6 Aralık 2009 Pazar

TBMM SUSURLUK ARAŞTIRMA KOMİSYONU RAPORU - II





P- YÜKSEKOVA ÇETESİ İLE İLGİLİ İNCELEME

1- Komisyonun 29.11.1996 gün ve A.01.1.GEÇ/4 sayılı yazısına, İçişleri Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünce ayrı ayrı cevap verildiği,

A- Jandarma Genel Komutanlığının 6 Aralık 1996 tarih ve HRK: 2060-90-96/ASYŞ.Pl.(217053) sayılı cevabi yazıda:

Hakkari-Yüksekova’daki Necip Baskın’ın evine 22 Eylül 1996 günü saat 03.00 sıralarında terörist kıyafeti ile gelen Komiser Fatih ÖZALTAN, itirafçı Kahraman BİLGİÇ ve GKK Mehmet Emin ERGEN’in adı geçen şahsı alarak Yüksekova Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat binasına götürdükleri, tetöristler tarafından kaçırıldığı görüntüsü vererek yakınlarından 200.000 DM. fidye istedikleri sanıkların alınan ihbar üzerine Yüksekova J.Tak.Snr.A.K.lığınca suçüstü yakalandığı, olayla ilgisi görülen (1) Komiser, (1) Polis Memuru, (1) itirafçı ve (3) GKK.’nın adli makamlara sevk edilerek ilk sorgularını müteakip tutuklandığı, bu hususta adli işlemlere de devam edildiği,

B- Emniyet Genel Müdürlüğünün 9.12.1996 tarih ve B.05.1.EGM.0.60.05.03/ 2694-96 sayılı cevabi yazılarında “konuya ilişkin Emniyet birimlerince düzenlenen evrakın bir dosya içerisinde gönderildiği”, belirtilmiş,

Adı geçen dosyanın incelenmesinde;

a- Yüksekova İlçe Jandarma Komutanlığınca hazırlanan 23 Eylül 1996 tarihli vukuat raporunda; Olayın mahiyetinin 22 Eylül 1996 tarihli vukuat raporunda belirtildiği ve olaya adı karışan Kahraman BİLGİÇ ile GK Korucuları Mehmet Emin ERGEN, Necmettin HAZEYİ, Osman ERGEN, Abdülkerim ÖZCÜK ve Osman ÖZPAZAR’ın gözlem altına alındığı, Komiser Fatih ve 2 polis memuru hakkında da Kaymakamlıkça idari soruşturma, Cumhuriyet Savcılığınca da adli soruşturmanın yürütüleceği, olayın da; PKK terör örgütü süsü verilerek adam kaçırma, hürriyeti tahdit ve fidye isteme suçu olarak sıfat kazandığı,

b- Necip BASKIN’ın kaçırma olayına adı karışan Kahraman BİLGİÇ’in 22.9.1996 tarihli ifadesinde konuyla ilgili ve daha önce gerçekleştirdiği eylemlerle ilgili bilgi verdiği,

c- Osman ERGEN’in 22.9.1996 tarihli ifadelerinde kaçırma olayındaki rolünü anlattığı,

d- GKK Mehmet Emin ERGEN 23.9.1996 tarihli ifadesinde; kendisinin kaçırma olayı ile ilgisinin olmadığını söylediği,

e-GKK Osman ÖZPAZAR 23.9.1996 tarihli ifadesinde kaçırma olayına katıldığını söylediği,

f- GKK Abdulkerim ÖZCÜK 23.9.1996 tarihli ifadesinde kaçırma olayına katıldığını söylediği,

g- Hakkari İl Emniyet Müdürlüğünün 23.9.1996 tarihli Valilikten aldığı onayla; Necip BASKIN’ı kaçırma olayına adı karışan polis memurları Fatih ÖZHAN, Azmi AYDIN ve Abdulkadir BAYRAM’ın görevden uzaklaştırıldığı,

h- Hakkari İl Emniyet Müdürlüğünün Emniyet Genel Müdürlüğüne yazdığı 23.9.1996 tarih ve 719/96 sayılı yazısıyla, Necip BASKIN’ı kaçırma olayına karışıp Valilikçe açığa alınan polis memurları hakkındaki soruşturmanın Teftiş Kurulu Müfettişlerince yapılmasını talep ettiği,

ı- Emniyet Genel Müdürü Alaattin YÜKSEL imzasıyla Teftiş Kurulu Başkanlığına yazılan 24.9.1996 tarih ve 223/15728 sayılı yazı ile olayda adı geçen polis memurları hakkında soruşturma emri verdiği,

j- Hakkari İl Emniyet Müdürlüğünün, Emniyet Genel Müdürlüğüne yazdığı 13.10.1996 tarihli fax mesajı ile; Necip BASKIN’ı kaçırma olayına adı karışan polis memurlarından Abdulkadir BAYRAM ile GKK Osman ERGEN’in Yüksekova Sulh Ceza Mahkemesince serbest bırakıldığı, polis memurları Fatih ÖZHAN ve Yusuf Azmi AYDIN ile GKKorucuları Osman ÖZPAZAR, Abdülkerim ÖZCÜK ve Necmettin HAZEYİ’nin Yüksekova Sulh Ceza Mahkemesince tutuklandıklarının bildirildiği incelenmiştir.(Ek:160)

2- Komisyonun 10.1.1997 tarih ve 139 sayılı yazısı ile Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığından, “Yüksekova Çetesi” olarak bilinen ve birkısım güvenlik görevlilerinin karıştığı adam kaçırma ve tehdit olayına ilişkin yapılan tahkikata dair evrakın tasdikli birer suretinin gönderilmesini talep ettiği incelenmiştir.(Ek:161)

3- Komisyonun bu yazısına Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığınca 27.2.1997 tarih ve 1997/1171 sayılı yazısı ile verilen cevabi yazıda; olayla ilgili soruşturma evraklarının 15.10.1996 tarih ve 1996/960 hazırlık 1996/117 sayılı görevsizlik kararı ile Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiğine dair kararın gönderildiği incelenmiştir.(Ek:162)

4- Komisyonun 16.1.1997 tarih ve 159 sayılı yazısı ile Diyarbakır DGM Başsavcılığından “Yüksekova Çetesi olarak bilinen ve birkısım güvenlik görevlilerinin karıştığı adam kaçırma ve tehdit olayına” ilişkin yapılan tahkikata dair evrakın tasdikli birer suretini istediği incelenmiştir. (Ek.163)

5- Diyarbakır DGM Başsavcılığının 12.3.1997 tarih ve 1996/3885 Hz.sayılı yazısı ekinde gönderilen hazırlık soruşturmasına ait evrakta;

Kahraman BİLGİÇ, Fatih ÖZHAN, Yusuf Azmi AYDIN, Abdulkerim ÖZCÜK, Osman ÖZPAZAR, Necmettin HAZEYİ, Abdülkadir BAYRAM, Mehmet Emin ERGEN ve Osman ERGEN haklarında;

a- Cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak,

b- Teşekkül halinde para almak için adam kaldırmak,

c- Teşekkül halinde birden fazla kişiyi öldürmeye eksik teşebbüs,

Suçlarından iddianame tanzim edildiği,1997/298 sayılı iddianamede;

Sanıklardan Kahraman BİLGİÇ’in 1991-1994 yıllarında PKK Terör örgütü adına faaliyetlerde bulunduğu, 1994 yılında teslim olmasına müteakip Hakkari, Yüksekova ve Çukurca Bölgelerinde yapılan operasyonlarda Güvenlik Kuvvetlerine yardımcı olduğu,

Fatih ÖZHAN, Yusuf Azmi AYDIN ve Abdulkadir BAYRAM’ın Hakkari Özel Harekat Şubesinde Polis Memuru olarak görevli oldukları, ancak zaman zaman çevre ilçelerde de geçici olarak görevlendirildikleri ve operasyonlara katıldıkları,

Diğer sanıklar Mehmet Emin ERGEN, Osman ERGEN, Necmettin HAZEYİ, Abdulkerim ÖZCÜK (Korucu Kadir olarak tanınıp biliniyor) ve Osman ÖZPAZAR’ın ise Yüksekova İlçesi yazılı kamp köyünde geçici köy korucusu olarak görev yaptıkları,

Sanıkların önce Yüksekova Vezirli Köyünden örgüt adına hayvanların kaçırılmasını kararlaştırdıkları, ancak bu eylemi gerçekleştirmedikleri,

Yukarıdaki olayın konuşulması sırasında sanıklardan geçici köy korucusu olarak Abdulkerim ÖZCÜK (Korucu Kadir) ve Necmettin HAZEYİ’nin sanık Kahraman BİLGİÇ’e, “Tahir BASKIN ve Faris BASKIN’ın çok zengin ve örgüte yardım eden kişiler olduklarını belirtip PKK adına bu kişilerden para alınmasını” teklif ettikleri,

Kahraman BİLGİÇ’in bu teklifi kabul ettiği, kaçıracakları kişiyi saklamak için yer aradıkları, ertesi gün görüşmelerinde Kadir’in yer bulamadığını söylediği, o sırada Kadir’in Özel Harekatta görevli Komiser Fatih dediği, Fatih ÖZHAN’la telefonla görüştüğü, Kadir’in konuşmasından sonra telefonu alan Kahraman BİLGİÇ’in, Fatih ÖZHAN’ı kaçırma olayına yardımcı olması için çağırdığı, kısa bir süre sonra yanında akrep şoförü ile birlikte 3 kişi (diğer polis sanıklar) oldukları halde eve geldikleri Kahraman ve diğer sanıklar tarafından kaçırma ve para isteme olayının Fatih’e açıklanarak yardımının istenmesi üzerine, teklifi kabul ederek “adam kaçırıldıktan sonra Emniyete götürülüp parayı getirene kadar bekliyeceğiz” dediği ve bu olayı bu şekilde planladığı;

Kahraman ve geçici köy koruyucusu olan sanıklar adamı aldıktan sonra Yüksekova-Yazılı Köyü arasına getirecekler, buradan Fatih alıp Emniyete götürüp 2-3 gün saklıyacak, sonra adamları havaalanı mevkiine çağıracaklar, burada Kahraman BİLGİÇ, Abdulkadir ÖZCÜK birkaç GKK ile Özel Harekattan birkaç polis bulunacak, para alındıktan sonra PKK kıyafeti giydirilmiş ve eline iğnesi kırık bir silah verilmiş kaçırılan kişi ile parayı getiren kişiler verilen işaret üzerine, PKK’lılarla çıkan bir çatışma süsü verilerek olay yerinde öldüreceklerdi.

Planın uygulanmasında, bir aksama olmaması için önceden sanık Kahraman BİLGİÇ ile Fatih ÖZHAN’ın birlikte Fatih’e ait Mazda otomobil ile olayın gerçekleştirileceği yerde keşif yaptıkları,

Bu şekilde, gerçekleştirilecek eylem için tüm plan ve hazırlıklar tamamlandıktan sonra, 21.09.1996 günü gecesi sanık Kahraman ve geçici köy korucusu olan diğer sanıkların Mehmet Emin ERGEN’in evinde PKK Terör Örgütüne özgü kıyafetleri giydikleri, bu esnada sanık Fatih’in de yanlarında olduğu ve Kahraman’a “Çektar Engizek” adına düzenlenen PKK’lı kimliğini verdiği, Kahraman’ın ise daha önceki operasyonlarda elde edilen ERNK mühürlü bir makbuza kürtçe olarak 200.000 Mark yazarak hazırladığı, bu hazırlık bittikten sonra sanık Fatih ÖZHAN ile diğer polis memuru sanıkların köyden ayrılıp ilçeye döndükleri,

Sanıkların saat 23.00 sıralarında Mehmet Emin ERGEN’in evinden ayrılıp yaya olarak Vezirli köyüne gittikleri, köyde önce Abdullah BASKIN’ın evine giderek sorduklarında hanımı tarafından Abdullah BASKIN’ın Yüksekova’ya gittiğinin söylenmesi üzerine, Necmettin HAZEYİ’nin gösterdiği Necip BASKIN’ın evine gidildiği, evin kapısı çalınmadan köpeklerin havlaması üzerine birisinin “kim var orada, kimsiniz” diye seslendiği, sanık Kahraman’ın “Biz Hevalız” diye karşılık verdiği,

Bu cevap üzerine kapının açılmasından sonra, sanık Kahraman’ın içeri girdiği, sanık Ozman ÖZPAZAR ve Abdulkerim ÖZCÜK’ün kapıda bekledikleri, Osman ERGEN ile Necmettin HAZEYİ’nin ise emniyet için bahçede tedbir aldıkları,

İçeri giren sanık Kahraman BİLGİÇ ile içerde uyuyan ve gürültüler üzerine uyanan Necip ve İlhan BASKIN’la aralarında terör örgütünde yer alan iki teröristle ilgili geçen kısa konuşmadan sonra, sanık Kahraman tarafından önceden hazırlanan para makbuzunun İlhan BASKIN’a verildiği, Necip BASKIN’ın evin dışına çıkarılarak Yüksekova yolunu göstermesinin istenildiği, bu esnada sanık Kahraman dışında yüzleri maskeli olan diğer sanıkların yanlarına geldiği, birlikte ilçeye doğru yürümeye başladıkları, belli bir yere gelindiğinde sanık Kahraman tarafından Necip BASKIN’ın gözlerinin bir puşi ile bağlandığı üzerine kar başlığı geçirildiği, Necip’in sorması üzerine “gözlerinin buluşmaya gelecek örgütün milislerini tanımaması için” kapatıldığının söylendiği,

İlçe ile yazılı kamp köyü arasındaki buluşma noktasına gelindiğinde burada kaçırılan Necip BASKIN’ı alacak sanık Fatih ve arkadaşlarının olmadığı görülüp bir süre beklendiği gelmeyince Kahraman tarafından Abdulkerim ÖZCÜK ile Osman ERGEN’in Fatih’e telefon etmek üzere yazılı kamp köyüne gönderildiği,

Buna rağmen Fatih’in gelmemesi üzerine bu defa sanık Kahraman’ın köye gittiği bu sırada Fatih ve arkadaşlarının akrep denilen araçla köye geldikleri, yaptıkları görüşmede Necip’in bu araçla götürülmesi sakıncalı bulunduğundan, birlikte ilçeye dönerek, Fatih’e ait Mazda araç ve akrep ile tekrar buluşma noktasına gelip Necip’i mazda otoya bindirip ilçeye götürdükleri, Necip’in götürülmesinden sonra Geçici Köy Koruyucusu olan sanıkların köylerine döndükleri,

Sanıklar Kahraman, Fatih ve diğer polis memuru sanıklar tarafından Emniyet Müdürlüğüne saat 03.30 civarında götürülen Necip’in binaya ana giriş kapısından sokulmayıp Yusuf Azmi AYDIN’ın kapıdaki nöbetçi polis memurlarını oyalamasından yararlanılarak, arka taraftan ve duvardan atlatılmak suretiyle gizlice sokulduğu, binanın üst katında bulunan Özel Harekata ait bir odaya kapatıldığı,

Necip BASKIN’ın kaçırılarak hapsedilmesinden sonra Kahraman’ın polis Fatih ve arkadaşları tarafından yazılı kamp köyüne götürülerek Mehmet Emin ERGEN’in evine bırakıldığı,

Geceyi Mehmet Emin’in evinde geçiren sanığın 22.09.1996 günü komando taburunda bulunduğu sırada Fatih ÖZHAN’ın telefonla araması üzerine Emniyet Müdürlüğünde buluştukları ve bu aşamadan sonra yapılacakları yeniden gözden geçirdikten sonra ilçe merkezine gittikleri,

Sanık Fatih’in 22.09.1996 günü saat 16.00 sıralarında ilçedeki bir fotoğrafçı dükkanından, önce Hakkari Terörle Mücadele Şube Müdürünü, onu bulamayınca Emniyet Müdürünü arayarak “bir PKK’lı milis yakaladıklarını, akşam örgütün toplantı yapacağı yeri belirlediklerini, operasyon yapacaklarını ve kuvvetlerinin yeterli olduğunu” bildirerek, olaya yasal bir görünüm kazandırmaya çalıştığı, Emniyet Müdürünün de olaydan kendisine bildirilen bu şekli ile haberdar olduğu,

Daha sonra sanık Kahraman’ın bir telefon kulübesinden Baskın ailesine telefon ederek emaneti (200.000 Alman Markını) hazırlamalarını istediği, ancak bu konuşmada parayı nereye getireceklerini söylemediği,

Diğer yandan Necip BASKIN’ın açıklandığı şekilde sanıklar tarafından kaçırılmasından sonra Baskın ailesinden Tahir BASKIN tarafından olayın İlçe Jandarma Komutanlığına ve Yüksekova 21. inci Jandarma Sınır Tabur Komutanlığına ihbar edilmesi üzerine, sanık Kahraman’ın Tabur Komutanı Yarbay Hami ÇAKIR tarafından tabura çağrılarak bilgisinin olup olmadığının sorulduğu, sanığın Tabur Komutanına bilgisi olmadığını bildirdiği, ancak daha sonra Tabur Komutanı Yarbay Hami ÇAKIR’ın sanığı tekrar çağırtıp fidye makbuzu verilen İlhan BASKIN’la yüzleştirmesi üzerine sanık Kahraman’ın olayı itiraf ederek ayrıntılı olarak anlattığı ve bunun sonucu sanıklar hakkında yasal soruşturmaya başlandığı,

Bu arada sanık Kahraman’ın Tabur Komutanı Yarbay Hami ÇAKIR’la birinci görüşmesinden sonra Tabur Gazinosunda sanık Abdulkerim ÖZCÜK ile karşılaştığı Abdulkerim’e “olayın Tabur Komutanına şikayet edildiğini ve durumu Fatih ÖZHAN’a bildirmesini” söylediği, muhtemelen bu durumun Fatih’e iletilmesi üzerine Necip BASKIN’ın aynı gece saat 22.00 sıralarında serbest bırakıldığı,

Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan olayda tüm sanıkların Necip BASKIN’ın fidye almak amacıyla kaçırılmasından bilgileri olduğu, alınacak paradan tüm sanıklara pay verileceği,

Bu suretle sanıkların tamamının Cürüm İşlemek İçin Teşekkül Oluşturmak ve Teşekkül Halinde Para Almak İçin Adam Kaldırmak suçlarını,

Sanıklar Kahraman BİLGİÇ, Fatih ÖZHAN, Yusuf Azmi AYDIN ve Abdulkadir BAYRAM’ın ayrıca Teşekkül Halinde Birden Fazla Adam Öldürmeye Eksik Teşebbüs suçunu işledikleri,

Sanık Kahraman BİLGİÇ’in 26.09.1996 tarihli Emniyet Müfettişlerince tespit edilen ifadesi, Yüksekova Cumhuriyet Savcılığınca tespit edilen 26.09.1996 ve 14.10.1996 tarihli ifadeleri, DGM. Başsavcılığınca tespit edilen 05.12.1996 ve 26.02.1997 tarihli ifadeleri, diğer sanıkların, Yüksekova Cumhuriyet Savcılığı, Sulh Ceza Mahkemesi ve DGM. Başsavcılığınca tespit edilen ifadeleri, yüzleştirme tutanakları, mağdur, müşteki ve tanıkların beyanıyla anlaşılmıştır.

Bu nedenle sanıkların yargılanmalarının 2845 sayılı Kanun Hükümlerince yapılarak;

a- Sanıkların tamamının; Cürüm İşlemek İçin Teşekkül Oluşturmak suçundan eylemlerine uyan TCK’nun 313/1-2-4-5 madde ve fıkraları uyarınca, Teşekkül Halinde Para Almak İçin Adam Kaldırmak suçundan eylemlerine uyan TCK’nun 499. maddesi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarına,

b- Sanıklar Kahraman BİLGİÇ, Fatih ÖZHAN, Yusuf Azmi AYDIN ve Abdulkadir BAYRAM’ın Teşekkül Halinde Birden Ziyade Kişiyi Öldürmeye Eksik Teşebbüs suçundan eylemlerine uyan TCK’nun 450/5-9 ve 61. Md ve Fıkraları uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarına,

c- Sanık Kahraman BİLGİÇ dışındaki sanıklar TCK 279. maddesi anlamında memur olduklarından ve işledikleri cürümlerde memuriyetlerine ait kuvvet ve vasıtaları kullandıklarından haklarında hükmedilecek cezaların TCK’nun 281. maddesi uyarınca arttırılmasına,

d- Tüm sanıklar hakkında TCK’nun 31,33 ve 40. maddelerinin uygulanmasına karar verilmesinin talep edildiği incelenmiştir.(Ek:164)

6- Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca, “1991-1994 yıllarında Devlet hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik silahlı eylemde bulunmak” suçundan Kahraman BİLGİÇ hakkında ayrıca 4.3.1997 tarih ve 1997/708 hazırlık numarasıyla tanzim edilen ikinci bir iddianamede de;

Sanığın 1991 yılında Mersin’de ikamet ederken gittiği Mersin HEP İl binasında kendisine yapılan propagandalar ve arkadaşının babası Yusuf isimli şahsın propagandaları sonucu PKK terör örgütünün görüşlerini benimsediği,

Mersin’de Terörle Mücadele yasasına karşı düzenlenen açlık grevlerine katıldığı,

Daha sonra örgüte katılmaya karar veren sanığın Lokman ORAL ile birlikte Mersin’den otobüse bindirilerek Cizre ilçesine gönderildiği,

Cizre’de bir milis tarafından karşılandığı, birkaç gün milisin evinde kaldıktan sonra aynı milis tarafından Silopi ile Cudi dağına götürülerek PKK örgüt mensuplarına teslim edildiğini,

Böylece 1991 yılı 6. ayında PKK terör örgütüne katılan sanığın teslim edildiği grupla birlikte örgütün Kuzey Irak’taki Hakurk Kampına gittiği,

Hakurk Kampında askeri ve siyasî eğitim gören sanığa kaleşnikof silah ve Havar kod adı verildiği,

1991-1992 yıllarını Kuzey Irak’taki örgüt kamplarında geçiren sanığın 1993 yılında Bölük Komutanı olarak görevlendirildiği ve Bölüğü ile birlikte Çukurca kırsalına geldiği, 1993 yılı sonları ve 1994 yılı başlarında Çukurca Alan düzü mevkiinde üstlendikleri,

Çukurca’da kaldıkları sürede beyanına göre silahlı çatışmaya katılmadıkları, aşağıdaki eylemleri gerçekleştirdikleri,

Eylem 1- 1993 yılı sonları veya 1994 yılı başlarında Hakkari-Çukurca yolunun kesilerek araçların durdurulması, yolculara PKK Terör Örgütünün propagandasının yapılması,

Eylem 2- Birinci eylemden yaklaşık bir ay kadar sonra yine Hakkari-Çukurca yolunun kesilerek araçların durdurulması, yolculara örgüt propagandasının yapılması,

Bu eylemlerden birinde durdurulan araçlardaki yolculardan ikisinin teröristlerce götürüldüğü, bilahare aynı gece serbest bırakıldıkları,

1994 yılı Nisan ayında 1993 yılı değerlendirmesi, 1994 yılının planlanması amacıyla Kuzey Irak’taki örgüt kamplarında gerçekleştirilen toplantıya katılan sanığın bu toplantılarda diğer örgüt mensuplarıyla bazı konularda ihtilafa düşüp tartışmalara girmesi nedeniyle silah ve telsiziyle birlikte örgütten kaçtığı, peşmergeler vasıtasıyla Türk Güvenlik Kuvvetlerine teslim edildiği,

Silopi, Şırnak ve Hakkari’ye götürüldüğü, beyanlarının alındığı ancak alınan beyanları Devlet Güvenlik Mahkemesine iletilmediği için hakkında sanık olarak işlem yapılmadığı ve kayıtların tetkikinde de hakkında soruşturma yapılıp kamu davası açılmadığının anlaşıldığı,

Ancak sanığın teslim olduğu 1994 yılında tutuklandığı tarihe kadar Hakkari, Çukurca ve Yüksekova bölgesinde ayrıca Kuzey Irak’taki örgüt kamplarına yönelik operasyonlar da Güvenlik Kuvvetlerine örgüt kampları, sığınak, depolar, barınma noktalarını ve örgüte yardım edenlerle ilgili bilgiler vermek suretiyle yardımcı olduğu, DGM Savcılığınca alınan beyanları ile anlaşılmış olup,

Sanığın samimi beyanları ile atılı suçu işlediği anlaşıldığından 2845 sayılı Kanun Hükümlerince yargılanmasının yapılarak eylemine uyan T.C.Kanununun 125,31,33,40 maddelerince cezalandırılmasının talep edildiği incelenmiştir.(Ek:165)

7-Komisyonun 6.2.1997 tarih ve 211 sayılı yazısı ile Mardin Emniyet Müdürlüğünden Kahraman BİLGİÇ’in hangi tarihten itibaren arandığının bildirilmesinin istendiği incelenmiştir.(Ek:166)

8- Mardin İl Emniyet Müdürlüğünün 7.2.1997 tarih ve 114/97 sayılı cevabi yazısında; 31.7.1993 tarihinde yakalanarak hakkında işlem yapılan Davut GÜNDÜZ’ün ifadesinde Kahraman BİLGİÇ’in eylem ve faaliyetlerinden bahsetmesi nedeniyle bu tarihten itibaren arama kayıtlarına alındığını, 24.9.1996 tarihinde de Hakkari İl Jandarma Komutanlığınca yakalanınca düşümünün yapıldığı incelenmiştir.(Ek:167)

9- Yüksekova’da ölü bulunan 3 kişi (Şemsettin Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münir Sarıtaş’ın) ile Abdullah Canan’ın kaçırılması ve ölü bulunması ile ilgili olarak 1995 yılında soruşturma açıldığı ve Yüksekova C.Başsavcılığının 27.12.1995 tarihli ve 1995/223 ve 224 sayılı Görevsizlik Kararları ile dosyanın 21.J.Sınır Tümen Komutanlığı Askeri Savcılığına gönderildiği,

Bu Savcılığın da anılan suçların askeri suç olmadığı, o askerler aleyhine ve askeri mahalde işlenmediği kanaati ile, 28 Mayıs 1996 tarih ve 1996/14 sayılı Görevsizlik Kararı ile Diyarbakır Devlet G.M. Başsavcılığına gönderildiği ve tahkikatın devam ettiği incelenmiştir.(Ek:168)

10- Komisyonun 6.2.1997 tarih ve 212 sayılı yazısı ile Diyarbakır DGM Başsavcılığından Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL hakkında yapılan tahkikatlara dair evrak ile Abdullah CANAN isimli şahsın Hakkari/Yüksekova’da kaçırıldıktan sonra ölü bulunması ile ilgili evrakın örneğinin istendiği incelenmiştir. (Ek:169)

11- Diyarbakır DGM Başsavcılığının 12.3.1997 tarih ve 1996/3885 Hz. sayılı yazısı ekinde gönderilen hazırlık soruşturmasına ait evrakta;

Kamuoyunda Yüksekova Çetesi olarak bilinen ve çete oluşturarak fidye almak amacıyla adam kaçırmak suçuyla ilgili polis memurları Fatih Özhan, Yusuf Azmi Aydın, Abdülkadir Bayram, itirafçı, Kahraman Bilgi, GK Korucuları Abdülkerim Özcük, Osman Özpazar, Necmettin Hanefi, Mehmet Emin Ergen, Abidin Durna ve Nusret Aslan haklarında Yüksekova C.Savcılığının 15.10.1996 gün ve Hz.no:1996/960 ve 22.10.1005 tarih ve 1996/3385 numaralı hazırlık sırasına kayıt edilerek hazırlık soruşturmasına başlanılarak;

a) Jandarma Genel Komutanlığının 12.11.1996 gün ve AD.MÜŞ:7200-145-1996 (191824) sayılı yazısının ekinde gönderilen sanıklardan itirafçı Kahraman Bilgiç’in ilk ifadesini tesbit eden Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Hüseyin Oğuz’un yazılı ifadesi üzerine, anılan kişinin Savcılığa celbedilerek 30.11.1996 tarihinde tanık sıfatı ile ifadesinin tesbit edildiği,

b) Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Hüseyin Oğuz’un ifadesinin tesbitinden sonra sanıklardan itirafçı Kahraman Bilgiç (HAVAR KOD ADLI) de 5.12.1996 tarihinde Savcılığa celbedilerek isnad edilen suçlar ve iddialar ile ilgili ifadesi alındıktan sonra 17.12.1996 tarihinde tutuklu sanıklardan polis memurları Fatih Özhan ve Yusuf Azmi Aydın ile GKK’su sanıklar Abdülkerim Özcük, Osman Özpazar ve Necmettin Haneyi’nin de ifadeleri alındığı,

c) Sanıkların ifadelerinin tesbitinden sonra yapılan değerlendirme sonucu diğer sanıklarla birlikte çete oluşturarak fidye almak amacıyla adam kaçırmak suçunu işledikleri kanaati oluşan tutuksuz sanıklar Mehmet Emin Ergen ve Osman Ergen hakkında Savcılığın 10.12.1996 gün ve 1996/3385 Hz.Ü.H.sayılı yazısı ile gıyabi tutuklama talebinde bulunulduğu, bu sanıkların Diyarbakır 3 Nolu DGM Yedek üyeliğinin 11.12.1996 gün ve 1996/464 Müt. sayılı kararı ile gıyaben tutuklandıkları, sanıklar hakkındaki gıyabi tutuklama kararları Yüksekova Sulh ceza mahkemesinin 12.12.1996 gün ve 1996/164 sayılı ve 20.12.1996 gün ve 1996/167 sayılı kararları ile vicahiye çevrildiği,

Sanıklardan Kahraman Bilgiç’in Yüksekova ilçe jandarma komutanlığında tesbit edilen ilk ifadesinin bulunduğu video kaset ile altıbuçuk sahife olduğu belirtilen ifade tutanakları savcılığın 28.11.1996 gün ve 1996/3385 hz.Ü.H. sayılı yazısı ile Yüksekova ilçe jandarma komutanlığından istendiği, bu komutanlığın 29.11.1996 gün ve HRK:7130-1795-96/4817 sayılı cevabi yazısında kaset ve ifade tutanaklarının bulunmadğı bildirildiği,Ancak, tanık Jandarma Astsubay Başçavuş Hüseyin Oğuz’un ve itirafçı sanık Kahraman Bilgiç’in Savcılıkça tesbit edilen ifadelerine göre sözü edilen video kaset ve altıbuçuk sahifelik sanık Kahraman Bilgiç’e ait ifade tutanaklarının mevcut olduğu kanaati oluştuğundan, Savcılığın 10.12.1996 gün ve 1996/3385 Hz.Ü.H. sayılı yazısı ile sözkonusu video kaset ve ifade tutanaklarının temini ile gönderilmesi için Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığından talepte bulunulduğu, aynı yazı bilgi için Jandarma Genel Komutanlığına gönderilmişse de, bu yazıya hala cevap alınamadığı,

Ayrıca, itirafçı sanık Kahraman Bilgiç’in olayın ortaya çıkmasından sonra ilk ifadesinin tesbitine katılan Yüksekova ilçe jandarma komutanlığında görevli Jandarma Teğmen Yalçın, Jandarma Astsubay Aydın, Jandarma Astsubay Atilla Aras ve Jandarma Uzman Çavuş Mustafa isimli görevlilerin ifadelerine başvurulmak üzere çağrıldıkları, ancak halen Savcılığa başvurmadıklarından ifadelerinin alınamadığı,

Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı hazırlık soruşturması sonucu sanıkların üzerine atılı suçun TCK’nun 313. maddesinde anlatılan suça uyması, bu suçları kovuşturma görevinin de 2845 sayılı Kanunun 9. maddesi gereğince Devlet Güvenlik Mahkemesi C.Başsavcılığının görev alanına girmesi nedeniyle görevsizlik kararı vererek, Diyarbakır DGM C.Başsavcılığına gönderilmesine karar verdiği, Yüksekova Çetesi diye tabir edilen, Tabur Komutanı Binbaşı M.Emin Yurdakul başta olmak üzere bazı askeri personel ile polis memurları ve GK Korucuları hakkında adam kaçırma ve öldürme, eroin ve silah kaçakçılığı gibi suçlarla ilgili olarak Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığınca başlatılan tahkikatın devam ettiği incelenmiştir.(Ek:170)

12- Komisyonun 27.3.1997 tarih ve 318 sayılı yazısı üzerine; Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 28.3.1997 tarihinde gönderdiği 519 sayılı cevabi yazı ve eklerinin incelenmesinde de;

a- Necip Baskın isimli şahsın fidye almak amacıyla kaçırılması olayı ile ilgili (9) Sanık hakkında “Cürüm İşlemek için Teşekkül oluşturmak, Teşekkül halinde para almak için Adam kaldırmak ve Teşekkül halinde birden fazla kişiyi öldürmeye eksik teşebbüs” Suçlarından Diyarbakır (1) Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde;

Sanık Kahraman Bilgiç hakkında “Devlet Hakimiyeti altındaki Topraklardan bir kısmını Devlet İdaresinden ayırmaya yönelik silahlı eylemde bulunmak “Suçundan Diyarbakır (1) Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde, kamu davası açıldığı,

b- Bu olaylarla ilgili suçlanan iddianamede yazılı olanlar dışındaki sanıklardan,

Piyade Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, Piyade Yüzbaşı, Nihat Yiğiter, Piyade Yüzbaşı Bülent Yetüt, Levz.Asb.Üst.çvş. Ali Kurtoğlu, Yüksekova Belediye Başkanı Ali ihsan zeydan, Yüksekova Et ve Balık Kurumu Müdürü Mustafa Koca, Korucu İsmet Ölmez, Korucu Kemal Ölmez, Korucu Cemal Ölmez, Korucu Hasan Öztunç, Polis Memuru Enver Çırak, Şoför Oğuz Baygüneş, İtirafçı Kahraman Bilgiç’in tutuklu oldukları, 4.3.1997 tarihinde tutuklandığı belirtilen Albay Hamdi Pozraz’ın değişen delil durumu ve ileride maduriyetine meydan verilmemesi için Diyarbakır 3. No’lu DGM Başkanlığının 27.3.1997 tarihli kararı ile tahliye edildiği; Firari sanık Oğuz Baygüneş’in de gıyabi tutuklanmasına karar verildiği,

c- Havar Kod adlı Kahraman Bilgiç’in teslim olduktan sonra verdiği ifadeler üzerine haklarında işlem yapılan sanıklarla ilgili Diyarbakır (4) Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 1994/837 Esas Nolu Dava dosyasında sürdürülen yargılama sırasında Tanık olarak dinlenmesine karar verilen Kahraman Bilgiç’in 26.4.1995 tarihli Tutanakla öldüğüne ilişkin 2 Ekim 1995 tarihli Hakkari il jandarma Komutanlığı çıkışlı yazısında bahsedilen kişinin; aslen Suriye-TEBKA Köyü nüfusuna kayıtlı Fevzi oğlu, Zelve’den olma 1975 doğumlu HAVAR (KK) Şirga Sirko olduğu,

d- Bir kısım Görsel ve yazılı Basında bir takım iddialarda bulunan Murat İpek ve Murat Demir haklarında Başsavcılığımızın 1997/697 Hz. numarasında soruşturma başlatılmış olup yakalanmaları için Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü ile Emniyet Genel Müdürlüğüne müzekkereler yazılarak sonucun beklenmekte olduğu incelenmiştir.(Ek:171)

13- Komisyonun 14.2.1997 tarih ve 227 sayılı yazısı ile Jandarma Genel Komutanlığı (Hakkari İl Jandarma Komutanlığından; Mardin Ömerli Kayagöze Köyü nüfusuna kayıtlı Reşat-Gülperi oğlu 1976 doğumlu Kahraman BİLGİÇ’in hangi tarihte Komutanlıkça yakalandığının ve kendisinin hangi tarihten beri güvenlik hizmetlerinde kullanıldığının bildirilmesinin istendiği incelenmiştir. (Ek:172)

14- İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığının 7 Mart 1997 tarih ve 56633 sayılı cevabi yazıda Kahraman Bilgiç’in;

a- Hakkari İli Yüksekova İlçe Jandarma Komutanlığınca 22 Eylül 1996 tarihinde; 6136 sayılı kanuna muhalefet, adam kaçırarak fidye istemek suçlarından yakalandığı, hakkında yasal işlem yapılarak 22 Ekim 1996’da adli mercilere teslim edilerek tutuklandığı ve halen Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinde yapılan yargılanmasının devam ettiği,

b- Anılan şahsın, Jandarma tarafından yakalanmadan önceki tarihlerde, Hakkari İlinde Güvenlik Kuvvetlerine yer gösterme, kılavuzluk gibi faaliyetlerde yardımcı olduğu, daha fazla bilgiye ihtiyaç duyulması halinde konunun Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinden sorulması gerektiğinin bildirildiği incelenmiştir.(Ek:173)

15- Hakkari İl Jandarma Komutanlığında, İstihbarat Subay Vekili olarak görev yapan Jandarma Astsubay Hüseyin Oğuz, 18 Ekim 1996 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığında (Hakim Albay Sadrettin Aktaş tarafından alınan) ve 18 Şubat 1997 tarihinde Komisyonu- muzda verdiği ifadelerde;

Hakkari ilinde istihbarat elemanı olarak çalışan bazı korucuların PKK ile işbirliği yaptıklarını ve güvenlik güçleri hakkında PKK örgütüne bilgi verdiklerini, bunun sonucunda bazı güvenlik güçlerinin PKK tarafından pusuya düşürüldüğünü farkettiğini, (örnek olarak; Korucubaşı Zeki KARATAŞ’ın Roşat kod adlı PKK militanına telsizle “Eval, mecburen biz de sizden yanayız” dediğini ve aynı şahsın terörist gruplarına erzak götürdüğünü duyduğu,)

Ayrıca; Hakkari’de devlet yanlısı görünen bazı kişilerin (ki bunlar itirafçı, korucu veya diğer sivil kişilerin) bu konumlarını kullanarak çeşitli şekillerde menfaat temin ettikleri, bazı kamu görevlilerinin, özellikle bazı polis ve asker kişilerin de onlarla işbirliği içinde menfaat temin ettiklerini, bu arada uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığına bulaştıkları, ayrıca masum vatandaşları kaçırarak fidye istedikleri öldürme suçları işlediklerini,

Yine Hakkari’de yetkili bazı Silahlı Kuvvetler mensuplarının “Silahlı Kuvvetlerin adı lekelenmesin” gerekçesi ile anılan suçlara bulaşan bazı görevliler hakkındaki suçlamaları örtbas eğiliminde olduklarını iddia etmekte, buna örnek olarak da bizzat yaşadığı, tanık olduğu ya da duyduğu bazı olayları anlatmaktadır.

Örnek olarak;

a-Hakkari Jandarma Komutanlığında görevlendirildiğinde, çalışacağı odada daha önce çalışmış J.Binbaşı İbrahim İŞGÜDAR’a ait çekmecede biri 14’lü Saddam, diğeri tanımadığı bir silah bulduğunu, buna ilişkin J. Astsb. Atilla ARAS ve Mehmet ismindeki bir erle tutanak tutarak imzaladıklarını, sonra tabancaları Albay Komutan Yardımcısı J.Yarb. Mesut KURU’ya, daha sonra da İl J.Al.Kom. Necati KILIÇKAYA’ya götürdüğünü, O’nun emri ile tabancaları Kd.Bçvş. Arif ÖZKAN’a teslim ettiğini, ancak Alay K.’nın Binbaşı hakkında hiçbir işlem yapmadığını, yalnızca Merkez Karakol Komutanlığı tarafından “buluntu silah” olarak tutanak tutularak öylece Savcılığa intikal ettirildiğini, 20 Eylül 1997 tarihinde uyuşturucu madde kaçakçılığı nedeniyle gözaltına alınan bazı kişileri sorgulamak üzere 10 günlüğüne Yüksekova ilçesinde görevlendirildiğini, ertesi gün Anavatan Partisi ilçe Başkanı Tahir Baskın isimli şahsın, yeğeni Necip Baskın’ın kaçırıldığını ihbar etmek üzere Jandarma Sınır Komutanlığına başvurduğunu ve olayın tanığı olan İlhan baskın’ın eşkal tarifi üzerine Dağ Komanda Tugayında barınan Kahraman Bilgiç adındaki itirafçıdan şüphelendiklerini ve sorgusuna başvurduklarını, bu konuda uzman olması nedeniyle sorguda bizzat bulunduğunu ve adı geçenin ifadelerini tutanağa geçirdiklerini,

b- Kahraman Bilgiç’in tutanağını kendisinin de imzaladığı bu sorgusunda;

b-1) (5. maddede geniş şekilde anlatılan olay hakkında) Necip Baskın’ı Korucu timbaşı Mehmet Emin ERGEN, Korucular; Abdülkerim ÖZCÜK, Necmeddin HAZEYİ, Osman ÖZPINAR, Osman ERGEN, Özel Harekat Polis Memurları Fatih ÖZHAN, Yusuf Azmi AYDIN ve Abdülkadir BAYRAM ile birlikte planlayıp kaçırdıklarını ve 200.000 mark fidye istediklerini, ayrıca fidye ödemeye gelenlerle birlikte PKK ile çatışma süsü vererek öldürmeyi planladıklarını, ancak yakınlarının jandarmaya şikayeti üzerine adı geçeni bıraktıkları, (bu şahısların önce Tahir ismindeki MHP İlçe Başkanı ile birlikte hayvan kaçırmayı planladıkları, daha sonra bundan vazgeçtikleri),

b-2) (K.BİLGİÇ) Cebinden çıkan “Ağustos ayının 15’inden sonra ara” notunun ve üzerindeki (05326154381) No’lu cep telefonunun daha önce Hakkari’de çalışan ve Ankara’ya tayin olan Çukurca Jan.Kom.Taburundan J.Ord. Astb. Yüce Karademir’e ait olduğunu, kendisi ile Çukurca’da tanıştığını, adı geçen Astsubayın Ankaraya giderken, banka araçlarını soymak amacı ile 7 adet lav, 1 bomba atar, 1 RBK, 2 Kaleş, 2 tabanca ve 1 Uzi Marka tabanca götürdüğünü, kendisi ile de irtibat kurması için bu notu ve telefonu verdiğini, (Bu ifade üzerine daha sonra bu astsubayın evinde yapılan aramada bu silahların bulunduğu ve mahkemeye verildiği, halen Van’da tutuklu olduğu)

b-3) Kemal Ölmez isimli şahıs adına Yüksekovada ikamet eden Naci Düşünmez’e telefon ettiğini, “PKK’ya yardım ettiğini, bu nedenle dostları olan Özel Timde hakkında işlem yaptırmamak için 10 bin mark istediğini, bunun 3 bin markını kendisi (K.BİLGİÇ) aldığını,

b-4) Abdullah CANAN’ın kaybolması nedeni ile Yakup EDİŞ ve Burhan ÖLMEZ vasıtası ile önce Yakup Ediş’in evinde, bilahare Hakkari Şener Otelde, Mehmet CANAN ve birkaç kişi ile görüştüğünü ve Abdullah CANAN’ın akibetini öğrenmek için Yakup EDİŞ’ten 5 bin mark aldığını, adam bulunursa 20 bin marka tamamlanacağını, paranın bin markını harcadığını, 4 bin markını koyun alması için Burhan Ölmez’e verdiğini, (K.Bilgiç, Diyarbakır DGM’de bu olayı doğrulamakta, ancak Burhan ÖLMEZ’e 3 bin mark verdiğini söylemektedir.)

(Hüseyin OĞUZ, Abdullah Canan olayı ile ilgili olarak, tutanakta olmamakla birlikte Kahraman Bilgiç’in sorgu sırasında kendisine; “M.Emin Yurdakul’un Abdullah Canan’ı tabura aldırdığını, bir hafta sorguladığını, daha sonra beraberinde getirdiği ve üsteğmen olarak tanıttığı 2 itirafçıya öldürttüğünü” söylediğini, binbaşının adı geçince bu hususun tutanaktan çıkartıldığını, daha sonra bir gece Mehmet CANAN’ı Jandarmaya gizlice çağırarak şikayetini aldığını ve K.BİLGİÇ ile yüzleştirdiğini, bu sırada da K, BİLGİÇ’in hem sözkonusu parayı aldığını söylediğini, hem de “Binbaşı M.Emin YURDAKUL’un Abdullah AYDIN’ı yol aramasında aldırdığını “ söylediğini iddia etmekte,

H.OĞUZ, Jandarma Genel Komutanlığına verdiği ifade de aynı konuda; 1996 yılı Ocak ayındaa bir operasyonda 3 çobanın öldürülmesi ile ilgili olarak, M.Emin Yurdakul’un Kahraman Bilgiç’e “Oğlum, biz Abdullah Canan’ı nasıl öldürdük, delil bırakmadık, tanık olmasın diye üçüncü çıbanı da yok etmeniz lazım” dediğini, bunun üzerine K.Bilgiç’in de M-16 silahıyla 3. çobanı da öldürdüğünü beyan etmektedir.

Ancak Kahraman Bilgiç, Diyarbakır DGM’de verdiği ifadede, “Yüksekova Jandarmada böyle bir ifade vermediğini, zaten bu tarihte M.Emin Yurdakul’un tayininin çıktığını” söylemekktedir.) (Ancak yapılan araştırmada M.Emin Yurdakul’un bu tarihte Yüksekova’da görevli olduğu, 1996 Haziran ayında ayrıldığı anlaşılmıştır.)

(Abdullah Caanan’ın kaçırılması ile ilgili olarak bazı yayın organlarında T.S.K. aleyhine çıkan yayınları incelemek üzere Tugay komutanlığınca yapılan idari soruşturmada ifade veren Binbaşı M.Emin Yurdakul 29.2.1996 tarihli ifadesinde “Tugay Komutanlığına çekilen mesaj gereği alınan bir ihbarı teyit maksadı ile sadece askeri konvoy ve askeri malzeme aranarak herhangi bir malzemeye rastlanmadığından 9.30 da kışlaya dönüldüğünü, arama faaliyetinin askeri konvoydaki askeri personelin aranmasına yönelik olup gözetim altına alınanın olmadığını” belirttiği, tanık olarak ifadesi alınan diğer askeri personel de aynı doğrultuda ifade kullanmışlarsa da;

Hakkari Yüksekova C.Savcılığınca konuyla ilgili olarak tanık sıfatıyla ifadesi alınan Ahmet Koca isimli şahista 29.1.1996 tarihli ifadesinde özetle; “Bahise konu olay günü Hakkariye giderken Keremağa Köprüsünü geçince pilank çeşmesi civarında 20-30 kadar sivil arabının hangi birliğe ait olduğunu bilmediği askeri personel tarafından saat 9-10 sıralarında aramaya tabi tutulduğunu, Yüksekova’ya döndüğünde de Abdullah Canan’ın Hakkariye gittiğini ve geriye dönmediğini duyduğunu, ancak onun aranıp aranmadığını bilmediğini” belirttiği, buradan da aramanın sadece askeri araçlarla sınırlı tutulmadığı anlaşılmakta,

İddiaların odak noktasını oluşturan Yüksekova Tabur Kamutanı M.Emin Yurdakul ise komisyona verdiği ifadede özetle; İtirafçı Kahraman Bilgiç’i operasyonlar dışında özel olarak kullanmadığını, buralarda da Tugay Komutanının emri doğrultusunda hareket ettiğini, Belediye Başkanının hanımına silah verme, toz alma ve Abdullah Canan ile Ağaçlı Köyündeki 3 şahsın kaçırılıp öldürülmesine yönelik iddiaların tamamen asılsız ve Silahlı Kuvvetleri yıpratmaya yönelik olduğunu belirtmiştir.)

(Aynı olayla ilgili olarak CHP Genel Merkezince görevlendirilen milletvekillerince hazırlanan raporda; Kahraman BİLGİÇ’i kastederek, Tugayda görevli saçları amerikan traşlı bir kişinin “Abdullah CANAN bizde, Yüksekova Tabur Komutanı bu şahsı infaz etmemiz için bize verdi. Biz de hakkkındaki istihbaratları değerlendirdik. İnfazı engelleyeceğiz, A.CANAN’ın infazını önleyebiliriz.” diyerek Mehmet CANAN’la 20 bin marka pazarlık yaptığı, bunun 12 bin markını aldığı, 8 bin markını da A.CANAN bırakılınca verilmek üzere mutabakata varıldığı, İkinci kez Esat CANAN ve Musa ANIK da yanlarında olduğu halde bu şahsın Mehmet CANAN’a aynı şeyleri söylediği, yani Abdullah CANAN’ın kendilerinde olduğu ve kurtaracağını söylediği, Esat CANAN’ın bu konuyu Tugay Komutanına ve Valiye anlattığı, Tugay Komutanının bir kaç gün sonra Esat CANAN’a “Ben o şahısla görüştüm. o sizden para almak için bunu yapmış, sizden de 5 bin mark almış” dediği belirtilmektedir.) (Aynı olayla ilgili olarak Esat CANAN da Komisyonumuza verdiği beyanda; CHP Raporunda anlatılan olayı, yani Kahraman BİLGİÇ’in Mehmet CANAN’la Abdullah CANAN’ın taburda olduğuna ilişkin konuşmasını ve para alma olayını aynen terar etmekte ve binbaşının Abdullah CANAN’ın arabasını dere yatağına ittiğini iddia etmekte ve A.AYDIN’ın cesedinin Bayramın 2. günü Jadarma tarafından bulunduğunu belirtmektidir.)

b-5) Tabur Komutanı Mehmet Emin YURDAKUL komutasında Konuklu Köyünde yapılan bir operasyonda 13 kilo eroin ve 4 tabanca bulduğunu, eroin sahiplerinin yakalandığı halde geceden bırakıldığını, tabancaların üçünü tabur komutanının götürdüğünü, bir tabancayı Yüksekova Belediye Başkanının karısına hediye ettiğini,

b-6) M.Emin YURDAKUL’un taburunda çalışan ve kendisi ile samimi olan Ali ismindeki Astsubayın İzmir’de eroin ile yakalandığını, M.Emin Yurdakul’un ismini vermemesi için bu astsubayın ailesine bir miktar para (480 veya 580 milyon TL) gönderdiğini, bu eroinin tahminen Çukurca Köyünde yakalanan eroin olduğunu,

b-7) Kurmay Başkanı Hamdi POYRAZ’ın Kemal ve İsmet ÖLMEZ ile bir Kuzey Iraklıyı ve kendisini Çığlı Köyüne gönderdiğini, yolda güvenlik güçleri aramasın diye bir de not yazdığını, kendisinin askeri koğuşta yattığını, K.Iraklının Irak’a geçip, sonra geri döndüğünü, ertesi günü Kemal ve İsmet’in elinde bir paket olduğu halde Hakkariye döndüklerini, bu paketi Hamdi POYRAZ’a teslim ettiklerini, pakette ne olduğunu bilmediğini, ama silah ve uyuşturucu olabileceğini, ancak adı geçenlerin paketi jandarmanın görmesini istemediklerini, (K.Bilgiç DGM’deki ifadesinde, bu pakette ceviz ve bal olabileceğini ifade etmektedir.)

b-8) Çolak Hasan, İsmet ve Kemal Ölmez’in Kurmay Başkanı aracılığı ile beyanname yaptırıp Irak’tan koyun getirip sattıklarını,

b-9) Yüksekova Belediye Başkanı A.İhsan Zeydan Güvenlik Güçleri tarafından arandığında M.Emin Yurdakul’un bunu kendisine haber verdiğini, O’nun da Yüksekova’dan kaçtığını, uzun süre gelmediğini,

b-10) Belediye Başkanı Ali İhsan Zeydan’ın seçimlerden önce gösterdiği adamların yakalanıp daha sonra M.Emin Yurdakul tarafından para karşılığında serbest bırakıldığını, bir seferinde M.Emin Yurdakul’un Belediye Başkanının abisine (Mustafa Zeydan’a) “Seni seçimlerde kazandıracağım, benim 5 milyarımı hazırla” dediğini,

M.Emin Yurdakul’un operasyonlar sırasında, bazı köylüleri PKK’lı oldukları gerekçesi ile gözaltına aldırdığını, bilahare Belediye Başkanı Ali İhsan Zeydan’ın araya girmesiyle bu şahısların 1000 mark karşılığı serbest bırakıldığını,

(Adı geçen Jandarmada verdiği ve tutanağa geçen ilk ifadesinde, para karşılığı serbest bırakma konusuna değinmemiş, ancak bir gün taburun bahçesinde Tabur komutanı, A.İhsan ZEYDAN, abisi ve kendisi otururken tabur komutanının A.İhsan ZEYDAN’a hitaben; “Size seçimleri kazandıracağım. Benim beş milyarımı hazırla” dediğini,

Kahraman Bilgiç, Diyarbakır DGM’de verdiği ifadede de; “1995 yılı sonlarında yapılan genel seçimler öncesi şu anda belediye başkanı olan Ali İhsan Zeydan (Doğruyol Partisinden) özellikle seçimlerde kendilerine oy verilmesini sağlamak amacıyla tabur komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’dan kendilerine muhalif olan özellikle HADEP eğilimli seçmenlerin görüşlerini değiştirmek amacıyla gözaltına alınmalarını istediğini, bu yönde bildiği kadarıyla bir köyden 4-5 kişi gözaltına alındığını, bunun üzerine bu vatandaşların yakınlarının tabur komutanı ile yakın ilişki içerisinde olduğunu bildikleri Ali İhsan Zeydan’ın yanına giderek serbest bırakılmaları için talepte bulunduklarını, bunun sonucuda bu kişilerin serbest bırakıldıklarını, ancak serbest bırakılmalarında herhangi bir şekilde para verilmesi olayı olmadığını, bu hususun doğru olmadığını, yapılan seçimde HADEP’in büyük bir çoğunluğa ulaştığını, barajı aşabilseydi, Hakkari’deki bütün milletvekillerini alacağını, ancak barajı aşamadığı için milletvekili çıkaramadığını, Ali İhsan Zeydan’ın amcası olan Mustafa Zeydan’ın milletvekili seçildiğini belirtmiştir.)

b-11) 1996 bahar aylarında M.Emin Yurdakul komutasındaki askeri timlerle özel harekatçıların Yüksekovanın bir köyünde yaptıkları bir operasyon sırasında bir sığınakta bol miktarda mark, dolar, İran dinarı (tümen) ve Türk Lirası bulunduğunu, bu olayla işlem yapılmadığını, (Kahraman Bilgiç, Diyarbakır DGM’de verdiği ifadede, bu olayı kısmen doğrulamakta, sözüedilen olayın Karlı Köyünde olduğunu, bulunan paranın 200 mark ve isabet olarak parçalanmış az bir miktar İran Tümeni bulunduğunu, dolar ve Türk Parası olmadığını, bunun tutanaklarının da tutulduğunu)

b-12) (Kahraman BİLGİÇ’in) Kemal Ölmez’in isteğiyle Yüksekova’da Vahyettin ASLAN’dan “örgüte yardım yapıyormuşsun” diye tehditle para istediğini, şahsın Kemal ile kendisine 10’ar bin mark göndereceğini bildirdiğini, ancak paranın gelmediğini,

b-13) Yüksekova sınır tabur komutanı Yarbay Kamber OĞUZ’un bir gün kendisine (K.BİLGİÇ’e ) “Sana gerekirse panzer veririm, gideceğin yere gidersin, sözde örgüt adına para toplarsın” dediğini, o zaman bu olaylara girmediği için kabul etmediğini,

c- Hüseyin Oğuz, Kahraman Bilgiç’in anlattıkları dışında kendi araştırma ve duyumlarını da şöyle sıralamaktadır:

c-1) Yüksekova’da market sahibi Fakin Mengeç’den tehdit edilerek para istendiği, kendisinin C.Başsavcılığına dilekçe verdiği, dilekçenin Emniyete havale edildiği, bundan sonra tehdit edilmediği, buradan tehditin polislerden geldiği kanaatına vardığı,

c-2) 1996 yılı Eylül ayında Tugay civarında pusuya düşürülerek 2 astsubay 4 erin şehit edilmesi hadisesinde, astsubayın telsizle yardım istemesine rağmen yardım gönderilmediğini, operasyona da 2 gün sonra başlandığını, Tugaya 1-2 km mesafedeki Otluca Köyünden 5 yaşında çocuklar dahil bir çok insanın sözkonusu pusuda teröristlere yardım ettikleri gerekçesi ile Tugaya götürüldüğünü, bunlardan 5 kişinin eline 5 kaleşnikof verilerek tutanak tutulduğu ve bunların daha sonhra öldürüldüğü, daha sonra bu köyün boşaltıldığını ve köyden 2 bin koyunun Tugaya götürülerek kesildiğini, bu olaylar üzerine daha önce devlet yanlısı olan bu köyden 24 kkişinin kırsala çıkarak örgüte katıldığını, böylece örgütün gücüne güç katıldığını,

d- Tugayın ve İl Jandarmanın koyun, odun temin etmek gibi bütün ihalelerini; Çolak Hasan, İsmet ve Kemal Ölez’lere verildiğini bunlardan İsmet Ölmez 3 yıl önceye kadar otobüs muavinliği yaparken şu anda İzmir Ödemiş’te Salça ve Konserve Fabrikası sahibi olduklarını, Çolak Hasan da hademe iken apartman inşa ettirdiğini, kısaca bu kişiler devletten yana görünerek, esrar, eroin ve silah kaçakçılığı yaptıklarını, bu işin içinde Kurmay Başkanı Hamdi Poyraz’ın da bulunduğunu,

(Kendisinin Yüksekova Jandarma’da verdiği ilk ifade tutanağında olmamakla birlikte Kahraman Bilgiç DGM’de soru üzerine verdiği ifadede bu durumu ÖLMEZ’lerle ilgili iddiayı doğrulamakta, hatta, bu kişilerin KAŞURAN aşiretinin ileri gelenlerinden olduklarını, hem askerle, hem de polisle yakın dialog içinde olduklarını, bu konumlarını da kullanarak silah ve uyuşturucu ticareti yaptıklarını herkesin bildiğini, hem askere, hem polise hem de PKK’ya kaçak silah sattığını tahmin ettiğini, şu anda bu kişilerin çok zengin olduğunu, İzmir’de fabrikalarının olduğunu ifade etmiştir.)

e- Uyuşturucu kaçakçılığında Van’ın bir merkez olduğunu, her tarafa sevkiyatın buradan yapıldığını, Van’da bir kadının uyuşturucunun THC (Tetro Hidro Karnobilen), yani kalite kontrolünü yaptığını, Yüksekova’nın da uyuşturucu imalinde ve Türkiyeye girişinde önemli bir merkez olduğunu, geçici köy korucularının gümrüklerdeki akrabaları vasıtasiyle sınırlardan geçiş yapıldığını, aşırı para kazanma hırsı bulunan bazı güvenlik gücü mensuplarının da uyuşturucu naklini kendi arabaları ile sağladığını, çünkü bunların arabalarının aranmadığını, özellikle istihbarat amacıyla Suriyeye gidip gelenlerin uyuşturucu taşıyıcılığı da yaptıklarını, en fazla asker ve polisin bulunduğu Van ve Hakkkari yöresinde uyuşturucu kaçakçılığının da en fazla olmasının nasıl açıklanacağı, bu şebekenin TBMM’de de uzantısının bulunduğunu,

f- Hüseyin Oğuz, komisyondaki beyanında; ayrıca evinde silah ve askeri malzeme bulunarak tutuklanan Yüce Karademir’i Van’a götürürken arabada kendisi ile konuştuğunu, bu konuşmada Yüce KARADEMİR’in kendisine;

f-1) Hakkari Merkezde petrol istasyonu olan ve kendisinin de samimi olduğu Çukurcalı ÇEKO ismindeki kişinin silah ticareti yaptığını, Çukurca Jand. Tabur Kom. kıdemli Binbaşı Cengiz YILDIRIM’ın (Halen Yarbay olup Jandarma Gen.Kom. Sınır Kaçakçılık Şb. Müdürü ) kendisine (Yüce Karademir’e) 2 sıfır kaleşnikof, 1 M-16, bir 9 mm. 16’lı Baretta verdiğini, kendisinin de bunlardan 2 kaleşnikofu halen Nigde Jandarma Komutanı olan Albay Bayram AKDOĞAN’a, bir M-16’yı da Hamdi Poyraz’a verdiğini, (Hamdi Poyraz’ın da bu silahı Kahraman Bilgiç’e verdiğini),

f-2) Kendisinin (Yüce Karademir’in) Ramazan ismindeki astsubaya 75.000.000 TL karşılığı verdiğini,

Hüseyin Oğuz, J.Gn.K. verdiği ve Diyarbakır DGM’de tekrar ettiği ifadesinde; kendi araştırmaları sonucunda;

g- Binbaşı M.Emin Yurdakul’un emrinde çalışan (1996 Temmuzunda Çorlu’ya tayini çıkan) Yüzbaşı Fethullah KARASU’nun İzmir çobançeşmede 5 katlı 270 m2 arsa üzerine 6 daire ve 2 dükkanı olduğu, İzmir Aşıkkentte kardeşleri ile birlikte dükkanı olduğu, Van’daki uyuşturucu kaçakçılarının kendisine (Hakkariden Avanta Hayat) anlamına gelen 35 HAH 65 plakalı kırmızı bir Toyoto araba hediye ettiklerini, ayrıca bu şahsın ve eşinin bankalarda 3-4 milyar nakit parası olduğunu, bütün bu servetini Yüksekova’da görev yaptığı sırada gayri meşru yollardan elde ettiğini, M.Emin Yurdakul’un mahiyetinde olduğundan birlikte faaliyette bulunduklarını, bu kişinin GATA’ya başvurarak malulen emekli olmak için uğraştığını, ancak henaz bunu başaramadığını,

h- (Jandarma Astsubay Ömer Koç’un ve Çukurca Jandarma Komutanlığı Taburunda ikmal subaylığına atanan astsubayın bildirdiğine göre); Astsubay Yüce Karademir’in 1995 yılında Jeneratörlerde kullanılan akaryakıtı Van’da sattığını,

ı- Halen Niğde İl J.K.’nda görevli Astsubay Kd.Üçvş. Metin Koç tarafından 10 adet G-3 piyade tüfeği ve 30-40 bin adet kalaşnikof mermisinin satıldığını, (bu konuyu Astsubay Ömer Koç ve Yüce Karademir’in bildiği),

i- Aynı kişilerin ve ismini bilmediği bir yüzbaşının silah kaçakçılığı yapan bir şahısla 750 milyon TL yüzünden anlaşmazlığa düştüğü, bu yüzden bu şahsı öldürerek helikopterden Kuzey Irak’a attıklarını,

k- Üzümlü Karakolu Baskınından sonra teslim olan biri Suriyeli, diğeri Mardin’li 2 kızın Tugay’a getirildiğini, sonra kaybolduklarını, halbuki Tugay’ın gözaltına yetkisinin bulunmadığını ifade ettiği,

Hüseyin OĞUZ, Kahraman BİLGİÇ’in ifadesi alındıktan sonra Albay Ersan ALKAN, Yarbay Hami ÇAKIR’la birlikte J. Sınır Taburunda “Olayların üzerine gidiyoruz” imajını vermek ve halkı devletin yanına çekmek için bir halk toplantısı yaptıklarını, bütün aşiret reislerini çağırdıklarını, Yüksekova Belediye Başkanı hariç bütün aşiret liderlerinin bu toplantıya katıldıklarını, bunlara kolonya ve çikolota ikram ettiklerini, halkın şikayetlerini dile getirdiğini,

H.Oğuz, K.Bilgiç’in ifadelerinin bir suretinin Başçavuş Aydın’a, bir suretinin Taktik Alay Komutanı Albay Ersin Alkan’a verildiğini, 4 suretinin de saklandığını, Hakkari İl Jandarma Komutanlığına mesaj çekildiğini, İl J.A.Komutanı Necati KILIÇKAYA’nın tepki göstererek “Ulan Silahlı Kuvvetleri mi hedef aldınız, Ne haliniz varsa görün, Ben bu işte yokum” dediğini,

Bunun üzerine Albay Ersan ALKAN’ın konuyu bilen ilgililerle bir odada toplanarak;

“Bu işin açığa çıkmasının sonuçta Silahlı Kuvvetlerin prestijini sarsacağını, yara alabileceğini” söyliyerek, ne yapılması gerektiğini sorduğunu, bu arada Abdullah Canan’ın PKK yanlısı olması nedeniyle öldürüldüğü görüşünün ileri sürülerek “PKK’lıları mı koruyacağız, devleti mi koruyacağız” şeklinde bir sorunun ortaya atıldığı,

Toplantıya katılan Yarbay Hami Çakır’ın “Bu işten devlet zarar görecekse burada olayın kesilmesi” yönünde görüş bildirdiğini, daha sonra da “Devleti düşünmeniz gerekir, böyle iş olmaz, bu saatten sonra ben de yokum” diyerek odadan çıktığını,

Kendisinin de “M.Emin Yurdakul’un devlet yararına faaliyet gösterdiği şüpheli, kendisi adam kaçırıp para istiyormuş” dediğini,

Bundan sonra albay Ersan’ın kendisini aradığını ve Kahraman’ın yeniden ifadesinin alınmasını istediğini, kendilerinin de Kahraman Bilgiç’in yeniden ifadesini alarak olayı Necip Baskın olayı ile sınırlayarak adliyeye sevkettiklerini,

24 Eylül 1996 günü Hakkari il Jandarma İsth. Şb. Müdürü Binbaşı Abdullah Kaya’nın Yüksekova’ya sorgu için geldiğini ve Yüce Karademir ile ilgili Kahraman Bilgiç’in geniş şekilde ifadesini tesbit ettiğini, kendisinin yazdığını,

Bu olaylar medyada çıktıktan sonra çok acele İl’e çağrıldığını, Hakkari İl J.K.İst.Şb.Md. Abdullah Kaya tarafından bir suçlu gibi odasının arandığını,

Bundan sonra kendisini gözaltında gibi hissettiğini ve eşini aradığını, eşinin de Milletvekili Mahmut Işık’ı aradığını M.Işık’ın da eşinden telefon alarak kendisini aradığını,

Hüseyin Oğuz’un Mahmut Işık ile itibatı sonucu Jandarma Genel komutanlığına çağrıldığı ve 18.10.1996 tarihinde ifadesinin alındığı, bu ifaadenin 16.21.1996 tarihinde Diyarbakır DGM’ne gönderildiği, bunun üzerine Diyarbakır DGM’nin 30.11.1996 tarihinde Hüseyin Oğuz’un tanık sıfatıyla ifadesinin alındığı, adı geçen bu ifadesinde de, Genel Komutanlıktaki ifadelerini aynen tekrar ettiği,

Daha sonra DGM’nin 5.12.1996 günü Kahraman Bilgiç’in ifadesini aldığı, K.Bilgiç’in bu ifadesinde, 22-24 Eylül 1996 tarihinde Yüksekova Jandarma Bl. Komutanlığında verdiği ifadelerini çoğunlukla kabul ettiğini, Yüksekova Savcılığında verdiği ifadesini Polis Memuru Fatih Özhan’ın psikolojik baskısı ve tehdidi ile verdiği ve yalan beyanda bulunduğunu ifade ettiği,

Daha önce teferruatıyla anlatıldığı gibi Kahraman Bilgiç’in ifadesinin alınmasından sonra, Necip Baskın olayının İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından yargıya intikal ettirildiği, Yüksekova C.Savcılığının 15.10.1996 gün ve 1996/117 sayılı Görevsizlik Kararı üzerine, davanın Diyarbakır DGM’ne intihal ettiği,

DGM’nce Necip Baskın’ın kaçırılma olayına karışan itirafçı Kahraman Bilgiç, Korucular Abdülkerim özcük, Osman Özpınar, Necmeddin Hazeyi, Mehmet Emin Ergen, Osman Ergen ve Polis Memurları Fatih Özhan, yusuf Azmi Aydın ve Abdülkadir Bayram’ın tutuklandığı ve haklarında Diyarbakır DGM Başsavcılığının 4.3.1997 tarih ve 1997/298 sayılı iddianamesi ile dava açıldığı,

Daha sonra Hüseyin Oğuz’un ifadeleri doğrultusunda Yüksekova Çetesi olarak:

Kurmay Albay Hamdi POYRAZ, Piyade Binbaşı Mehmet Emin YURDAKUL, Piyaade Yüzbaşı Nihat YİĞİTER, Piyade Yüzbaşı Bülent YETÜT, Levz.Asb.Üst.Çvş. Ali KURTOĞLU, Yüksekova Belediye Başkanı Ali İhsan ZEYDAN, Yüksekova Et ve Balık Kurumu Müdürü Mustafa KOCA, Korucu İsmet ÖLMEZ, Korucu Kemal ÖLMEZ, Korucu Cemal ÖLMEZ, Korucu Hasan ÖZTUNÇ, Polis Memuru Enver ÇIRAK, Şoför Oğuz BAYGÜNEŞ, İtirafçı Kahraman BİLGİÇ isimli kişilerin tutuklandıkları, bunlardan 4.3.1997 günü tutuklanan Kurmay Alb. Hamdi POYRAZ’ın 27.3.1997 günü serbest bırakıldığı incelenmiştir.(Ek:225)

16- CHP Genel Merkezince görevlendirilen Milletvekilleri Ercan KARAKAŞ, Mahmut IŞIK ve Mustafa YILDIZ’ın Van ve Hakkari illerinde 7-9.3.1996 tarihleri arasında yaptıkları gezi sonucunda hazırladıkları raporda komisyonumuzu ilgilendiren konularda Özetle; Yüksekova’da vatandaşların Kaymakam, Jandarma, polis ve diğer devlet kurumları ile büyük sıkıntısının olmadığı, bütün şikayetin orada bulunan Komando Taburuna, özellikle de Komutanı M.Emin YURDAKUL’a yönelik olduğu, tüm faili mechul cinayetlerin bu şahıstan kaynaklandığı, hatta bilgisi ve emri dahilinde yapıldığının ısrarla iddia edildiği,

Aynı Raporun bir başka maddesinde; Vali, Belediye Başkanı ve Tugay Komutanının halka güven verdiği, ama Tugay Komutanının alt kkademesinde daha sert bir tutum gözlendiği,

Van-Hakkari Karayolu üzerindeki yol aramalarının halkta bıkkınlık meydana getirdiği, bu aramalarda uygun olmayan davranışların sergilendiği, istihbaratın artırılarak yalnızca şüpheli araçların halkı potansiyel suçlu görmeyen görevlilerin kontrolünde aranması,Ayrıca Köy korucularından bir hayli şikayet alındığı,

Yüksekova gibi sorunlu yerlerde ileri teknik altyapıya sahip narkotik şubeleri kurulması gerektiğinin belirtildiği incelenmiştir. (Ek:49)

17- Hakkari Eski Milletvekili Esat CANAN da konumuzla ilgili olarak 05.12.1997 tarihinde Komisyonumuza verdiği beyanında; Abdullah CANAN, Mahir ve Eyüp KARABAĞ, Hacı TEKNİK, Miktar ÖZEKEN, Şemsettin YURTSEVEN, Münir SARITAŞ, Mehmet YAŞAR ve Nezir TEKÇİ’nin Mehmet Emin YURTSEVER’in ekibi tarafından öldürüldüğünü iddia ettiği incelenmiştir. (Ek:180)

18- VAN-TUR Otobüs İşletmesinin sahibi Senar ER’in Komisyonumuza verdiği 13.01.1997 tarihli beyanında 1994 yılından buyana fidye isteme olaylarının yoğunlaştığını, Yüksekova’da herkesten para toplandığını, kendisinden de sabıka kaydı için 5 bin mark istenildiğini, en çok para alma işini korucuların yaptığı, Yüksekova’da insanların kendilerini güvenlik içinde hissetmediklerini, her an evden alınıp götürülme korkusu içinde olduklarını, insanların bu nedenle isteyen herkese para vermek zorunda olduklarını, kendisinin fidye vermediğini, buna mukabil babasının kaçırıldığını, otobüslerinin yakılıp kurşunlandığını, YEŞİL, Ahmet DEMİR, Mahmut YILDIRIM adlarıyla dolaşan şahsın askerlerin içinde olduğunu, JİTEM’ci olarak bilindiğini, fakat bu şahsın sivil olduğunu, ancak yanında birkaç kişi ve elinde telsizle dolaştığını, devamlı askerlerle birlikte olduğunu, bu şahsı herkesin sesinden tanıdığını, Yeşil’in kendisi ile de birkaç kez konuştuğunu ve bir defasında kendisini ölümle tehdit ettiğini, bugüne kadar Yüksekova’da çok fidye alındığını, örneğin Selim IŞIK adlı uyuşturucu kaçakçısından 750 bin mark fidye alındığını, kendi babasının başına gelenlerden sonra fidye istendiğinde herkesin gizlice gidip verdiklerini beyan ettiği incelenmiştir.(Ek:206)

VIII.BİLGİSİNE BAŞVURULANLAR

1- Korkut Eken

2-Kemal Yazıcıoğlu

3-Meral Çatlı

4-Mehmet Eymür

5-Tuncay Özkan

6-Dündar Kılıç

7-Esat Canan

8-Mehmet Hadi Özcan

9-Şahin Tekdemir

10-Necdet Küçüktaşkıner

11-Rıdvan Yenişen

12-Ahmet Baydar

13-Ekrem Marakoğlu

14-Sedat Bucak

15-Hasan Celal Güzel

16-Hanefi Avcı

17-Emin Aslan

18-Mehmet Ağar

19-Doğu Perinçek

20-Necdet Menzir

21-Nuri Gündeş

22-Deniz Gökçetin

23-Sedat Demir

24-Ayhan Çarkın

25-Oğuz Yorulmaz

26-Ercan Ersoy

27-Tuncay Yılmaz

28-Metin Günyol

29-Mehmet Emin Yurdakul

30-Mehmet Ali Yaprak

31-Avşar Kederoğlu

32-Seyit Ahmet Altıntaş

33-Senar Er

34-Sönmez Köksal

35-Alaattin Yüksel

36-Hande Birinci

37-İbrahim Şahin

38-Bilgi Ünal

39-Habib Aslantürk

40-Abdullah Çetin

41-Arzu Yaman

42-Abdullah Kederoğlu

43-Cemalettin Ümit

44-Oral Çelik

45-Mesut Yılmaz

46-Eyüp Aşık

47-Mehmet Sena Söylemez

48-Abdülgani Kızılkaya

49-Mustafa Altınok

50-Enver Ulu

51-Burhanettin Bigalı

52-Hüseyin Oğuz

53-Dilek Örnek

54-Hurşit Han

Konu başlıkları

* 1 1-Korkut Eken 27.12.1996 tarihli ifadesinde;
* 2 2-Kemal YAZICIOĞLU İstanbul Emniyet Eski Müdürü 27.12.1996 tarihli ifadesinde;
* 3 3- MERAL ÇATLI 22.1.1997 tarihli ifadesinde;
* 4 4- Mehmet EYMÜR MİT Kontrterör Merkezi Yöneticisi 26.12.1996 ifadesinde;
* 5 5-Tuncay ÖZKAN 18.2.1997 tarihli ifadesinde;
* 6 6- Dündar Kılıç 1.3.1997 tarihli ifadesinde;
* 7 7- Esat CANAN 5.12.1997 tarihli ifadesinde;
* 8 8- Mehmet Hadi ÖZCAN 1.03.1997 tarihli ifadesinde;
* 9 9- Şahin TEKDEMİR 14.03.1997 tarihli ifadesinde;
* 10 10- Necdet KÜÇÜKTAŞKINER 17.03.1997 tarihli ifadesinde;
* 11 11-İstanbul Valisi Rıdvan YENİŞEN 27.12.1996 tarihli ifadesinde;
* 12 12- Ahmet BAYDAR 22.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 13 13- Ekrem MARAKOĞLU 30.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 14 14- Sedat BUCAK 21.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 15 15- Hasan Celal Güzel Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı 17.02.1997 tarihli ifadesinde;
* 16 16-Hanefi AVCI 4.2.1997 tarihli ifadesinde;
* 17 17- EMİN ASLAN 30.1.1997 tarihli ifadesinde;
* 18 18- MEHMET AĞAR 16.1.1997 tarihli ifadesinde;
* 19 19- DOĞU PERİNÇEK 24.12.1996 tarihli ifadesinde;
* 20 20- NECDET MENZİR 23.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 21 21-NURİ GÜNDEŞ 28.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 22 22- DENİZ GÖKÇETİN 2.03.1997 tarihli ifadesinde;
* 23 23- SEDAT DEMİR 2.03.1997 tarihli ifadesinde;
* 24 24- AYHAN ÇARKIN 28.02.1997 tarihli ifadesinde;
* 25 25- Oğuz YORULMAZ 28.02.1997 tarihli ifadesinde;
* 26 26- Ercan ERSOY 28.2.1997 tarihli ifadesinde;
* 27 27- Tuncay Yılmaz Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakcılık, İstihbarat ve Harekat Dairesi Eski Başkanı 4.02.1997 tarihli ifadesinde;
* 28 28- Metin Günyol 2.03.1997 tarihli ifadesinde;
* 29 29- M.Emin Yurdakul Yüksekova Tabur Komutanı Binbaşı 18.02.1997 tarihli ifadesinde;
* 30 30- Mehmet Ali YAPRAK 14.1.1997 tarihli ifadesinde;
* 31 31- Avşar KEDEROĞLU 14.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 32 32- Seyit Ahmet ALTINTAŞ 14 Ocak 1997 tarihli ifadesinde;
* 33 33- SENAR ER 13.1.1997 tarihli ifadesinde;
* 34 34- MİT Müsteşarı Sönmez KÖKSAL 9.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 35 35- Alaaddin YÜKSEL Emniyet Genel Müdürü 9.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 36 36- Hande BİRİNCİ 7.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 37 37- İbrahim Şahin Özel Harekat Dairesi Eski Başkan Vekili 7.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 38 38- Bilgi ÜNAL İstanbul Eski Emniyet Müdür Yardımcısı 7.01.1997 tarihli ifadesinde:
* 39 39- Habip ASLANTÜRK 28.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 40 40- Abdullah ÇETİN 28.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 41 41- ARZU YAMAN 22.01.1997 tarihli ifadesinde özetle;
* 42 42- ABDULLAH KEDEROĞLU 23.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 43 43- CEMALETTİN ÜMİT 30.01.1997 tarihinde ifadesinde;
* 44 44- ORAL ÇELİK 29.01.1997 tarihli ifadesinde;
* 45 47-MEHMET SENA SÖYLEMEZ 2 Mart 1997 tarihli ifadesinde;
* 46 48- ABDÜLGANİ KIZILKAYA 28.02.1997 tarihli ifadesinde;
* 47 49- MUSTAFA ALTINOK 28. 02.1997 tarihli ifadesinde;
* 48 49- MUSTAFA ALTINOK 28. 02.1997 tarihli ifadesinde;
* 49 51- BURHANETTİN BİGALI 02.03. 1997 tarihli ifadesinde;
* 50 53- DİLEK ÖRNEK’ İN 02.031997 Tarihli İfadesinde;
* 51 54- Hurşit HAN 02 Mart 1997 tarihli ifadesinde;

1-Korkut Eken 27.12.1996 tarihli ifadesinde;

Kendisinin 1965 yılından itibaren ordu mensubu olarak görev yaptığını, 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatına katıldığını, 1978 yılında Silahlı Kuvvetler özel birliklerin tim komutanlığına atandığını, çeşitli kurslar gördüğünü, özellikle komando harekatına yönelik, rehineli harekata yönelik kurs gördüğünü, 1982 yılında polis özel timlerinin kurulmasında görev aldığını, 1985-1986 yıllarında içgüvenlik polis özel timinin eğitiminde, kuruluşundan techizinde ve teşkilinde çalıştığını, 1987 yılında yarbay rütbesinde iken ordudan ayrılarak Milli İstihbarat Teşkilatında Daire Başkanı Mehmet Eymür’ün yardımcısı olarak göreve başladığını,

1988 yılında MİT Raporu olaylarının meydana geldiğini, çalıştıkları dairenin bu raporu hazırlamış olması sebebiyle Müsteşar Yardımcısı Hivam Abbas, Daire Başkanı Mehmet Eymür ve kendisinin emekliye sevk edildiklerini, daha sonra Mehmet Eymür’le birlikte 2 yıl dışarıda çalıştıklarını, Mehmet Eymür’ün dayısının yardımıyla kurulan bir fabrikasında birlikte çalıştıklarını, kendisinin parası olmadığından sadece % 8 hissesi bulunduğunu, daha sonra bu hisselerin Eymür tarafından kendisinden istendiğini ve onun da bunları iade ettiğini bu ve bazı şahsi nedenlerle buz fabrikasından münakaşa ederek ayrıldığını ve sonra da Eymür ile görüşmediğini,

1980 yılında Botaş’a girdiğini, bir sene müfettişlik ondan sonra da koordinatörlük görevi yaptığını,

Eylül 1983 ayında Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın kendisini çağırarak emniyet mensuplarının yetiştirilmeleri konusunda çalışmasını istediğini, sevinerek bu görevi kabul ettiğini ve hemen eğitime başladığını, kadrosunun Botaşta kaldığını, 15.4.1996 tarihinde de Emniyet Genel Müdürlüğündeki görevden ayrıldığını,

Belirterek, kendisini tanıtmasının ardından; Tarık Ümit’in öldürülmesi olayında;

Tarık Ümit’i 1987 yılında Milli İstihbarat Teşkilatında çalışırken Mehmet Eymür vasıtasıyla tanıdığını, özellikle kaçakçılık ve narkotik konularında çok haber getiren bir eleman olduğunu, ancakt kendisinin doğrudan bir görev irtibatı bulunmadığını

Emniyet Genel Müdürlüğünde iken Tarık Ümit’in kendisini arayarak, önemli bir kaçakçılık olayı olacağını bunun mutlaka önlenmesi gerektiğini, bunun üzerine onu Genel Müdür Mehmet Ağar ile tanıştırdığını, Genel Müdürün Kaçakçılık İstihbarat Daire Başkanı Tuncay Yılmaz’a konuyla ilgilenmesi için talimat verdiğini, sonradan çok büyük miktarda asit anhidriti bu ihbarla yakalatmış olduğunu öğrendiğini,

Mehmet Eymür’ün bilahare MİT’te yeniden görev aldığını, Tarık Ümit’le birlikte çalışmaya başladığını duyduğunu, Tarık Ümit’in kaçırılması ve öldürülmesi olayı ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, Mehmet Eymür’ün Tarık Ümit’in kızının babasını kendisinin öldürttüğünü söylediğini, bu sebeple kızın kendisiyle konuştuğunu ve Mehmet Eymür’ün yazılarında Ahmet Akpak isimli gazetecide varken babamı Korkut Eken öldürttü dediğini, kıza kendisinin konu ile bir ilgisi olmadığını söylediğini bilahare bir İstanbul seyahatinde aracının takip edildiğini fark ederek polisi aradığını, arkasındaki araçtan telefonla kendisinin arandığını ve Tarık Ümit’in kızının kendisini takip ettiklerini ve görüşmek istediklerini söyleyince, aracını durdurup kız ile görüştüğünü ve ona babasını 1,5 yıldır görmediğini ve kesinlikle olayla bir ilgisinin ve bilgisinin bulunmadığını söylediğini,

Milli İstihbarattan ayrılıp Emniyet nezdinde çalışmanın Mehmet Eymür’ü kızdırmış olabileceğini,

Devletin istihbarat birimleri arasında çok koordineli bir çalışma yapılması gerektiğine inandığını, bu birimler arasında şahsi kin, nefretten doğan çekişmeler sen-ben davası, sen başarılısın, ben başarılıyım kavgası olduğu müddetçe bugün Susurluk olayı çıktı ise yarın, altı ay sonra başka bir olayın çıkabileceğini, bu tür mücadelede 200 bin kişi olduğunu, bunlar içinde yanlış yola girmiş olabilecek görevliler ya da kişiler bulunabileceğini, bunun polis, asker ya da korucu olabileceğini, ancak bunun çözümünün basına sızdırılarak yapılmaması gerektiğini, Devletin resmi birimleri arasında bu tür sorunların koordinasyon ile çözülebileceğini, yanlış yapanlar hakkında da yasal işlem yapılarak konunun aydınlığa kavuşturulabileceğini, resmi polis ve askerin dışında kimseyi eğitmediğini, sivil hiçbir şahsı eğitmediğini, gerek polis eğitiminde, gerekse özel tim eğitiminde hem psikolojik, hem de manevi eğitim yaptırıldığını, bu insanların hata yapma ihtimallerinin az olduğunu, özel yetişmiş birimlerin ifade almayı dahi bilmediklerini, bunların sadece kırsal kesimde mücadele etmek için yetiştirilmiş olduklarını, ancak görev sırasında müşterek faaliyette asker ve polis timlerinde, emir komutasının Asker’de olduğunu, polis özel timinin başında Emniyet Müdürü rütbesindeki personel bulunmasına karşılık Askeri timin başında Astsubay veya Teğmen olduğunu, ovadaki askeri birlik komutasının istemi olmadıkça özel timlerin arazide göreve çıkamadığını, Halkın özel timlerden rahatsız olmaları ile ilgili konunun tamamen belli mikrakların abartması olduğunu, PKK’nın en çok korktuğu iki unsurun polis ve askere ait özel timler olduğunu, bunları yıpratmak için gaspçı, haraççı, köy yakıyor, köylüleri eziyor diye görev yapmalarını önlemek istediklerini, mücadelenin kazanılması için halkın desteğine ihtiyaç olduğunu, o olmadan mücadele yapmanın mümkün olmadığını, halkla diyalog içinde örf, adet ve törelerine hürmet ederek ilişkide bulunulması gerektiğini, zaman zaman ferdi yanlışlıklar olabileceğini,

Sedat Bucak’ın babasını tanıdığını, Bucak aşiretinin PKK’ya karşı mücadelesinde, zamanının çoğunu Siverek’de harcadığını, Sedat Bucak’ın adamları olmadan dışarı çıkamayanların şimdi ağır suçlamalarla karşılarına çıktıklarını, ister asker, ister polis gece yol aramaları dahil Sedat Bucak’tan yardım isteyip adam aldıklarını, güneydoğudaki aşiret reislerinden ileri gelenlerin büyük bir bölümünü tanıdığını, hepsiyle irtibatı bulunduğunu, Sedat Bucak’ın esrar, eroin işlerine karıştığına kesinlikle inanmadığını, adamlarından bazılarının yapmış olabileceğini, ancak Sedat Bucak’ın onlara da cezalarını vereceğini, Sedat Bucak’a bu kadar yüklenmenin yanlış olacağını, gururlu bir insan olduğunu, gerçekte topraklarının sulu ziraate geçmiş olması nedeniyle çok zengin olduğunu, adamlarının gönüllü köy korucuları olduğunu, Devletten para ve korucu maaşı almadıklarını, Sedat Bucak’ın bırakın taraf değiştirmesini Urfa, Viranşehir bölgesinde tarafsızım demesinin bile PKK için yeterli olabileceğini, Sedat Bucak’ın kardeşinin Abdullah Öcalan’ın yanında olduğu hususunun doğru olduğunu, adının Serhat olduğunu ancak Sedat Bucak’ın düşmanı olduğunu ve onunla görüşmediklerini,

Abdullah Çatlı’yı tanıdığını, Mehmet Eymür’le birlikte, emekli olduktan sonra tanıdığını, Mehmet Özbay ismini de bildiğini, ancak “Ekli” adını bilmediğini, Abdullah Çatlı’nın devlet için istihbarati çalışmalar yaptığını, yurtdışına yönelik olarak özellikle Almanya’daki PKK faaliyetlerine yönelik olarak istihbari bilgiler verdiğini, 15-16 senedir 80 öncesinden itibaren devlete çalıştığını bildiğini, kendisinin onu 1987-1988 yıllarında tanıdığını,

Alaaddin Çakıcı ve Dündar Kılıç’ı herkes gibi tanıdığını, Abdulah Çatlı ile Dündar Kılıç arasında ve Alaaddin Çakıcı arasındaki ilişkiyi bilmediğini belirtmiştir. (Ek:174)

2-Kemal YAZICIOĞLU İstanbul Emniyet Eski Müdürü 27.12.1996 tarihli ifadesinde;

Ömer Lütfi Topal cinayetinin işlenmesini takiben olayı çözmek üzere çalışmalara başladıklarını, bu cinayet konusunda Asayiş Şubesinin ihbar aldığını bu ihbarda üç özel harekat mensubu ile iki sivil şahsın bu eylemi yaptıklarının belirtildiğini, bunların hepsi aynı gün Emniyet Müdürlüğüne alındığını, yapılan incelemede ve olay yerinde kalan silah üzerindeki şarjörde bulunan band üzerinde kalan parmak izi ile bu şahısların parmak izinin karşılaştırıldığını, ve herhangi bir bulguya rastlanmadığını, bu konuda yardımcısı Bilgi Ünal’ın olayı takip ettiğini, ertesi gün Sedat Bucak’ın kendisini aradığını, özel harekatçıların neden alındığını sorduğunu, o anda konuyu kendisi de bilmediğinden inceleyeceğini söylediği, ikinci kez aradığında da tahkikatla ilgili alındıklarını söylediğini, daha sonra da birkaç kez aranmış olduğunu ancak bir daha görüşme fırsatı bulamadığını, daha ertesi gün Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Halil Tuğ’un kendisine geldiğini, Bakan tarafından gönderildiğini, alınan şahısların neden ve niçin alındığını sorduğunu, kendisinin de alınan bir ihbarın değerlendirilmesi sonunda alındıklarını, ancak bir bulguya rastlanmadığını, öğleden sonra Bakanın İstanbul’a geldiğini ve Vali ile birlikte onu karşıladıklarını, Vali ayrıldıktan sonra Bakanın kendisinden olayı sorduğunu, ona da olayı anlatarak herhangi bir bulguya rastlamadıklarını ilettiklerini, onun da peki o zaman Emniyet Genel Müdürlüğü de bir incelesin, bir mahzur var mı? diye sorduğunu, kendisinin de bir mahzur bulunmadığını zira suç teşkil edecek herhangi bir bulguya rastlanmadığını belirttiğini, Bakanın da gönderin o zaman dediğini kendisinin de talimat verilmesini istediğini, Bakanın peki ben hallederim seni ararlar dediğini bunun üzerine Yardımcısının talimat verdiğini ve Bakan talimatı bunları Genel Müdürlükten gelip alacaklar dediğini, akşam saatlerinde İbrahim Şahin’in kendisini arayarak konuştuklarını, ona Bilgi ile irtibat kurarsa onları alabileceğini söylediğini, Basının yanlış değerlendirmeler yapması nedeniyle, görmemeleri için bunları turkinelerde teslim alıp götürdüklerini öğrendiğini, bilahare Susurluk Olayının patlak verdiğini, ondan sonra Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanla görüşmeleri olduğunu, onlara, bu şahıslar hakkındaki düşünce ve karinelerinin tam alındığını, biraz süre verilmesi halinde bu şahısların suçlarını inkar edemeyecek hale geleceklerini, hatta yan delillerin tespitiyle birlikte itiraf bile edebileceklerini belirttiğini, Cumhurbaşkanının kendisine kaset, belge, video bandı olup olmadığını sorduğunu, kesinlikle böyle bir şeyin olmadığını belirttiğini,

İkrar havi bir belge bulunmadığını, sadece kendisinde bir takım karineler olduğunu, bunları anlatmasının mümkün olmadığını, bunun açıklanmasının sisteme zarar verebileceğini, bunu ancak konuyu bilenler huzurunda rahatlıkla açıklayabileceğini,

Basında Mesut Yılmaz’a belge, kaset verdiğinin söylendiğini, ancak hiç kimseye belge, bilgi, kaset veya herhangi bir şey vermesinin mesleki hiyerarşisi dışında mümkün olmadığını,

Abdullah Çatlı’yı tanıdığının gündeme getirildiğini, Mehmet Özbay adına atılan bir tebrik kartının kendisine geldiğinin doğru olduğunu Abdullah Çatlı’nın sahte ismi Mehmet Özbay olarak kendi bilgisayar kaydında isim ve adresinin yeraldığını, ancak kişi olarak kendisine kart geldiğini ve ondaki adres olduğunu, 7-8 bin adet kart attığını, bunların hiçbirisine bakmasının mümkün olmadığını, hatta bu olayın olmaması halinde yılbaşında da ölmüş kişiye kart gitmiş olacağını,

Olay mahallinde iki adet kalanşkof, başka bir alanda terk edilmiş araç bulunduğunu, onun içinde de eldivenler, mermiler olduğunu, bunun profesyonel bir iş niteliğinde yapıldığını,

Olay mahallindeki silahlar üzerindeki parmak izinin karşılaştırma yönünden zor bir yapı oluşturduğunu çünkü Emniyet Teşkilatında 10 milyon parmak izi bulunduğunu, parmak izinin yanında diğer parmak izleri ya da daha geniş bir sathın olması halinde o zaman kategorileştirilebilineceğini o zaman bile karşılaştırma sayısının 3 bin olacağını, bu nedenle bu tür parmak izlerinde sağ el işaret parmağının tek boğumundaki iz için yönetmelik gereği olay olduğu yerde muhafaza edildiğini, şüphelilerle karşılaştırıldığını,

Parmak izinin bulunmasından iki gün sonra basında çıkan 1992 yılında Abdullah Çatlı’nın sahte pasaport ile ve Şahin Ekli adı ile dışarıya çıkarken yakalanması haberi üzerine, parmak izinin de olabileceğinden bahisle inceleme sonucu Şahin Ekli’nin 10 parmak izinin alındığı çıkıyor, karşılaştırma sonunda şarjör üzerindeki yarım boğum parmak izi ile bu izler birbirinin aynı çıkıyor, bunun üzerine Şahin Ekli ile Abdullah Çatlı’nın aynı kişi olduğunun ispatı yönünden, ölüden alınan parmak izi ile mukayese edildiğinde izler birbirini tutuyor, ancak Abdullah Çatlı’nın silahı bizzat kullanan mı? yoksa silahı hazırlayan mı? olduğu noktasının belli olmadığını, silahı hazırladığının kesin olduğunu, ancak tetiği çekip çekmediğinin belli olmadığını,

Cumhurbaşkanı, Başbakan ile görüşüp karayolu ile İstanbul’a dönerken gece saat 23.00 sıralarında İçişleri Bakanının kendisini aradığını, ertesi sabah için Ankara’ya çağrıldığını, sabah Bakana uğradığında kendisinde kaset, bilgi ve belge olup olmadığını sorduğunu, kendisinin de böyle bir şey olmadığını söylediğini, Mesut Bey ile irtibatını sorduğunu, irtibatı olmadığını söylediğini, daha sonra İstanbul’un genel sorunlarını görüştüklerini, 5-6 saat sonra da görevden uzaklaştırıldığını televizyondan öğrendiğini, bir veya iki gün sonra İstanbul Moral Eğitim Merkezindeki Bakana ait konutta 20.00 civarında görüştüklerini, yaptıklarını tasarruf için birşey söylyemeyeceğini, ancak kendisini eşkiya ile bir tuttuklarını buna üzüldüğünü söylediğini Bakanın bunları basının bu hale getirdiğini belirttiğini, Ömer Topal olayının çözülebileceğini, diğer olaylarla ilintisi yönünden ise özel bir ekip tarafından yürütülmesi gereken hassas bir konu olduğunu, MİT’ten destek almalarının uygun olacağını belirttiğini,

İfade tutanağı bulunmamakla birlikte, Genel Müdürlük yetkililerine teslim edilirken, teslim tutanağı ile işlem yapıldığını,

Ömer Lütfü Topal olayında soruşturmanın çok yönlü yapıldığını Antalya yada Kuşadasında kendi adamlarıyla, başka adamlar arasında çalışma olduğunu, adamlardan bazılarının birbirlerini öldürdüğünü bunların da değerlendirildiğini, uyuşturucu kavgasımı? yoksa kumarhane kavgasımı olduğunun araştırıldığını, birçok söylenti olduğu bunların hepsinin ispata muhtaç olduklarını, öldürme ile ilgili olay konusunda belirgin bir kanaati bulunmadığını,

İstihbaratın çok çeşitli kanallardan geldiğini istihbaratın hem istihbarat birimlerince verilen istihbarat, hem de telefonla gelen bilgiler olduğunu, bazen gazeteden alınan bir haber, bir haberin değerlendirilmesi olayı olduğunu, bunların tümünün istihbarat olduğunu,

Arnavut Saminin Ömer Lütfü Topal’ın ortağı olduğunu, belirli yüzdelerle ortak olduklarını bu ortaklığın sadece Emperyal Oteli ve Gazinosu için olmayıp, Antalyaya uzanan bir zincir halinde bulunduğunu,

Sedat Bucak’ın çok önceden istek yapmış olmasına rağmen o olaydan sonra suçlanan kişilerin koruma olarak verilmesinde, onların mağdur duruma düştükleri düşüncesiyle bir korunma olup olmadığı hususuna bir yorum getirmesinin mümkün olmadığını,

Söylemezler çetesiyle ilgili olarak, İstanbul’da göreve başladığından bir ay sonra Söylemez kardeşlerin Eminönü Belediye Başkanının amcasını ve kardeşini vurup, öldürdüklerini, dolayısıyla bu olayın üzerine giderek cinayeti işleyen çeteyi bulup çıkarttıklarını, söylemez olayının İstanbul da olduğunu ve suçluların Adana’da yakalandığını,

Özel tim mensuplarının İl Emniyet Müdürü emrinde olduğunu, özlük hakları yönünden Emniyet Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığına bağlı olduklarını, bu birimin ülke çıkarları açısından çalışan pırıl pırıl bir kuruluş olduğunu, bu uğurda pekçok şehit verdiğini Özel Harekata kimsenin birşey söylemeye hakkı olmadığını özel harekat içinde, polisin içinde yanlış davranışlar içerisinde bulunanların olabileceğini, önemli olan hususun bu tür yanlışlık yapanların ayıklamak gerektiğini,

Çatlı’nın Emniyet Genel Müdürlüğü ya da onun ilgili birimleri adına çalıştığından bilgisi olmadığını, üzerlerindeki belgeler, taşıdığı isimler dolayısıyla emniyetle ilgili olmalarına ilişkin konuda, bu tür ilişkilerin mevcut olmasını tasvip etmediğini,

Hüseyin Kocadağ’ı tanıdığını, özel harekat menşeli olduğunu, atak ve gözüpek birisi olduğunu onunla birlikte çalışmadığı için mesleki yapısı hakkında fazla bir bilgisi olmadığını,

Bu işin nereye gideceği konusunda endişeleri olduğunu, medyada çıkanların ne derecede doğru olduğunu onların incelenmesi gerektiğini, peşinen herhangibir şeyin söylenmesinin mümkün olmadığını, Başbakan ve Başbakan Yardımcısının nereye uzanırsa gitsin dediklerini, gitmesininde gerektiğini, ancak bunu yaparken devleti zarara uğratmamak gerektiğini, müesseseleri yıpratmamak gerektiğini, bunlara çok dikkat edilmesini belirtmiştir.(Ek:175)

3- MERAL ÇATLI 22.1.1997 tarihli ifadesinde;

1980 ihtilalinden yaklaşık 20 gün sonra eşinin arkadaşlarıyla birlikte yurtdışına çıktığını, eşine devlet tarafından (pasaport v.b. konularda) yardımcı olunduğunu, eşinin Ankara’da bulunduğu zamanlarda Ülkü Ocakları ikinci başkanlığını yaptığını, bu görevi yaptığı sıralarda 7 TİP’linin öldürülme olayının eşinin üzerine atıldığını, bu konuyu eşine sorduğunda bu olayı kabul etmediğini, 1978’de İstanbul’a taşındıklarını, 1980’e kadar 7 TİP’li olayından dolayı eşinin kaçak yaşadığını, 1982 yılında kızlarıyla birlikte kendisinin de yurtdışına çıktığını, kendisine pasaportları kimin verdiğini bilmediğini, İstanbul Hava Limanında kendisini uçağa bindiren kişiyi ilk defa gördüğünü, eşiyle İsviçre’de buluştuklarını, daha sonra Fransa’ya yerleştiklerini ve oradaki Türk ailelerinin yardımlarıyla geçindiklerini, eşinin Türkiye’den görüştüğü kimselerden aldığı telefon neticesinde Paris’te kiraladıkları evde 27 gün kaldıktan sonra, eşinin evden ayrıldığını ve 6 yıl geri dönmediğini - cezaevine düştüğünü - 1984’te kendisinin ve çocukların Türkiye’ye 1 haftalığına tatile geldiklerini, Mete isimli birinin kendilerine yardımcı olduğunu, yurtdışında eşinin yanında olduğu zamanlarda, eşine Türkiye’den ASALA’ya karşı görev verildiğini ve yurtdışında 28 olayda eşinin rolü olduğunu, Türkiye’ye 1984’te gelişlerinden birbuçuk ay sonra eşinin tabiriyle komplo yapıldığını, yabancı uyruklu bir zencinin evine pasaport almaya gittikleri sırada eşinin eroin bahanesiyle gözaltına alındığını, eşi yakalandığında üzerinde Hasan Kurtoğlu adına düzenlenmiş pasaport bulunduğunu, eşi ve Fransız polisi eve geldiğinde eşinin dolaptaki dosyayı saklamasını istediğini, sonradan eşine sorduğunda bu dosyada eşinin ASALA yapacağı olayın şeması olduğunu, İsviçre’de ikamet eden beyaz saçlı bir kişi ile ilgili olduğunu öğrendiğini, Mete ağabey dedikleri kişinin Fransa’da kalmaları gerektiğini söylemeleri üzerine Fransa’da kaldıklarını, eşinin Fransa’da iken Oral Çelik’le beraber olduklarını, eşinin Fransa’daki cezaevinden kurtuluşunda kendilerine yardım edildiğini, 1990 Nisan ayında eşinin İstanbul’a giriş yaptığını, hangi pasaportla girdiğini bilmediğini, eşinin Ataköy’de ticaretle uğraştığı sıralarda Abdullah Çatlı hakkında ihbar olduğundan ihbar gereği basıldığını, fakat basanlarca önceden eşine haber verildiğini ve böylece eşinin bu baskından kurtulduğunu, yurtdışından geldikten sonra Mete ağabey dedikleri kişinin ev temin ettiğini ve daha sonrasında kendilerine yardımcı olan kişilerin çekildiklerini, Susurluk olayındaki gidişinde eşinin Ankara’ya gittiğini bildiğini, eşinin Muhsin Yazıcıoğlu ile görüştüğünü bildiğini, Mesut Yılmaz’ın eşine teşekkürde bulunduğunu, eşine Türkiye’de görev verilmediğini, ama emniyetle ilgili kişilerle görüştüğünü tahmin ettiğini, Korkut Eken’le görüştüklerini bildiklerini, eşinin 6-7 isimle pasaport kullandığını, bunların içinde Hasan Kurtoğlu, Mehmet Özbay ve Altan Güler adına olanları hatırladığını, Papa suikastiyle eşinin alakası olmadığını, Mehmet Ali Ağca’nın cezaevinden kaçırılışında eşinin sadece pasaport verdiğini bildiğini, eşinin Ali Yasak’la görüştüğünü bildiğini, eşinin evde olduğu bir Cumartesi günü arabasının altında bomba görüldüğünü, “Abdullah Çatlı Orada mı” şeklinde telefonların geldiğini, eşinin arabasının içine eroin bırakıp kendisini de tarayacakları şeklinde duyumlar aldığını kendisine söylediğini, Aydınlık Gazetesinde çıkan haberlerin eşini tedirgin ettiğini, eşinin Baretta marka bir silahı olduğunu, eşinin Sedat Bucak’la 2 yılı aşkın bir zamandır tanıştığını, Haluk Kırcı’nın eşinin arkadaşı olduğunu, kendisinin eşinin ve Haluk Kırcı’nın Sultan Tekstil’de ortak olduklarını, eşinin Yaşar Öz’ü tanımadığını, Sami Hoştan’ı tanıdıklarını, devlet için görev verenin de, komployu hazırlayanın da aynı olduğunu eşinin söylediğini, eşinin ASALA olayına girmeden önce Haluk Kırcı’nın cezaevinden bırakılmasını istediğini, ayrıca ne olduğunu bilmediği bir konuda TÜRKEŞ hakkında bir istekte bulunduğunu, yurtdışında yapılan 28 eylem hakkında Kenan Evren’in bilgisinin olması gerektiğini, Türkiye’ye döndükten sonra eşinin 5-6 defa yurtdışına çıkmış olabileceğini tahmin ettiğini,

- 1980 ihtilali olduğunda sıkı bir denetim vardı. Pasaport almak, düzenlemek kolay bir şey değildi. Demekki eşime yardımcı olundu. 20 gün sonra eşine pasaport getirdiklerini, kimin getirdiğini bilmediğini,

- 1982 yılında çocukları ile beraber kendisinin de çıktığını,

- 1982 pasaport müracaatı yaptığında Nevşehir’den kendisine pasaport vermediklerini, kendisinin de sahte pasaport ile çıktığını, kimin düzenlediğini, kimin getirdiğini bilmediğini, ancak İstanbul Havaalanında uçağa bindirdiklerini ve Viyana’ya gittiğini, kim olduğunu tanımadığını,

Yalova’da annesinin yanında iken, kendisini Yalova’dan aldıklarını ve doğrudan havaalanına gittiklerini gelenlerin resmi görevli olmadıklarını, Viyana’dan araçla Almanya’ya, Almanya’dan İsviçre’ye, orada eşi ile buluşup trenle Fransa’ya geçip Paris’in kasabası Potie’de kaldıkları,

1984 yılında Türkiye’ye ailecek geldiklerini, 1 hafta kaldıklarını resmi görevli bir kişinin kendilerini karşıladığını, adının Mete olduğunu, soyadını bilmediklerini, sadece Mete ağabey dendiğini. Bu kişinin konuşma ve hareketleri askerdi. “Asker şeyi vardı”.(Netekim)

Eşiyle beraber geldiklerinde Türkiye’den bir görev verildiğini duyduğunu, bu görevin de Konsolosluklara yapılan haksızlığa tepki, yani Asala olayında eşine verilen bir görev olduğunu, 28 olayda da eşinin başarılı olduğunu,

Türkiye’den dönüşlerinden 1,5 ay sonra eşinin bir zencinin evine pasaport almaya gittiğini, saat 9.30’da telefon kulübesinde olmalarının istendiği, evlerinin altındaki telefon kulübesine indiklerinde eşinin telefonla görüştüğü, İstanbul’dan birisinin, ertesi gün verilen adrese gidilmesini istediklerini, bu konuları görüştükleri kişinin Mete Ağabeyleri olduğunu, Türk pasaportu olduğunu, Altan ve Serap Güler adlarına düzenlendiğini, eşinin bir arkadaşıyla birlikte sabah verilen adrese gittiğinde, içeri girdiği anda Fransa polisinin de içeri girip onu yakaladıklarını, üzerinde Hasan Kurdoğlu adına pasaport olduğunu, 3 gün sonra eve polislerin eşliğinde geldiğini, polislerin eve girişinde dolaptaki dosyayı eşi tarafından kaldırmasını istediğini ve dolapta 2 ci bir kazağın altına koyduğunu ve dosyayı bulamadıklarını, kocasının fotoğraf makinasını, silahını, kendisinin ve çocuklarının pasaportunu aldıklarını, kendi pasaportlarının Meral Kurdoğlu adına olduğunu, o dosyada eşinin yapacağı bir olaya ait şema varmış, beyaz saçlı ve İsviçre’de ikamet eden bir kişinin resmi bulunduğunu, eşinin kendisine Fransa’yı hemen terk etmesini söylediğini, onun da İstanbul’dan telefonla görüşme yapması için birinin kendisine geldiğini, yine telefon kulübesine indiğinde Mete Ağabeyinin “Meral hanım sizin Fransa’da kalmanız gerekiyor, çünkü eşinizle irtibat kuracak kimse sadece sizsiniz” dediğini, bu konuda eşinin komploya gittiğini, eşinin kendisine Türkiye’de görüştüğü kimselerle veyahut devamlı görüştüğü kimsenin yaptığı bir oyun olduğunu söylediğini, İsviçrede’de aynı şekilde suçlamada bulunulduğunu, İsviçre’deki olayda Nevzat ve Şeref Benli isimli kişilerin bulunduğunu, Nevzat’ın soyadını bilmediğini, İsviçre’de 15 yıl ceza verilmiş, 1,5 yıl yattıktan sonra kendisini görmeye gittiğini ve kendisi döndükten bir ay sonra bunların cezaevinden mutfak kapısından çıktıklarını (anahtarın eşine verildiğini), cezaevinden çıktığında yanlış arabaya bindiğini, cezaevi görevlisinin arabasına binmiş, görevlinin de eşini bıraktığını, cezaevinden çıktıktan sonra Fransa’ya yanlarına geltiğini ve 20 gün bir evde kaldığını, Türkiye’den gelen bir pasaport ile ve eşinin yeşil renkli bir takım elbise giymesinin istendiğini ve 1990 yılı Nisan ayında Türkiye’ye döndüğünü, kendisinin eşini o sürede göremediğini, eşi döndükten sonra 20 gün sonra kızlarıyla birlikte kendisinin de arabayla Türkiye’ye döndüklerini, eşinin Levent’te kiraladığı mobilyalı bir eve gittiklerini, İstanbul’a kendi adıyla Meral Çatlı olarak gittiğini, eşinden öğrendiğine göre Türkiye’den gelen dosyasında veyahut herhangi bir şeyde Abdullah Çatlı’nın Hasan Kurdoğlu olduğunu bildirdiklerini, eşinin gerçek kimliğini kabul etmek zorunda kaldığını, o evde bir hafta kaldıklarını ve sonra Bahçelievler’de kiraladıkları bir eve taşındıklarını ve eşinin ticarete başladığını belirtmiştir.(Ek:176)

4- Mehmet EYMÜR MİT Kontrterör Merkezi Yöneticisi 26.12.1996 ifadesinde;

1988 yılındaki MİT raporunun kendisi tarafından hazırlandığını, raporun çok tartışmalar yarattığını, ancak hukuki bir sorumluluk getirmediğini, çünkü raporun bazı belgelere ve çalışma metodlarına bağlı olarak hazırlanmış bir rapor olduğunu, rapor nedeniyle emekli olma durumunda kaldığını, Hiram Abbas ve kendisinin yardımcılığını yapan Korkut Eken ile birlikte emekli olduklarını, kendi işini kurduğunu 1993 yılında tekrar göreve çağrılması üzerine göreve geldiğini, hep siyaset dışında kaldığını, Sayın Çiller zamanında göreve tekrar döndüğünü, kendisine yapılan bir telkin üzerine çağrıldığını, zira gerek Sayın Çiller’i gerekse MİT Müsteşarının kendisini tanımadığını,

Tolga Atik’in politikadan hoşlanmayan birisi olması, babasının da asker olması ve teşkilata büyük sempatisi olduğu için geldiğini, yeni başlayan her personel gibi belli bir kurs döneminden geçtikten sonra Malatya’ya tayin edildiğini, ancak basında yer almaktan rahatsız olduğunu ve teşkilattan ayrılma döneminde olduğunu,

1988’deki raporun o tarihteki Müsteşar Hayri Ündül Paşa’ya bilgi vermek maksadıyla ve yazılı olarak hazırlandığını o raporu o tarihlerde kurumun mensubu olan Cumhurbaşkanlığı’nda görevli Erkan Gürbüt’e görüşünü almak üzere verdiğini, o da raporun enterasan ve çok kapsamlı olduğunu söylediğini, o nüshayı da ona verdiğini, bir müddet sonra da ortada dolaşmaya başladığını, gerçekte onun rapor niteliği bulunmadığını, etüd özelliğinde olduğunu,

Tarık Ümit’in MİT Teşkilatının görev sahasına giren konularda istihbarati olarak kullanılan bir kişi olduğunu, ortadan kaybolması üzerine bazı araştırmalar yapmak durumunda bulunduklarını, araştırmalar sırasında en son İstanbul Divan Pastahanesinde yemek yediği sırada Özel Harekat Polislerince alındığını ve ondan sonra da ortadan kaybolduğunu tespit ettiklerini, bu konuda yasal araştırmalar yaptıklarını, bu araştırmalar sırasında, aracın bulunduğu mahal Silivri bölgesinde olduğu için tahkikatın Jandarma Astsubayı Ahmet Altıntaş’ın yürüttüğünü, onunla görüşüldüğünde, kendisinin Özel Harekatçı Ayhan Akça’yı gözlem altına aldığını, Ankara’dan Özel Harekat Başkanlığından müdahale edilmesi üzerine “ifadesini alamayacağı konusunda” bırakmak mecburiyetinde kaldığını,

Araştırma grubuna Tarık Ümit’in telefonlarını tespit ettirdiğini, bu araştırma sonucu telefon konuşmalarının kendi bölgesinde TIR parkında çay ocağı işleten Avşar isimli bir kişinin telefonundan muhabere yaptığının tespit edildiğini, bu nedenle Avşar denilen kişinin alınıp sorgulandığını, Avşar’ın kendi adına olan bu telefonu Özel Harekatçı polislere kullanılmak üzere verdiğini, Avşar’ın üzerinden Özel Harekatta görevli iki polisin resimlerinin çıktığını, resimlerin divan pastahanesinde ve Bağdat Caddesindeki görevlilere teşhis için gösterildiğini, resmi kişiler olması nedeniyle tahkikatta zorlanıldığını, Haluk Kırcı’nın yine aynı olayla ilgili olarak gözaltına alınıp bırakıldığını, Avşar’ın üzerinde bir tabanca çıktığını, bunun balistiğe gönderilmek üzere istendiğinde, çeşitli resmi yerlerden baskı geldiğini, Jandarma Astsubayı Ahmet Altuntaş’ın belirttiğini,

Tarık Ümit’in kaçırıldığı gün, Avşar denilen şahsa ait beyaz renkli Opel Astra marka bir arabanın Avşar’dan alındığı, Ziya isimli Polis Memuru tarafından ve Tarık Ümit’in kaçırılmasından üç gün sonra da Oğuz isimli Polis Memuru ile birlikte arabanın sahibine iade edildiğini, Avşar’a göre konunun içinde Abdullah Çatlı ve Arnavut Sami denilen kişiler olduğunu zannettiğini, bunlar hakkında araştırma yaptığını, hatta Özel Harekat Daire Başkanı ile de telefon konuşması yaptığını, bunların Astsubay Ahmet Altıntaş’ın yaptığını,

12.1.1994 tarihinde Adana Şakirpaşa havaalanında sahte pasaportla yakalanan Metin Bozbağ’ın ifadesi doğrultusunda İstanbul’da Yaşar Öz isimli şahsın evinde ele geçirilen, Tarık Ümit adına verilmiş hususi, özel yeşil bir pasaport bu konuda Tarık Ümit’in sadece MİT ile çalışmadığını, 1987 yılında MİT ile ilk ilişkilerinin başladığını, ondan önce de Dündar Kılıç Behçet Cantürk’ün Devlet tarafından sorgulandığı tarihlerde şahit olarak bazı ifadeleri bulunduğunu, 1982 yılında Dündar Kılıç, Şükrü Balcı ve diğer kaçakçılık konularında uyuşturucu kaçakçılığı konusunda bazı ifadeleri olduğunu, ondan sonra da 1985 yılında silahla bir saldırıya maruz kalıp ağır yaralandığını, o tarihte bunu Dündar Kılıç’ın yönlendirdiğini söylediğini, 1987 yılından sonrada kendi istihbari potansiyeli bulunduğunu, bundan yararlanarak kendi konularında, ondan yararlandıklarını,

Tarık Ümit ile en son 1995 yılı Şubat ayı 28’ci günü onun evinde görüştüklerini, yalnız iki ayrı evi olduğu için hangisinde olduğunu bilemediğini, Özel Harekatçı Ziya ve Semih isimli iki polisin evinde kaldığını operasyonel konularda ve faaliyetlerde yardım etmesini istediklerini söylediğini ve bu polislerle kendi yanlarından telefonla konuştuğunu polislere kendi evinde olduğunu söylediğini,

Tarık Ümit’in yasal çerçevedeki konularına giren hususlarda kullandıkları bir kişi olduğunu, ancak bunun dışında Devletin diğer istihbarat organlarıyla da irtibatı olduğunu bildiğini, onun meslek ahlakî yönünden kapsamının ne olduğunu ona sormadığını, ancak özellikle uyuşturucu kaçakçılığı konusunda Emniyet birimlerine yardım ettiğini genel hatlarıyla bildiğini,

Teşkilatının Türkiye içinte Terörle Mücadele görevinin bulunmadığını, istihbari alanda böyle bir görevlerinin olduğunu ve intikal eden bilgileri gereken mercilere ilettiklerini, Tarık Ümit’inde bu çerçevede Türkiye içinde teşkilatla ilgili bir görevi olmadığını Türkiye dışında düşünülmesi gerektiğini,

MİT Teşkilatına zaman zaman özellikle ihtilaller ve sıkıyönetimlerden sonra özel görevler verildiğini, kendisininde birçok bu tür görevlerde yer aldığını, kanuni görev sınırlarını aşan görevler olduğunu, örneğin babaların, mafyanın toplanmasından sonrada sorgulanmaları gibi görevler. Bu görevlerinde yasal çerçeveler de verildiğini, hatta sonradan bunların tartışmalarada neden olduğunu, yapılan tüm işlemin Devletin arşivlerinde bulunduğunu, bu tür işlerde büyük kütleleri ve büyük menfaat çevresini karşısına almak durumunda kalınacağını, doğru yapılmaz ise hem vicdanının hem de yaptığı görevle kendimizi bağdaştıramayacağını, birçok şeyin doğal olarak kağıda dökülmeden kafada olduğunu, otuz senelik meslek hayatının kafasında olan uzantılarının kağıda dökülmesinin biraz mümkün olmadığını,

Bu tür olaylarda teşkilatının bir taraf gibi olmasını kabul edemediğini çünkü gördüğü manzaranın kendisini çok rahatsız ettiğini, bu manzarada da bir günah keçisi haline gelmek istemediğini, Emniyet Teşkilatında senelerce omuz omuza çalıştıkları arkadaşları bulunduğunu kader birliği yaptıkları insanlar olduğunu, keza askeri kesimde de aynı birliktelikleri olduğunu, söylenecek herşeyin yanlış yorumlamalara neden olacağını, birçok şeyin doğru olduğunu birkaç kişinin yaptığı olumsuz şeyler varsa bunların ortaya çıkmasını kendisininde istediğini, konulara bu aşamada çok daha değişik veçhelerde bakıldığını, böyle olduğu sürece de bu şeyin içinde herhangibir rol almak arzusunda olmadığını,

Olayların yabancı istihbarat teşkilatlarıyla bağlantılı yönlerinin araştırılması gerektiğini, yurtdışında uzun süre kalmış kişilerin Türkiye’de karıştıklarını büyük eylemlerin çok dikkatle incelenmesi gerektiği, altında başka bir şeyler olup olmadığını incelenmesi gerektiği, var veya yok diye birşey söylemediğini, ancak Abdullah Çatlı gibi kişilerin sadece suç yönünden değil, yabancı istihbarat teşkilatlarıyla bir bağlantıları olup olmadığının da incelenmesi gerektiğini,

Tarık Ümit’in kızının beyanlarındaki kendilerinin tanıdığı ve sizin tarafınızdan gönderilen iki MİT görevlisinin ziyaretlerine geldiğini ve babasının dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın bilgisi dahilinde, Müşavir Korkut Eken’in isteği üzerine özel harekatçılarca kaçırıldığını ve sorguda olduğunu söyledikleri konusunun kızın bir yorumu olarak nitelemek gerektiğini, biraz öncede belirttiği gibi Mehmet Ağar ile Tarık Ümit’in buzları erittiğine ilişkin Tarık Ümit ile konuşma yaptığını Mehmet Ağar ile Korkut Ekenle o tarihe kadar arasının iyi olmadığını bildiğini,

Kendisinin Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin ile görüştüğünü, duyumlarını anlatarak Çatlı’nın elinde olduğuna dair duyumların doğruluğunun olması halinde yardımcı olmalarını ve bırakılmasının sağlanmasını ve mesele haline getirilmeyeceğini ifade ettiğini, Mehmet Ağar’ın böyle bir şeyden haberi olmadığını ve bakacağını söylediğini,

Tarık Ümit’in Ziya ve Semih dediği polislerin kendisine Dündar Kılıç’a yönelik bir operasyonda beraber davranmayı teklif ettiklerini kendisininde böyle şeylere girmemesi konusunda telkinde bulunduğunu ve bu işlerden uzak kalması gerektiğini söylediğini,

Astsubayın ifadesine göre Tarık Ümit’in Abdullah Çatlı’ya bu polis memurlarına teslim edildiğinden emin olduğunu, Tarık Ümit’in muhtemelen öldürüldüğünü ve Yalova taraflarına gömülmüş olabileceğini teşkilattaki arkadaşlarının söylediğini, Avşar’ın Jandarmada sorgulanması sırasında polis memuru Ayhan’ın telefonla onu aradığını onunda nedesin diye sorduğunda polis memurunun Yalova taraflarında olduğunu söylediğini, bunun üzerinede Astsubay Ahmet’in bir yorum getirdiğini Tarık’ında bu kadar süre ortadan kaybolup hiç kimseyi aramamasınında öldürüldüğü kanaatini pekiştirdiğini,

Mehmet Özbay’ın Abdullah Çatlı olduğunu Jandarmanın bildiğini ve kendisininde oradan bildiğini belirtmiştir.(Ek:177)

5-Tuncay ÖZKAN 18.2.1997 tarihli ifadesinde;

Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi, gizli servislerin uyuşturucu kaçakçılarıyla birlikte iş yaptıklarını, onlarla birlikte şirketler kurduklarını, onları açığa çıkarmak için çeşitli çalışmalar yaptıklarını, Abdullah ÇATLI ve ülkücü arkadaşlarının haklarındaki mahkeme kararlarına ve arama tezkerelerine rağmen, zaman zaman ANAP gibi partilerin kongrelerinde izleyici, Bakanlıklarda Bakanların misafiri, Emniyet Genel Müdürlerinin arkadaşı, içlerinde Tansu ÇİLLER’in de bulunduğu Başbakanların görüşme gereğini duydukları kişiler arasında olduklarını, Turgut ÖZAL’ın sık sık görüşme isteğiniyinelemesine rağmen, belirtildiğine göre ÇATLI ve arkadaşlarının Güneydoğu politikasından dolayı ÖZAL’ı hain kabul ettiklerini ve görüşmediklerini, ASALA’ya yapılacak operasyonlarla ilgili olarak; Abdullah ÇATLI ve arkadaşlarıyla MİT arasında pazarlıkların olduğunu; bu pazarlık sırasında bu ülkücü insanların, MHP Genel Başkanı TÜRKEŞ’in o dönemde devam eden tutukluluğunun ortadan kaldırılması, Balgat katliamı sanıklarının da bulunduğu bir grup ülkücü teröristin haklarındaki davaların düşürülmesi ve tutuklu bulunanların salıverilmesi, bu kişilerin Türkiye’de serbest dolaşma haklarının sağlanmasını bildiğini, ASALA’ya karşı bazı heykellerin bombalanması, bir Ermeni destekçisi milletvekilinin arabasına bomba yerleştirilmesi gibi eylemler yapıldığını, bu eylemler karşılığında paralar alındığını, Oral ÇELİK’in bu işe karıştırılmaması özellikle rica edilmesine karşın grup tarafından eylemin zorluğu karşısında bu eylemi gerçekleştirebilecek kabiliyette görüldüğü için dahil edildiğini, özellikle Marsilya’daki eylemler sırasında ÇELİK’in olduğunu, Abdullah ÇATLI, Oral ÇELİK ve diğer insanların yurtdışında kullanıldıklarını, sonrasında ise hiç kullanılmamıştır gibi davranıldığını, Metin denilen görevlinin, emekli olduktan sonra, verdiği sözlerin gereğini yerine getirmek amacıyla dönüşlerinde Abdullah ÇATLI ve ailesine yardımcı olduğunu, Susurluk’taki kazadan önce Sami HOŞTAN’a ait Alman plakalı bir mercedesin ÇATLI’ların arabasını takip ettiğini, bu mercedesteki kişinin Abdullah ÇATLI ve Gonca US’u hastaneye götürdüğü bilgisini edindiğini, Oral ÇELİK, Abdullah ÇATLI, Mehmet Ali AĞCA’nın Abuzer UĞURLU denilen kaçakçıdan alınan sahte hint pasaportuyla yurtdışına çıktıklarını, Abuzer UĞURLU’nun bu pasaportu ülkücü koruma karşılığında kendilerine (Abdullah ÇATLI ve arkadaşları) sağladığını, bağlantıyı kuranların o dönemde gümrüklere yakın olan ve onlara ülkücü korumayı sağlayan kişiler olduklarını, yurtdışında bu insanlarla (Abdullah ÇATLI ve arkadaşları) bütün gizli servislerle ilişkisi olduğunu, Abdullah ÇATLI için Meclis koridorlarında Alparslan PEHLİVANLI gibi kişilerin aracılık yaptıklarını gördüğünü, Abdullah ÇATLI’nın Gökhan MARAŞ, Şanlıurfa eski Milletvekili Murat BATUR gibi birçok kişiyle görüştüğünü, Abdullah ÇATLI ve arkadaşlarına maddi desteğin korumalık yaptıkları ülkücü kitleden geldiğini, Abdullah ÇATLI’yı kokaine sürükleyen kişilerin başında Arnavut SAMİ denilen adamın geldiğini, Türkiye’de silah ticaretinde mafyanın parmağı olduğunu, Ömer Lütfi TOPAL Cinayetinde kullanılan silahların bu yolla geldiğini belirtmiştir.(Ek:178)

6- Dündar Kılıç 1.3.1997 tarihli ifadesinde;

1935 Trabzon Sürmene Başdamar Köyünde doğduğunu, 1942 yılında Ankara’ya geldiklerini, 1964 yılında kan davası nedeniyle ailece İstanbul’a yerleştiklerini, halen de İstanbul’da ikamet ettiğini,

1970 yılından itibaren kömür, kum, reklam ve filim şirketleri ve orta halli 7-8 şirketi bulunduğunu, ortaokul mezunu olduğunu,

1980 yılında ihtilal ile birlikte Polis Müdürü Atilla Aytek Kaçakçılık Daire Başkanı, Kaçakçılık Dairesi MİT görevlisi Mehmet Eymür ve yıllar öncesinde kendisinin yanında katiplik yapan Tarık Ümit’in Ankara’da generalleri yalan yanlış bilgilendirerek göreve geldiklerini, yılların insanların düşmanlarımızla anlaşarak, bazı insanlardan menfaat temin ederek, örneğin Çelik Döküm Fabrikasını gaspederek, faaliyet gösterdiklerini,

Tarık Ümit’in Kurtuluş’ta beyaz eşya satan dükkanda müdürlük yaparken iki öğretim görevlisini Dündar Kılıç ismiyle tehdit ettiğini, bunu tespit ettiğini ve ona bunu nasıl yaptığını sorduğunu, ancak onun da gidip bu konuyu Mehmet Eymür ve Atilla Aytek’e anlattığını ve kendisini imha etmek için senaryo hazırladıklarını,

Senaryo olarak; İsviçre’den bir mektup atıldığını, bunun Kaçakçılık Dairesine geldiğini, mektupta “Dündar Kılıç Ermenilerle anlaşmış, konsey üyelerine suikast yapma hazırlığında” şeklinde iddia bulunduğunu, bu iddia üzerine gözaltına alındıklarını, 82 gün gözetim ve işkence altında kaldığını, daha sonra Mamak’a gönderdiklerini ve sonuçta 5 yıl 1 ay 1 gün hapis yatmasını sağladıklarını, ondan 1,5 yıl önce yine bir senaryo hazırladıklarını, “bir gemi silah ve mühimmat geldiğini Türkiye’de bunun alıcısının ve satıcısının kendisi olduğunu ve Apo için getirtildiğini” iddia ediyorlar, ancak bir polis şefinin telefon ederek Dündar Kılıç’a söyleyin Eymür ve Jitemde bir Binbaşının bunu düzenlediğini belirtti ve Avukat Burhan Apaydın’ın işe el koyduğunu, Şişli Savcılığına şikayette bulunduklarını ve konu hakkında basın ve medyada yaygara yapınca, senaryonun ellerinde kaldığını,

Bunların kaçakçılardan, “seni öldürecekler 500 bin dolar, 1 milyon dolar verirsen, senin katlini, infazını durdururum” şeklinde para aldıklarını, paraları paylaşamayınca da birbirlerini öldürdüklerini,

Abisinin kadınlar kulübünde hissesi olduğunu, 50 milyon lira sermayesi olduğunu, o parayı istemeye gittiğinde abisine silah çekildiğini, sonunda kardeşi İbrahim’in bir okulun gecesinde Tarık Ümit ile karşılaştığını, masalarına şişe atınca yeğeninin onu ağır yaraladığını, Mehmet Eymür’ün o gece yeğeni Zekeriya Ülkücü’yü öldürdüğünü, kendisinin de onları öldürmesi gerekirken (devlet memuru olmalarından dolayı) bunu yapamadığını, bunların devletin içine sızmış devlet düşmanları olduğunu,

Necdet Üruğ’un oğluna kömür ocağı vermesinin söz konusu olmadığını,

Nuri Gündeş’i tanıdığını, son yedi yıl içinde kızının cenazesinde gördüğünü,

35 yıl kumarhanecilik yaptığını,

Bir gün kızının geldiğini, Ahmet Özal’ın Engin Civandan bir alacağı olduğunu, onun Kıyıkent’te yazlığı olduğunu kendisinin de iki sokak arkada, bunların Engin Civan’ın evine geldiğini, Engin Civan’ın Ahmet Bey’e parasını ödediğini, Selim Edes’e son kuruşuna kadar iade ettiğini, diğerinin ödemediğini söylediğini, 5 milyon dolar olayı olduğunu, senaryo hazırladıklarını ve amaçlarının kendisinin evi önünde Engin Civan’ı öldürtmek istediklerini, kendisinin buna müdahale ettiğini, eğer böyle bir şey yapılırsa kendisinin tepki göstereceğini belirttiğini, 45 dakika sonra adamı hastahanenin önünde vurduklarını duyduğunu, 80-100 milyon dolar için bunların yapıldığını söylüyor. Daha sonra kızının yanına iki yeğenini de alarak kanal 6’yı bastığını, orada onlara ateş ettiğini ve polis geldiğini ve polise bu işi örtbas ettirdiklerini, ama bu uygulama ile de onun ölüm fermanını hazırladıklarını,

Alaattin’i Mehmet Eymür’ün koruduğunu yönlendirdiğini, her türlü resmi belgeyi MİT’in verdiğini, bunlaın masum insanları öldürdüğünü para için herşeyi yaptıklarını, kendisini mafya yada gangster olarak kabul etmediğini, kendilerine yakıştırılan şeyin kabadayı olması gerektiğini, onu koruduğunu, sevdiğini ve bunlar için yaşadığını başka bir iddiası bulunmadığın,

Behçet Cantürk, Sarı Avni, Kam Durmuş’un kaçakçı olduğunu, Fahrettin Aslan’ı sevmediğini ancak kaçakçı olmadığını,

Tarık Ümit’i suç ortaklarının öldürdüğü kanısında olduğunu, topladığı paraları suç ortaklarının götürmediğini duyduğunu,

Kendisinin Diyarbakır’da hapiste yatarken 5.5 sene 56 celse süren mahkeme dolayısıyla Başbakan’dan dosyaların incelenmesi için hukukçu görevlendirmesini istediğini, Özer beyin kulağına parmak tıkadığını, yoksa özel ile bir düşmanlığı bulunmadığını,

Ankara’da Kürt Cemali olayında, Mehmet kabadayısının onu öldürmesine karşılık abisinin cinayet masası şefi olması sebebiyle cinayeti kendisinin üzerine yıktıklarını ve bu sebeple 3 yıl hapiste yattığını,

Atilla Aytek’in Cemalinin kahvesinde garsonluk yaptığını, sonra Komiser ve Müdür olduğunu ondan sonra da piç hüseyinin intikamı için kendisini adliye içinde iki defa öldürmek istediklerini,

Hüseyin Kirli isminde bir kiralık katilin İstanbul’da iki kişi olarak sokakta kendisini sıkıştırdıklarını iki mermi yarası aldığını, onların olay yerinde öldüğünü, meşru müdafaa olduğu için 8 ay sonra serbest bırakıldığını,

Kamu para aklama konusunda Özal’ın bu şeyleri serbest bırakmasının etkili olduğunu, valizlerle paraların geldiğini ve gittiğini Ömer Lütfü Topal’ın öyle masum bir insan olmadığını 40-50 adam öldürdüğünü,

Ömer Lütfi Topal’ın içeriden satıldığını Tilki gibi bir adamı bu şekilde öldürülmesinin mümkün olmadığını, kendi adamlarının ölüm fermanına imza attıklarını, gittiği yeri kendisinin veya bir yada iki yakını dışında kimsenin bilemiyeceğini,

Kendisine kumarhane için yetki vermediklerini, tefecilik yapan Sudi isimli kişiye 20 tane yer verdiklerini, Özalla aralarında bu nedenden dolayı bir husumet bulunduğunu,

Sedat Semerci Paşayı tanımadığını, Şükrü Balcı’yı tanıdığını, fena adam olduğunu, birçok olayı önlediğini, Fahrettin Aslan’ın onunla çok geniş kapsamlı ilişkileri olduğunu,

Kendisinin Almanya’ya tedavi için gitmek istemesine karşılık 5 yıl pasaport vermediklerini,

Semra Özal’ı tanımadığını,Abdullah Çatlı’yı tanımadığını,MehmetÖzbay’ı tanımadığını,Korkut Eken’i tanımadığını,İbrahim Şahin’i Kurtuluşta beş sene önce Müdür Muavini iken yapılan bir bakımdan tanıdığını,Haluk Aktar’ı tanımadığını Cengiz Abaoğlunu tanıdığını, işçisi olarak çalıştığını, bilahare öldüğünü,Hacı Ali Aslan’ı tanıdığını, onunda rahmetlik olduğunu, Atilla Aytek’in Hacı Ali Aslanı, Nuri Gündeş’in kayınbiraderi diye boğmak istediğini,İstihbarat teşkilatını hem operasyon hem de infaz yaptığını, işkence yapıp, adam öldürebildiklerini,Kızı Uğur Kılıç’ın cenazesine bile gitmediğini, sadece çocuklarını bağrına bastığını, kızının ailesini dinlemediğini, bu işi de Mehmet Eymür’ün hazırladığını,

MİT’in infaz timi içinde Çakıcı’nın olduğunu, Sivaslı 3-4 çocuk bulunduğunu, bunlardan iki tanesinin polis tarafından arandığını, ancak yakalanmadıklarını, Mehmet Eymür’ün bazı solcuları, hatta Nihat Evim’i öldürenleri Burca’da bir mahkemede 8-10 kişiyi beraat ettirdiğini ve onları dışarıdan kullanacaklarını, bunları Nasrullah Ayan vasıtasıyla yaptığını belirtmiştir.(Ek:179)

7- Esat CANAN 5.12.1997 tarihli ifadesinde;

Bazı faili meçhul cinayetlerle ilgili olarak; Savaş Buldan’ın 3 Haziran’da Çınar Otelinin gazinosundan gece saat 4 civarında diğer iki arkadaşıyla birlikte çıkarken otelin önünde üç arabanın beklediğini, bu arabaların içinde polis olduklarını söyleyen sekiz kişinin bulunduğunu, üçüne (Savaş Buldan ve arkadaşları) otelin önünde üst araması yapıldığını ve arabalara bindirilip götürüldüklerini, Bolu Yığılca İlçesine yakın bir mevkide Melen çayı kenarına cesetlerin atıldığını, olaydan sonra Savaş Buldan’ın ağbeyine, imzasız bir ihbar mektubu gittiğini, Abdullah Canan’ın 17 Ocak 1996 günü Hakkari’nin Yüksekova İlçesinde evinin önündeki arabasına binip eşine “silah ruhsatını yenileyeceğiz” diyerek ilçeden ayrıldığını, Hakkari’nin 10 uncu kilometresinde Yeniköprü denilen mevkide yol aramasına denk geldiğini, Abdullah Canan’ı panzer gibi bir başka arabaya götürdüklerini, araştırma yaptıkları bütün mercilerin kendilerince gözaltına alınmadığını söylediklerini, kayboluşunun üçüncü günü arabasının Van-Hakkari Karayolu Güzeldere mevkiinde bulunduğunu, Abdullah Canan’ın ağabeyinden Kahraman Bilgiç adında bir görevlinin “Abdullah Canan’la seni bugün yarın görüştüreceğim” diyerek 20 bin mark aldığını, kendisinin Abdullah Canan’ın yakını olarak Kahraman Bilgiç ile görüştüğünü, Kahraman Bilgiç’in “Abdullah Canan şu anda elimizde, hücreye koyduk, bunu Yüksekova Tabur Komutanı Mehmet Emin Binbaşı infaz edilmek üzere bize verdi” dediğini, Mehmet Emin Yurdakul Binbaşının Abdullah Canan’ın arabasını dere yatağına ittiğini, Kahraman Bilgiç’in “hiç kesinlikle birşey yapmayın, bu bizim görevimizdir. Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın gibi uygulamalar yaptık” dediğini, Kahraman Bilgiç’in Havar kod adıyla dolaştığını, Tugay Komutanına Kahraman Bilgiç’in “sadece 5 bin mark aldım” dediğini, kaçırma olayını ise inkar ettiğini, daha sonra Abdullah Canan’ın cesedinin bayramın ikinci günü jandarma tarafından bulunduğunu, bu konunun halen savcılıkta hazırlık soruşturması aşamasında olduğunu, o günden bu yana hiçbir gelişme olmadığını, olayın Diyarbakır DGM kapsamında olduğunu, yine 1993’te Sabri Çardak’ın Beşbulak Köyünde Mahir Karabağ ve Eyüp Karabağ’ı, Hacı Teknik’in Çukurca’da bu ekip tarafından öldürüldüğünü, yine Miktar Özeken, Şemsettin Yurtseven, Münir Sarıtaş, Mehmet Yaşar, Nezir Tekçi’nin yine bu ekip tarafından 1994-95 yıllarında bu ekip tarafından alındığını ve bunların hiçbirisinden bugüne kadar bir haber alınamadığını, Havar kod adlı Kahraman Bilgiç’in Necip Baskın adlı kişinin fidye olayı sonrasında yakalandığını, Yüksekova’da tutuklanıp, Midyat Cezaevine nakledildiğini, Mehmet Emin Yurdakul’la ilgili olarak savcılığa 4 tane dosya intikal ettiğini, Kahraman Bilgiç’in sorguda Abdullah Canan’ı öldürdüklerini ifade ettiğini öğrendiklerini, ancak bu aşamada soruşturmanın yarıda kesildiğini, Hüseyin Oğuz adlı astsubayın “ben, sorgunun ilk üç gününde görev yaptım, o sorgu esnasında banda alınan ses var, binbaşının adı geçince o noktada beni sorgudan aldılar” dediğini, Yüksekova delillerinin saklandığını, Mehmet Emin Yurdakul binbaşının o dönemde Hakkari’de tugayda görev yapan Albay Hamdi Poyraz’la bir bağlantısının olduğunun söylediğini belirtmiştir.(Ek:180)

8- Mehmet Hadi ÖZCAN 1.03.1997 tarihli ifadesinde;

1954 İzmit doğumlu, baba adının Hayri olduğunu, Sapanca Kırkpınar nüfusuna kayıtlı bulunduğunu, 1980 öncesi Kırkpınar Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptığını, iş olarak kendi arazileri üzerinde müteahhitlik yaptığını, halen 24 adet dosyadan yargılandığını, memleketinde herkesin kendisini çok iyi tanıdığını çete falan olmadığını, vurduğu adamların hepsi ile uzaktan akrabalıkları bulunduğunu, hasbelkader Abdullah Çatlı ile bir iş yaptığını, kendisini Emniyet Müdürü Altan Keçeli ve Belediye Başkanı Sefa Sürmen’in çete yaptığını,

Daha önce uyuşturucu olarak eroin kullandığını, bilahare bunu bıraktığını, uyuşturucu satışı ile bir ilgisi bulunmadığını, İzmit’e eşinin annesi olduğu için gidip gelmekte olduğunu,

Kendisinin gayrımeşru hiçbir işi olmadığını babasının tek oğlu olduğunu ve babasından kalan arazileri satarak yediğini kimseye muhtaç olmadığını,

Emniyet Müdürü Nihat Candan’ın olduğu dönemde, 3 yıl kadar önce İzmit’te kaçak petrol hadisesi olduğunu, bunu PKK’lıların yaptığını, büyük paralar kazandığını,

Türkçe okumasını ve yazmasını bilmeyen insanların, Samsun Terme’nin çingenelerinden bir grubun büyük paralar kazanması olayı olduğunu, gazeteci ve İl Başkanlarına göre 1 trilyon 200 milyar lira civarında bir parayı faizle çalıştırdıklarını, Emniyet müdürleri, Devlet adamlarınında bu çılıştırılan paralar içinde yaraları bulunduğunu, kahvelerinin adını bile savcılar kıraathanesi olduğunu, karılarının gündüzleri dilencilik yaptığını, kendilerininde % 35-40 faizle para dağıttıklarını, bu nedenlerle bir olay olduğunu duyduğunu, bir gün İzmit Ülkü Ocakları Başkanlığı yapmış bir çocukla, kendisinin şoförlüğünü yapan bir çocuğu kahvede ayağından vurduklarını, iki gün sonra onların kahvesinin tarandığını, bu olayda 3 kişinin ölüp, 7 kişinin yaralandığını, bunun üzerine bütün samsunluların İzmit’i terk ettiklerini, halkın bunu kendisinin yaptığını söylediğini, halbuki kendisinin yaptırmadığını, ancak yapmadımda diyemediğini, çünkü ya özel harekat, ya ülkü ocakları genel merkezinden gelenler ya da Hadi Özcan yaptırmış olabilirdi, bu konuda samsunluların tarafını tutan 2.Şube Müdürü ile görüştüğünü, olayın esas oluş şeklini ona anlattığını, esas olayı yapan adam Affan Keçeli zamanında polisin bir kez yakaladığını, ancak 250 milyon civarında yani 8 tane kadın bileziği avanta alınıp, işin bitirildiğini, bunların hepsinin ispatlı olduğunu, verenlerinde bunu şuanda kabul ettiğini ancak polisin bunların ifadesini almadığını ve almaya da yanaşmadığını,

Of’lularla kendisinin arasını Sefa Sirmen’in kasıtlı olarak bozduğunu, onlarla kız alıp vermekten dolayı 30 yıllık anlaşmazlıkları olduğunu,

Of’lunun çay bahçesi olduğunu, Belediyeden kiralandığını ve buraya kira bile vermediğini orada liseli gençlere esrar, eroin sattığını, onlarla ters düştüklerini yeğenini öldürdüklerini. Kütüphane açma kılıfı ile Belediyeden 9 milyar lira vererek bu yeri almak istemelerini öğrenmesi üzerine Rıza Sirmen’i aradığını, iki sene önce Oflulara destek olduklarını Rıza Sirmene söylediğini kira almadıklarını 9 milyar verdiklerini, inkar etmediğini, eğer bunu yaparlarsa karşılarında kendisini bulacaklarını söylediğini,

CHP’li Sefa Sirmen’in aslında Alaattin Keskin’in kendisine, Vefa Küçük’ün Belsa Plaza diye yaptığı yerin karşısında Tekel binası bulunduğunu, eski Tekel binasının 7 katlı

olduğunu ve Belsa Plazanın görüntüsünü bozduğunu, bu arada Tekelin içinden malzemelerin TIR’larla Ali Şen’in Maga Deri isimli yerine götürüldüğünü, kapıda kaleşnkoflu adamlarının nöbet beklediğini, konunun hepsini Emniyet Müdür Yardımcısı Ayhan Toptaş’ın bildiğini, Televizyoncu Ali diye bir kişinin daha bu durumdan haberi olduğunu, daha sonra boş Tekel binasını yaktıklarını bu suretle hem Belsa Plaza’nın önünü açtıklarını hem de Tekel’in içindeki malları boşalttıklarını, bu suretlede bir taşla iki kuş vurduklarını,

Her memlekette bir sürü kabadayılar bulunduğunu, bunun görmezden gelinmemesi gerektiğini, her kabadayınında korktuğu bir kabadayı olduğunu, bu tür konuların bu nedenle kendisine anlatılıp, aktarıldığını,

Ofluların kayinçosunun Hurşit Yavaş olduğunu, Star turizmin sahibi olduğunu ve uyuşturucu ticaretinin en büyük isimlerinden olduğunu Hurşit’in kırmızı bültenlerle arandığı dönemde Türkiye’de iki cinayetten arandığını İstanbulda yatlardan, katlardan, bir sürü gayrimenkulleri bulunduğunu, hiç kimsenin o zaman onu yakalamadığını, Necdet Menzir’in sıkıştığını, onun zamanında yakalama yapılmadığını, şimdi gücünü ve para varlığını Necdet Menzir zamanında yaptığını,

Hurşit’in Hollanda’da yakalatıldığını ve İngiltereye teslim edildiğini, oradan halen cezaevinde bulunduğunu, Sami Hoştan’ın Hurşit Yavaş ile arkadaşlık yaptığını, onun yakalanması üzerine Abdullah Çatlı ile arkadaşlık yapmaya başladığını, Hurşit’i Abdullah Çatlı’nın yakalattığını, Hurşit Yavaş’ın tüm malvarlığının Abdullah Çatlı ve Drej Ali’nin, Urfalıların eline geçtiğini, Star Turizmin araştırılması halinde bunun ortaya çıkabileceğini,

Star Turizmin arabalarından Ankara’dan çıkışta bomba patladığını, daha sonrada Ulusoy’da patladığını,

Tarık Ümit’in sevilmeyen bir adam olduğunu, MİT’in kullandığı bir adam olduğunu, Abdullah Çatlı’nın Tarık Ümit ile arkadaşlık yaptığını, ölmeden birkaç gece evvel Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı ile birlikte hücre evinde kaldıklarını bildiğini, kızının bunu bildiğini ama söylemediğini, Tarık Ümit’in öldürüldüğünde 3 milyon mark tutarında parasının kayıp olduğunu, bunu abazalardan duyduğunu Çatlı’nın Tarık Ümit’in öldürülmesinde bulunduğunu, bunu kendisinin söylediğini

Halen kendisinin, Sefa Sirmen’in protokol Müdürünü kaçırmaktan dolayı yargılandığını, aslında Müdürü kendisinin kaçırmadığını, adamın kendisininde “Beni Hadi kaçırmadı” dediğini, ancak halen yargılandığını, bu adamın kaçırılmasında büyük kıyametler koptuğunu, kendisinin yeğeni öldürüldüğünde, Ocak başkanları vurulduğunda, üç kişinin öldürülüp yedi kişinin yaralandığında, Oflu Reşat’ın öldüğünde, abisinin öldürüldüğünde, İskender Gül’ün kaçırıldığında, baldızının iğfal edilip, oğlunun baldızını öldürdüğünde, iki gün sonra eşi ve oğlunun Bolu’da trafik kazasında öldüğünde kimsenin kılının kıpırdamadığını, bu olay olduğunda Hadi’nin çete olduğunu, Özgür Kocaeli Yeşil Gazetesinin sahibi Sefa Sürmen’inde, tüm İzmit’in de bunu bildiğini, Susurluk olayının oluşması halinde Behçet Cantürk ve tüm faili meçhullerin organizasyonunu kendi üzerine yükleyeceklerini, hatta solcu bir arkadaşının “Hadi, Sefa’ya yüklenme, Dursun Kamtaşın Sefayı öldüreceğini ve onu kahraman yapacağını Büyükşehir Belediye Başkanlığında Hikmet Erenkayayı aday göstereceklerini” söylemesi üzerine ona yüklenmediğini,

Emniyet Müdürünün gazetelere ilan verdiğini, Yeşil Kocaeli Gazetesinde ben Hadi’yi teslim almayacağım, kendin yakalayacağım dediğini, İzmit Emniyet Müdürünün Sefa’dan aldığı paranın miktarının belli olmadığını, Ayvalıkta verilen villalar, kendisinin yakalanmasından sonra Emniyet Müdürüne alınan 17 milyar lira civarındaki arabayı herkesin bildiğini ve konuştuğunu,

Malatyalı Engin diye bir delikanlının açtığa Engin Döviz diye bir yer var, İzmit’in en büyük faizcilik olaylarından birisini yaptığını, kollu makinalara para kaybettiğini, büyük borca girdiğini ve iflas ettiğini, Belsa Plazanın otoparkını Engin Dövize vereceklerini duyunca,Rızaya bu yeri Alaattin Keskin’e vermelerini söylediğini, bize halktan yana olun dediğini, bunun üzerine kendisine 20 milyar teklif ettiklerini, yanında da Kırmızı Kocaeli’nin Genel Müdürü Güngör Asman’ın olduğunu, bunu telefonla teklif ettiklerini bu konuda şahitlerde bulunduğunu, ancak kendisinin bu parayı kesinlikle istemediğini, alırsa avanta almış olacağını söylediğini,

Seyfi Aydın diye birisi, şu anda cezaevinde bulunduğunu, çete üyeliğinden içeri girdiğini, ancak kendisinin bu adam ile yakından ya da uzaktan ilgisinin bulunmadığını, Adamın yeğenini hırsız diye yakalatmışlar, bunlar dağ köylerinde oturuyorlar dağlara villalar yapılmaya başlayınca birinci sınıf turistik bölge ilan edildiğini, Derbent Jandarmasında dayak zoruyla suçu kabul ettirdiklerini, cezaevine girdiğini 5.5 ay sonra asıl hırsız yakalandığını, çaldığı malların iade edildiğini, bu sayede bu çocuğun tahliye olduğunu, Seyfi Aydın’ın hırsızlık yapanlara sen bizi lekeledin, hata yaptın 200-300 bin dolar para vereceksin dediğini, aralarının gerginleştiğini, birbirlerini tehdit ettiklerini,

Eski 2.Şube Müdürünün kendisine telefon ettiğini, Nezih Ömer diye birisini aramasını istediğini, bu şahsın ANAP İstanbul 2. Başkanı olduğunu, olaya kendisinin el koymasını istediğini, yani Seyfiyi halletmesini Hadi’den istediklerini, bulaşmak istemediğini, teslim olmak istediğini, bu anda Seyfiye tek söylediği şeyin ondan 300 bin dolar alması 50 bin dolar al dediği için dosyası olduğunu,

Çete adıyla 33 kişiyi yakaladıklarını her mahkemeye çıktıklarında, birçok kişinin tahliye olduğunu, onun için kendisini tahliye olmaması yönünden Mahkemeye çıkartmadıklarını, şimdiye kadar 27 dosyanın 12-13 dosyasından Mahkemeye çıkıp, hepsinden tahliye olduğunu, ayrıca DGM’de de 12 dosyası bulunduğunu, davaların saçma sapan olduğunu oflu Reşat ve Muzaffer kardeşlerin öldürüldüğünü, Reşat’ın davasının normal mahkemede, Muzafferin davasının DGM’de çıktığını,

Abdullah Çatlı ile kendisini İbrahim Şahin’in koruması Alper Tekdemir’in kardeşi Şahin Tekdemir’in tanıştırdığını,

İzmitte PKK’lıların büyük para götürdüklerini, İzmit’e heray 20 bin ton petrol getireceklerini, kendisinden bir depo ve bir liman istediklerini en önemlisininde dağıtıcılarını bulmak olduğunu hepsini kendisinin bulduğunu, amacının İzmit’in PKK’lılardan temizlenmesi olduğunu, Abdullah Çatlı’yı bu ismiyle bildiğini, herşeyin ayarlandığını, ayda 20 bin ton petrol satacaklarını hesapladığını, Çatlı’nın Filipinlerden 3 milyon 600 bin dolar gelmedi diye sızlanması üzerine, o zaman kendisinin bu petrolü satalım dediğini, birilerinin kendisine 40 milyar lira vereceklerinisöylediğini, bu parayı hiç ihaleye girmeden ihaleye girmemek için avanta alanak verileceğini, o ana kadar 2-3 milyar lira masraf etmiş olduğunu, 20 milyar liranın kendisine gerekli olduğunu, Çatlı’nın bunu kabul ettiğini tamam deyip ihaleye girerek onu Ankara’dan aldıklarını, bunun dedikodusu olabilir dendiği için ihalenin yeniden yapıldığını ve yine Çatlı’ların kazandığını, iki ayrı şirketede 4’er milyar lira avanta vererek, ihaleden çekilmelerini sağladıklarını, ihalenin alınışıyla, birlikte Abdullah Çatlı’nın değişmeye başladığını, petrolu satmayıp, bir ay içinde 300-350 milyar lira yapacağını söylediklerini, kendisininde o arada para sıkıntısı çektiğini, kemerde bir otelde kalırken bir arkadaşının kendisine “Abdullah Çatlı şimdiye kadar kiminle ortaklık yaptı ise ya öldüğünü ya da yakalandığını” söyleyerek dikkatini çektiğini, bunun iyi olduğunu, çünkü Çatlı’ya o zaman yüzde yüz güvendiğini bu nedenle de kendisininde Çatlı tarafından öldürülebilecek olduğunu,

İskenderunda 1500 ton petrolün Demir Çelik’e satıldığını, bunun parasını paylaşanlarında kendisine bir haftalık çek vereceklerini söylediklerini, bunun üzerine Ankara’da buluştuklarını, gittiği binanın kapısında Bucak A.Ş. yazdığını, Haluk Kırcı’nında orada bulunduğunu ve Sedat Bucak’ında orada olduğunu, parayı öderken, kendisine gözdağı vermeye çalıştıklarını, kendi hakkı olan 6 milyar lira yerine 500 milyon lira verilmeye kalkınca kendisinin tepki gösterdiğini ortağın % 50 alması gerektiğini, münakaşa ettiklerini, verilen parayı almadığını, aralarında soğuk harp başladığını, bu nedenle kendisinin eniştesi olan trilyoner Ali İhsan Kaya ile irtibata geçtiklerini Sami Hoştan ile gelip villa yapma gerekçeleriyle samimiyet kurduklarını, sonrada Hadi’nin onu öldüreceği hususunda korkutmaları ve kendisine karşı yönlendirdiklerini, daha sonra ofluların yönlendirdiklerini, tüm çabalarınında kendisinin yakalanması olduğunu, bu nedenlerle Emniyet 2. Şube Müdürü ile dolaştıklarını, çünkü 2. Şube Müdürü Kamil Toprak’ın sahiplerine koruma verdiğini, yakalandığında da 2. Şube Müdürünün hemen oradan sürüldüğünü, kendisinin Kanal 7’nin programcısı ile birlikte Rize’de bir gün çalıştıklarını, şimdi verilen ifadelerin aynısını Kanal 7’ye verdiğini iki üç dosya doldurduklarını, ertesi gün programını bitiremeden yakalandığını, o bantlarda Mehmet Ağar’ı suçladığını, Emniyet Müdürünü Ankara’ya götürdüğünü ama kime verdiğini bilmediğini, Mehmet Ağar’ın o band yüzünden görevinden alındığını, belki de bandın Mesut Yılmaz’da olabileceğini, Emniyette kendisinden Abdullah Çatlıyı yakalamak üzere ifade aldıklarını söylemeleri sebebiyle bildiklerini anlattığını 15 gün savcılığa çıkaralım dediklerinde de kızıp tepki gösterdiğini,

Yine petrol ile ilgili olarak Makedonya asıllı, şu anda İngiliz vatandaşı olan, müslüman İdris Feyzuni diye bir adamın arkadaşının annesi olduğunu, kendisine petrol alışverişi dolayısıyla İzmit’te Turgay Çelebi’den 1 milyon 200 bin dolar alacağı olduğunu, adamın bunları dolandırdığını ve Interpolüde bağladığını hukuken alamadıkları için, yardım (kendisinden) istediklerini, Turgay ile müşterek dostlarını bulduğunu, ödeyeceğini beliren senetler falan yapıldığını, ellerinde hiç belge olmadığından senetlerinin belge olduğunu, bunun İdris Fevzi Öz’ün hoşuna giden bir hadise olduğunu, bu adamında İngiltere’de oturduğunu, Dünya Bankasının Arap Ülkelerinin temsilcisi olabileceğini, İran ve Suudi Arabistandan çok büyük yerleri alan bir adam olduğunu, o tarihlerde Bosna Heresek’te savaş olduğunu, Bosna-Hersek’in Iraktan alacakları olduğunu Saddam’ın bunu petrol olarak ödediğini ancak parası olmadığından ödeyemediğini,

“İran ile Irak sınırındaki bir nehirden 2 bin tonluk motorlarla petrol çıkarılıp açık denizlerde 50 bin tonluk gemilere yüklenerek, oradan İngiltereye gidecek, satılacak ve karşılığında da ya silahla ya da para isteyecekleri” bir organizasyonu Çatlıya söylediğini ve Çatlı’nın bu işin üzerine atladığını, halen bu işin Ahmet Baydar tarafından kendi hesabı olarak yapıldığını,

Entegre Tesisleri temizlik projesi için Ali Veziroğlunun Alman bankasından hazine garantili 300 milyon mark para aldıklarını, bunu Alman Hükümetine çevre danışmanlığı yapan Oktay Tabasaran diye bir yetkilinin imzası ile alındığını, ancak hiçbir şey yapmadan bu parayı yediklerini, göz boyamak için birkaç şey yapıldığını, ikinci olarak aynı bankadan 200 bin dolar istediklerini, Oktay Tabasaran’ın gelip yapılanları incelediğini ve bu kredi işlemine ilişkin belgeleri imzalamadığını, bu adamın kendisini bularak bilgi ve belge verdiğini,

Kendisinin İbrahim Şahin’i onun 20 senelik arkadaşı olan Musavvat Dervişoğlunun, Muammer Derelinin damadı olduğunu, Çırağan Sarayında düğün yaptığını, nikah şahidinin Kadir İnanır ve Eyüp Aşık olduğunu, İbrahim Şahin’inde orada bulunduğunu, Dervişoğlu vasıtasıyla İbrahim Şahin ile Ankara’da bir otelde buluştuklarını, Abdullah Çatlı için, ona iyilik yaptığını, ancak onun kendisini yakalatmak ve öldürtmek istediğini, bu yönden kendisine yardımcı olunmasını istediğini, onunda allah belasını versin görüşmüyorum dediğini, İstanbul’da ikinci bir kez buluştuklarında yine aynı şeyleri söylediğini,

Çatlı’nın Kürşat Yılmaz ile ilgisi olduğunu Kürşat’ın Ünye de hapiste yattığı sırada, kendisi ile onu kapıştırmak için Kürşat’a 3 milyar lira gönderdiğini,

Abdullah Çatlı’nın ve hepsinin Mehmet Ağar’dan korktuklarını, kendisininde bir Milletvekili arkadaşı ile Mehmet Ağar’ın haber gönderdiğini, onunda Çatlı ve diğerleri için ölseler de kurtulsam dediğini,

Musarrat Dervişoğlu ile bir gün bir karar aldıklarını, buna göre Abdullah Çatlı’yı Kürşat Yılmaz ve Yeşili öldürüp Türkiyeyi temizlemeye karar verdiklerini, üç ay içinde Kürşatın bulunduğu bütün yerleri söylediğini çünkü İbrahim Şahin’e telefonda ana avrat küfrettiğinden dolayı Kürşat’ın ölmesini istediğini, ancak Abdullah Çatlı’nın yerini bir kez bile söylemediğini,

Veli Küçüğün İl’inde Alay Komutanlığı yaptığını, teslim olacağı zaman onunla telefonla görüştüğünü, Samsunlular olayını yapan çocuğun bırakıldığı zaman, Albayın telefonla bu çocuğun belinde silah cebinde esrar varken bırakıldı, başka kimlikle bırakıldı dediğini, bu Salman’ın adının Abdi Nakış olmayıp, Sultan Nakış olduğunu bildirdiğini, bu adamın 4 cinayet 7 yaralamadan dolayı cezaevi firarisi olarak arandığını ve bu adamın saklandığını söylediğini, onun üzerine Sultan Nakış’ın ifadesini kendisinin aldığını, bilerek yanlış aldığını o ara Sedat Peker’e ilişkin bir uygulama yapmak için ifade aldığını, ancak polisin Sedat Peker’in polis tarafından alınıp, dönüldüğünü ve birçok konuda konuşturulduğunu, Veli Küçük ile kendisinin hiçbir ilgisinin olmadığını,

Hüseyin Kocadağ ve Ali Şen’in arkadaş olduklarını, o ikisininde Fenerbahçenin yönetiminde bulunduklarını, İzmit’te herkesin Saffet’in olayından Ali Şen’in 3-4 milyon doları akladığını, ancak kimsenin bunu ispat etmediğini, kendisinin edebileceğini ancak kendisininde hapiste olduğunu,Hanefi Avcı’yı tanımadığını,Veli Aktaş isimli arkadaşının Galatasaraylılar cemiyetinin Ankara Şubesine bakan ve Gazi Üniversitesinde profesörlük yaptığını Abdullah Yılmaz ile kendisini onun tanıştırdığını, kendisinden 15 seneden bu yana ilk defa böyle bir şey istediğini, konuyu bilen Bilal Atak isimli arkadaşı olduğunu, bu adamların 150 bin dolar ayırarak Bulgaristan’a gönderdiğini, Türkiye’ye kömür getirilmesi için Bulgaristan da bir adamla tanıştıklarını, birkısım paralar karşılığı 6 ay kömür gelmediğini, gelen kömürün ise toz halinde olduğunu, Bilal ATAK’ın bunu geri gönderdiğini, paranın orada kaldığını, bu arada Abdullah Yılmaz’ın enerji alışverişi ile ilgili olarak Bulgaristandaki bu adamları Türkiye’ye getirdiğini, Bilal Atak bunların Ankara’ya geldiğini öğrendiğini, bunların otelde yakalandığını ve parasının iade edilmemesi nedeniyle Abdullah Yılmazın kızdığını, bunlarında Bilal’e dönüşte İzmit’e uğrayıp parayı ödeyeceklerini söylediklerini, Bilal Atak’ında onların takibine bir adam koyduğunu, bilahare köprüde 4 Bulgarın öldürüldüğünü, bilahare Abdullah Yılmaz’a telefon açarak, o’nun öldüğünü, sıranın kendisinde olduğunu söylediklerini, Abdullah Yılmaz’ın korktuğunu, Melih Aktaş’a söylediğini, Aktaş’ında kendisine söylediğini, kendisinin bunları yan yana getirdiğini, Atak’a 150 bin dolarının kendisinde olduğunu söylediğini, Turgay Çelebi’den 1 milyon 200 bin dolar alacaklarını, o zaman paralarını ödeyeceklerini söylediğini ve onları barıştırdığını, Turgay Çelebinin iflası nedeniyle 150 bin dolar ödenemeyince, Abdullah Yılmaz korktuğunu Bilal Ataktan, Genel Müdür Yardımcısı Kaya ile çocukluk arkadaşı olduğunu oradan kendisine sılaşı vermeyi kararlaştırdıklarını ve kendisininde tonu 10 dolardan sılaşı satın aldığını, yumurtalık hattı açıldığında da 110 bin tona yakın mal olduğunu, o malıda sılaş diye vereceklerini ve onlarında bunu fabrikalara fuel-oil olarak satacaklarını, ancak bu işler patlayınca, onun da durduğunu,kendisinin Abdullah Yılmaz’a hasta çocuğunun tedavi masraflarıda dahil olmak üzere enaz beş milyar lira verdiğini belirtmiştir. (Ek:181)

9- Şahin TEKDEMİR 14.03.1997 tarihli ifadesinde;

1964 Kocaeli Keteme doğumlu olduğunu, ilkokulu İzmit’te okuduğunu, sonrada serbest çalışmaya başladığını, önce araba alıp satmaya başladığını 1989-1990 senesinde yurtdışına çıktığını, Alman vatandaşı ile evlendiğini, Almanya, hollanda ve Belçika’da kalıp, Türkiye’ye döndüğünü, büyük kardeşinin polis olduğunu, İbrahim Şahin’in korumalığını yaptığını,

Suçunun Hadi Özcan’ı tanımak olduğunu suçlandığı konular içerisinde Of’lu Muzaffer’i öldürmek, bunların silah temin etmek, bunlarla çete kurmak gibi ilgisi olmayan suçlardan cezaevine gönderildiğini,

Hadi Özcan’ı abisinin 1980 öncesi öğretmen lisesindeokuduğu sırada, okulda meydana gelen taşlı sopalı kavgalar sırasında, tanıdğını, boş zamanlarında okula giderek abisine göz kulak olduğunu, Hadi Özcan’ın MHP’li olduğunu, kendisinin de MHP’li olduğunu,

Abisinin siyasî bir yönü bulunduğunu, halen açığa alınmış durumda bulunduğunu, İbrahim Şahin’in koruması olduğu için açıkta olduğunu, 1985 ya da 1986 da özel harekata girdiğini, kursların sonunda Siirt’e gittiğini, 4-5 yıl kaldığını, sonra tayinen İzmir’e gittiğini, İbrahim Şahin’in Özel Harekat Daire Başkanlığına gelmesi üzerine tayininin Ankaraya çıktığını,

Abdullah Çatlı’yı tanıdığını, kendisine Mehmet Özbay olarak tanıtıldığını, ancak onunla yurtdışında tanışmış olduğunu, Türkiye’de Abdullah Çatlı olduğunu öğrendiğini, ancak kimseye birşey söylemediğini,

1990 yılında Almanya’da Hanover Havaalanında birisini bekler iken, kendisini orada gördüğünü Türk olduğunu öğrenince konuştuğumuz, adamın Mehmet Özbay olduğunu söylediğini, Türkiye’de iken de İzmit’ten geçerken kendisine uğradığını bir iki kez İzmirde karşılaştıklarını fuarda lunapark müdürlüğü yaparken karşılaştıklarını,

Abdullah Çatlı’yı, Mehmet Özbay adıyla Hadi’ye tanıştıranın kendisi olduğunu, bu nedenle Hadi ile aralarının açıldığını, petrol işinden dolayı kendisine kazık attırmakla suçlandığını, Abdullah Çatlı’nın kendisine ortaklık yaparken insanın bir şeye para koyması lazım, bunu koymadığı için ortak olamadık demesi sebebiyle Çatlı’yı haklı gördüğünü, Hadi’yi abisi Alper ile tanıştırmadığını,

Yedi TİP’li olaylarından dolayı sağdan, soldan duyumlar nedenleriyle Abdullah Çatlı’nın kaçak olduğunu, bildiğini, sağdan soldan onun Asala ile mücadele etmiş olduğunu öğrendiğini bu nedenle de hoşuna gittiğini,

İzmir’de birlikte yemek yerler iken, konuştuklarını, kendisini tanıyıp tanımadığını, kim olduğunu bilip bilmediğini sorması üzerine, onu tanıdığım, bildiğim onunla böyle mevzulara girmek istemediğini, geçmişini bilmek istemediğini söylediğini, Abdullah Çatlı’yı birkaç defa Haluk Kırcı ile gördüğünü,

İbrahim Şahin ile Abdullah Çatlının tanışık olduğunu bilmediğini, Holis olan Ercan Ersoy ve Ayhan Akçay’ı tanımadığını, başka işlere karışıp karışmadıklarını bilmediğini,

Hadi Özcan’ı çok sevdiğini, nesli tükenmiş kel aynak kuşu olduğunu, varını yoğunu olmayanlarla paylaşan iyi bir insan olduğunu, hep haklının yanında olduğunu onun tahsilat işleriyle uğraştığını bilmediğini, yaptığı bir iş karşılığında para alacağını da tahmin etmediğini,

Kendisinin abisi tarafından teslim edildiğini, git teslim ol, suçsuzsun, kaçmaman gerek yok demesi üzerine teslim olduğunu, 8 dosyadan sorumlu tuttuklarını, 9 aydır cezaevinde olduğunu,

Latif Özdamak diye bir arkadaşı olduğunu Özel Harekatçı, Siirt’ten gelen bir hocanın yanına gittiğini, camide yapılacak işler için onun yardımcı olduğunu, izinli olduğunda, bayramlarda geldiğini ve cami inşaatına yardım ettiğini, kendisinin telefonu ile telefon ettiğini, daha sonra bu adamı kendisine silah getirdi diye yargıladıklarını ve görevden aldıklarını, vicdan azabı duyduğunu,

Of’lu Muzafferin öldürülmesinde kendisinin suçlandığını, orada olduğunun iddia edildiğini kendi arabasının renginde bir araba ile öldürüldüğünü, arabasının hemen Emniyet binası ile yanyana bulunduğunu,

Abdullah Çatlı’yı abisinden çok sevdiğini bu sebeble de onun kaçak birisi olduğunu abisine söylemediğini, Abdullah Çatlı ile birlikte hiçbir iş yapmadığını, kendisinin galerisi olduğunu ve kiralık araba servisi işlettiğini,

Abdullah Çatlı ile Ahmet Baydar’ın ramazan ayında akşam vakti iftar yemeğinde kendisine uğradıklarını, yemek yerken konuştuklarını, bir petrol işi olduğunu söylediğini, ister ortak isterseniz onu komisyona verin Hadi Özcan ile bu işi yapma dediğini, bunun üzerine onları tanıştırdığını, petrolün alındığını, alındıktan sonra bazı olaylar olduğunu, bu yüzden Hadi ile aralarının açıldığını, Çatlı’nın petrolu satıp, paraları yiyip, bir şey göndermediğini Hadi’nin söylediğini, kendisininde Abdullah Çatlıya kızan herkeze kızdığını, Abdullah Çatlı ile Hadi Özcan’ın kendi yanında yerlerinin ayrı ayrı olduğunu hiç kimse ile de küs olmadığını belirtmiştir.(Ek:182)

10- Necdet KÜÇÜKTAŞKINER 17.03.1997 tarihli ifadesinde;

Askerliğini bitirir bitirmez 1966 yılı Haziran ayında MİT’e girdiğini, 1973’e kadar Emniyet Müfettişi kadrosunda bu teşkilatta çalıştığını, MİT’in CIA tarafından proroke edildiği, Baybaşin ile ilgili olayların 1983 tarihinde başladığını, Feridun Kocamaz adındaki emlakçının, “benim bir dostum İstanbul 2. Şubeye nezarete düşmüş ilgilenirmisin?” demesi üzerine İstanbul Emniyel 2. Şube Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar’a Başbayin’in durumunu sorduğunu, Mehmet Ağar’dan Baybaşin’i gasptan aldıklarını öğrendiğini, bunun üzerine onun vekaletini olmadığını, sözü edilen kişinin Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilerek tutuklandığını davasına hangi avukatların baktığını bilmediğini, 1986 yılında İngiltere’ye bir iş için gideceği sırada Baybaşin’in İngilterede 12 seneye mahkum olduğunu öğrendiğini, Baybaşin’in iki tane Kıbrıslı kızın eroin getirdiği bir mahalde dolakırken yakalandığını, polislerin ona tesadüfen yakalandığını, kızların malı onun verdiğini söylediklerini, onun üzerine Baybaşin’in Island Wight denilen küçük bir adadaki hapishaneye hükümlü olarak konulduğunu, Mete Bozbora, Hüseyin Çoban’la birlikte cezaevinde Baybaşin’le görüşme yaptıklarını, Baybayin’in orada durumunun çok kötü olduğunu, hergün dayak yediğini, ne yapıp edip kendisini Türkiye’ye götürmelerini istediğini, Hüseyin Başbayin’in kendisine yalan söylediğini tespit ettiklerini ve davasını yine almadıklarını, sonradan öğrendiklerine göre 1986 dan sonra başkaları kanalıyla Türkiyedeki bir İngiliz ile tabur edilmek suretiyle Türkiyeye gelişinin sağlandığını, Bayrampaşa da cezaevinde olduğunu, tahminen 1988 de gelmiş olabileceğini, yine tahminen 1989 senesinde Mete beyle beraber, Feridun Kocamaz’ın yanında üç tane daha adamın yazıhanelerine geldiklerini, Hüseyin Başbayin’in kardeşi Mehmet Şirin Baybaşin’in Silivri’de bir çiftlikte yakalanan eroin ile ilgili olan ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde devam eden davalarını aldıklarını, bu davayı iki celse girdikten sonra bıraktıklarını, bu olaylarda herhangi bir siyasînin veya yöneticinin ilişkisini bilmediğini, Baybaşin’in hayatı boyunca dört veya beş defa gördüğünü belirtmiştir.(Ek:183)

11-İstanbul Valisi Rıdvan YENİŞEN 27.12.1996 tarihli ifadesinde;

Sayın Cumhurbaşkanı sık sık İstanbul’a gelir ve kendisiyle sık sık görüşürüz, 14 Kasım günü çok yoğun bir programları vardı. Program sonrasında da Polat Renasionse otelde bir akşam programı vardı, o programdan sonra evde Kemal Yazıcıoğlu ile görüşebileceğini söylediler, 22.00 sıralarında. Sayın Cumhurbaşkanımızla birlikte otelden çıktık, Leventteki ikametgahta Kemal bey bizi kapıda karşıladı ve içeriye girdik; Sayın Cumhurbaşkanının konuyu sormaları üzerine, Yazıcıoğlu, 25.8.1996 günü Emniyet Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliğine gelen isimsiz telefon ihbarında Ömer Lütfü Topal’ı Özel Harekat polisleri Ercan Ersoy, Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ile maktülün ortakları olduğu söylenen Ali Fevzi Bir (Aliço) Sami Hoştan (Arnavut Sami) adlı şahısların öldürdüğünü beyan ediyor. Bu ihbar üzerine ön çalışma yapıldığını takip edildiklerini, 28.8.1996 tarihinde bu kişilerin Asayiş Şube Müdürlüğünce gözaltına alındıklarını, olayda kullanılan silahın Şarjörü üzerindeki koli bandından elde edilen parmak izi ile bu beş kişinin parmak izi mukayesesinin yapıldığını, benzerlik olmadığının tespiti üzerine İçişleri Bakanıyla da görüşülerek, onun talimatı ile Genel Müdürlük ile temas kurulup, daha geniş imkânlarla araştırma yapılmak üzere 29.8.1996 günü akşamı bir tutanakla beş kişi, Genel Müdürlükten görevlendirilen ekibe teslim edildiklerini, Yazıcıoğlu’nun, bunlar Ankaraya gönderildikten sonraki günlerde yapılan araştırmalara göre, elde edilen bazı karineler ve işaretlerin bu öldürme fiilini bunların yaptığı intibaını verdiğini ifade ettiği,

Sayın Cumhurbaşkanının, Emniyet Müdürüne, gözetim altına aldığını şahısların yazılı ifadelerini aldınız mı? bu sorguya, karşılıklı görüşmeyle ilgili bant kayıt, bu şekilde bir kayıt var mı? sorularının, Yazıcıoğlunun alınmış yazılı ifade olmadığı, bant, kaset bulunmadığını kesin bir dille Cumhurbaşkanına ifade ettiğini, Cumhurbaşkanı’nında, hiçbir zaman Devlet suç işledi olmaz, hangi şahıs suç işledi ise Devlet onun yakasına yapışmalı , bunlara Devlet karşı çıkar şeklinde beyanda bulunarak; her türlü imkân kullanılacak, gayret sarf edilecek ve Devletin şüphelerden, şaibelerden arındırılıp temize çıkarılmasını” istediğini, talimat olarak verdiğini,

Olay günü yine bir telefon ihbarıyla, 23.30’da Yeniköy Karakol Amirliği ve Taneceviz Sokağında bir otoya seri şekilde silahla ateş edildiğinin bildirildiğini, ekibin bahse konu yere gittiğinde, çalışır vaziyette 34 BTG 96 plakalı BMW oto içinde Ömer Lütfü Topal’ın cesediyle karşılaşıldığını, maktülün incelemelerinin yapıldığını, otonun arkasından 20 metre uzaklıktan atılmış 7.61 mm çaplı kalaşinkof marka iki tüfek bulunduğunu, tüfeklerden birinde, üzerine takılı vaziyette koli bandı ile sarılmış bir adet şarjör olduğunu tüfeğin şarjöründeki koli bandı yapışkan iç yüzeyinden mukayese edilir nitelikte parmak izi tesbiti yapıldığını, bu tesbitin Bekletme Fişine yapıştırıldığını, o orada dururken 5 Aralık günü Sabah Gazetesinde çıkan Abdullah Çatlı’nın Şahin Ekli adını kullandığına dair bir haber üzerine ki o tarihte Emniyet Müdürününde görevinden uzaklaştırılmış olduğunu, kendisinin bilgisi dahilinde arşiv araştırması yapıldığını, 26.2.1992 tarihinde yurtdışına çıkarken Şahin Ekli adına düzenlenmiş sahte pasaportla yakalandığına ilişkin kaydı bulduklarını, o tarihte parmak izinin on parmak olarak alınıp, Bakırköy Cumhuriyet Savcılığına sanığın sevk edildiğini, Savcılığın tahkikat açmasına karşın suç niteliği sebebiyle sanığın serbest bırakıldığını,

Abdullah Çatlı’nın diğer parmak izlerinin de kayıtlardan çıkarılarak tüm parmak izleri karşılaştırmasında bütün izler arasından tam bir uygunluk sağlandığını tesbit edildiğini, 1977 yılında Abdullah Çatlı’nın 6136 sayılı kanununa muhalefet, polise ateş etmek suçlarından Balıkesir Edremit’te de alınmış parmak izleri bulunduğunu,

Abdullah Çatlı’nın Interpol tarafından alınan parmak izleriyle, Türkiye’de tesbit edilen parmak izleri arasında bir uyum tesbitinin yapılıp yapılmadığını bilmediğini, koli bandı dışında parmak izi tesbit edilmemiş olduğunu, sağ orta yarım parmak izinden başka parmak izi bulunamadığını, diğerlerinin eldivenli olduğunun söylendiğini,

Emniyet Müdürünün Cumhurbaşkanı ile görüşmeyi kendisinin talep ettiğini, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İçişleri Bakanının İstanbul Valisinden bu olayla ilgili bilgi talep etmediklerini,

Emniyet Müdürünün kendisine herhangibir band olmadığını söylediğini,

Cumhurbaşkanından destek alarak, yetki almak amacıyla görüşme oldu ifadesinin Cumhuriyet Savcılarının niyabeten Emniyet güvenlik kuvvetlerinin adli bir araştırma yapmasında hukuken bir aksaklık bulunmadığını, bu yetkilerinin kullanılmasını adli yada idari mercilerden kaynaklanan bir engel bulunmadığını, parmak izinin yüzde yüz hiç değişmesi mümkün olmayan bir delil olduğunu, sonrasınında bağımsız Türk Adliyesine ait olduğunu,

Kendisinin de kişilerin Emniyet Genel Müdürlüğüne tesliminden sonra haberinin olduğunu, neden bilgi verilmediğini ilgililerden sorduğunda, bunların memur olması nedeniyle hassas bir konu olduğunu, bir ihbar üzerine işlem yapıldığını, maddi delil elde edilmesi halinde zaten Sarıyer Savcılığına verileceklerini ve aynı anda da Vilayete bildireceklerini söylediklerini,

İstanbul’da bugün 25 tane talih oyunları oynanan salonlar bulunduğunu, İçişleri Bakanlığının yazdıkları yazıdan sonra İstanbul Valiliği olarak resmi Gazete’de yayınlanan 1 Ekim tarihli bir tebliğ, ilan, yasaklama kararı çırkarttıklarını, şimdiden sonra yeni düzenleme yapılıncaya kadar bu yerlere Türk vatandaşlarının alınmasının yasaklandığını, Türklerin alınması halinde Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun ilgili maddelerinin uygulanacağını, yani kapatılabileceğini gerekçeli bir yazıyla Resmi Gazete’de yayınlatıp, bu uygulama çeşitli ikazlarımızdan sonra muhtelif şekilde çok kapatma kararı şahsen uygulamaya başladığını, idare mahkemesinin bir süre sonra bu tebliğ için yürütmeyi durdurma kararı verdiğini, o zaman tebliğin geçerliliğinin kalmadığını, böylece de oyun salonları eski durumuna dönmüş olduğunu, yargı kararına uymaktan başka yapacağı bir şey olmadığını,

İstanbul Emniyet Müdürü iken Bursa Valiliğine atanan Orhan Taşanların, bu atama üzerine verdiği “beni kumarhaneler mafyası buraya tayin ettirdi” şeklindeki beyanı konusunda da, kumarhaneler için aldığı tedbirler nedeniyle hiçbir güçlük ya da zorlukla karşılaşmadığını, pekçok büyük oteli kapatmasına karşılık, konuya ilişkin bir ricacının bile kendisine gelmediğini, görevin yapılması halinde bir şey olmayacağı kanaatinde olduğunu, Devletten güçlü kimsenin bulunmadığını, Bursa İl’ine Vali olarak atanmanında bir terfi olduğunu belirtmiştir.(Ek:184)

12- Ahmet BAYDAR 22.01.1997 tarihli ifadesinde;

Yozgat Milletvekili Ahmet Baydar’ın torunu olduğunu, ondan öncede Belediye Başkanlığı yaptığını, Binbaşı Halil Baydar’ın tüccar olduğunu ceviz tomruğu yaptığını,

Uzun yıllar kendisinin Perşembe pazarında demir-çelik ithalatı yaptığını, 1980 yılında iş hayatına atıldığını, 1985 yılına kadar demir çelik ticareti yaptığını, Türkiye’de üretim sıkıntısı doğ da dünya pazarlarından ithalat yaptıklarını, sık sık döviz dalgalanması sebebiyle kazandığı yada kaybettiği dönemler olduğunu, pamuk balya çemberi üreterek sanayicilik yaptığını, bu üretimlerinin 8-10 yıl sürdüğünü,

İki ikibuçuk yıl önce burada bir arkadaşı ile otururken yanlarındaki masada bulunan kişilerin anlattığı bir fıkra nedeniyle tanıştıklarını, birbirlerine kartlarını verdiklerini ve daha sonrada Mehmet Özbay isimli bu kişinin ofisine geldiğini, bu karşılaşmanın İstanbul’da olduğunu, sözkonusu yerin adının Zeytin Sardunya olduğunu, kendisine tekstil ihracaatı yaptığını söylediğini, Arzu hanım isminde bir kişi ile beraberliği olduğunu, onun kızkardeşinin de izmir’de yaşayıp, zaman zaman İstanbul’a geldiğini, bu gelişlerinden birisinde Gonca hanımın, Mehmet Bey’le tanıştıklarını, bir müddet sonrada arkadaşlık yapmaya başladıklarını,

Baysa şirketini Ant Güven Sazak karısı Slvia Sazak, kendisi, Mine Baydar ve oğlu Alper Baydar ile birlikte 1992 yılında kendisinin kurduğunu, 1995 yılında ortaklıktan ayrılma kararı aldıklarını yönetim kurulunda enaz 3 kişi olması gerektiğinden kendisi dışında ikinci kişi olarak 16 yıldır yanında çalışan Fehmi Tarım’a yönetim kurulu üyeliği verdiğini, o sırada Mehmet Beyin orada oturduğunu, üçüncü kişi olarak kimi yapalım diye kendi kendilerine düşünürken, onun ben olabilirim dediğini, bu nedenle de yönetim kurulu üyesi olduğunu, ancak başsanın % 100 hamiline hisse senetlerinin kendisine ait olduğunu, şirketin alanının inşaat, petrol, dış ticaret, ithalat, ihracat gibi çok geniş olduğunu,

Baysaş’ın tek yaptığı işin Botaş’taki sılaç (petrol çamuru) sanayie verilmesi ve çamurun bulunduğu yerin temizlenmesi işi, onun miktarının 22 bin ton olarak hesap edildiğini 220 bin dolar, o zamanın parası ile 10 milyar lira olduğunu, ancak 10 bin ton civarında bir çamur çıktığını,

Kendisinin baysa dışında Kursaç, Mersa kureks gibi şirketleride bulunduğunu bunlar vasıtasıyla Demir, çelik, Amerika ve İtalyadan pirinç, Hindistan Sudan, demir-çelik, romanya dan canlı hayvan, çimento görevinde Romanyadan çimento, bulgaristandan demir-çelik, harb çıkmazdan öncesinde Yugoslavyadan demir-çelik ithal ettiğini, bu tür işler yapan bir firma olduğunu,

1990, da dolar krizi sebebiyle büyük darbe aldıklarını, daha sonra şeker ithalatında yine sıkıntıları doğduğunu, 5 nisan kararlarından sonra bankalarında üzerlerine gelmeye başladığını, bu nedenle rahat çalışmak için, sıfır bir şirket olarak 1992 yılında Baysayı kurduklarını,

Botaş’ın sılaç konusu ortaya çıkması petrol ile uğraşan iki eksperi, sılaçın olduğu yere gönderdiğini, numuneler öldürdüğünü içine bazı kimyevi maddeler katıldıktan sonra sanayi yakıtı olarak kullanılabileceğinin tespiti üzerine sılaça talip olduklarını, kendilerinden önce teklif veren firmaların tonunun 1000 dolar verdiklerini, ihaleyi aldıkları tarihte Mehmet Beyin yönetim kurulu üyesi olmadığını,

Kendilerinin İstanbul’da oturmaları sebebiyle iskenderuna sık sık gitmelerinin zor olduğunu, bu nedenle Mehmet Beyin Turgay Maraşlı’yı orada çalışabilecek kişi olarak tavsiye ettiğini, şirkete sigortalı olarak dahi alındıklarını, kar ettiklerinde bir şey vereceklerini düşündüklerini, kendilerinin de Güven Tezerdi isimli petrol içinden anlayan ancak güvenmedikleri bir kişiyi görevlendirdiklerini, bu çocuğuda onun başına koyduklarını, daha sonra özellikle çok kaba olması nedeniyle şikayetler almaya başladıklarını, hatta Botaşta çalışanlardan da şikayetler geldiğini, daha sonra da Mehmet Beyin kendisini uyardığını ve o kişinin şirketin parasını çaldığını söylediğini yaptıkları tespitle şirkete ait parayı çaldığını tespit ettiklerini, 5 liraya sattığı malı 3 lira gösterdiğini, kendi evine ve ailesine pek çok harcama yaptığını ve Toyota marka araba olduğunu, bu suretle 5-6 milyar lira içeri attığını, bunun üzerine Turgay Maraşlının işine son verdiklerini ve kovduklarını, bu konuda Botaş şirketinede bu şahsın şirket ile ilgisinin kalmadığını yazı ile bildirdiğini, 5-6 ay süreyle kendileriyle çalıştığını, Turgay Maraşlı’yı hiç tanımadığını, bir gittiğinde Ukraynalı bir eşi olduğunu gördüğünü,

Mehmet Özbay’ı yönetim kurulu üyesi olarak, genel kurulda görülebileceğini ancak ne çekte, ne faturada ne de anlaşmada hiçbir imzasının ve yetkisinin bulunmadığını,

Mehmet Özbay’ın kaabiliyetli bir yanını göremediğini, ya da anlayamadığını, ticari yönde pek fazla bir bilgisinin bulunmadığını, parasal tıkanmaları olduğunda, Mehmet’ten borç istediğini, ancak onunda yemin ederek yok dediğini, bulamam dediğini, hatta 150-200 milyon istediğinde de yok dediğini ondan sonrada sıkıntı geçene kadar kendisini hiç aramadığını,

Mehmet Özbay’da duran telefonun kendisine ait telefon olmadığını Botaş işi için alınan 3-4 telefondan birisinin şirkete getirildiğini ancak bundan daha sonra haberi olduğunu, Botaş’ın içinde tankların ve havuzların olduğunu, aralarında çok mesafe bulunduğunu, kamyoun kantara gidip tartıldığını, sonra satış için gittiğini, telefonlarında bu işlerde haberleşme için kullanıldığını, Mehmet Özbay’daki telefonun İskenderun’da çalışan Ali ismindeki bir çocuğun adama kayıtlı olduğunu,

Botaş işinden zarar ettiğini halen 15 milyar lira borcu bulunduğunu,

Mehmet Hadi Özcan’ı tanıdığını Botaş’ta sılaç olduğunu söyleyen adamın o olduğunu, Bulgaristan ve Romanya’da iş yaptığı kişilerin kendisi ve ellerinde gazoil adetif olduğunu ithal edip etmeyeceğini sorduklarını, sılaçın sanayii artığı yapılması için gerekli maddelerden olduğu için bu malzemeden de almaları gerektiğini, bunun İzmit’e geleceğini değerlendirdiklerini, Mehmet Özbayın o zaman deposu olan bir tanıdığının İzmit te olduğunu, adamın Hadi Özcan olduğunu, söylediğini, ramazan günü onun yanına gittiklerini, depoyu, tankları alemdar kimya gibi bir yerden kiralayabileceklerini söylediğini, bu suretle tanıştıklarını, ancak onunla daha sonrasında ilişkilerini devam etmediğini, bilahare bu adamın işin % 50 atağı olduğunu sağda solda söylediğini duyduğunu,

İhale aşamasında 3 firma olduklarını, diğer iki firma 100 lira gibi rakamlar verirken kendilerinin 10 dolar verdiklerini,

Korkut Eken’i tanımadığını, İbrahim Şahin’i tanımadığını, Mehmet Özbay ile onları birlikte görmediğini, Botaş’ta kendilerine yardımı olan kimse bulunmadığını,

Şemsettin isimli bir şahsın bu iş için talip olduğunu ve bin lira teklif verdiğini, kendilerinin ihaleyi alması üzerine bu şahsın Enerji Bakanlığı Müsteşarının çıktıklarını, sonra yeniden ihale edildiğini, ihalede 800 dolar fiyat verildiğini, tankların içindeki suyu hesap etmediklerini, bu sebepten düşük fiyat verdiklerini, taşeronluk yapmak istediklerini söylediklerini, arena programına çıkan adamın bu olduğunu, çok konuşan ve yalan söyleyen bir adam olduğunu, Botaş kayıtlarında bu malın, 22 bin yüzde 30 30 bin falan gözüktüğünü ama malın 20 bin tonu ve 10 bin tonu mal neden bu kadar bu işe asıldığını anlamadığını, yıllarca bu adamın pompalarla hortumlarla sılaş denen çökeltiyi bu tanka topladığını, 715 nolu tank, belkide adam 30 bin ton topladığı gibi gösterdiğini, Güney Makine isimli firmanın

Ömer Lütfü Topal’ı tanımadığını hiç yerine gitmediğini, Haluk Kırcının hiç gelmediğini, tanımadığını, şirketlerine hiç tıbbi malzeme satmadığını,

Abdullah Çatlının Susurluk olayındaki ölümünden sonra cenazesinin alınmasına gitmediğini, bir gün sonra Gonca Hanımın cenazesini erkek kardeşi ile birlikte aldığını, teşhis edenlerinde kardeşleri olduğunu,

Abdullah Çatlı’nın İstanbul’da evine 1-2 kez gittiğini, Meral Çatlı ve çocuklarını tanıdığını,

Kürşat Yılmaz’ın adını gazetelerden duyduğunu, hiç karşılaşmadığını,

Bilal Atik’in bir defa ofislerine geldiğini, çok komis bir rakam teklif ettiğini, maliyetin altında,

Şahin Tekdemir, Turan Gedikli Sultan Nakkış’ı hiç tanımadığını,

Alper Tekdemir’i Hadi Özcan’ın yanında gördüğünü, sonradan polis olduğunu öğrendiğini,

Abdullah Çatlı’ya karısının bile Mehmet diye hitap ettiğini kandırılmış olabileceğini, hatta kızının kendisinin bir arkadaşına sorusu üzerine Abdullah Çatlı’yı sevmediğini, adını Mehmet olarak yalan söylediğini, senin isminde mi? değişik diye kendisine sorduğunu, üzüldüğünü,

Abdullah Çatlı’nın inşaat, dış ticaret gibi bir şirketi olduğunu bilmediğini, sadece sultan Tekstili bildiğini,

Zarar etmeye başlayınca, kağıt üstünde kopmalar olması da işten kopmalar başladığını,

And Güven Sazak’ın Kursaş’ta üyeliğinin olduğunu, ayrılma kararı alındığını, ancak genel kurulun yapılmadığını, o şirketlerin problemleri olduğunu, borçları olduğunu onların ödenmemiş olduğunu, onun için de tam ayrılmamış olduklarını,

Abdullah Us’u tanımadığı,

Basının olayları topluma yanlış aktarmasından dolayı çok sıkıntı çektiğini,

Fransada hapiste kaldığına ilişkin bir duyumu olmadığını, bu işlerden hoşlanmayan bir yapısı olduğunu,

Mehmet Beyin, fatura almak için kullanılan fatura kartından, şirketleri aldığını, otelde kaldığını, bunları tespit ve masraftan düşmek üzere satın almayı düşündüğünü Başsa adını alıp alamayacağını sorduğunu, kendisininde de alsa da birşey ifade etmeyeceğini söylediğini, onun aldığını daha sonra da kendisi için yeni fatura kartı bastırıp verdiklerini,

Sami Hoştan’ı tanımadığını, bir defa yemekten çıkıp, gazinoya gittiklerini, Arzu Hanım’ın küçük bir oyun oynadığını, birbirlerini Mehmet Bey ile Sami Beyin sadece tanıdıklarını ancak samimi bir hava hissetmediğini 15-20 dakika oturduktan sonra gazinodan ayrıldıklarını,

Genelde Mehmet Bey, Arzu Hanım, Gonca Hanım ve kendisinin birlikte yemeğe gittiklerini, gezdiklerini, Mehmet Beyin sırdaşı ya da dert ortağı falan olmadığını, kendi cep telefonunu Savcı Bey’ede verdiğini, cep telefonu, araç telefonu, şirket telefonu ve ev telefonunu hiçbirini değiştirmediğini, telefon arama listesinden kendisini kaç defa aradığının, kendisininde onu kaç defa aradığının tespit edilmesini istediğini belirtmiştir.(Ek:185)

13- Ekrem MARAKOĞLU 30.01.1997 tarihli ifadesinde;

Kendisinin Ömer Lütfi Topal’ı, 1964 yılında avukatlığa ilk başladığı zamanlarda bitirimhane tabir edilen bir kumarhane işletmecisi olarak müşterek tanıdıkları kanalıyla tanıdığını, o zamanın yeraltı dünyasının kaçakçılık-kabadayılık-kumarhanecilik temeli üzerine kurulu bulunduğunu,

Ömer Lütfi Topal’ın 1978 yılında uyuşturucu kaçakcılığı suçlamasıyla tutuklanması olayında kendisinin hukuki çabalarına rağmen Ömer Lütfi Topal’ın Amerika’ya gönderildiğini; 1985 yılında tahliyesini takiben Türkiye’ye geldiğinde yeraltı dünyasının temel felsefesinin de iktisadi kabadayılığa ihale-arazi- tahsilat üçgenine dönüşmüş bulunduğunu,

Kumarhaneciliğe tekrar başlayan Ömer Lütfi Topal’ın bir cinayet olayından hapise düştüğünü ancak meşru müdafa ve genel affın yardımıyla 50-55 gün sonra çıktığını ve sabıka kaydının oluşmadığını,

Ömer Lütfi Topal’ın casino işletmeciliğine 1991 yılında Adana Seyhan otellerinin casinolarını alarak başladığını, kendisininde emperyal Şirketleriyle ilişkisinin 1993 Martında Alanya da meydana gelen ölümlü bir avukatın malzeme takibiyle başladığını, 1994 yılının sonlarında şirketin vekaletini de aldığını,

1994 Aralığındaki Akgün Otel Bülent Fırat cinayetinde, Ömer Lütfi Topal’ın casinolarını kumarhane geleneği yöntemi ile çalıştırdığını farkettiğini; bu yöntem içinde kullanılıp atılmış insanların Mart 1996 tarihindeki Hikmet Babataş cinayetinden sonra kendisine Ömer Lütfi Topal’ın da hayatının tehlike altında olduğunu hissettirdiklerini ancak Ömer Lütfi Topal’ın bunu ciddiye almadığı,

Ömer Lütfi Topal’ın ölümünden sonra aynı marka ve benzer plakalı arabasıyla olay mahalline endişe içinde giderken hiçbir polis arabasına ve çevirmeye rastlamadığını, olaydan sonra şirket yöneticileriyle yaptıkları toplantılarda olayın failleri olarak akıllarına Hikmet Babataş’ın yakınları, Dev-Yol ya da bir başka azmettirici kişinin geldiğini,

Kendisinin olayın faillerinin ortaya çıkarılması için çabalamasına rağmen Ömer Lütfi Topal’ın ailesinin kendisine ve sorgulamasına karşı bir duvar ördüklerini, bunun nedeninin de Kuşadasındaki Casino Müdürünün karıştığı bir cinayet sonrasında, bu müdürün Kuşadası emniyetine güvenlikli bir şekilde teslim edilmesi sırasında Ömer Lütfi Topal kanalıyla tanıdığı özel harekatçı Ercan Ersoy ile olan ilişkisinin olabileceği,

Ali Fevzi Bir, Sami Hoştan gibi kişileri Emperyal grubu bünyesinde çalışmaya başladıktan sonra tanıdığını ve Sami Hoştan’dan, Abdullah Çatlı’nın ara sıra yanlarına geldiğini duyduğunu, yine bu şekilde Ömer Lütfi Topal’ın Kıbrıs’ta bulunduğu bir sırada Abdullah Çatlı’nın da orada Ömer Lütfi Topal ile görüştüğünü duyduğunu,

Ömer Lütfi Topal cinayetinde, Emperyal şirketler grubunu çok büyük zarara sokacak bir maddi ihtilafın olması gerektiğini, ancak ailenin kendisine karşı uzak durması nedeniyle sadece duyumlara dayanarak bazı öngörülerde bulunabildiğini, örneğin, Ömer Lütfi Topal’ın ölmeden bir gün önce İspanya’dan arayan İsmail Tank adlı birisiyle adet-i hilafına rağmen çok uzun ve sert bir tartışma yaptığını, geçmişte İspanya’da uyuşturucu kaçakçılığından hapis yatmış bulunan Giresunlu bu adamın Ömer Lütfi Topal ile geçmişe dayalı çok özel bir hukuklarının bulunduğunu ama ailenin bu konuları saklamaya çalıştığını,

Mehmet Ağar ile Ömer Lütfi Topal’ın ilişkilerinin, 1986 da Mehmet Ağar’ın Ömer Lütfi Topal ile Alattin Çakıcı’nın ortaklaşa çalıştırdıkları klubü kapattırmasından ibaret olduğu, çeşitli vesilelerle örneğin Necati Kurmel kanalıyla Mehmet Ağar İçişleri Bakanı iken Ömer Lütfi Topal’ın tanışma çabalarına karşı Mehmet Ağar’ın uzak durduğu, ancak ısrarlar karşısında “Dilkum sitesinde karşılaşırsak bir merhabalaşırız herhangi bir sorunumuz yok” ifadesini duyduğunu,

Hüseyin Kocadağ ile Ömer Lütfi Topal’ın ilişkilerinin ise çok daha yakın olduğunu, zaman zaman İbrahim Polat’ın da ortak olduğu Polat otelinin casinosunda sık sık beraberce oturduklarını, 1994 yılındaki Akgün oteli cinayetinden sonra araya bir soğukluk girdiğini, Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesinden bir ay önce Celal Doğan’ın kendisine Fenerbahçe Klubünün yöneticilerinden Hüseyin Kocadağ’ı yolladığını, kendisinin de bunu ömer Lütfi Topal’a haber verdiğini, bu toplantının DGM ile de ilgisi bulunduğunu çünkü teypten yazıya döktüğü yazılı ifadesini DGM ne de verdiğini, konunun da Gaziantepli bir kaç işadamının G.T.O. başkanının adı arkasına sıklanarak kumar borçlarının hafifletilmesi yönünde bir ricadan ibaret olduğunu ancak konunun basına daha değişik şekilde yansıtıldığını, Hüseyin Kocadağ’ın sanki köşke (Cumhurbaşkanlığı) yakın birisi tarafından görevlendirilmiş ve o kişi de bu işin halledilmesini istiyormuş gibi bir intiba uyandırmaya çalıştığını, bütün bu konuların da kendi mantığı açısından ve tarih bakımından Ömer Lütfi Topal’ın da dahil edildiği söylenen 58 kişilik liste ile ilişkili olması gerektiğini,

Ömer Lütfi Topal’ın haraç anlamında birilerine hiçbir şey almadan para verecek bir yapısı olmadığını böyle bir işi ancak çok büyük ir baskı karşısında yapabileceğini,

Kendisinin 1994 Haziranında Ömer Lütfi Topal ile birlikte Müdüriyet odasındayken VIP salonu monitöründen Necdet Menzir ile Hüseyin Kocadağ’ı gördüğünü, bütün casinolarda video kayıt sistemine bağlı kameraların bulunduğunu, bunun herhangi bir itiraz durumunda kullanıldığını; ancak Murat Topal tarafından bu kasetlerden birisinin fotoğraflandığı ve bu fotoğraflardan birinin Hüseyin Kocadağ’a gösterildiğini, sonraki konuşmalarında Hüseyin Kocadağ’ın bu konudan ne kadar rahatsız olduğunu belirttiğini ve genelde Klasis’e giden Necdet Menzir’i sanki kendisi şantaj yapmak istermişçesine oraya özellikle götürdüğü gibi bir durumun ortaya çıktığını, ancak resmin kritik dönemlerde dahi ortaya çıkmamasının kendisine bir güvence verdiğini söylediğini,

Ömer Lütfi Topal’ı öldürenler ve azmettirenler arasındakti ihtilafın ve Kemal Yazıcıoğlunun aldığı ihbarın netleştirilmesinin art olduğunu,

Ömer Lütfi Topal bir yerlere 10 milyon 17 milyon dolar gibi bir para gönderdiyse bunu şirket yetkililerinin, ölümünden sonra da ailesi ve yakınlarının bilmesi gerektiğini,

Kendisinin “Ömer Lütfi Topal Ankara’ya gittim ismimi listeden sildirdim” beyanının ise cinayetten onbeş gün önce Alanya Seven Seas tatil köyünde bir yemekte Ömer Lütfi Topal’dan şahsen duyduklarına dayandığını,

Bu tür konularda Ömer Lütfi Topal’ın dostalıran ve yakınlarına başvurulması gerektiğini, örneğin 1989 yılına kadar en yakın dostunun halen İspanya’da bulunan Nail Akdeniz olduğu, bu tarihten soraki en yakınlarının şirketinin Genel Müdürü, gazinolarının genel müdürü ve Ünit Utku gibi kişiler olduğunu,

Ömer Lütfi Topal’ın ağzından Sami Hoştan ile Sedat Bucak’ın tanıştıklarını ve görüştüklerini duyduğunu,

Ömer Lütfi Topal’ın Türkmenistan da yaptığı yatırımlar nedeniyle kurduğu ilişkiler kanalıyla Diplomatik Türkmenistan Pasaportu almış olabileceğini, yine İsrailli ortağından da bazı bilgilerin alınabileceğini,

Bir yandan mütevekkil, bir yandan da o dünyanın şartlarından kaynaklanan kuşkulu bir yaşam tarzına sahip olan Ömer Lütfi Topal’ın nasıl bir koruma ve güvenlik sistemine sahip olduğu sorusuna cevaben; daha çok yeraltı dünyasının geleneklerine dayanan, emekli emniyet mensupları ve fiziken güçlü insan kaynaklarını ve ruhsatsız silahları kullanan ve özellikle başlangıç safhasında bizim gazinolarımızda herhangi bir olay olmasın diye çok aşırı tepkiler gösteren bir güvenlik sistemi kurulduğunu, bu sisteminde rakipler tarafından çok rahat bilinebileceğini ve içerden de destek alınabileceğini,

Ömer Lütfi Topal’ın vefatından sonra ilk eşini başsağlığı dilemek için ziyaret ettiklerinde tesadüfen televizyonda Susurlukla ilgili haberler geçtiğinde ilk eşinin “kanı yerde kalmadı” ifadesi üzerine kendisinin “Peki Sami’den, Aliço’dan bir şüphe veya endişeniz var mı?” sorusuna cevaben de “Ama, Özer Çiller’den şüphe ediyorum.” dediğini, ancak kendisinin Sami Hoştan ile merhabalaştığını bildiklerinden bilerek de kendisine böyle denilmiş olabileceğini, zaten kendisinin daha önceden Ömer Lütfi Topal veya çevresinin ağzından buna yönelik başka bir şey duymuş olmadığını,

Ömer Lütfi Topal’a ait otellerin özellikle bayram tatillerine ilişkin misafir listelerinde çok sayıda yargı mensubuna rastlanabileceğini yine aynı şekilde Tepebaşı Emperyal de sırf yargı mensuplarının yemek ve aynı ihtiyacını karşılayan bir lokal oluşturulduğunu,

Ali Fevzi Bir ve Sami Hoştan’ın 3 özel tim mensubuyla beraber İstanbul da gözetim altına alındıktan sonra Ankara’da serbest bırakılmalarını takiben kendisinin istaanbul’da Sami Hoştan ile görüştüğünü ve hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarana kadar da işinin başında olduğunu duyduğunu ve gıyabi tutuklama kararını takiben ortadan kaybolduğunu,

Ömer Lütfi Topal’ın kendisine Bodrum olayında Ercan Ersoy’u yolladığına göre diğer özel tim görevlilerini de tanıyıp tanımadığı sorusuna cevaben herhangi bir bilgisi bulunmadığını,

Ömer Lütfi Topal ile Cavit Çağlar arasında herhangi bir çekişme bulunmadığını, Cavit Çağlar’ın bir başkasından alacağını alamadığı için bu alacağı Ömer Lütfi Topal’dan istediğinin söylenildiğini,

Ömer Lütfi Topal’ın Hüseyin Kocadağ ile görüşmediğini ve hatta Hüseyin Kocadağ’ın geçmişte böyle bir taleple geldiğinde görevlinin “sizin buraya girmeniz istenmiyor” ifadesinde bulunduğunu bunun da arkasında geçmişte Ömer Lütfi Topal Mehmet Özcan ihtilafında Alevi olması sebebiyle Hüseyin Kocadağ’ın Ömer Lütfi Topal’a karşı Mehmet Özcan’ı tutmasının olabileceğini,

Kendisinin Cavit Çağlar veya Necdet Menzir ile herhangi bir çekişmesi veya ilişkisinin olmadığı, dışarıda spekülasyon konusu yapılmak istenen kameraların normal sistemi içerisinde çekilmiş kaseti herhangi bir yanlışlığa sebebiyet vermemek için şahsen aldığını ve bir resmin yırtılarak imha edildiğini ancak kendisinde bir kaset ve birkaç fotoğrafın halen mevcut bulunduğunu, bunları tutmasının amacının da kendisini korumak olduğunu, esasen bunların imha edilmesini istediğini,

Belçika’da iki Amerika’da beş sene olmak üzere toplam yedi yıl hapiste yatan Ömer Lütfi Topal’ın yeniliklere açık bir insan olarak bu senelerde kendisini yetiştirdiğini ancak kontrolsüzlükle başlayan gazino olayında başlangıçta Turizm Bakanlığının herhangi bir düzenlemesinin olmayışının düzeni tamamen bozduğunu, esasen gazinoların kara para aklamak için uygun bir yer olmadığını, kar oranlarının da uyuşturucu işine göre çok daha iyi olması sebebiyle hiç bir gazino işletmecinin uyuşturucu işine girmeyeceğini,

HAVAŞ’ı almak için Ömer Lütfi Topal’ın her türlü organizasyonu yapmasına ve parası da var iken alamamasına hatta diskalifiye edilmesine karşı tutumunun ne olduğu sorusunu cevaben, Ömer Lütfi Topal’ın herhangi bir itirazda bulunmadığı bu konudaki bilgilerin şirketten alınabileceği emniyetten-istihbarattan gelen uyarılar hakkında bir bilgisinin bulunmadığını,

Sedat demir’in İstanbul Asayiş Şube Müdürü olmasından sonra Nihat Mete aracılığı ile Ömer Lütfi Topal’dan Akgün otel cinayeti sanığı Çetin Gencer’in bulunmasını istediği böylelikle İstanbul’da hiçbir faili mechul cinayetin kalmayacağının söylenmesiyle, kendisinin İstanbul’da dünya kadar faili meçhul cinayet olduğunu bilerek, kardeşi vasıtası ile Çetin Gencer’i buldurarak Fatih Cumhuriyet Savcılığına teslim ettiğini,

Ömer Lütfi Topal’ın Kıbrıs’taki Jasmine Cavit oteli yatırımları, İsrailli ortağı ve Kıbrıs Türk Hava Yollarının özelleştirilmesi konularında kendisinin bilgisinin olmadığını aileden saygı gördüğünü ancak kendisine bilgi verilmediğini,

Şüpheli konularda bilgi edinilmesi için şirketin yöneticilerinin ve aileden bazı kişilerin bir bütün olarak ele alınıp dinlenmeleri gerektiğini, kendisinin Ömer Lütfi Topal’ın ve Emperyalin ceza davaları ile ilgilendiğini, Ömer Lütfi Topal’ın kiminde arandığı, kiminde gıyabi tutuklama kararı bulunan davalarının sürdüğünü, bunlara rağmen istanbul’da işinin başında nasıl serbestçe bulunduğu ve dolaştığının da İstanbul emniyetinden sorulması gerektiğini, Bodrum tahkikatında istanbul savcılığına sonradan talimat yazılarak polisin devre dışı bırakıldığını, Antalya’daki aramanın da polis aramasından savcılık aramasına dönüştürüldüğünü,

Sami Hoştan ile Abdullah Çatlının tanışması ve Ömer Lütfi Topal’ı öldüren silahta da Abdullah Çatlı’nın parmak izinin çıkmasına rağmen kendisinin gözlemlerine göre Ömer Lütfi topal ile Sami Hoştan’ın arasında herhangi bir itilaf bulunmadığını, zaten Sami Hoştan’ın olay esnasında Marmaris’te olduğunu, ihtilafın Ömer Lütfi Topal’ın eşleri çevresinde mevcut bulunduğunu,

Olayın soruşturmasında savcının kendisinin ifadesine başvurmamasının yanında kendisine olan tavrını da olumsuz bulduğunu,

Abdullah Çatlı’yı tanıyan Sami Hoştan’ın da kesinlikle bazı işlerinde onu veya özel tim görevlilerini kullanmadığını, Ömer Lütfi Topal Abdullah Çatlı buluşmasının arkasında küçük günlük olaylardan çok HAVAŞ gibi büyük benzer olayların aranması gerektiğini belirtmiştir.(Ek:186)

14- Sedat BUCAK 21.01.1997 tarihli ifadesinde;

1960 Siverek doğumlu olduğunu, siyasete 1991 yılındaki seçimlerde katıldığını, DEP milletvekillerinin, özellikle Abdullah Öcalan’ın yanından gelen elçiler vasıtasıyla kendisiyle görüşmek istediklerini, kendisiyle görüşerek “Biz, Siverek’e, Urfa’ya örgüt olarak gireceği, yalnız tarafsız kalacaksınız, bize karışmayacaksınız, devletin yanında yer almayacaksınız” demek istediklerini bildiğini, devletiyle beraber olduğunu, Bekaa’dan gelen bazı insanlarla görüşmelerinin çoğunu kasete aldığını ve bundan Ankara Emniyeti başta olmak üzere o zamanki tüm devlet yetkililerine bilgi verdiğini, DEP’in kapatılması ve milletvekillerinin çoğunun içeri alınmasında Devlet Güvenlik Mahkemelerine verdiği ifadelerin büyük katkısının olabileceğini, 1993’te bunların kendine karşı ve ailesine karşı bir tavır almak istediklerini ve Siverek’te örgütlü eylemlerin başladığını, Siverek’te Anavatan Partisi İlçe Başkanı ve kardeşinin katledildiğini, bazı köylülerin ve vatandaşların katledildiğini, Siverek halkının bu olayları istemediğini, Siverek halkının tavır almasıyla beraber örgütün orada çökertildiğini, halkla olan içtenliği ve devlete olan bağlılığı nedeniyle kendisine karşı tavırlar olduğunu, kanunsuz bir iş yaptığı zaman devletini çiğnemiş olacağını, İstanbul’a giderken Mehmet Özbay’ı aradığını, Mehmet Özbay’ın Abdullah Çatlı olduğunu çok sonraları öğrendiğini, İstanbul’a dinlenmeye gittiğini, Yalova’daki termale gittiklerini, o akşam yakın arkadaşı Ali Aydınlıktan’ın oğlunun kafasına kurşun değdiğine dair haber aldıklarını, durumunun kötü olduğunu öğrendiklerini, akşam bu durumu arkadaşlarına söylediğini, İzmir’e gitmesi gerektiğini söylediğini, Mehmet Özbay’ın “bende gelirim” dediğini, yola çıktıklarını, Ören’de veya Altaylar’da bir arsa ofisi olduğunu, bu arsaya baktıktan sonra şoförünün gelip “Ağabey, Ali Abinin oğlu vefat etmiş” dediğini onun üzerine hemen harekat ettiklerini, hastaneye gittiklerini, fakat kimseyi bulamadıklarını, daha sonra evlerine gittiklerini, taziyelerini bildirdikten sonra ayrıldıklarını, Princess’te yer ayırttıklarını, otele gittiklerinde bir bayanın Mehmet Özbay’ın yanında oturduğunu, onunda kendileriyle geldiğini, İzmir’e gelirken Kocadağ ile görüştüklerini, Kocadağ’a İzmir’e gidiyorum dediğini, onunda “bilsem bende gelirdim” dediğini, daha sonra uçakla yarın geleceğini söylediğini, ertesi sabah uyandıklarında Kocadağ ile görüştüklerini ve onun geleceğini öğrendiklerini “beni aldırabilirmisiniz?” dediğini, bunun üzerine yanındaki koruma polisi Ercan Bey’i (daha önce Kocadağ’ın yanında çalışmış bir polis olan) Hüseyin Kocadağ ı arabayla almaya gönderdiğini, koruma polislerinde ve şoförün de huzursuzluk gördüğünü, polis Ercan’ın bir ara kendisini çağırıp huzursuz olduklarını ve takip edildiklerini söylediğini, “İzmir’den hemen ayrılalım” dediklerini, Bunun üzerine Kuşadasına gitmeye karar verdiklerini, o gün akşam üzeri çıktıklarını, Onura otel’de kaldıklarını, ertesi gün de orada kaldıklarını, polislerde rahatsızlık ve tedirginlik olduğunu görünce Ankara veya İstanbul’a gidelim dediğini, Hüseyin Kocadağ’ın İstanbul’da işi olduğu için İstanbul’a gidip oradan Ankara’ya geçmeyi düşündüklerini, o gün sabah en geç kendisinin kalktığını ve kahvaltısını yarım bırakarak yola çıktıklarını, o bayan ile Mehmet Özbay’ın arabanın arkasında oturduklarını, İzmir’i geçtikten sonra Kocadağ’ın çok süratli gittiğini gördüğünü, arabanın ibresinin 230’u gösterdiğini, birşeyler söylediğini, Kocadağ’ın kendisine dönüp birşeyler söylediğini ve güldüğünü, kendisininde gülerek yolu görmemek için koltuğun ucuna doğru geldiğini, kaza’dan sonra Ankara’da ancak arabasını televizyonda görünce, kaza yaptığının kesin olduğuna emin olduğunu, arabada bulunan silahların İstanbul’a gelirken dahi olmadığını, o silahlardan bilgisinin olmadığını, kendisinin arabada bulunan Sig Sauter silahı olduğunu, onun dışında polislerinin hepsinin silahı olduğunu, eğer takip ediliyorlarsa bu silahların kazadan sonra arabaya konulmuş olabileceğini, diğerlerinin çantasında vardıysa silahların onların olabileceğini, arabada söylenildiği gibi gizli bölme olmadığını, Mehmet Özbay’ın, köyüne 1 defa 1996 Kasım’ında geldiğini, 1993 yılı sonu veya 1994 yılı başında Siverek’e halka güven verebilmek için gittiğini, Ankara’da babasının vefat etmesi üzerine Siverek’e defnettiklerini ve taziyelerin 1,5-2 ay sürdüğünü bu arada yorgun düştüklerini, 1994 ortası veya sonunda dinlenebilmek amacıyla Ankara’ya geldiğini, daha sonra İstanbul’a gittiğini, İstanbul’da Mehmet Özbayı tanıdığını, Abdullah Çatlı adıyla tanımadığını, kalabalık bir ortamda “siz, Sedat Bucak’sınız” diyerek kendisiyle tanışmak istediğini söylediğini, orada tahminen bir hafta kaldığını, Ankara’ya geldiğinde kendisini telefonla aradığını, kendisinin tekrar Siverek’e döndüğünü, 1995’te geldiğini bir-iki defa Mehmet Özbay’ın kendisini sorduğunu, Ankara’ya yılda 2 ya da 3 defa geldiğini, kendisinin dışarıda bürosu olduğunu, bürosuna gelip, oturup, sohbet edip gittiğini, bu insanla (Abdullah Çatlı) bir illegal ya da legal bir işinin, ya da bağlantısının olmadığını, Çatlı nın kendisine ithalat-ihracat şirketi olduğunu ve ticaretle uğraştığını söylediğini. Abdullah Çatlı ile Gonca Us arasında bir gönül ilişkisi olduğunu varsaydığını, hanımıyla bir-iki defa görüştüğünü, ailece İstanbul’da oldukları bir zamanda Çatlı’nın ailesini alarak bir-iki defa yanlarına geldiğini, hatta bir keresinin de bir düğünde olabileceğini, Mehmet Özbay ile Kocadağ’ın kendi yanında tanıştıklarını varsaydığını, kendinden önce tanıyıp tanımadığını bilmediğini, Hüseyin Kocadağ ile her zaman görüştüklerini, Mehmet Özbay’ı vatansever biri olarak tanıdığını, konuşmalarının hep bu yönde olduğunu, Hüseyin Kocadağ ın 1980 ihtilalinden hemen sonra Siverek’e emniyet amiri olarak verildiğini, sonra tahminen Ankara’da Özel Harekatın kurulma aşamasında Ankara’ya geldiğini, Siverek’te de Ankara’da da görüştüklerini, Diyarbakır Özel Harekat Şube Müdürlüğü yaptığı sıralarda da görüştüklerini, kendisinin bu sıralarda Siverek’i tanımasından dolayı arada bir geldiğini, babasıyla Hüseyin Kocadağ’ın ilişkilerinin çok samimi olduğunu, babasından sonra bu ilişkiyi kendisinin sürdürmek istediğini, Bucak Aşireti olarak varsayılan topluluğun 40, 50 veya 60 aileden oluştuğunu, Siverek’te 70’i geçici olmak üzere 430 korucu olduğunu bildiğini, Fatih Bucak’ın amcaoğlu olduğunu, Ankara’da oturduğunu, şu anda inşaat şirketi kurduğunu bildiğini, aralarında kopukluklar olduğunu, korumalarını istemesi konusunda; Koruma Şube Müdürlüğünün kendilerini atadığını ve koruma vereceklerini söylediklerini, kendisinin ise koruma istemediğini, daha sonra aradıklarında “siz isim verebilirseniz de olur” denildiğini, bu korumaların Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin’in korumaları olduğunu, İbrahim Şahin’le PKK’ya karşı tavır ortaya koymak için Emniyet Genel Müdürü, Paşalar, 7. Kolordu Komutanı geldiğinde Özel Harekat Daire Başkanı olarak geldiği sırada konuştuğunu, daha sonra birbirlerini aradıklarını, İbrahim Şahin’in doğuya gittiği zaman, özellikle Siverek güzergahını seçtiğini ve misafiri olduğunu Polis Ercan’a “bana koruma verilmek isteniyor, korumalık yaparmısınız?” diye sorduğunu, onun da “benim bir arkadaşlarla görüşmem gerekir” dediğini, daha sonra “evet” cevabının geldiğini bunların 5 kişi olduğunu, oysa 6 koruma verilmek istendiğini, 6’ncının da bu beş koruma tarafından önerildiğini adının da Mustafa olduğunu, Bakan Mehmet Ağar’a bunların verilmesi için yazdığını ve kabul edildiğini, hatta çok zaman sonra verildiğini, Ömer Lütfi Topal cinayetinden daha sonra korumalığını yapan polislerin gözaltına alınmasından sonra İstanbul valisi veya Emniyet Müdürünü aradığını, bu insanları koruma olarak istediği için bunların işlediği bir suç varsa bunları bilme zorunluluğunu hissettiğini, bu kişilerle (korumalarla) telefonla konuşmadığını, Arnavut Sami yi (Sami Hoştan) bir defa Çınar Otelinde başkalarıyla birlikte oldukları sırada kendisine tanıttıklarını, daha sonra onu görüp görmediğini hatırlamadığını, kendilerinin kumarla ya da kumarhanelerle hiç bir ilişkilerinin olmadığını, bir gece kulubü ya da diskoteğe amcaoğlunun da içinde bulunduğu üç gencin girersin-giremezsiz tartışmaları sonucu öldürüldüğünü, bu olayın kumarla ilgili olmadığını, söylemezleri de bu olaydan sonra bildiklerini, daha sonra bunlardan iki tanesinin öldürülmesiyle kendilerinin hiç bir ilgisinin olmadığını, Mehmet Ağar Genel Müdür olana kadar kendisini tanımadığını, öldüren kişilerden birinin lojmanında kaldığı hususunda; o insanla konuşmuşluğunun olmadığını, tanımadığını, kendisinin evine gelen biriyle gelmişse gelmiş olabileceğini , kalsa bile 1 geceden fazla kalamayacağını, Mehmet Ali Yaprak’ı tanımadığını, televizyonunun da Gaziantep te olduğunu bilmediğini, Mehmet Ali Yaprak’ın kaçırılmasının ailesince yapılmış olamayacağını, Rıdvan Kocaman diye birisini tanımadığını, 1979’da amcasının bir suikastle yaralandığı ve akrabalarından bir çoğunun PKK tarafından öldürülmesi ve kendilerinin PKK tarafından tarafsız kalmalarının istenmesiyle birlikte ailelerinin PKK ile mücadelesinin başladığını, kendilerinin operasyonlara katılmadıklarını operasyonları askerlerin yaptığını, halkın istihbaratı çalışmaları olduğunu, 1979 da PKK tarafından kendilerinden 140-150 arasında kişinin öldürüldüğünü, bir çoğunun kendilerinin yakını olduğunu, Korkut Eken ve diğerlerinin kendi yerlerinin olduğunu onların oralarda kaldıklarını, Mehmet Ağar’ın hiç evine gelip kalmadığını, korucuların çatışmaya gittiklerinde muhimmatı onların kendilerinin aralarında temin ettiğini, HBB Televizyonunda yaptığı konuşmanın 5 veya 10 dakikasını hatırladığını geri tarafını hatırlamadığını, daha sonra bu roportajın kasetini getirttiğini, oradaki konuşmalarını görünce tamamını bile izlemediğini, hükümetin güvenoyu almasından önce Mehmet Özbay’ın çok özel, gizli görüşmek istediğini söylediğini, o görüşmede Mehmet Özbay’ın “ben devletle çalışan gizli bir adamım; bunu da kimsenin bilmemesi lazım şu kimliğim, şu yeşil pasaportum, bu ehliyetim, bu silah ruhsatım, bu nüfus cüzdanım” diyerek birşeyler çıkardığını, Terörde uzman yazan bir kağıt gördüğünü, onun söylediği ismi bir lakap ve kod ismi zannettiğini ve sonuna kadar bile onu Mehmet Özbay olduğuna inandığını, o kimliğin sahte mi yoksa gerçek mi olduğunu tespit edemediğini, Haluk Kırcı ve Yaşar Öz’ü tanımadığını, Drej Ali’yi tanıdığını, onun taziyelerine geldiğini kendininde İstanbul’daki yazıhanesine birkaç defa gittiğini, PKK’nın ölüm listesinde, birinci sırada olduğunu bildiğini, Abdullah Çatlı’yı 1980’den önce aranan biri olarak bilmediğini, “Ben Abdullah Çatlıyım” dedikten sonra da bir arkadaş olarak ilişkilerinin devam ettiğini, Korkut Eken’in , babasının eski dostu olduğunu, babasının yanına bir defa geldiğini hatırladığını, kendilerine devletin her kademesinden insanların geldiğini, istedikleri bilgileri bilebildikleri kadar hepsini verdiklerini, her zaman devletin yanında olduklarını, PKK’nın Siverek’i yenemediğini, Med TV’de, Abdullah Öcalan’ın söylediği sözlerin kendisine o gün telefonla dinlettiklerini, HBB’ye Sayın Yılmaz’ın kendisini Fransa’da dediğini duyunca “Ben buradayım” mesajını vermek için çıktığını, hastanede emar filmi çektirmek dışında bir yere gitmediğini, kaza anında bu susturucu ve silahlar arabada olsaydı bunların korumalar tarafından alınabileceğini, Meysu’nun sahibinden 300 bin marklık bir senet alma, bürolarında kurşunlama gibi bir olayın olmadığını, tahminen bu olayın faillerinin yakalanmış durumda olduğunu, arabada bulunan silahların arkada oturanlar tarafından konulmuş ya da başkaları tarafından konulmuş olabileceğini, kendisinin 130-140 milyar aldığı şeklindeki ithamların yalan olduğunu, kumarhanelerden haraç almadığını, maaşı dışında kimseden para almadığını belirtmiştir.(Ek:187)

15- Hasan Celal Güzel, "Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı", 17.02.1997 tarihli ifadesinde;

1945 yılında Gaziantep’te doğduğunu, 1975 yılında Süleyman Demirel’in özel müşaviri olarak Başbakanlık’ta görev yaptığını,1977 yılının ikinci yarısında II MC Hükümeti sırasında Korkut ÖZAL’ın İçişleri Bakanlığı döneminde Müsteşar Yardımcılığı, Turgut Özal’ın Müsteşarlığı döneminde, onun yardımcılığını yaptığını, 1980 yılında 12 Eylül’den önce yayınlanan gizli bir genelge ile Devletin Güvenlik Koordinatörü yapıldığını, Emekli Korgeneral Rüştü Naipoğlu, Emekli Hava Korgenerali Refik Işıtman ve Emekli Albay Kadir Bilgen’den oluşan o tarihte artan terör olayları ile meşgul olan bir güvenlik koordinasyon ekibi kurduklarını, MİT, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet İstihbarat Dairesinden gelen bilgilerin bu kurulda değerlendirildiğini ve o tarihte Başbakan olan Süleyman Demirel’e arz edildiğini, o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal’a da bilgi verildiğini, Başbakanlık Müsteşar Vekilliği ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Vekilliği görevlerinde bulunduğunu,12 Eylülden sonra da 35 gün Başbakanlık Müsteşarlığına vekalet ettiğini, Necdet Calp’in Başbakanlık Müsteşarlığına getirilmesi üzerine onunla 5 ay süre ile çalıştığını, Şubat 1981 ayında Süleyman Demirel’i ziyarete gitmesi nedeniyle görevinden alındığını, görevinden istifa ederek Kayseri Erciyes Üniversitesinde öğretim elemanı olarak çalıştığını, 1983 yılı sonunda Anavatan Partisinin iktidara geldiğinde Başbakanlık Müsteşarlığına getirildiğini, 1986 yılının Ağustos ayı başına kadar bu göreve devam ettiğini,o tarihteki ara seçimlerde Gaziantep’ten Milletvekili adayı olduğunu, Milletvekili seçildiğini, Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü olarak göreve başladığını,1987 erken seçimlerinde Gaziantep Milletvekili olarak yeniden seçildiğini, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı olduğunu, Mart 1989 tarihinden itibaren de ANAP Gaziantep Milletvekili olarak devam ettiğini,17 Haziran 1989 tarihinde ANAP’tan istifa ettiğini, 20 Ekim 1991 seçimlerine iştirak etmediğini, 23 Kasım 1992 tarihinde de Yeniden Doğuş Partisini kurduğunu, halen Genel Başkanlık görevini yürüttüğünü,

Babasının Demokrat Parti yöneticilerinden, Dayısı Ali İhsan Göğüş’ün de Halk Partisi Bakanı olduğunu, kendisinin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde iken Türkiye’de sağ denilen öğrenci lideri olarak uzun süre çalıştığını, bütün hadiselere iştirak ettiğini, Hür Düşünce Kulüplerinin merkez sağ çizgide, demokrasiyi savunan, meşruiyetçi çizgide bir teşkilat olduğunu, o tarihte İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın, hatta Adalet Partisi’nin bu teşkilata müdahale etmek istediğini, zira iktidar partisi olmasına rağmen üniversitelere hiç giremediğini, müdahale etmelerini istemediklerini belirtmelerine rağmen dinlenmeyince Adalet Partisi gençlik kollarına el koyarak meseleyi çözdüklerini,

Muhalefet Partisi Cumhuriyet Halk Partisinin bir bürosunu Siyasal Bilgiler Fakültesine kurmuş olduğunu, Türkiye İşçi Partisinin tamamen öğrenci gençliğe dayandığını, Hükümet olan Adalet Partisininde sağcı gençliği solcu gençliğe karşı kullanma staretejisi içerisine girdiğini, İsmet İnönününde bunu hep dile getirip, şikayet ettiğini, Fransada 1968 olaylarını başlatan meşhur Kızıl Rocky’nin Siyasal bilgiler Fakültesi yurdunda bir hafta kaldığını ve polis saldırısına karşı fakülteyi nasıl koruyacakları konusunda sosyalist, marksist öğrenci liderlerine taktik verdiğini gözleriyle gördüğünü,

MHP Ülkü Ocakları Teşkilatının kendisinin de samimiyetle inandığı şekilde son derece vatansever, millîyetçi, millî ve manevi değerlere itibar eden gençlerden oluştuğunu, onların bu hislerini Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatına bağlı kişilerin istismar ettiğini, kullandığını, kendisinden de bu konuda destek istendiğini ancak kendilerinin Türkiye de bir takım terörist olayların meydana gelmesine, dış müdahalelerin olmasına karşı olduklarını ve böyle bir kullanıma karşı çıktığını,bu gençlerden bazılarının resmen Milli İstihbarat Teşkilatında ve Emniyet Genel Müdürlüğünde görev aldıklarını,belli seviyelere kadar da gelebildiklerini,

Devletin istihbarat ve güvenlik örgütlerinin teşkilatların her kesiminden bilgi alması lazım geldiğini,bunun aksinin düşünülemiyeceğini ancak bilgi toplarken bu kesimlerdeki kişileri bilginin ötesinde operasyonel faaliyetlere sokmalarının fevkalade yanlış olduğunu,operasyonların bu teşkilatların elemanları vasıtasıyla yapılması gerektiğini, problemin bu olduğunu, Çatlı hadisesinde de problemin bu nedenle ortaya çıktığını,

Gerek Süleyman Beyin Döneminde gerekse Turgut Beyin döneminde “Sadece Sayın Başbakan tarafından açılacaktır” ibaresi bulunan zarfları onların verdikleri yetki ile açtığını,okuduğunu ve özet bilgileri onlara aktardığını,devletin bu tip bilgilerine sahip 3-4 kişisinden birisi olduğunu,

Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğü arasında çok belirgin bir koordinasyonsuzluk,rekabet hatta zaman zaman sürtüşme ortaya çıktığını,MİT’in istihbarat görevinin kendilerinde olduğunu,Emniyetin sadece adli vakalarda istihbarat yapması,onun ötesine karışmaması gerektiğini,Emniyet Genel Müdürlüğünün de MİT’in iyi istihbarat yapamadığını,Türkiye genelinde birinci şubelerce yapılan kendi istihbaratlarının olmaması halinde dağılacağını,hazıra konduğunu,iyi çalışmadığını iddia ettiğini,bunun özellikle kaçakçılık istihbaratı konusunda ortaya çıktığını,Emniyette Atilla Aytek’in çok kuvvetli bir polis müdürü olduğunu,gözüpek işinin ehli,uyuşturucu kaçakçılığı işi ile çok etkin mücadele ettiğini,ancak bu vasıflarını bilmesinden dolayı Genel Müdürünü bile takmayan,dediği dedik bir müdür haline geldiğini,onun dönemi MİT içerisinde o tarihe kadar kurulmamış kaçakçılık istihbaratı adıyla bir birimin kurulduğunu, Emniyet MİT’in bu işin içerisine girmesinin gereksizliğini savunduğunu,MİT’inde kaçakçılık istihbaratınında kendi konularına girdiğini ve kaçakçılık istihbaratının siyasî konularla da ilişkili hale geldiğini bu nedenle yapmaları gerektiğini savunduğunu bunun uzun seneler tartışıldığını,daha sonra Emniyetteki bu birim ile Mit’teki bu birim arasında problemler çıktığını,Emniyetteki birimin gayrıresmi şefliği daha sonra İstanbul Emniyet Müdür Muavini iken Mehmet Ağar tarafından üstlenildiğini,

Mehmet Ağar’ın Özallarla yakın irtibatının kurulmasının bu olaylara rastladığını, Zeynep Özal’ın Asım Ekren isimli bir müzisyenle münasebeti bulunduğunu, Zeynep ve Semra Özalın gece eğlencesini çok sevdiklerini,bu nedenle sık sık eğlence yerlerine gecenin geç saatlerinde gitmelerinden dolayı koruma sorunu doğduğunu,Başbakanın kızının ve eşinin korunmasının Devlet görevi olduğunu,bu nedenle Emniyet Müdürü Ünal Erkan ile muhatap olduklarını,onun ise politik yanının bulunmaması sebebiyle bu işlerden hazzetmediğini, Mehmet Ağar’ın politikaya daha yatkın olduğunu,kibar nazik,zeki herkes tarafından sevilen,çok süratli hareket edebilen iyi polis denecek özelliklere sahip olduğunu,sivil sektörle çok yakın ilişkileri bulunduğunu,kendiliğinden koruma konularında onun daha öne çıktığını, Zeynep Özal ve Asım Ekren’in Antalyaya kaçmaları ve evlenmelerine ilişkin olaylarda Ekren’in İstanbuldaki aydınlık olmayan çevrelerle münasebetleri bilindiğinden evlenme olayının aile tarafından hiç istenmediğini,bu nedenle polisin koruma görevi altında Antalyaya gitmelerinin kontrol edildiğini,bu olayın Mehmet Ağarın Özallara yakın olmasını sağladığını, çünkü onu tanıdıklarını, Semra ve Turgut Özal ile çok yakın samimi olduğunu, âdeta onların emrinde, özel bir polis gibi olduğunu,Ankara Emniyet Müdürlüğüne terfian getirilmek istenildiğinde Bakanlar Kurulunda kendisinin karşı çıktığını,münasebetleri yönünden bu atamanın yanlışlığını anlattığını,ancak Turgut beyin dediğini yaparak, Ağarı Ankara Emniyet Müdürlüğüne getirdiğini,sonrada Ağar’ın kendisine gelerek,kendisinin aleyhinde olduğunu bilmesine rağmen,’emriniz varmı sayın Bakanım’ diye sorduğunu,bu tavrının da son derece hazımlı son derece sempatik ve olgun bir insan olduğunu gösterdiğini,

Hiram Abbas’a Emniyet Mit çekişmesinin sebebini sorduğunda,MİT’in bu mafyadan bilgi aldığını,hem uyuşturucu kaçakçılığı bakımından,hemde siyasî bakımlardan bilgi aldıklarını, Emniyetinde bilgi aldığını,Mafyanın dininin imanının para olduğunu,başka birşey düşünmediğini,ve terörle beslendiğini,silah kaçakçılığının onlara kar getirdiğini,onlarında hem sağ hem de sol teröriste silah temin edip,para kazandıklarını,bunları bildiklerini,bilgi aldıkları grupları da himaye ettiklerini,mafyanında hem poliste çeşitli guruplara,hem de istihbaratta çeşitli guruplara dayanmak ihtiyacını hissettiğini söylediğini,bunun kendisine çok ters geldiğini,sonradan bunu emniyetteki kişilere de teyid ettirdiğini,bunun sonucu olarak da Emniyet ve Mit arasındaki rekabetin doğurduğu başka bir platformun oluşmuş olduğunu,yani herkesin kendi mafyasını oluşturduğunu anladığını,Hiram beye ve emniyetteki kişilere,” siz ne yapıyorsunuz,adamları uyuşturucu ile yakalayınca görmüyormusunuz,iade mi ediyorsunuz?” dediğinde çok açık bilgi veremediklerini,biraz müsamahakar davrandıklarını söylediklerini, kendisinin de ”Mafyayı ikiye ayırdınız,bilgi aldıklarınızı müsamahaa ediyorsunuz, emniyetin mafyası ayrı Mitin mafyası ayrı,emniyetin içinde falanın mafyası var filanın mafyası var aynı şekilde mitin içinde falanın mafyası var filanın mafyası var bu ne biçim iş böyle kepazelik? “ dediğini, bunun üzerine konuyu Özal’a anlattığını,bilgi kaynağının olabileceğini,belirli kişilerin korunabileceğini,ama ekipleri korumaya kadar işin götürülmesinin sakıncalarını anlattığını,sonradan istihbarat raporunda da ,sorgulama raporunda da bunu teyid eder mahiyette Dündar Kılıç’ın polisin bir kısmını bu şekilde beslediğinin ortaya çıktığını,bu nedenle işin ciddiyeti yönüyle ilgili kişilerle görüştüğünü,bir müddet sonra mafya-polis, mafya-istihbaratçı ilişkisi halinde devam eder,probleme sebebiyet verir dediğini, nitekim, Mehmet Eymür-Atilla Aytek,Mehmet Ağar-Mehmet Eymür rekabeti halinde ortaya çıktığını,sonuçta 1987 tarihinde ki raporun ortaya çıkmasına kadar da bu rekabeti getirdiklerini,raporların hepsinin doğru olmadığını,özel hayatına kadar çok yakından tanıdığı Saffet Arıkan Bedük’e bile çamur atmalarının bunu gösterdiğini,bunu her tür rapora güvenmemek gerektiği için söylediğini,adamın kendine göre rapor yazdığını sonra da el altından bunu herkese dağıttığını,Çatlı ile ilişkisi olup olmadığını bilmediğini,

Milli İstihbarat Teşkilatının aslında devletin en önemli ve gerekli bütün ülkelerde olan bir teşkilatı olduğunu,MİT’in 1960 yıllarına kadar sivil kişiler tarafından yönetildiğini,27 Mayıs ihtilalinden sonra asker kişilerin eline geçtiğini, süreç içerisinde MİT Müsteşarlığının Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir kadro ve tayin makamı haline geldiğini ve bunun fevkalade yanlış olduğunu,bu kadronun Korgenerallerin tayin yeri haline geldiğini, tüm parti liderleriyle yaptığı konuşmalarda MİT Müsteşarlığının Başbakandan çok Genel Kurmay Başkanına bağlı ve yakın olduğunu değerlendirdiklerini,12 Mart ve 12 Eylül istihbaratını özel olarak yapmadığını söylediklerini, 12 Eylül döneminde bir tesadüf sonucunda arkadaşı olan bir kişinin bilgi vermesi üzerine öğrenmesine karşılık MİT’in tam bir sessizlik içerisinde olduğunu,buna karşılık,askeri sistemin bürokratik yapısının çok iyi çalışması sonucu kodlu olarak Başbakanlığa ertesi gün ihtilal yapacaklarını bildirdiklerini,bu nedenlerle de ne kadar Başbakana bağlı görülse de hiçbir şekilde Genel Kurmay’ın dışında kullanılamayacağını, ilk sivilleşme harekatının buradan başladığını,Müsteşarlığın boşaldığında önce Vecdi Gönül’ü, sonra Saffet Arıkan Bedük’ü yani sivil birisini bu göreve getirmek istediklerini, olmadığını, daha sonra teşkilattan olan Hiram Abbas’ı önerdiklerini ancak uygun görülmediğini, o zaman Teoman Koman Paşanın getirilmesi söz konusu olduğunu,kendisinin emekli olmasını ve bu teşkilatın başına getirilmesini istediklerini ancak onunla yapılan görüşmede asker olarak yükselmek istediğini,bunun içinde ordu komutanı olması gerektiğini ve kıta hizmetine çıkacağını,bu durumdu du en fazlaa 3 yıl için orada kalmasının söz konusu olduğunu ve atamanın yapıldığını,sivilleşme uzantısı olarak da Evren Paşa’dan Hiram Abbas’ı Müsteşar Yardımcılığına atama tavizini aldıklarını,onun atanması ile birlikte Nuri Gündeş’in kendisine gelerek ayrılmak istediğini söylediğini,ayrılmaması için ikna edemediğini,onun emekli olduğunu bunun dea içeride hizipleşme olduğunu gösterdiğini,Hiram Abbasın son derece gözüpek,dürüst ve namuslu ve canını feda etmekten çekinmeyen bir kişi olduğunu teşkilatın böyle yetişmiş elemanları varken,Çatlılara ya da benzeri kişilere ihtiyacı bulunmadığı düşüncesinde olduğunu,

Mit'te Teoman Koman Paşanın Turgut Beyle dostluğu zaviyesinde ilişkilerin yumuşatılmasıyla devam ettiğini,ancak istedikleri gibi sivilleştiremediklerini, Sönmez Köksal ‘ın gelmesi ile MİT’in sivilleşebildiğini,Dışişlerinde gerçekten kabiliyetli bir insan olduğunu, güvenlik dairesinden bilgisi bulunduğunu,o şekilde geldiğini ve gelmesinin de kendisince isabetli olduğunu,Sönmez beyin alt kadroda bir değişiklik yapmadığını aslında hem Emniyet Teşkilatının hem de Mit teşkilatının yenilenmeye ihtiyacı bulunduğunu,

Başbakanlık Teşkilat Kanunu’nun bir maddesine göre Başbakanlık Güvenlik Başkanlığı’nı kurduklarını, bu birimin tamamen bir değerlendirme ve istihbari bilgilerin koordine edildiği bir yer şeklinde olduğunu, icrai,operatif hiç bir yönünün bulunmadığını, Başbakanlık Güvenlik Kurulunun başına Rüştü Paşa’nın getirilmesinin sivilleşmeye mani bir durum olmadığını çünkü; onun antimilitarist bir kişi olduğunu burda Orduya karşı olduğu anlamında değil, militarizmi bir anti demokratik rejim olarak alma konusunda dediğini “The man on the horce back” isimli kitabı tercüme eden kişi olduğunu bunun sivillerin bile yapamayacağı bir şey olduğunu, döneminin birincisi olduğunu, Genel Kurmay Başkanı olması gerekir iken olamamış birisi olduğunu, bu sebepten bu işe getirildiğini,

Başbakanlık’ta ilk defa bir kripto servisi kurduklarını,çok gizli evrakların Başbakanlıkta toplanmasının son derece tesadüfü olması sebebiyle 5-6 kişilik bir ekip kurduklarını,bunların değerlendirme yaptığını,gizli evrakı muhafaza ettiklerini, arşivlediklerini,gerektiğinde kendilerine verdiklerini,ayrıca Başbakanlıkta MİT tarafından şifrelenen bir kasa bulunduğunu,bunun içerisine çok gizli,kripto evrakı,millî savunma ile ilgili evrakları özel olarak muhafaza ettiklerini,bundan Başbakanlık Güvenlik İşlerinin bilgisi olduğunu,

Batılı anlamda denetim ve teftiş,araştırma işlerinin yapılamaması sebebiyle bu tür işlerin ortaya çıktığı görüşüne aynen katıldığını,Emniyet teşkilatında Teftiş Kurulunun kızak yeri olarak kullanıldığını,kariyer sisteminin kesinlikle bulunmadığını,öncelikle bunun kurulması gerektiğini,birçok müfettişin fezleke yazmayı bile bilmediğini,orasının bilindiği gibi bir teftiş kurulu olmadığını,her devirin değişmesinde korunanların teftiş kuruluna, daha az korunanların APK.’na alındığını,Osmanlı’dan bu yana Emniyet Genel Müdürlüğüne getirilenlerin emniyet dışından olduğunu,emniyetçilerin Genel Müdürlüğe son zamanlarda tam bir sistemle hakim olduklarını,Mülki idaareden koptuklarını,ancak hem mülki idareye hemde TBMM’ne belli dönemde lüzumundan fazla bir şekilde geldiklerini.Emniyetçinin Emniyet Genel Müdürü olduğu dönem, bu son zamanlarda olduğunu,kadrosunun bile büyük kavgalarla kendisi tarafından Vali-Emniyet Müdürü olarak çıkarttığını,Vali olmadan Emniyet Genel Müdürü olunmasının önüne geçilmek istenildiğini,ancak emniyetçi klikin bu defada Vali olarak onu kırdığı ve Genel Müdürlüğe geldiğini,şu anda Genel Müdürlükte Alaattin Beyin bulunmasının son derece güzel bir şans olduğunu,mülki idareden geldiğini vce son derece dürüst olduğunu,dezavantajının Emniyet hakkındaki genel bilgisizliği olduğunu,

Emniyette Pol-Der ve Pol-Bir klikleşmesinin Devlete faturasının çok fazla pahalıya mal olduğunu,Emniyetin Mülki İdarenin kendisine müdahalesinden çok sıkıntı duyduğunu,ve bunu hep dile getirdiklerini,polisin kirlenmesi durumlarında Mülki İdareden takviye alınmak gerektiğini, Mülki İdareden Emniyete gidenlerin hep dışlandığını,bunları korumak içinde sonradan bunların Vali yapılmasının gerektiğini ve hepsinin Vali yapıldığını,Bu uygulamalarla karşılaşılmaması için orta bir sistem gerektiğini,poliste kalitenin artmış olduğunu,polisin kalitesinin ve teçhizatlanmasının gerektiğini,polis müfettişinin meslekten yetişmesinin sağlanması,polisteki kadroyu kırmadan mülki idareden polise doğru gelme olması gerektiğini,polisten mülki idareye eleman alınırken çok dikkatli ve cimri davranılması gerektiğini,polisin hemen büyük bir il valisi olması halinde bir netice alınamayacağını,

Emniyette Narkotiğin çok iyi işleyen bir teşkilat olduğunu,dünyanın en iyi narkotikçilerinin Türkiyede olduğunu,interpolünde bunu kabul ettiğini,Türkiyenin uyuşturucu kaçakçılığını devlet çerçevesinde düşünmediğini,bunun Türkiyeye çok büyük bir haksızlık olacağını,Susurluk meselesinin istismar edilmesinin Türkiyeyi terörist devlet ilan edilmesi aşamasına getirdiğini,tabii ki Ermeni Anıtını Abdullah Çatlıya dinamitlettirildiğinin söylenmesinin buna neden olduğunu,işi bu hale getirmenin ihanete varan bir yanlışlık olduğunu,Türkiyenin bir mafya devleti olamıyacağını,hiç bir zamanda olmadığını,Türkiyenin sadece 12 eylül döneminde kendi içinde bir hesaplaşmaya girdiğini,yanlış yaptığını,şu anda Türkiyenin bir hukuk devleti olduğunu ve iftiralara da karşı çıkmaak lazım geldiğini,

Türkiyenin bütün narkotik maddelerin uyuşturucu maddelerin üzerinden geçtiği en büyük köprü olduğunu,buna rağmen Türkiyenin devamlı olarak mücadele verdiğini,eğer Türkiye bir başka türlü devlet olsaydı,50 milyar dolardan fazla böyle bir avantajla çok daha değişik noktalara gelebilecek ekonomik güç sağlayabileceğini söylediğini,arkotik polisinin şevkini kırmadan,polisle mafyanın ilişkilerinin çok ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi gerektiğini,mafyadan bilgide,istihbaratta alınabileceğini,ancak korunmasının yanlış bir şey olduğunu,mümkün mertebe öldürülmesi gerektiğini,bu işin devletin üst kademelerine kadar gelmiş veya belirli ideolojik görüşteki kişilerin çete şeklinde kullaanılması haline dönüşmüşse,bunun da üzerine gidilmesi gerektiğini,

Önce karşı çıktığı sonra kabul ettiği Aadnan Kahvecinin önerisi olarak gelen pişmanlık yasası kanununu çıkardıklarını,bununla hem teröristin terörüne maani olunacağını,hem de onun istihbaratının elde edilebileceğini düşündüklerini,bu şekilde hem sol hemde sağ guruptan insanların bu konuda kullanıldıklarını,bu kullanımın bir örgüt şeklinde olmadığını,münferit olarak kullanıldıklarını,istihbaratın alındığını ancak operasyonlara daahil edilmediklerini,sadece geçmişte yaptıkları işlerin bilgisinin alındığını,sonradan bu kişilerin,pişmanlıktan yararlananların, emniyet ve istihbarat teşkilatlarının içlerinde de kullanılmadığını,

Örtülü ödeneğin nasıl kullanıldığını biraz bildiğini,belirli dönemlerde o dönemlerde de böyle özel kişilere operasyon yapsın diye örtülü ödenekten bir para verilmediğini,

Mit raporlarının tüm gönderilen yerlere aynı nitelikte gönderildiğine inandığını, Susurluk meselesinde esas bilgilerin MİT tarafından verildiğinin aşikar olduğunu bir bakıma Emniyet Genel Müdürlüğünü karşısına aldığını ve kendisine göre bir maç kazandığını, bunların dış ülkelerde de olduğunu bu tür olayların asgariye indirmek gerektiğini, Sayın Demirel’in son dönemi ve Sayın Özal’ın Başbakanlığı dönemlerinde bu şekilde bir mafya ilişkisinin örgüt kuracak seviyede olduğu kanaatinde olup olmadığını, şu anda ise böyle bir örgütün olduğu ve kullanıldığı konusunda hiç bir bilgisinin bulunmadığını, son dönemde devletin dışında olduğunu,

1990 yılında Nerden Buldun Kanunu diye bilinen 3628 Sayılı Mal Bildirimi Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu çıkarttıklarını, bu kanun sonradan Özal’ın da biraz baskısı ile çok değiştiğini, zaten Özal’ın da bunun çıkmasını istemediğini, kanunun şu anda güya yürürlükte olduğunu, ama hiç bir şekilde uygulanmadığını, bu kanun bütün Türkiye için işletilmesi gerektiğini, kayıt dışı ekonominin Türkiyede çok büyük hudutlara vardığını, ekonominin neredeyse 3’te birine kadar uzandığını, ayrıca Türkiyede mafya tipi olaylardan elde edilen bilhassa kumardan çok büyük kazançlar olduğunu, böyle bir paranın döndüğü bir ekonomide polisi ne yaparsanız yapın, bunun dışında tutmanın çok zor olduğunu, çünkü paraların çok büyük paralar olduğunu, hiç değilse polise halen yürürlükte olan yasanın uygulanması gerektiğini ve bu suretle servet değişiklikleri çok yakından takip etmek gerektiğini, çok ciddi bir denetleme sistemi getirmek sureti ile ekonominin kontrol altında tutulması gerektiğini,

İstanbul’un çok özel bir proje olarak masaya yatırmak gerektiğini, polise verilen para ile orada dönen paraların hiç bir irtibatının bulunmadığını, yüksek para vermek ile de bunun halledilebileceğine inanmadığını, Gümrük konusunda bir bakanın istifasına neden olan konuda olanların herkes tarafından bilindiğini, büyük bir skandal patladığını, ama bu arada Kapıkulenin de temizlendiğini,

Turgut Özal’a suikast yapıldıktan sonra konunun çok araştırıldığını, en yakın akrabalarından hatta arkadaşlarından bile şüphelendiğini yani bunu bir iktidar kavgası olarak da değerlendirdiğini, tabii sonunda yakınları ile ilgili şüphelerinden vazgeçtiğini, bir kaç defa bu işin karını tıkadığı bir takım çevrelerin mafya marifeti ile yaptırdığı bir iş olarak gördüğünü söylediğini, ancak onun da tam sonuca ermiş bir halini görmediğini, kullanılma meselesi olabileceğini, bunun arkasında polis yada herhangi bir güvenlik gücünün olduğu kanaatinde bulunmadığını, mafya birimi olabileceğini, bunlardan birisi menfaate haleldar olan birinin verdiği para ile bunu yapabileceği, ama kendisinin böyle bir şey söylemediğini ve onunda kafasında net bir şey bulunmadığını, Turgut bey’in ölümünden sonra öldürüldüğüne ilişkin iddialara inanmadığını, böyle bir şeyin olmasının mümkün olmadığını, bunların biraz komplo teorileri olduğunu,

Ergenekon Örgütü diye bir örgütten bilgisi olmadığını,

Uğur Mumcu öldürülüşünden birkaç gün önce, uyuşturucu madde kaçakcılığı artık tamamen PKK’ya kaydırıldığını beyan ettiğini, dolayısı ile kendisinin asker ve sivil Emniyet Mensuplarının PKK’ya üst seviyede kaçakçılık için yardım ettiği kanaatinde olmadığını,

Sınır güvenliği konusu ile yıllarca uğraştığını, Irak sınırını bir türlü çizemediğini, Suriye sınırını çok yanlış çizdiklerini, sınırın mayınlar ile doldurulup haritasını da kaybettikten sonra birçok insanın o yerlerde sakat kaldığını, aslında bize ait milyonlarca dönüm arazinin birinci sınıf tarım toprağının orada bomboş durduğunu, Irak’taki fiziki zorlukların sebebi ile sınır çizilmesinde çok büyük zorluklar çıktığını,

Türkiye’de siyasî partilerin mali kaynaklarının çok ciddi şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini, Türkiye’de siyasal partilerin denetlenemediğini, Anayasa Mahkemesinin denetiminin çok yetersiz olduğunu, denetim bile sayılamayacağını, Mahkemenin denetim elemanının da bulunmadığını, Yargıtay Başsavcılığının ise bu konuda yani mali yönden denetim yaptırmadığını, siyasal partilerin hazineden bile aldıkları paranın trilyonları bulduğunu ancak, bunların tek olarak denetimi olmayan kuruluşlar olduğunu, Vali ve Güvenlik Güçleri ile konuştuğunu, Güneydoğu hadisesinin altında çok büyük menfaatler yattığını, Parlementer Hükümete kadar uzanan menfaatler olduğunu, çok ciddi şekilde Güneydoğu için kullanılmak üzere alınan silahların hangi kaynaklardan geldiğini, nasıl alındığını, kimlere ne şekilde verildiğinin incelenmesi gerektiğini, Güneydoğuda olayların devam etmesinden menfaatlenen çok üst seviyeli kişiler olduğunu bildiğini, mahalli olarak aşiretler, şeyhlikler, hakim sınıflar sistemi ile menfaat bağları olduğunu, oyların alınıp satıldığı, bunun da siyasî yozlaşmayı yarattığını, çünkü bu işin ekonomik bir sektör haline geldiğini, örneğin; Bakırköy Belediyesinde meclis üyeliklerinin ilk beş sırasına girmek için ödenmesi gereken paranın 3-5 milyar arasında değiştiğini, seçildikten sonra da bunun on mislini, yüz mislini çıkarttığı, siyasî partilerin artık Türkiyede en verimli işletmecilerinin bulunduğu yerler olduğunu,

Siyasal ekonomik bağlamdaki ilişkilerin varlığını ortadan kaldırmak için ANAP’ta beş yıl bu işin mücadelesini yaptığını, mesela hayali ihracaatın cezasının ekonomik suç olduğu için ekonomik olması gerektiğine karşı çıktığını, bu kokuşmuşluğun başının da ANAP olduğunu düşündüğünü, ANAP’tan ayrılmasının asıl sebebinin de bu olduğunu ancak; ANAP’tan sonra gelenlerinde onu aratır olduklarını,

Bu komisyon üyelerinin hiç birinin bu işlere karışmamış olması, en az hakkında şaibeler olan kimseler olmasının da bir teminat olduğunu, başta komisyon başkanı olmak üzere bu olayın Türk devletinin kendisi ile hesaplaşabilmesi olduğunu, Sayın Demirel’in de bu konuya girmesi gerektiğini, Ancak koalisyon menfaatleri ve siyasî menfaatlerin buna mani olduğunu, siyasî menfaatlerin bir tarafa bırakılması sözkonusu olmadan, bu işin tam üstüne gidilmesinin mümkün olamayacağını, herkesin kendine göre sorunları olduğunu, o sorunun karşı tarafla dengelendiğini, karşılıklı anlaşmalar olduğunu, bunun ihtilal idarelerinde hiç olmadığını, ihtilal yönetimlerinin en fazla yolsuzluğun olduğu dönemler olduğu, çünkü hesap soran kimsenin bulunmadığı, Millet Meclisine para kazanmak için değil, hizmet için girmeye başlanılması gerektiğini, halbuki şu anda parlamento dahil herkesin malı götürmek için bu işi diyet borcu ödemek için yaptıkları, onun için daha iyi bir sistem kurulması gerektiğini, Emniyette yapılan operasyonun çok yerinde olduğunu, Meral Akşener’in dürüst bir insan olduğuna inandığını, Koalisyon yıkılmasın diye kimsenin kolay, kolay bu işlere göz yummayacak hale geldiğini, bunun da güzel bir şey olduğunu,

1986 Ağustos ayında Mardin Dargeçit’te çıkan bir olayda güvenlik güçlerinin olayın üzerine gitmek için sabahı beklediklerini ve vazifelerini ihmal ettiklerini, konunun basına da bu şekilde geçtiğini, bunu yapanların Jandarma olduğu, Turgut bey’in çok üzüldüğünü ve bu tam bir rezalet buna bir şey yapmamız lazım diyerek kendisini çağırdığını, Genel Kurmay Başkanına sorayım mı? dediğini, kendisinin de Genel Kurmay Başkanlığına yazalım ve hesap soralım dediğini ve bu konuda yazılan yazıda “Basına intikal eden Mülki İdari ve Emniyet kaynaklarından alınan değerlendirmelerde Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı birliklerin olay yerine zamanında varmadığı, ulaşmak için sabahı bekledikleri ve görevlerini ihmal ettikleri intibaı uyanmıştır, bu konuda soruşturma yapılarak sonucun bildirilmesine, olay sabit olmuşsa ilgililer hakkında gereken cezaların verilmesi ve bize bildirilmesi” şeklinde ifade kullanıldığını, Genel Kurmay Başkanı Necdet Uruğ Paşa’nın bu işi ele alıp çok ciddi şekilde komisyon kurduğunu, araştırmayı yapıp, sonucu bildirdiğini, verilen cevabın daha çok sudan bir cevap olduğunu, ama ilk defa onlara sorumluluklarının hatırlatıldığı, PKK konusunda polisin bu işi karışmasına sempati ile bakmadıklarını, halbuki kendilerine Jandarma bu konuda yeterli olmadığı kanaatinde olduklarını halen de aynı kanaatinin devam ettiğini,

Teoman Paşa’ya göre özel timin bunlarla anlaştığı hatta kendini sattığı bu yüzdende bu işin devam ettiğini söylediğini, ancak kırsalın kontrolünün Silahlı Kuvvetlerinin elinde olması sebebi ile Özel Tim’in operasyona çıkabilmesinin ancak Asker tarafından verilecek talimatla mümkün olabildiğini,

Türkiye’de Olağanüstü Hal Bölgesinin çok yanlış ilan edildiğini Evren Paşa’ya çıktığını ve kendisine “Kürt Haritasını çiziyorsunuz” dediğini, Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinin çok yanlış bir sistem olduğunu, sömürge valiliği gibi anlaşıldığını, bunun son derece yanlış olduğunu, anlattığını, Turgut Bey’e de, Evren Paşa’ya da kabul ettiremediğini, ondan sonrada bu konunun müesseseleştiğini, Korucu sistemini dikkate alırsak 70 bin adamın dağdan daha sonra nasıl aşağı indirileceğinin düşünülmesi gerektiğini, kimin PKK’ya kimin Türkiye Cumhuriyetine çalıştığının belli olmadığını, bir sürü para aldıklarını, devletin silah ve mermisini kullandıklarını ancak, sistemin hemen kalkması halinde, oranın yine çökeceğini,

Milli İstihbarat Teşkilatının kendi dönemlerinden önce, sadece Bütçe Ödenekleri sebebi ile Başbakanlığa bütçesini getiren, onu onaylattırıp kabulden sonra teşekkür eden teşkilat olduğunu, Türkiyede Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı hesaplarının Sayıştay da incelenmediğini,

Silahlı Kuvvetlere %72 oranında zam yapılmasının çok kötü bir rüşvet olduğunu, askerinde bu rüşveti Tank ile cevaplandırdığını, ancak Hükümetin tüm bürokrasiyi bozduğunu, ücret sisteminin aynı zamanda bürokrasinin yapısı ile çok yakından ilgili olduğunu, 657 sayılı kanunun rütbelere ve mevkilere göre hesaplanmış ve bunların fonksiyonu ile ilişkilendirilmiş bir yapıda olduğunu, ihtilal sonrası 1983’ten sonra en büyük sorunun Başbakanlık Müsteşarlığı ve diğer Müsteşarların asker bürokrasideki karşılarındaki kişilerin yerlerini tesbit etmekte çıktığını, hem protokol listesinde, hem de 657 de bunun böyle olduğunu, o zamanlar Başbakanlık Müsteşarını, Tuğ Generallikten alıp, Orgeneralliğe getirdiklerini, şimdi yapılan bu işle, Başbakanlık Müsteşarlığının, Yarbay seviyesine indirildiğini, sadece onların değil Genel Müdürlerin, Valilerin de ona göre aşağı doğru indiğini,

Jandarmanın Devlette çok büyük bir problem olduğunu, bir yandan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, dördüncü kuvveti olarak telakki edilirken, diğer taraftan da İçişleri Bakanlığına bağlı olduğunu, böyle bir şeyin olamayacağını, Jandarmanın Silahlı Kuvvetler olmaktan çıkarılması gerektiğini, sivil bürokrasinin mağduriyetini süratli bir şekilde giderilmesi gerektiğini,

Emniyet Genel Müdürü Saffet Arıkan bey’in polise mümkün olduğu kadar daha fazla yetki almak istediğini, Özal’ı da bu konuda ikna ettiğini, polisin yetkisizliğini, birçok problemlere sebebiyet verdiğini bildiğini, ancak, yetkilerin mümkün olduğu kadar daha darlaştırıcı, daha demokratik bir çerçevede olmasına çalıştığını, anti demokratik rejimlerde güvenlik güçlerinin çok daha rahat dolaşacağını halbuki demokrasilerde polisin işinin çok zor olduğunu, burada önemli olanın, mümkün olduğu kadar az yetki ile, çok iş başarmak olduğunu bunun da hukuk devletinin meşruiyet sınırı olduğunu,

Mehmet Eymür ve Mehmet Ağar’ın konuta yakın 2 kişi olmalarına rağmen hesaplaşmaya girmelerinden karışık bir durum ortaya çıktığını, Mehmet Eymür’ün bu olaylardan sonra görevden alınmasına rağmen, Sayın Çiller’in Başbakan olduğu dönemde Sönmez Köksal’a tavsiye edilerek, aynı yere getirilmiş olmasının da dikkat çekici olduğunu,

Türkiye de maalesef hakkında yolsuzluk iddiaları bulunan birçok kişinin bu husus bilinmesine rağmen, bazı göreve gelmeleri ve gelmeye de devam etmelerinin sözkonusu olduğunu, bunda birçok faktörün rol oynamasına karşılık, anlaşıldığı kadarı ile bu kişilerin kulis yapma kabiliyetleri, hulul etme kabiliyetleri hatta kendisini o makama getirenlere bazı menfaatler sağlamalarının, bunda etkin olduğunu, bunun hissedilebildiğini,

1984 yılında ki Turgut bey ile 1987 yılından sonraki Turgut bey’in farklı olduğunu, etrafının sarılmış olduğunu, o tarihten sonra etrafından kendisinin ayrıldığını, dolayısı ile Ahmet’in arkadaşlarının piyasaya girdiğini, Bülent Şemiler hadisesinin bu konuda tam bir rezalet olduğunu, Coşkun Ulusoy’un Ziraat Bankası NewYork şubesine sıra memuru olarak girmek için müraacat ettiği sene 6 ay sonra Ziraat Bankası Genel Müdürü yapıldığı, 6 ay önce ehliyetsizliğinden dolayı sıra memuru olarak NewYork şubesine alınmadığını, benzeri pek çok olay olduğunu, bürokratların da o dönemden sonra bu tür işlere çok alıştığını, 50 yaşına kadar yanlış iş yapmadığına rahatlıkla yemin edebileceği kişilerin, 50 yaşından sonra hırsız olarak karşılarına çıktığını, 50 yaşından sonra Bakan olmuş insanların gözlerinin önünde çalmaya başladıklarını,

Bürokratik atamalar konusunda, bir dönemde Sayın Çiller’in eşi kendisine yakın ne kadar bürokrat var ise onların tayinini yaptırdığını, bunu arkadaşlarından duyduğunu, buraya nasıl geldin diye sorduğunda, Özer bey ile oturduk konuştuk, anlaştık, geldim diye beyanda bulunduklarını, hiçbirisinin Sayın Çiller’den bahsetmediğini,

Hayali ihracat konusunda Özal ile birkaç defa münakaşa ettiğini, hayali ihracat’ın bir bakıma ele alındığında Türkiye’ye döviz girmesi yönünden faydalı olduğunu, ancak hayali ihracaat kadar, hayali ithalatın da meydana gelmeye başladığını, listenin başında Mehmet Ali Yılmaz’ın bulunduğunu, konuyu Sayın Demirel’e arz ettiklerini, listenin başında Mehmet Ali Yılmaz’ı görünce onun başka bir Mehmet Ali Yılmaz olduğunun söylenmesi üzerine nüfus müdürlüğünden konuyu ispat ettikleri, daha sonra Mahmut Öztürk’ün çalışmalarından sonra bunun etkisi ile Mehmet Ali Yılmaz’ın kabine dışı kaldığını, ancak Sayın Çiller’in Başbakan olduğunda Mehmet Ali Yılmaz’ı tekrar bütün bu bilgiler çerçevesinde Bakan yapabildiğini, Mehmet Ali Yılmaz’ın aklanmadığı, Şirketi ile hayali ihracat suçu işlediğini,

1990’lı yıllardan itibaren polisin elinde müthiş bir kudret olduğunu, PKK ile mücadele olduğunu, kumarhanelerin kurulduğu, bu kepazeliğinde ANAP döneminin yüz karası olduğunu, maalesef Türkiyede kumarhanelerin kapatılacağı yerde, Turizm Bakanlığı’nın CHP’nin elinde olduğu dönemde aynı temaüllerin devam ettiği, Refah Partisinin kumara karşı olduğu açık olduğu halde, aynı temaülünün olduğu, Türkiyede kumarhanelerin tamamen kapatılmasının bir şey kaybettirmeyeceğini, çünkü buralardan elde edilen paraların büyük bir bölümünün dışarı kaçtığını, PKK’ya yardım ediyor diye Topal’ı vurmanın gereği olmadığını , onu takip edip PKK’ya para transferine mani olunduğunda gizliden gidilip, adamın vurulmasına ihtiyaç kalmayacağını, hukuk devletinde işin böyle yapılması gerektiğini,

Ahmet Karaevli’nin Oral Çelik’in 1984 yılında uyuşturucu kaçakcısı olarak tutuklanması üzerine İsviçreye gidip,ilgili makamlarla görüşerek ondan kurtaran kişi olduğu hususunda bir bilgisi bulunmadığını,ancak şimdi sorulduğunda ilk aklına gelen ismin o olduğunu,görevden alınma sebebinin Kemal Horzum ile İsviçrede buluştuklarının tespiti,Antalyada hayali ihracaat yapan bir gemiye el konulması sebeblerine dayalı olarak görevden alındığını,Turgut Beyin en büyük endişesinin hayali ihracaat sebebiyle ihracaatın durabileceği ve ekonominin bozulabileceği hususu olduğunu,

Kendisi ile iddia edilen hususun hukuk önünde ortaya çıktığını,aşk ilişkisinin ve kripto meselesinin olmadığının yargı kararı ile kesinleştiğini,bu dava sonunda 3 DGM Başkanının Yargıtay üyesi olmayı başardığını,davayı uzatmaları karşılığı yargıtay üyesi yapılacaklarının taaahhüt edildiğini ve yapıldıklarını,son kararı veren DGM Başkanının da Konya Devlet Güvenlik Maahkemesine üye olarak sürüldüğünü,Yargıtaydan da bu konuda karar geldiğini,bu konunun tamamen Türk siyasetinin,idaresinin hatta yargısının bir yüzkarası olarak tarihe geçtiğini,

Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığının yurtdışındaki işçi sorunlarıyla ilgili Bakanlar seviyesinde bir koordinasyon komisyonunun olduğunu,Burada yurtdışındaki vatandaşlara sahip çıkma şeklinde çalışmalar yapıldığını, TİB’in bundan başka Türkiye üzerinde Ermeni-Rum tezviratına karşı savunma konusundaki psikolojik Hareket Projesi ve benzeri projelerin bulunduğunu,Türk vatandaşı işçilerin diğer dinlerin misyoner faaliyetlerine maruz kaldığı konusundaki ciddi iddialar üzerine Diyanet İşleri Başkanlığınca DİTİB teşkilatlarının kurulduğunu,bunun gizliliği olan bir proje olduğunu belirtmiştir.(Ek:188)

16-Hanefi AVCI 4.2.1997 tarihli ifadesinde;

PKK’nın ciddi eylemleri üzerine, Devletin PKK mensuplarına ve PKK’ya büyük destek veren kişilere karşı hukuki olarak yeterince mücadele edemediğini düşünen bazı devlet görevlilerinin hukuk dışı bir anlayışla görev yapmak gerektiğine inanmaya başladıklarını ve ilk defa Güneydoğu’da JİTEM görevlisi Cem ERSEVER’in bu tür faaliyetler içerisine girdiğini ve bunu takiben özellikle İstanbul da PKK’ya önemli ölçüde maddi yardımda bulunan finans çevreleri ve uyuşturucu kaçakçılarına karşı yasal mücadele yapılamadığı anlayışı ile illegal çalışacak gruplar oluşturulması ve illegal mücadele edilmesi düşüncesiyle Emniyet, MİT ve Jandarma içinde böyle grupların oluşturulduğunu ve eylemlerin başlatıldığını, neticede PKK’nın ve diğer örgütlerin destekçisi aktif unsurların susturulduğunu, daha sonra faaliyet gösterilecek zemin kalmayınca resmi görevli ve sivil kişilerden teşekkül ettirilmiş olan bu grupların kendilerine menfaat temini uğruna mafya türü birtakım yasadışı faaliyetlere giriştiklerini,

Bu grupların Emniyet, Mit ve Jitem içerisinde ayrı ayrı oluştuğunu, Emniyet içerisinde Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’a bağlı Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim ŞAHİN’in başkanlığında özel harekatçılardan ve Korkut EKEN’e bağlı sivillerden, MİT içinde Mehmet EYMÜR’e bağlı özel harpten geçmiş subaylar ile aşırı ülkücü ve mafya denen insanlardan, JİTEM içinde kendilerine bağlı kişilerden teşekkül ettiğini, Behçet CANTÜRK, Savaş BULDAN ve beraberinde gelişen beş-on eylemin ve bazı bombalama eylemlerinin bunlar tarafından yapıldığını, bunlara normal Polis ve Jandarmanın müdahale edemediğini, bunların zengin işadamlarına müdahale ettiklerini ve haraca bağladıklarını, bir kısmının basına intikal ettiği halde çok büyük kısmının intikal etmediği ve bu grupların denetlenemez hale geldiğini, YEŞİL denilen kişinin önceleri Jandarma tarafından Güneydoğu’da eleman olarak kullanılırken daha sonra bu gruplar içinde en büyük para tahsilatçısına dönüştüğünü, YEŞİL’in şu anda MİT içinde Mehmet EYMÜR ve arkadaşları tarafından resmen eleman olarak kullanıldığını, Ege Bölgesinde JİTEM’e bağlı Yüzbaşı Sinan YAŞAR ve bazı assubayların mafya işlerine giriştiklerini, bunların ve Ankara Jandarma İstihbarat görevlisi binbaşı Ali YILDIZ’ın mafya örgütleriyle de görüşerek menfaat temin ettiklerini, Kocaeli Jandarma Alay Komutanı Veli KÜÇÜK’ün mafyacılarla sıkı diyaloğunun olduğunu, Nurullah Tevfik AĞANSOY’un yurtdışına kaçırılışını MİT görevlisi Yavuz ATAÇ’ın organize ettiğini, Alaattin ÇAKICI ve adamlarına MİT tarafından yardımcı olunduğunu,

Bursalı işadamı Erol EVCİL’in Alaattin ÇAKICI’yı birkaç defa kiralayarak eylemlerde kullandığını, son defa da banka açmak istemesine mani olanları etkisiz hale getirmesi için iki milyon dolara anlaştığını, ÇAKICI’nın durumu MİT görevlisi Yavuz’a anlatarak birlikte plan yaptıklarını, Kocaeli çetesi olarak basına yansıyan Hadi ÖZCAN’ın sürekli MİT ile görüştüğünü, MİT görevlisi assubay Duran FIRAT’ın EYMÜR’ün temsilcisi ve kirli işleri ile ilgili olarak bütün mafyacılarla irtibatta olduğu ve ayak işlerini yaptığını,

Tarık ÜMİT olayı ve Mehmet Ali YAPRAK’ın kaçırılması olaylarında Mehmet AĞAR ve Mehmet EYMÜR’e bağlı gruplar arasında anlaşmazlık çıktığını,

Emniyet ile MİT arasında aslında bir çekişme olmadığını, olayın özünde Mehmet AĞAR’la Mehmet EYMÜR’ün çelişkisi bulunduğunu, ancak bunun kendilerine bağlı mafya gruplarına yansıdığını ve bunların birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını,

İtirafçı Mustafa DENİZ üzerinde çıkan silah taşıma belgesinin yapılan görüşmeler sonunda kendisine yardımcı olmak amacıyla bir idari tasarruf olarak kendisi tarafından düzenlendiğini ve tabancanın Mustafa DENİZ’in Jandarma eri olarak görev yaptığı karargah bölüğünün resmi tabancası olduğunu, daha sonra kendisine taşıma ruhsatlı özel tabanca alıp bu tabancayı iade ettiği halde düzenlenmiş olan belgenin alınmamış olduğunu, Cem ERSEVER’in öldürülmesi olayının o zamanki Habur Gümrük Müdürü Ali BALKAN’ın Şoförü KEMAL’in yakalanması halinde aydınlatılabileceğini,

Orhan TAŞANLAR’ın İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gelirken bugün bilinen suçlardan ve rüşvet suçundan yakalanıp yargılanmakta olan personeli beraberinde getirdiğini, bunlarla İzmir Emniyet Müdürlüğünde birlikte çalıştığını, bunları İzmir’den Ankara’ya ve Ankara’dan da İstanbul’a tayin ettirdiğini, İstanbul’da bunların bu olaylara karıştıklarını, Orhan beyin belli bir grup siyasî tarafından İstanbul’a getirildiğini, İstanbul’dan Bursa Valiliğine gönderilmesinde kendi ifade ettiği gibi kumar mafyasının rolü bulunduğunu zannetmediğin belirtmiştir.(Ek:189)

17- EMİN ASLAN 30.1.1997 tarihli ifadesinde;

Yaşar ÖZ’ün pasaport işlemlerinin çabuklaştırılması için zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’ın talimat verdiğini, konunun basında çıktıktan sonra kendisi ile görüştüğünde “gerektiğinde ben onunla ilgili açıklamayı yapacağım, o talimatı zamanında ben size vermiştim” dediğini, Yaşar ÖZ ve Tarık ÜMİT’i Emniyet Genel Müdürü Özel Kaleminde gördüğünü belirtmiştir. (Ek:190)

18- MEHMET AĞAR 16.1.1997 tarihli ifadesinde;

Emniyet Genel Müdürlüğü görevine tayin olduğu vakit Türkiye’nin en önemli meselesinin terörle mücadele olduğunu, turistik bölgelerimizdeki patlama eylemleri sonucu turizmde büyük çöküntü olduğunu, Güneydoğunun dışında büyük şehirlerimizde öldürme ve patlama olaylarının devam ettiğini, yeni çalışma düzeni kurarak istihbarat ve terörle mücadele birimleri ile eğitim çalışmalarına ağırlık verdiklerini, teçhizatlanmayı artırdıklarını ve bunların neticesinde de göreve başlamasından bir yıl kadar sonra terör ve önemli asayiş olaylarında yüzde 95 civarında düşme olduğunu, bazı bölgelerde sıfırlandığını,

Hakkında ortaya çıkan bazı kişilere usulsüz silah taşıma belgesi, kimlik, yeşil pasaport tanzim edilmesi gibi iddialarla ilgili olarak mahkemelere intikal etmiş konular olması ve Anayasanın 138. maddesi gereği bilgi vermesinin mümkün olmadığını,

Ömer Lütfi Topal’ın failleri olarak ihbar üzerine İstanbul emniyet Müdürlüğünce alınan özel tim polislerinin Emniyet Müdürü tarafından konunun kendisine anlatılıp serbest bırakacaklarını söylemesi ve bunları bir de kendi Daire Başkanlığının tetkik etmesinin ve hassasiyetle üzerinde durulmasının uygun olacağı görüşüne varmaları üzerine Ankara’ya getirttiğini,

Uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin BAYBAŞİN’in 1983 yılında İstanbul İkinci Şube Müdürü iken zorla senet imzalatma ve gasp suçundan yakalayıp tevkif ettirmesi yüzünden MED TV’de hakkında iftiralarda bulunduğunu,

1988 MİT Raporunda adının geçmesi üzerine zamanın emniyet Genel Müdürüne ve Başbakanına hakkında tahkikat açılması için müracaatta bulunmasına rağmen açılmadığını Başbakanlık Teftiş Kurulunca yapılan tahkikat hitamında da iddiaların aslı çıkmadığını belirtmiştir. (Ek:191)

19- DOĞU PERİNÇEK 24.12.1996 tarihli ifadesinde;

1981 yılında Abdullah ÇATLI ile MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram ABBAS’ın buluştuğunu ve kendisinin bunu çok anlamlı bulduğunu, çünkü Türkiye’nin 12 Eylül’e bir istikrarsızlaştırma operasyonu ile getirildiğini, 12 Eylül günü CIA Ortadoğu İstasyon Şefi Paul HENZE’nin Amerika’ya, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarımızı kastederek “Our boys have done” (bizin oğlanlar bu işi becerdi) şeklinde mesaj çekmesinin 12 Eylül’ün tamamen Amerikan Devleti tarafından planlandığını gösterdiğini, 12 Eylül öncesindeki olaylarda CIA ve Amerikan faaliyetlerini aramak gerektiğini ve bunda Abdullah ÇATLI’nın özel bir rolünün gözüktüğünü, Hiram ABBAS ve Mehmet EYMÜR’ün CIA’nın MİT içindeki elemanları olduklarını, ÇATLI ve arkadaşlarının Amerika’ya götürülerek CIA’de eğitimden geçirildiklerini, ÇATLI’nın İsviçre Bostadelle Cezaevinden eroin kaçakçılığından mahkum olduğu ve infazı bitmediği halde CIA tarafından çıkarıldığı, ÇATLI ekibinin 1981’den sonra doğrudan doğruya Amerika’nın kontrolü altına girdiklerini ve buna bağlı olarak da Tansu ÇİLLER ve Özer ÇİLLER ile irtibatlandıklarını, kendilerinin buna Çiller Özel Örgütü dediklerini, bu örgütün; birinci olarak Amerika Birleşik Devletlerinin bir yeraltı faaliyeti olarak gördükleri Azerbaycan Darbesi olayına giriştiğini, halbuki Haydar Aliyev’i devirmekte Türkiye’nin hiçbir çıkarı bulunmadığını, o zamanki Başbakan Tansu ÇİLLER’in bu darbe faaliyeti içinde yer aldığını ve bunun da ÇATLI’larla Tansu ÇİLLER arasındaki bağlantının kanıtlarından olduğunu,

Özel bir görüşmede Haydar ALİYEV’in ÇİLLER bu darbede var mı sorusuna “ÇİLLER bugün Türkiye’nin Başbakan Yardımcısı, bunu açıklayıp Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini bir krize sokamam ki” cevabını verdiğini,

İkinci olarak, Çeçenistan’a silah ve adam gönderdiğini, bunun neticesinde Rusya Başkanının Moskova’da basını toplayarak “Türkiye Çeçenistan’a silah ve adam yolluyor, onların da kürt meselesi var, biz de onu mu karıştıralım” diyerek Türkiye’yi tehdit ettiğini ve bundan sonra PKK’nın Moskova’da bürosunu kurduğunu, Türkiye’nin Çeçenistan’ı, Rusya’nın da kürt meselesini karıştırmasının sadece Ameriya’ya yarayacağını, Amerika’nın böylece her iki devleti kontrol edeceğini, bunun da Orta Asya doğalgaz ve petrol boru hatlarıyla ilgili olduğunu, Rusya ile Türkiye’nin sürtüşmesiyle bu boru hatlarının Amerika’nın tam denetimi altına gireceğini,

Üçüncü olarak, İran’la savaşı kışkırtmak istediğini, İran’ın başında kim olursa olsun, Türkiye’nin İran’la dost olmaya mecbur olduğunu, Abdullah ÖCALAN ile görüşmesinde, kendisine “biz İran tarafından korunuyoruz” diye İran tarafından korunduklarını kendisine beyan ettiğini, Amerika’nın Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Pentagon ve CIA’ye yakın yarı resmi organlardan izlediği tespitlere göre, sürekli bir Türkiye-İran çatışması senaryosunun bulunduğunu, Türkiye ile İran’ın, birbirlerini, aleyhlerinde faaliyet gösteren PKK ve Halkın Mücahitleri örgütlerini himaye etmekle suçlayacaklarına dış ticaret hacmimizi nasıl 10 milyar dolara çıkartırız, işbirliğimizi geliştiririz, kürt meselesinin bölgede Amerika tarafından kullanılmasını birlikte nasıl önleriz diye kafa kafaya vermeleri gerektiğini,

Dördüncü olarak, Çin’in Uygur bölgesine sabotaj timleri gönderildiğini, kendisinin durumu Sayın Cumhurbaşkanına mektupla bildirmesi üzerine Genelkurmay Başkanınınbu faaliyeti dudurduğunu,

Beşinci olarak, Kuzey Irak’taki CIA faaliyetlerine karıştığını, bütün bunların Amerikan çıkarlarına hizmet eden faaliyetler olduğunu,

Çiller Özel Örgütünün PKK ile aynı çanaktan beslendiğini, PKK’nın Suriye’den getirdiği uyuşturucuyu bunların alarak Ege güzergahı denen yol üzerinden Avrupa’ya sevkettiklerini, Abdullah ÇATLI’nın Hollanda, Hüseyin KOCADAĞ’ın da Fransa bağlantısı olduklarını, Hollanda ve Fransa’da ayakları olduğunu, sol maskeli örgütleri de eroin işinin içine çekerek kontrol altına aldıklarını,

Amerika’nın PKK’ya müsamaha gösterdiğini, çünkü, Türkiye’ye “benim kriz bölgelerinde müdahale gücüm olacaksın” dediği ve “Kuzey Irak’ta bir Kürdistan kurulacak, sen de bunu himayen altına alacaksın” planını dayattığını, Turgut ÖZAL-ÇİLLER çizgisinin, bu dayatma olan Kuzey Irak’ta bir kürt devleti kurulsun, biz de bunu himaye altına alalım, Musul-Kerkük petrollerinden de yüzde 5-yüzde 6 hisse alalım olduğunu, Amerika’nın “Irak’ı böleceğiz, ya siz geçin bu Kuzey Irak’taki kürt devletinin başına ve onu koruyun veyahut da biz bu işi İran’a vereceğiz. Siz yapmazsanız İran’a vereceğim ve Türkiye bölünecek” açıkça “ya büyüyeceksin ya küçüleceksin” dediğini, bu Kürt devleti himaye altına alındığı takdirde İran’la, Arap dünyası ile Rusya ile hatta Avrupa’yla cephe cepheye gelineceği, bir tek Amerika ile birleşileceği, Amerika’ya bağlı bir Kürdistan, ikinci bir İsrail oluşmasını Avrupa’nın iyi karşılamayacağını, Türkiye’nin Amerika’dan başka hiçbir seçeneği kalmayacağını,

Çekiç Güç’ün Kürt devletinin kurulması amacıyla Kuzey Irak’a yerleştirildiğini, Irak’ın bölünmesine hizmet ettiğini, gıda yardımı ve insani yardım adı altında Kuzey Irak’a birtakım silahlar götürdüğünü, Eşref BİTLİS’in bu ve benzeri durumları tespit ederek Genelkurmay Başkanlığına raporlar halinde bildirdiğini, Doğan GÜREŞ’in Amerika’nın kriz bölgelerine müdahale gücünü benimsediğini, Eşref BİTLİS’in ise “Biz Amerika’nın kriz bölgelerine müdahale gücü olursak parçalanırız” dediğini,

Irak’a ambargonun boşluğunu Türkiye devletinin eroin ticaretiyle doldurduğunu, resmi makamlara göre Irak’a ambargo yüzünden 40-50 milyar dolar kaybettiğimizi, Türkiye’nin dışa satımıyla dış alımı arasında 20 milyar dolar fark olduğunu, yılda 8 ila 15 milyar dolar eroinden girdiğini, Irak’a fasulye, mercimek, buzdolabı satmaktan kaybetmiş olduğumuz kazancı eroin satarak doldurduğumuzu, Türkiye ekonomisinin eroine bağımlı hale geldiğini, Amerika’ya bağımlılığın Türkiye’yi bu hale getirdiğini,

Eşref BİTLİS’in uçağının buzlanmadan, pilot hatasından ve uçak yapım hatasından düşmediği gerçeklerinin teknik ve bilimsel açıklamalarla tespit edildiğini, Doğan GÜREŞ’in uçağının düştüğünün ertesi günü alelacele hiçbir ciddi araştırma yaptırmadan ve uzman olmayan subaylardan bir heyet kurdurarak rapor tanzim ettirdiğini ve buzlanma oldu diye kendi arkadaşının ortadan kaldırılması hakkında yalan beyanda bulunduğunu, Eşref BİTLİS’in Cem ERSEVER ve çevresindeki 20 kadar subay tarafından ortadan kaldırıldığını, Cem ERSEVER’in büyük suçlar işlediği ve büyük açıkları bulunduğundan üzerine gidilmesi söz konusu iken ordudan istifa ettiğini, Aydınlık’a gelerek yaptığı açıklamalar arasında “Eşref BİTLİS suikasti’ni açıklarsam yer yerinden oynar” dediğini, daha sonra da Abdullah ÇATLI’lar tarafından Başbakanlık Poligonunda sorguya çekildiğini ve Eşref BİTLİS suikastindeki rolü nedeniyle ortadan kaldırıldığını,

Uğur MUMCU’nun öldürülmesinde İran’ın MOD adlı yeraltı kuruluşunun önemli rolü bulunduğunu, MOD’u ABD’nin büyük ölçüde kontrol ettiğini, eroin işine girdiğini ve içinde Şah döneminden kalma SAVAK ajanlarının çalıştığını, Lazım ESMAELİ ve Asgar SİMİTKOV’u öldüren İranlıların da bu örgütten olduklarını, İran Dışişleri Bakanı Mumcu suikastinden sonra Türkiye’ye geldiğinde konunun sorulması üzerine “Biz, 25 milyar doları kapsayan bir doğalgaz ve petrol anlaşması yapmak için Türkiye’ye geliyoruz, tam geldiğimizden bir gün önce böyle bir suikast yapıp Türkiye ile ilişkilerimizi berhava etmenin hangi mantığa sığdığını açıklamak lazım” dediğini ve kendilerinin de bunun doğru olduğu kanısında olduklarını, burada İran’ın bir çıkarı olmadığını,

ABD’nin raporlarında “Kemalizmin modası geçti, Türkiye’ye ılımlı İslam gerekli, Türkiye’nin kimliği ılımlı İslam olmalı” dendiğini, bizim kültürel kimliğimizi Amerika’nın belirlediğini ve bunun da “Ilımlı İslam” olduğunu, bu sebeple Amerika’nın, Kemalizmin bugünkü temsilcileri ve savunucuları olan Uğur MUMCU, Bahriye ÜÇOK ve Muammer AKSOY’u öldürterek Kemalizmi savunanlara gözdağı operasyonu yürüttüğünü,

Dışişleri Bakanlığını CIA’nın kontrolüne alamayacağı için ÇİLLER tarafından bir CIA istasyonu kurulduğunu ve arkasından Dışişleri Bakanlığının by-pass edildiğini, ÇİLLER’in Başbakan olunca dış Türkler arasında koordinasyonu sağlamak için bir Başbakanlık Müşavirliği kurduğunu ve başına kayınpederi CIA ajanı olan, Amerika bağlantıları bilinen kayınpederi emekli Deniz Yüzbaşı Kamil YÜCEORAL’ı getirdiğini ve bunun eline muazzam devlet imkânları verdiğini, 500 milyar liralık örtülü ödeneği de bunun üzerinden kullandığını, Raşit DOSTUM’la da ilişkileri bulunduğunu, Raşit DOSTUM’a 3 milyon dolar gönderdiklerini, gönderilen 4 milyon doların da kayıp olduğunu,

Kamil YÜCEORAL’ın da bir CIA istasyonu olarak ve MİT’teki Özer ÇİLLER’in adamı Tolga ATİK ile beraber çalıştığını, bunların Gaziosmanpaşa Koz Sokak ve Hoşdere Caddesinde yerleri olduğunu, buralarda olağanüstü donatım ve dinleme araçları bulunduğunu, Mesut YILMAZ’ın evi dahil çeşitli yerlerin dinlenmesinin bu istasyon tarafından yürütüldüğünü,

ÇİLLER’in Amerikan vatandaşı olup, 1971 yılından beri ABD Dışişleri Bakanlığına hizmet veren “çağrılı görevli” olduğunu, sözleşmeli ya da kadrolu olmayıp davet üzerine görev yaptığını, “güvenilir eleman” olarak nitelendirildiği için ihtiyaç halinde görevlendirildiğini, resmi görevinin Kuzey Afrika ve Ortadoğu Dairesi Savunma Sanayiinden Sorumlu Sekreteryada görevli Davetli Personel olduğunu, ABD Adana Konsolosu Elizabeth SHELTON ile bağlantılı olduğunu,

GAP Bölgesinde İsrail ile ilişkili olarak Sedat BUCAK’lar tarafından geniş araziler kapatılmakta olduğunu ve bu faaliyetin Shelton tarafından denetlendiğini, uyuşturucu trafiğinde de etkin bir rol oynayan BUCAK’ların bu faaliyet sırasında İsrail ile de işbirliği içinde olduklarını,

ÇİLLER ve AĞAR’ın Türk Hava Yolları aracılığı ile eroin ticareti yaptıklarını ve bu işte HAVAŞ’ı kullandıklarını, HAVAŞ’ın şimdiki ortaklarından birinin Mehmet AĞAR’ın kardeşi Yunus AĞAR olduğunu ve Yunus AĞAR’ın eroin işinde kilit bir insan olduğunu, Almanya’da eroin ile yakalandığını, Turgay CİNER ile yakın ilişkisi olduğunu, eroin kaçakçısı Baybaşin’in, Mehmet AĞAR ile birlikte eroin kaçakçılığı yaptığını çok ayrıntılı bir şekilde ince ayrıntılarına kadar Aydınlık Gazetesinde anlattığını ve bunun ses kaydının yapıldığını,

Özer ÇİLLER’in eroin işinde olduğunu gösteren bilgi ve belgelerin önümüzdeki dönemde çıkacağını, nükleer madde kaçakçılığında Özer ÇİLLER’in olduğunu, Almanya’da, Lakoza adında Deguza denen Alman Kimya Sanayi tekelinin paravan şirketiyle anlaşmalar yaptıklarını, Osmiyum, Uranyum gibi nükleer maddeleri sattıklarını, İran’a da bu maddeleri sattıkları, İran’a satıştaki ilişkilerin öldürülmüş olan Esmaili ve Simitkov adındaki MOD ajanları üzerinden olduğunu,

Abdullah ÖCALAN’ın Körfez Savaşından sonra “Mesut Barzani ve Talabani Amerika’nın desteğiyle bir kürt devletçiliği kurdular, demek ki Amerikan desteğiyle bu iş oluyor ve Amerika gelip Ortadoğuya büyük bir güç olarak oturdu, ben de Amerika’ya ve Batı’ya yaslanarak ve insan hakları gibi heyetleri tahrik ederek bir durum yaratabilir miyim” politikasına girdiğini, Öcalan’ın Suriye’nin elinde rehin olduğunu, hiçbir yere çıkamayacağını, Suriye devletinin resmi politikalarının dışında hiçbir şey yapamayacağını ve Suriye ile bağlantısının memurluk düzeyinde olduğunu belirtmiştir.(Ek192):

(II.bolum sonu)

Hiç yorum yok: