, tam karşısında bu dosyanın tanığı Hanefi Avcı da bulunuyor, bu dosyaya evet bu fotoğrafı bu iddianameye ekleyerek şu gerçekliği tartışabiliriz, burada sorulması gereken konu şu, peki bu fotoğrafta yer alanlar bu gün nerdeler, müvekkil neye dikkat çekmiş ve bunlar nerdeler birisi Cumhurbaşkanı oldu, Birisi Türkiye nin çıkışını kontrol ediyor sayın savcı. Diğerleri de şu anda iktidardalar. İktidarda ne yapıyorlar, anayasa mahkemesinin kararı ile laikliğe aykırı fiilerin odağı olacak fiilleri gerçekleştiriyorlar. Fakat sayın iddia makamı bu hürriyet gazetesinde yayınlanan fotoğrafı kişisel veri elde etme olarak bildirilmiştir. Biraz sonra size kişisel tüm müvekkilde ele geçirildiği bildirilen bu kişisel verilerin nasıl Türk ceza kanunundaki 135 olarak değerlendirebileceğine daha detaylı bilgi vereceğim ama bu somut örnek eğer müvekkil tarafından gidilse bu kendileri haberdar olmadan bunların fotoğrafları çekilmiş olsa o zaman kişisel veri edinmek olarak ileri sürülebilir. Fakat bu fotoğraf hürriyet gazetesinde yayınlanmışsa alenileşmişse, burada sayın savcının yapması gereken tek bir şey var, bu fotoğrafı siz iddianame ye koymadan önce müvekkile bir kez dahi sormadınız. İki kez ifadesini aldınız, neden sormuyorsunuz. Eğer sormadan yapıyorsanız neden bunun alenileşip alenileşmediğini incelemiyorsunuz. İnternetten çok basittir bu . siz bu fotoğrafı aldığınızda bunun altındaki yazıları girdinizde siz bunu bulursunuz. Ama maksat maksadın hasıl olmasıdır. Hukuki bir sonuç almak değildir. maksat kişilerin burada yargılanabilmeleri için heyetiniz tarafından tutuklulukların devamının sağlanabilmesi için sadece maksadın hasıl olmasının sağlanmasıdır. Müvekkil hakkında iddia edilen diğer bir konu kendisinin jandarmadan para aldığı iddiasıdır, bu konu ile ilgili size gerekli belgeleri ve açıklamaları yaptığımı düşünüyorum. Müvekkil hakkındaki iddia edilen en önemli isnat Türkiye cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etmektir. Müvekkil hakkındaki bu isyana tahrikin gerekçesi şu şekilde ifade edilmiştir. 684. sayfasında, Ergenekon terör örgütünün amaçları doğrultusunda kaos ortamı oluşturup darbeye zemin hazırlanması sürecine hazırladığı kitaplarla katıldığı, çünkü kitaplarında devletin üst kademelerindeki seçilmiş yöneticileri Yahudi olmak veya ermeni olmak gibi asılsız isnatlarla yıpratıp halkın gözünde hedef ve düşman haline getirmeye çalıştı. Yani sayın savcım hakkında ermeni veya Yahudi olmakla itham edilen kimsenin avukatlığını mı üstelenmektedir. Bırakın onlar kendi davalarını açsınlar nitekim açmışlardır. Ama dikkat çekmek istiyorum ceza kanunun bağlamında bu güne kadar Abdullah gül veya tayyip Erdoğan en ufak bir savcılığa suç duyurusunda bulunmamıştır.neden bulunmamıştır, çünkü Türk Ceza Kanununa göre birisine hakaret edildiği iddiası basın yolu ile kişilik haklarının ihlal edildiğinden daha sıkı normatif denetime tabiidir. Bu iddianame bitmeden eğer suç duyurusunda bulunmuş olsalardı, sayın savcı bu iddianameyi hazırlamadan önce Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gülün iddiaları takipsizlik karar verilmiş olsa idi. Bizim sunma imkanımız olamayacaktı. Aynı merkezlerin nasıl kolektif bir şekilde hareket ettiklerinin somut bir kanıtı olarak görüyorum. Bu gün itibariyle Ankara 6. asliye hukuk mahkemesi ve Ankara 19. asliye hukuk mahkemesinde davalar devam etmektedir. Fakat önemli olan konu siz, biraz önceki o infaz kurumundaki alınan adalet bakanlığının görüşünde olduğu gibi siz politik şahsiyetler hakkında bir takım iddialarda bulunuyorsanız, bunun yeri terör örgütü üyeliği. Sizin burada silahlı isyana tahrik iddiası sayın heyetinizin huzuruna bu iddialarla gelmek olamaz. Bir insanın silahlı isyana tahrik etmekten dolayı sizin huzurunuzda yargılanabilmesi için aylarca tutuklu kalabilmesi için tutukluluğun devamına karar verilebilmesi için, heyetinizce her akşam tutukluluğun devamına karar verilebilmesi için çok daha ciddi iddiaların olması gerekir. Burada huzurunuzda çok kısa bir hukuki değerlendirme de de bulunmak istiyorum. Bununla ilgili maddenin gerekçesine baktığınızda 313. maddenin gerekçesi şu şekilde bildirilmektedir. Cezalandırılabilmek için madde metninde halkı Türkiye cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyana tahrik suç olarak tanımlanmaktadır. Silahlı isyan devlet otoritesini yok etmek amacını ifade eder, suçun oluşması bakımından en önemli husus, halkı silahlı olarak maddi bir fiile kışkırtmaktır. Şimdi sayın savcıya soruyorum ben, musanın gülü, musanın çocukları, hakkında hiçbir dava açmayan Bülent Arınç ile ilgili kitap, musanın AKP si , bu diğer iki kitap hakkında hiçbir kitap açılmamıştır. Bu iki kitapta halkı silahlı olarak maddi bir fiile kışkırtacak en ufak bir satır göstermemişlerdir. Bakın bu iddianameyi hazırlarken olması gereken nedir, siz musanın çocuklarının beşinci sayfasında şu satırlarla halkı silahlı isyana tahrik ettiniz denmesi lazımdır. Musanın gülü kitabının şu satırında siz Abdullah gül ile ilgili şu isnatta bulundunuz, bunun sonucunda Ahmet, Mehmet , hasan bilmem ne beraber silah çektiler silahlı isyana tahrik oldular demesi lazım. Nerdedir bu isnatlar. Böyle bir iddia yoktur. Fakat ceza kanununun gerekçesinde silahlı isyana tahrik somut olarak gerçekleşmemiş ise, siz bu durumda bundan dolayı sadece kitaplarınızla politik şahsiyetlerle ilgili siz kendi ki bu değerlendirmeniz ile ilgili belgeler somut, getirtilsin Ankara 6 asliye hukuk mahkemesi ile 19. asliye hukuk mahkemesinin dosyası sayın savcıya söylüyorum, benim ordaki yazmış olduğum dilekçeler bu isnatlardan çok daha ağır olabilir fakat burada yasal savunma hakkı içersinde hiç böyle bir kendilerinde iddia yokken, sayın iddia makamını tutup madde gerekçesine aykırı bir şekilde hiçbir somut gerekçe göstermeden halkı silahlı isyana tahrik ediyorsunuz diye bir iddiada bulunması olsa olsa, anayasa hukuku dersindeki yapmış oldukları fahiş hatada olduğu gibi şu anki mevcut nedenlerine aykırı ceza muhakemesi kanunu ve Türk ceza kanununda da o kürsülerdeki dersleri veren hocalara ilişkin ciddi fahiş hatanın söz konusu olduğu görülüyor. Ayrıca 5237 sayılı yeni ceza yasasının yürürlüğe girmesini öncesinde 313. maddenin 765 sayılı yasadaki karşılığı bilginiz olduğu üzere 149. maddede devlet kuvvetleri aleyhinde cürümler başlığı altında düzenlenmişti. Sayın heyetinize de sunduk 5237 den sonra sayısız dairede 2 -3 klasörü ben bizzat kendim taradım. Eski yasal düzenleme ile ilgili ve yeni ceza genel kurulu kararları da dahil olmak üzere, burada aranan kriterler eylemlerinin niteliğidir, fakat eylemler diye nitelenen sayın savcının belirttiği gibi siyasi kişilikler hakkındaki şahsi iddiaları doğurabilecek iddialar değil. Halkı silahlı isyana tahrik sonucunu doğuracak eylemlerinin niteliği süreklilik ve çeşitlilik ile silahlı bir çetenin kuşkuya yer vermeyecek şekilde varlığı ve bu çeteye üyeliğin somutlanması gerekir ben tekrar soruyorum, iddia makamı 24 nisan 2008 tarihli dokuz ay sonraki ifadesinde olduğu gibi, bu gün dahil olmak üzere buradaki bütün bulunan sanıkları ötesinde somutta Ergün poyraz ile ilgili hangi eyleminin hangi niteliğini bunun nasıl bir süreklilik arz ettiğini, nasıl bir çeşitlilik gösterdiğini, kuşkuya yer bırakmayacak silahlı bir çetenin nasıl bir şekilde varlığının kılındığını, ve Ergün poyraz ın da buraya üyeliğinin somutlandığını başlangıçtan itibaren özetlediğimiz İsmail yıldız ın bilgisayarı Behiç Gürcihan ın bilgisayarı dışında hangi nasıl somutlamışlardır. Nasıl bir insanın özgürlüğü somutlanmazken aylarca bu denli özgürlüğünden mahkum bırakılabilir. Nasıl heyetiniz her akşam itibariyle tutukluluğun devamına karar vererek bu özgürlükten mahrum kalmasına devam ettirebilir. Bu gün itibariyle Ergün Poyraz a bu ceza genel kurulunun kararında bildirildiği gibi süreklilik çeşitlilik kuşkuya yer bırakmayacak şekilde örgütün bağlı ve bağlantısı konusunda en ufak bir soru sorulmadığı takdirde ve tutukluluğun devamına da karar verildiği takdirde maalesef ki bu soruşturmaya örgüleyen o örgütün devamı niteliğinde bir kovuşturmayla karşı karşıya kaldığımız sonucu ortaya çıkacaktır. Müvekkil ile ilgili diğer bir iddia silahlı örgütün üyesi olduğu iddiasıdır. Bunun ile ilgili iddianamede somut bir gerekçe bildirilmediğinden dolayı ve müvekkil silahlı örgüte üye olduğuna göre , silahlı örgüt ile birlikte silahlı isyana tahrik ettiğine göre silahlı isyana tahrikteki bir takım politik kişilikler ile ilgili darbeye zemin hazırlamak için onlar hakkında Yahudi veya ermeni dediği iddiasının bu madde içinde geçerli olduğunu düşünüyoruz. Fakat bununla ilgili maddenin yasa koyucudaki değerlendirmesindeki gerekçesine baktığımızda, maddenin birinci fıkrasında fıkra kapsamına giren suçları işlemek amacı ile silahlı örgüt kurma veya yönetmek ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu madde kapsamına giren örgütün öncelikle silahlı olması gerekmektedir. Başka bir deyişle silah bu suçun bir unsurunu oluşturmaktadır. Ancak örgütün bütün mensuplarının silahlı olması bizzat gerekçeye göre de gerekli değildir. önemli olan konu ise şudur. Hedeflenen suçların işlenmesini sağlayabilecek derecede bazı üyelerinin dahi silahlı olması yeterlidir. Ergün poyraz ın tek bir silahı vardır. kalemi. Ergün poyraz bu kaleminden mahkum bırakılmıştır. Ergün Poyraz ın başka bir silahı yoktur. Ergün Poyraz 2002 yılına kadar kendisi ifade etmek istemedi, silaha karşı olan birisi idi. Fakat 18 aralık 2002 de bu gün itibariyle hangi mahfillerce gerçekleştirildiği sorgulanan Necip Hablemitoğlu nun öldürülmesi ertesinde kendisine silah ruhsatı alınması adeta zorunlu kılındığı için kendisinin silahı vardır. çoğu zaman bu silahı da taşımazdı. Kendisinin tek bir silahı var tekrar söylemek istiyorum, kalemi. Kocaeli infaz hakimliğinin kararı ile, ve 2. ağır ceza mahkemesinin red kararları ile birlikte adalet bakanlığının görüşü doğrultusunda kendisinin bu kalemi de kırılmıştır. Sayın heyetinizin tüm sanıklar ve özelde Ergün Poyraz ile ilgili vereceğiniz tahliye kararı Ergün Poyraz ın tek silahı olan kaleminin tekrar kendisine verilmesi sonucunu doğuracaktır. Ama tekrar söylüyorum burada darbeye zemin oluşturmak için Ergün poyraz veya bu örgüt ile ilgili hangi somut silahlar vardır. yani sizin bundan sonraki gelecek iddianamelerde karşılaşacağız, görevde olan paşaların tanklarla toplarla gerçekleştiremedikleri darbeyi buradaki üç beş kişi birbirini 2006 yılından itibaren tanıyarak nasıl kalemleri ile gerçekleştireceklerdir. Böyle bir olgunun gerçekleştirmesi mümkün değildir. fakat bu somut gerçekliğe rağmen böyle bir iddianame ve böyle bir iddia ortaya konulabilmiştir. Müvekkil hakkındaki diğer isnat edilen suçlama 6136 sayılı yasaya aykırılıktır, bunun la ilgili çok açık bir şekilde tüm belgelerin sunulduğunu düşünüyorum, müvekkil hakkındaki diğer bir isnat kişisel verilerin kaydedilmesi iddiasıdır. Müvekkildeki tüm ele geçirildiği iddia edilen cd ve bilgisayarla ile ilgili yargılama aşamasında esas hakkındaki mütalaa sonrasındaki vereceğimiz beyanlarda bizzat sayın heyetinizce yapılacak olan incelemelerde, açıkça 134.maddeye aykırı bir şekilde elde edilmeleri sonucu hukuka aykırı kanıtların sayın mahkemece dikkate alınamayacağını yinelemekle birlikte, müvekkile atfedilen tek silahı olan kaleminin sonucu müvekkil açık kaynaklardan elde etmiş olduğu belgeleri bilgileri kamuoyuyla paylaşmıştır. Bununla ilgili kendisine isnat edilecek iki tane suçlama olabilir , o bilgi ve belgenin doğrudan kendisine ait olduğunu iddia eden kişinin hakaret iddiası ile savcılığıa suç duyurusu veya asliye hukuk mahkemesi veya hukuk mahkemeleri önünde kişilik haklarının basın yolu ile saldırılması sonucu istemde bulunulacak manevi tazminat davası . bunun ötesine geçebilecek müvekkilin kişisel verileri bizzat kaydettiği iddiası gerçek dışıdır. Fakat burada ceza maddesinin gerekçesine baktığımızda kişilerin bir takım bilgileri ile ilgili kaydetmenin suç olduğunu görüyoruz. Şimdi kendisi bir yazardır ve kendisinin de ifadesi ile Türkiye de ciddi anlamda aynı anda on tane ilk on kitap içersine dört tane kitabı en çok okunan kitaplar arasında yer almıştır. Tam bu dönemde de zaten 27 Temmuz la birlikte kendisi göz altına alınmıştır. Müvekkilde çıktığı iddia edilen belgelerin veya bilgilerin siz eğer Türkiye de yazarsanız bunların size vatandaşlar bu konudaki rahatsızlığı duyan herkes gönderebilir, müvekkil in bundan önceki çalışmalarına baktığınızda eğer bir kişi ile ilgili kendisine bir bilgi gelmiş ise, bunun bizzat fiili bir edimle kaydetmek üzere elde edilmediği yani ceza kanununun bu maddesi bağlamında suçun oluşmadığı, gelen bilgiler ile ilgili var ise kendisinin notlarını oluşturduğunu görüyoruz. Kaldı ki dosyanıza sunmuş olduğumuz bir tane belgede olduğu gibi bizzat Abdullah Gül ile ilgili bakın Yeni şafak gazetesinde 68’li başbakan diye haber yapılmıştır. Abdullah Gül ile ilgili birçok bilgi buradan alınmıştır. Ben size bu kişisel veriler ile ilgili somut birkaç tane daha örnek vermek istiyorum. İsim olarak bildirmek istemiyorum. Eski bir bakan ben gider mezar taşlarının yanında istihareye yatarım derdi. Diye açıklama yapmıştı gazetede. Şimdi eğer ben gidip istiareye yattığını belirttiği o mezar taşına yattığı anda ben onun kişisel verisini kaydediyor isem 135. madde anlamında suç işlemişim demektir. Fakat bu bakan ben istiareye yatarım açıklaması gazetede yayınlanmış ise, ben bunu bilgisayarıma not etmiş isem artık burada bir kişisel verinin kaydedilmesi söz konusu olamaz. Yine diğer bir örnek başbakan, mevcut başbakan Hikmetyar ın dizinin dibine otururken ben gidip fotoğrafını çekmiş isem, bu kişisel veriyi kaydetme suçunu oluşturduğu iddia edilebilir. Fakat siz bu fotoğrafınızı yayınlatmış iseniz, ve ben bu fotoğraf ile ilgili bilgiyi aktarmış isem, artık 135. maddeden bahsetmek mümkün değildir. ben şimdi bu gazetedeki haberde olduğu gibi biraz önce söylediğim gibi Abdullah gül ile Hanife Avcının Ergezen in çifliğindeki fotoğrafını ben gidip bizzat çekersem kişisel verileri kaydetme iddiası gündeme gelebilir, fakat bu gazetede yayınlanmışsa artık söz konusu olmaz. Mevcut istihbarat Daire Başkanının fethullahçı olduğu iddiasına konu sicilini ben gidip emniyetteki arşivinden almaya çalışırsam bu fiili bir edimle hakikaten kişisel verileri kaydetmek olabilir. Fakat bu bilgi Fethullah ın copları isimli kitaptan dolayı kendisinin istemde bulunması sonucu kendisinin şahsi sicil dosyası ile birlikte gelmişse ve bu alenileşmiş ise Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinin gerekçeli kararında açmış olduğu tazminat davasının reddini bir gerekçe olarak bildirilmişse, artık bu bir kişisel veri olarak nitelendirilemez. Müvekkil ile ilgili diğer bir iddia devletin güvenliğine ilişkin belgelerin elde edilmesi, diğer bir iddia ise, devletin güvenliğine ilişkin belgelerin yayınlanması diğer iddialar ise hepsini birlikte yanıtlamak istiyorum. Gizli olan belgelerin edinmesi ve gizli olan belgelerin yayınlanması, müvekkil bir yazardır, tekrar yinelemek istiyorum, siz böyle bir kitaplar kaleme alıyorsanız. Size tüm kurumlardan belge ve bilgiler gönderilebilir, siz bunları bilgisayarınıza kaydedebilirsiniz. Cd ortamınızda bulundurabilirsiniz, 134. maddeye ilişkin aykırılıktan kaynaklanan hukuka aykırı delilin dikkate alınmamasına ilişkin gerekçemizi yinelemekle birlikte burada önemle üzerinde durulması gereken konu siz bunları fiili olarak temin edip etmediğinizdir. Yani genelkurmay veya devletin ilgili bürokrasisindeki bu gizli belgeleri siz gidip devletin bu arşivinden bizzat edinmiyorsanız, temin etmiyor iseniz, o zaman bu suçların oluştuğundan bahsedebilmek mümkün değildir. müvekkil ile ilgili gizli belgeler devletin güvenliği konusunda genel kurmay başkanlığı ile bizzat savcılık yazışmalar yapmıştır ve bu yazışmalarında müvekkilin de ifade ettiği gibi , sayın poyraz ın ifade ettiği gibi, sonradan bilgisayarına konabileceği açık açık yazışmada bildirildiği gibi, son yazışmalarında Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili olduğu bildirilen belge ve bilgilerin güncelliklerini kaybettikleri çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. Ve savcılık tarafından da iddianamede sayfanın başlangıcında bu son paragraf konmuştur. Nedir bu devletin güvenliğine ilişkin bilgiler, sayın heyetinize bu gün sunmuş olduğumuz dilekçenin ekinde bir kez daha dikkatinizi çekebilmek için sundum. İstihbarat başkanlığı birinci seminer grubu denmektedir. Tekrar söylüyorum, istihbarat başkanlığı birinci seminer grubu denmektedir. Ergün Poyraz ın 27 Temmuz 2007 den itibaren çarşaf çarşaf bütün gazetelerde, kendisinin kara kuvvetleri istihbarat arşivi benzeri bütün her şeyini ele geçirdiği, devletin çok gizli bilgileri denilen bu belgeler birinci seminer grubuna ilişkindir. Ders notları olduğu görülmektedir. Ve çok daha önemlisi 2002 ve 2003 yıllarına ilişkindir, bu gün Yargılamamın yapıldığı tarih itibariyle 2008 itibariyle bunların güncelliğini yitirdiği konusunda bizzat genelkurmay başkanlığının kendi yazışması vardır. yine sayın heyetinize bir karar sundum. Bu çok önemli Ankara da ele geçirilen sauna çetesi ile ilgili neticesinde mahkemelerin bu gizli belge edinme konusundaki bir takım mahkemenin değerlendirmesi sonucunda yargılama en son daireler kuruluna kadar gelmişti. Malumunuz olduğu üzere gerek devletin güvenliğine ilişkin belgeler, gerek gizli belgeler konusunda ben şahsen yapmış olduğum araştırmada çok da fazla Ceza Genel Kurulu ve daireye yansıyan emsal karar olmadığını gördüm. Ve emsal kararlardan bir tanesi bu gün hepimizin çok rahatlıkla konuşmuş olduğumuz, cansın mektubu bağlantılı Cüneyt Arcayürek in cezalandırılması istemli dosyadır, bu elinizdeki herhangi bir belgenin güncelliği konusunda çok ciddi bir sonuçtur. Bu gün Türkiye de Türkiye deki yakın siyasi tarihinde konuşan herkes sayın Arcayürek in bir dönem itibariyle cezalandırılması istenen cansın mektubunu kamuoyuna aktarılmasından dolayı da aynı madde gündeme gelmiştir. Fakat askeri Yargıtay daireler kurulunun kararında biraz önceki özetlemiş olduğum tüm iddialara ile ilgili bakın şu sonuçlara ulaşılmıştır. Bu yargılamada tamamını okumak istemiyorum, ilk derece aşamasında genel kurmay ın yönergesine tabi olarak 75/1 A yönergesi bağlantılı, Genelkurmay dan bir yazışma yapılmış ve gizli veya devletin güvenliğine ait olup olmadığı konusunda kendilerinden yanıt alınmış bir bilirkişi heyeti oluşturulmuş ve bu bilirkişi heyetinin vermiş olduğu rapor doğrultusunda sanıkların cezalandırılmasına karar verilmiştir. Fakat daireler kurulu şu sonuca ulaşmıştır. Sondan ikinci sayfasında ortadaki paragraf bolt olarak gösterilmiş. Bilirkişilerin cdlerde yer alan bazı doküman ve bilgilerin gizli gizlilik derecesine sahip olduğu, bakın sadece gizli gizlilik derecesine üstünde yazıp yazmadığı, bu belgelerin gizliliğinin genelkurmay başkanlığının 75/1-A yönergesinden kaynaklandığı, yine aynı yönergede bu bilgilerin deşifre edilmesinin ülke güvenliğini tehdit edecek mahiyette olduğu şeklindeki Ergün Poyraz ile ilgili Genelkurmay Başkanlığının göndermiş olduğu yanıtta iki tane dosya ile ilgili olarak devletin iç ve dış güvenliğini bu anlamda ilgilendirdiği bildirilmiştir. Fakat daireler kurulu Genelkurmay Başkanlığının bu yönergesine dayalı verilen yanıttaki yanıtı soyut ve yetersiz mütalaalarına dayandığı gerekçesi ile mahkumiyetlerine esas alınmasını uygun görmemiş ve şöyle demiştir. Gizli olduğu değerlendirilen bu bilgilerin devletin güvenliğini mi siyasal yararlarını mı, yoksa her ikisini mi ilgilendirdiğinin belirtilmediği, burası çok önemli kursiyer subayların dahi kaynakça olarak kullanabildikleri anlaşılan bu doküman ve bilgilerin tekrar buraya dönmek istiyorum, iddia edilen seminer bilgileridir.
Bakın burada yazıyor, istihbarat başkanlığı birinci seminer grubu, seminer grubu dediğiniz şey Türk silahlı kuvvetleri içersinde demek ki birden fazla kursiyer subay veya ilgili personel var, onların birinci seminer grubuna verilen ders notları bunlar. ve bizzat bu konuda beklide bana göre emsal kararlar içerisinde ilk kez karşılaştığım. Ve bu karar 2007 yılına aittir. Daireler kurulu sadece kursiyer subayların dahi kaynakça olarak kullanabildikleri anlaşılan bu doküman ve bilgilerin devletin güvenliği veya siyasal yararları ile ne şekilde ilgisinin bulunduğu, nitelikleri, anayasada yazılı devletin varlığının korunmasına tehlikeye maruz bırakılmamasına yönelik olarak devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları ile ilgisinin somut şekilde irdelenip değerlendirilmeden ve ortaya konmadan, öz de sadece gizli gizlilik derecesi esas alınarak ve keza cdlerde yer alan ve suça konu olan bilgilere ulaşılabilme imkanının söz konusu bilgilerin elde ediliş şeklinin aynı olmasa dahi benzeri bir takım bilgilerin açık kaynaklarda ve internet sitelerinde yer alması olgusunu dikkate almadan ve değerlendirmeden eylemin dairenin bozma ilamında da belirtildiği şekilde Türk Ceza Kanununun 336. maddesinde yazılı suç yönünden irdelenmesi yapılmadan, Türk Ceza Kanunun 329. maddesinde yazılı suçun kabulü isabetli bulunmamıştır. Daireler kurulunun bu kararının önemle dikkate alınmasını istiyorum. Bu kararda bizim bu şu anda heyetinizin önündeki yargılama bağlamında önemli olan konu sadece müvekkilin değil bir kısım diğer sanıklar ile ilgili sayın iddia makamının gizli belge edinmek, devletin güvenliğine ilişkin belge edinmek, bunları yayınlamaktaki tek kriterinin o belgelerin üzerinde gizli ibaresinin bulunmasına dayalı olduğunu görüyoruz. Fakat daireler kurulu Genelkurmay başkanlığının dahi bu nitelemeleri yapmasının ötesinde bizzat dosya içerisindeki olgularla açık kaynakların olup olmadığının incelenmesini öngörüyor. Sayın iddia makamına bizim tarafımızdan sunulan kitapta da söylendiği gibi tarikat siyaset cinayet kitabı bu soruşturmaya konu sayın poyraz ın 27 Temmuz 2007 de göz altına alınmasından seneler önce kamuoyuna yayınlanmış ve bu kitap bizzat genelkurmay başkanlığının o ilgili bu konudaki hassasiyeti duyulan kurumlarına , diğer resmi kurumlar ile birlikte posta ile gönderilmiş, milli kütüphanede yer almış, bütün açık kaynaklarda yer almışken artık burada Ergün poyraz ile ilgili herhangi bir kişisel verinin elde edildiği, devletin güvenliğini veya gizli belge elde etmek veya yayınlamak suçlarından bahsedebilmek mümkün değildir. müvekkil ile ilgili anlatabileceklerim şu aşamada bunlar, fakat sayın dairenizin tekrar dikkatini çekmek istiyorum. Sayın başkanımızın tekrar dikkatini çekmek istiyorum. Bu yargılama Türkiye de ülkemizde bundan sonraki geliştirilecek süreçler ile ilgili sizlere ciddi bir sorumluluk yüklemektedir. Sadece sayın poyrazın serbest bırakılması değil, buradaki tüm sanıkların derhal serbest bırakılmaları, Türkiye deki önümüzdeki dönemde ülkemiz üzerinde oynanan bütün oyunların hepsini yıkıp geçecektir. Sayın başkanlığınızın maalesef sabah ta ifade ettiğim gibi, her akşam itibariyle hatta dünkü kararı çok da fazla anlamlandırabilmiş değilim, maalesef sayın mahkeme dünkü duruşmada ara kararında daha önceki celselerde bildirilen gerekçelerle demiştir. Daha önceki celselerde bildirilen gerekçeler nedir onu ben bilemiyorum. Yani siz dünkü ara kararınızda daha önceki celselerde bildirilen gerekçelerle denmiştir. Bu benim aklıma soruşturmanın devamın aşamasında bir tutukluluğun devamına yapmış olduğunuz itirazda şu anda hatırlamadığım bir mahkemece çete üyesi olmak ve saire suçlardan dolayı diye bildirmiş ve karar vermiş tutukluluğun devamına demiştir. Halbuki her gün itibariyle sayın heyetinizin tek tak sanıklar ile ilgili gerekçe bildirmek zorundasınız. Ve bu gerekçe doğrultusunda tutukluluğun devamına karar verilmesi gerekir. Eğer bu gerekçe bildirilmez ise, ben bugün itibariyle size savunmamda bunu bildirme imkanına sahip değilim. Ama meslektaşlarımdan baktım yine aynı gerekçeleri görüyoruz. Yargılamanı devam etmekte olması, delillerin elde edilmemiş olması ve kuvvetli suç şüphesi, fakat tekrar soruyorum. Siz şu anda bir kovuşturmayı yürütüyorsunuz, diğer tarafta soruşturma yürütülüyor, buradaki tüm sanıkların ifadesini almış olsanız bile, soruşturma zaten devam edecek, savcılarında elinde olmayan belli odakların yürüttükleri soruşturma zaten kapatılmayacak, bitmeyecek bu soruşturmalar sonucunda sayın poyraz ve diğer sanıklar ne olacak o odakları yürüttükleri tüm soruşturma süresince tutuklu mu kalacaklar.? Bu iddia siz buradaki tüm sanıkların ifadesini alma aşamasına geldiğinizde maalesef önünüze 1 Temmuz ve belki de 23 Eylül de alınanların iddianamesi getirilecek. Getirildiği zaman sayın heyetiniz tüm sanıkların ifadesinin alınıp alınmamasını gerekçe gösterip onların da ifadelerinin alınması aşamasını mı bekleyecek sayın Poyraz ve diğer sanıklar için. Onlar alınırken kim bunun teminatını verebilir. Aynı yeni ek iddianamede soruşturmanın devam ettiği yeni şüphelilerin takip edilmekte olduğu yazacaktır. Peki iddia makamı 23 eylül ve 1 Temmuz da alınanları sizin önünüze ek iddianame ile getirmeden bir hafta önce geçen sefer yaptığı gibi yine insanları şüpheli sıfatı ile aldığı takdirde sayın heyetiniz bunun sorumluluğunu üstlenmenin ötesinde ne yapacaktır? Onların ifadelerinin alınmasını da mı bekleyecektir. kuvvetli suç şüphesi ancak sizin heyetinizin bu gün itibariyle önünüzdeki iddianame ile değerlendirilebilir. Getirilecek soruşturmalar veya alınacak yani sanıklar, tutukluların veya müvekkilin veya diğer sanıkların tutukluluklarına bir gerekçe olarak gösterilemeyeceğini düşünüyoruz. Bu nedenle sabah da ifade ettiği gibi gerek ülkedeki yapılacak yeni operasyonlar, gerekse yeni kurgular yeni senaryoların tek önleyecek makamı bu gün itibariyle sayın heyetinizdir. Sayın heyetinizin bu olguyu çok ciddi bir şekilde düşünmesini, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesinden uzaklaştırmaya çalışan belli merkezlerin yeni operasyonlarına izin vermemesi için derhal sanıkların salıverilmesini saygılarımla talep ediyorum dedi.
Sanık Ergün Poyraz müdafii Av. Hasan Gürbüz: Sayın başkanım isterseniz sorulara geçelim daha sonra talepler kısmında kısa bir değerlendirme yapabilirim ben. Dedi.
Mahkeme Başkanı : isterseniz saat 16:00 oldu yani sorular bilmiyorum biter mi dedi.
İddia makamından soruldu.
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: Ergün Poyraz birkaç tane sorumuz olacak, ismini saydığım kişileri tanıyor musunuz, bunlarla herhangi bir yakınlığınız veya husumetiniz var mı? Kemal Aydın, Neriman Aydın, Ercüment Ovalı, Durmuş Ali Özoğlu, bu kişileri tanıyor musunuz dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Kemal aydın ile sanıyorum bir defa görüştüm. Neriman Aydın ı tam hatırlamıyorum, diğer söylediğiniz iki ismi de tanımıyorum. Dedi.
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: Bunlar sizden sonra göz altına alınan ve kendilerinin ifadelerinde sizden bahsettikleri için kısaca değinmek istiyorum, Neriman Aydın dan arama sırasında bir el yazısı ile yazmış olduğu notlar ele geçirildi ve bu notları kendisinin aldığını söyledi. 3 Mart 2006 tarihinde Sevgi Erenerol , Ergün Poyraz , Tenzile Rüstemanlı, Önder bey, Ercüment Ovalı ve Mevlüt Aydın ile otuz dakika saat 17:30 dan 9:30 a kadar sohbet yapıldı şeklinde …dedi.
Sanık müdafii Av. Hasan Hüseyin Buzoğlu söz aldı : sayın savcının …. Belge iddianamede yer almıyor,dedi.
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: girecek , iddianameye girecek dedi.
Sanık müdafii Av. Hasan Hüseyin Buzoğlu: çok özür dilerim , Gerecek diyorsunuz ama benim görmediğim sayın heyetinize gelmeyen bir iddianamenin, ne demek istediğimi anladınız sanıyorum. Dedi.
Mahkeme Başkanı : Savcı bey anlaşıldı, Savcı bey doğru, bu idianame ile konu olan mevzuları sorar mısınız lütfen? Dedi.
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: bu iddianame ile bağlantılı olduğu için. konuya giriyor. Dedi.
Mahkeme Başkanı : İddianameye bağlantılı olacak, olacak efendim, avukat bey, avukat bey, avukat beeey, lütfen oturur musunuz. Lütfen oturun onun gereği yapıldı efendim, lütfen oturur musunuz. Tamam söz anlaşıldı , hayır efendim, buyurun savcı bey, efendim iddia ile yok, bu iddianame ile ilgili lütfen sorunuzu sorun. dedi.
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel: tamam ben soru sormuyorum, buyurun dedi.
Mahkeme başkanı: savcı bey var mı bir soru?dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın : Öğrenim durumunuzu tam olarak açıklar mısınız?
Sanık Ergün Poyraz : Yıldız üniversitesi 2. veya 3. sınıftan terk, açıköğretim 3. sınıftan terk. Dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Hangi bölüm.? Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Yıldız inşaat, açıköğretim iktisat idi herhalde. Dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Fakülte mi? Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Açıköğretim fakülte tabi, dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Yıldız üniversitesi açıköğretim mi yani bu konuyu ifadeniz. Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Bu konuyu tane tane açıklayayım, Yıldız üniversitesi İnşaat Fakültesi ayrıdır, açıköğretim üniversitesi iktisat fakültesi ayrı ayrı iki kurumdur, birisine devam mecburiyeti yoktur, diğeri devam mecburiyeti var olan üniversitedir. Dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Bu konuyu açıklığa kavuşturmak için soruyorum zaten, dedi.
Sanık Ergün Poyraz : ben de açıkladım dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Yıldız Üniversitesi inşaat fakültesi mi, bölümü mü? Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : İnşaat fakültedir. Dedi.
Mahkeme Başkanı : ikinci sınıftan terk etmiş, daha sonra mı girdiniz, açıköğretim okudunuz. Üçüncü sınıfa kadar okundunuz, terk ettiniz ?dedi.
Sanık Ergün Poyraz : daha sonra da açıköğretim fakültesi üçüncü sınıfa kadar okudum, ondan sonra terk ettim. Dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Askerliğinizi nerede ve hangi rütbe ile yaptınız. ? dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Girne de depo çavuşu olarak yaptım.Girne de Kıbrıs tadır. Dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Diğer tutuklu sanıklardan Hikmet Çiçek i tanıyor musunuz. Tanıyor iseniz ilişkinizin derecesi nedir. ? Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Hikmet çiçek bir defa beni aramıştır. Cüneyt zapsu ile ilgili bir kitap yazdığından bahsetmiştir. Ziyaretime geldi, Cüneyt Zapsu ile ilgili bildiklerimi elimde olan şeyleri anlattım. Zaten ben hepsini kitabımda kullanmıştım, kitabı kendisine verdim, ne yaptı bilmiyorum. Dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: İşçi partisinde yapılan aramada diğer tutuklu sanıklardan Hikmet Çiçek ile ilgili olduğu iddia edilen cd içersinde sizin jandarma istihbarat tan para aldığınıza dair tutanaklar ve AKP dosyasını Emin Ağaloğlu na iletelim görüşünü alalım, limandaki yemeğe yetiştirelim, yemeğe Emin Ağaoğlu dışında Ergün Poyraz la Levent Ersöz paşa da gelecek şeklinde bir yazı bulunmaktadır. Siz savunmanızda istihbarattan para aldığınıza dair tutanakların imzasız olduğunu, bu nedenle itibar edilemeyeceğini savundunuz, nitekim bu husus mahkemece de ilgili yerden sorulmuş olup cevabı beklenilmektedir. En başından yine bu konuda başlatılacak bir istismara yol açmamak için jandarma istihbaratı elamanı olmanın bir suç olarak görülmediği hatırlatılıp bu hususun açıklığa kavuşturulması için eğer bu tutanaklar imzalı bulunsa idi içeriklerini kabul edecek mi idiniz. ? dedi.
Sanık Ergün Poyraz : isterseniz söyleyeyim, dedi.
Mahkeme Başkanı : Soru olarak soralım lütfen. Dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Sorudur sayın başkanım, dedi.
Mahkeme Başkanı : Yorum bu, bu yorum efendim tamam bitti, dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Bu tutanaklarda size para verilmesini onaylayan kişiler olarak yazılı Levent Ersöz ve Hasan Atilla uğur ile yine AKP dosyası konusunda bir toplantıya birlikte katılacağınız yazılı Levent Ersöz ü tanıyor musunuz.? Tanıyor iseniz ilişkileriniz derecesini anlatınız, Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : bu konuda defalarca ifade verdim, bu gün yine verdim, o ifadelere ekleyecek hiçbir şeyim yok. o ifadelerimi tekrarlıyorum dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Sadece bir subay olarak tanıdığınızı ilişkilerin subay ve yazar çerçevesinde olduğunu, bu yeterli ve açıklayıcı bir ifade değil. Dedi.

Sanık Ergün Poyraz : ifademde koruma ile ilgili de görüştüğümü söyledim ve kaldı ki bunların hepsinin Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli onurlu ve namuslu subayları olarak tanıdığımı da belirttim. V e görüştüğümü de söyledim. Dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Kabul etmeseniz de aksi ispat edilmediğinden itibar edilmesi gereken tutanaklara göre sizden nerde ise arşiv oluşturacak derecede gizli askeri belge elde edilmiştir. Tanıdığınızı ve görüştüğünüzü söylediğiniz bu kişilerden gizli askeri belge aldınız mı ? dedi.

Sanık müdafii Av. Hasan Hüseyin Buzoğlu söz aldı. : yorumluyor
Mahkeme Başkanı: Kendisi yorumluyor, Kendileri yorumluyor, dedi.

Sanık Ergün Poyraz: kesinlikle hiç kimseden gizli askeri belge almadım. Dedi.

Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Daha önceki aşama ifadelerinizde diğer tutuklu sanıklardan Oktay Yıldırım’ ın yazmayı düşündüğü kitap için size danıştığını beyan ettiğiniz anlaşılmaktadır. Yine diğer tutuklu sanıklardan Hikmet Çiçek de ifadesinde yazmayı düşündüğü bir kitap için size gelip bilgi istediğini söylemektedir. Bu konuyu şimdi siz de söylediniz, kitap yazmayı düşünenlerin size başvurmasını gerektirecek derecede bir arşiviniz mi bulunmaktadır. ? dedi.

Sanık Ergün Poyraz : Bakın , bir kitap yazan bir insan, mesela ben AKP ile ilgili bir kitap yazmağa başlıyorsam, benden önce AKP ile ilgili kitap makale, broşür ve benzeri her türlü çalışması olan her türlü, her görüşten insanla tek tek görüşür, bilgi alarım ve destek isterim. Olay da budur, Dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Yani bu konuda bir arşiviniz yoktur.? Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : bakın tekrar söyledim, tekrar söylüyorum, ben AKP veya nane limon konusunda kitap yazacaksam, bu konuda bilgisi, görgüsü, belgesi olan lehte ve aleyhte herkesle görüşürüm herkesle konuşurum, herkesin bilgi ve belgesinden yararlanırım, çünkü benim kitabımı okuyup benden bilgilenecek ve bana para ödeyerek bu parasının karşılığını almak isteyen okuyucularıma saygımdır bu. Onları en mükemmel bir şekilde bilgilendirmeyi nasıl düşünüyorsam, herkes de aynı düşünerek benimle görüşebilir. bunda garip olan ne var anlamıyorum. Siz hukuk fakültesi mezunusunuz, lütfen sorularınıza dikkat edin, ben terör örgütü üyesi olmakla yargılanıyorum, terör örgütü ile ilgili soru istiyorum, dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: savunmanızda bu konuyu çok kısa bir şekilde değindiğiniz için bu konuyu açıklatmak amacı ile kuruluşunda yer aldığınız 10/10/2006 kuruluş tarihli Ayasofya Derneğinin diğer üyelerinden Sevgi Erenerol , Kemal Kerinçsiz ve Muammer Karabulut ile nerede ve ne zaman tanıştığınızı, derneğin kuruluş aşaması ve kuruluş çalışmalarını buradaki faaliyetlerinizi anlatınız. Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Bakın bu konuda da yeterli ve net açıklamalar yaptım, zaten derneğin hiçbir faaliyeti de olmamıştır. Yaptığım açıklamalar, verdiğim ifadeler yeterlidir ve doğrudur. Ayasofya Derneğine de ayasofyanın özellikle cami olmasını istediğim için girdim ve söyleyeceklerim bundan ibarettir. Hayatımda hiçbir derneğe de üye olmamıştım, bu yaşıma kadar, bir derneğe de üye olayım dedim, bunda ne var. Terör örgütü üyesiyim diyorum, ben üyesi olmakla suçluyorsunuz diyorum, bana terör örgütü üyeliği ile ilgili bir sorun sorun Allah rızası için ben de birilerine anlatayım, nasıl örgüt üyesi oldum, nasıl halkı silahlı isyana tahrik ettim, nasıl ruhsatsız silah taşıdım, nasıl ruhsatsız silah taşıyarak örgütün silahlı elamanı oldum. Bana bu soruları sorun . dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Siz Mahkemeye hitaben konuşursanız , size ait olan bir kitabın diğer tutuklu sanıklardan Behiç Gürcihan da bir cd içersinde word belgesinde ele geçmesi konusunda birbirinizi yalanlar şeklinde savunmalar yaptınız, dedi.
Sanık müdafii Av. Hasan Hüseyin Buzoğlu söz aldı: siz de ben de çok iyi biliyoruz ki bu soruları soramaz sayın savcı, bunlar delillerin değerlendirilmesi .
Mahkeme Başkanı : savcı bey, değerlendirmede. dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: Sayın Başkan, eğer sorduğum sorulara bir itiraz var ise lütfen siz değerlendirin, ve sorulmamasına karar verin dedi.
Sanık müdafii Av. Hasan Hüseyin Buzoğlu: Evet hayır veya açıklama mahiyetinde sorulan sorular olabilir, delillerin değerlendirilmesi aşamasında sorulacak hiçbir soru biraz önce olduğu gibi sorulamaz efendim. Dedi.
Mahkeme başkanı: Bunları delillerin aşamasında soralım sayın savcı, dedi.
Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın: peki teşekkür ederim sayın başkanım, dedi.
Sanık müdafii Av. Hasan Hüseyin Buzoğlu söz istedi, verildi: Sayın Hakimim bir cümle ile bir şey söylemek istiyorum, biraz önce müvekilime bir soru yöneltmek istedi sayın savcı sayın savcı dedi ki gelecek dedi. Önünüze gelecek dedi. Bu hukuk mantığında çok ciddi bir iddiadır, siz bir soruşturmayı bitirmeden bir soruşturmada iddianame yi hazırlamadan ben bu iddianameyi bitirmeden altına imzayı atmadan siz nasıl bir soruşturmada onlar sizin önünüze gelecek diyebilirsiniz. O zaman bu soruşturmanın hukuki güvencesi masumiyet karinesi nasıl olabilir, efendim. Müvekkilime sormuş olduğu biraz önceki ifade ettiğim 1 Temmuz ve 23 Eylül de alınan kişiler ile ilgili sayın savcı iddianamesini tamamlamışçasına adeta ben onlar hakkında takipsizlik kararı vermeyeceğim diye isası rey de bulunarak gelecek diye ifade ediyor. Bu nasıl bir soruşturma mantığı olur, sadece zapta geçmek için ifade etme ihtiyacı duydum. Dedi.
Sanık Ergün Poyraz müdafii Av. Hasan Gürbüz söz istedi verildi: Ergün Poyraz emniyette göz altında iken resmi ifade dışında mülakat esnasında emniyet görevlileri, rütbeliler size Ergün Poyraz sen şuranın şuranın adamı mısın, bize söyle seni serbest bırakalım şeklinde soru yönettiler mi bu konuyu açıklar mısın. Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Rütbeli olduğunu tahmin ettiğim, Kapısında sanıyorum müdür, veya şube müdürü yazan bir şahıs , genelkurmay istihbaratından mısın yoksa jandarma istihbarat ından mısın.? Bunu bize açıklarsan seni buradan davul zurna ile göndeririz dedi. Ben de kendisine ikisine de ait olmadığımı Atatürk ün askeri olduğumu, Mustafa kemal in askeri olduğumu belirttim. Ve bu talebini de reddettim, dedi.
Mahkeme Başkanı : avukat
ınız var mıydı, dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Hayır efendim, dedi.
Mahkeme Başkanı: Avukatsız mı ifade verdiniz, dedi.
Sanık Ergün Poyraz : ifade değil efendim, bu avukatlar gelmeden önce özel olarak konuşulan odada oldu bu. Dedi.
Mahkeme başkanı: yani ifade sırasında değil bu öyle mi ? dedi.
Sanık Ergün Poyraz : ifade sırasında değil efendim. Böyle oda oda gezdiriyorlar, bir şeyler anlatıyorlar, soruyorlar o zaman. Dedi.
Mahkeme başkanı: anlaşıldı dedi.
Sanık Doğu Perinçek ve işçi Partililer vekili Av. Hüseyin Gökçe Arslan söz istedi, verildi: İddianamenin 667 sayfasında sayın Ergün Poyraz ın bölümünde şöyle bir ifade geçiyor, işçi partisi genel merkezinde yapılan aramada girişin karşısında sekreter odasının karşısında ki masa üzerinde cdler bulunmuştur deniyor ve Princo yazılışı böyle marka yanda numarası var, bu bulunmuştur deniyor, ayni markası yazılmış, seri numarası belirtilen uzun olduğu için söylemiyorum, burada yazılı, bunun içersinde Ergün Poyraz a jitem tarafından verilen paraların makbuzlarının olduğu belirtilmiştir. İşçi partisinde böyle bir cd bulunmamıştır. 21/03/2008 tarihli arama tutanağına bakıldığı zaman böyle bir cd nin olmadığı görülecektir, bu bir. İkincisi sayın savcı henüz dosyaya girmemiş, başka bir soruşturmanın tanık veya sanık ifadesini dosyaya girecek dedi. Ben size bu dosyadaki bir belgeyi klasördeki belgeyi sunarak bu soruşturmanın nasıl yapıldığını göstermek istiyorum, dedi.
Mahkeme Başkanı : Avukat bey, sanık burada sanığa sorulacak bir sualiniz var ise onları alalım, o soruları alalım ondan sonra siz kişisel olarak konuşabilirsiniz tabi. Önce sanık burada ayakta bekliyor dedi.

Sanık Serhan Bolluk söz istedi verildi.: sayın Ergün Poyraz kısa ve somut bir sorum var size, bakan Kürşat tüzmen in evinde görüştüğünüz kişi Emine Erdoğan mıdır, dedi.

Sanık Ergün Poyraz : ben orda kimseyle görüştüğümü söylemedim, ancak Erdoğan ın orda biriyle görüştüğünü söyledim, bununda can güvenliğim nedeni ile açıklayamayacağını belirttim, ancak şöyle bir açıklama yapayım. Tayyip Erdoğan ın Rogert şort yani AKP nin kuruluşunda etkin rol oynayan İngiltere nin İstanbul başkonsolosu Rogert şort un CIA elamanlarının kullandığı El Kaide militanlarınca öldürülmesinin ardından kazandığı cumhurbaşkanlığı yarışında öne geçtiği, pirim yaptığı durumu sanıyorum, 16 ekim 2006 tarihinde bir gün önce evinde zor geçen bir gecenin ardından ki bunu da Emine Erdoğan ın açıklamasından ve bu açıklamayı da basına Abdullah Gül ün sızdırmasından öğreniyoruz, geçirdiği sara krizi ile veya diğer bir sinir buhranı ile kaybettiği bir ortamdır, dolayısıyla bunun açıklanması bu tür diğer olayların da net açıklanmasını getirecektir ki, burada benim can güvenliğim birinci derecede söz konusu olmaktadır. Bu sorunun yine tek cevabı, Tayyip Erdoğan hastanede kaldığı süre içinde eşi altı buçuk saat yanına gitmeyip nerde durdu ise, Kürşat Tüzmen in evinde görüştüğü kişi de odur. Anca bu kadar söyleyebilirim. Dedi.
Sanık Serhan Bolluk : peki bu görüşmenin konusu ile ilgili bir şey söyleyebilir misiniz. ? dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Yani o yine aynı şeye girdiği için bu konuda söyleyeceklerim bu kadardır dedi.
Sanık Nusret Senem söz istedi, verildi: Sayın başkanım sizin aracılığınız ile soracağım, savcılık da vermiş olduğu 24 nisan 2008 tarihli ek ifadesinde siz okurken bir benimle ilgili bir konu geçti, Nusret Senem de çıkan word belgeleri gösterildi diye bir soru sormuş savcılık kendilerine, böyle belgeler bana ait değildir tarzında cevap vermişler, sorgusu yapılırken de bu word belgelerinin bir örneğini mahkemenize sundu. Ben öyle değerlendirdim makbuzlar şeklinde, kendisine sorulan soruya konu belgeler o makbuzlar mıdır, başka belgeler midir. ? dedi.
Sanık Ergün Poyraz : o imzasız, kimin tarafından yazıldığı belli olmayan , Hatta benim ismimin bile eksik yazıldığı makbuzlardır. Dedi.
Mahkeme Başkanı : Yani şu paralar, bu kadar para istihbarat karşılığı, o makbuzlar mıdır. Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : paralarla ilgili efendim, Jandarma Genel komutanlığının da yalanladığı makbuzlardır. Dedi.
Sanık Nusret Senem : bu aynı belgeler olduğu anlaşılıyor, işçi partisinde böyle bir belge buna ilişkin bir cd bulunmamıştır. Demen sayın avukatımızda ifade etti. Böyle bir belge bulunmamıştır. Tutanaklar otuz sayfadır, o aramada bizzat bulundum ve böyle bir belgenin bulunmadığına tanığım, bunu tutanağa geçmesi açısından söylüyorum, bir başka hususu da ifade etmek istiyorum, demin sayın savcı soru sorarken şunu ifade etti, işçi partisinde levent Ersöz ile ilgili bir yemekten bahisle bir belge bulunduğundan söz ettiler. Böyle bir belgede işçi partisinde bulunmamıştır. Basına servis edildiği anlaşılan bu belgenin AKP davasının hazırlığını, iddianamesini ve hazırlığını yapan Yargıtay Cumhuriyet başsavcı yardımcılarından Ömer Faruk Emin Ağaoğlu nu da katarak , onu da katarak düzenlenmiş bir tertip belgesidir, bir emniyetin düzenlediği diye bir gizli tertip belgesidir. Böyle bir belge de işçi partisinde bulunmamıştır, kesinlikle buna da tanığız, böyle bir bele kesinlikle işçi partisinde yoktur, psikolojik savaş gayesi ile bu belgeler sanıyorum savcılık kanalı ile basına yansıtılmıştır ve manşet yapılmıştır gazetelerde. Tutanakta yoktur. Dedi.
Mahkeme Başkanı : Soru soracak mısınız dedi.
Sanık Nusret Senem : yok teşekkür ederim dedi.
Sanık Kemal Kerinçsiz söz istedi verildi: birinci sorum, benimle nerede ve nasıl tanışmışlar.dedi.
Mahkeme başkanı: nasıl tanıştınız, nerede?
Sanık Ergün Poyraz : Nerede tanıştığımı hatırlamıyorum, ama hatırlamıyorum yani biraz hatırlatırsa çıkarabilirim. Dedi.
Sanık Kemal Kerinçsiz : İstanbul damı Ankara damı en azından. Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : hatırlamıyorum dedi.
Sanık Kemal Kerinçsiz : bu davanız ile ilgili bir soruşturmada tutuklanmadan önce emniyet savcılılık ve hakimlik ifade sorgularınıza avukatınız olarak avukat Kemal Kerinçsiz girdi mi?
Sanık Ergün Poyraz : tabi girmiştir. Dedi.
Sanık Kemal Kerinçsiz : Kendisi ile tamamen iş ilişkisi çerçevesinde vekalet ücret sözleşmesi imzalayıp vekalet ücretini tahsil etti mi ? dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Avukatım aracılığı ile sanıyorum 1000 YTL falan ödedim. Dedi.
Mahkeme Başkanı : avukatım aracılığı ile derken. Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Hasan Hüseyin Buzoğlu aracılığı ile dedi.
Mahkeme Başkanı : yani beraber mi girdiler: dedi.
Sanık Ergün Poyraz : evet efendim, ücretini de o aracılıkla sanıyorum 1000 YTL idi yanlış hatırlamıyor isem, de doğrusunu kendisi bilir, dedi.
Sanık Kemal Kerinçsiz : Ayasofya Derneğinde bu davada bulunan Sevgi Erenerol Kemal Kerinçsiz , Muammer Karabulut gibi sanıklarla birlikte kurucu üye olduğunuz Ayasofa Derneğinde bu derneği kurarken size Veli Küçük veya Muzaffer Tekin herhangi bir talimat verdi mi ? veya bu kişilerle bir istişare yaptınız mı ? dedi.
Sanık Ergün Poyraz: Muzaffer Tekin ve Veli Küçük ile hiçbir zaman görüşmedim, kendilerini de kesinlikle buraya gelene kadar tanımıyordum, bu mahkeme salonunda tanıştım. Dedi.
Mahkeme Başkanı: Konu ne bizde gülelim, nedir konu, dedi.
Sanık Muammer Karabulut : efendim Ayasofya Derneği ben kurdurdum, bu benim fikrimdi,arkadaş onu sordu bana , arkadaş da dedi ki bana ben sığır çobanıyım dedi, anlamam dedi. Anlatır mısınız dedi. Ben de ona dedim ki o zaman sığırları koruma derneği kurarsın sende dedim, o da güldü, bende güldüm, konu bu efendim. Dedi.
Mahkeme başkanı: Duruşma salonunda olmaz bu dedi.
Sanık. Muammer Karabulut : Özür dilerim efendim. dedi.
Sanık Kemal Kerinçsiz : avukat Kemal Kerinçsiz in sizin müdafiliğinizi yaptığı ve cezaevinde sizi ziyaret ettiği bir görüşmede cezaevinde yazdığınız kitabınızın tanıtımı konusunda sivil toplum kuruluşlarının katılacağı bir tanıtım toplantısı etmişsiniz,bunun maiyeti nedir , neden böyle bir talepte bulundunuz, dedi.
Mahkeme Başkanı : var mı böyle bir talep dedi.
Sanık Ergün Poyraz : daha önce Musa nın çocukları ile ilgili bir talep vardı, fakat o kitap çok hızlı şey olduğu için yerine getirilmedi. Çünkü öyle oluyordu ki matbaadan direk dağıtıma gidiyordu, ben bile o kitaptan alamıyordum, dolayısıyla hem onun telif ne denir ona onda yapamadığımız tanıtımı yeni çıkacak kitabımda yapılması için konuşmuştuk. Dedi.
Sanık Kemal Kerinçsiz : avukat Kemal Kerinçsiz in yeniçağ televizyonunda program yapımcılığını üstlendiği “medeniyet dediğin” isimli programa yazar Erol Bilbilig ve bir emekli paşa ve siz katılmıştınız, konu cumhurbaşkanlığı seçimleri idi, bu programdaki konuşmalarınız sebebi ile savcılık tarafından sizin aleyhinize bir takip yapıldı mı ? dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Hayır , dedi.
Sanık Kemal Kerinçsiz : çünkü suç unsuru olarak gösterilmiş o bakımdan sordum, teşekkür ederim efendim dedi.
Sanık Kahraman Şahin söz istedi verildi: Sayın poyraz Kuvai Milliye 1919 derneği ile herhangi bir bağınız bağlantınız, üyeliğiniz var mıdır. ? dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Hayır yoktur, dedi.
Sanık Kahraman Şahin : burada tanıdığınız insan var mı ? dedi.
Sanık Ergün Poyraz : Hayır , dedi.
Sanıklar Güler Kömürü ve Kemal Alemdaroğlu müdafii Av. Metin Çetinbaş söz istedi, verildi: Ergün Poyraz bu emine Erdoğan ve diğer yabancı şahıslar görüşmesinden bahsettiniz, o görüşme bu davayı ilgilendirecek beyanlar yada bilgiye sahip misiniz, bu dava ile ilgili? Dedi.
Sanık Ergün Poyraz : hayır bu dava ile ilgili değil, o gün .. dedi.
Mahkeme Başkanı: bu dava ile ilgili değilse bırakın. Dedi.
Sanıklar Güler Kömürcü ve Kemal Alemdaroğlu müdafii Av. Metin Çetinbaş: bu dava ile ilgili mi ?dedi.
Mahkeme Başkanı : değil efendim, dedi.
Bu arada tutuklu sanıklardan Abdulmuttalip Tonçer ve Hayretin Ertekin in hastaneden geldi, huzurdaki yerlerine alındı.
Bir kısım sanıklar müdafii Av.Sait Türer in de geldiği görülmekle huzurdaki yerlerine alındı.
Sorgu ve savunma sırasında bir kısım sanıklar ve müdafilerinin verdikleri bir kısım 25/11/2008 tarihli dilekçeleri ile bazı beyan ve taleplerde bulundukları anlaşıldı.
Mahkeme Başkanı : sanıklardan talebi var mı talebi olan ? dedi.
Sanık Ali Kutlu söz istedi, verildi.: Gizli tanık 17 Mersindeki bayrak yakma olayını benim yaptırdığımı, benden duymuş, bu konuda Mersin emniyet müdürlüğüne yazı yazılmasını, olay yerinde ben var mıyım 2005 yılı nevruz bayramından sonra PKK yandaşları tarafından gerçekleştirilen olayda ben var mıyım, olayda tutuklananlar göz altına alınanlar beni tanırlar mı, bunun mersin emniyet müdürlüğüne yazılaraktan bunun sorulmasını talep ediyorum efendim, saygılarımla arz ederim, dedi.
Sanık Kemal Kerinçsiz: sayın Başkanım, hoşgörünüze sığınarak biraz zamanınızı alacağım, yedi sekiz talebim var, hepsi de konularla alakalı, usule ilişkin, esasa kesinlikle girmemek kaydı ile, efendim özellikle iddianamenin hazırlığı konusunda Ceza Muhakemeleri kanununun 161. maddesinin birici fıkrasında şu hüküm var, savcı doğrudan doğruya veya emrindeki kolluk aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir, kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir der, yine aynı maddenin 4 fıkrasında da diğer kamu görevlileri de soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri savcıya temin etmekle yükümlüdür der. 164. maddenin 2 fıkrasında soruşturma işlemleri savcının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adli kolluğa yaptırılır, adli kolluk savcının adli görevlere ilişkin emirlerini yerine getirir, 165. maddenin birinci fıkrasında da savcının talebi halinde diğer kolluk birimleri de adli kolluk görevi gibi söz konusu talimatları yerine getirmekle yükümlüdür demiştir. 169.maddenin 2. fıkrası ise, savcının bu konuda yapmış olduğu bütün işlemlerin zapta bağlanacağını ifade etmiştir. 170. maddenin birinci fıkrasında da kamu davasını açma görevi doğrudan cumhuriyet savcısına aittir. Der. Yerine getirilir der.
Soruşturma evresi sonrasında yeterli şüphe oluşmuş ise savcı bir iddianameyi düzenler der, bir başkası düzenlemez, doğrudan doğruya cumhuriyet savcısı düzenler der. Yine ceza muhakemeleri kanununun 63. maddenin 1. fıkrasında da çözümü uzmanlığı özel bir teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin görüşünün alınmasına karar verilebilir demiştir. 3. fıkrasında da soruşturma evresinde de aynen kovuşturma evresinde olduğu gibi cumhuriyet savcısı da özel ve teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişiye müracaat edebileceğini hüküm altına almıştır. Yani savcı iddianameyi hazırlarken birincisi belge ve bilgi teminini kamu görevlilerinden sağlayabilecektir. Araştırma için kolluğu görevlendirebilecektir. Teknik ve özel konularda da bilirkişiye müracat edebilecektir. Ve bütün bunları yaparken de 169/2 ye göre mutlak surette her işlemin zaptını tutmak zorundadır. iddianame yi incelediğimizde birçok duruşmalarda da örnekleri verildi. Kullanılan dil ve ifadelerden bir hukukçu tarafından hazırlanmadığı açıkça iddianame anlaşılmaktadır. Yine sizlere vereceğim en basit örnek benim Atatürk ve Türklükle alakalı konularda doğrudan doğruya ceza davası açtığım ifade edilmiştir ki, bir savcının yeni 5237 sayılı yasada şahsi dava açma hakkı da ortadan kaldırmakla bir savcının bu deyimini kullanması mümkün görünmemektedir, bu endişelerimi birkaç defa dile getirdim ve basında da Yeditepe Üniversitesinden bir profesörün eşliğinde Adalet ve içişleri bakanlığından temin edilen teknik bir kadro tarafından levent adliyesinin 4. katında hummalı bir çalışma sonucunda iddianamenin hazırladığı da belirtilmiştir. Bu konuda en son olarak üç gün önce cumhuriyet Halk Partili milletvekili Şahin Mengü tarafından bir soru önergesi şeklinde meclis gündemine getirilerek adalet bakanlığından şu soruların cevaplandırılması istenmiştir. Mengün önergesinde, soruşturma açılmadan önce 21.yüzyılda terör örgütü yapılandırması ve Ergenekon terör örgütü konusunda veya kaçak para veya dışarı giden hayali paralar konusunda İstanbul Beşiktaş adliyesinde bulunan 6 adet ağır ceza mahkemesinin tüm başkan üye ve yedek hakimlerine ve ayrıca emniyet mensuplarına, suç ve suçlu tarif edilerek bir brifingin verilip verilmediğini, bu brifingin aynı zamanda dönemin genelkurmay başkanına, adalet bakanına ve bu günkü Başbakan a verilip verilmediğini, soruşturmanın 8. dalgasında Adalet Bakanı yeni müsteşarının bizzat bu dalga sırasında üç gün boyunca İstanbul da kalıp cumhuriyet savcıları ile istişarede bulunup bulunmadığının ve bizzat soruşturmayı yürütüp yürütmediğini, levent adliyesinin üst katında Ergenekon soruşturması iddianamesinin hazırlanması için özel bir birim kurulup kurulmadığını, iddianame yazılım çalışmalarına sivil ekiplerinin de katılıp katılmadığının bu kişilere yapmış oldukları işler karşılığında herhangi bir ödemenin yapılıp yapılmadığının veya yapılmış ise ne kadar yapıldığının, soruşturmada iddianamenin yazımı sırasında özellikle emniyet genel müdürlüğü tarafından kimlerin görevlendirildiğini, bu çalışmalarda emniyet genel müdürlüğünün, organize suçlarla mücadele daire başkanının yine Rize Emniyet Müdürünün, Karabük il emniyet müdürünün katılıp katılmadığını, iddianame ile üç savcının dışında başkaca savcıların görevlendirilip görevlendirilmediğini, sözde Ergenekon sanıklarının cezaevinde yatarken koğuşlarında çalışırken günlük yaşamlarının kameralar vasıtası ile özellikle cezaevi müdürünün dışında başbakan, bakanlar kurulu ve başkaca kamu görevlileri tarafından gözlenip gözlenmediğini, bütün bunların sorulmasını şahin mengü meclisten istemiş efendim, bu iddiaların bir kısmı doğru olması halinde dahi hukuk devletinin ve adil yargılama ilkelerinin yara alacağı ortadadır. Eğer iddianamenin yazımına sözü edilen kişilerin katılmış olması halinde öncelikle soruşturmanın gizliliği ihlal edilmiş olacaktır. Yine doğrudan doğruya 288. madde ihlal edilmiş olacaktır. Polisin kanıt toplama görevi olduğu halde, savcının bu kanıtları doğrudan polise asla müdahale ettirmeyerek kendisini değerlendirme yetkisi olmasına rağmen, bu yetki de ihlal edilerek adeta iddianamenin tanzimine savcını dışındaki unsurların katılarak bu söz konusu bahsettiğim CMK daki hükmün de ihlal edildiği açıkça ortaya çıkacaktır. Bu durumda soruşturma tamamen sakatlanmış olacak ve buna bağlı olarak da yapılan kovuşturmanın sağlıklı olarak yapılacağından bahsedilemeyecektir. Davanın başından bu yana şahsım olarak mahkeme başkanı olarak sizlerin ve kıdemli üyenin tarafsız olduğunu, kesin ve bir dille beyan ettim. Ancak bağımsızlığı konusunda şüphelerimi dile getirmiş ve bu konularda da itirazlarımı sunmuştum. Nitekim mahkemenize sunduğum 10/10/2008 tarihli yazılı savunmamın 806. sayfasında yer alan 8 nolu delilinde aynen şu talepte bulunmuştum. İddianamede kullanılan dil, basında çıkan adalet bakanlığınca ve içişleri bakanlığınca iddianame hazırlanması konusunda bazı müşavirlerin görevlendirildiğine ilişkin haberler dikkate alındığında her iki bakanlığa tezkere yazılarak teknik uzman yada müşavir, veya başkaca isim altıda bakanlıklardan İstanbul a gönderilen yada başka bir ilden görevlendirilen kişilerin olup olmadığını, bu kişilerin görev süreleri ile yapmış oldukları görevlerinin sorulmasına, bu görevlendirmenin hangi mevzuata göre yapıldığının bu kişilere ödenek verilip verilmediğinin bu kadroları uzmanlık alanlarının ne olduğunun sorulmasını mahkemeden istemiştim. Bu taleplerimde ne kadar haklı olduğum, gelişen bu olaylar karşısında açığa çıkmıştır. Talebim ve soru önergesindeki endişeler son derece ciddi sonuçlar doğuracak mahiyettedir. Yukarda iddia edilen hususların bir kısmı doğruluğu halinde dahi CMK 161,164,165,169,170, ve 63. maddelerin ihlal edilmiş olduğunu ortaya çıkaracağı gibi, soruşturmanın hukuk dışılığını ortaya koyacak ve buna bağlı olarak kovuşturmanın sıhhatini de doğrudan etkilemiş olacaktır. Çünkü bu müdahaleler mahkemenin bağımsızlığını ortadan kaldırıcı mahiyettedir. İyi bir adaletin başlıca şartı adaleti dağıtanların bağımsız olmasıdır. Zira en küçük bir yabancı unsurun müdahalesi bile bozulan kurum adalet kurumudur, bağımsızlık mahkemenin herhangi bir kişi veya kurumun emir almamasını yasamanın yürütmenin yargının ve dış çevrenin etkisi altında olmamasını ifade eder. Mahkemelerin bağımsızlığı mevcut siyasi düzen ve iktidar karşısında hukukun üstünlüğünü sağlamanın en önemli enstrümanını oluşturmaktadır. Bu itibarla mahkemelerin bağımsız olması sadece adil yargılanma hakkı bakımından değil, genel olarak iktidarın sınırlandırılması ve toplumun hukuk düzenine güvenini sağlamak bakımından da büyük önem arz eder. Mahkemelerin bağımsızlığını öncelikle devlet olarak koruma altına alınacağı devlet erki yürütmedir, çünkü mahkemelerin bağımsızlığını yürütmeye karşı korumak, diğer organ ve kurumlara karşı korumaktan daha zordur. Yaşanan tecrübeler de göstermiştir ki bağımsızlığa karşı en büyük tehlikeler yürütme organından kaynaklanmaktadır. Davamız açısından bağımsızlığı etkileyen bir diğer faktör, teknik anlamda idarenin ajanı olan ancak yargı alanında faaliyet gösteren savcıların olumsuz tutum ve işlemleri olup bu yanlı tutumları ile kovuşturmayı etkileme ve yönlendirme işlemleridir ve girişimleridir. Bunlardan sadece bir iki örnek verecek olursak ortada yürüyen bir kovuşturma var iken işlendiği iddia edilen aynı suçları bir başka soruşturma dosyası açılarak yürütülmesi bir hukuk skandalıdır. Yürüyen bir soruşturmanın kovuşturmayı ve mahkemenin bağımsızlığını etkilememesi mümkün değildir. Siz bu durumda yargılama makamı olarak alenilik kuralını tam olarak uygulayamazsınız. Sanıkları suçladığınız delilleri devam eden soruşturmanın gizliliği nedeni ile savunmanın huzuruna sağlıklı olarak getirilmesini sağlayamazsınız. Nitekim iddia makamının bu konuda nasıl bir direnç gösterdiğini hep birlikte gözlemlemekteyiz. Öncelikle iddia makamı bu davanın soruşturması ile ilgili hiçbir delili elinde tutamaz ve saklayamaz, mahkemeye de sunmamazlık edemez. Kendisinde böyle bir takdir hakkı yoktur. Elindeki tüm delilleri CMK 170. madde uyarınca iddianame ekinde sunmak zorundadır, hatta bu delillerin bir kısmı hukuka aykırı olarak elde edilmiş dahi olabilir, bu durumda bile CMK 170/5. Maddesi uyarınca bu delilleri ibraz etmek zorundadır. Ancak görüyoruz ki savcı birçok delili mahkemeden ve sanıklardan yürüyen soruşturmadaki gizlilik kuralının korunmasını mazeret göstererek saklama yoluna gitmektedir. Gizli tanık 9 Osman Yıldırım ın ifadeleri mahkemece 3. defa savcılıktan istendiği halde savcı kullandığı son derece saygı dışı bir üslupla mahkemenin bu talebini yerine getirmekten imtina etmekte adeta ayak diretmektedir. Çünkü bu ifade geldiğinde savcıların nasıl politize oldukları yürütmenin emrinde sürdürülen operasyonda gönüllü olarak kullanıldıkları, masum insanlara kaba ve hukuk dışı yöntemlerle nasıl çamurlar atıldığı, yüksek bir yargıcı şehit eden üç yargı mensubunu yaralayan, insan dahi denilmeyecek eli kanlı katillerle Osman ım diyebilecek ölçüde ilişkiler tesis ettikleri ortaya çıkacaktır. Aslı çirkinlikler söz konusu ifadenin alınış tarzını ortaya koyak çekimlerin celbi ve duruşmada alenen seyredilmesi halinde ortaya çıkacaktır. Sadece gizli tanık 9 Osman Yıldırım ın değil bütün gizli tanıkların çekimlerinin savcılıkça mahkeme dosyasını ibrazı gerekir, savcılık bu konuda elinde hiçbir delili stoklayamaz. Tamamının ibraz etmesi gerekir. Mahkemenin ara karar tesis ederek bu soruşturma ile ilgili savcılık nezdindeki tüm delilleri diğer soruşturmada toplananlar da dahil olmak üzere dosyaya ibrazını istemeli, hangi delillerin sanıklara aktarılabileceği veya alenileştirileceği konusunda bizzat mahkeme kendisi karar vermelidir. Gizlilik kuralı mahkemeye karşı değil, ancak taraflara karşı ileri sürülebilir, mahkeme iddia makamı gibi taraf olmadığı hususu tartışılabilecek bir makam değildir. Mahkeme heyet gizliliği ihlal edebilecek konumda bir suje değildir. iddia makamı yargıdan hiçbir delili saklayamaz. Mahkeme de bir belgenin celbine karar verirken gizlilik kuralını tezkereye yazarak bu çerçevede savcılıkla irtibat kurması doğru değildir. aksi halde yargı makamı ve mahkeme savcının vesayetine girmiş olur. Bağımsız ve adil bir mahkemeden bahsetmek mümkün olamayacaktır. Maalesef bu günkü görüntü budur. Savcılık makamı kaba ve saygı dışı bir yazışma dili kullanarak yargı makamına mealen siz yargılamayı ancak benim tercihime göre sunduğum delilerle yapabilirsiniz. Benden delil isteyemezsiniz ben istediğim delili sunarım, istediğimi de sunmam diyebilmektedir. İddia makamının bu keyfi uygulamasına son vermek hukuk devleti olmanın ötesinde kurban seçilen bizlerin bağımsız bir mahkeme tarafından yargılanmasının ön şartıdır. Sadece gizli tanık Osman Yıldırım ın ifadesi konusunda değil savcılık diğer birçok konuda soruşturma aşamasında alışkanlık haline getirdiği keyfi uygulamalarını siyasetten aldığı cesaret ve fütursuzca kovuşturma aşamasında da devam ettirmektedir. Sanık aleyhine olan işlemleri ve delilleri bir günde hatta on iki saat geçmeden dosyaya koyan savcılar, her nedense sanıkların mahkemece kabul gören taleplerine ayak diretmektedir. Maalesef bu soruşturmanın savcısı olduğunu iddia eden başbakan ın Danıştay cinayetini ve cumhuriyet gazetesinin bombalanması olayını sözde Ergenekon örgütüne bağlanması işini kendisine görev olarak verilen ve bu sebeple Cemil Çiçek in yerine adalet bakanı yapılan Mehmet Ali Şahin in savcılara verdikleri yasa dışı destekler iddia makamına geri dönülmesi düşünülmeyen açık bir kredi olarak kullanılmaya devam edilmektedir. Her açılan kredinin mutlak bir geri dönüşü vardır. 07/11/2008 tarihli celsede Tuncay güney in 2001 yılı mart ayında göz altına alındığında yapılan mülakatın tamamının devam etmekte olan soruşturmanın gizliliği de dikkate alınarak gönderilmesi bir nolu ara karar olarak istenmiştir. Bu güne kadar iddia makamı son derece basit olan bu ara kararın gereğini yerine getirmemiştir. Ve getirmemektedir. Sayın mahkemenin bu ara kararda kullandığı dilde hatalıdır. Bırakınız yürütülen ve yeni dosya numarası alınan soruşturmanın gizliliği kuralının savcılık kendi dosyasında kendisi uygulasın. Mahkeme kendi dosyasındaki alenilik kuralının uygulanmasından ve bu kurala istinaden sanıkların adil yargılanmasından sorumludur. Mahkeme ve hakimler anayasanın ikinci maddesinde devletin vatandaşına taahhüt ettiği hukuk devletinin ve bunun gereği olan bağımsız yargının hakimleridir. Siyasi senaryolar ile huzura getirilen sanıkların suçlandığı delillerin savcılıkça gizlenmeden saklanmadan mahkeme dosyasına sunulması ve savunmanın sağlıklı olarak yapılması için sanıkların bilgisine ulaştırılması hakimlerin yargılama içersinde en birinci görevleridir. Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğunu bu devletin yürütmenin emrinde çalışan savcılar devleti olmadığını öncelikle beynimizde kabul etmemiz ve davayı bu ilkeye göre yürütmemiz gerekir, sayın başkanım, bu kovuşturmanı öncelikle AKP iktidarı emir ve talimatları ile çalışan savcıların gölgesinden ve vesayetinden çıkarılması gerekir. Bunu yapabilecek gücünüz ve gelişmiş hukukçu kimliğiniz ve dürüst kişiliğiniz mevcuttur. Çünkü bu gücü size veren Türk milletidir. Siz millet adına bu yargılamayı yapıyorsunuz. Sizden bu konuda daha güçlü bir kurum ve kişi kabul etmiyorum ve yoktur. Sayın başkanım 03/11/2008 tarihli ara kararınızın 9 nolu bendinde aynen şu kararı verdiniz, beyanlarda ve dosyada sık sık ismi geçen Tuncay güney in halı hazır konumunun İstanbul Cumhuriyet savcılığından sorulmasına, dinlenip dinlenmeyeceği ve dinlenme şekli konusunun gelecek oturumlarda düşünülmesine demiştiniz. Bu celseden sonra atlamış olabilirim çok dikkatli takip ettim. Savcılığın bu konuda daha önce vermiş olduğu bilginin dışında bir bilgi vermediğini, sadece bu sanığın firari şüpheli olduğunu beyan etmiştir. Burada sorulması gereken soru şu, bu kişi 2007/1536 hazırlık sayılı dosyasında şüpheli firari ise, bu kişi hakkında neden bu sanıklarla birlikte kamu davası açılmadı. Hakkında suç işlediği konusunda savcılarca yeterli şüphe mi oluşmadı. Soruşturma 17 aydan bu yana devam ediyor, kaldı ki bu kişi hakkında belgeler ile ilgili hazırlık soruşturması olmasa da bir inceleme başlatılmış, soruşturmaya dönüştürülmemiştir. Ve 2001 yılında da söz konusu inceleme soruşturmaya dönüşmeden kapatılmıştır. Sayın savcılarca bu kadar süre içersinde şüphenin yenilip de dava açılması aşaması acaba gelmedi mi 2001 yılından itibaren toplanan delilleri de dikkate aldığımızda. Keyfi şüphenin yenilmesi için acaba ne kadar beklenecek. Savcıların Tuncay Güney hakkında yaptıkları bu uygulama aslında bu kovuşturmada siz değerli yargıçların sonuç almasının engellenmesine yönelik bir çaba değil midir. CMK da bu kişi hakkında dava açılmasını engelleyen bir hüküm var mıdır.? Dava açmak için mutlaka kişinin ifadesinin alınmasına mahal olmadığını biliyoruz. Acaba bu kişi hakkında mahkemece CMK 247 ve 248. maddelerinde yer alan kaçak hükümlerinin uygulanmasını engellemek amacı ile mi dava açılmıyor. Böylelikle kişinin gıyabi tutuklanması ki yasadaki tek istisna budur ve hem de mallarına tedbir konulması bu şekilde mi engellenmiş oluyor. Değerli başkanım, savcıların kasıtlı ve kötü niyetli olarak hazırladıkları bu oyunu bozmak size düşüyor. Diyeceksiniz ki ben önüme getirilen dava ile bağlıyım. Bu kişi hakkında dava açma yetkim yoktur. Bu savcının görevidir diyebilirsiniz. Ancak ben sayın mahkemenin bu konuda yapabileceği çok şey olduğu kanaatindeyim. Öncelikle bu kişi hakkında hangi suçlardan ötürü soruşturmanın yürütüldüğünü bilmiyoruz ve savcılıkça her konuda olduğu gibi bu bilgiyi de mahkemeden gizliyor. Bakınız o kişi hakkında biz konumunu sorduk, sadece ve sadece şüpheli firari dendi. Peki hangi suçlardan şüpheli firari, soruşturmanın hangi suçlardan yürütüldüğünü savcının mutlaka dosyaya bildirmesi gerekir. Tuncay Güney sözde Ergenekon örgütünün üyesi mi dir, kurucusu mu dur, yöneticisi mi dir.? TCK 312 ve 313. maddeler uyarınca hükümeti ortadan kaldırmaya veya halkı silahlı isyana tahrik etmeye suçlarından ötürü hakkında soruşturma var mı dır. Tabi ki savcılık bu konuda da ayak diretecektir, çünkü Tuncay Güney konusunun gündeme gelmesini istememektedir.imkan nispetinde mahkemeyi oyalayıcı ve yanıltıcı eksik bilgi verecektir. Değerli mahkeme savcılık bilgisinin bir an önce doğru olarak verilmesini sağlayarak gelecek cevapları yürütülen soruşturmadaki suç vasfına bağlı kalmaksızın harekete geçerek muhtemelen savcıların yürütmediği örgüt üyeliği, TCK 312 ,313 gibi suçlardan soruşturma yapılması için savcılığa suç duyurusu yapılmasına karar verebilir. İkinci olarak bu kişi hakkında bu kadar süre içinde şüphe yoksa neden kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar, şüphe var ise neden kamu davasının açılmadığı net bir şekilde sorulabilir. Mahkemenin bu kişinin davanın soruşturmasında şüpheli firari sıfatı var ise tanık olarak dinlenmesi de mümkün değildir. Değerli mahkeme TCK 128. madde yok sayılarak şahsım hakkında tamamen savunma dokunulmazlığı çerçevesinde yaptığım konuşma ve beyanlarımı savcılara karşı hakaret olarak değerlendirip 10/11/2008 tarihli celsenin 9. bendinde hakkımda savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. Mahkemenin görüşüne elbette saygım vardır, ancak hakaretten ötürü açılacak davada yaptığım isnatların hepsini ispat edeceğimden şimdiden TCK 127. madde uyarınca şikayetçi savcıdan ispat hakkımı kullanmam için rıza göstereceğini beyan etmesini bekliyorum. Bu rızayı göstereceğine de inanmıyorum. Savunma dokunulmazlığı çerçevesinde kalma ihtimali yüksek, basit düzeydeki gerçek isnat ve eleştirilerden suç duyurusunda bulunan değerli mahkemenin davanın temeli sayılan 2455 sayfalık iddianamenin en az 800 sayfanın, sayfasını alan sözde Ergenekon belgeleri uhdesinde çıkan televizyonlarda ve 2001 yılında verdiği ifadelerde bizzat birçok olayın faili olarak yer aldığını ikrar etmiş olmasına ve ayrıca birçok sanık hakkında bu davanın açılmasına sebebiyet verdiği halde ki misal bir tanesi kuzey ırak a sözde 20000 silahın gönderilmesinde konvoyun başında yer aldığını ve bu organizasyonda bizzat kendisinin yürüttüğünü ifadelerinden anlıyoruz. Savcılarca açıkça korunan bu kişi hakkında soruşturma yürütülmeyen işlediği suçlardan ötürü suç duyurusunda bulunarak kamu davasının açılması sağlanabilir. Bakınız yeniçağ gazetesine 11/11/2008 tarihinde verdiği demeçte, savcıların bilgisi dahilinde Kanada da bulundurulan Ergenekon belgelerini kendisinin yazdığının öne sürüldüğünü belirterek aynen şöyle diyor, benim böyle bir belgeyi kaleme almam mümkün değil. Gazetecilik yaptığım dönemde de haberleri doğru dürüst kaleme almadığım için başkaları yazar ya da düzeltirdi. Ergenekon davasını internetten takip ediyorum, Türkiye Cumhuriyeti devleti bu davan nedeni ile benim tanık, sanık diye ifademi almak için resmi yada gayri resmi bir girişimde bulunmadı. Bu durumdan memnunum baro ya başvurup avukat tutmak istedim. Ancak bunu kabul etmediler. Türkiye ye dönmeyi düşünmüyorum, dönmemi gerektirecek bir şey de yok. dönmem için talep de yok. ben savcıların yerinde olsam bu kişinin bu beyanı karşısında görevi yapamamanın sorumluluğu altında ezilir, vicdani rahatsızlık duyar, bu sanıklara ve Türk milletine karşı haksızlık yaptığımı kabul ederek savcılık görevlerimi yerine getiremediğimden istifa ederim. Ancak bunu yapacak olan savcı, Mustafa kemal in tanımladığı Türkiye cumhuriyetini koruyucusu olarak kabul ettiği adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt un köylünün keçisinden sorumlu tuttuğu cumhuriyet savcılarıdır. İddianame savcılarının yürütme ile ilişkileri ideolojik ve siyasi inanışları dikkate alındığında bu davranışta bulunacaklarını sanmıyorum. Bitiriyorum efendim son , sayın savcılara şunu sormak gerekir, bu kişinin hakkında hangi suçlardan ötürü soruşturma açtınız? Ve bu soruşturmada şüphelini evi, adresi, telefonu, mail adresi bellidir , her gazeteci kolaylıkla ulaşmakta ropörtaj yapmaktadır. CMK 37 madde uyarınca her türlü iletişim aracı ile tebligat yapılabileceği kabul edildiğine göre bu kişiye telefon açılmış mı dır, mail gönderilmiş mi dir. Resmi tebligat adresine çıkarılmış mı dır.? İnterpol e bildirilmiş mi dir, kanada makamlarına müracaat edilmiş mi dir, iade edilmesi istenmiş mi dir.? Hangi yasal işlem uygulanmıştır. bu konu tam bir muammadır. Mahkemenin bu konuyu artık savcıların insiyatifine ve keyfi davranışlarına bırakmadan bu kişi hakkında yapılanları tam olarak vakıf olabilmesi için soruşturma dosyasının celbine karar vermelidir. Ve incelemesini de bizzat yapmalıdır. Tuncay Güney konusunda bu davayı kilitlemek ve gerçeğe ulaşılmasını engellemek için kurulan oyunu sessizce izleyen savcıların bu usulsüz muamelelerine dur demek mahkemenin işidir. Bu açıklamalar muvacehesinde değerli mahkemeden arzım şunlardır; 1- Ergenekon soruşturması başlatılmadan önce İstanbul özel ağır ceza mahkemeleri başkanlarına, üyelerine, yedek üyelerine, emniyet müdürlerine 21. yüzyılda terör örgütü yapılanması ve Ergenekon törör örgütü konulu bir brifing verilip verilmediğinin, verilmiş ise bu brifingi kimlerin verdiği, hangi kurumun organize ettiği, Adalet Bakanlığının bilgisi dahilinde olup olmadığı, hakimlerin meslek eğitimleri yasalarla kurallara bağlandığından bu brifingin hangi mevzuata dayanılarak verildiğinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından, adalet bakanlığından ve MİT müsteşarlığından sorulmasına, 2- söz konusu brifingin başbakana dönemin genelkurmay başkanına, adalet bakanlığına verilip verilmediğinin ilgili kurumlardan sorulmasına, 3- İstanbul Levent adliyesinin üst katında sadece Ergenekon soruşturması için kurulan özel adliyede iddianamenin hazırlanması için resmi veya özel kişilerden oluşan özel bir birimin kurulup kurulmadığının bu birimde görev alan kişilerin isim ver görevlerinin bu kişilere yapılan ve yapılacak olan ödeme miktarlarının, emniyet genel müdürlüğünde görevlendirilen uzmanların ve kadrolarının isimlerinin üç savcının dışında başkaca savcıların görevlendirilip görevlendirilmediğinin İstanbul cumhuriyet başsavcılığından, Adalet Bakanlığından, İçişleri Bakanlığından, Emniyet Genel Müdürlüğünden ve MİT müsteşarlığından sorulmasına, 4- Ergenekon sanıklarının cezaevinden alınan kamera görüntülerini cezaevi yöneticileri dışında, Başbakan, Bakanlar kurulu yada Başkaca kişilerin ve makamların izleyip izlemediğini, cezaevi müdürlüğünden, İstanbul cumhuriyet savcılığından ve adalet bakanlığından sorulmasına, gizli tanık 9 Osman Yıldırım dahil bütün gizli tanıkların çekim kayıtlarının mahkeme dosyasının verilmesinin istenilmesine, gizli tanıklığı deşifre olmuş Osman Yıldırım dahil diğer gizli tanıkların çekim kayıtlarının duruşmada izlenmesine, 5- savunmanın ve adil yargılamanın sağlıklı yapılabilmesi için yeni soruşturma dosyasında toplanan tüm delillerin mahkemeye karşı gizlilik kuralının ileri sürülemeyeceği dikkate alınarak celbine, gizlilik unsurunun mahkemece değerlendirilerek aleniyet ilkesinin göz önüne alınıp mahkemece vereceği karar doğrultusunda delillerin sanıklara bildirilmesine, 6- Tuncay Güney hakkında 03/11/2008 tarihli celsede sorulan suallere ek olarak Tuncay Güney hakkında neden bu sanıklarla birlikte kamu davasının açılmadığının sorulmasına, ve bu kişinin ifadesini alınması için bu güne kadar hangi yasal prosedürlerin izlendiğinin hangi işlemlerin yapıldığının sorulmasına, c- bu kişi hakkında yapılan soruşturmanın hangi suçlardan ötürü yapıldığının sorulmasına, bu kişi hakkında soruşturma dosyasının tümümün incelenmek üzere celbine, 7- Tuncay güney in 2001 yılında kendisinden alınan mülakatın 07/11/2008 de istenmesine rağmen gönderilmediği dikkate alınarak yeniden tekidine ve bu konuda titiz davranılmasının istenmesine, 8- gizli tanık 9 Osman Yıldırım ın mahkemenin ısrarlı taleplerine rağmen savcılıkça dosyaya gönderilmediğinin dikkate alınarak savcılığa söz konusu tutanağa ilişkin zabıtların mahkeme dosyasına sunması için görevlerinin hatırlatılarak yeniden istenmesine, 9- Doğu Perinçek in ibrazını talep ettiği ve mahkemece kabul edilen MİT müsteşarlığına dosyaya gönderilen örgüt şemasının aradan geçen yirmi günlük sürenin de dikkate alınarak basit bir fotokopinin savcılıkça neden dosyaya sunulmadığının ihtarat yapılarak yeniden sorulmasına karar verilmesini saygılarımla arz ederim. dedi.
Mahkeme Başkanı : Bu talepleriniz içinde mahkeme, bizim mahkeme ile ilgili de herhalde sorunuz var, Ergenekon brifinginden bahsettiniz, bizim mahkemeyi de tüm mahkemeler dediniz ya, kalkar mısınız, en azından bizim mahkeme için söyleyelim, bizim böyle bir brifing almamız söz konusu değil. İhtiyacımız da yok, bu tür şeyleri de asla mahkememiz kabul etmez. Kendi mahkememiz açısından konuşuyoruz. Dedi.
Sanık Ergün Poyraz müdafii Av. Hasan Gürbüz söz istedi verildi: Sayın başkanım, sayın üyeler , az önce müvekkilim sorular için huzurunuza tekrar geldiğinde sayın iddia makamındaki savcılara üç kez bana örgüt üyeliği ile ilgili soru sormadınız lütfen sorunuz dedi, fakat sayın savcılarımız bu yönde hiçbir soru sormadılar. Soramazlar çünkü gerek iddianamede gerek ekinde 442 klasör içinde iddia edilen örgütün varlığına ilişkin kesin , somut varlığı red ve inkar edilemez hiçbir delil yoktur. Kendileri de bunu biliyorlar, nitekim bu örgüt iddiasına ilişkin ellerinde Tuncay güney in ne idüğü belirsiz bir mülakat kaseti lobi belgesi birde çeşitli güvenlik kuruluşlarına yazdıkları yazılarla örgütün varlığını doğrulatmaya çalışıyorlar. 234 nolu ana klasörde emniyet genel müdürlüğünün bir yazısı var, sayın mahkemeniz dün hem emniyet genel müdürlüğüne hem de jandarma genel komutanlığına 12/06/2007 tarihinden önce Ergenekon adıyla bir örgüte ilişkin eylemler olup olmadığına sorulmasına karar verdi. Savcılık 22 mayıs 2008 , 27 Mayıs 2008 ve 3 Haziran 2008 tarihlerinde üç kez bunu sormuş, 234 nolu ana klasörde var. Ve 5 Haziran 2008 tarihinde Emniyet genel müdürlüğü bir cevap vermiş, şöyle bir üst yazı diyor ki, sorduğunuz konulara ilişkin bir değerlendirme yaptık, bilgi notu olarak ekte sunuyoruz diyor. Bu bilgi notunda aynen şöyle diyor, emniyet genel müdürlüğü kayıtlarında söz konusu soruşturmaya kadar Ergenekon isimli herhangi bir terör örgütüne ilişkin daha önceden intikal etmiş, soruşturma ve kovuşturma bilgilerinin bulunmadığı, yazının burada kesilmesi lazım sorulan bu, fakat devam ediyor, bulunmadığı ve dolayısıyla soruşturma konusu yapılanmanın yeni ortaya çıkarılmış bir yapı olduğu anlaşılmıştır. Devamında özetleyeceğim vaktinizi almamak için. Siz diyor bize bir takım cdler dokümanlar gönderdiniz, biz de oturduk bunları değerlendirdik ve şu kanaate vardık diyor, terörle mücadele yasasına göre evet böyle bir örgüt vardır, işte Ergenekon lobi belgesi vardır, silahları vardır. silahları da saymış, işte şu kadar boş kovan, bu kadar içi boşaltılmış el bombası, roketatar mermisi kovanı, ve saire, yazmış sonucunda da diyor ki, netice ve kanaat demiş Ergenekon isimli yapılanmanın 3713 sayılı terörle mücadele kanununa göre bir terör örgütü olarak nitelendirilebileceği değerlendirilmektedir. Diyor. Tarih atmış altında imza yok. sayın başkanım, sayın üyeler, bu bir rezalettir, bu bir hukuk skandalıdır, iddia makamı iddianamesini hazırlarken örgüt var mı yok mu kendi hukuki değerlendirmesini yapabilir, bu iddia ile dava açabilir, sayın heyetiniz bu yargılamanın sonucunda nihai kararı verirken böyle bir örgütün olup olmadığı konusunda karar verecektir. Emniyet genel müdürlüğü kim oluyor, hangi hakla hangi yetki ile böyle bir örgüt olduğunu söyleyebiliyor. Yaptıkları işin kendileri de farkında altına kimse imza atmamış. Sadece bir üst yazı ile göndermişler. Ve bu 234 nolu ana klasörde örgüte delil olarak sunulmuş. Böyle bir delil olabilir mi? Sayın başkanım, bu soruşturmada açılan iddianameyle huzurunuza gelen davada şöyle bir durumla karşı karşıyayız. İddia makamı iddia ediyor, suçluyor 442 klasör belge koyuyor sözde. Bakıyoruz hiçbir delil yok. gerek örgüt iddiasına gerek silahlı isyana gerek darbeye gerek diğer hususlara ilişkin hiçbir delil yok. şimdi bizden de şu bekleniyor, biz bu suçlamaları yaptık, bizim yaptığımız suçlamalar doğrudur, siz çıkın aksini belgelerle ispatlayın, ceza hukukunda böyle bir şey var mı? Siz neyi ispatladınız, delillerin değerlendirilmesi aşamasında tek tek sunduğunuz delilleri değerlendireceğiz, tartışacağız, ama bir şey sunmadınız sayın savcım. sunamazsınız da ne var elinizde hiçbir şey yok. şimdi örgüt bahsini geçiyorum, müvekkilime yöneltilen suçlamalarda iddianamede onunla ilgili b ölümde örgüt üyeliğine ilişkin diyor ki Sevgi Erenerol cezaevinde Ergün Poyraz ı ziyaret etmiş, bu örgüt üyeliğine delildir. Peik sayın savcılar Kocaeli F tipi Cezaevinde tutuklu iki orgenerali Genelkurmay Başkanının talimatı ile Kocaeli garnizon komutanı da ziyaret etti. Şimdi bu mantıkla hareket ettiğinize göre tutuklu iki orgenerali Genelkurmay başkanının emri ile ziyaret eden garnizon komutanı korgeneral ve bu talimatı veren Genelkurmay başkanı da örgüt üyesi mi oluyor.? Onlar hakkında da devam eden soruşturmada yakalama kararı verecek misiniz.? İnsani yapılmış bir ziyaret örgüt üyeliğine delil olarak getirilebiliyor.
Yine müvekkilime yöneltilen suçlamalar işte kişisel verileri kaydetmiş, müvekkilim yazar, kitaplarının konusu Türkiye nin tanınmış simaları, partileri, kamuoyu önünde olan insanlar, Yargıtay pek çok kararında bu kişiler ile ilgili yazıları suç olarak kabul etmemiş. Sonra ilgilileri zaten dava açar. Peki siz iddianame ye neler koydunuz, kişileri kişilik hakların zarar verecek özel yaşamlarını gözler önüne serecek internete düştü bunlar milyonlarca insan okudu. Sanıklardan Emin Gürses in bir arkadaşı da şaka yoluyla cinsel içerikli bir sohbetin iddianamede ne işi var. Yine İlhan Selçuk un bir akrabası ile yaptığı telefon konuşmalarında Rio Karnavalında Brezilyalı kızlardan bahsetmesine ilişkin telefon tapelerinin dosyalarda ne işi var. Behiç Gürcihan in nişanlısı ile yaptığı özel sohbetlerin dosyalarda ne işi var. Bunları imha etmeniz lazımdı. 442 klasör içersinde tüm sanıkların ve sanıklarla ilgisi olmayan üçüncü kişilere ilişkin suçlamalarla da ilgisi olmayan konuşmaların CMK ya göre imha edilmesi ve bunun savcıların imha tutanağı ile belirlemesi lazımdı. Şimdi bir yazar olan müvekkilim mi kişisel verileri ortaya dökmüş oluyor, yoksa sayın iddia makamı mı.? Yine sayın başkan, sayın üyeler, biz hakkımızda, müvekkil hakkında somut hiçbir delil olmadığı halde suçlamalara belgelerle cevap verdik. Masumiyetimizi belgelerle huzurunuzda ispatladığımıza inanıyorum. Gerek ruhsatsız silah ithamına karşı sunduğumuz belge, jandarmadan para aldığımıza ilişkin jandarma genel komutanlığının belgesi ve şu genelkurmay başkanlığına ilişkin bir takım gizli belgeler meselesi seminer notları meslektaşım gayet güzel açıkladı. Askeri Yargıtay dava daireler genel kurulunun kararını da ibraz etti. Yine müvekkilime yöneltilen temel suçlamalardan birisi yazdığı kitaplarla halkı isyan teşvik etti. Müvekkilimin yazdığı kitaplardan bir kısmını getirdim, burada Musa nın çocukları, bu kitap bir buçuk sene içersinde 120.000 adet satmış, Musa nın Gül ü, 50000 satmış, Musanın mücahidi 15-20000 civarında satmış, yine şu kitap Patlak Ampül, 2002 yılında ilk kez yayınlanmış bu güne kadar sanıyorum en az 50000 adet sattı. Ve Fethullah gülen ile ilgili Kanla Abdest alanlar diye bu da yıllardır basılıp satılıyor toplamda 200,000 in üzerinde şu sadece beş kitabın 200,000 in üzerinde tirajı var, müvekkilimin 15 in üzerinde 16 civarında kitabı var. Toplamda bu kitapları Türkiye de en az 1 milyon kişi okumuştur. Fakat bu kitapları okuyan hiç kimse silaha sarılıp ta hükümete karşı isyan etmemiştir. Kaldı ki müvekkilim de bahsetti kitapların içeriğinde böyle bir şey de yoktur. Tabi iddia makamı da soruşturma aşamasında emniyete bir talimat vermiş, demiş ki Ergün Poyraz ın kitaplarını inceleyin ne var ne yok bir bakın demiş, 287 nolu klasörde emniyet terörle mücadele şubesi tarafından müvekkilimin kitapları incelenmiş ve bir rapor hazırlanmış,bu raporda da kitaplarda halkı silahlı isyana teşvik edildiğine dair hiçbir şey yok. raporun tamamını okudum ben 287. klasörde. Bu bizim lehimize delil bunu niye koymuyorsunuz. Yine bu iddiayı da biz belgelerle çürütmüş bulunuyoruz. Dolayısıyla müvekkilime isnat edilen hiçbir suç iddia makamı tarafından delillendirilmemiştir. Hiçbirinin kanıtı yoktur. Ama bizim bu suçlamaların varit Olmadığına ilişkin yazılı belgelerimiz huzurunuzdadır. Sayın başkanım, müvekkilim dünden beri konuşuyor, çok geniş kapsamlı konuştu. Gördüm sayın iddia makamındaki savcılarımız zaman zaman rahatsız oldular. Muhtemelen biraz sonra diyecekler ki, gerek müvekkilimin konuşması, gerekse meslektaşımın konuşmalarından belki benim konuşmamdan dolayı da suç duyurusunda bulunulmasını isteyecekler, kendileri de çok değerli kıymetli hukukçulardır. Eğer bu konuşmalarda bize göre savunma sınırları içersindedir hepsi. Bir suç unsuru görüyorlarsa kendileri pekala istedikleri yetkili mercilere bir dilekçe ile başvurup hakkımızda şikayette bulunabilirler. her duruşmada daha önceki sanıklara da yaptılar müdafilere de yaptılar, adeta savunmayı yıldırmaya yönelik sayın mahkemeden sürekli sanık ve müdafileri hakkında suç duyurusunda bulunulması taleplerinden vazgeçsinler var ise böyle bir şikayetleri her zaman kendileri yetkili mercilere başvurmakta serbesttirler. Yine sayın mahkemenizde tıpkı sanıkların ve müdafilerinin savcılar ile ilgili suç duyurusunda bulunulması talebini reddederken kullandığınız bir gerekçe var, her zaman bu talep sahipleri suç duyurusunda bulunma hakkına sahiptir diye sayın savcıların bu yöndeki talepleri konusunda da sayın heyetinizce aynı yönde karar verilip bu taleplerin red edilmesine bekliyoruz. Sayın başkanım, değerli üyeler, müvekkilimin telefon tapesi de yok. hiçbir teknik takibi yok. çünkü müvekkilim izah etti. Ben girmeyeceğim siyasi sebeplerle göz altına alındı ve tutuklandı. Onun için hemen 22 Kasım 2007 seçimlerinin ertesinde 27 kasımda alelacele alındığı için dinleme yapamamışlar. Belki gayri resmi yapılmıştır, onları bilmiyoruz, aleyhinde hiçbir delil yok. teknik takip yok, telefon dinlemesi yok, diğer hususları izah ettim. Aleyhinde bir beyanda yok. müvekkilimi suçlayıcı tanık gizli tanık vesaire de yok. 17 aylık bir tutukluluk süreci var. Yargılamanı uzun süreceği anlaşılıyor devam eden soruşturma vesaire ile müvekkilim 17 aydır mağdur olmuş durumdadır. Sorgusu da yapılmıştır. Kısmen delilleri de tartışılmıştır. Hakkında biz ilerde mahkumiyetine yeterli delil olmadığından isnat edilen suçlar varit olmadığından hiçbir delil olmadığından beraat edeceğine inanıyoruz. Bütün bu sebepler de dikkate alınarak müvekkilimin mağduriyetine son verilmesi için bihakkın tahliyesine karar verilmesini saygılarımla arz ve talep ediyorum. Dedi.
Bu arada sanık Hayrettin Ertekin müdafii Av. Lütfi işbulan ın geldiği görülmekle huzurdaki yerlerine alındı.
Sanık Ergün Poyraz müdafii Av. Hasan Gürbüz : kitapları takdim etmeyi unuttum efendim, dedi.
Sanık Hayati Özcan vekili Av. Hüseyin Gökçe Arslan söz istedi verildi.: Sayın başkanım dosyada bulunan bir delili tartışacaktım ancak vakit geçti, sabrınızı zorlamak istemiyorum. Bir talebim var ve yazılı talebim dosyaya sunacağım talebim ile ilgili açıklamada bulunacağım, İstanbul Cumhuriyet savcısı Zekeriya Öz, genelkurmay başkanlığı adli müşavirliğine yazdığı 2007/1536 soruşturma nolu yazısında Hayati Özcan isimli şüphelide elde edilen CD içinde yapılan incelemede İzmir nato üssüne ilişkin krokiler ve resimler ele geçirildiğini, yapılan incelemede askeri bilgiler ve sabotaj planları olduğu düşünülen notların bulunduğunu belirtmiş ve yazı ve flaş diskler tutanakta teslim edilmiştir. Genel kurmay başkanlığı 07/04/2008 gün ve cevabı yazısında adli müşavirlik cevabi yazısında, yapılan incelemede konunun aynı kapsamda MİT tarafından 21/06/2007 tarihinde iki adet cd ile genelkurmay başkanlığına intikal ettirildiği bildirilmiştir. Milli istihbarat teşkilatı müsteşarlığına yazı yazılarak 1- Milli istihbarat teşkilatının bu bilgileri genelkurmay başkanlığı dışında hangi devlet kurumları ile paylaştığının, 2- bu bilgilerden emniyet genel müdürlüğü istihbarat dairesi başkanlığının bilgisinin olup olmadığının, 3- konu ile ilgili araştırma inceleme ve soruşturma sonuçlarının, 4- bu bilgilerde işçi partisi bağlantısının olup olmadığının, 5- işçi partisi bağlantısı var ise Yargıtay cumhuriyet başsavcılığına bildirilip bildirilmediğinin, 6 - 21/06/2007 tarihinde genelkurmay başkanlığına gönderilen iki adet cd yi nasıl elde ettiğinin, bu konuda mit müsteşarlığınca yapılan başka bir işlem yada soruşturma olup olmadığının, bir başka istek genelkurmay başkanlığına yazı yazılarak 1-milli istihbarat teşkilatı müsteşarlığının yazısı üzerine araştırma, soruşturma yapılıp yapılmadığının, 2- bu bilgilerde işçi partisi bağlantısının bulunup bulunmadığının 3- işçi partisi bağlantısı varsa Yargıtay cumhuriyet başsavcılığına bildirilip bildirilmediğinin sorulmasına, milli istihbarat teşkilatı müsteşarlığına ve genelkurmay başkanlığına yazı yazılarak 21/06/2007 tarihli yazı ile genelkurmay başkanlığına gönderilen iki adet cd ve yazı örneğinin ayrı ayrı istenilmesine karar verilmesini saygı ile diliyorum, dedi.
Sanık Kemal Kerinçsiz müdafii Av. Tolga Akalın söz istedi ,verildi:
Yaklaşık son dört gündür ki celselerde sayın İsmail Yıldız ile başlayan süreç içersinde davanın iddianamenin aynı zamanda bir tertip karakteri olduğuna ilişkin bazı iddialarda mahkememizin gündemine gelmekte. Bu gün tutuklu sanık Ergün Poyraz ın kendisine göz altında jandarma ve emniyet genel müdürlüğünün ismini ver, buradan seni davulla zurnayla uğurlayalım mealinden kendisine ifade buyrulduğu şeklindeki iadesi, yine İsmail Yıldız dan ele geçen evraklarda bir üst düzey hükümet görevlisiyle İsmail Yıldız arasında , İsmail Yıldız tarafından not alınmış veya bir başka kişi tarafından ki ifadeler dikkate alındığında davanın aynı zamanda bir tertip karakteri olup olmayacağı meselesi de sanırım önümüzdeki zaman içinde mahkemenin gündemine oldukça da sıkça gelecektir. Bu kapsamda benim de iki tane talebim var efendim, delil toplama aşamasında olduğumuz için aynı zamanda. 1997 yılında bir açıklama yapacağım taleplerden önce , 1997 yılında türk silahlı kuvvetleri Mask olarak adlandırılan yani Milli askeri Stratejik konsept olarak adlandırılan bir konsept ortaya koydu. Bu konsept kapsamında Türk silahlı kuvvetlerinin silah çeşitlemesinde tek taraflı nato tabiyetinden çıkılarak dünyada çeşitli silah üretici ülkelerle çeşitli anlaşmalar yapılması, basından duyduğumuz kadarı ile gündeme geldi. Bu kapsamda dönemin genel kurmay başkanı, Çin e gitti, hatta Çin devlet başkanı dönemin hükümeti tarafından devlet nişanı verildi. Bu tarihlerde 1999 yılı aynı zamanda Amerika birleşik devletlerinin kuzey ırak a operasyon dönemi idi. Ve bu operasyon ile ilgili dönemin 57. cumhuriyet hükümetinin oluşturan üç partinden Demokratik Sol Parti ve Milliyetçi Hareket Partisine çeşitli amerikan heyetleri gelerek ırak operasyonu ile ilgili destek istediler ve bunlarda yine basına çeşitli defalar ve çeşitli kaynaklardan ifşa oldu. Bunla taleplerin reddi dönemi aynı zamanda Türk Silahlı kuvvetlerini ırak ın kuzeyi diye tabir edilen bölgeye ağırlıklı olarak ve hakim olarak girdiği bir dönemi ifade eder. Yani özel kuvvetler komutanlığı vasıtası ile ve çeşitli istihbarat teşkilatları vasıtası ile Türk silahlı kuvvetleri ırak ın kuzeyine yerleşmeye başladı. Bu görevde esasen öncelikle Türk silahlı kuvvetlerine verilmiş bir görevdi daha sonra bu hükümet döneminde bu görev Türk silahlı kuvvetlerinden alınarak dış işleri bakanlığı bünyesine verildi. Yani ordaki istihbarat teşkilatının tanzimi meselesi. Hatta geçen gün global adlı bir şirket ırak ın kuzeyi ile ilgili Ankara da bir değerlendirme yaparken, dış işleri bakanını bu şirketi ve bu şirketin yöneticilerini tasfiye etti. Aslında bu şirket esasen o tarihte kurulmuş bir şirketti. Ve bir şirket üzerinden de belirli bir istihbari çalışma yapılacaktı. Bunları basına yansıyan bilgiler olarak biliyorum. Şimdi bu iddianamedeki çok ilginç noktalardan bir tanesi MİT in yazısında var, MİT diyor ki 03/07/2002 tarihi itibari ile bana mektup yolu ile belirli cdler ve evraklar geldi. Ben bunları bir yıl yedi gün suretle uhdemde tuttum. Ve bir yıl yedi gün sonra öncelikle genelkurmay başkanlığına teslim ettim diyor. Bu MİT in açık yazısı. Peki o tarihler itibariyle Türkiye de ne olmuş gündemde ne ona bir bakarsak, bu yazını genelkurmay başkanlığına teslim edildiği tarihte, yani sözde Ergenekon ile ilgili ilk lahiyanın genelkurmay başkanlığına teslim edildiği tarihten sadece altı gün önce Süleymaniye de Türk özel kuvvetlerine mensup belirli sayında subayın başına çuval geçilmiş. Bakın tam altı gün önce. Yine bu tarihte bu çuval hadisesi gerçekleştiği tarihte genelkurmay başkanı İsrail de. Ve genelkurmay başkanı israilden geliyor, ortalık çok ciddi anlamda bir sıkıntı içinde ve milli istirbarat teşkilatı, bu evrakı getiriyor, bir yıl bekletti evrakı sebebini halihazırda bilmediğimiz bir yıl beklettiği evrakı getiriyor. Yaklaşık bu olaydan tam onbir gün sonra dönemin Amerika savunma bakanı Rumsfeld başbakan Erdoğan a hitaben bir mektup yazıyor, bu mektubun içeriğinde basına yansıttığı kadarı ile mektup elbette gizli. Bu operasyonun kesinlikle Türk silahlı kuvvetleri, hükümete karşı olmadığı, bu operasyonun esasen, yani çuval geçirme hadisesinin esasen, Türk silahlı kuvvetlerine karşı da olmadığı, o çuval olarak tabir edilen hadisenin Türk silahlı kuvvetleri kapsamında bünyesindeki bir grup subaya karış yapıldığını ifade ediyor. Basına yansıdığı kadarı ile. Şimdi dolayısıyla böyle bir durumda bu yargılamada bir tertip olup olmadığı konusundaki endişeleri de ve istikbalde daha da açılacak olan endişeleri de gidermek anlamıda iki temel bir evrakın incelenmesi ve bir temel sorunun sorulması gerekiyor, Milli İstihbarat Teşiklatı niye bir yıl yedi gün bekledikten sonra, Süleymaniye çuval hadisesinin altıncı gününde genelkurmay başkanının Türkiye ye dönüşünün üçüncü gününde, bu evrakları genelkurmay başkanlığına teslim etmiştir. Rumsfeld in başbakan a yazdığı mektubun içeriği nedir. CMK 47. Maddeyi dikkate alındığında mahkememizce bu mektubun bir yargılama konusu veya bir delil olarak incelenmesi yönünde herhangi bir engel yoktur. Bu güne kadar aşamada dinlenen tüm sanıklar davanın esasen bir tertip karakterinde olduğuna ilişkin çeşitli beyanlarda bulunmuşlardır. Bu yargılamanın sonunda da kuvvetle muhtemel bu bizce de tertip olarak görülen bu gün için bu yargılamanın içersindeki bazı nüvelerin tertip karakteri hukuk nezdinde ayrı bir süreci başlatacaktır. Ancak şimdilik mahkememizce milli istihbarat teşkilatına müzekkere yazılarak bir yıl yedi gün içerisinde kendisine gelen vesikalardan sonra bu örgüt ile ilgili herhangi bir istihbari çalışma yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise ne gibi çalışmaların yapıldığı, ve bu yapılmış çalışmalardan sonra ne için Süleymaniye hadisesinden altı gün sonra sözde Ergenekon terör örgütünün ilk temel belgelerini içeren layihaların genelkurmay başkanlığına sunulmuş olduğunun sorulması gerekiyor. Yine başbakanlığa müzekkere yazılarak, ki demokratik teamüllere de aykırıdır savunma bakanının başbakana mektup yazması, başbakanlığa müzekkere yazılarak Rumsfeld mektubunun incelenmek üzere ve bu içeriği taşıyıp taşımadığı konusunda mahkememizce de ve bizce de kanaat oluşturması açısından dosyaya celbi gerekmektedir. efendim Devam ediyorum, Bu birinci bölümümüzdü efendim. şimdi ikinci bölümümüz şu, ben yargılamanın başından beri Ümraniye bombaları olarak tabir edilen bombaların esasen hukuk karşısında veledi zina bombaları olduğu mülkiyet açısından. Ve yine bununla beraber patlayıp patlamadığı belli olmamakla birlikte hukuk karşısında patlamış bombalar olduğunu bir önceki celsede ifade etmiştim. Hatırladığınız üzere bu celsede demiştik ki, olay mahalline giden Ümraniye asayiş büro ekipleri ve TEM görevlileri bir tutanak tanzim ediyorlar ve tutanağın tanzim anı 19;50 bomba imha uzmanları bir tutanak tanzim ediyorlar, bu tutanağın tanzim anı 20;30 ve 20;50 de bir evrak daha tanzim ediliyor, savcı görüşme ve talimat alma tutanağı, dedi.


(18 ve 19. celselerdeki Ergun Poyraz'ın ve avukatının savunma ve capraz sorguya verdikleri cevapların tamamidir./OL@)

Cheff'in tavsiyesi:

Ergun Poyraz kitaplari icin tiklayiniz

ergun poyraz'in notlari icin tiklayiniz

Hiç yorum yok: