6 Aralık 2009 Pazar

TBMM SUSURLUK ARAŞTIRMA KOMİSYONU RAPORU - IV




Korucu Sistemi :

Koruculuk Sisteminde korucubaşı, onun altında tim veya takım komutanı, onun altında da elemanlar olduğu, Her timin 20 kişiden oluştuğu, tim komutanının elemanların vekaletini, korucubaşının da tim komutanlarından özlük haklarına ilişkin vekalet aldığını, korucubaşının kendine bağlı olanların maaşlarını aldığını, asıl mücadeleyi yürütenlere bir çuval un, şeker, çay vs. verilerek işin götürüldüğünü, korucubaşıları ve tim komutanlarının göreve falan gitmediklerini, bunlar şehirde bazı hatırı sayılır kişilerin korunmasında görev almış göründüklerini, şehirde ikamet edip devletten maaş aldıklarını, altlarında yepyeni Toyoto arabalar olduğunu, kısaca iyi menfaat sağladıklarını,

Koruculuk Sisteminin doğuda Silahlı Kuvvetlerin ve Emniyet Teşkilatının bütün etkinliğini bitirdiğini, daha üstün silahlarının olduğunu, ayrıca alt yapısı halk olduğu için daha etkili olduğunu, garip vatandaşın hakkını aramasının mümkün olmadığını, ne Vali’ye ne komutana, ne de korucubaşına ulaşamadığını, adalet sisteminin de doğru çalışmadığını,

Güvenlik güçlerinden bir kısmının da oradaki menfaat işlerine bulaştığını, orada herkesin derdinin iyi model bir araba, bir ev, bir yazlık alıp dönmek olduğunu, dönerken de yanında illegal yollardan edinilmiş silahlar alıp götürdüklerini,

JİTEM ( Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele )

Bunun kanunen mevcut ve örgütlenme şeması içinde bir birim olmadığını, ancak Jandarma’da resmen İstihbarat birimlerinin bulunduğunu, ancak bu birimlerin terörle fiilen mücadele görevlerinin olmadığını, görevlerinin sadece istihbarat olduğunu,

JİTEM’in ise Cem ERSEVER tarafından fiilen kurulduğunu, Diyarbakır, Elazığı, Mardin, Hakkâri gibi bazı hassas illerde gayriresmi olarak örgütlendiğini, her ilde bulunmadığını, ama JİTEM elemanlarının Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığına bağlı olarak çalıştıklarını, genellikle kod adı kullandıkları, kendisinin Jitem elemanı olmadığını, sadece Jandarma İstihbarat şubelerinde sorgu amiri olarak görev yaptığını,

İstihbarat birimlerinin terörle mücadele yaparken menfaat mücadelesi yaptıklarını, mesela Cem ERSEVER’in yanında çalışan ismini hatırlamadığı bir astsubayın adli emanetteki 2-3 bin silahı alarak güneydoğuda koruculara sattığını, bu kişinin yakalandığını ve yargılandığını,

Cem ERSEVER’in asıl amacının menfaat temini olduğunu, JİTEM adının da birtakım kirli işlerde daha çok işe yaradığını, çünkü terörle mücadele görevi olunca gözaltı süresinin daha uzun olduğunu, sonradan JİTEM‘in lağvedildiğini, Cem ERSEVER’in de mecburen emekli olduğunu, kendisini Jandarmanın diğer elemanlarının temizlediği iddiasının yanlış olduğunu, kendisinin çok uyanık birisi olduğunu, kolay tuzağa düşmeyeceğini, ancak Mahkemeye gelirken alarak kaçırdıklarını, sorguladıklarını ve şırınga sorgusu sonucu öldürdüklerini, otopsi raporunu okuyan arkadaşlarından öğrendiğini, bu şırıga sorgusunu herkesin bilmediğini,

Cem ERSEVER’i Habur Gümrük Müdürünün Kemal ismindeki oğlunun (veya şoförünün ) öldürdüğünü, bunu içerde yapılan konuşmalardan bildiğini, şu anda bunu bilenler asker oldukları için konuşamak istemediklerini, ancak not tuttuklarını, ileride çıkıp konuşacaklarını,

Cem ERSEVER’in karısının suriyeli olduğunu, bu yolla Suriye istihbarat servisi ile irtibat kurduğunu, bu servise bilgi sızdırdığını, bu nedenle de Jandarma Genel Komutanlığı tarafından dışlandığını, bu nedenle de öldürüldüğünü, Yeşil’in de kendisi ile irtibatı dolayısiyle Suriye ile bağlantısı olduğunu,

Uyuşturucu Kaçakçılığı :

Uyuşturucu’da Van’ın bir merkez olduğunu, Van’dan her tarafa uyuşturucu sevkiyatının yapılabildiğini, Pazarlamasının da İstanbul’da yapıldığını, Van’da bir kadının uyuşturucu’nun THC (Tetro Hidro Karnobilen) yani kalite kontrolünü yaptığını,

Bir başka kanalın yani Suriye hattının Mardin-Habur Hattının olduğunu, buradaki sevkiyatının GKK (Geçici Köy Korucuları) vasıtasıyla, onların gümrüklerdeki akrabaları kanalıyla geçiş sağlandığını,

Daha sonra bu konuda zaafı olan, çok para kazanma hırsı olan güvenlik gücü mensuplarının devreye girdiğini, bunların bazan kendi arabaları ile uyuşturu naklini sağladıklarını, bunların arabalarının aranmadığını, özellikle PKK istihbaratı için Suriyeye gidip gelenlerin bu arada bu işi de ayarladıklarını, bir menfaat şebekesi oluşturduklarını,

Bu olayları bilen namuslu insanların az olduğunu, ancak atılma veya öldürülme korkusundan konuşamıyacaklarını,

Bu menfaat şebekesinin TBMM’ne kadar uzandığını, mesela Mustafa ZEYDAN’ın bu işin içinde olduğunu,

Sedat BUCAK’ın Urfa’da devletten daha güçlü olduğunu, uyuşturucu trafiğinden de menfaat aldığını,

Uğur Mumcu Cinayeti :

Uğur Mumcu’nun C-4 plastik patlayıcısı ile öldürüldüğünü, bunun iz bırakmadığını, Malatya’da Tekin COŞKUN denilen kişinin evinde C-4 bulundduğunu, bu kişinin poliste gözaltına alındığını, kendisini Uğur TONİK adında İstanbul’da oturan yaşlı bir adamın kurtardığını, bu adamla da Tekin COŞKUN’la birlikte Büyük Otel’de görüştüğünü, Tekin COŞKUN’un Uğur MUMCU’nun aleyhine konuştuğunu, O’nun öldürtmüş olabileceğini,

Tekin COŞKUN’un Alattin ÇAKICI’nın çok yakın arkadaşı olduğunu, çek-senet işiyle uğraştığını, bu nedenle başka şehirlerde de adamının olabileceğini, kendisinin evine giderek görüştüğünü, 361 30 45 çağrı ve 0542 231 02 90 numaralı cep telefonu bulunduğu, bu kişinin Abdullah ÇATLI’yı da tanıdığını,

Eşref BİTLİS Olayı :

Eşref BİTLİS’in kesinlikle suikaste kurban gittiğini, C-4 bombası ile öldürüldüğünü, C-4’ün uçağa pilot elbisesi içinde sokulduğunu, Bursa’lı nöbetçi bir askerin bunu gördüğünü, Jandarma içinde de Eşref Paşa’nın suikastle öldürüldüğüne kanatinde olan pek çok insan olduğunu, ancak ortaya çıkarılmasının istenmediğini,

Malatya’da Turan Abi gibi akrabalarının bulunduğunu, kendisinin onlarla da sürekli görüştüğünü,

Bahtiyar AYDIN Olayı :

Bahtiyar AYDIN’ı bir PKK itirafçisının öldürdüğünü, sebebinin de Silahlı Kuvvetlerde bir kesimin şiddettten yana olduğunu, bir kesimin de şiddete, öldürmeye karşı olan, halkı kazanalım dediğini, Bahtiyar AYDIN’ın terörle mücadelede şiddete karşı olan bir insan olduğunu, bu nedenle öldürüldüğünü,

Hulusi SAYIN - İsmail SELEN Cinayetleri :

Bunlardan birisinin sağcı, birisinin solcu olduğunu, bir zamanlar Jandarma’da SELENCİLER, SAYINCILAR olduğunu, ideolojik olarak ikiye bölündüğünü, birinin katilinin bir astsubay olduğunu, birisinin diğerine karşı misilleme olarak öldürüldüğünü, yani konunun tamamen ideolojik olduğunu, uyuşturucu falan olmadığını, bunlarda polisin herhangi bir katkısının olmadığını,

Hakkâri Emniyet Müdürü :

Şahsen tanımadığını, ancak Mahmut YAŞAR ve Cevat DEMİR adındaki uyuşturucu kaçakçılarının Polis tarafından istihbaratçı olarak kullanıldığını, bundan Emniyet Müdürünün mutlaka haberdar olduğunu, aranan bir şahsın güvenlik güçlerince kullanılmasının yasal olmadığını, bunu doğru bulmadığını,

Operasyon ve İnfaz Timleri :

Operasyon Timlerinin bir Yüzbaşının sorumluluğunda mutlaka rütbeli teğmen, üsteğmen, astsubay veya uzman çavuşlardan, yani gençlerden oluştuğunu, Yüzbaşıdan daha yüksek rütbede kimsenin operasyona katılmadığını, dikkat edilirse şehit olanların hep er, astsubay ve uzman çavuşlardan olduğunu, bunların vatansever, kahraman ve dürüst insanlar olduğunu, operasyon yapılacak yeryerin önceden planlanarak operasyon yapıldığını,

İnfaz timlerinin ise üç kişiden oluştuğunu, çoğunlukla silahsız, korumasız insanlara yönelik olduğunu, bu insanların evlerinden alınarak infaz edilip bir dereye atıldığını,

Öldürülen İtirafçılar :

Üzümlü Karakolu Baskınından sonra teslim olan biri Suriyeli, diğeri Mardin’li 2 kızın Tugaya getirildiğini, sonra kaybolduklarını, yani infaz edildiğini, halbuki Tugayın gözaltına alma yetkisinin olmadığını,

Bu itirafçıları kazanmak gerektiğini belirtmiştir. (Ek:225)

53- DİLEK ÖRNEK’ İN 02.031997 Tarihli İfadesinde;

1974 yılında Hollanda’da doğduğunu, 22 yıldan beri ailesiyle birlikte Hollanda’da oturduğunu, Ortaokulu, yüksekokulu orada okuduğunu, ailesinin halen Hollanda’da oturduğunu, annesinin ev hanımı, babasının Lastik Fabrikasından emekli işçi olduğunu, her ikisinin de sağ olduğunu, bir ablasının iki küçük erkek kardeşinin olduğunu,

1995 yılına kadar 2 yıl Mc Donald’da çalıştığını, sonra ayrıldığını,

Daha önce Hollanda’da olan Teyzesinin 2 yıldan beri Ispanya’da oturduğunu, orada Teyzesinin kocası olan eniştesinin lokantacılık yaptığını, ayrıca ticaretle uğraştığını,

1,5 yıldan beri eniştesi Ercan DOĞAN’a kuryelik yaptığını, bu işe teyzesinin isteği üzerine başladığını, eniştesinin kendisine para vererek İstanbul’a gönderdiğini, ilk seferinde teyzesi ile birlikte İstanbul’a geldiğini, teyzesinin orada kendisini Mehmet ve Latif’le tanıştırdığını, daha sonra devamlı kendisinin yalnız geldiğini, kendisine teslim edilen PESETA (İspanyol parası ) cinsinden paketler halindeki parayı, Havaalanında kendisini karşılayan Mehmet ve Lütfi’ye arabalarının içinde teslim ettiğini, sonra Havaalanına yakın Çınar oteline gittiğini, hiç dışarı çıkmadan otelde bir gece kaldıktan sonra Swisair veya İberia uçaklarıyla Hollanda’ya döndüğünü, her türlü otel ve yolculuk masraflarını kendisine verilen paradan kendisinin karşıladığını,

Bu paranın ne parası olduğunu kesinlikle bilmediğini, sormadığını, saymadığını, yalnızca parayı verip kendi parasını (her seferinde 4-5 bin mark) aldığını, kendisine teslim edilirken de paranın sayılmadığını, belgesiz teslim edildiğini, Eniştesinin “İstanbul’a gidince seni karşılayacaklar, ayrıca havaalanında kolaylık gösterecekler” dediğini, herhangi bir sıkıntı ile karşılaşırsa “Mehmetlerin misafiriyim” demesini tenbih ettiğini, parayı normal bir valizde getirdiğini, valizi bagaja verdiğini, çıkarken aldığını, hiç arama yapılmadığını, bir defasında aramak istediklerini, ancak orada birisinin geldiğini, “Tamam bu geçebilir” dediğini, bu yardımın bir ayarlama sonucu bilerek yapılıp yapılmadığını bilmediğini,

Türkiyeye 10-15 defa bu şekilde para getirdiğini, bunun dışında da tatil için memleketi İskenderun’a gitmek üzere İstanbul’dan Adana’ya uçakla gittiğini, bu giriş çıkışları da sayarak 52 defa giriş çıkış yaptığını iddia ettiklerini, polisteki ifadesinde işkence ile tamamının para getirmek için olduğunu kabul etmek zorunda kaldığını, gerçekte bu iş için yalnızca 10-15 defa giriş yaptığını, kendisinin Hollanda vatandaşı olduğunu, Türkiyeye Hollanda Pasaportuyla giriş yaptığını, bazan da Türk Pasaportuyla giriş yaptığını, kendi adına tek pasaportu olduğunu,

Kendisinden başka Parsel ve Simon’un da kuryelik yaptığını, beraber gelip gitmediklerini, onların da parayı Mehmet ile Latif’e verdiklerini sandığını, parayı verdiği Mehmet (ALAKENT) ve Latif’in halen firarda olduklarını,

Anne ve babasının bu işi yaptığını bilmediğini, İspanya’ya giderken Teyzemlere gidiyorum diye gittiğini, masraflarını teyzelerinin karşıladığını söylediğini, kazandığı paraları ise harcadığını, anne ve babasının yakalanınca bu işi yaptığını öğrendiğini, ablasının ve kardeşlerinin kesinlikle bu işi yapmadıklarını,

Garo’yu Hollanda’dan tanıdığını, kendisinin Kuyumculuk yaptığını, sık sık da İspanya’da eniştesinin evinde karşılaştıklarını,

Lokman’ı şahsen tanımadığını, Teyzelerinden Azer Döviz’in sahibi olarak adını çok duyduğunu, Feramez’in, Yusuf’un Lokman’ın ortakları olduğunu eniştesinden duyduğunu, ( bu İranlı Yusuf’un halen tutuklu olduğunu), Musavvat diye birini tanımadığını,

Ayhan AKÇA’yı tanımadığını, ancak Narkotik’te kendisini gösterdiklerini, tanımadığını söylediğini, adını daha sonra mahkemede öğrendiğini, 34 B 2034 plakalı BMW arabayı da daha önce hiç görmediğini, yakalanınca narkotikte gördüğünü, Bundan 2,5 ay önce yakalandığını ve o tarihten beri Bayrampaşa cezaevinde olduğunu, kendisinden bir hafta sonra eniştesinin de Antalya’da tutuklanarak aynı cezaevine getirildiğini, cezaevindeki ihtiyaçlarının eniştesi tarafından karşılandığını, haftada bir dilekçe vererek eniştesi ile “eş görüşü” yaptıklarını, bu arada eniştesinin ihtiyacı olan parayı verdiğini,

Eniştesi Ercan DOĞAN’ın 43 yaşında olduğunu, Tüarkiye’de herhangi bir siyasi partiyle ve ülkü ocaklarıyla ilişkisinin olmadığını, bunu kesinlikle bildiğini,

Gardiyan Nebile ile Bayrampaşa cezaevinde tanıştığını, arkadaş olduklarını, çıkınca aramak için telefon numarasını aldığını, daha sonra kendilerinin Bakırköy Cezaevine nakledildiklerini ifade etmiştir.(Ek:226)

54- Hurşit HAN 02 Mart 1997 tarihli ifadesinde;

1955 Hakkâri-Yüksekova doğumlu, tahsilsiz olduğu, 10 kardeş olduklarını, Yüksekova’da şirketi, İstanbul’da Kapalıçarşı’da döviz bürosu bulunduğu, ancak Balkan Döviz bürosunu sattığını, bir şirketi olduğunu, memlekette iken koyunculuk yaptıklarını, 2 köyleri bulunduğunu, kendilerinin besleyip sattıklarını, maddi durumlarının iyi olduğunu,

Körfez Krizi zamanında, Vali ve Kaymakam’ın Kuzey Irak’tan kaçanlar için para topladığını, kendisinin de Barzani’ye gönderilmek üzere adamları vasıtasıyla Belediye Başkanı’na 1 milyar lira verdirdiğini, bizzat Vali’ye veya Kaymakam’a vermediğini, Bunun Celal KORKMAZ tarafından yazılan Kurt Kapanı adlı kitapta yer aldığını, çünkü bu yazarın bu paranın verilişine şahit olduğunu,

14 Temmuz 1994 tarihinde güneydoğuda şehit olan asker ve polis eş ve çocukları için Ahmet YEŞİL ismindeki birinin telefonu üzerine Ahmet DEMİR adına 250 milyon lira yatırttığını, şahsen ne Yeşil’i, ne de Ahmet DEMİR’i tanımadığını, ancak Yeşil’in adını çok duyduğunu,

Kendisi hakkındaki iddianın 750 kilo esrarla ilgili olduğu, önce oğlunun tutuklandığı, 2 gün sonra da kendisinin evden alındığını, ancak bu miktar bir esrarı yakalatan adamın kendisinin evde oturup tutuklanmayı beklemiyeceğini, kaçması gerektiğini, bunun bir tezgah olduğunu, sebebinin de ; Yeşil’in telefon ederek kendisinden para istediğini, sonra da eve 2 adet mektup bırakıldığını, “Çocuklarını alırız” dendiğini, “Akibetin Savaş, Hacı, Mecit gibi olur” dendiğini, vermeyince 750 kilo esrarı üzerlerine attıklarını, kendisi yakalandıktan sonra da aynı şahıs, ihbar eden şahıs eve 2 mektup daha attığını, önce malın yakalandığını, sonra kendisinin alındığını, işin içinde polis olduğunu, yani mektubu atanın polisle beraber çalıştığını, asıl sebebin ; kendisinin doğulu, yani kürt oluşu olduğunu, 6 aydır tutuklu olduğunu, ağabeyinin de kendisi ile beraber yargılandığını,

Daha önce de akrabalarının, arkadaşlarının aynı nedenle öldürüldüğünü, Örnek olarak;

Altındağ Nüfus Müdürü olan Kayınbiraderi ve dayısının oğlu olan Mecit BASKIN’ın sırf kürt olduğu için 1994 yılında 3 kurşunla öldürüldüğünü, diğer kayınbiraderi Necip BASKIN’ın Yüksekova’da polis tarafından kaçırıldığını, öldürülmekten kılpayı kurtulduğunu,

Dayısı oğlu Savaş BULDAN’ın 1993 yılında evden polis tarafından alındığını, içinde tarife göre Korkut EKEN’in bulunduğu Mercedes 300 bir arabaya bindirilerek Çınar Oteline götürüldüğünü ve işkenceyle öldürüldüğünü, sonra da Bolu Yığılca’ya atıldığını, O’ndan para istemediklerini, o zaman para meselesinin olmadığını, para işinin 1995’de çıktığını,

Yine dayısı Hacı PARAY’ın da aynı şekilde öldürüldüğünü,

Sağlık Bakanlığı Müfettişi hemşehrisi Namık ERDOĞAN’ı da Ankara’da alınıp götürüldüğünü,

Aynı aşiretten Abdullah CANAN’ın da Mehmet Emin YURDAKUL adındaki subay tarafından alınarak öldürüldüğünü,

Ayrıca Arkadaşı ve akrabası olan İran’lı Lazım İSMAİL’i aldıkları zaman kardeşini bırakacağız diye diğer kardeşinden 300 bin mark, 60 bin dolar aldıklarını, 13 gün sonra da 2 kişinin cenazesini getirdiğini,

Yine arkadaşı Adnan YILDIRIM’ın aynen Savaş BULDAN gibi Korkut EKEN tarafından alındığını ve öldürüldüğünü,

Bu olayları birçok insanın bildiğini, ancak korkularından söyleyemediklerini, mesela; İstanbul’da ŞARKIT Otelinin sahibi Cumhur YARKIZ’ın çoğunu bildiğini, ‘ndan da para istendiğini, kendisinin bulunarak bilgisine başvurulması gerektiğini,

1994’de aynı şekilde şehit ailelerine diye Ahmet YILDIZ adına 250 milyon lira gönderen Ağa YILDIZ’ı tanımadı...

IX. DEĞERLENDİRMELER

A-Susurluk'ta Meydana GelenKaza Olayı ve Arkasındaki İlişkilerin

Açığa Kavuşturulması ile İlgili Değerlendirme

B-Ömer Lütfü Topal'ın Öldürülmesi ile İlgili Değerlendirme

C-Söylemez Kardeşler Çetesi ile İlgili Değerlendirme

D-Mehmet Hadi Özcan Çetesi ile İlgili Değerlendirme

E-Yaşar Öz ile İlgili Değerlendirme

F-Tevfik Nurullah Ağansoy ile İlgili Değerlendirme

G-Mehmet Ali Yaprak'ın Kaçırılması ile İlgili Değerlendirme

H-Dilek Örnek ile İlgili Değerlendirme

I-ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a Budapeşte'de Yapılan Saldırı Olayı Hakkında Değerlendirme

J-Alpaslan Pehlivanlı'nın Öldürülmesi ile İlgili Değerlendirme

K-Kartal Demirağ ile İlgili Değerlendirme

L-Hurşit Han Hakkında Değerlendirme

M-Ahmet Tekin Baykal Çetesi ile İlgili Değerlendirme

N-Eşref Bitlis ile İlgili Değerlendirme

O-Tarık Ümit Olayı ile İlgili Değerlendirme

P- Yüksekova Çetesi ile İlgili Değerlendirme

Konu başlıkları

* 1 A) SUSURLUKTA MEYDANA GELEN KAZA OLAYI VE ARKASINDAKİ İLİŞKİLERİN AÇIĞA KAVUŞTURULMASI İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME
* 2 B) ÖMER LÜTFİ TOPALIN ÖLDÜRÜLMESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME
* 3 C) SÖYLEMEZ KARDEŞLER ÇETESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME:
* 4 D) MEHMET HADİ ÖZCAN ÇETESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME
* 5 E) YAŞAR ÖZ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME:
* 6 F) TEVFİK NURULLAH AĞANSOY İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME:
* 7 G) MEHMET ALİ YAPRAK’IN KAÇIRILMASI İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME
* 8 H) DİLEK ÖRNEK İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME
* 9 I) ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’A BUDAPEŞTE’DE YAPILAN SALDIRI OLAYI HAKKINDA DEĞERLENDİRME
* 10 J) ALPASLAN PEHLİVANLI'NIN ÖLDÜRÜLMESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME
* 11 K) KARTAL DEMİRAĞ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME
* 12 L) HURŞİT HAN HAKKINDA DEĞERLENDİRME
* 13 M) AHMET TEKİN BAYKAL ÇETESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME
* 14 N) EŞREF BİTLİS İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME
* 15 O) TARIK ÜMİT OLAYI İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME
* 16 P) YÜKSEKOVA ÇETESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME

A) SUSURLUKTA MEYDANA GELEN KAZA OLAYI VE ARKASINDAKİ İLİŞKİLERİN AÇIĞA KAVUŞTURULMASI İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME

03.11.1996 tarihinde, Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak’a ait 06 AC 600 plaka sayılı Mercedes marka otomobil, Hüseyin Kocadağ sevk ve idaresinde Kuşadası’ndan hareketle İstanbul İl’ine seyir halinde iken Susurluk İlçesi uçakyolu mevkiinde olay yerinin sol tarafındaki benzinlikten yola çıkan ve aynı istikamette seyir eden Hasan Gökçe sevk ve idaresindeki 20 RC 721 plaka sayılı kamyona saat 19:15 sıralarında sağ arka yan tarafından çarpmıştır. Aşırı hızla seyrettiği belirlenen 06 AC 600 plaka sayılı otomobilin, bu şekilde kamyona çarpması suretiyle meydana gelen trafik kazasında;

Otomobil içerisinde ön sağ koltukta oturmakta olan Sedat Edip Bucak yaralanmış, otomobilin arka koltuğunda oturmakta olan Mehmet Özbay, Gonca Us isimli bayan ve otomobilin sürücüsü Hüseyin Kocadağ olay mahallinde ve hastanede ölmüşlerdir.

Bu kişilerden, Sedat Edip Bucak’ın Şanlıurfa Milletvekili, Hüseyin Kocadağ’ın İstanbul Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü ( Eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı) İzmir’de ikamet eden Mehmet Özbay’ın bayan arkadaşı Gonca Us ve Mehmet Özbay’ın olduğu, Mehmet Özbay kimlikli kişinin de Abdullah Çatlı olduğu anlaşılmıştır.

Kaza yapan araç içerisinde; 2 adet MP-5 tam otomatik tabanca, bunlara ait bir adedi 20, 3 adedi 30 fişek kapasiteli 4 adet şarjör, iki adet 9X19 mm çaplı Tarıg marka tabanca ve buna ait şarjör, bir adet 22 Calibre Baretta marka ucunda susturucu takılmak üzere klavuz açılmış tabanca ve bir adet şarjör, 22 kalibre Baretta marka tabancada kullanılmak üzere tadil edilmiş bir adet susturucu ve bir adet ham susturucu, 20 adet 22 kalibre çapında fişek, bir adet 9 mm çapında sig sauer marka tabanca ve bir adet şarjör, 175 adet 9X19 mm çapında muhtelif marka fişek, beş adet 9X19 mm çapında yabancı menşeli fişek, 13 adet 7,62X54 mm çapında fişek cinsinden silah ve mühimmatının bulunduğu,

Bu silahlardan; Baretta marka tabancanın bir adedinin Mehmet Özbay adına, diğer Baretta marka tabancanın Hüseyin Kocadağ adına, Sig Sauer marka tabancanın da Sedat Edip Bucak adına ruhsatlı oldukları, diğer silah ve mermilerinin ise ruhsatsız ve gerek nitelikleri gerekse nicelikleri yönünden vahim ateşli birer silah, susturucu ve fişekler olduğu balistik raporundaki sonuçla ve olayın vuku bulduğu, Susurluk İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı sorumluluk bölgesinde, Susurluk Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tespit edilmiştir.

Ayrıca Mehmet Özbay sahte isimli Abdullah Çatlının cüzdanı içinde küçük naylon poşet içerisinde beyaz toz bulaşığı(Kokain), Hüseyin Kocadağın cüzdanı içinden 0,33 cm.kahverengi toz olan maddeler niteliklerinin tespiti için Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Labaratuvarında tahlil için alıkonulmuş,Kriminal Daire Başkanlığının 9.11.1996 tarih ve 3760-907-96 Kirim D.(1901 ) sayılı yazısı ile silahların iade edildiği, diğer maddelerin iade edilmemiş olduğu Susurluk Cumhuriyet Savcılığının yazılarında belirtilmiştir.

Trafik kazası ile ilgili haberin medya kanalı ile kamuoyuna iletilmesini takiben; Türkiye genelinde, kumarhaneciler kralı olarak tanınan ve geçmişinde uyuşturucu madde kaçırmaktan, adam öldürmeye kadar bir çok suç işi içinde bulunan Ömer Lütfi Topal’ın 28.7.1996 tarihinde arabasının içinde profesyonel kişilerce öldürülmesi olayının failleri olarak Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Daire Başkanlığı emrinde ve taşra birimlerinde çalışan 3 Özel Harekat Tim mensubu polis memuru ve Ömer Lütfi Topal’ın ortağı Sami Hoştan ile Ali Fevzi Bir’in ihbar edilmesi ve bu konuda gelişen olaylar nedeniyle hassas olan kamuoyu, Milletvekili, İstanbul Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü ve 1978 yılında Türkiye İşçi Partisi mensubu 7 kişinin öldürülmesi olayının sanıklarından olup 18 yıldır gıyabi tutuklu olmasına karşılık yakalanamayan Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı’nın, kaza yapan aracın içerisinde birlikte oluşu, toplumun zaten hassas olan hissiyatını patlama noktasına getirmiş ve toplum, tüm unsurları ile Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Cumhurbaşkanından, Hükümetten ve Yargıdan bu olayların ve olayların arkasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılmasına ilişkin beklentilerini çeşitli yollarla söz konusu mercilere aktarmışlardır. Bunun sonucu olarak başlangıç bölümünde de belirttiğimiz gibi beş ayrı önerge ile konunun irdelenmesini ve gerçekçi anlamda ortaya çıkarılmasını sağlamak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi oybirliği ile komisyonumuzun kuruluşunu gerçekleşmiştir.

Diğer yandan kaza ile birlikte, gerek Bakanlıklar, kurum ve kuruluşlarca idari yönlerden inceleme ve soruşturmalar başlatılmış, ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarınca adli yönden de soruşturmalar başlatmıştır.

Bir diğer yönden Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’e sunulan dosya, 8.11.1996 tarihinde, Cumhurbaşkanı tarafından 12.11.1996 tarihinde kabul edilen Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz tarafından sunulan mektup 13.11.1996 tarihinde, Başbakan Sayın Necmettin Erbakan’a Cumhurbaşkanınca yazılan kişiye özel yazı ile ortaya atılan iddiaların çok ciddi olduğu kanısıyla, bunların incelenip soruşturulması talimat olarak iletilmiştir.

Başbakan Sayın Necmettin Erbakan Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına 18.11.1996 tarihinde verdiği yazılı talimat ile Cumhurbaşkanımız tarafından kendilerine iletilen dosyalarda mevcut iddiaların incelenmesini gerekiyorsa soruşturulmasını istemiştir.

Bu talimat çerçevesinde Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan Vekilinin Başkanlığında Başbakanlık, İçişleri ve Adalet Bakanlıkları Teftiş Kurulları Başkanları toplanarak yapılacak soruşturmanın nasıl yürütüleceği görüşülmüş, bunu takiben Başbakanlık Teftiş kurulu Başkan vekilinin Başkanlığında, aynı Bakanlıklardan görevlendirilen Müfettişlerinin katılımı ile oluşturulan bir heyet vasıtasıyla iddiaya esas bütün konular inceleme tekniği ile her yönden irdelenip değerlendirilmiş ve 9.1.1997 tarihinde bitirilen rapor ve 11 klasörden oluşan ekleri Başbakanlık Makamına sunulmuştur.

10.1.1997 tarihinde rapor ve eklerinden bir takımının Komisyonumuza gönderilmesi için yazı yazılmış, 6.3.1997 tarihinde rapor ve ekleri Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca komisyonumuza iletilmiştir.

Diğer taraftan Başbakanlığın 19.11.1996 tarih ve 1902/01236 sayılı talimatları ile MİT Müsteşarlığından Devlet içinde ve yasadışı örgütlenmeye gidilerek yasadışı eylemler yaptırıldığı iddiaları hakkında incelemeler yapılması istenilmiş, MİT Müsteşarlığının 9.12.1996 tarih ve 156/24745 sayılı yazısı ile incelemelerin alınan emir doğrultusunda sürdürülmekte olduğu, tekemmül ettirildiğinde sunulacağı Başbakanlığa bildirilmiş, 25.12.1996 tarih ve 156/24756-40757 sayılı yazı ile de incelemelerin sonucu Yasadışı Örgütlerin Devletle Olan Bağlantıları İle Susurlukta Meydana Gelen Kaza Olayının Arkasındaki İlişkilerin Aydınlığa Kavuşturulması Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Başkanlığına bildirilmiştir.

Gerek raporun intikalinden önce, gerekse sonra komisyon çalışmaları bölümünde belirtilen Bakanlıklar, Askeri ve Adli mercilerden konuya ilişkin bilgi ve belge talebinde bulunulmuş, bu bilgi ve belgelerde adı geçen ya da konu hakkında komisyonumuzu aydınlatacak bilgilere sahip resmi ve sivil kişiler görüşmelerde bulunmak ve bilgilerine başvurulmak üzere Komisyona çağırılmışlardır.

Yapılan tüm bu incelemelerin ışığında; Susurlukta meydana gelen kazada ölen kişilerden Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı’nın geçmişi ile ilgili olarak yapılan araştırmada;

Komisyonumuzca Adalet Bakanlığından istenen dosyalar içerisinde bulunan, Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.12.1996 tarih ve E:1990/44 K:1995/278 Savcılık 1986/6517 sayılı gerekçeli kararına göre, 9.10.1978 tarihinde ideolojik amaçlı 7 kişinin öldürülmesi olayında sanık konumunda bulunan Abdullah Çatlı’nın diğer 3 sanık ile birlikte giyabi tevkifli (firarda) olmalarından dolayı dosyadan ayrılarak yeni bir esasa kaydedilerek adı geçenler hakkında yargılamanın devam etmesine ve giyabi tutukluluk durumlarının devam etmesine 26.12.1995 tarihinde karar verildiği görülmektedir.

Geçen süre içerisinde Abdullah Çatlı’nın 27.01.1977 tarihinde 6136 sayılı Kanuna muhalefet ve polise ateş etmek suçundan arandığı, 11.7.1978 yılında Doç.Dr.Bedrettin Cömert’in öldürülmesi olayında fail olarak Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesince hakkında gıyabi tutuklama kararı verildiği,

1982 yılında uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan dolayı İsviçre’nin Zürih kentinde tutuklandığı, 1984 yılında İsviçre’de ele geçen 250 gram eroin ile ilgili olarak isviçre Bale-ville Savcılığınca hakkında gıyabi tevkif müzekkeresi düzenlendiği,

1984 yılında Fransanın Paris kentinde Hasan Kurtoğlu sahte kimlik ve pasaportla ve 455 gram eroin ile yakalanması üzerine 5 yıl 1 ay hapis cezası aldığı ve cezaevinde yattığı, 1990 yılında cezaevinden firar ettiği İsviçre makamları ve İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranılmakta olduğu,

1996 yılında Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesi olayında kullanılan silanlardan birinin üzerinde parmak izinin bulunması,

Ankara İl’i Balgat semtinde (7) kişinin öldürülmesi olayının zanlısı olarak Ankara 4.Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığınca arandığından dolayı yurtdışında kaçak olduğu anlaşılmaktadır.

Gerek eşi Meral Çatlı gerekse birlikte yurt dışına çıkan Oral Çelik ifadelerinde, Abdullah Çatlının 1980 ihtilalinden 22 gün sonra yurtdışına çıktıklarını, Çatlı’nın Hasan Kurtoğlu adına düzenlenmiş sahte pasaport ile Oral Çeliğinde Harun Çelik adına düzenlenen sahte pasaportlarla değişik tarihlerde Türkiye’den ayrıldıklarını, Oral Çelik’in Avusturya’da Abdullah Çatlı ile buluştuklarını,1980 yılı Ekim ayı içerisinde Abdullah Çatlı’nınMehmet Ali Ağca’ya ve Hasan Dağaslan adıyla kendisine sahte pasaport düzenlemekten Konya 2.Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığınca aranması dikkate alındığında yurtdışına çıkmak zorunda kalmasının nedeni açıkca görülmektedir. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Adli Müşavirliğinin 10.11.1980 gün ve 1980/281 Müt.sayılı yazıları ile düzenlenen listede yurt dışına çıkmasının sakıncalı olduğu belirtilmiş oluşu da bu düşünceyi doğrulamaktadır.Diğer taraftan Meral Çatlı 1980 ihtilali nedeniyle pasaport almanın çok sıkı denetim olması nedeniyle kolay bir iş olmadığını 20 gün sonra eşine pasaport getirdiklerini, getirenleri tanımadığını, bu nedenle eşine yardım edenler olabileceğini ifade etmektedir.

Meral Çatlı 1982 yılında Nevşehirden pasaport almak için müracaat ettiğini, ancak vermediklerini, bu nedenle de sahte pasaport ile çıktığını, Yalovadaki annesinin yanında iken eşi ile yaptığı yurtdışı telefon görüşmesinde kendisine yardımcı olmak üzere birilerinin geleceğini söylediğini, gelenlerin resmi görevli olmadıklarını, kendilerini Yalova’dan alarak doğrudan İstanbula havaalanına götürdüklerini ve uçakla yurt dışına çıkıp Viyana’ya gittiğini, oradan araba ile Almanya’ya, oradan da İsviçre’ye gittiğini, orada eşi ile buluştuğunu, trenle Fransa’ya geçerek Parisin kasabası Potie’ye gittiklerini, ikamet izni alabilmek maksadıyla hep birlikte üniversiteye kayıt yaptırdıklarını, orada bulundukları sırada kendilerine devletin üst düzeydeki yetkililerinden birilerinin, Asala ile mücadele edip edemeyeceklerini sorduklarını, onların bu teklifine, karşı teklif olarak cezaevinde yatan arkadaşları ve bazı tanınmış politikacıların (12 kişi, Türkeş ve Mehmet Irmak gibi.) serbest bırakılmaları şartıyla işi kabul edeceklerini belirttiklerini ifade etmişlerdir.

1984 yılında ailece Türkiye’ye tatile geldiklerini, resmi bir görevlinin kendilerini karşıladığını, kişiyi Mete adı ile tanıdığını, soyadını bilmediğini, sadece ona Mete Ağabey denildiğini, bu kişinin asker yapısı olduğunu, konuşma ve hareketlerinde asker gibi davrandığını, Türkiye’de bir hafta süreyle kaldıklarını, bu arada eşine Türkiye’den bir görev verildiğini duyduğunu, bu görevinde konsolosluklara yapılan haksızlığa tepki olarak Asala olayında eşine verilen bir görev olduğunu, eşinin değişik ülkelerde olmak üzere 28 olayda rolü olduğunu belirtmektedir.

Komisyonumuz 18.3.1997 tarih ve 292 sayılı yazısıyla MİT Müsteşarlığından teşkilatları içerisinde kod adı Mete olan kadroda görevli ya da istihbarat faaliyetlerinde çalıştırılan personel bulunup bulunmadığının sorulduğu, Mit Müsteşarlığının 20.3.1997 tarih ve 8539-53931 sayılı cevabi yazısında istihbarat faaliyetlerinde çalıştırılan kod adı veya gerçek adı Mete olan bir kişinin çalıştırılmadığını, gerçek adı Mete olan kadrolu ve halen görevde bulunan 8 personel bulunduğu, hiçbirinin müsteşarlık içindeki görev konularının ve statülerinin komisyonun kuruluş amacı ve çalışma alanı ile ilgisi bulunmadığını, bu personelin güvenlik nedeni ile kimliklerinin gönderilemeyeceği bildirilmiştir.

Meral Çatlı devamla; Eşi ile beraber Türkiye’den döndüklerinden 1,5 ay sonra bir gün haber geldiğini ve eşinin telefon külübesinde bulunmasının istendiğini, birlikte evlerinin altındaki telefon kulübesine indiklerini, eşinin telefonda İstanbuldan birisiyle görüştüğünü, telefonda ertesi sabah kendilerine verilen adrese gidilmesini istediklerini, oradan yeni düzenlenmiş bir pasaport verileceğini söylediklerini, görüştükleri kişinin Mete ağabeyleri olduğunu, pasaportlarında Altan ve Serap Güler adına düzenlenmiş Türk pasaportları oldukların, eşinin buna niye gerek olduğunu anlamadığını ve nedenini sorduğunu ancak karşı tarafın böyle olması gerektiğini söylediğini, ertesi sabah eşinin verilen adrese bir arkadaşı ile gittiğini, buranın bir zenciye ait ev olduğunu, içeriye girdikleri anda Fransız polisinin de içeriye girip onu yakaladıklarını o anda üzerinde Hasan Kurdoğlu adına çıkarılmış pasaport bulunduğunu, 3 gün sonra eşinin polislerle birlikte eve geldiğini, polislerin evi aramaları sırasında eşinin kendisinden dolaptaki dosyayı ortadan kaldırmasını istediğini, dolapta kazakların altına koyarak polislerin onu bulamamalarını sağladığını, eşinin kendisine Fransa’dan hemen ayrılmalarını söylediğini, kocasının fotoğraf makinası, silahı ile kendisinin ve çocuklarının Kurdoğlu soyadına düzenlenmiş pasaportlarını alarak evden ayrıldıklarını, sakladığı dosyada bir şema olduğunu, beyaz saçlı ve İsviçre’de ikamet eden bir kişinin resmi bulunduğunu ifade etmiştir.

İstanbul’la telefon görüşmesi yapmasını söyleyen birisinin kendisine geldiğini, yine evin önündeki telefon kulübesine indiğinde, Mete ağabeyinin “ Meral hanım sizin Fransa’da kalmanız gerekiyor, çünkü eşinizle irtibat kuracak kişi sadece sizsiniz.” dediğini, eşinin bu konuda yaptığı değerlendirmede komploya gittiğini söylemiş olduğunu, eşinin kendisine Türkiye’de görüştüğü kimselerle veyahut devamlı görüştüğü kimsenin yaptığını bir oyun olduğunu söylediğini, İsviçrede de aynı şekilde suçlamalarda bulunulduğunu, İsviçre’deki olayda Nevzat ve Şeref Benli isimli kişilerin bulunduğunu, Nevzat’ın soyadını bilmediğini, İsviçre’de Uyuşturucu madde bulundurmaktan dolayı 15 yıl ceza verildiğini,1,5 yıl yattıktan sonra İsviçre’ye kendisini görmeye gittiğini, döndüğünden bir ay sonra bunların cezaevinden kaçtıklarını, mutfağın anahtarını eşine verdiklerini onlar da elini kolunu sallayarak hapishaneden çıktıklarını, cezaevinden çıkışta yanlış arabaya bindiğini, görevlinin onu serbest bıraktığını, Cezaevinden kaçar kaçmaz Fransa’ya yanlarına geldiğini, 20 gün ayrı bir evde kalındığını,Türkiye’den gelen bir pasaport ile ve eşinin yeşil bir takım giymesi talimatıyla 1990 yılı Nisan ayında Türkiye’ye döndüğünü ve VİP salonundan alındığını, o süreçte kocasını göremediğini, eşi döndükten 20 gün sonra kızlarıyla birlikte araba ile Türkiye’ye döndüklerini, eşinin Levent’te kiraladığı eve gittiklerini, İstanbul’a Meral Çatlı adı ile geldiğini, eşinden öğrendiğine göre Türkiye’den gelen dosyasında veyahut herhangibir şeyde Abdullah Çatlı’nın Hasan Kurdoğlu olmayıp Abdullah Çatlı olduğunu bildirdikleri için eşinin gerçek kimliğini kabul etmek zorunda kaldığını, o evde bir hafta kaldıklarını, sonra da bahçelievler’de kiraladıkları başka bir eve taşındıklarını ve eşinin İstanbul Ataköy’de ticaretle uğraşmaya başladığını, o arada bir ihbar sebebiyle işyerinin basıldığını, ancak basanlarca eşine önceden haber verildiği için baskından kurtulduğunu, eşinin 6-7 adet değişik pasaport kullandığını, Mehmet Ali Ağca’nın hapisten kaçırılmasında eşinin sadece pasaport temin ettiğini belirtmektedir

Pasaportlara ilişkin olarak Komisyonumuz tarafından 10.1.1997 tarih ve 130 sayılı yazı ile Emniyet Genel Müdürlüğünden konu hakkında tafsilatlı bilgi istenilmiş,27.1.1997 tarih ve 028038 sayılı cevabi yazıya göre, 2 adedi Şahin Ekli adına, diğerleri Mehmet Özbay ve Mehmet Özbey adına olmak üzere, 1992 ve 1996 yıllarını kapsayan dönem içerisinde ikisi İngiliz pasaportu olmak üzere, 11 değişik pasaportla ,142 adet giriş ve çıkış yapmıştır.

Oral Çelik 1983 yılında yurda giriş-çıkış yaptığını, yurtdışında olduklarında istedikleri pasaportu istedikleri yerden alabildiklerini, 1984 yılında İsviçre Polisine yapılan yalan bir ihbar ile eroin işi yaptıkları iddiasıyla yakalanmak üzere iken oradan uzaklaştıklarını, ancak bu nedenle iki ülke arasında sorun çıktığını ve Türkiye’den bir Devlet Bakanının İsviçre’ye gittiğini ve ortamı yatıştırdığını, Çatlı’nın 1990 yılında İsviçre’de hapisten kaçıp, Türkiye’ye döndüğünü, Fransa’daki mahkumiyetlerinin de eroin işi ile ilgili düzmece Fransız İstihbaratınca hazırlanan bir senaryo ile ilgili olduğunu, 1984 yılı sonunda Çatlının, 1986-1993 yılları arasında da kendisinin Fransa’da hapishanede yattığını belirtmektedir.

Resmi Gazetenin 25.3.1985 tarih ve 18703 sayılı nüshasında yayınlanan 26-27 Mart 1985 tarihlerinde İsviçre’de yapılan Tehlikeli Atıkların Sınırlar Ötesi Hareketleri konulu Uluslararası İşbirliği Konferansına Devlet Bakanı Ahmet Karaevli’nin katılacağı haberinin Oral Çelik’in kendileri için ortalığın durulmasını bir Devlet Bakanının sağladığına ilişkin iddiayı doğruladığını, diğer taraftan komisyonca bilgisine başvurulan Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Sayın Hasan Celal Güzel de ifadesinde konuyu bilmemesine karşılık, soru kendisine yöneltildiğinde ilk aklına gelen kişinin o olduğunu belirtmiştir.

25.11.1988 tarihinde Fransadan İsviçreye iade edildiklerini, İsviçrenin, Çatlı’yı Türkiye’ye iade etmesi için Fransa’nın rızası gerektiğini belirttiğini, Fransa’nın ise şahsın Türkiyede işlediği suçun cezasının idam olması sebebiyle 27.5.1985 yılında yapılan talebin Fransa tarafından reddedildiği, Komisyon tarafından istenilen ve Emniyet Genel Müdürlüğünce verilen cevabi yazıdan anlaşılmıştır..

Meral Çatlı’nın eşinin işyerine yapılan baskın ve baskının haber verilmesine ilişkin ifadesi üzerine Komisyonumuz, konuyu yazı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünden sormuş, alınan cevapta konu hakkında kendilerine bir bilgi intikal etmediğini ve işlem yapılamadığı hususunun kayıtların tetkikinden anlaşıldığını bildirmiştir.

Komisyonumuz Emniyet Genel Müdürlüğünden, Mehmet Özbay’a (Mehmet Özbey’e) ait pasaportlar ile kaç defa yurtdışına çıktığının ve hangi tür pasaportlarının bulunduğunun sorulması üzerine,

Emniyet Genel Müdürlüğü ile yapılan yazışmalarda, ilgilinin soyadının Özbay veya Özbey olarak geçtiği, Dışişleri Bakanlığınca yapılan incelemelere dayalı olarak her iki soyadını taşıyan kişinin aynı şahıs olduğu hususu, Dışişleri Bakanlığınca Emniyet Genel Müdürlüğüne 20.1.1993/302 ve 24.1.1997-1024 sayı ile bildirilen yazıdan anlaşılmıştır.

Bu kadar çok giriş ve çıkış yapmış olması karşısında gerek yurtiçinde, gerekse Yurtdışında kırmızı bültenle aranan bir şahsın yakalanmadan Türkiye’ye girip çıkması oldukça düşündürücü ve dikkat çekicidir. Bu durumun bir diğer boyutu da Çatlı’nın bu giriş ve çıkışlarda Türkiye içinde ve dışında ne veya neler yaptığı hususudur.

Komisyonda bilgisine başvurulan Abdullah Çetin, Abdullah Çatlı ile 1983 yılında Almanya’da tanıştığını, kendisinin paralı asker olduğunu, 1991-1993 yıllarını kapsayan dönem içerisinde Güneydoğu Anadolu’da çalıştığını, oraya kendisini Abdullah Çatlı’nın gönderdiğini, Cem Ersever’e destek vermek üzere, istihbarat çalışması yaptıklarını, 1992 yılı Mayıs ayında Azerbaycan’a gittiğini, Gence’deki kampta kaldığını ve C-4 plastik patlayıcılar konusunda yetiştirildiğini, ayrıca kenevir tarlalarının korunmasında da görev aldığını, Güneydoğu’dan geçen uyuşturucunun çoğunun Azerbaycan’dan geldiğini belirtmektedir.

Bu beyanlar da Çatlı’nın Türkiye’de ve yurtdışında uyuşturucu işi ile ilgili ve birçok karışık faaliyetler içerisinde olduğunu göstermektedir.

DYP İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi Abdullah Kederoğlu bilgisine başvurulmak üzere alınan ifadesinde, kendisinin önce MHP’yi, sonra ANAP’ı desteklediğini şimdi ise Doğru Yol Partisinde İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi olduğunu belirtmektedir.

Öğrencilik yıllarında İstanbul Ülkü Ocakları Dernek Başkanlığı gibi çeşitli derneklerde görev aldığını, kendisinin Nevşehir öğrenci yurdu Müdürü olduğu dönemde Çatlı’nın Ankara Ülkü Ocakları Derneği Başkanı olduğunu ve İstanbul’a geldiğinde yurda uğraması nedeniyle tanıdığını, 12 Eylülden önce Çatlı’nın İstanbul’a gelip, ticaretle uğraştığını, kaçak olduğunu gazetelerin yazması üzerine ortadan kaybolduğunu, daha sonra zaman zaman kendisine uğradığını, bir gün Türkiye’ye temelli döneceğini söylediğini, kendilerinin ticaret olarak birçok alanda iş yaptıklarını, Procter and Gamble’n hammaddelerini temin eden asit borik ve Sodyum Perborat satan firmalarının olduğunu beyan etmektedir.

Abdullah Çatlı’nın bu ilişkiyi sıcak tutmaya ve devam ettirmeye çalışması, özellikle uyuşturucu madde üretiminde kimyasal maddelere duyulacak ihtiyaç dikkate alındığında, gerekli ve doğru bir davranış olarak görünmektedir.

Oral Çelik de ifadesinde bu konuda, Abdullah Çatlı’nın 1991 yılındaki Anavatan Partisinin büyük kongresine katıldığını, önce Yıldırım Akbulut’u, sonradan Mesut Yılmazı desteklediklerini bildiğini,Yaşar Okuyan’ın Abdullah Çatlı’yı çok iyi tanıdığını, hatta sohbetlerde, kapalı toplantılarda oradaki işleri ben organize ediyorum deyip oy toplayan kişinin o olduğunu, Ağah Oktay Güner’in de Abdullah Çatlı’yı çok çok iyi tanıdığını bildiğini belirtmektedir.

Yukarıdaki açıklamalarda da görüleceği üzere Abdullah Çatlı siyasete de karışmış ve siyasetçiler tarafından da bu türdeki ilişkilerin doğmasına ve devam ettirilmesine açıkca meydan verilmiştir.

Abdullah Çatlı 1993 yılından itibaren ticari işletme kurma yoluna gitmiştir. Bu maksatla 9.2.1993 tarihinde 0188 yevmiye numarası ile Beyoğlu 32. noteri nezdinde düzenlenen belge ile Turgay Maraşlı, Mehmet Özbay ve Mustafa Kapusuzoğlu’ndan oluşan G.S.C. İnşaat Turizm ve Dış Ticaret Limited Şirketi tescil ve ilan edilmiştir.

Diğer taraftan Baysa isimli şirket ile ilgili ilişkiler incelendiğinde, şirketin sahibi Ahmet Baydar; Mehmet Özbay ile bir barda tanıştıklarını ve daha sonra Özbay’ın kendisini ziyarete geldiğini, bu suretle arkadaşlıklarının ilerlediğini, kendisinin ailesi İzmir’de oturan Arzu isimli bir kadın ile arkadaşlık ettiğini, onun kızkardeşi olan ve İzmir’de ikamet eden Gonca’nın kendilerini İstanbul’a zaman zaman ziyarete geldiğini, bunlardan birisinde Mehmet Özbay ile tanıştığını ve arkadaş olduklarını, Ahmet Baydar, kendisinin birkaç şirketi bulunduğunu bunlardan Baysa isimli olanını And Güven Sazak ve karısı Slvia Sazak ile Mine Baydar ve oğlu Alper Baydar’ın iştiraki ile 1992 yılında kurduğunu, şirketin amacının ithalat, ihracat, pazarlama ve imalat işleri olduğunu, 1995 yılında And Güven Sazak’ın şirketten ayrılma kararı alması üzerine kendisi dışında, 16 yıldır yanında çalışan Fehmi Tarım’ı yönetim kurulu üyesi yaptığını, 3’ncü kişinin kim olacağını düşünürken, orada bulunan Mehmet Özbay’ın kendisinin olabileceğini söylemesi üzerine, 3’cü kişinin olduğunu, ancak şirket için de hamiline hissesenetlerinin % 100’nünde kendisine ait olduğunu, Mehmet Özbay’ın murahhas üye olmadığını çek imzasında ve yönetimde herhangibir yetkisinin bulunmadığını belirten Ahmet Baydar, Mehmet Özbay’ı Abdullah Çatlı olarak tanımadığını, onun İstanbul’daki evine 2-3 kez gittiğini eşi ve çocuklarını tanıdığını, eşinin bile ona Mehmet diye hitap ettiğini, bu nedenle kandırılmış olabileceğini ifade etmektedir.

1995 yılı Mart ayında Botaş tarafından ihale edilen petrol depolama tanklarının dibindeki Petrol çamurunun temizlenmesi ihalesine girdiğini, Botaş tarafından 1993 yılında sisteme dahil depolama tanklarındaki petrol çamurunun çeşitli yollarla temizlenmesi işinin Güney Makina isimli bir şirkete verildiğini ve bu şirket tarafından ekonomik açıdan çok değeri olmayan bu petrol çamurunun bir tankta toplandığını, Güney Makina isimli şirketin bunu Botaş’tan çok düşük bedelle satınalmak istediğini, Botaş’ında bu atık maddeden kurtulmak için bunu alacak firma arayıp bulma gayreti içerisine girdiği ve bu nedenle de işi ihale ettiği, Baysa firmasının bu işe diğer 2 firma ile birlikte talip olduğu ve ihaleye girdikleri ton başına 10 dolar veren Baysa’nın ihaleyi kazandığını, ancak Güney Makinanın sahibi Şemsettin isimli şahsın Enerji Bakanlığı Müsteşarına gittiği, Arena programına çıkıp aleyhlerine yalan şeyler söylediğini, ihalenin iptal edildiğini, ikinci kez yapılan ihaleyi tekrar kazandığını, bu kişinin ise düşük fiyat verdiğini ve gerekçe olarakta Botaş kayıtlarına göre 30 ton gözüken petrol çamurunun gerçekte 20 tonunun su olduğunu bu sebeple düşük teklif verildiğini kendisine söylediğini, bu adamın çamuru depolarken topladığından fazla gözükecek şekilde bir suistimal yapmış olabileceğini, Mehmet Özbay’ın ihale aşamasında ve sonrasın da Baysa Şirketinin yönetim kurulunda olmadığını hem Ahmet Baydar belirtmekte, hemde Botaş şirketin bu hususu komisyon Başkanlığına gönderdiği yazı ile de teyid etmektedir.

Ahmet Baydar petrol çamuru ile ilgili konuyu kendisine söyleyen kişinin Hadi Özcan olduğunu, Mehmet Özbay ile birlikte petrol çamurunu sanayii ürünü olarak kullanmak üzere gerekli katkı maddelerinin Bulgaristan ve Romanya’da iş yaptığı firmalardan alınacağını ve bunun İzmit’e getirilmesi söz konusu olacağından Özbay’ın İzmit’te tanıdığı ve deposunun olduğunu söylediği Hadi Özcan’a gittiklerini, onun da depoyu kiralayabileceklerini söylediğini, bir daha bu kişi ile görüşmediğini ancak onun sağda solda işin % 50’sinin kendisine ait olduğunu söylediğini duyduğunu,

Hadi Özcan konuya ilişkin olarak komisyonumuza verdiği ifadede, İzmit’te PKK’lıların büyük para götürdüklerini, İzmit’e heray 20 bin ton petrol getireceklerini, kendisinden bir depo ve bir liman istediklerini en önemlisinin de dağıtıcılarını bulmak olduğunu hepsini kendisinin bulduğunu, amacının İzmit’in PKK’lılardan temizlenmesi olduğunu, Abdullah Çatlı’yı bu ismiyle bildiğini, herşeyin ayarlandığını, bu ayarlama işinde Botaş’daki ihalede kamu görevlilerinin de olduğunu ayda 20 bin ton petrol satacaklarını hesapladıklarını, Çatlı’nın alacaklı olduğunu söylediği Filipinler’den 3 milyon 600 bin dolar gelmedi diye sızlanması üzerine, o zaman kendisinin bu petrolü satalım dediğini, birilerinin kendisine 40 milyar lira vereceklerini söylediğini, bu parayı hiç ihaleye girmeden ihaleye girmemek için avanta olarak verileceğini, o ana kadar 2-3 milyar lira masraf etmiş olduğunu, 20 milyar liranın kendisine gerekli olduğunu, Çatlı’nın bunu kabul ettiğini tamam deyip ihaleye girerek onu Ankara’dan aldıklarını, bunun dedikodusu olabilir dendiği için ihalenin yeniden yapıldığını ve yine Çatlı’ların kazandığını, iki ayrı şirkete de 4’er milyar lira avanta vererek, ihaleden çekilmelerini sağladıklarını, ihalenin alınışıyla, birlikte Abdullah Çatlı’nın değişmeye başladığını, petrolu satmayıp, bir ay içinde 300-350 milyar lira yapacağını söylediklerini, kendisinin de o arada para sıkıntısı çektiğini, Kemer’de bir otelde kalırken bir arkadaşının kendisine “Abdullah Çatlı şimdiye kadar kiminle ortaklık yaptı ise ya öldüğünü ya da yakalattığını” söyleyerek dikkatini çektiğini, bunun iyi olduğunu, çünkü Çatlı’ya o zaman yüzde yüz güvendiğini bu nedenle de kendisinin de Çatlı tarafından öldürülebileceğini belirttiğini,

İskenderunda 1500 ton petrolün Demir Çelik’e satıldığını, bunun parasını paylaşanların da kendisine bir haftalık çek vereceklerini söylediklerini, bunun üzerine Ankara’da buluştuklarını, gittiği binanın kapısında Bucak A.Ş. yazdığını, Haluk Kırcı’nın da orada bulunduğunu ve Sedat Bucak’ın da orada olduğunu, parayı öderken, kendisine gözdağı vermeye çalıştıklarını, kendi hakkı olan 6 milyar lira yerine 500 milyon lira verilmeye kalkınca kendisinin tepki gösterdiğini, ortağın % 50 alması gerektiğini, münakaşa ettiklerini, verilen parayı almadığını, aralarında soğuk harp başladığını belirtmektedir.

Mehmet Özbay’ı yurtdışında iken Abdullah Çatlı olarak tanıyan ve abisi Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’in koruması olan Şahin Tekdemir isimli kişi, Hadi Özcan ile Mehmet Özbay adı ile Abdullah Çatlıyı tanıtan kişinin kendisi olduğunu, petrol işinde Özbay’ın, Hadi Özcan’a hiçbir pay ve ücret vermemesi sebebiyle Hadi’nin de kendisine kızdığını ve bu sebeple aralarının açık olduğunu Abdullah Çatlı’yı abisinden çok sevdiğini, bu sebeple de kaçak birisi olduğunu polis olmasına rağmen abisine söylemediğini belirtmektedir.

Ahmet Baydar’ın ve Şahin Tekdemir’in Komisyonumuza verdiği ifadeler ile Botaş firmasının gönderdiği ihaleye ait bilgi ve belgeler; gerçekte Abdullah Çatlı tarafından Ahmet Baydar’ın sanayi ürünü olarak İskenderun’da elde edeceği ürünün İzmit’te pazar bulmasını kolaylaştırmak, Hadi Özcan’ın kendisine sorun olmasını ve müdahalesini önlemek yönüyle bu şekilde bir düzen kurduğu kanısını doğurmaktadır.

Diğer taraftan ihale üzerinde kalan Baysa Şirketinin sahibi olarak Ahmet Baydar petrol işinden anlayan Güven Tezerdi isimli kişiyi İskenderun’da görevlendirdiğini ancak ona güvenemediğini, bu aşamada Mehmet Özbay’ın devreye girerek kendisini yakından tanıdığını söylediği Turgay Maraşlı’yı tavsiye ettiğini, kendisinin de uygun bulması üzerine Maraş’lıyı Tezerdi’nin üzerindeki kişi olarak görevlendirdiğini, bir müddet sonra çok kaba davranışları sebebiyle Maraşlı’dan şikayet edilmeye başlandığını, bir müddet sonrada Mehmet Özbay’ın kendisine Maraşlı’nın 5 liraya satıp, 3 gösterip şirketi dolandırdığını tespit ettiğini ve çok üzüldüğünü söylediğini, bunun üzerine kendisinin de Maraş’lının işine son verdiğini, ancak

5-6 milyar lira kayıp ve zarar içerisinde bulunduğunu, halen bu petrol işi dolayısıyla 15 milyar lira civarında zararı olduğunu belirtmektedir.

Olayı diğer bir yönden irdelersek, Turgay Maraşlı, Mehmet Özbay sahte isimle Abdullah Çatlı’nın 1993 yılında Mustafa Kapusuzoğlu ile beraber kurdukları GSC. İnşaaat Turizm ve Dış Ticaret Limited Şirketinin ortağıdır. Yani Turgay Maraşlı Baysa şirketinin paralarını Abdullah Çatlı’nın adına ve onun adamı olarak almış olacabileceği düşünülmektedir.Turgay Maraşlı’nın Mehmet Ali Yaprak olayında da adı geçmektedir.Bu nedenle M.Ali Yaprak olayında Abdullah Çatlı bağlantısı da düşünülmelidir.

Gerek Hadi Özcan’a gerekse Ahmet Baydar’a yaptığı aldatmacalar bize onun kimliğinin başka bir yönünü de göstermektedir..

1994 yılında Sultan Tekstile giren, daha sonra Baysa Şirketinde çalışmaya başlayan ve Mehmet Özbay’ın şoförlüğünü yapan Habib Arslantürk, Sedat Bucak ile Özbay’ın birbirlerine gelip-gittiklerini, Mehmet Özbay ile 3-4 kez Ankara’ya geldiklerini Yüksel İnşaata ve Sedat Bucak’a uğradıklarını, Özbay’a çevresindekilerin “ Büyük Reis “ diye hitap ettiklerini, Haluk Kırcı’nın Sultan Tekstilde ithalat-ihracaat Müdürlüğü yaptığını, Mehmet Özbay’ın BMW marka aracı olduğunu, Florya’da evi bulunduğunu karısının Honda, Kızının Suzuki marka araçları bulunduğunu, zaman zaman kendi aralarında arkadaşları ile bu servetin nasıl elde edildiğini konuşup tartıştıklarını, Özbay’ın Gonca Us isimli kadınla birlikte yaşadığını, Özbay’ın şoför Çetin Babayiğit adına aldırdığı iki telefonu olduğunu, ayrıca Ahmet Baydar’da Baysa Şirketine ait bir telefonu Mehmet Özbay’ın kullandığını, şirketin bu telefonu kendi adına almayıp, İskenderun’daki iş yerinde çalışan Ali isimli kişi adına alındığını, bunun nedenini bilmediğini ifade etmektedirler.

Abdullah Çatlı ile ilgili konunun bir diğer boyutu onun devletle olan ilişkilerine ait değerlendirmelerdir. Buna göre, Milli İstihbarat Teşkilatında Daire Başkan Yardımcılığı ve 1993 yılında Özel Harekat birimlerinde eğitmenlik yapan Korkut Eken Komisyonumuza verdiği ifadesinde;Abdullah Çatlı’yı Mehmet Eymür ile birlikte 1988 yılında MİT raporu olayı nedeniyle emekli olduktan sonra tanıdığını, Mehmet Özbay adını da bildiğini ancak Şahin Ekli adını bilmediğini, kendisinin onu 1987-1988 yıllarında tanıdığını, Abdullah Çatlı’nın 80 öncesinden itibaren devlete çalıştığını bildiğini, Çatlı’nın devlet için özellikle Almanya’daki PKK faaliyetlerine yönelik olarak istihbarati çalışmalar yaptığını, Abdullah Çatlı’nın 1980 yıllarının başında MİT ile ilişkisi olduğunu, ancak daha sonra uyuşturucu kaçakçılığı işine girince bu ilişkinin bırakıldığını, sadece yurtdışında yararlanıldığını,geçmiş dönemde Çatlı gibi yanlışlıkları olduğunu, yurt dışında diplomatlar öldürüldüğünde büyüklerin “Kanı yerde kalmayacak” ifadeleri verdiklerini, bu nedenle bunların kullanıldıklarını ayrıca Abdullah Çatlı’nın Jandarma tarafından kullanıldığını MİT biliyordu. Ancak kardeş teşkilatlar olduğundan kullanılmasının yanlış olduğunu söylemediklerini belirtmektedir.

MİT Daire Başkanı Mehmet Eymür ifadesinde; olayların yabancı istihbarat teşkilatlarıyla bağlantılı olan yönlerinin araştırılması, yurtdışında uzun süre kalmış kişilerin Türkiye’de karıştıkları büyük eylemlerin çok dikkatle incelenmesi gerektiğini, altında başka şeyler olup olmadığının incelenmesini, şu anda var veya yok diye bir şey söyleyemediğini, ancak Abdullah Çatlı gibi kişilerin sadece suç yönünden değil yabancı istihbarat teşkilatlarıyla da bir bağlantıları olup olmadığının da incelenmesi gerektiğini beyan etmektedirler.

Meral Çatlının özellikle yurt dışında eşi ile birlikte yaşadığı, Oral Çelik’in de Abdullah Çatlı ile birlikte ve kendi başına yaşadığı olayların gerek Mehmet Eymür’ün, gerekse Korkut Eken’in değerlendirmeleriyle birleştirildiğinde, yorumu olayları yaşayanlara ait olmak üzere hayli ilginç birçok ilişkiler zincirinin oluştuğu gözlemlenmektedir....

Meral Çatlı, eşinin Muhsin Yazıcıoğlu ve Mesut Yılmaz’ı tanıdığını ve görüştüğünü, hatta eşine kongredeki desteğinden dolayı teşekkür ettiğini, Korkut Eken ve Ali Yasak ile görüştüğünü bildiğini, Haluk Kırcı’nın eşinin arkadaşı olduğunu ve Sultan Tekstil’de ortak olduklarını, Sami Hoştan’ı tanıdıklarını, Sedat Bucak ile 2 yıldır tanıştıklarını, ayrıca Ercan Ersoy da ifadesinde Abdullah Çatlı’nın sık sık Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giderek siyasîlerle görüştüğünü belirtmektedirler.

Çeşitli ifadelerde belirtildiği gibi Abdullah Çatlı ile Hüseyin Kocadağ’ın ilişkileri İstanbul’da tanışma ve İzmir’e gitmeleri sırasında başlamamamıştır.Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı tarafından da belirtildiği gibi, Abdullah Çatlı’nın Mehmet Özbay sahte kimliği ile silah taşıma ruhsatı almak üzere evrak düzenlenirken o tarihte İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı sıfatıyla onun referansı bulunmaktadır.Diğer yönden de Polis Memuru Mustafa Altınok’un Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığında verdiği ifadesinde olay tarihinden 1-1,5 yıl öncesinde Hüseyin Kocadağ ve Abdullah Çatlı’yı İstanbul/Ataköy bahçeli kahve önünde otururlarken gördüğünü beyan etmiştir.

İstanbul’daki buluşma, birbirlerini tanıyan dostların biraraya geldiği bir özellik taşıdığı düşüncesini doğurmaktadır.

Diğer bir yönden de Abdullah Çatlı’nın öldürülen Ömer Lütfü Topal’ın ortağı Sami Hoştan ile ilişkileridir. Ortağının öldürüldüğü tarihlerde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 1996/2303 Hz. sayılı iddianamesinde de belirtildiği gibi Sami Hoştan’ın Marmaris Grand Azur Otelde kaldığına ilişkin ibraz ettiği faturaların incelenmesinde, gerek rezervasyonun ve gerekse faturaların Mehmet Özbay (.Abdullah Çatlı) adına olduğu görülmüştür.Bu husus Abdullah Çatlı ile Sami Hoştan arasındaki ilişkinin başka bir göstergesidir.Abdullah Çatlı’nın trafik kazasında öldüğü haberinin ilk duyurulduğu kişi Sami Hoştan’dır. Nitekim Mesut Yılmaz Komisyonumuza verdiği 24.12.1996 tarihli ifadesinde;

“ Susurluk kazası olduğunda Susurluk ve Balıkkesir Emniyetine gelen bir telefonda Mehmet Özbay adıyla geçen şahsın Abdullah Çatlı olduğu, cenazesini almak üzere bir gazetecinin geleceği, gözcü muhabiri Mehmet Yenişehirli olduğu, cenazeyi almaya geldiğinde yanında Sami Hoştan’ın bulunacağı “ şeklindeki bir telefon olayından bahsetmiştir. Olaylar da bu ifadeyi doğrulamaktadır.

Korkut Eken, Sedat Bucak’ın babasını tanıdığını, Bucak aşiretinin PKK’ya karşı mücadelesinde zamanının çoğunun Siverek’te geçtiğini, Güneydoğudaki aşiret reislerinden ileri gelenlerin büyük bir bölümünü tanıdığını, uyuşturucu madde ile ilgili işleri adamlarından bazılarının yapmış olabileceğini, ancak Bucak’ın da onlara cezalarını vereceğini, Sedat Bucak’ın kardeşi Serhat’in Abdullah Öcalan’ın yanında bulunmasına ilişkin iddianın doğru olduğunu, ancak abisinin düşmanı olduğu ve görüşmediklerini belirtmektedir.

Özellikle Korkut Eken’in tüm deneyim ve tecrübelerine karşılık Sedat Bucak’ın adamlarından uyuşturucu işine bulaşanlar varsa, onların hukuk sistemi önünde cezalandırılmalarını belirtme yerine cezanın Sedat Bucak tarafından verileceğini söylemesi, çok ciddi bir soruna parmak bastığı gibi çokta düşündürücüdür.

Abdullah Çatlı’nın 1978 yılından bu yana gelen görüntüsünü bu şekilde açıkladıktan sonra, Susurluk’ta 3.11.1996 tarihinde meydana gelen trafik kazasından bir hafta öncesine gidildiğinde, Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak, 1991 yılında siyasete girdiğini, o tarihte DEP Milletvekilleri ve özellikle Abdullah Öcalan’ın gönderdiği elçiler kanalıyla, PKK örgütünün Urfa ve Siverek’e gireceğini, kendisinin tarafsız kalmasını istediklerini, bu görüşmelerin çoğunu kasetlere alarak Ankara Emniyeti ve Devlet yetkililerine verdiğini, DEP’in DGM’ye verdiği ifadelerin sayesinde kapatılabildiğini, bu nedenle 1993 yılında bunların kendisine ve ailesine karşı tavır almak istediklerini, Siverek’te örgütlü eylem başlattıklarını, birçok kişinin bu nedenle katledildiğini, Siverek halkının da tavır almasıyla örgütün orada çökertildiğini, halkla olan içtenliği ve Devlete olan bağlılığı nedeniyle kendisine karşı tavırlar alındığını, PKK’nın öldürülecek kişiler listesinde birinci sırada olduğunu, 1994 yılında Siverek’e halka güven vermek için gittiğini, Ankara’da babasının vefat etmesi üzerine Siverek’e defnettiklerini, taziyelerin 1,5-2 ay sürdüğünü bu arada yorgun düştüğünü, 1994 ortasında dinlenmek için önce Ankara’ya geldiğini, daha sonra da İstanbul’a gittiğini, orada Mehmet Özbay’ı tanıdığını, daha sonra telefonla ve gelerek kendisiyle görüştüğünü, kendisine ithalat ve ihracaat ile uğraştığını söylediğini, Goncu Us ile Mehmet Özbay’ın gönül ilişkisi olduğunu varsaydığını, İstanbul’da olduklarında Çatlı’nın ailesini alarak bir-iki defa yanlarına geldiğini, Hüseyin Kocadağ ile daha önceden tanışıp, tanışmadıklarını bilmediğini, kendi yanında tanıştıklarını varsaydığını, kendisinin Hüseyin Kocadağ ile her zaman görüştüklerini, Mehmet Özbay’ın Abdullah Çatlı olduğunu bilmediğini, bir gün kendisiyle çok özel görüşmek istediğini söyleyerek, Mehmet Özbay’ın “Ben devlette çalışan gizli bir adamım, bunu da kimsenin bilmemesi lazım, şu kimliğim, şu yeşil pasaportum, bu ehliyetim, bu silah ruhsatım, bu da nüfus cüzdanım diye birşeyler çıkardığını, terörde uzman yazan bir kağıt gördüğünü Abdullah Çatlı adını bir lakap ya da kod isim zannettiğini, 1980 öncesinden hiç haberi olmadığını,

Hüseyin Kocadağ’ı Siverek’te Emniyet Amiri olarak çalıştığı 1980 yılından bu yana tanıdığını, babasının ilişkilerinin Hüseyin Kocadağ ile çok iyi olduğunu, kendisininde bu ilişkiyi sürdürmek istediğini, Diyarbakır da Özel Harekat Şube Müdürlüğü yaptığı sırada da sık sık görüştüklerini,

Özel Harekat Şube Müdürü İbrahim Şahin’i tanıdığını, özellikle Siverek bölgesine geldiklerinde kendisine uğradıklarını,

Kendisine koruma vermek istediklerinde polis memuru Ercan ile konuştuğunu, o ve arkadaşlarının kabul etmesi üzerine İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ile görüştüğünü ve ismen isteyebileceğini öğrenince liste yaparak korumaları talep ettiğini belirtmektedir.

Yapılan resmi işlemler konusunun incelenmesinde, Emniyet İstihbarat Şube Müdürlüğü 23.6.1996 tarihli istihbaratında “PKK terör örgütü tarafından tehdit edildiğine dair yapılan operasyonlarda ele geçen belge ve dökümanlardan Sedat Edip Bucak’ın tehdit altında olduğunun” tespit edildiği bildirilmektedir.Bu bildirim üzerine Koruma Hizmetleri Yönetmeliğinin 20.maddesine göre ilgilinin koruma talebi yapılıncaya kadar ilgili Valiliklerce koruma tedbirinin derhal aldırılması gerektiğinden İl Koordinasyon Kurulunun 4 sayılı kararı ile bir memurla yakın koruma altına alınmasına karar verildiği, Merkez Koruma Kurulunun 25.7.1996 tarih ve 14 sayılı kararı ile bu kez Merkez Koruma Kurulu tarafından aynı kararın alındığı ve bu işlemlerin 6.8.l996 tarihinde Bakan tarafından Ercan Ersoy, Enver Ulu, Oğuz Yorulmaz, Mustafa Altınok, Ayhan Çarkın ve Ömer Kaplan’ın görevlendirilmelerinin onaylandığı, Genel Müdürlük Personel Daire Başkanlığının 1.8.1996 tarih ve 12309 sayılı yazısı ile sorulan hususlara Koruma birimince verilen 2.8.1996 tarih ve 2594’96 sayılı yazıda, Sedat Edip Buca’ın Kamuya intikal eden özel durumu sebebiyle “ yakın”, “ikamet” ve “ işyeri” korumasının 6 polis memuru ile yapılmasının uygun olacağının değerledirildiği ve yönetmeliğin 20.maddesi hükmünün Valilikçe uygulanması gerektiğinin personel birimine bildirildiği, Sedat Edip Bucak tarafından 7.8.1996 tarihinde verilen dilekçe ile aynı 6 polis memurunu ismen talep ettiği, 6.9.1996 tarihinde İl Koruma Kurulunca özel koruma altına alınmasına karar verildiği, 4.10.1996 tarihinde Merkez Koruma Kurulunca aynı nitelikte bir kararın oluşturulduğu, 17.10.1996 tarihinde Bakan tarafından bu kararların onaylandığı, Ayhan Çarkın’ın 24.8.1996, Mustafa Altınok,Enver Ulu ve Ömer Kaplan’ın 27.8.1996, Ercan Ersoy’un 19.9.1996 tarihinde, Oğuz Yorulmaz’ın 25.10.1996 tarihinde koruma görevine başladıkları, 5.12.1996 tarihinde Ercan Ersoy,Oğuz Yorulmaz ve Ayhan Çarkın’ın geçirdikleri soruşturma sebebiyle görevden uzaklaştırılmaları nedeniyle yerlerine 3 Polis Memuru görevlendirilmesine karşılık, Sedat Edip Bucak 6.12.1996 tarihinde verdiği dilekçe ile yeni görevlendirilen polis memurlarını istemediğini belirttiği, halen koruma işinin 3 polis memuru ile yürütüldüğü anlaşılmıştır.

Sedat Bucak ifadesine devamla, Ömer Lütfü Topal cinayetinden sonra koruması olan polisin gözaltına alındığını öğrenince İstanbul Emniyet Müdürünü telefonla aradığını bunları koruma olarak istediğini, bir suç işlemiş olmaları halinde bunu bilmek zorunda olduğu için aradığını, Arnavut Sami’yi bir defa Çınar Otelinde başkalarıyla birlikte iken kendisine tanıttıklarını, kendilerinin kumar ile hiçbir ilgilerinin bulunmadığını, Mehmet Ağar’ı Genel Müdür olana kadar tanımadığını, Drej Aliyi tanıdığı, Korkut Eken’in babasının eski dostu olduğunu belirtmektedir.

Kendisini korumak üzere görev verilecek personel 11.7.1996 tarihinde Sedat Edip Bucak tarafından İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’a verilen isim listesini havi bir dilekçe ile talep edilmiştir. Bu personel ile ilgili görevlendirmeler yazışma prosedürüne uygun olarak yapılmış İl ve Merkez Koruma Komisyonu kararlarıyla yakın koruma yapılması uygun görülmüş, Bakan tarafından da bu kararlar onaylanmıştır.

Yakın koruma kararı doğrultusunda Ömer Lütfi Topal cinayetinde suçlanan 3 Özel Harekat Tim mensubu polis memuru ile birlikte toplam 6 kişi Sedat Bucak’ın yakın korumasında görevlendirilmişlerdir.

Görevlendirilen personelden dördü sicil yönünden çok iyi, birisi kınama cezası ile geçmişte cezalandırıldığını, Atama Şube Müdürlüğünün 18.7.1996 tarihli bilgi notuna göre Polis Memuru Enver Ulu’nun çek tahsil ederken görevlilerce yakalandığı, görevden uzaklaştırıldığı ve 6 ay kısa süreli durdurma cezası aldığı görülmektedir. Bu korumaların çoğunun aynı zamanda İbrahim Şahin’in de korumalığını yapmış olmaları dikkat çekicidir.

Sedat Bucak’ın yakın korumalarından Ercan Ersoy Komisyonumuza verdiği ifade de Ankara,İstanbul ve İzmir’e gidiş ile İzmir’den İstanbul’a dönüşü geniş bir boyutta anlatmıştır Buna göre; İstanbul’a giderken Sedat Bucak’ın Mehmet Özbay’ aradığını ve İstanbul’a özel koruma Sami ile resmi korumalardan Ercan, Mustafa ve Enver’in birlikte gittiklerini, Hilton Oteline yerleştikleri, akşam otele Altınoluk, Burhaniye taraflarında bir yerlerin Tapu ve benzeri belgelerinin bir emlakçı tarafından getirildiği, ertesi günü taziye için Ali Yasak’ın şirketine gidilip otele dönüldüğü, sabahtan Mehmet Özbay’ın otele geldiğini, hep birlikte iki mersedes araç ile Yalova-Termal’e gittiklerini, akşam orada kalıp, ertesi günü Burhaniyeye uğradıklarını belirtmektedir.

İstanbul Yalova arasındaki mesafenin yakınlığı ve Tarık Ümit olayının tahkikatı sırasında Başçavuş Ahmet Altıntaş’ın ifadesinde belirttiği gibi Karakolda Avşar Kederoğlu’nun ifadesinin alındığı sırada cep telefonu çaldığında Ayhan Akça’nın aradığı anlaşılmıştır.Avşar’ın kendisine sorması üzerine Yalova taraflarında olduğunu söylemesi ve söylem üzerine de Ahmet Altıntaş’ın Tarık Ümit’in cesedinin Yalova’da olacağına inanması ve Mehmet Eymür’ün de ifadesinin aynı doğrultuda olması, dikkate alınması gereken bir husus olarak gözükmektedir.

Ali Aydınlık isimli Sedat Bucak’ın tanıdığı kişinin oğlunun silahla yaralanması nedeniyle İzmir’e gittiklerini, o sırada çocuğun ölmesi sebebiyle Mehmet Özbay’ı otele bırakıp, taziyeye gittiklerini, taziyeden otele dönerken kendilerini yolcu eden aşiret mensuplarının otosunun durdurulması, polis kontrolu yapıldığının belirtilmesi karşısında aramayı yapanların ruhsatsız silahlar çıkmasına karşılık sırf bucak aşiretinden oldukları için aranan kişilerin kimliklerini tespit edip, silahlarını da almadan bırakmış olmalarının söylenmesi üzerine Ercan Ersoyun yaptığı araştırmada polisin böyle bir uygulama yapmadığını anlaması üzerine, durumdan kuşkulanmıştır. O sebeble bulundukları yerden erken kalktıklarını ve Bucağın Kuşadasındaki yazlığına gidildiğini, gece Onur Otelde kalındığı, o arada Hüseyin Kocadağın İstanbulda uçakla İzmir’e geldiği, havalanından alınıp, otele getirildiği, Kuşadasında iki gün kalındığı, bazı arazilere bakıldığı ve 16.30’da Kuşadasından hareket edildiği, Sedat Beyin aracını, Hüseyin Kocadağın kullandığı, yolda takip edilmedikleri, Susurlukta kamyon konvoyu sebebiyle koruma arabasının geride kaldığı, bir daha da onlara yetişemediği, 19.30’da öndeki otolar da dörtlü sinyallarinin yandığının görülmesi üzerine konvoyun geçildiği ve 3-4 dakika sonra kaza yerine geldikleri anda kazayı gördüklerini kamyon şoförü ve birkaç kişinin otonun başında olduğunu, otonun yarısının yok olduğunu, sağ arka kapıyı açarak Mehmet Özbay’ı çıkardıklarını o anda yaşadığını ve allah dediğini,yere uzattıklarını,yüzü kolu ve gögüs kısmında kırıklar olduğunu görünce onu arkadan gelen mersedes araca taşıdığı, arka tarafa yatırdığını,Hüseyin Kocadağın vurma anında öldüğü, Gonca Us’un hareket ettiğini söylediklerini, sonra Sedat Beyi aramaya başladıklarını,önce elini gördüklerini ancak çekerek çıkaramayınca halat bulup araçları birbirinden ayırdıklarını,torpido gözünün alt tarafına sıkıştığı için çok zor çıkarttıklarını Gonca Us ile birlikte ikisini Siteyşın reno bir arabanın arkasına koltuklarıda uzatarak yanyana yatırdıklarını ve iki aracında ölü ve yaralıyı hastahaneye götürdüğünü, Sedat Bucak dışında diğer kişilerin ölmüş olduğu, Sedat Bucağı Balıkesire, oradan da uçakla İstanbul’a götürüldüğü, korumalardan Enver’in cenazeler ve araba ile ilgilenmesi için Susurlukta bıraktıklarını araçtan yere düşen ve çanta denilen şeyin Sedat Bucak’a ait içinde 230-240 milyon lira para bulunan beyaz naylon torbayı aldıklarını ve sonra da İstanbulda paranın Bucağın eşine verildiği, seyahate katılan korumaların tümü tarafından belirtilmektedir.

İddia edildiği gibi arabanın içerisinde bulunan silahların başkaları tarafından konulmadığı tanık ifadeleri ve İstanbul DGM.Başsavcılığının iddianamesinde yer almıştır.Ayrıca aynı iddianamede arkadaki koruma aracında Haluk Kırcı’nın da bulunduğu söylenmektedir.

Yukarıdada belirtildiği gibi kazanın meydana gelişini takiben İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın, Cumhurbaşkanına sundukları iddialar üzerine, cumhurbaşkanımızın direktifleri doğrultusunda Başbakan tarafından Teftiş Kuruluna verilen yazılı talimatla başlayan inceleme 9.1.1997 tarihinde incelemeyi yapan müfettiş heyetinin düzenlediği inceleme raporu ile sonuçlanmıştır. Buna göre;

Başbakanlık raporunun (A) Bölümü Susurluk kazası ile ilgili sonucu ihtiva etmekte olup,

(A) bölümünde; 03.11.1996 tarihinde Susurluk İlçesinde, sürücülüğünü İstanbul Kemalettin Erörge Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ’ın yaptığı 06 AC 600 Plakalı otonun, 20 RC 721 Plakalı kamyona arkadan çarpması neticesinde uzun süredir aranmakta olan Abdullah Çatlı ve Gonca Us’un ölümü, Milletvekili Sedat Edip Bucak’ın ağır yaralanması ile sonuçlanan kazanın sonucunda;

İdari soruşturmaların sonuçlandığı ek bir soruşturma yapılmasına gerek bulunmadığı düşünülmektedir.

Mehmet Özbay adına düzenlenmiş olan hususi pasaport ile ilgili işlemlerde ihmali görülenler hakkında fezleke düzenlenmiştir.

Mehmet Özbay adına düzenlenmiş olan silah taşıma ruhsatı ile ilgili işlemde kusuru görülenler hakkında rapor düzenlenmiş olup, cezai bakımdan polis müfettişlerince fezleke düzenlenmektedir.

Adı geçen şahıs adına düzenlenmiş olan sürücü belgesi işlemlerinde usulsüzlük bulunmadığı anlaşılmış,

Beşiktaş İlçe Nüfus Müdürlüğünce düzenlenen nüfis hüviyet cüzdanı verilmesinde kusuru görülenler hakkında Mülkiye Başmüfettişlerince soruşturma yapılmakta olup, fezleke düzenlenecektir.

Hüseyin Kocadağ’ın ölmesi nedeniyle adli ve idari yönden hakkında herhangi bir işlem yapılmasına gerek kalmamıştır.

Adlî soruşturmalar devam etmekte olup trafik kazası ile ilgili dava Susurluk Asliye Ceza Mahkemesinde 1996/186 sayılı dava dosyasında derdesttir. Mehmet Özbay adına mevzuata aykırı silah taşıma belgesi düzenlediği isnad edilen Emniyet Eski Genel Müdürü Mehmet Ağar ile hakkında gıyabi tevkif kararı bulunan ve emniyetçe aranan kişiyi sakladığı isnad edilen ve aracında bulunan ruhsatsız silahlar nedeniyle 6136 sayılı Kanuna muhalefet ettiği düşünülen Sedat Edip Bucak halen Milletvekili olduklarından konulara ilişkin savunmaları, ilgili yer C.Başsavcılıklarının fezleke düzenleyerek ilgili bakanlık kanalıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasını talep etmesi ve Anayasanın ilgili maddesi gereğince talep uygun görüldüğü takdirde mümkün olabilecektir.

Konuların yukarıda belirtilen idari soruşturmalar sonucu düzenlenecek fezleke konuları dışında tamamı C.Başsavcılıklarınca soruşturma konusu edilmiş bulunmaktadır.

Cürüm işlemek amacıyla teşekkül meydana getirilip getirilmediği hususu İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturulmuş ve rapor içerisinde yer alan İddianamede tüm boyutları ile olaylar irdelenmiştir.

Başbakanlık raporunun Sonucundaki (F) bölümünde; Mehmet Özbay adına Abdullah Çatlı üzerinde bulunan adı geçenin Emniyet Genel Müdürlüğü mensubu olduğu, silah taşıyabileceği, kendilerine yardımcı olunmasına dair emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar imzalı, mühürlü ve fotoğraflı belgeler konusunda yürürlükteki yönetmeliğe göre böyle bir belge düzenlenemeyeceği, Mehmet Özbay adına düzenlenmiş olan belgenin usulüne uygun düzenlenmiş bir ruhsat olmadığı, Genel Müdürlük bütçesinden aylık almayan birisine bu şekilde belge düzenlenemeyeceğinin Emniyet Genel Müdürlüğü yazısıdan anlaşıldığı,

şeklinde değerlendirme yapılmıştır.

Komisyonumuzca Susurluk olayına esas incelemeleri yapan çeşitli İl ve İlçe Cumhuriyet Başsavcılıklarından konuya ilişkin bilgi ve belge talebinde bulunulmuştur.

Diğer taraftan adli işlemler yönünden de;

Susurluk Cumhuriyet Savcılığının 12.11.1996 tarih ve Hz: 1996/949 E: 1996/407 K: 1996/145 sayılı kararı ile Susurluk Asliye Ceza Mahkemesine açılan davaya ilişkin iddianamede;

Olay tarihinde yukarıda açık kimliği yazılı sürücü Hüseyin Kocadağ yönetimindeki Sedat Bucak’a ait 06 AC 600 plakalı Mercedes marka otomobil ile İzmir ilinden, İstanbul iline doğru seyir halinde iken; İlçemiz uçakyolu mevkii 53. Km. ye geldiğinde sol taraftaki benzinlikten çıkış yaparak Bursa istikametine (ayni istikamete gitmek isteyen Hasan Gökçe yönetimindeki 20 RC 721 plakalı ford kamyona sağ arka yan taraftan çarparak ölümlü ve yaralamalı trafik kazası meydana gelmiştir.

Kaza neticesinde 06 AC 600 plakalı Mercedes otomobilin sürücüsü Hüseyin Kocadağ, aynı araçta bulunan Abdullah Çatlı ve Gonca Us isimli şahıslar ölmüşler, otomobilin sağ ön koltuğunda bulunan Milletvekili Sedat Bucak hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır.

Sanığın yargılanmasının yapılarak eylemine uyan; TCK.nun 455/2, son, 40, 2918 sayılı yasanın 119. maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur değerlendirmesi ile dava açılmıştır.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 20.4.1992 tarih ve Hz: 1992/8718 E: 1992/5177 İd. 1992/2596 sayılı iddianamesinde;

26.2.1992 tarihinde sahte pasaport kullanmak suçundan Şahin Ekli isimli şahıs adına Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesine dava açılmış olduğu ve en son duruşmanın 26.12.1996 tarihinde yapıldığı, davanın 1992/405 esas sayılı dava dosyasında devam etmekte olduğu anlaşılmıştır. Davanın bu kadar uzun sürmesinin nedeni sanığın bulunamamış olmasından ileri geldiği kanaati oluşmuştur.

Susurluk Cumhuriyet Başsavcılığının 11.11.1996 tarih ve Hz: 1996/961,963,964 Fezleke: 1996/ sayılı İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen Fezlekede;

03.11.1996 tarihinde Susurluk ilçesi uçakyolu mevkiisinde meydana gelen trafik kazası ile ilgili olarak yapılan tahkikatta:

Olay tarihinde Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak’a ait 06 AC 600 plakalı Mersedes marka otomobil ile sürücü Hüseyin Kocadağ yönetiminde İzmir ilinden İstanbul iline doğru seyir halinde iken Susurluk İlçesi Uçakyolu mevkii 53. km. de saat 19.15 sıralarında diğer sürücü Hasan Gökçe’nin yönetimindeki 20 RC 721 plakalı kamyonun olay yerinin sol tarafında bulunan benzinlikten yola kontrolsüz olarak çıktığı sırada aşırı hızlı gelmekte olan otomobilin kamyonun sağ arka yan tarafından çarpması sonucu ölümlü ve yaralamalı trafik kazası meydana gelmiştir.

Kaza neticesinde 06 AC 600 plakalı otomobilde bulunan sürücü Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı (Mehmet Özbay) ve Günca Us isimli şahıslar ölmüşler, otomobilin sağ ön koltuğunda oturan Milletvekili Sedat Bucak hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır.

Olay üzerine olay yerine intikal eden Jandarma yetkilileri kazaya karışan 06 AC 600 plakalı mersedes otomobilde iki adet MP-5 otomatik tabanca, 5 adet çeşitli çapta tabanca ile bunlara ait iki adet susturucu, toplam 13 adet Jarjör ve mermiler ele geçirilmiştir.

Olay yerinde keşif yapılmış, bilirkişi raaporu ve olay yeri krokisi ile kaza yapan araçların durumu fotoğrafla tesbit edilmiştir.

Olayı müteakip araçta bulunan ölüler ve yaralanan Susurluk Devlet Hastanesine kaldırıldığı, yaralının Balıkesir Devlet Hastanesine sevk edildiği, anlaşılmıştır.

Olayda ölenlerin cesetleri üzerinde Susurluk evlet hastanesinde inceleme yapılmış olup, bu incelemede:

Ölen sürücü Hüseyin Kocadağ’a ait ceset üzerinde: Emniyet Müdürlüğüne ait polis kimliği, banka kartları, sigorta kartı, ile küçük gazete kağıdı parçasına sarılmış 0.33 santim ağırlığında kahverengi renkte niteliği belli olmayan toz madde ile 19.050 Bin tl.sı para çıkmıştır. (Nüfus cüzdanı ve sürücü belgeside mevcuttur.)

Aynı araçta yolcu olan ve olay sonucu ölen Abdullah Çatlı, (Mehmet Özbay)a ait ceset üzerinde: Mehmet Özbay adına düzenlenmiş; Sürücü belgesi, Silah Taşıma Ruhsatı, Silah Taşıma İzin Belgesi, kart vizit, Baysa Tic. adına düzenlenmiş fatura bilgi kağıdı, Viza kartı, Yapı Kredi Kartı, Barçlay kart, bir adet telefon kartı, İst.Tic.Odası Üyelik kardı, bir adet üzerinde Beyaz toz bulaşığı (taneciği) bulunan küçük naylon poşet, ile 44.500.000. TL 29 Adet Yüzlük ABD, Doları, yüzelli dolar, 305 Alman markı, çıkmıştır.

Ölen Goncu Us isimli bayana ait ceset üzerinde ise; kimlik belgesi çıkmamış olup, kazadan sonra jandarma yetkililerince kaza yapan 06 AC 600 plakalı otomobilde bulunan siyah bayan çantasında Gonca Us adına düzenlenmiş sürücü belgesi, ile çeşitli fotoğraf çıkmış olup, fotoğraf ve sürücü belgesinin ölen bayana ait olduğu teşhis tanığınca beyan edilmiştir. Ayrıca Gonca Us isimli bayan üzerinden çerçevesi sarı renkli, İpli, camsız gözlük çerçevesi ve sol ayağında 24 cm. uzunluğunda altın zincir mevcuttur.

Olay sonucu ele geçirilen kimlikler ve belgeler ile silahlar, niteliği belli olmayan toz madde ve trafik kazası olayı tefrik edilerek ayrı Hazırlık numaraları verilmiştir. Bunlardan 1996/962 Hz. sayısında kayıtlı olan Silah Taşıma İzin Belgesi ile ilgili evrak Yetkisizlik Kararı verilerek Ankara C.Başsavcılığına gönderilmiştir.

Olay üzerine Basın Yayın Organlarınca yapılan yayınlar ve 06 AC 600 plakalı kaza yapan otomobilde ele geçirilen silahlar, mermiler ve eşyalar ile olay sonucu ölen şahıslar üzerinde elde edilen eşya ve belgelerin değerlendirilmesinde; ayrıca Mehmet Özbay kimlikli, şahsın gerçekte Abdullah Çatlı isimli şahıs olduğu ve 18 yıldır aranan şahıslardan olduğu anlaşılmakla;

Şahısların birarada bulunması, çeşitli silahlar ve sahte belgelerin mevcudiyeti ile T.C.K.’nun 313. maddesine muhalefet suçunu oluşturacağı, bu suçun da 2845 sayılı Yasanın 1. ve 9. maddesi gereğince Devlet Güvenlik Mahkemesi yetkisi ve görevi içinde olduğu anlaşılmakla;

Fezleke düzenlenerek silahlar, kimlik ve belgeler ve toz madde ile ilgili Tefrik yapılarak ayrı hazırlıkları kaydedilmiş ise de, Birleştirilerek hazırlık evrakı, 06 AC 600 plakalı otomobilde ele geçirilen silahlar, bunlara ait mermi, jarjörler ve susturucular ile şahıslar üzerinde elde edilentüm kimlikler belgeler ve bunlara ait eşyalar birlikte görevli ve yetkili İstanbul DGM. Başsavcılığına gönderilmiştir.

Şeklinde değerlendirme yapılmıştır.

Susurluk Cumhuriyet savcılığının 7.11.1996 tarih ve Hz:1996/962 Büro 1996/20 sayılı Yetkisizlik kararında;

3.11.1996 tarihinde Susurluk çıkışında Uçakyolu mevkiisinde Urfa Milletvekili Sedat Bucak’a ait 06 AC 600 plakalı Mersedes marka otomobil ile Bursa istikametine seyir halinde iken trafik kazasının meydana geldiği; kaza neticesi aracın sürücüsü Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ ile Abdullah Çatlı (Mehmet Özbay) Gonca Us isimli şahısların öldükleri, Miletvekili Sedat Bucak’ın ise ağır yaralandığı, anlaşılmıştır.

Kaza neticesinde ölen şahıslar üzerinde yapılan incelemede, Abdullah Çatlı olarak yakınlarınca teşhis edilen şahsın üzerinde Mehmet Özbay adına düzenlenmiş sürücü belgesi, çeşitli bankalara ait kredi kartları, ticaret odası üye kartı, silah taşıma ruhsatı ve silah taşıma izin belgesi çıkmıştır. Bu belgelerden silah taşıma izin belgesinin Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından düzenlendiği anlaşılmakla;

Suç yeri itibari ile Savcılığımızın yetkisizliğine,

Gereğinin takdir ve ifası için hazırlık evrakının yetkili ve görevli Ankara C.Başsavcılığına gönderilmesine,

C.M.U.K’nun 8. maddesi gereğince karar verildiği

şeklinde değerlendirme yapılmıştır.

Susurluk Cumhuriyet Savcılığının 7.11.1996 tarih ve Hz:1996/949 sayılı Tefrik kararında;

03.11.1996 tarihinde Susurluk Uçakyolu mevkiisinde meydana gelen trafik kazası sonucu üç kişinin öldüğü, bir kişinin de ağır yaralandığı araçta ölenlerden birisinin İstanbul Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ, diğerinin Mehmet Özbay adına düzenlenmiş, ehliyetname, çeşitli banka kartları ve silah taşıma ruhsatı ve belgesi bulunan Abdullah Çatlı olduğu, araçta bulunan ve kaza neticesi vefat eden bayanın Gonca Us, isimli kişi olduğu, kaza neticesi ağır yaralanan kişinin de aracın sahibi olan Şanlıurfa Milletvekili Sedat bucak olduğu, kaza neticesi araçta çeşitli silah ve mermiler ile şarjörlerin bulunduğu anlaşılmakla;

Trafik kazası olayı diğer olaylardan ayrı olmakla, 1996/949 sayısı üzerinden yürütülmesine,

Abdullah Çatlı olan şahsın üzerinden çıkan ehliyetname, silah taşıma ruhsatı ve Banka kartlarının düzenlenme yerleri İstanbul İli olmakla, diğer evraklardan ayrılarak soruşturmanın sağlıklı bir biçimde yürütülebilmesi için Tefrik edilerek hazırlığın 1996/961 Hz. sayısı üzerinden yürütülmesine,

Abdullah Çatlı’nın üzerinden çıkan Silah Taşıma İzin belgesinin düzenleniş yeri itibari ile farklı olması nedeni ile tefrik edilerek hazırlığın 1996/962. sayısı üzerinden yürütülmesine,

Araçta bulunan çeşitli evsaftaki silah, mermi ve şarjörler hakkındaki soruşturmanın sağlıklı yürütülebilmesi için tefrik edilerek hazırlığın 1996/963 Hz.nosu üzerinden yürütülmesine,

Ölen şahıslardan Abdullah Çatlı (Mehmet Özbay) cüzdanı içinden çıkan küçük naylon poşetteki beyaz toz bulaşığı ve ölen Hüseyin Kocadağ cüzdanı içinden çıkan ve 0.33 santim kahverengi toz hakkında ki evrakın da tefrik edilerek hazırlığın 1996/964. Hz.Sayısı üzerinden yürütülmesine,

Şeklinde karar verilmiştir.

İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 5.3.1997 tarih ve Hz:1996/2303 E: 1997/294 İddianame: 1997/261 sayılı iddianamenin konumuza ilişkin bölümlerinde;

Türkiye’de katliam sanığı olarak gıyabi tutuklama kararı ile, yurtdışında uyuşturucu kaçakçılığı ve cezaevi firarisi olarak İnterpol tarafından kırmızı bülten ile aranan bir silahlı eylemci ile, bu kişiyi yakalamak veya bulunduğu yeri derhal güvenlik birimlerine bildirmekle görevli ve yükümlü olan üst düzey bir emniyet mensubunun ve bir milletvekilinin aynı ortamlarda birlikte olmaları ve bu birlikteliği, Abdullah Çatlı’nın gerçek kimliği bilinerek, uzun süreli yakın ilişkiler içerisinde sürdürülmüş olması,

Bu kişilerin her üçününde üzerinde ruhsatlı tabancaları, yanlarındaki korumaların ayrı ayrı zati silahlarının bulunmasına rağmen ayrıca saldırı, suikast ve gizlice cinayet işlemekte kullanılabilecek vahim nitelikte ve sayıda silahları ve mermilerle, 34 NUL 63 numaralı sahte plakaları (koruma amaçlı olmadığı İst.Emn. Müd. yazı ve araştırması ile saptanmıştır.) ve birçok sahte belgeleri yanlarında bulundurdukları nazara alındığında, bu kişilerin son olaydaki beraberliğinin basit bir tatil gezisi veya başsağlığı ziyareti ile izah edilmesi inandırıcı görülmemiştir. kaldıki, yukarıdaki tesbitlere göre bu beraberlik tesadüf değil önceden tesbit edilmiş bir buluşma olduğu, İstanbul’da bulundukları ilk günde Abdullah Çatlı, Sedet Edip Bucak ve Hüseyin Kocadağ’ın gizlenen buluşmaları ve görüşmelerinden anlaşılmaktadır.

Bu durum adı geçen kişilerin, yanlarında koruma olarak bulundurdukları kişilerle birlikte, yasalara aykırı silahlı bir eylem hazırlığında bulundukları kanaatini oluşturmuştur.

Bu silahlardan ve mermilerden bir bölümünün özel Harekat Daire Başkanlığı kaynaklı oldukları ve 1993-1994 yılları itibariyle Emniyet Genel Müdürlüğünde kuvvet kayıtlarında bulunmaları gerektiği tesbit edilmiştir. Buna rağmen bu silah ve mermilerin kaza yapan otomobil içerisinde ve orada bulunan kişiler elinde ne maksatla bulundukları ve onlara nasıl intikal ettirildikleri, Emniyet Genel Müdürlüğünün cevabi yazılarında izah edilememiştir. Ancak, belirtilen tarihlerde Özel Harekat daire Başkan Vekili olan İbrahim Şahin’in talimatları ve bilgileri dahilinde adı geçenlere intikal ettirildiği kanaati oluşmuştur.

Abdullah Çatlı’nın üzerinde bulunan ve yukarıda ayrıntıları izah edilen sahte belgeler ve özellikle silah taşıma izin belgeleri ve hususi yeşil pasaportlar düzenlenerek, bu belgelerle, Devlet tarafından aranan ve birçok yasadışı eyleme katılmış oldukları saptanan bu kişilerin kolaylıkla silah taşımaları ve kolaylıkla yurtdışına çıkış ve dönüşleri sağlanarak çeşitli imtiyazlarla donatılmış oldukları anlaşılmıştır.

Ömer Lütfi Topal isimli kişinin öldürülmesinde (Olay yukarıda ayrıntılı olarak izah edilmiştir) kullanılan silahın şarjöründe Abdullah Çatlı’nın parmak izi bulunmuş ve Abdullah Çatlı’nın bu olaya iştirak etmiş olduğu bu somut delil ile tesbit edilmiştir. Öldürülen Ö.Lütfi Topal İstanbul’da ve Türkiye’nin muhtelif yerlerinde faaliyet gösteren birçok kumarhanenin işletmecisidir. Bu işletmelerden çok büyük miktarlarda paralar kazanılmaktadır. Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir isimli şahıslarda Ömer lütfi Topal’ın İstanbul’daki bir kumarhanesinin ortaklarıdır. Bu kişiler bir ihbar üzerine üç polis memuru ile (A.Çarkın, E.Ersoy, O.Yorulmaz) birlikte Ö.Lütfü Topal’ın cinayet zanlıları olarak gözaltına alınmışlardır. İstanbul .Emniyet Müdüdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğünde gözaltında bulundukarı sırada daha ilk saatlerden itibaren Sedat Edip Bucak İstanbul İl Emniyet Müdürüne defalarca telefon açarak bu kişileri gözaltından kurtarmaya ve araştırmanın genişletilmesini engellemeye yönelik girişimlerde bulunmuştur, araştırmanın birinci günü henüz tamamlandığında ise, İbrahim Şahin’in bizzat İstanbul’a gelmesi ile bu kişiler apar topar İstanbul Emniyet Müdürlüğünden Ankara Emniyet Genel Müdürlüğüne götürülmüş ve orada kısaca ifadeleri alınıp yüzeysel bir inceleme ile yasal olmayan bir uygulama sonucu serbest bırakılmışlardır.

Bu kişilerin acele olarak Ankara Emniyet Genel Müdürlüğüne götürülmeleri, özel timler hakkında kamuoyunda olumsuz kanaat oluşmasını önlemek olarak izah edilmeye çalışılmıştır. Ancak, bu kişilerden ikisi sivil şahıstır, özel timlerle ilişkileri yoktur. Diğer polis memurlarının ise önceki tarihlerde Özel Harekat Dairesi ile ilişkileri zaten kesilmiştir. Kaldıki, bu tür uygulamanın mutad olmadığı bizzat İstanbul il Emniyet Müdürünün ifadesinde yer almaktadır. Şöyleki; Emniyet Amiri, Başkomiser ve Komiser rütbelerinde birçok Emniyet mensubu muhtelif suçlardan muhtelif tarihlerde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınarak sorgulamaları yapıldığı halde (hatta bir bölümü orada suimuameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.) Emniyet Genel Müdürlüğü veya İçişleri Bakanlığının bilirkişiler hakkında yapılan işlemler ile herhangi bir şekilde ilgilenmedikleri ve ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü nezdinde de herhangi bir araştırmaya kalkışmadıkları, zaten bu olayda Emniyet Genel Müdürü’nün de devre dışı bırakıldığı ve kendisine herhangi bir bilgi verilmediği anlaşılmıştır. Bunların dışında, Ö.Lütfi Topal’ın öldürülmesi olayı sebebiyle gözaltına alınan bu üç polis memuru (Mustafa Altınok, Enver Ulu ve Ömer Kaplan isimli polis memurları ile birlikte) Ö.Lütfü Topal’ın öldürülmesine tekabül eden zaman diliminde, Sedat Edip Bucak’a koruma görevlisi olarak tayin edilerek orada toplanmaları sağlanmıştır. (Koruma tayininde aciliyet unsurunun bulunmadığı ve birkısım işlemlerdeki usulsüzlükler Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporunda ve yukarıda ki ilgili bölümlerde izah edilmiştir.) Ö.Lütfü Topal’ın öldürülmesine iştirak ettiği somut delillerle saptanan Abdullah Çatlı ile bu olayın zanlıları olarak gözaltına alınan ve aynı zamanda Ö.Lütfü Topal’ın ortakları olan Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir , Sedat Edip Bucak ve onun yukarıda isimleri yazılı korumaları, uzun süreden beri tanışmaktadırlar ve sık sık biraraya gelmektedirler. Keza, bu kişilerin hepsi İbrahim Şahin ile de tanışmakta ve onlarla da ilişkili bulunmaktadırlar. Ö.Lütfü Topal’ın öldürüldüğü günlere tekabül eden zaman diliminde ve ayrıca bu olaydan önceki ve sonraki günlerde, Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir ve Sedat Edip Bucak’ın korumaları arasında yoğun ve dikkat çekici şekilde telefon görüşmeleri yapıldığı tesbit edilmiştir.(Telefon görüşmelerinin detayları ,yukarıda ayrıntılı olarak izah edilmiştir.) bulduğu tarihe yakın zamanlarda Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir ve S.E.Bucak’ın korumaları, Siverek’te Sedat Bucak’ın ikametgahında toplanmışlardır. (Fotoğraflarla ilgili bölümde izah edilmiştir.)

Adı geçen bu kişilerin böyle bir olay etrafından yoğun görüşme, beraberlik ve dayanışma içerisende bulunmaları, özel kasıtla hareket ettikleri kanaatini oluşturmaktadır.

Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat daire Başkan Vekili olarak görevli bulunan Hanefi Avcı ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kontrterör Merkez Yöneticisi Mehmet eymür’ün İstanbul DGM.Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadeleri ile teyid ettikleri (bu ifadelerinde TBMM Susurluk Araştırma Komisyonunda verdikleri ifadeleri de aynen tekrar etmişlerdir) ve dosyada mevcut bilgi, belge ve delillere göre:

Yasadışı bölücü terör örgütlerine destek veren kişilerle hukuki yollarla mücadele edebilmek imkânı bulunmadığını düşünen birkısım görevliler tarafından başka yöntemler aranmaya başlanmıştır. Bu düşünce ile Emniyet, MİT ve Jandarma Teşkilatlarında bazı görevliler tarafından bu istikamette çalışmalar başlatılmıştır. (MİT ve Jandarma hakkındaki iddialara ilişkin ifadeler Ankara DGM. Cumhuriyet Başsavcılığına, Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki olaylara ilişkin ifadeler Diyarbakır DGM. Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.) Emniyet Genel Müdürlüğü ve Özel Harekat dairesinde bazı üstdüzey görevliler ve yine Özel Harekat dairesinde görev yapmış birkısım polis memurları ile, bu görevliler tarafından önceki tarihlerden beri bilinen ve tanınan ancak, muhtelif suçları sebebiyle Gıyabi Tutuklu olarak aranan birkısım sivil kişilerden oluşan teşekkül meydana getirilerek terör örgütlerine destek sağladığını düşündükleri kişilere yönelik eylem ve faaliyetlerde bulunulmuştur.

Birsüre sonra, bu teşekkülün eylem yapacakları hedef veya eylemlerini haklı gösterecekleri sebep bulunmadığı görülmekle beraber, oluşturulan bu guruplar dağılmamış aksine, birkısım siyasetçi ve kumarhane işletmecisinin de katılımı ile, kişisel çıkarlar sağlamaya yönelik eylemler yaptıkları ifade edilmiştir. Nitekim, Susurluk ilçesi civarında meydana gelen malum trafik kazasında birarada bulunan kişiler, bunların yanlarında taşıdıkları silahlar ve belgeler ile bu kişilerin, iddianamede isimleri zikredilen diğer kişilerle ilişkilerinin boyutları ve yine yukarıda izah ve ifade edilen birkısım olaylar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Susurluk kazasında birarada bulunan kişilerin yukarıda ifade edilen şekilde, yasadışı eylemlerinden birinin daha hazırlık hareketlerine başladıklarını göstermektedir.

Bu teşekkülde yer alan şahısların kişilikleri, görev alanları ve ülkedeki etkinlikleri nazara alındığında (sanıklardan Korkut Eken’in beyanında da belirttiği üzere) teşekkülün eylemlerinin yetkili ve görevli merciiler tarafından artık kontrol edilemez boyutlara ulaştığı görülmüştür. ancak, Susurluk kazası ile, bu teşekkül ve birkısım mensupları meydana çıkmıştır.

Tüm bu deliller ve belgeler birlikte nazara alındığında, haklarında iddianame ile dava açılan bu kişilerin birçok olayda isimlerinin birlikte geçtikleri görülmektedir.

Bu birlik ve beraberliğin tesadüflerden ibaret olmadığı, Polis Memurları sanıkların sadece koruma görevi yapmak maksadıyla tayin ve tahsis edilmedikleri, bunların ÖZEL KASIT altında biraraya toplandıkları ve bu suretle: Devlet tarafından muhtelif suçlardan aranan kişiler, kumarhane işletmecileri, birkısım yönetici ve siyasetçiler ile Özel Harekat daire Başkanlığında görevli bazı polis memurlarının cürüm işlemek için teşekkül oluşturdukları veya bu teşekküle katıldıkları anlaşılmıştır.

CÜRÜM İŞLEMEK İÇİN TEŞEKKÜL OLUŞTURMAK SUÇU: TCK’nun 313.maddesinde düzenlenen bir tehlike suçudur. Bu madde ile Türk Ceza Huku’n daki genel ilkeye bir istisna getirilmek sureti ile toplum yararına HAZIRLIK HAREKETLERİ DE CEZALANDIRILMAKTADIR. Amaç, müstakbel suçları önlemektir. Suçun oluşumu için, iki veya daha çok kişinin aynı gaye doğrultusunda yani, suç işlemek için irade mütebakatı içinde bulunmaları yeterlidir. Şu halde, anlaşma ile suç oluşacağından, herhangi bir cürüm işlenmesine gerek te bulunmayacaktır, başka bir deyişle, cürüm işlemek için teşekkül meydana getirmek suçunun oluşabilmesi için, bu teşekkülün herhangi bir suç işlemiş ve tamamlamış olması da gerekli bulunmamaktadır. Yukarıda ifade edildiği gibi suçun oluşumu için hazırlık hareketleri yeterlidir. Ayrıca, teşekkül üyelerinin aynı derecede görev almaları da gerekli değildir. Birkısmı koruma, kollama, birkısmı ikmal, bir kısmı talimat ve direktif, birkısmı icracı, birkısmı da suçtan menfaat temin etmiş olması suçun oluşumu için yeterlidir.

Bu eylemle birlikte tüm sanıkların ayrıca, haklarında yakalama ve tevkif müzekkereleri bulunan (Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı) kişilerin saklı bulundukları yeri bildikleri halde yetkili merciilere de haber vermedikleri ve bu şekilde bu suçu da işledikleri anlaşılmıştır.

Şeklinde değerlendirme yapılarak İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine dava 5.3.1997 tarihinde açılmıştır.

İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz: 1996/2303 sayılı işlemle;

Sedat Edip Bucak ve Mehmet Kemal Ağar’ın Milletvekili olmaları sebebiyle hazırlık evrakları tefrik edilmiş ve İstanbul DGM Başsavcılığının 30.01.1997 tarih ve 1997/221-1 sayılı FEZLEKE’si ekinde Adalet Bakanlığı’na gönderildiği,

Adalet Bakanlığı Cezaişleri Genel Müdürlüğünün 1.4.1997 tarih ve 10069 sayılı yazısı ekinde gönderilen İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin 30.1.1997 tarih ve Hz.1997/221 fezleke: 1997/1 sayılı fezlekesinin değerlendirme ve sonuç bölümünde:

03.11.1996 tarihinde Susurluk İlçesi civarında meydana gelen trafik kazasında, aynı otomobil içerisinde Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak ve Hüseyin Kocadağ’ın birlikte bulunmaları, o tarihten itibaren, Türkiye gündeminde baş sırayı alarak bugüne kadar süregelen tartışmaların en önemli konusunu teşkil etmiştir.

12.11.1996 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı ile bir görüşme yapan, Anavatan Partisi Genel Başkanının... bazı devlet görevlilerinin uyuşturucu, kumarhane, haraç ve adam öldürme gibi eylemlere karıştıklarını, devlet tarafından aranan bazı silahlı eylemcilerinde bu devlet görevlileri tarafından kullanıldığını... ifade etmesi sebebiyle Cumhurbaşkanı 13 Kasım 1996 tarihli mektupla bu bilgileri Başbakana intikal ettirmişlerdir. Bu mektupta özetle... “Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde özel harekat dairesi vardır... bu dairenin bazı elemanları uyuşturucu, kumarhane, haraç ve adam öldürme gibi işlere karışmaktadır... Ö.L.Topal’ı öldürenlerin itirafları fevkalade enteresandır... aşiret reisi devleti kullanmaktadır... Devlette görevli bazı kişilerin özel hareket dairesi başkanı İbrahim Şahin’den talimat aldıkları ve bunun İçişleri Bakanı dahil bir takım yüksek yerlerin bilgisi dahilinde olduğu söylenmektedir... şeklinde iddia edilen hususlara yer vermişlerdir. Bu iddialar nazara alınarak Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulları tarafından araştırmalar yapılmıştır. Ayrıca TBMM’de bu konularla ilgili bir araştırma komisyonu teşkil edilerek araştırmalar sürdürülmüştür. Bu bilgilerin ve araştırmaların yanında İstanbul DGM.C.Başsavcılığınca da hazırlık tahkikatı yapılarak yukarıda izah edilen olaylar ayrı ayrı tahkik edilmiş ve toplanan deliller ve delillere istinaden oluşan kanaat fezlekenin muhtelif bölümlerinde ayrıntılı olarak izah ve ifade edilmiştir.

Yukarıda izah ve ifade edildiği üzere:

Türkiye’de katliam sanığı olarak gıyabi tutuklama kararı ile, yurt dışında uyuşturucu kaçakçılığı ve cezaevi firarisi olarak İnterpol tarafından kırmızı bülten ile aranan bir silahlı eylemci ile, bu kişiyi yakalamak veya bulunduğu yeri derhal güvenlik birimlerine bildirmekle görevli ve yükümlü olan üst düzey bir emniyet mensubunun ve bir milletvekilinin aynı ortamlarda birlikte olmaları ve bu birlikteliği, Abdullah Çatlı’nın gerçek kimliği bilinerek, uzun süreli yakın ilişkiler içerisinde sürdürülmüş olması,

Bu kişilerin her üçününde üzerinde ruhsatlı tabancaları, yanlarındaki korumaların ayrı ayrı zati silahlarının bulunmasına rağmen ayrıca saldırı, suikast ve gizlice cinayet işlemekte kullanılabilecek vahim nitelikte ve sayıda silahları ve mermilerle, 34 NUL 63 numaralı sahte plakaları (koruma amaçlı olmadığı İst.Emn.Md. yazı ve araştırması ile saptanmıştır.) ve birçok sahte belgeleri yanlarında bulundurdukları nazara alındığında, bu kişilerin son olaydaki beraberliğinin basit bir tatil gezisi veya başsağlığı ziyareti ile izah edilmesi inandırıcı görülmemiştir. Kaldıki, yukarıdaki tesbitlere göre bu beraberlik tesadüf değil önceden tesbit edilmiş bir buluşma olduğu, istanbul’da bulundukları ilk günde Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak ve Hüseyin Kocadağ’ın gizlenen buluşmaları ve görüşmelerinden anlaşılmaktadır.

Bu durum, adı geçen kişilerin, yanlarında koruma olarak bulundurdukları kişilerle birlikte, yasalara aykırı silahlı bir eylem hazırlığında bulundukları kanaatini oluşturmuştur.

Bu silahlardan ve mermilerden bir bölümünün özel harekat ve daire başkanlığı kaynaklı oldukları ve 1993-1994 yılları itibariyle Emniyet Genel Müdürlüğünde kuvve kayıtlarında bulunmaları gerektiği tesbit edilmiştir. Buna rağmen bu silah ve mermilerin kaza yapan otomobil içerisinde ve orada bulunan kişiler elinde ne maksatla bulundukları ve onlara nasıl intikal ettirildikleri, Emniyet Genel Müdürlüğünün cevabi yazılarında izah edilememiştir. Silah taşımasına yardımcı olunması hususundaki özel belgeler ve diğer ilişkilerde nazara alındığında bu silah ve belgelerin, belirtilen tarihlerde Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar ve Özel Harekat Dari Başkan vekili olan İbrahim Şahin’in talimatları ve bilgileri dahilinde adı geçen kişilere verildiği kanaati oluşmuştur.

Abdullah Çatlı’nın üzerinde bulunan ve yukarıda ayrıntıları izah edilen sahte belgeler, Abdullah Çatlı (Mehmet Özbay sahte kimliği ile) ve Yaşar Öz adına düzenlenen silah taşıma izin belgeleri ve hususi yeşil pasaportlarında yine, Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemlerde ve onun bilgisi ve talimatı doğrultusunda düzenlenerek, bu belgelerle, devlet tarafından aranan ve birçok yasadışı eyleme katılmış oldukları saptanan kişilerin kolaylıkla silah taşımaları ve kolaylıkla yurtdışına çıkış ve dönüşleri sağlanarak çeşitli imtiyazlarla donatılmış oldukları anlaşılmıştır.

Ömer Lütfi Topal isimli kişinin öldürülmesinde (olay yukarıda ayrıntılı olarak izah edilmiştir) kullanılan silahın şarjöründe Abdullah Çatlı’nın parmak izi bulunmuş ve Abdullah Çatlı’nın bu olaya iştirak etmiş olduğu bu somut delil ile tesbit edilmiştir. Öldürülen Ö.Lütfi Topal İstanbul’da ve Türkiye’nin muhtelif yerlerinde faaliyet gösteren birçok kumarhanenin işletmecisidir. Bu işletmelerden çok büyük miktarlarda paralar kazanılmaktadır. Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir isimli şahıslarda Ömer Lütfi Topal’ın İstanbul’daki bir kumarhanesinin ortaklarıdır. Bu kişiler bir ihbar üzerine üç polis memuru ile (A.Çarkın, E.Ersoy, O.Yorulmaz) birlikte Ö.L.Topal’ın cinayet zanlıları olarak gözaltına alınmışlardır. İst.Emn.Md.Asayiş şube Md.de yetkili mercilere derhal haber vermedikleri aksine, gizlenmesine yardım ettikleri,

Sedat Edip Bucak’ın, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah ve mermileri ruhsatsız olarak taşıdığı,

Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olarak görevli olduğu tarihte, yukarıda Yaşar Öz olayında izah edilen fiil ve hareketi ile görevini suistimal ettiği sonuç ve kanaati oluşmuştur.

DGM.C.Başsavcılığının görev alanına giren, TCK.’nun 313. maddesine mümas, cürüm işlemek maksadıyla teşekkül meydana getirmek suçu ile ilgili hazırlık tahkikatı yapılırken yukarıda zikredilen diğer suçlara ilişkin delillerde birlikte toplanmıştır. Tahkikatın bu aşamasında bu suçlarla ilgili evrakların ve delillerin tefrik edilerek ilgili C.Başsavcılıklarına gönderilmesi halinde tüm olarak tahkikatın sürüncemede kalacağı, delillerin dağılacağı ve yok olacağı ve tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi zorunluluğu nazara alındığında, evrakların tefrik edilmesinde fiili ve hukuki imkânsızlık olduğu görülmüş ve bu sebeplerle fezleke, yukarıda zikredilen suçlarıda kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.

“Susurluk kazası” olarak Türkiye’nin gündeminde yer alan olayların, ülke genelinde tüm yönleri ile aydınlığa kavuşması ve olaylarda iştiraki olan başka kişilerinde varlığının belirlenmesi için; Sarıyer C.Başsavcılığınca tahkikatı sürdürülen Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesi olayı, Silivri C.Başsavcılığınca tahkikatları sürdürülen Tarık Ümit’in kaybolması ve İran uyruklu Asker Smitko-Lasem Ecmaili’nin öldürülmesi olayları, Sapanca C.Başsavcılığınca tahkikatı sürdürülen Behçet Cantürk ve arkadaşlarının öldürülmesi olayı, Gaziantep C.Başsavcılığınca tahkikatı sürdürülen Mehmet Ali Yapraka’ın kaçırılması olaylarının tahkikatlarının ikmal edilmesi, olay faillerinin somut delilleri ile ortaya çıkarılması gerekmektedir. Bu tahkikatların sonuçlanmaları halinde, olaylara iştirak ettikleri tesbit edilen sanıklar hakkında, görevli C.Başsavcılıklarınca yapılacak yasal işlemlere ek olarak, İstanbul DGM.C.Başsavcılığının görev alanına giren, cürüm işlemek için teşekkül meydana getirmek suçundan da ayrıca ek mukteza tayin olunacaktır.

Zaten, bu olaylarda adı geçen ve halen firarda olup yakalama ve gıyabi tutuklama kararları ile aranan birkısım sanıklar ile bu olaylara ilişkin birkısım ihbar ve iddialarla ilgili tahkikat halen İstanbul DGM.C.Başsavcılığınca sürdürülmektedir.

Sonuç ve Talep

Halen 20. dönem Şanlıurfa Milletvekili olan Sedat Edip Bucak ve 20. dönem Elazıg Milletvekili olan Mehmet Kemal Ağar haklarında, müsnet suçlardan eylemlerine uyan ve yukarıda zikredilen kanun maddeleri gereğince takibat yapılabilmesi; T.C. Anayasasının 83/2 maddesi gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisinin, adı geçen milletvekilleri hakkında Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması kararına bağlı bulunmaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdirine tevdii olunmak üzere fezleke düzenlenerek, hazırlık tahkikat evrakı ile Adalet Bakanlığına sunulduğu,

Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ ve Gonca Us’un ölmüş olmaları sebebiyle, sanıklar Sedat Hoştan ve Ömer Kaplan hakkındaki delil durumu nazara alınarak bu kişiler hakkında EK TAKİPSİZLİK kararı verildiği,

Diyarbakır, Ankara ve İzmir Yargı çevresine ilişkin iddialarla ilgili evraklar Diyarbakır, Ankara ve İzmir DGM.Cumhuriyet Başsavcılıklarına tefriken gönderildiği, (26.2.1997 tarih ve 1996/2303 Hz.)

Abdullah Çatlı’ya Mehmet Özbay sahte kimliği ile nüfus cüzdanı veren görevliler hakkında evrak tefrik edilerek Görevsizlik Kararı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, (Hazırlık No: 1997/23).

Abdullah Çatlı’ya Mehmet Özbay sahte kimliği ile sürücü belgesi veren görevliler hakkında evrak tefrik edilerek Görevsizlik Kararı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, (Hazırlık No: 1997/25).

Abdullah Çatlı’ya Mehmet Özbay sahte kimliği ile umumi ve hususi (yeşil) Pasaport verenler hakkında evrak tefrik edilerek Görevsizlik Kararı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, (Hazırlık No: 1997/24).

Abdullah Çatlı’ya Mehmet Özbay sahte kimliği ile İstanbul’da Silah Taşıma Ruhsatı verlimesinde suistimali görülenler hakkında evrak tefrik edilerek Görevsizlik Kararı ile İstanbul İl İdare Kuruluna gönderildiği,

anlaşılmaktadır.

Başbakanlık incelemesi ve Adli mercilerce yürütülen soruşturmalar dışında Komisyonumuz tarafından yürütülen çalışmalarda;

Abdullah Çatlı üzerinde çıkan uzman kimliği ile ilgili olarak yapılan tahkikat evrakının bir örneği Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından istenilmiş, alınan cevabi yazıda uzman kimliği ile ilgili hazırlık tahkikatının tümünün bilirkişi incelemesi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumuna gönderildiği bildirilmiştir.

Komisyonumuzca Emniyet Genel Müdürlüğünden, kendilerine İsrail Devleti tarafından hibe edilen silahlardan depoda bulunmayan ve kaybolan listeler ve varsa tahkikat evrakları istenilmiştir. emniyet Genel Müdürlüğünce verilen cevapta,

Susurluk İlçesinde kaza yapan araçta ele geçen tüm silahlar ile ilgili bilgiler ve İsrail’den hibe olarak alınan silahlara ait ilgili Daire tarafından hazırlanan dökümanların liste halinde gönderildiği,

Bunlardan A 92571 U seri numaralı 22 kalibre İtalyan yapımı Baretta Marka tabancanın Ocak 1994 tarihinde yapılan bir anlaşmayla bir israil Şirketi tarafından Türk Polis Teşkilatına satıldığının İsrail İnterpolünce bildirildiği, ancak, Emniyet Genel Müdürlüğü silah kuvve kayıtlarında mevcut olmadığı,

Irak yapımı, Tarq marka 9 mm çaplı 930647 seri numaralı tabancanın seri fabrikasyon numarası silinip tek tek bu seri numarası vurulmuş olduğu için üretici fabrikadan satım yeri hakkında cevap almanın mümkün görülmediği,

MP-5 marka 9 mm çaplı 21995 ve C 48952 seri numaralı yarı makinalı tabancaların ise menşeilerinin tespitine ilişkin olarak konu, 14.2.1997 tarih ve 038646 sayılı yazı ile aynen bildirilmiştir.

Buna göre; MP-5 marka silahların ingiltere’de üretildiği, bunlardan C 49952 seri numaralı silahın 1985 yılında Kuveyt’e satıldığı, MP-5 marka 21995 seri nolu silahın ise 1980 yılında Yugoslavya’ya satıldığının, İngiliz İnterpolünden alınan yazılardan anlaşıldığı, bu bilgilerin ilgili ülkeler nezdinde de alınarak detaylı bilgilerle takviye edileceğinin bildirildiği,

İsrail’den bugüne kadar 8.12.1993 tarih ve 31862 sayılı yazıda belirtilen;

10 Adet Ruger kısa tüfek 0.22 LR, 10 Adet Baretta tabanca cal: 22,8 Adet remington Model 870 Av tüfeği, 5000 Adet “oo” Buchshot kovan, 5000 Adet Lock-Buster av tüfeği kovanı, 100 Adet UZİ Yarı Mak.tab.7 (şarjörü), 100 Adet 9 mm tabanca, 4 Adet Magnum 300 Mac Millan tüfeği, 10000 Adet Magnum 300 fişeği, 5000 Adet Cal. 50 fişeği alındığı, bunlarla ilgili olarak 19.2.1996 tarih ve 4016 sayılı yazıda açıklandığı üzere son kullanıcı belgesindeki 10 ayrı kalem malzemeden bir kısmının gönderildiği ve kullanıcı olan Özel Harekat Daire Başkanlığına orijinal ambalajlı olarak teslim edildiği, kurulan muayene ve kabul komisyonunca kabulünün yapıldığı ve ayniyatının kesilerek 15.11.1994 tarihinde kuvve kayıtlarının alındığı,

23.12.1993-15.6.1994 tarihleri arasında da,

100 Adet 5,56 mm Galli Tüfek, 20 Adet 7,62 mm Galli Tüfek, 100 Adet 9 mm Jeriko 028 Otomatik Tabanca, 60 Adet 9 mm Jeriko 94/15 Otomatik Tabanca 100 Adet 9 mm Mini Uzi Otomatik Tabanca, 90 Adet 9 mm Mikro Uzi Otomatik Tabanca, 40 Adet 9 mm Uzi Seyyar Dipçikli Tabanca, 50 Adet 9 mm Uzi Sabit Dipçikli Tabancanın İsraih Hospro Firması tarafından hibe ve bedelsiz olarak Emniyet Teşkilatına gönderildiği, tamamının Özel Harekat daire Başkanlığının taleplerine dayalı olarak tesellüm belgesi ile bu daireye zimmetle teslim edildiği bildirilmiştir.

Konu hakkında İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişlerince soruşturma yürütülmekte olduğu, Emniyet Genel Müdürlüğü demirbaşına intikal etmesi gereken malzemelerin kuvve kayıtlarının bulunmayışı ve Susurlukta meydana gelen kazada araç içerisende tespit edilen, sarı ambalaj kutuları üzerinde “Emniyet Genel Müdürlüğü Ankara-Turkey, 5,56 mm 55109 Nato Standart” yazısına havi oluşu, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bu malzemelerin o araçta nasıl bulundukları konusuna her kademedeki konuyla ilgili amirinin cevap vermesini gerektirecek vahamette ve düşündürücü bir olay olarak gözükmektedir.Çünkü Korkut Eken’in ifadesinde de belirttiği gibi “Bu silahların nerede olduğunu söylemek devlet sırrıdır.” sözü ayrıca düşündürücüdür.

Mehmet Özbay’a ait 1996/1136 sayılı silah taşıma dosyasında, birbirinden farklı, ancak aynı içerikli iki ayrı işlem bulunmaktadır. Mehmet Çakır isimli kişinin istanbul Valiliğine yaptığı müracaat üzerine, ilgilinin hayatının harici ve ciddi tehlike altında olduğundan bahisle silah taşıma ruhsatı talep etmiş, konu Emniyet Genel Müdürlüğüne intikal ettirildiğinde, yapılan tahkikat sonucunda ilgilinin hayatının harici ve ciddi bir tehlike altında olmadığı teklifi ile İşişleri Bakanına ruhsat verilip verilmeyeceği hususu onay olarak sunulduğunda, İçişleri Bakanı silah taşıma ruhsatı verlimesini uygun bulmuş ve daha sonra da silah satın aldırılması ve taşıma ruhsatı düzenleme işlemleri tamamlanmıştır. Bu işlemden dört ay sonra bu kere Mehmet Çakır bir dilekçe ile silahını Mehmet Özbay’a hibe etmek istediğini, Mehmet Özbay’da silahı hibe olarak almayı ve hayatının harici ve ciddi tehlike altında olduğundan bahisle taşıma ruhsatı talebinde bulunmuştur. Ayni işlemlerin, aynı şekilde yürütülmesi sonucunda Mehmet Özbay’ın hayatının harici ve ciddi tehlike altında olmadığı belirtilerek onay olarak sunulduğunda, İçişleri Bakanı Silah Taşıma ruhsatı verilmesini uygun bulmuş ve ilgilisi hem hibe olarak silah almış hem de taşıma ruhsatı sahibi olmuştur.

Bu noktada gerek Ateşli Silahlar ile diğer aletler hakkında yönetmeliğin 7/a maddesi, gerekse 6136 sayılı kanun ve İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri hakkında 3152 sayılı Kanunun 5. maddesi hükmü gereğince, bu uygulama sonucu sorumluluk teklifi yapan Genel Müdürlere ilişkin olmayıp 3152 sayılı kanun

Madde 5-Bakan, Bakanlık kuruluşunun en üst amiridir ve Bakanlık hizmetlerini mevzuata, hükümetin genel siyasetine, millî güvenlik siyasetine,kalkınma planlarına ve yıllık programlara uygun olarak yürütmekle ve bakanlığın faaliyet alanına giren konularda diğer bakanlıklarla işbirliği ve koordinasyonu sağlamakla görevli ve Başbakana karşı sorumludur.

Bakan, emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden sorumlu olup, Bakanlık merkez, taşra teşkilatı ile bağlı kuruluşlarının faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir.

Yönetmelik Madde 7 - İçişleri Bakanı;

a) (Değişik: 28/1/1994 - 94/5297 K.) Hayatları harici ve ciddi bir tehlikeye maruz bulunan Türk vatandaşı ve yabancı uyruklular ile şehit edilen emniyet hizmetleri sınıfı personelinin eşi, çocukları, annesi ve babasına müracaat etmeleri durumunda,

b) 25/3/1988 tarihli ve 3419 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun ile mülga 5/6/1985 tarihli ve 3216 sayılı Kanun uyarınca teslim olan veya güvenlik kuvvetlerine yardımcı oldukları için hayatları koruma altına alınanlara,

silah taşıma izni verebilir.

Yukarıdaki fıkra uyarınca verilen bu izin gerektiğinde veya veriliş sebebinin ortadan kalkması halinde geçerlilik süresine bakılmaksızın bu Yönetmelik hükümlerine göre geri alınabilir.

İçişleri Bakanı gerekli gördüğü takdirde, birinci fıkranın (a) bendinde belirtilen yetkisini yazılı olarak il valilerine tamamen veya kısmen devredebilir.

Taşıma ruhsatı verilecek kamu görevlileri

hükmüne göre onay veren Bakana ait olacaktır İlgili Bakan için bu uygulama madde metninden de anlaşılacağı üzere siyasî sorumluluk dışında, idari sorumlulukta doğuracaktır. Bu yönüyle bakıldığında yasa koymanın amacının keyfi işlem yapılmasını önlemek olduğu kendiliğinden görülecektir.

Bir diğer yönden silah ruhsatı için ikametgah ilmühaberi yönünden polis müfettişlerince yapılan soruşturmada bir başkomiser ve bir polis memuru hakkında TCK 240.maddesi gereğince işlem yapılması teklif edilmiş, Fatih Kaymakamlığı tarafından ikametgah ilmühaberini düzenleyen Mahalle Muhtarı hakkında da aaçılan soruşturmanın devam etmekte olduğu anlaşılmıştır.

Mehmet Özbay adına Beşiktaş Nüfus Müdürlüğünce sahte nüfus cüzdanı düzenleme işlemi yönünden konu İçişleri Bakanlığından sorulmuş, verilen cevapta konu hakkında Mülkiye Müfettişlerince soruşturma yürütüldüğü ve henüz sonuçlanmadığı bildirilmiştir.

Söz konusu silah ruhsatının düzenlenmesi konusunda İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca açılan soruşturma henüz sonuçlanmamıştır.

Komisyonumuzca Susurlukta meydana gelen trafik kazasında ölen Hüseyin Kocadağ Abdullah Çatlı (Mehmet Özbay ve Mehmet Özbey ile Şahin Ekli isimleri dahil olmak üzere) Gonca Us gibi olaya karışanların mal varlıkları ile ilgili bir incelemenin Maliye Bakanlığınca yapılıp yapılmadığının sorulduğu, alınan cevapta, sorulan kişiler hakkında araştırmalar yapılmakta olduğu, gerektiğinde hesaplar üzerinde inceleme yaptırılacağını, halen sonuçlanmış bir inceleme ya da araştırma bulunmadığı bildirilmiştir.

Maliye Bakanlığından şifahen yapılan talep üzerine Abdullah Çatlı isimli şahsa Maliye Müfettişi ünvanı ile hususi pasaport verilmesi konusunda Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca yapılan inceleme sonucu istenilmiş, alınan cevabi yazıda,

1.01.1994-3.11.1996 tarihleri arasında Bakanlığımız personelinden kimlere hususi pasaport verildiği, başka olayların olup olmadığının tespiti açısından Emniyet Genel Müdürlüğünden istenilmiş olmasına rağmen, bu konuda bilgi alınamamıştır.

Öte yandan, Abdullah Çatlı’ya Mehmet Özbay adı ve Maliye Müfettişi unvanı ile hususi pasaport verilmesine esas teşkil eden “Pasaport Talep Formu” ve eki “Belge” deki Personel Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Çetin Kıvcı yerine atılan imzaların bu kişiye ait olmadığı ve bu belgelerdeki tarih ve sayı numaratörlerinin Bakanlığımız Personel Genel Müdürlüğü ve Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünde kullanılanlara uymadığı, ayrıca, Raporun 2.7. bölümünde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere bu belgelerin hiç bir şekilde iğfal kabiliyetinin de bulunmadığıkanaatine varıldığı belirtilmektedir.

Özellikle Maliye Bakanlığı Müfettişi ünvanı ile yeşil pasaport alınması hususunun ciddi bir boyutla irdelenmesi, özellikle kumarhanelerin kontrolu ve denetimi yetkisi de bulunan bu müfettişlerin görev alanları yönünden sahte pasaport düzenlenmesi işi bir kat daha ciddiyet kazanmaktadır.

Komisyonumuz tarafından Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünden talep edilen dosyadaki belgeler üzerinde yapılan incelemede, Mehmet Özbay sahte isimli Abdullah Çatlı’nın sürücü belgesi almasına ilişkin işlemlerde gerekli olan ilkokul diplomasındaki resmin görüntü olarak bozuk olmasına karşılık Birecik ilçesi Meydan Köyü İlkokulundan alındığını gösterir Beş sınıflı İlkokul Diplomasına göre belgenin doğruluğu 5 yıllık İlkokul eğitimine ilişkin süre yönünden incelendiğinde 12 yaşında yani normal süresi içerisinde İlkokul tahsili bitirilmiş olarak görülmektedir.

Kayıtlardaki açıklamalara göre Mehmet Özbay adında İngiltere’de yaşıyan bir kişi bulunduğundan, belgenin sahte olduğunu söyleyebilmek mümkün gözükmemektedir. Ancak bu belge kullanma yönüyle Abdullah Çatlı tarafından sahte belge olarak sürücü belgesi olma işleminde kullanılmıştır.

Meral Çatlı’nın Komisyonumuza verdiği ifade sırasında, trafik kazasının olmasından 15 gün önce evlerinin önündeki otomobillerinin altına bomba konulduğunu belirtmesi üzerine konu İstanbul Emniyet Müdürlüğünden sorulmuş, alınan cevapta, 22.10.1996 günü sabah 7.40 civarında Bakırköy İlçesi Şenlikköy Mahallesi Füze Sokak 23 numaralı binanın önünde kaldırım üzerine pimi çekilmiş vaziyette bir adet MKE yapısı savunma tipi el bombasınun meçhul kişilerce bırakıldığı tespit edilmiş ve uzmanlarca bombanın daha sonra imha edildiği belirtilmiştir.

Komisyonumuz kaza’dan sonra ve özellikle kaza yapan araçta ortaya çıkan silahlar ve bunlara ait mühimmat ile silahı olmamasına karşılık mühimmat olarak bulunan malzemeler dikkate alınmak suretiyle İstanbul Emniyet Müdürlüğünden Abdullah Çatlı’nın evinde arama yapılıp yapılmadığı sorulmuş, 6 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 13.1.1997 tarihli arama kararına göre (Olaydan 70 gün sonra)14.1.1997 tarihinde arama yapıldığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne herhangibir suç deliline rastlanamadığı bildirilmiştir.

Tüm olayların içerisindeki kişilerin birbirlerini tanıyıp tanımadıkları sorusuna ise İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı tarafından düzenlenen iddianame net olarak cevap vermektedir.Bu bağlamda kişilerin birbirleriyle yaptıkları telefon görüşmelerine ilişkin liste olayın boyutlarını,nicelik ve niteliklerini ortaya koymaktadır.Buna göre;

Abdullah Çatlı tarafından Haziran,Temmuz ve Ekim aylarında Sedat Bucak 13 kez,kazadan önce 1-3 kasım tarihleri arasında 16 kez,Sami Hoştan’ı

Temmuz-Eylül 1996 aylarında 30 kez,Ali Fevzi Bir’i Temmuz-Eylül 1996 aylarında 32 kez,Ercan Ersoy’u Haziran,Temmuz Ekim 1996 aylarında 22 kez,Ayhan Çarkın’ı Haziran-Ağustos 1996 aylarında 19 kez,Enver Ulu’yu Ağustos Ekim 1996 aylarında 7 kez,Oğuz Yorulmazı Haziran-Ağustos 1996 aylarında 39 kez,Mustafa Altınok’u Haziran,Temmuz 1996 aylarında 23 kez,Haluk Kırcıyı Temmuz-Eylül 1996 aylarında 32 kez,Osman Dilber’i (Oğuz Yorulmazın mekan tanığı) temmuz 1996 ayında 6 kez,Oğuz Yorulmazla irtibat kurmak için Selvi Özmen’i Temmuz,Ağustos,Ekim aylarında 13 kez,27.8.1996 tarihinde gözaltında iken Oğuz Yorulmazı 1 kez,Sami Hoştan’ı 2 kez telefonla aradığı görülmüştür.

26.12.1994-24.1.1995 tarihleri arasında bir aylık sürede Sami Hoştan’ı 26 kez,Ali Fevzi Bier’i 5 kez,Korkut Eken’i 16 kez,İbrahim Şahini 13 kez,Sedat Edip Bucağı 4 kez,Ziya Bandırmalıoğlu’nu 2 kez,Ayhan Akçayı 3 kez aradığı,

Ercan Ersoy’un Haluk Kırcı’yı 26-27 temmuz 1996 tarihlerinde 5 kez,Sami Hoştan’ı 30 Temmuz 1996 da 1 kez,Abdullah Çatlıyı 26 Temmuz 1996 da 1 kez,Ali Fevzi Bir’i 30 Temmuz 1996 tarihinde 1 kez aradığı,

Oğuz Yorulmaz’ın Abdullah Çatlıyı 29.7.1996 da 4 kez,Haluk Kırcıyı 25,26,27 ve 29 Temmuz 1996 da 11 kez,Korkut Eken’i 29.7.1996 da 4 kez,Osman Dilberi 25,26 ve 29 Temmuz 1996 tarihlerinde 7 kez aradığı,

Ayhan Çarkın’ın Abdullah Çatlı’yı 27,28 temmuz 1996 da 4 kez,Ağustos 1996 da 7 kez,Sami Hoştan’ı 27.7.1996 da 1 kez,Osman Dilberi 28,30,31 Temmuz tarihlerinde 5 kez,Haluk Kırcı ve Abdullah Çatlı tarafından kullanılan bir başka telefonu Haziran-Ağustos 1996 aylarında 23 kez aradığı,

Haluk Kırcı’ının Abdullah Çatlı’yı muhtelif telefonlarından 25-29 temmuz 1996 tarihlerinde 26 kez,Ayhan Çarkın’ı 25-27 Temmuz 1996 tarihlerinde 7 kez,Oğuz Yorulmazı 25-27,29-30 Temmuz 1996 tarihlerinde 11 kez,IAli Fevzi Bir’i 27 Temmuz 1996 tarihinde 1 kez aradığı,

Ali Fevzi bir’in Ercan Ersoy’u 27 Temmuz 1996 tarihinde 1 kez,Haluk Kırcı’yı 27 Temmuz 1996 tarihinde 1 kez,Sami Hoştan’ı 27-31 temmuz 1996 tarihlerinde 2 kez,Oğuz Yorulmazı 25-30 Temmuz tarihlerinde 2 kez aradığı,

Korkut Eken’in Abdullah Çatlı’yı 26.12.1994-24.1.1995 tarihlari arasındaki dönemde 26 kez,Sedat Edip Bucağı 11 kez aradığı,

İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı tarafından tespit edilmiştir.
B) ÖMER LÜTFİ TOPALIN ÖLDÜRÜLMESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME [değiştir]

Emperyal Kumarhameleri işletmecisi olan ve kamuoyunda işletmelerinden çok yüksek gelir sağladığı değerlendirilmesi bulunan Ömer Lütfi Topal, 28.7.1996 tarihinde saat 23.30 sıralarında İstanbul Sarıyer ilçesi, Tazeceviz Sokakta, içerisinde bulunduğu 34 BTG 96 plakalı otomobilinde otomatik silahlarla taranarak öldürülmüştür.

Olay mahallinde suçta kullanılan 2 adet Kalaşhnikov marka otomatik tüfek, bu tüfeklere ait şarjörler, 47 adet dolu 9 adet boş kovan bulunmuştur. Aynı gün polise telefonla yapılan bir ihbarda olayı gerçekleştiren kişilerin 34 KN 288 plakalı araç ile kaçtıkları bildirilmiş ve bu araç İstinye Polis Karakolu idaresinde terkedilmiş olarak bulunmuş ve araç içerisinde 9 mm. çapında UZİ marka makinalı tabancalara ait 1 adet şarjör, 9 mm. çapında MKE yapısı IZZ marka 9 adet mermi, 7.62x39 mm. çapında Kalashinkov marka tüfeklere ait 2 adet şarjör ve 7.62x39 mm. çapında 27 adet fişek bulunmuştur. Ancak, UZİ marka şarjörlerin ait olduğu silah bulunamamış ve muhtemelen olay faillerinin kaçarken yanlarında götürdükleri kanaatine varılmıştır. Bu otomobil hakkında yapılan araştırmada 24.04.1995 tarihinde Ankara İlinde çalınmış olduğu ve gerçek plakasının 06 V 7550 olduğu tesbit edilmiştir.

Bu olayın İstanbul Emniyet Müdürlüğünce tahkikatının yapıldığı sırada 25.08.1996 tarihinde Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliğine ismini bildirmeyen bir kişi tarafından telefonla yapılan ihbarda, Ömer Lütfi TOPAL’ın öldürülmesi olayının faillerinin Ayhan ÇARKIN, Ercan ERSOY, Oğuz YORULMAZ isimli Özel Harekat Dairesi polis memurları ile Sami HOŞTAN ve Ali Fevzi BİR isimli kişiler olduklarını bildirmiştir.

Ancak anılan polis memurları o sırada Özel Harekat Daire Başkanlığında görevli olmayıp, bunlardan Ercan ERSOY halen İzmir’de Genel Hizmetlerde görevli olduğu, Ayhan ÇARKIN ve Oğuz YORULMAZ ise İstanbul Özel Harekat Şubesinde görevli oldukları anlaşılmıştır.

Bu ihbar üzerine adı geçenler 28.08.1996 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğünde gözaltına alınmışlar, bu kişiler hakkında İstanbul Emniyet Müdürlüğünce araştırma devam ettiği sırada dönemin İçişleri Bakanı Mehmet AĞAR, (Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal YAZICIOĞLU, Müdür Yardımcısı Bilgi ÜNAL, Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Daire Başkan V. İbrahim ŞAHİN ve bizzat Bakan Mehmet AĞAR’ın beyanlarına göre) Emniyet Genel Müdürünün bilgisi dışında Genel Müdür Yardımcısı Halil TUĞ’u İstanbul’a göndererek gözaltına alınan memurların neden alındığını sordurmuş, daha sonra da bizzat İstanbul’a gelerek Vali Beyin bilgisi dışında İstanbul Emniyet Müdürüyle görüşmüş ve polislerle ilgili bir delil olup olmadığını sormuş, Emniyet Müdürünün herhangi bir delile rastlanmadığını söylemesi üzerine adı geçenlerin Genel Müdürlükte sorgulanmak üzere Ankara’ya gönderilmelerini istemiş, bundan sonra Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim ŞAHİN’i görevlendirerek adı geçen polis memurlarının ve 2 sivil şahsın Ankara’ya getirilmesini emretmiştir. İbrahim ŞAHİN de yanına bir Komiser ve iki polis memuru alarak İstanbul’a gelmiş ve Müdür Yardımcısı Bilgi ÜNAL’la görüşerek sözkonusu polis memurlarının ve sivil kişilerin kendilerine teslimini istemiş, adı geçenleri gazetecilerin görmemesi için Çamlıca Turnikelerinin dışında tutanak karşılığında teslim alarak Ankara’ya götürmüş ve Emniyet Genel Müdürlüğünde yapılan sorgulama sonucunda adı geçenlerin cinayet saatinde başka yerde bulunduklarına ilişkin mekan tanıkları göstermeleri ve bu tanıkların beyanları sonucu sanıkların suçlanmaları için ciddi bir bulgu elde edilemediği gerekçesiyle serbest bırakılmışlar ve daha sonra da Şanlıurfa Milletvekili Sedat E.BUCAK’ın istemi üzerine kendisine koruma polisi olarak görevlendirilmişlerdir.

Her ne kadar ANAP Genel Başkanı Mesut YILMAZ, Ömer Lütfi TOPAL Cinayeti ile suçlanan 3 polis ile Sami HOŞTAN ve Ali Fevzi BİR’in sorgulamalarının video ve teyp kasetine alındığını iddia etmişse de, İstanbul Emniyet Müdürü, bütün beyanlarında ısrarla, sorgulamanın kaset ve banda alınmadığını söylemiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim ŞAHİN, İstanbul’da meydana gelen bir olayla ilgili olarak polis memurlarının sorgusunun Genel Müdürlükte yapılmasının normal bir uygulama olmadığını belirtmiştir.

Öte yandan CMUK’nun 154 ncü maddesinin 2 nci fıkrasında yeralan “Bütün zabıta makam ve memurları, elkoydukları olaylar ve yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri Cumhuriyet Savcılarına derhal bildirmek ve C.Savcılığının adliyeye ilişkin işlerde bütün emirlerini yerine getirmekle yükümlüdürler.” hükmüne rağmen bu olayla ilgili olarak yakalanan polis memurları 30 saat İstanbul’da gözaltında tutuldukları halde görevli Cumhuriyet Savcılığına bilgi verilmeksizin Emniyet Genel Müdürlüğüne götürülmeleri ve burada yapılan sorgu sonucu yine C.Savcılığına bilgi verilmeksizin serbest bırakılmaları açıkça yasaya aykırıdır.

Ancak, sanıkların serbest bırakılmalarının bir sebebinin de Ömer Lütfi TOPAL’ın öldürülmesi olayı sebebiyle tanık olarak ifadeleri tespit edilen şahısların olay anını görmedikleri, eylemin karanlıkta yapılmasından dolayı sağlıklı bir eşkal veremedikleri, teşhis yapamayacakları anlaşıldığından olay sebebiyle gözetim altına alınan şahıslar ve tanıklar arasında herhangi bir teşhis ve yüzleştirme işlemi yapılmaması olduğu, dosya tetkikinden anlaşılmıştır,

Adı geçen kişiler bu şekilde serbest bırakıldıktan sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gelen İstihbari bilgiler üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından araştırmalar sürdürülmüş ve bu kişilerin bu olaya iştirak ettikleri hususunda adı geçenlerin telefon görüşmeleri gibi bazı emareler elde edildiği bildirilerek bu durum bizzat İstanbul Emniyet Müdürü tarafından Sayın Cumhurbaşkanı’na ve Sayın Başbakan’a şifahi olarak arzedilmiştir.

Bu olayla ilgili olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünde sürdürülen araştırmalar sırasında Ö.Lütfi TOPAL’ın öldürülmesinde kullanılan ve olay yerinde terkedilen Kalashinkov marka tüfeklerden birinde, bu tüfeğin iki şarjörünü birbirine monte etmekte kullanılan koli bantının iç yüzeyinde bulunan sağ orta parmak yarım boğum parmak izinin mukayese çalışmalarında, bu parmak izinin 26.02.1992 tarihinde sahte pasaport ile Atatürk Hava Limanından çıkış yapmak istediği sırada yakalanan Şahin EKLİ isimli kişiye ait olduğu tesbit edilmiştir. Şahin EKLİ ile ilgili kayıtların araştırılmasında, bu kimliği kullanarak sahte pasaportla yurtdışına çıkmak isteyen kişinin gerçek kimliğinin Abdullah ÇATLI olduğu tesbit edilmiş, Bunun üzerine Abdullah ÇATLI’nın kayıtlarda gerek kendi adına gerekse Mehmet ÖZBAY adına mevcut bulunan parmak izleri ile ölümünü müteakip Nevşehir Devlet Hastanesi morgunda alınan parmak izlerinin mukayesesi yapılmış ve sonuç olarak suç aleti tüfeğin şarjörlerini monte eden koli bantı iç yüzeyindeki parmak izinin Abdullah ÇATLI’ya ait olduğu kesinlik kazanmıştır. Bu durumda Abdullah ÇATLI’nın Ömer Lütfi TOPAL’ın öldürülmesi olayına iştirak ettiğini bu somut delille tesbit edilmiş, ancak adı geçenin bizzat tetiği çeken mi, yoksa tüfeği hazırlayan mı olduğu tam olarak tesbit edilememiştir.

Bu şekilde, Ömer Lütfi TOPAL’ın öldürülmesine iştirak ettiği tesbit edilen Abdullah ÇATLI’nın bu olay sebebiyle gözaltına alınan kişilerle ve İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca tahkikatı yapılan (Cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçuna ilişkin) olaylarda adı geçen kişilerle ilişkileri araştırıldığında;

Sami HOŞTAN ve Ali Fevzi BİR, Ömer Lütfi TOPAL’ın İstanbul İntercontinental Otelindeki kumarhanesinin % 50 oranında ortakları olduğu, Abdullah ÇATLI’nın sık sık bu kumarhaneye geldiği, Sami HOŞTAN ve Ali Fevzi BİR ile idare odasında oturup, uzun görüşmeler yaptıkları, keza Sami HOŞTAN ve Ali Fevzi BİR’in de Ankara İline gittiklerinde Sedat Edip BUCAK’ın yazıhanesinde Abdullah ÇATLI ile buluştukları ve görüştükleri ve bu kişiler arasında uzun süredir yakın ilişkiler olduğu bizzat Sami HOŞTAN’ın kardeşi Sedat HOŞTAN’ın ifadesi ve diğer ifade ve delillerden ve telefon tesbit tutanaklarındaki görüşme detaylarından anlaşılmıştır.

Dosya içerisinde mübrez bulunan ve yukarı bölümlerde izahı yapılan ve Siverek İlçesinde Sedat BUCAK’ın ikametgahında çekildiği tesbit edilen ve Ömer Lütfi TOPAL’ın öldürüldüğü tarihlere yakın zamanlara tekabül eden günlerde çekilmiş olduğu tesbit edilen fotoğraflarda bu kişiler arasındaki yoğun ilişkileri teyit etmektedir.

Ö.Lütfi TOPAL olayı sebebiyle gözaltına alındıktan sonra Ankara Emniyet Genel Müdürlüğüne götürülerek orada kısaca ifadesi alınan Sami HOŞTAN bu ifadesinde Ö.L.TOPAL’ın öldürüldüğü tarihlerde Marmaris Grand Azur Otelinde konakladığını belirterek, otelin faturalarını ibraz etmiştir. Ancak, dosyada mübrez bu fotoğrafların incelenmesinde, konaklayan kişilerin Sami HOŞTAN ve aile efradı oldukları görülmekle beraber gerek rezervasyonunun gerekse faturaların Mehmet ÖZBAY (Abdullah ÇATLI) adına düzenlenmiş olduğu görülmüş ve bu husus Sami HOŞTAN ve Abdullah ÇATLI arasındaki ilişkilerin başka bir göstergesi olmuştur. Yine Sami HOŞTAN’ın kardeşi Sedat HOŞTAN’ın ifadesine göre 03.11.1996 tarihinde Susurluk İlçesi civarında meydana gelen kazada Abdullah ÇATLI’nın ölümü ilk kez kendisine duyurulan kişilerden biri de Sami HOŞTAN’dır. Bu haber üzerine Sami HOŞTAN derhal olay yerine gitmek için harekete geçmiş durumu ortağı Ali Fevzi BİR’e de bildirmiş ve Susurluk’a gitmek üzere İstanbul Boğaz Köprüsü çıkışında buluşmuşlar ve orada karşılaştıklarında “Abdullah’ı kaybettik” diye birbirlerine sarılmışlar ve oradan hareketle Susurluk Devlet Hastanesine gitmişlerdir. Abdullah ÇATLI’nın Susurluk Devlet Hastanesindeki cenazesini, Abdullah ÇATLI’nın diğer yakınları ile birlikte Nevşehir İline götürmüşler ve orada defnedilmesinde hazır bulunmuşlardır. Abdullah Çatlı’nın birçok eyleminde Sami HOŞTAN onun yanında bulunan kişilerden birisidir.

Abdullah ÇATLI ile bu şekilde çok yakın ve karmaşık ilişkilerde bulunan Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir’in, Sedat Bucak ve onun yanında koruma polisi olarak görevlendirilen ve iddianamede sanık olarak adı geçen polis memurları Ayhan Çakır, Ömer Yorulmaz ve Ercan Ersoy ile de yakın derecede ilişkileri bulunmaktadır. Nitekim adı geçenler Abdullah Çatlı’yı Mehmet Özbay adıyla S.Edip Bucak’ın koruma görevine başladıktan sonra tanıdıklarını söylemiş iseler de, İstanbul DGM C.Başsavcılığında yapılan araştırmada yapılan telefon tesbitlerinde, Abdullah ÇATLI’nın kullanımında olan çok sayıda cep telefonları ile çok uzun süreden beri yoğun telefon görüşmeleri yaptıkları tesbit edilmiştir. Bunun üzerine adı geçenlerin sanık sıfatı ile alınan ifadelerinde Abdullah ÇATLI’yı birkaç yıldan beri tanıdıklarını ve onunla sık sık görüştüklerini ifade ettikleri görülmüştür.

Ömer Lütfi TOPAL’ın öldürülmesi olayı ile ilgili olarak yapılan hazırlık tahkikatı Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığının 1996/3514 Hazırlık numaralı evrakında halen sürdürülmekte olup yukarıda izah edilen tesbitler Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığınca da yapılmıştır.

Ömer Lütfi TOPAL cinayeti, Abdullah ÇATLI ve 3 Özel Harektat polisinin karıştığı iddiası nedeniyle İstanbul DGM Başsavcılığınca Hazırlık Soruşturması yapılmakta olan Susurluk Olayı ile birleştirilmiş ve bu açıdan da soruşturma devam etmektedir.

Ayrıca, gözaltına alınan polis memurlarını savcılığa haber vermeden Ankara’ya gönderen ve götüren görevliler hakkındaki işlem dosyaları, görev yerleri itibariyle İstanbul ve Ankara C. Başsavcılıklarına gönderilmiş,

Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet AĞAR hakkındaki işlem dosyası da Anayasanın 100. maddesi gereğince TBMM’ye sevk edilmiştir.

Görüldüğü gibi olay yargıya intikal etmiş ve görevli mahkemeler (İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul C.Başsavcılığı ve Ankara C.Başsavcılığı) konuyu kendilerine bakan yönleriyle soruşturmaya başlamışlardır.

Ömer Lütfi TOPAL’ın neden öldürüldüğü sorusunun cevabı araştırılırken önceelikle geçmişteki ihtilaflarına ve olaylarına bakmak gerekmektedir. Bunlardan bazıları;

1. 1994 yılında Akgün Otel yakınındaki otoparkta Bülent FIRAT’ın öldürülmesi,

2. Aynı olayla bağlantılı olarak, 1995 Necdet ELMAS, Metin ÖZEN, Mehmet BAYAR ve Erzem KAYA ‘nın dövülmesi,

3. Bodrum Regata Otelde, Ömer Lütfi TOPAL’ın ortağı Hikmet BAYBAŞİN’in öldürülmesinde Ömer Lütfi TOPAL’ın azmettirici olarak yer alması,

Öte yandan maktülün avukatı Ekrem MARAKOĞLU’nun iddiasına göre; Ömer Lütfi TOPAL’ın öldürülebilmesi için Emperyal Şirketler Grubunu çok büyük zarara sokacak maddi bir ihtilafın olması gerektiği,

Ömer Lütfi TOPAL’ın haraç anlamında birilerine hiçbir şey almadan para verecek bir yapısı olmadığını böyle bir işi ancak çok büyük bir baskı karşısında yapabileceğini,

Hüseyin KOCADAĞ ile Ömer Lütfi TOPAL’ın önceleri çok yakın ilişkileri olduğunu, zaman zaman İbrahim POLAT’ın da ortak olduğu, Polat Otelinin Gazinosunda sık sık beraberce oturdukları,

Ancak, sonradan Hüseyin KOCADAĞ ile Ömer Lütfi TOPAL arasına bir soğukluk girdiğini, hatta Hüseyin KOCADAĞ bir seferinde kendisini görmek için Pente Gazinosuna geldiğinde Yiğit ismindeki görevlinin “Ömer bey buraya girmenizi istemiyor.” dediğini, bunun sebebinin de geçmişte Ö.Lütfi TOPAL ile Mehmet ÖZCAN arasındaki ihtilafta Hüseyin KOCADAĞ’ın Ömer Lütfi TOPAL’a karşı alevi olması dolayısıyla Mehmet ÖZCAN’ı tutmasının olabileceğini,

Kendisinin 7 HAZİRAN 1994 tarihinde Ömer Lütfi TOPAL ile birlikte Müdüriyet odasındayken VIP salonu monitöründen Necdet MENZİR ile Hüseyin KOCADAĞ’ı gördüğünü, bütün casinolarda video kayıt sistemine bağlı kameraların bulunduğunu, bunun herhangi bir itiraz durumunda kullanıldığını; ancak Murat TOPAL tarafından bu kasetlerden birisinin fotoğraflandığı ve bu fotoğraflardan birinin Hüseyin KOCADAĞ’a gösterildiğini, sonraki konuşmalarında Hüseyin KOCADAĞ’ın bu konudan ne kadar rahatsız olduğunu belirttiğini ve genelde Klasis’e giden Necdet MENZİR’i sanki kendisi şantaj yapmak istermişçesine oraya özellikle götürdüğü gibi bir durumun ortaya çıktığını, ancak resmin kritik dönemlerde dahi ortaya çıkmamasının kendisine bir güvence verdiğini söylediğini,

Ayrıca, Ömer Lütfi TOPAL’a ait otellerin özellikle bayram tatillerine ilişkin misafir listelerinde çok sayıda yargı mensubuna rastlanabileceğini, yine aynı şekilde Tepebaşı Emperyalda sırf yargı mensuplarının yemek ve diğer ihtiyaçlarını karşılayan bir lokal oluşturulduğunu, bunun da Ömer Lütfi TOPAL’ın adli sistem içinde kendisine güvence olacak bir ilişki kurmak istediğini gösterdiğini,

Adı geçen, Ömer Lütfi TOPAL’ın gayriresmi karısı Hilal ALTINTAŞ’ın beyanına da dayanarak, maktulün ölümünden bir gün önce İspanya’da bulunan Giresunlu uyuşturucu kaçakçısı İsmail TANK isimli şahıslar telefonda uzun ve sert bir tartışma yaptığı, bunun gözönüne alınması gerektiği.

Maktülün ortakları Sami HOŞTAN ve Ali Fevzi BİR ile aralarının iyi olmadığı onları sevmediği, hatta Aliço denilen Ali Fevzi BİR’in Casinolar Genel Müdürü Ahmet KARA’ya, Ömer Lütfi TOPAL’ın kendi kar hissesini tam vermediğinden şikayet ettiği, ancak, Ömer Lütfi TOPAL ile Sami HOŞTAN ve Ali Fevzi BİR arasında herhangi bir ihtilaf bulunduğuna şahit olmadığını,

Öte yandan cinayette kullanılan kalaşnikof silahın jarjör bandı üzerinde parmak izi bulunan Abdullah ÇATLI ile bu kişilerin yakın ilişki içinde oldukları bilinmekte.

Böylece, bu kişilerin cinayeti işlemiş olabilecekleri sonucuna varmaktadır.

Dikkate alınması gereken bir başka konu da; Ömer Lütfi TOPAL’ın Avrupa ve ABD’ye yönelik uyuşturucu kaçakçılığından 5 yıl hapis cezası verildiği, ayrıca Bülent FIRAT ve Hikmet BAYBAŞ’ın öldürülmesi ve Necdet ELMAS ve arkadaşlarının dövülmesi olaylarında azmettirici olarak yargılandığı halde adli mercilerden rahatlıkla iyi hal kağıdı alarak tali oyunu salonlarını işletme izni alabildiği, orada her ne kadar adli mercilerin bilgisayarlarında sabıka kaydı kontrolü yapılırken kimlik bilgilerindeki harf ve rakam değişiklikleri yapıldığı, Örneğin, 4.1.1995 tarihinde İstanbul Sicil Müdürlüğüne yazılan dilekçede isim Ömer Lütfi yerine Ömer Lütfü yazıldığı, diğer taraftan, adıgeçen tarafından 25.3.1994 tarihinde Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’ne yazılan dilekçede, baba adı Mevlüt olmasına karşın, Mevlut yazıldığı, Malatya Cumhuriyet Savcılığına yazılan 5.7.1994 tarihli dilekçede doğum tarihi 1942 olmasına rağmen 1994, aynı şekilde doğum yeri Akçadağ olmasına karşın Malatya yazıldığı anlaşılmaktadır.

Bütün bunların bilmeden yapılmış olması düşünülemiyeceğinden bu hususların Adalet Bakanlığınca ayrıntılı bir şekilde incelenmesi ve benzer suistimallerin bir daha yaşanmaması için gereken önlemlerin alınması gerekmektedir.

Turizm Bakanlığı tarafından 30.12.1994 tarih 22157 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Talih Oyunları Yönetmeliğinin Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Yönetmelik” ile talih oyunu işletme izni için istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç, kaçakçılık suçlarından mahkumiyet bulunmama şartı aranıldığı,

Belirtilen nedenden dolayı, Talih Oyunları Yönetmeliğine göre Emperyal Otelcilik Turizm ve Ticaret A.Ş.’ye Talih Oyunları İşletme İzinleri verilmemesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Oysa Ömer Lütfi TOPAL’ın sahibi olduğu Emperyal Otelcilik Turizm ve Ticaret A.Ş’nin turizm işletme belgeli 13 turizm kompleksi bünyesinde bulunan talih oyunları salonlarına, Turizm Bakanlığından Talih Oyunları İşletme İzni alarak çalıştırdığı anlaşılmıştır.

Emperyal A.Ş’nin Turizm Bakanlığındaki işlemlerinin incelemesi sonucunda, anılan şirketin kiraladığı talih oyunu salonlarındaki oyun araç ve gereçleri yerine, sanki bu araç ve gereçler yokmuş gibi Turizm Bakanlığı’na müracaat ettiği, bu durum Turizm Bakanlığı yetkililerince bilinmesine rağmen çok sayıda talih oyunu araç ve gereçlerinin bu şekilde ithaline Turizm Bakanlığınca izin verildiği, Emperyal Şirketinin bu konuda yaptığı işlemler hakkında Turizm Bakanlığı’na bilgi verilmesi istenilmesine karşılık, istenilen bilgileri genelde vermediği ve sonuçta; önemli miktarda kayıtdışı talih oyunu araç ve gerecinin yurtiçine girişine izin verildiği,

Her yıl Talih Oyunu İşletmecileri kayıtlı her oyun masası için 15.000 $, oyun makinaları için 400-800 $’ı Turizm Bakanlığı’na ödemeleri gerektiği, sözkonusu oyun masası ve makinalarının kayıtdışı tutulduğu, anılan şirketin Devlete ödemesi gereken katkı paylarını ödemediği, buna örnek olmak üzere, Mersin Hilton Oteli İşletmesi ile ilgili işlemlerde, bu işletmenin 21.1.1994 tarihinde Turizm Bakanlığı’na yazdığı yazıda 11 adet oyun masası ve 54 adet oyun makinası olduğunu bildirmiştir. Mersin Giriş Gümrük Müdürlüğünün 28.2.1994 tarih 3426 sayılı yazısında anılan şirketin 120 adet oyun makinası ithal ettiğinin belirtildiği,

Nitekim Turizm Kontrolörlerince Mersin Hilton Oteli İşletmesinde yapılan 20.12.1995 tarihli denetimde, tesiste 11 adet oyun masası ve 54 adet oyun makinası olması gerekiriken, uygulamada 19 adet oyun masası ve 154 adet oyun makinasının olduğu, 22.3 1996 tarihli denetimde, 18 adet oyun masası, 154 oyun makinası bulunduğu, 1.6.1996 tarihli denetimde ise 20 adet oyun masası, 1 adet at yarışları makinası(23 kişilik) , 154 adet oyun makinası buluntuğu saptanmış, Bu usulsüzlükten dolayı anılan şirkete yalnızca, 3.150.000 Tl ceza kesilmesi önerilmiştir.

Bu tespitlere göre anılan talih oyunu işletmesinin Turizm Bakanlığı’na 1995 yılında ödemesi gereken ücret (6 adet oyun masası için 100.000 $ + 15.000 X 13 = 295.000 $ Oyun makinaları için ise 15 adet için 15.000$ geriye kalan 139 X 800= 131.200 $ Genel Toplam :421.200 $ olmasına karşılık, Turizm Bakanlığınca 1995 yılında 221.200 $, 1996 yılında 250.000 $ alındığı dosyasından görülmektedir. Buna karşılık bazı dosyalarda fiili durum esas alınarak sözkonusu hesaplamalar yapılmıştır. (Örneğin, Antalya Lara Ofo Oteline ait dosya.)

Görüldüğü gibi Emperyal A.Ş’nin Devlete olan borç yükümlülükleri her bir oyun salonunda yıllık 500.000 $’ geçtiği, buna rağmen, 10.3.1994 tarihli Talih Oyunları Yönetmeliğinde Yapılan değişiklik ile Emperyal A.Ş’nin vermek zorunda olduğu her bir işletme için 600.000 $ teminat toplam 13 oyun salonu için 7.800.000 $ teminat, her bir işletme için 200.000 $ teminata indirilmiştir. Böylece, Emperyal A.Ş’nin bütün oyun salonları için vermesi gereken teminat mektubu 2.600.000 $ indirilmiştir. Bu işlemde dikkat çekici bulunmuştur.

Buna göre, Turizm Bakanlığınca Talih Oyunu İşletme İzni verilen bütün işletmelerin, talih oyunları işletme izinlerinin ve fiilen kullandıkları oyun masaları ve oyun makinalarına göre ödemeleri gerekli ücretleri Turizm Bakanlığına yatırıp yatırmadıklarının incelenmesi, varsa sorumluların cezai ve hukuki sorumluluklarının Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu ile Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulunca müştereken tespiti, bu konudaki devlet zararlarının belirlenerek öncelikle ilg
C) SÖYLEMEZ KARDEŞLER ÇETESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME: [değiştir]

Söylemez Kardeşler Çetesi ile ilgili olarak konunun inceleme bölümünde sanıklar, sanıkların işledikleri suçlar, mağdur olanlar ve suç tarihleri ile sanıklar hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığınca hazırlanan iddianamenin tarih ve sayısı belirtilmiş olup,

- Söylemez Kardeşler Çetesi ile ilgili olarak Meclis Araştırma Komisyonumuza intikal eden bilgi ve belgelerin incelenilmesi ve konu ile ilgili bazı kişilerin beyanlarına başvurulmasından sonra yapılan değerlendirmede:

- Söylemez Kardeşler Çetesinin, Mehmet SENA, Mehmet FAYSAL ve Mustafa SÖYLEMEZ kardeşler tarafından oluşturulduğu ve bunların çetenin yöneticileri durumunda oldukları,

- Sanıklardan Can KÖKSAL, Mehmet Sıddık BAKIR, Nazif YAVUZ, Fevzi ŞAHİN, Nihat KOÇ, Ümit ATAY’ın cürüm işlemek için çete kurdukları, Zeki ATAY, Davut ŞAHİN, Halim APAYDIN, Cevdet KOÇAK, Kamil TÜRK, Numan OKMAN, Oktay SAĞLAM, Muhsin ÇAYAN, Cafer ENGİN, Mehmet Şükrü ENGİN, Şevki ANLAR, Metin SAVCI, Fehmi UZAL, Çerkes GEBOLOĞLU, Abdullah ALACA ve Süleyman ŞAHİN adlı şahısların da yardım ve yataklık ettikleri,

- Sanıklardan Can KÖKSAL’ın Jandarma Üstteğmen, Mehmet Sıddık BAKIR ile Nazif YAVUZ’un Emniyet teşkilatında komiser yardımcısı ve Halim APAYDIN’ın da Emniyet Teşkilatında Başkomiser olduğu, Numan OKMAN, Oktay SAĞLAM, Kamil TÜRK, Cevdet KOÇAK, Muhsin ÇAYAN’ın astsubay oldukları ve bu şahısların “Söylemez Çetesine” yardım ve yataklık ettiklerinin İstanbul D.G.M Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanmış olan 27.12.1996 tarih ve 1996/1321 Esas ve 1996/1711 iddia, 1996/1584 sayılı iddianamede de belirtmiş olduğu,

- Türkiye Cumhuriyeti Yasalarına aykırı hareket eden çete mensupları ile yardım ve yataklık eden şahıslar hakkında Devletin yetkili makamlarının üzerine düşen görevi yaptıkları ve çetenin bütün mensuplarının ortaya çıkarılarak İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine sevk edildikleri ve halen yargılamalarının devam ettiği,

- İdarî yönden de Devletin resmi makamlarının bu çeteye katılan, yardım ve yataklık ettikleri belirlenen resmi kişilerin kurumları ile ilişiklerini keserek görevlerini yapmış oldukları,

- Söylemez Kardeşler ile Sedat BUCAK’lar arasında bir kan davası olduğu ve bunun, 1994 yılı Ocak ayında Ankara’da Söylemez Kardeşlerin ortak olduğu Rumors Disko Bar önünde meydana gelen ve Bucak Aşiretinden Memduh Sultan BUCAK ile arkadaşları Ahmet OYNAK ve Vahap AKPINAR’ın, Söylemez Kardeşlerden Mustafa SÖYLEMEZ ile barda çalışan Sait AYDIN tarafından silahla vurularak öldürülmelerinden sonra başladığı,

- SÖYLEMEZ Kardeşlerin, Mersin’de oturan ve BUCAK aşiretinden olan Osman BUCAK’ı öldürmeye karar verdikleri, Osman BUCAK’ın evine yakın Soli sitesinte ev kiraladıkları ve cinayet amacıyla Mersin’e hareket ettikleri, 11.6.1996 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi Cinayet Bürosu görevlilerince Pozantı İlçesi girişinde Adana ve Pozantı Emniyet Müdürlükleri görevlileri ile birlikte 06 VVS 45 plakalı otonun turnikeler girişinde durdurulduğunda çıkan silahlı çatışmada Mehmet Sena SÖYLEMEZ’in yaralı, Faysal SÖYLEMEZ, Can KÖKSAL ve Fevzi ŞAHİN’in de birlikte yakalandıkları, diğer sanıkların da daha sonra yakalandıkları ve SÖYLEMEZ ÇETESİ’nin polisin başarılı bir operasyonu sonucu bütün mensuplarının yakalanacak çökertilmiş olduğu,

- Söylemez Kardeşlerin, Ömer ÇETİNSAYA ve Selçuk HÜRYAŞAR adlı kişileri silah ile tehdit ederek alıkoydukları Ömer ÇETİNSAYA’nın (Etiler’de Don Petro Bar) işyerindeki hissesini tehdit ile Ümit ATAY (çete mensubu) adına Kadıköy 12. Noterliğinde devir işlemi yaptırdıkları,

- ÇETİNSAYA’ların, Söylemez Kardeşlerin Kadıköy İlçesi Kızıltoprak’ta bulunan işyerine Komiser Yardımcısı M.Hakan FINDIK ile polis memuru Ragıp LALE ile birlikte baskın yaptıkları ve çıkan çatışmada SÖYLEMEZ’lerin adamı Sait AYDIN’ın öldüğü,

SÖYLEMEZ Kardeşlerin Sait AYDIN’ın öldürülmesinden Ömer ÇETİNSAYA’yı sorumlu tuttukları ve bu sebeple 4.4.1996 tarihinde öldürülen adamları Sait AYDIN’ın intikamını almak için ÇETİNSAYA ailesine karşı eylem yapmaya karar verdikleri ve Eminönü Belediye Başkanı Dr.Ahmet ÇETİNSAYA’yı vurmak üzere hazırlık yaptıkları ve bu teşebbüse de Komiser Yardımcısı Mehmet Sıddık BAKIR ile Komiser Yardımcısı Nazif YAVUZ’un katıldıklarının belirlenmiş olduğu, ancak suikasti gerçekleştiremedikleri,

20.4.1996 tarihinde Söylemez Kardeşlerin, Çetinsaya ailesinden intikam almak amacıyla Hakan ÇETİNSAYA ve Halit PİŞKİNBAŞ’ı öldürdükleri, SÖYLEMEZ kardeşler ile Çetinsaya’lar arasındaki davanın bu şekilde başlayıp devam ettiği,

- İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi eski Müdürü Sedat DEMİR’in, Ankara-Çankaya Emniyet Müdürlüğü yaptığı sırada bu çete tarafından işletilen Rumors Disko Bar’ı süresiz olarak kapattığı, ancak Sedat DEMİR’in makam odasına mobilya alınması karşılığında Rumors Disko Bar’ı Sedat DEMİR’in tekrar açtığı ve görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle hakkında fezleke düzenlenerek Ankara İl İdare Kuruluna sunulduğu ve buradan da dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirilmiş olduğu,

Sedat DEMİR’in bunun dışında Söylemez Çetesi ile bir ilişkisinin bulunmadığı, Mehmet Sena SÖYLEMEZ’in Komisyonca alınan 2 Mart 1997 tarihli ifadesinde de belirttiği gibi Sedat DEMİR ve Deniz GÖKÇETİN’in kendi taraftarları olmadığı,

SÖYLEMEZ Çetesine katılan emniyet mensupları hakkında idari yönden soruşturma yapılması sırasında, Sedat DEMİR’in 1990 yılından sonra mal varlığında izahını yapamadığı önemli artışlar görülmesi üzerine, soruşturmayı yürüten müfettişlerce hakkında düzenlenen raporun İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirildiği ve şahsın halen tutuklu bulunduğu ve yargılamasının devam ettiği,

Haluk KIRCI’nın İstanbul Emniyet Müdürlüğünden kaçmasında Sedat DEMİR’in ihmali olduğu gerekçesiyle Adalet Bakanının emri ile hakkında yeniden soruşturma başlatıldığı,

İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Deniz GÖKÇETİN’in de İstanbul Kumkapı Otelinin kapatılması işinde 10.000 Mark rüşvet almaktan tutuklandığı ve halen yargılanmasının devam ettiği,

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Cinayet Bürosu eski Amiri Erdal DURMAZ’ın da, Söylemez Kardeşlerden rüşvet almak suçundan tutuklu olduğu ve yargılamasının devam ettiği,

Meclis Araştırma Komisyonumuzca 2.3.1997 tarihinde bilgisine başvurulan Sedat DEMİR, Söylemezler ile ilgili olarak polis, Savcılık ve Mahkeme aşamasında kendisine herhangi bir suçlamanın bulunmadığını, bir arkadaşına sattığı ev nedeniyle tutuklandığını, İstanbul Emniyetine gelen yeni yöneticilerin kendisinin Söylemezler’i koruduğu şeklinde yanlış bilgilendirildiklerini, Söylemezler’i korumadığını, Söylemezler’le ilgili çalışmayı kendilerinin başlattıklarını, bir komploya kurban gittiklerini” iddia ve beyan etmişlerdir.

2.3.197 günü bilgisine başvurulan Deniz GÖKÇETİN ise SÖYLEMEZ KARDEŞLER’den rüşvet aldığı ve işkence iddiası ile suçlandığını, bunun mümkün olmadığını,

Suçsuz olduğunu, cezaevinde can güvenliğinin bulunmaması ve Ağır Ceza Mahkemesinin delil toplama safhasının uzun olması nedeniyle hemen teslim olmayıp kaçtığını, iddia ve beyan etmiştir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca haklarında Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılan sanıklar Sedat DEMİR, Deniz GÖKÇETİN ve Erdal DURMAZ, haklarında gıyabı tutuklama kararı verilmesinden sonra firar etmişler ve 4 ay sonra İstanbul’da kaldıkları evlerde yakalanarak cezaevine konulmuşlardır.

Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut YILMAZ’ın 24.12.1996 tarihinde Meclis Araştırma Komisyonumuza verdiği bilgide, Söylemez Çetesi ile ilgili soruşturmayı kendilerinin başlatmış olduğunu, şayet iktidarda 10-15 gün kadar daha kalmış olsalardı, Söylemez Çetesi’nin bütün bağlantılarını ortaya çıkartmış olacaklarını ifade ettiği,

Meclis Araştırma Komisyonumuzca 2 Mart 1997 tarihinde bilgisine başvurulan Söylemez Çetesi mensuplarından Mehmet Sena SÖYLEMEZ, Mehmet AĞAR ve Sedat BUCAK’la ilgili olarak birtakım iddialarda bulunduğu; “Sedat BUCAK’ın Mehmet AĞAR ile birlikte karanlık işlere girip çıktığını, polisleri üzerlerine saldırttığını, Söylemez Kardeşler üzerine saldıranların daima polisler olduğunu, bir olaydan dolayı Bilkent Üniversitesinde okuyan yeğeninin tutuklandığını, işkence gördüğünü ve zamanın Adalet Bakanı Mehmet AĞAR’ın emri ile Eskişehir Ceza ve Tutukevine gönderildiğini, yeğenine elbise, çamaşır, para vs. ihtiyaçlarını götüren ağabeyisi Resul SÖYLEMEZ ile yeğeni Nasır SÖYLEMEZ’in 13 Mart 1996 günü Eskişehir ziyareti dönüşünde ülkücü mafyadan bazı kişilerce pusu kurularak öldürüldüklerini ve ateş edenlerin polis olduğunu, olayın maddi delillerinin araştırılmadığını, olay mahallindeki Mersedes otunun içinde Fatih BUCAK adına kayıtlı cep telefonu bulunduğu, bu telefondan kimlerle konuşulduğunun tesbiti mümkün olduğu halde böyle bir araştırma yapılmadığını,

11.6.1996 günü Adana-Pozantı’da yakalandıktan sonra tutuklandığını ve memur olduğu için memurlar koğuşuna konulması gerektiği halde, Adalet Bakanı Mehmet AĞAR’ın imzasıyla Kütahya Cezaevine gönderildiğini, burada ağabeyi Resul SÖYLEMEZ’i öldürmekten zanlı insanların bulunduğunu, ayrıca 50 kadar Urfa’lı bulunduğunu, Sedat BUCAK’la yakın ilişkisi olan Müslüm BAKAN adlı bir şahsın kardeşinin de Kütahya Cezaevinde bulunduğunu, bu cezaevine konulursa mutlaka öldürüleceğini, bunu da Mehmet AĞAR’ın Adalet Bakanı sıfatıyla yetkisini kullanarak bilerek yaptığını, ancak Kütahya’da bir Savcının durumu farkederek kendisini Kütahya Cezaevine koymadığını ve buradan sevkinin Kırklareli Cezaevine çıktığını,” iddia ve beyan etmiştir.
D) MEHMET HADİ ÖZCAN ÇETESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME [değiştir]

Mehmet Hadi ÖZCAN Çetesiyle ilgili olarak konunun inceleme bölümünde sanıklar, işledikleri suçlar ile sanıklar hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığınca hazırlanan iddianamenin tarih ve numarası belirtilmiş olup, Mehmet Hadi ÖZCAN Çetesiyle ilgili olarak Komisyonumuza intikal eden bilgi ve belgelerin incelenmesi ve konuyla ilgili bazı kişilerin beyanlarına başvurulmasından sonra yapılan değerlendirmede;

Mehmet Hadi ÖZCAN'ın ülkücü görüşe sahip olduğu, 1980 öncesinde Sapanca Kırkpınar Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptığı, uyuşturucu olarak eroin kullandığı Komisyonumuza verdiği 1.3.1997 tarihli ifadesinden anlaşılmaktadır.

Mehmet Hadi ÖZCAN, 1993 yılında, kendi yönetiminde Hadi ÖZCAN Mafyası (Kocaeli Çetesi) adı altında cürüm işlemek için bir çete oluşturduğu İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının hazırlamış olduğu 4.9.1996 tarihli 1996/1734 Esas ve 1996/158 iddianame 199/1078 sayılı iddianamede Mehmet Hadi ÖZCAN ile birlikte Metin Ali BAĞDAT, Savaş UZUN, İsmail HALİL, Muzaffer OSMANLI, Yılmaz KAYA, Seyfettin AYDIN, Metin ÇEPNİ, Hacer AĞCAN, Alaattin KESKİN, Mehmet KUTLUFAN, Selim GÖKKAYA, Mehmet İlker KAYIŞ, Şahin TEKDEMİR, Ramazan ÖZTÜRK, Tuncay ÇORA, Sahit SEKANLI, Servet SAVAŞ ve Sabahattin YAVAŞ adlı şahısların da sanık oldukları ve Mehmet Hadi Özcan ile birlikte onbir sanığın tutuklanmış olduğu,

Çete mensuplarının halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla kasten adam öldürmek, yağma, adam kaldırmak gibi suçları işledikleri, adı geçen çete mensuplarının hesap vermek üzere yargı önüne çıkartılmış oldukları,

Bu çete ile ilişkileri bulunan emniyet mensuplarından Kocaeli Emniyet Eski Müdürü Nihat Camadan hakkında soruşturma izni istenildiği, Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Personelinden Şube Müdürü Cemal ŞENCAN, Emniyet Amiri Sezai Konuklar, Başkomiser Oktay Durmuş ve Polis Memuru Kemal Kara ile Emniyet Genel Müdürlüğü özel Harekat Daire Başkanlığı Personelinden Polis Memuru Alper Tekdimer ve Ankara Emniyet Müdürlüğü Personelinden Polis Memuru Latif Özdemir haklarında görevi suiistimal suçundan Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesinde 7.8.1996 gün ve 1996/5304 sayılı savcılık iddianamesine dayalı olarak dava açılmış olduğu, ayrıca haklarında disiplin soruşturması yapıldığı,

Mehmet Hadi Özcan'ın, Abdullah Çatlı'yı, Abdullah Çatlı ismiyle tanıdığı, Abdullah Çatlı'ya kendisini tanıştıranın da, çete içerisinde bulunan Şahin Tekdemir olduğu, Meclis Araştırma Komisyonuna 1.3.1997 tarihinde bilgi veren Şahin Tekdemir'i, Mehmet Hadi Özcan'ı, Abdullah Çatlı ile kendisinin tanıştırdığını ifade ettiği, Şahin Tekdimer'in büyük kardeşi Alper Tekdimer'in polis olduğu ve Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin'in korumalığını yaptığı,

Mehmet Hadi Özcan'ın, Abdullah Çatlı ile iş ilişkisinin olduğu,

İskenderun Demir Çelik Fabrikasına Abdullah Çatlı ile birlikte 1500 ton petrol sattıkları, parasını almak için Çatlı ile birlikte Ankara'da buluştukları, bu buluşmada Sedat Bucak'ın ve Haluk Kırcı'nın da yanlarında bulunduğu, bu buluşmada paylaşılacak 12 milyar Tl'den sadece 500 milyon TL'nin Hadi Özcan'a verilmek istemesi üzerine bunu kabul etmeyerek aralarının açıldığı,

BOTAŞ'a Abdullah Çatlı'yı Mehmet Hadi Özcan'ın götürdüğü, BOTAŞ'tan aldıkları işi BOTAŞ Genel Müdür Yardımcısı Kaya'nın verdiğini, İskenderun Demir Çelik sitelerinde oturan ve ismi Abdullah Yılmaz ile Mehmet Hadi Özcan'ın tanışmalarının Gazi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Prof. Veli Aktaş'ın sağladığını,

Abdullah Yılmaz'ın bir iş meselesini Hadi Özcan'ın araya girerek halletiğini, Abdullah Yılmaz'ın da BOTAŞ Genel Müdür Yardımcısı Kaya ile konuşarak BOTAŞ'ın sılaş (çamurlu petrol) işinin Hadi Özcan'a verilmesinin sağlandığı ve tonu 10 dolardan sılaşı aldıkları, ancak şimdi bu işlerin durduğunu, Abdullah Çatlı ile ters düşmemiş olsalardı Yumurtalık Petrol Boru Hattı açıldığında 110 bin tona yakın petrolü sılaş olarak alıp bunu fabrikalara fuel oil olarak satacaklarını ve bundan 1,5 trilyona yakın para kazanacaklarını ancak Çatlı ile aralarının açılması yüzünden bu düşüncelerinin gerçekleşmediğini, Çatlı'nın da Baysa Şirketi adına BOTAŞ'tan iş aldığını ve petrol işinden Çatlı'nın en az 70 - 75 milyar Tl. para aldığı

Mehmet Hadi Özcan'ın çek – senet tahsilatı işlerinde rol aldığı, aracılık yaptığı hatta cezaevinde iken bile gönderdiği bir haberle bir devlet adamının işini hallettiği, hatta paralarını alamayan bazı emniyet mensuplarının dahi alacaklarını tahsil ettiği,

Çatlı'nın, Kürşat Yılmaz ile ilgisi olduğu, Mehmet Hadi Özcan'a karşı Abdullah Çatlı'nın Kürşat Yılmaz'ı kullanmak istediği,

Hadi Özcan'ın Musavvat Dervişoğlu ile birlikte Yeşil'i, Kürşat Yılmaz'ı ve Abdullah Çatlı'yı öldürmek ve Türkiye'yi temizlemek için karar aldıkları, Ancak Yeşil'e, Hadi Özcan'ın karışmak istemediği ve Yeşil'le müşterek başka bir arkadaşlığının olduğunu, Yeşil'in de Çatlı'yı öldürmek istediğini,

Mehmet Hadi Özcan'ın Tarik Ümit'i tanıdığı, ancak Tarık Ümit'i sevilmeyen bir adam olarak nitelediği,

İzmit'te 3 yıl önce kaçak petrol hadisesi olduğu, PKK'nın bu işten büyük paralar kazandığı Kocaeli Emniyet Müdürü Nihat Camadan'ın bu işe göz yumduğu yolunda dedikodular olduğu,

Vefa Küçük'ün İzmit'te Belsa Plaza isimli bir yer yaptırdığı, karşısında yedi katlı eski bir tekel binasının bulunduğu, Tekel binasının Belsa Plaza'nın görüntüsünü bozduğu nedeniyle Tekelde bulunan malların TIR'larla Ali Şen'in Maga Deri Fabrikasına taşındığı, olayı Alaattin Keskin ve Emniyet Müdür Yardımcısı Ayhan Toptaş'ın bildiğini, daha sonra da Tekel binasının yakıldığını,

Hadi Özcan'ın bulunduğu cezaevinden başka cezaevlerine nakledilmek istendiği bunun da Hadi Özcan'ın susturulması ya da öldürülmesi için yapılmak istendiği,

Hadi Özcan'ın Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük'ü tanımadığı ancak bir kez telefonla görüştüğü, iddia ve beyanlarının Mehmet Hadi Özcan'ın 1.3.1997 tarihinde Komisyonumuza verdiği ifadesinde yer aldığı,

4.2.1997 tarihinde Komisyonumuzca bilgisine başvurulan Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı ise "Kocaeli Çetesi" olarak basına yansıyan Hadi Özcan'ın sürekli olarak MİT ile görüştüğünü, Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük'ün mafya ile sıkı diyaloğunun olduğunu, iddia ve beyan ettiği

18.2.1997 tarihinde Komisyonumuzca bilgisine başvurulan Jandarma Assubay Hüseyin Oğuz, Veli Küçük'ün Yeşil'i tanıdığını, Yeşil'in Veli Küçük'ün sözünden çıkmadığını, Yeşil'in önce polisle daha sonra JİTEM'le çalışmaya başladığını ve Kürtçe bildiğini, Veli Küçük'ün Kocaeli'ne tayin olmasından sonra Yeşil'in İstanbul tarafına kaydığını ve bu tarafta infazların başladığını ve faili meçhul olayların arttığını iddia ve beyan etmiştir.

E) YAŞAR ÖZ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME:

12.1.1994 günü Adana Havalimanında yapılan pasaport kontrolü sırasında Metin Bozdağ adlı kişinin Hakkı Mercan adına düzenlenmiş olan TRD 356520 nolu pasaportu ibraz etmesi ve pasaportun sahte olduğunun anlaşılması üzerine adı geçen şahsın pasaportu İstanbul Ataköyde ikamet eden Yaşar Öz’den aldığını söylemesini müteakiben Adana Emniyet Müdürlüğünce durum 13.1.1994 gün ve C-14 sayılı faks ile İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bildirilmiş, İstanbul Emniyet Müdürlüğünce Yaşar Öz’ün İstanbul Ataköydeki ikametgahında yapılan aramada ruhsatsız (2) adet silah ile mermiler, birisi Tarık Ümit adına, diğeri Yaşar Öz adına düzenlenmiş hususi pasaport ile Eşref Çuğdar adına düzenlenmiş sürücü belgesi bulunarak değerlendirilmek üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube Müdürlüğünde Komiser Levent Sevinç tarafından bizzat elden Ankara’ya getirilerek Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’a teslim edilmiştir.

Komiser Levent Sevinç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ve C.Savcısı Aykut Cengit Engin tarafından alınan 25.12.1996 tarihli ifadesinde bu durumu açıkça belirtmektedir.

Diğer yandan İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığında ifade veren ve Ocak 1994 tarihinde İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olan Mestan Şener, “Yaşar Öz ile ilgili olarak Mehmet Ağar’ın kendisini aradığını ve Yaşar Öz ve Tarık Ümit adlı kişileri yurtdışında PKK ile ilgili bir çalışma yapmak üzere görevlendirdiklerini, bu nedenle Yaşar Öz’ün üzerinden ve evinden çıkan her türlü belgelerin ve silahların kendisine gönderilmesini emrettiğini ifade etmiştir.

Emniyet Müdür Yardımcısı Mestan Şener Mehmet Ağar’ın talimatını istanbul İl Emniyet Müdürü Necdet Menzir’e iletmiş ve bu konu ile ilgili Mehmet Ağar’ın talimatı olduğunu söylemiştir. Necdet Menzir’de Emniyet Genel Müdürlüğüne bir yazı yazılarak kurye ile silah ve belgelerin gönderilmesi konusunda Mestan Şener’e emir vermiştir. Bu talimat üzerine 31.1.1994 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünden Emniyet Genel Müdürlüğüne 31.1.1994 tarih ve 194-49/94 sayılı yazı yazılarak Yaşar Öz’ün evinde ele geçirilen silah ve belgelerin, gönderildiği belirtilmiştir,

Yukarıda da izah edildiği gibi bu silahlar ve belgeler Komiser Levent Sevinç tarafından bizzat elden Ankara’ya getirilerek Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’a elden teslim edilmiş ve karşılığında da teslim-tesellüm belgesi verilmemiştir.

Emniyet mensuplarının beyanlarından da anlaşılacağı üzere Yaşar Öz’ün serbest bırakılması, evinde ve üzerinde ele geçirilen silah ve diğer belgelerin Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilmesi talimatını Mehmet Ağar’ın verdiği ve bu talimata göre hareket edildiği, açıkça görülmektedir.

Ruhsatsız silah, sahte pasaport ve sürücü belgesinin ele geçirilmiş olmasına rağmen suça muttali olan güvenlik makamlarının derhal olaya el koyup yetkili Cumhuriyet Savcılığına sanık Yaşar Öz’ü ve sanıkla ilgili silah ve belgelerin intikal ettirilmesi gerektiği halde bu yapılmamış ve Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın talimatı ile suç belgeleri ve silahların Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’a elden teslimi sağlanmıştır.

Olaya el koyması gereken emniyet görevlileri adli görevlerini ihmal etmişlerdir.

Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın da İstanbul’da Yaşar Öz’ün evinde ele geçirilen ruhsatsız silahlar ile diğer sahte belgeleri Emniyet Genel Müdürlüğüne değerlendirilmek üzere istemesinin de yasal dayanağı yoktur. Burada yapılması gereken tek şey, suça muttalı olan emniyet mensuplarının sanığı, ruhsatsız silahlar ve sahte belgelerle birlikte derhal mahalli savcılığa teslim etmeleridir. Türkiye Cumhuriyeti Yasaları bunu emretmektedir, Hukuk Devletinde yapılması gereken de budur.

Adli görevlerini savsaklayan emniyet mensupları hakkında yargı organlarınca gereğinin yapılacağı doğaldır.

Yaşar Öz’ün evinde ele geçirilen sahte pasaport ve sürücü belgeleri ile ilgili olarak Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, “Sahte pasaport ve sürücü belgesi tanzim etmek ve bu şekilde tanzım edilmip pasaport ve sürücü belgelerini kullanmak maksadıyla başkalarına teslim etmek suçundan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 22.1.1997 tarih ve 1997/362 Hazırlık ve 1997/659 sayılı iddianameleri ile Bakırköy 3. Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde dava açılmış olup halen davası devam etmektedir.

Yaşar Öz’ün 31.1.1994 tarihinde Ataköy 7-8 Kısım 30/A-15 Bloktaki evinde yapılan aramada seri numaraları silinmiş (1) adet Smithwesson marka 9 mm çaplı Barabellum tipli Amerikan yapısı tabanca ile MKE yapısı 9 mm çapında 43 adet mermi ve (1) adet 30 Calibrelik markası ve seri numarası belirsiz toplu tabanca ile ilgili olarak Yaşar Öz hakkında 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçıklar Hakkındaki kanuna Muhalefet suçundan Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinde yargılama devam etmektedir.

Meclis Araştırma Komisyonumuzca bilgisine başvurulan istanbul Emniyet eski Müdürü Necdet Menzir’de 23.1.1997 tarihinde komisyona verdiği bilgide:

“Yaşar Öz’ün evinde yakalanan silah ve belgelerin, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın emri üzerine Ankara’ya Mehmet Ağar’a gönderdiklerini ifade etmektedir. Yine Mehmet Ağara gönderdiklerini, ifade etmektedir. Yine Mehmet Ağar, İstunbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir ile yaptığı görüşmede Yaşar Öz’ün yapılacak bir istihbarat operasyonunda Devlet tarafından kullanılacağını ifade etmiştir. Bunu Necdet Menzir 23.1.1997 tarihinde Meclis Araştırma Komisyonuna verdiği ifadede açıkça beyan etmektedir.

Yaşar Öz’ün 22.9.1992 tarihinde İstanbul Mali Şube Müdürlüğünden “Pasaport tahribatı ve yurt dışına adam kaçırmak” suçundan kaydının mevcut olduğu da görülmektedir. Bu durum istanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi Müdürlüğü Teknik Büro Amirliğinin 25.12.1996 tarih ve C/407520 sayılı yazılarından anlaşılmaktadır.

Meclis Araştırma Komisyonuna 30.1.1997 tarihinde bilgi veren İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın “Yaşar Öz’ün pasaport işlemlerinin çabuklaştırılması için kendisine talimat verdiğini de beyan etmektedir.

Meclis Araştırma Komisyonumuza intikal eden bilgi ve belgelerin Komisyonumuza bilgi veren şahısların beyanlarından Yaşar Öz’ün Emniyetçe kullanıldığı ve kollandığı gerçeği ortaya çıkmaktadır
F) TEVFİK NURULLAH AĞANSOY İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME: [değiştir]

Komisyonumuzun yazılı isteği üzerine İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 27.02.1997 gün ve 990006 sayılı yazısı ekinde gönderilen Tevfik AĞANSOY’a ilişkin dosyanın incelenmesinde:

19.09.1994 tarihinde Engin CİVAN’ın vurulması olayından sonra kaçak olarak gittiği Almanya’da yakalanan Tevfik Nurullah AĞANSOY Münih Şehir Hapishanesinde Bavyera Eyalet Kriminal Dairesi görevlilerinden Heinzinger’in huzurunda verdiği ifadesinde: 17 yaşında Ülkücü Harekete katıldığını, ideolojik amaçlı bir çok olaya karıştığını, 10’dan fazla adam öldürdüğünü, 1985 yılında, cezaevinde iken pişmanlık yasasından yararlanmak için başvurduğunu ve tüm suçlarını açıkladığını, 1989 yılında tahliye olduğunu, itirafçı olduğu için eski arkadaşlarından tehdit aldığını, cezaevinden çıkınca uzun zamandır tanıdığı Alaattin ÇAKICI’nın yardımını gördüğünü, ancak bu yardımların samimi değil, kendisini kullanmak üzere yapılmış olduğunu düşündüğünü, çünkü Alaaddin ÇAKICI’nın isteği üzerine bazı tahsilat işleri yaptığını,

1994 yılında Alaaddin ÇAKICI’nın isteği üzerine Kanal 6 televizyonu sahibi Ahmet ÖZAL ile Doğuş Holding patronu Ayhan ŞAHENK arasındaki parasal ihtilafı Ahmet ÖZAL lehine tehditle çözümlediğini, bu işten alınan para konusunu Alaaddin ÇAKICI’ya sorduğunda ÇAKICI’nın para önemli değil ÖZALLAR gibi dostumuz olsun dediğini, bu işin hallinden sonra 14.09.1994 günü Zeynep ÖZAL ile Semra ÖZAL’ın sekreteri İclal’in Uğur ÇAKICI’nın Alkent’teki evine teşekkür için geldiğini ve bu arada Selim EDES’in Engin CİVAN’da 5 Milyon Doları olduğunu, faiziyle birlikte 8 Milyon Doları bulduğunu, eğer tahsil edilirse kendilerine 2 Milyon dolar verilebileceğini söylemiş olduklarını, Alaaddin Çakıcı kaçak olarak yurtdışında olduğundan kendisiyle cep telefonuyla irtibat kurduklarını ve 2 Milyon Dolar karşılığında bu tahsilatı yapmaya karar verdiklerini,

Alaaddin Çakıcı’nın talimatıyla Engin CİVAN ve Selim EDES’i Dündar KILIÇ’ın Selimpaşa Kıyıkent’teki yazlığında biraraya getirip yüzleştirme yaptıklarını, tarafların anlaşmaması üzerine Aleaddin’in Engin CİVAN’ı kendisinin muhalefetine rağmen tetikçi Davut YILDIZ’a vurdurttuğunu, kendisinin bu şekilde vurmaya karşı olduğunu, Alaaddin’in Engin CİVAN’ı vurdurtmakla hem Dündar KILIÇ’ı, hem de (Tevfik AĞANSOY) kendisini polis karşısında azmettirici duruma düşürmek istediğini ve olaydan sonra kendisinin de sahte bir pasaportla yurtdışına kaçtığını, yurt dışındayken Alaaddin’in kendisini arayarak payına 400.000 dolar düştüğünü, Nevyork’a gitmesini, kendisini havaalanından aldırtacağını söylediğini, bunun kendisi için risk olduğunu, Alaaddin’in kendisini harcayabileceğini düşünerek gitmeyip savsakladığını, daha sonra alaaddin ÇAKICI’nın parayı Türkiye’ye göndereceğini bildirmesi üzerine Türkiye’ye kaçak olarak geldiğini, Alaaddin’in parayı rulette yedim diye kendisini aldattığını, bundan sonra aralarının açıldığını,

İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesince Komisyonumuza gönderilen, Engin CİVAN’ın vurulmasıyla ilgili 1996/273 esas numaralı dosyanın incelenmesinde:

Engin CİVAN’ın vurulması öncesinde Tevfik AĞANSOY tarafından banda alınan ve eşi Hülya AĞANSOY tarafından 17.12.1995 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü İnterpol Şube Müdürlüğüne teslim edilen bandın emniyetçe yapılan çözümlemesinde; Alaaddin ÇAKICI, Tevfik AĞANSOY ve Dündar KILIÇ’ın tele konferans sistemi ile üçlü görüşme yaptıkları, Selim EDES-Engin CİVAN ihtilafının nerede ve nasıl çözümleneceği konusunda Alaaddin ÇAKICI’nın her iki tarafa direktif verdiği anlaşılmaktadır.

Engin CİVAN’ın vurulması olayında İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin Tevfik AĞANSOY hakkında sonuç olarak; TCK: 456/2 uyarınca 2 yıl iki ay yirmi gün ceza verdiği, yattığı süre gözönüne alınarak tahliyesine karar verildiği anlaşılmıştır.

Tevfik AĞANSOY’un öldürülmesi olayı ile ilgili olarak İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 1996/410 esas sayılı dava dosyasının incelenmesinde; Alaaddin ÇAKICI, Adnan ÇİÇEK, Kenan Ali GÜRSEL, Ahmet ATLILAR, Aydın GÖKER, Yener ÜÇÜNCÜ, Ferdi HEYBET, Kamil ÖZKILINÇ, Hasan TAŞKIN, Ramazan VURMAZ adlı şahısların sanık oldukları, taammüden adam öldürmek, kasten adam öldürmek, adam öldürmeye teşebbüs, silahla yaralama ve 6136 sayılı kanuna muhalefetle suçlandıkları, Alaaddin ÇAKICI’nın azmettirmesi sonucu Tevfik AĞANSOY’u öldürme işini adnan ÇİÇEK ve Kenan Ali GÜRSEL’in planlayıp, organize edip ve bizzat eyleme katılarak icra ettirmekle suçlandıkları,

İçişleri Bakanlığınca Komisyonumuza gönderilen Tevfik AĞANSOY’un öldürülmesi olayına ilişkin 9.12.1996 tarihli yazı ekindeki dosyanın tetkikinde;

Tevfik AĞANSOY’un öldüğü olayda yanında bulunan ve ölen Celal BABÜR ve yaralı kurtulan Ferda TEMEL’in Başbakanlık Koruma Müdürlüğü kadrosunda ve Başbakan Yardımcısı Tansu ÇİLLER’in İstanbul’daki konutunda görevli polis memurları olmalarından ötürü emniyet Genel Müdürlüğünce 20.9.1996 tarihinde soruşturma açıldığı, soruşturma sırasında dinlenen şahitlerin beyanlarında özellikle tanık Cengiz EVREN, Zafer YILMAZ, Hülya AĞANSOY’un ifadelerinde: Tevfik AĞANSOY’un ölmeden önce, Ahmet ÖZAL’ın Almanya’da ismini bilmediği bir yerden 25 Milyon Mark borç aldığını, imzaladığı borç senetlerinin Almanya’dan Tevfik AĞANSOY’a gönderileceğini, paranın % 50’sine karşılık Ahmet ÖZAL’dan bu paranın tahsil edileceğini, bu konuda STAR Televizyonu ile anlaşıldığını ve kendilerine yardım edileceğini, tahsilattan elde edilen paradan polis memurları Celal BABÜR ve Ferda TEMEL’e pay verileceğini söylediklerini,

Cengiz Evren ifadesinde ayrıca; Tevfik Ağansoy ile eski arkadaş olmalarına rağmen yaklaşık 6 yıl sonra 1996 Haziran ayında Bebek’te karşılaştıklarını, Ağansoy’un kendisine “Haver ilaç fabrikasının korumalığını yaparak para kazandığını, yanındaki koruma polisi Hacı Akpınar’a fabrikadan bir araba aldığını söylediğini ifade etmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Hanefi AVCI’nın 4.2.1997 tarihinde Komisyonumuza verdiği ifadesinde: Nurullah Tevfik AĞANSOY’un yurtdışına kaçırılışını MİT görevlisi Yavuz ATAÇ’ın organize ettiği, Alaaddin Çakıcı ve adamlarına MİT tarafından yardımcı olunduğu, Bursalı işadamı Erol Evcil’in Alaattin Çakıcı’yı bir kaç defa kiralayarak eylemlerde kullandığı, son defa da banka açmak istemesine mani olanları etkisiz hale getirmesi için iki milyon dolara anlaştığı, Çakıcı’nın durumu MİT görevlisi Yavuz’a anlatarak birlikte plan yaptıklarını açıklamıştır.

Dündar Kılıç’ın 1.3.1997 tarihinde Komisyonumuza verdiği beyanında; Alaattin Çakıcıyı Mehmet Eymür’ün koruduğu, yönlendirdiği, her türlü resmi belgeyi MİT’in verdiği, Mehmet Eymür’ün bazı solcuları, hatta Nihat Erim’i öldürenleri Bursa’da bir mahkemede 8-10 kişiyi beraat ettirdiği ve onları dışarıda kullanacağını, bunları Nasrullah Ayan vasıtası ile yaptığını belirtmiştir.

İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Bilgi ÜNAL Komisyonumuza verdiği 07.01.1997 tarihli ifadesinde: Tevfik AĞANSOY’un öldürülmeden önce de iki kez öldürmeye teşebbüs olduğunu, olayın 2 sanığını aldıklarını, olaya fiilen karışan 6 kişi olduğunu, diğerlerinin de isimlerini belirlediklerini, ölenlerden birisinin cinayeti işlemeye gelenlerden birisi olduğunu söylemiştir.

Başbakanlık Teftiş Kurulunca hazırlattırılan 19.01.1997 tarihli raporda: ANAP Lideri Mesut Yılmaz’ın Cumhurbaşkanımıza sunduğu dosyada; Tevfik Ağansoy’un öldürüldüğü günün, Özel Harekatçı (3) polis memurunun İstanbul Emniyet Müdürlüğünde Ömer Lütfi Topal cinayeti ile ilgili olarak gözetim altında tutulduğu 28.8.1996 günü olduğuna dikkat çekilmekte, dolayısıyla, Tevfik Ağansoy’un öldürülmesinde bu kişileri ihbar etmiş olabileceği yada karşılıklı hesaplaşma şüphesinin doğduğu ve araştırılması gerektiği, belirtilmiştir.

Ülkemizde son yıllarda sık sık duymaya başladığımız mafia-polis ve politikacı üçgeni yada çeteleşmesi olaylarının belki de en tipik örneği Tevfik AĞANSOY ve etrafındaki ilişkiler yumağıdır.

1980 öncesi yaşanan sağ-sol çatışmalarında kendi beyanı ile (10) dan fazla insan öldüren sonra pişmanlık yasasından faydalanarak cezaevinden tahliye olan AĞANSOY’un Alaaddin ÇAKICI Çetesinin kucağına düşmesi, bu çetenin ülke yönetiminde uzun yıllar etkin ve bir numara olmuş Özal Ailesiyle çok yakın ilişkiler içinde olması, Engin CİVAN’ın vurulması olayında azmettiricilikten 2 yıl 20 gün mahkumiyet alıp, cezasını çektikten sonra dışarı çıktığında bir mafiya lideri olarak, ekonomik dar boğazda olan bir ilaç fabrikasının korumalığını yapmaya başladığı bir sırada kendisine devlet tarafından koruma polisi (Hacı AKPINAR) tahsis edilmesi, en sonunda Alaaddin ÇAKICI’nın adamları tarafından öldürüldüğünde yanında Başbakanlık Koruma Müdürlüğü kadrosundan ve Başbakan Yardımcısının İstanbul’daki ikametgahında görevli olan polis memurları Celal BABÜR ve Ferda TEMEL’in bulunması, tanıkların beyanına göre; Ahmet ÖZAL’dan Almanya’da yaptığı borcunun tahsilatı işinden bu polislerin de AĞANSOY’la beraber pay alacaklarının iddia edilmesi, ülkemizde yaşanan polis-mafia-politikacı beraberliğinin tipik örneğini teşkil ettiği.

Eski İstanbul Emniyet Müdürü Necdet MENZİR’in Komisyonumuza 23.1.1997 tarihinde bilgi verirken Alaaddin ÇAKICI’ya “sana hırsız veya terörist muamelesi yaparım” dediğini söylerken en azından, cinayete azmettirmekten sanık olan ve kaçak durumdaki bir kişiye adeta imtiyaz tanıdığını yada suçlular arasında statü sınıflandırması yaptığını, istemeden ortaya koyduğu, bunun İstanbul Emniyet Müdürlüğüne kadar yükselmiş bir polis şefinin görevini yaparken, yasaları herkese eşit uygulama yerine, kafasındaki indi değerlendirmelere göre uygulayabildiğini gösterdiği kanaatına varılmıştır.
G) MEHMET ALİ YAPRAK’IN KAÇIRILMASI İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME [değiştir]

Komisyon Başkanlığımızca Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan 10.01.1997 gün ve A.1.01.GEÇ.10/89-138 sayılı yazımız üzerine, Mehmet Ali YAPRAK’ın kaçırılmasına ilişkin dosyanın Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca Komisyonumuz üyesi ve Gaziantep Milletvekili M.Bedri İNCETAHTACI’ya elden teslim edildiği, bu dosyanın ve bu dosyanın konusunu teşkil eden olayın da incelenip araştırıldığı Başbakanlık Teftiş kurulunun 09.01.1997 tarihli raporunda yer alan konuya ilişkin bilgiler ve Mehmet Ali YAPRAK’ın 14.01.1997 tarihinde Komisyonumuza gelerek yaptığı açıklamaların tutanaklarının incelenmesinde;

Gaziantep’te yayın yapan “Yaprak TV”nin sahibi M.Ali YAPRAK (kendi beyanına göre); 25.05.1996 günü saat 23.30 sıralarında özel arabasını iş dönüşü evinin önüne park ederken elleri silahlı ve bazıları polis gömlekli olan 10-12 kişilik bir grup tarafından arabasından indirilerek kaçırıldığını, Şanlıurfa-Siverek taraflarında bir mezraya götürüldüğünü, 6 gün rehin tutularak kendisiyle fidye pazarlığı yapıldığını, kendisinden önce 15-20 milyon mark istendiği, kendisinde bu kadar para olmadığını söylediğini ve en sonunda taksitle ödemek şartıyla (3) milyon mark ödemek üzere anlaştıklarını ve 6. günün akşamı Hilvan İlçesi girişinde serbest bırakıldığını, kendisini kaçıranların sıradan kişiler değil, iyi organize olmuş profesyonel kişiler olduklarını, rehin olarak tutulduğu sırada üzerinde bulunan 65-70 bin Mark, 35-40 Milyon TL. para ile kredi kartlarının, kimlik belgesinin ve sürücü kartının kendisini kaçıran kişiler tarafından alındığını söylemiştir.

Mehmet Ali YAPRAK’ın kaçırılmış olduğunun duyulması üzerine Gaziantep Emniyet Müdürlüğünce soruşturmaya başlanmış, şüpheli (9) dokuz sanıktan (6) altısının savunmaları alınmış, (3) üç tanesinin firarda olduğu belirtilerek 1.6.1996 tarihinde fezleke düzenlenip Cumhuriyet Savcılığına sunulmuştur. Firarda olan sanıklardan Yahya EFE’nin savunmasının alınması Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 18.10.1996 günlü talimatıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından istenmiş, bu arada avukat Sermet ATAY tarafından müvekkili Müfit SAMENT ve Turgay MARAŞLI’nın savunmalarının da talimatla alınması için Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe ile başvurulduğu ve talebinin aynı gün (22.10.1996) Gaziantep Cumhuriyet Savcısı Akın İNAL imzası ile olumlu cevaplandığı ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazıldığı ve istanbul Cumhuriyet savcısı Sezgin ÖZDEMİR’in Mehmet Yahya EFE’nin 23.10.1996, Müfit SAMENT’in 24.10.1996 ve Turgay MARAŞLI’nın 25.10.1996 tarihinde savunmalarını aldığı anlaşılmıştır.

Mehmet Ali YAPRAK’ın kaçırılmasında kullanıldığı iddia edilen 27 FH 151 plakalı Şahin marka otonun terkedilmiş olarak bulunması üzerine, Emniyet Müdürlüğü Teknik Büro Amirliğince aracın bagaj kapağından alınan parmak izinin 30.05.1996 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderildiği ve Emniyet Genel Müdürlüğünde uzmanlar tarafından yapılan arşiv değerlendirmesinde bu parmak izinin, 9.5.1978 tarihinde tabanca taşımak ve darp suçundan getirildiği istanbul Etiler Polis Karakolunda on parmak izi ve fotoğrafı alınan Refik-Seviye oğlu, Iğdır 1960 doğumlu Müfit SAMENT’e ait olduğu belirlenerek Ekspertiz Raporu düzenlenmiş ve bu rapor 23.10.1996 günü Gaziantep Emniyet Müdürlüğünce 27/96 sayılı yazı ile Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

Gaziantep Cumhuriyet savcısı Akın İNAL 15.11.1996 tarihinde konuya ilişkin olarak yeterli delil elde edilemediğinden sanıklar hakkında Daimi Arama ve Takipsizlik kararı vermiştir.

Anılan Başbakanlık Teftiş kurulu Raporunda; “Gaziantep Cumhuriyet Savcılığının bu Takipsizlik Kararı; soruşturmalar sırasında Müfit SAMENT’e ait parmak izi ekspertiz raporunun dikkate alınmamış olması, Turgay MARAŞLI’nın annesi Zekiye MARAŞLI’nın 30.05.1996 tarihli ifadesinde olayın vukuu bulduğu günlere rastlayan tarihlerde evlerinde kalan oğlunun arkadaşı Haluk isimli şahısla ilgili söyledikleri hakkındaki araştırmanın, Emniyet ve Cumhuriyet Başsavcılığında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan talimatlar da dahil olmak üzere iyi yapılmamış olması, müştekinin sanıklarla yüzleştirilmesinin yapılmaması nedeniyle, Adalet Bakanlığınca 5.12.1996 tarihinde yeniden ele aldırtılarak Hazırlıktaki aynı sayı ile koğuşturmanın sürdürülmesi sağlanmıştır.

Takipsizlik Kararında kendisinden beklenen gerekli titizliği göstermediği ve soruşturmayı eksik sonuçlandırdığı kanaatı doğduğundan Gaziantep Cumhuriyet Savcısı Akın İNAL hakkında Adalet Bakanlığına tahkikat açılması gerektiği, ayrıca İstanbul’da talimatla savunmaları alan Savcı Sezgin ÖZDEMİR’in Haluk KIRCI’nın İstanbul Emniyet Müdürlüğünden kaçırılması olayında Asayiş Müdürü Sedat DEMİR hakkında 8.4.1996 günü Takipsizlik Kararı verdiği ve bu konunun da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yeniden ele aldırılıp İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldığı gözönüne alınarak ilgili savcı hakkında da Adalet Bakanlığınca inceleme yapılması gerektiğinin düşünüldüğü” belirtilmiştir.

Adalet Bakanlığınca dosyanın yeniden ele aldırtılması üzerine; Mehmet Ali YAPRAK’ın 26.12.1996 tarihinde Gaziantep Cumhuriyet Başsavcısı Naci AYAZ’a verdiği ifadesinde; kendisini kaçırdıklarını sandığı Hüseyin EFE, Yaşar EFE, Ali MARAŞLI, Ali Aydın ÖZTEKİN ve Salih ÖZDAL’la daha önce yüzleştiğini ve kendisini onların kaçırdığını teşhis edemediğini, ancak, Mehmet Yahya EFE, Turgay MARAŞLI ve Müfit SAMENT isimli şahıslarla henüz yüzleşmediğini ve yüzleşmek istediğini söylediği, Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca 26.02.1997 tarihinde Mehmet Yahya EFE ve Turgay MARAŞLI, 28.02.1997 tarihinde Müfit SAMENT’in Savcılık Makamında yapılan yüzleştirmelerde Mehmet Ali YAPRAK’ın bu kişilerin kendisini kaçıran kişiler olmadığını söylediğinin tutanaklarla tespit edildiği incelenmiştir.

Komisyonumuzca Gaziantep Valiliği ve Emniyet Genel Müdürlüğünden, Mehmet Ali YAPRAK hakkında basında çıkan haberlerde “bu şahsın silah taşıma ruhsatı bulunduğu, sabıka ve suç fişleri olmasına rağmen silah taşıma belgesinin kanuna aykırı olarak düzenlendiği” iddialarının açığa çıkması için bu konudaki tüm evrakın ve dosyaların istenmesi üzerine, Gaziantep Valiliği ve Emniyet Genel Müdürlüğünce Komisyonumuza gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucu;

Mehmet Ali YAPRAK’ın 3 defa, Uyuşturucu Madde İmali ya da imalinde kullanılan maddeleri yakalatması sonucu Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesine sevk olunduğu ve hakkında Emniyetçe fiş düzenlendiği, Mahkemece serbest bırakılmış olduğu, ayrıca 04.09.1985 tarihinde Gaziantep İli, Mütercim Asım Caddesi Sadıkoğlu Sok. No:6 da tıbbi malzeme satıcılığı yapan kardeşi Osman YAPRAK’tan para alabilmek için, Ömer oğlu 1962 doğumlu Cengiz AYDIN, Fazlı oğlu 1965 doğumlu Abidin YAŞAMAK, Abdülgani oğlu 1954 doğumlu Nuri KUTLU ve Hasan oğlu 1962 doğumlu Mustafa KİRAZ’ı kiraladığı, bu şahısların kendilerini İslami Cihat Örgütü mensubu olarak tanıtarak, para gasp etmek suçundan suçüstü yakalandıkları, Emniyette alınan ifadelerinde kendilerini kiralayanın Mehmet Ali YAPRAK olduğunu itiraf ettikleri ve Osman YAPRAK’ın davacı olması üzerine, 15.10.1985 günü kendiliğinden teslim olduğu ve suçu kabul etmediği, hakkında düzenlenen tahkikat evrakıyla birlikte Gaziantep İli Sıkıyönetim Komutan Yardımcılığına sevk edildiğinin kayıtların tetkikinden anlaşıldığı, bunlara ilaveten ruhsatsız mermi ve tabanca bulundurmaktan Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 1981/308 sayılı kararıyla bir yıl hapis ve 500 TL. Ağır para cezasına çarptırılmış olduğu, yargılandığı diğer 3 davadan 1’inden beraat, ikisinden ise takipsizlik kararı aldığı, 91/1979 sayılı yönetmelikte “ateşli silahlarla işlenen cürümden hükümlü bulunanlara silah ruhsatı verilmeyeceğinin” belirtildiği, ancak İçişleri Bakanlığının 07.06.1995 gün ve 1269-98 sayılı genelgesi ile ateşli silahları ruhsatsız taşımanın ve bulundurmanın ateşli silahlarla işlenmiş cürümlerden sayılmayacağı ve bu suçlardan bir yıl ve daha az cezaya mahkum olanlara başka mani hal yok ise yönetmeliğin 16. maddesi uyarınca silah taşıma ruhsatı verilmesi gerektiği, bundan dolayı 30.03.1996 gün ve (152) sayılı onayla İçişleri Bakanı Ülkü GÜNEY’in yönetmeliğin 7. maddesinin (a) bendine istinaden M.Ali YAPRAK’a Silah Taşıma Ruhsatı verdiği bildirilmiştir.

Bu konuda Komisyonumuza 24.12.1996 tarihinde ifade veren ANAP Genel Başkanı Sn. Mesut YILMAZ’da ifadesinde; Gaziantep’te Mehmet Ali YAPRAK isimli şahsın kendilerine başvurarak; kendisinin (3) sivil polis tarafından kaçırıldığını, Sedat BUCAK’ın köyüne götürüldüğünü, onun aşiretine mensup kişiler tarafından sorgulandığını, kendisinden (20) Milyon Mark fidye istendiğini, vadeli olarak (3) Milyon Marka anlaştığını, müracaatına rağmen Emniyetin failleri ortaya çıkarmadığını söylediğini, bu konuda Başbakanın kendisine Liderler toplantısında “Yaprak TV olayının savcı tarafından örtbas edilmek istendiğini, yeni Adalet Bakanının bu olayın yeniden soruşturulmasını istediğini” söylediğini ifade etmiştir.

Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlatılan 09.01.1997 tarihli raporda; M.Ali Yaprak’ın kaçırılmasına ilişkin yürütülen soruşturmada Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 1996/6503 Hazırlık, 1996/284 sayılı Daimi Arama ve Takipsizlik Kararı ile 15.11.1996 tarihinde karar verildiği anlaşılmış, 5.12.1996 tarihinde dosya Adalet Bakanlığı’nca yeniden ele aldırtılarak Hazırlıktaki aynı sayı ile koğuşturmanın sürdürülmesinin sağlanmış olduğu belirtilmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü, Kaçakçılık, İstihbarat ve Harekat Dairesi Eski Başkanı Tuncay YILMAZ Komisyonumuza verdiği 04.02.1997 tarihli ifadesinde:

“Daha önce konu edilen CANTÜRK olayıyla ilgili olarak, burada uyuşturucu pazarını ele geçirme kavgasından ziyade, bu pazarı yürüten insanlar arasında haraç alma kavgası olduğu, YAPRAK, Captagon kaçakçısı olduğu halde yakalayamadıklarını, hatta sabıka kaydı ve belge olmamasının kendilerinin harekat sahasını daralttığını” ifade etmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü, İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi AVCI 4.2.1997 tarihinde Komisyonumuzca alınan ifadesinde; Devletin PKK mensuplarına ve PKK’ya büyük destek veren kişilere karşı hukuki olarak yeterince mücadele edemediğini düşünen bazı devlet görevlilerinin hukuk dışı bir anlayışla görev yapmak gerektiğine inanmaya başladıklarını ve ilk defa Güneydoğu’da JİTEM görevlisi Cem ERSEVER’in bu tür faaliyetler içerisine girdiğini, neticede PKK’nın ve diğer örgütlerin destekçisi aktif unsurların susturulduğunu, daha sonra faaliyet gösterilecek zemin kalmayınca resmi görevli ve sivil kişilerden teşekkül ettirilmiş olan bu grupların kendilerine menfaat temini uğruna mafya türü birtakım yasadışı faaliyetlere giriştiklerini, bunlara normal polis ve jandarmanın müdahale edemediğini, bunların zengin işadamlarına müdahale ettiklerini ve haraca bağladıklarını, bir kısmının basına intikal ettiği halde çok büyük kısmının intikal etmediği ve bu grupların denetlenemez hale geldiğini, YEŞİL denilen kişinin önceleri Jandarma tarafından Güneydoğu’da eleman olarak kullanılırken daha sonra bu gruplar içinde en büyük para tahsilatçısına dönüştüğünü, YEŞİL’in şu anda MİT içinde Mehmet EYMÜR ve arkadaşları tarafından resmen eleman olarak kulanıldığını, Ege Bölgesinde JİTEM’e bağlı Yüzbaşı Sinan YAŞAR ve bazı astsubayların mafya işlerine giriştiklerini, bunların ve Ankara jandarma İstihbarat görevlisi binbaşı Ali YILDIZ’ın mafya örgütleriyle de görüşerek menfaat temin ettiklerini, Kocaeli Jandarma Alay Komutanı, Veli KÜÇÜK’ün mafyacılarla sıkı diyaloğunun olduğunu, Nurullah Tevfik AĞANSOY’un yurtdışına kaçırılışını MİT görevlisi Yavuz ATAÇ’ın organize ettiğini, Alaattin ÇAKICI ve adamlarına MİT tarafından yardımcı olunduğunu,

Bursa’lı işadamı Erol EVCİL’in Alaattin ÇAKICI’yı birkaç defa kiralayarak eylemlerde kullandığını, son defa da banka açmak istemesine mani olanları etkisiz hale getirmesi için iki milyon dolara anlaştığını, ÇAKICI’nın durumu MİT görevlisi Yavuz’a anlatarak birlikte plan yaptıklarını, Kocaeli Çetesi olarak basına yansıyan Hadi ÖZCAN’ın sürekli MİT ile görüştüğünü, MİT görevlisi astsubay Duran FIRAT’ın EYMÜR’ün temsilcisi ve kirli işleri ile ilgili olarak bütün mafyacılarla irtibatta olduğu ve ayak işlerini yaptığını,

Tarık ÜMİT olayı ve Mehmet Ali YAPRAK’ın kaçırılması olaylarında Mehmet AĞAR ve Mehmet EYMÜR’e bağlı gruplar arasında anlaşmazlık çıktığını,

Emniyet ile MİT arasında bir çekişme olmadığını, olayın özünde Mehmet AĞAR’la Mehmet EYMÜR’ün çelişkisi bulunduğunu, ancak bunun kendilerine bağlı mafya gruplarına yansıdığını ve bunların birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını, söylemiştir.

Mehmet Ali YAPRAK’ı kaçırdığı iddia edilenlerden Turgay MARAŞLI ile birlikte 23 Mayıs 1996 günü Gaziantep’e gelen ve yanında eşi Vildan ve 2 yaşında kızı bulunan Haluk isimli kişinin eşgalini, Maraşlı ailesinden anne Zekiye, baba ali ve oğulları Tuncay MARAŞLI; iri yapılı, çirkin suratlı, esmer, 180 cm boylarında ve 35-40 yaşlarında olarak verdiklerinden bu kişinin Haluk kırcı olabileceği akla gelmektedir. Ancaak; M.Ali Yaprak’ın ifadelerinde geçen çirkin kişinin 160-165 cm boylarında ufak yapılı ve 25-30 yaşlarında olduğu belirtildiğinden ve Turgay Maraşlının 26.2.1997 tarihinde Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde; kendisiyle birlikte Gaziantep’e 23 Mayısta gelen ve ailesinin evinde misafir olan kişinin arkadaşı Haluk Karabulut olduğunu beyan ettiğinden o kişinin Haluk Kırcı olmadığı kabul edilse bile; Haluk Karabulut isimli kişinin gerek Maraşlı Ailesi fertleriyle, gerekse M.Ali Yaprak ile yüzleştirilmesi gerektiği, mantıklı düşünmenin bir sonucudur. Bu konuda anılan Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporunda da “Turgay maraşlı’nın Gaziantep’teki ailesinin evinde eşi Vildan ve 2 yaşındaki pelin adlı kızı ile birlikte kaldığının Turgay Maraşlının annesi, kardeşi ve babası tarafından ifade edilmesi üzerine Nevşehir Nüfus Müdürlüğünden getirtilen vukuatlı Nüfus ali kaydına göre Vesile adında eşi ve 25.10.1993 doğumlu Emine-Hazal adlı kızının olması, olay tarihi dikkate alındığında eşinin ve kızının sahte isimlerini kullanan Haluk Kırcı’nın da olayda yeraldığı şüphesini güçlendirdiği, olay günlerinde Turgal Maraşlı ile Haluk adlı kişinin geceleyin Urfaya gittiklerini belirtmeleride kaçırılma olayında yer aldıklarını düşündürdüğü ........ Sanıklar Mehmet Yahya Efe, Müfit Sament ve Turgay Maraşlı’nın Drej Ali lakaplı Ali Yasak’ın adamları olduğunun iddia edilmesi dikkat çekicidir” dendiği ve aynı şüphenin paylaşıldığı görülmektedir. Ali Yasak’ın Abdullah Çatlı’nın çok yakın arkadaşı olduğu, en azından Çatlı’nın cenaze töreninde yaptığı konuşma ile kamuoyunca bilinmektedir. Haluk Kırcı’nın ise Çatlı’nın ölümü üzerine onun yerine geçtiği kamuoyunda iddia edilmektedir.

Turgay Maraşlı’nın Abdullah Çatlı’nın ortağı olduğu Baysa isimli Şirkette Botaştan alınan ihale işlerinde çalıştığı, gerek kendi ifadesi, gerekse Mehmet Baydar ve Hadi Özcan’ın ifadeleriyle sabit olup yine Turgay Maraşlının Haluk Kırcıyı Çatlı’nın sahibi olduğu Sultan Tekstil şirketinden tanıdığı, kendi ifadesinde yer almaktadır.

Son yıllarda belki de; güvenlik kuvvetlerinin dikkatinin özelde Güneydoğuda görev yapanların PKK terörüne karşı yoğunlaşması sonucu Ülkemizde, İran-Afganistan ve Pakistan’dan gelip batı ülkelerine giden uyuşturucu ve batı ülkelerinden getirilen ve Ortadoğu ülkelerinde pazarlanan Captagon isimli cinsel uyarıcı trafiğinin yoğunlaştığı; gerek Kısmetim-1- ve Lucky-s gibi polisin başarılı operasyonları sonucu çok büyük miktarlarda uyuşturucunun yakalanması haberlerinin medyada sık sık yer alması, gerekse adları bu işlerle iştigal ettikleri için çok duyulan bazı kişi ve ailelerin çok hızlı bir şekilde zenginleşmelerinden anlaşılmaktadır. Buna ilaveten Susurluk kazasından sonra ortaya çıkan devlet bağlantığı (Polis-Mafia-Politikacı) çetelerin de bu işleri yaptığı iddia edilmektedir. Ayrıca; ülkemizde son 15-20 yıla damgasını vuran her alanda mafialaşma (çek-senet tahsilatı, kentsel rantın paylaşıldığı arsa mafiacılığı ve tefecilik alanındaki) daki büyük artış sonucu ortaya çıkan çok büyük miktarlardaki kara paranın paylaşımında Nesim Malki cinayeti, borsacı Yener Kaya cinayetinde olduğu gibi mafiavari cinayetlerin ve Van-Tur’un sahibi Senar Er’in babasının yada Tarık Ümit ve M.Ali Yaprak’ın fidye amaçlı kaçırılmalarının ortaya çıktığı ve maalesef çoğaldığı görülmektedir.

Bunların önlenebilmesi için devletin güvenlik güçleri ve Adli sistem ve teşkilatının daha hızlı, objektif ve daha etkin çalışır hale getirilmesinin ve bünyelerindeki bozulmuş unsurların derhal dışarı atılması ve kendilerinden hukuk sınırları içinde hesap sorulması, Ülkede mafyalaşmaya uygun ortam yaratan yasal boşlukların bir an önce doldurulmaası, mesela çek-senet davalarının hızlı şekilde sonuçlandırıcı düzenlemelerin hızla yapılması gerektiği kanaatına varılmıştır.
H) DİLEK ÖRNEK İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME [değiştir]

13.12.1996 tarihinde İstanbul Polisine, bir bayanın telefonla yaptığı ihbar üzerine, 15.12.1996 tarihinde yurda giriş yaparken İstanbul Atatürk Havalimanında üzerinde ve valizinde çok miktarda yabancı ülke paraları ile yakalanan Dilek ÖRNEK’in 15.12.1996 tarihinde istanbul emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde, 21.12.1996 tarihinde Narkotik Şubesinde, 23.12.1996 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Cumhuriyet Savcılığında verdiği ifadelerinin değerlendirilmesinde;

1974 yılında Hollanda’da doğduğunu, 4 çocuklu bir işçi ailesinin çocuğu olduğunu, Hollanda’da 11 yıl okula davam ettiğini, Almelo şehrinde ailesinin yanında kalmakta iken ailevi nedenle 1993 yılının 9. ayında Eindhoven kentinde bulunan teyzesi Fatma KUNT’un yanına giderek orada kalmaya başladığını, teyzesinin yanında kaldığı sürece (10) ay Mc.Donald’ta iş bularak çalışmaya başladığını, bu dönemde teyzesinin sık sık ispanya’ya ve Türkiye’ye gidip geldiğini ve bu geliş-gidişlerde onun İspanya’dan aldığı paraları Türkiye’ye götürdüğünü öğrendiğini, aynı dönemde ablası Yıldız ve kardeşi İhsan ÖRNEK’in de aynı işi yapmaya başladıklarını gördüğünü ve 1984 yılının (10). ayında Mc.Donald’taki işinden ayrıldığını, iş aramaya başladığını, bu sırada teyzesinin teklifini kabul ederek yurtdışından Türkiye’ye para taşımaya başladığını, parayı almak için İspanya’ya gittiklerinde otelde kaldıklarını ve otelde iken teyzesine yada bu vesile ile tanıdığı GARO isimli ermeni (ki kendisinin Hollanda’da yaşadığı)ye telefonla bilgi verdiğini ve ondan sonra Sülo adlı birisinin kendisine bir paket içinde paraları getirdiğini, ertesi gün otelden ayrılarak uçakla Türkiye’ye geldiğini, havaalanında (Atatürk Havaalanında) kendisine Vahdettin SEYLAN isimli Gümrük Muhafaza memurunun yardım ettiğini, getirdiği paket halindeki paraları Mehmet ve Abdüllatif ALAKEL isimli kardeşlere teslim ettiğini ve ertesi gün Hollanda’ya döndüğünü, bu işle iştigal ettiği süre içinde yaklaşık 50 kez Türkiye’ye para getirmiş olduğunu, bu işi yaparken ALAKEL kardeşlerin kendisinden aldıkları parayı, Feramez kod adını kullanan Youssef GHARACHEHDAGHI isimli İranlı kişiye teslim ettiklerini ve onun da Lokman isimli yine İranlı bir ortağı olduğunu, bunların birlikte Kapalıçarşıda Azer Döviz Bürosuna sahip olduklarını ve orada karapara akladıklarını, Lokman’ın tam anının Lokman Ghodsi Mahbood ALAM olduğunu, teyzesinin gayrı resmi eşi Ercan DOĞAN’ın ve Garo GÖKOĞLU ve Sülo isimli şahısların, satıştan gelen paraları topladıklarını ve teyzesi Fatma KUNT, ablası Yıldız ÖRNEK, kardeşi İhsan ÖRNEK, Ali KUNT, nişanlısı Murat AŞKAR, Parseh KÖROĞLU ve onun sevgilisi Brigitte BAARSHA ve Simon ACLACOĞLU ve kendisinin, kurye olarak bu paraları Türkiye’ye getirdiklerini, olayda adı geçen Polis Memuru Ayhan AKÇA’yı tanımadığını, ilk defa teşhis için karşılaştıklarında gördüğünü söylemiştir.

Olayda adı geçen sanık Ercan DOĞAN’da 30.12.1996 tarihinde Antalya Havalimanından yurtdışına çıkarken yakalandıktan sonra 30.12.1996 ve 1.4.1997 tarihlerinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Şubede ve 10.01.1997 tarihinde İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadelerinin değerlendirmesinde;

1953-Ordu-Perşembe doğumlu olduğunu, 1980 yılında Hollanda’ya gittiğini, 1984 yılında Hollanda vatandaşı olduğunu, 1990 yılında Tiyatro Akademisini bitirdiğini, 1981 yılında silahla adam yaralamaktan cezaevine düştüğünü ve 3 yıl 4 ay cezaevinde kaldığını, 1995 Nisan ayında tahliye olduğunu ve aynı yıl Ağustos ayında İspanya’ya gittiğini ve orada yaşamaya, bekar olduğunu, ancak Fatma KUNT isimli kanıdla nikahsız beraber yaşadıklarını söylemiştir.

Hollanda’da Cezaevinde iken, gayrıresmi eşi Fatma KUNT’un ve yeğeni Dilek ÖRNEK’in kendisini ziyaret ederek birlikte İspanya-Madrit’e gideceklerini, orada Sülo isimli bir şahıstan çok miktarda para alarak Türkiye’ye götüreceklerini, orada parayı Feramez isimli birine teslim edeceklerini, karşılığında (6000) Mark alacaklarını, bu işi arkadaşı Garabet GÖKOĞLU’nun teklif ettiğini söylediklerini, kendisinin de olur dediğini, cezaevinden çıkışından birkaç hafta sonra, 1983 yılından beri tanıdığı ve Hollanda’da Amsterdam’da Diament Center’da altın üzerine pırlanta işletmeciliği yapan Garabet GÖKOĞLU isimli ermeni asıllı arkadaşının kendisini telefonla arayarak geçmiş olsun dileklerini ve kendisiyle yüzyüze görüşmek istediğini söylediğini, Garabet’le Amsterdam’da buluştuğunu ve Garabet’in kendisine “İspanya-Madrid’e gitmesini, ev tutmasını, kendisine bir cep telefonu vereceklerini, bu cep telefonu ile kendisini arayan şahıslar ile buluşacağını ve bunların getirecekleri paraları bir yerde biriktirmesini ve temin edecekleri kuryelerle bu paraları Türkiye’ye göndereceğini, bu iş karşılığı kendisine ayda 10-15 bin Mark verileceğini” teklif ettiğini ve kendisinin de bu teklifi kabul ettiği için İspanya’ya gidip ev tuttuğunu, Garabet’e kabul demeden evvel bu işin Türkiye’deki ve İspanya’daki başı olan insanları görüp tanımak istediğini, ondan sonra kabul edeceğini söylediğini, Garabet’in Türkiye’ye giderek ilgili şahıslarla görüştüğünü ve kendisine telefon ederek Türkiye’ye gelmesini istediğini, İstanbul’a gittiğini, Garabet’in havaalanında kendisini karşıladığını, birlikte Azer Döviz Bürosuna gittiklerini, orada Büronun sahipleri Lokman Ghodsi, Felamez (Youssef), Mehmet ve Abdüllatif ALAKEL ile tanıştığını, onların kendisine “biz bu işi % 7 ile yapıyoruz, % 0,5 ini sana vereceğiz” dediklerini, kendisinin de işi kabul ettiğini, Lokman’ın kendisine İspanya’daki Sülo lakaplı ve Yaşar isimli kişinin cep telefon numarasını verdiğini, 1995 yılı Ağustos ayında Madrit’e gidip ev tuttuğunu ve Yaşar isimli kişiyle tanıştığını, bir hafta işi beraber yaptıklarını, sonra Yaşar’ın Türkiye’ye döndüğünü, kendisinin de o tarihten yakalandığı zamana kadar yaklaşık bu işi yaptığını, Dilek ÖRNEK’in yakalanması üzerine Mehmet ALAKEL’in kendisine telefonla bilgi verdiğini, kendisinin de yakalanan paralara sahip çıkmak için Türkiye’ye geldiğini, Türkiye’de Avukat Necmettin YILDIZ’la görüştüğünü, onun kendisine bu paranın Türkiye’ye sokulmasının yasak olduğunu, DGM’lik suç olduğunu bildirdiğini, bunun üzerine paniğe kapılıp sahte bir kimlikle yurtdışına çıkmak istediğini ve antalya’da Havaalanında yakalandığını ifade etmiştir. Ayrıca anlattıkları dışında Dilek ÖRNEK’in anlattıklarının doğru olduğunu söylemiştir.

İspanya’da kendisinden önce aynı işi yapan Yaşar isimli kişinin 35 yaşlarında, kısa boylu, hafif kel, zayıf yapılı, mavi gözlü, kumral tenli birisi olduğunu ve şu anda İspanya’da olduğunu, açık adresini ve ne iş yaptığını bilmediğini, Ayhan AKÇA isimli kişiyi tanımadığını, Dilek ÖRNEK’in yakalanmasından sonra TV haberlerinde resmini gördüğünü, kendisiyle hiçbir ilişkisi olmadığını ve bilgisi olmadığını, havaalanında kuryelere yardım eden görevlilere 2000 Mark verildiğini, Lokman’ın kendisine söylediğini, açıklamıştır.

Sanık Youssef GHANACHEHDAGHI’nın, Dilek ÖRNEK ve ercan DOĞAN’ın iddialarını reddettiği görülmekle beraber söylediklerinin inandırıcılıktan uzak olduğu görülmüştür.

Sanık Ayhan AKÇA, 1985 yılından beri polis memuru olduğunu, Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim ŞAHİN’in daha önce İstanbul emniyet Müdürlüğünde Şube Müdürü olduğu zaman korumalığını yaptığı ve o dönemde tanışmış olduğu Musavvet DERVİŞOĞLU isimli işadamı vasıtasıyla Kumkapı’da bir restaurantta Lokman, Mehmet ve Latif ALAKEL’lerle tanıştığını, sonra bu şahısları işyerleri olan Azer Döviz bürosunda ziyarete gittiğini, yanlarında Felamez isimli bir kişinin daha bulunduğunu, bu kişilerle 4-5 ay arkadaşlık ettiğni, bunlardan Mehmet ALAKEL’e sahibi olduğu şarjörlü Smit Wesson tabancayı hibe yolu ile devrettiğini, evi İstanbul’da olduğu için sık sık İstanbul’a geldiğinden ve arabası olmadığından bir gün Mehmet ALAKEL’e kendisine araba lazım olduğunu söylediğini, onun da 34 L 2034 plaka sayılı 328 İ/4 tipi siyah renkli BMW marka otoyu verebileceğini söylediğini ve kendisinin arabayı teslim aldığını, bu otoyu tahminen 1 ay kadar süre içinde hafta sonları İstanbul’a geldikçe kullandığını, bu arada ALAKEL Kardeşlerin karapara aklama olayından şubeye alındığını ve serbest kaldıklarını öğrendiğini ve arabalarını iade etmek için kendilerini aradığında kendilerini bulamadığını, dolayısıyle arabanın halen kendisinde olduğunu, bundan başka kendileriyle bir ilişkisi olmadığını beyan etmiştir.

Youssef GHARACHEHDAGHI, Lokman GODSİ, Mehmet ve Latif ALAKEL kardeşlerin, 07.09.1996 günü İstanbul Narkotik Şube Müdürlüğünce düzenlenen operasyonda Hurşit HAN ve arkadaşlarından ele geçirilen (750) kgr. Baz morfin, 668 litre asit olayından arandıkları, Mehmet ALAKEL’in yakalandığı, Youssef GHARACHEHDAGHI Fehmuz olarak bilindiğinden dosyada Yusuf FEHMUZ olarak geçtiği, Lokman Mahbood ALAM’ın firari sanık olarak arandığının arşiv kayıtlarından tesbit edildiği, bu üç sanığın her iki olayda birlikte olmaları, uzun zamandır birlikte uyuşturucu madde kaçakçılığı ve kara para aklama işi yaptıkları kanaatı uyandırmaktadır. Ayrıca Lokman Ghondsi Mahbood ALAM’ın uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, 27.09.1993 günü 21.07.1994 günü DGM Başsavcılığından tutuklandığı tespit edilmiş olduğu ve sicil fişlerinin evrakına eklendiği, incelenmiştir.

Dilek ÖRNEK isimli kurye kızın İstanbul Atatürk Havalimanında yakalanmasıyla çözülen ilişkiler yumağının, merkezinde Lokman Ghoodsi Mahbood ALAM, Youssef GHARACHEHDAGHI ve Mehmet ve Abdüllatif ALAKEL kardeşlerin bulunduğu karapara aklama ve uyuşturucu madde ticareti yapan bir şebeke olduğu, bu şebekenin yurtdışında da Garabet GÖKOĞLU, Ercan DOĞAN ve kot adı Sülo olan Yaşar isimli kişilerden oluşan kolları ve bu kollara bağlı olarak faaliyet gösteren para toplayıcıları ve bu karaparaları Türkiye’ye taşıyan kuryeleri olduğu, ortaya çıkmıştır. İstanbul Kapalı Çarşıda uzun süre faaliyet göstermiş olan bu şahıslara ait Azer Döviz Bürosunun, bunların kirli faaliyetleri için bir araç olarak kullanıldığı da ortaya çıktığından, faaliyetine son vermiştir. Şebekenin merkezindeki bu üç kişinin 7.9.1996 tarihinde Hurşit HAN’ın yakalattığı uyuşturucu işine karıştıkları da düşünüldüğünde bu şebekenin uzun zamandır bu işleri yaptığı sonucuna varılmaktadır. Polis Memuru ayhan AKÇA’nın böyle insanlarla silah alışverişi, ödünç araba kullanımı gibi ilişkilere girmiş olması ise; son yıllarda polisin böylesi konularda hassasiyetinin azalmış olduğunu göstermektedir.

Ülkemizde son yıllarda çok konuşulan ve var olduğu medyada dile getirilen karapara aklama konusunda gerekli yasal düzenleme 4208 sayılı yasa ile yapılmış olmakla birlikte polisin bu konuda duyarlık ve eğitimini çoğaltmak için eğitiminde bu konuya ve uyuşturucu madde ticaretinin önlenmesi konusuna özel bir özen ve ağırlık verilmesi kanaatine varılmıştır.

I) ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI MESUT YILMAZ’A BUDAPEŞTE’DE YAPILAN SALDIRI OLAYI HAKKINDA DEĞERLENDİRME

Konu ile ilgili inceleme bölümünde ayrıntıları ile görüldüğü gibi Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a 24.11.1996 günü Macaristan’ın başkenti Budapeste’de Hilton Otelinde saldırıda bulunan şahısların,

Veysel Özerdem, İsmail Koçkaya, Ziya Korkut olduğu anlaşılmış olup, sanıkların yakalanması hususunda Türk Resmi makamlarının üzerine düşen görevleri yaptıkları ve halen firarda bulunan sanıklar hakkında Ankara 10. Sulh Ceza Mahkemesince gıyabi tutuklama kararı verildiği, Türk İnterpolünce de adı geçen şahıslar hakkında kırmızı bülten çıkarılarak, aranmasına devam edildiği,

Mesut Yılmaz’ın 2.12.1996 tarihinde Emniyet Genel Müdürü Aladdin Yüksel’e gönderdiği mektubunda kendisine saldırı olayının İstanbul Küçükçekmecede Sultan Tekstil’in sahibi Aydın İpekli tarafından organize edildiğini iddia ettiği, Aydın İpekli’nin Sultan Tekstil’de Mehmet Özbay (Abdullah Çatlı) ile ortak oldukları, hisse işlemlerinin Abdullah Çatlı’nın eşi Meral Çatlı adına yapıldığı, 26.1.1995 tarihinde Meral Çatlı’nın adına kayıtlı olan hisselerini Serpil ve Aydın İpekli’ye devrederek şirketle ilişiğinin kesilmiş olduğu, buradan hareketle Aydın İpekli ile Abdullah Çatlı arasında ticari ortaklıktan kaynaklanan bir arkadaşlık olduğunu anlaşılmıştır. Ancak aydın İpekli’nin Mesut Yılmaz’a saldırı olayını organize eden kişi olduğu konusunda elde yeterli bilgi ve bulgu bulunmamaktadır
J) ALPASLAN PEHLİVANLI'NIN ÖLDÜRÜLMESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME [değiştir]

İnceleme bölümünde bahsedilen Kırıkkale Milletvekili Alparslan Pehlivanlı’nın ve Alparslan Pehlivanlıyı öldüren Metin Vural’ın abisinin öldürümesi olayları ile ilgili olarak, Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen dosya muhteviyatı ve ekli Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığının 6.6.1994 tarih ve hazırlık 1994/2755 nolu iddianamesi ile Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin E.1994/113, K: 1994/117 sayılı kararının değerlendirilmesinde;

a) 1991 yılı genel seçimler öncesi Metin Vural ile Alparslan Pehlivanlı arasında siyasî ihtilaf çıkması üzerine Anavatan Partisi Keskin İlçe Başkanı olan Metin Vural’ın genel merkez kararı ile partiden ihraç edildiği ve parti içi çekişmenin başladığı görülmüş, bu arada Metin Vural’ın kardeşi Hacı Vural’ın kendi siyasî geleceklerinden endişeye kapılarak, Alparslan Pehlivanlıyı vurarak öldüreceklerini söylediği, 1994 mahalli seçimlerinde Keskin’de Belediye Başkanlığını Alparslan Pehlivanlının desteklediği adayın seçimi kazanıp, Hacı Vural’ın desteklediği adayın seçimi kaybetmesi üzerine düşmanlığın arttığı, 14.4.1994 tarihinde o dönemin Kırıkkale Milletvekili olan Alparslan Pehlivanlı kendisine ait araç ile seyir halinde iken, aracının önüne geçen araçtan açılan ateş sonucu Alparslan Pehlivanlının ağır yaralandığı ve yolda vefaat ettiği, bilahare yapılan tahkikatta olay sanıklarının Hacı Vural, Halim Ünver ve Üçler Talay adlı şahısların olduğu tesbit edildiği, Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığının 6.6.1994 gün ve 1994/977 esas, 1994/54 sayılı iddia ile dava açıldığı Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesince 13.6.1994 gün ve 1994/113 esas, 1994/117 sayılı kararla güvenlik gerekçesiyle yargılamanın nakline karar verildiği, konu Adalet Bakanlığı kanalıyla Yargıtay’a intikal ettirilmesi üzerine de Yargıtay 10. ceza dairesinin 9.6.1994 tarih ve 1994/6615-8737 sayılı ilamı ile amme emniyeti için kamu davasının Manisa Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar verildiği anlaşılmıştır.

Alparslan Pehlivanlının öldürülmesi olayı mahkemeye intikal ettiğinden Anayasamızın 138. maddesi uyarınca Komisyonumuzca bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.

b) ANAP Kırıkkale milletvekili Alparslan Pehlivanlının öldürülmesi olayı ile ilgili olduğu tahmin edilen olayın 9 Ocak 1995 günü Metin Vural’ın kendisine ait 71 AZ 167 plakalı siyah renkli brodway marka aracı ile yanında tanık İdris Diri’nin olduğu halde Keskin ilçesine seyir halinde iken muhtemelen şahin marka beyaz renkli plakası tespit edilemeyen ancak üzerinde seyyar mavi renkli tepe lambası olan bir araç içindeki üç şahıs tarafından yolda durduruldukları, şahısların elinde el telsizi olduğu ve kendilerini polis olarak tanıttıkları hatta Metin Vural’a kimlik göstererek Ankara İline götürmek üzere Metin Vural’ı kendi araçlarına bindirdikleri, tanık İdris Diri’yi ise bıraktıkları, Metin Vural’ı olay yerine getirerek araç içinde başına ateş etmek suretiyle öldürmüş oldukları daha sonra araçtan aşağıya attıkları Metin Vural’ın üzerinde bulunan taşıma ruhsatlı 357 COLT MAGNUM KK 1948 seri nolu tabancasını alarak gittikleri aracı Hasandede Kasabası yakınlarında terk ettikleri, 34 PDP 97 plakalı aracın İstanbul ilinde 92 model kartal marka bir araca ait olduğu bu plakanın sahte olduğu anlaşılmıştır. Aracın motor ve şase numarasında yapılan araştırmasında Ankara ilinde Mehmet Orhan Erden isimli şahsa ait olduğu ve 20 Nisan 1994 tarihinde evinin önünden çalınmış olduğu, aracın gerçek plakasının 06 ELM 05 olduğu ve gerçek sahibine teslim edildiği, olayın faili meçhul kaldığı, ancak Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığınca komisyonumuza gönderilen dosya içerisinde bulunan ve Kırıkkale il Merkez Jandarma Komutanlığınca Kırıkkale C.Savcılığına gönderilen 21 Ekim 1995 tarih ve 4518 sayılı yazıda “31 Temmuz 1995 tarihinde 0-1 Karayolu Merter mevkiinde Ulusoy firmasına ait yolcu otobüsünden kendilerine polis süsü veren kişilerce, arabadan indirilerek çantasından 7 milyar lira değerinde altını çalınan İbrahim Tekin adlı şahsın yaptığı müracaat üzerine sanıkların İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yakalandıkları, 9 Ocak 1995 tarihinde Hasandede kasabası Pelitözü mevkinde başından vurularak öldürülen Metin Vural olayında da kendilerine polis süsü veren şahısların olması, iki olayı da aynı sanıkların işleyebileceği kanaatini uyandırdığını” belirtmişse de, Metin Vural’ın öldürülmesinin; Alparslan Pehlivanlının öldürülmesiyle bağlantılı olduğu kanaati hasıl olmuş, Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığında faili meçhul bir dosya olarak bulunduğu, Kırıkkale İl sınırları içerisinde meydana gelen olayın sanık veya sanıklarının aranmalarına devam edildiği ifade edilmiştir.

Siyasal nitelikli cinayetlerin önemlice bir kesiminin suçluların bulunamamış ve cezalandırılmamış olması, bir yandan bu cinayetleri yüreklendirici bir ortam oluştururken, diğer yandan da devlete olan güveni ciddi bir biçimde sarsmaktadır. Bu cinayetlerin kimler tarafından işlenmiş olabileceği yolunda çeşitli tahmin, spekülasyon ve suçlamalara da neden olmaktadır. Bazen bu suçlamalar çeşitli odaklarca amaçlı olarak da yapılmaktadır. Bunun sonucu kitleler arasında kırgınlıklar, güvensizlikler ve zaman zaman da kutuplaşmalar doğmakta, tüm bunlar toplumun iç bütünlüğünü, iç barışını ağır bir biçimde sarsmakta ve devlet-toplum ilişkisini ciddi bir biçimde zedelemektedir.

K) KARTAL DEMİRAĞ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME

Konunun mahkeme kararlarına bağlanmış olması dolayısıyla yapılabilecek herhangi bir işlem bulunmadığı, mahkemenin örgütlü suç doğrultusunda inceleme-soruşturma yaptığı ancak delillendirilemediğinden ferdi suç halinde kaldığı görülmüştür.

Başbakan ve eşine yazıları 3 adet tehdit mektubu da yer alan millîyetçi gençler adına tehdit örgütsel bir suçu çaprıştırma açısından ilgi çekicidir.

L) HURŞİT HAN HAKKINDA DEĞERLENDİRME

Hurşit Han hakkında inceleme bölümünde de belirtildiği gibi bu şahıs uyuşturucu kaçakçılığı yapmayı, uyuşturucu ithal etmeyi ve ticaretini yapmayı adeta bir meslek haline getirmiştir. Kendisinin Yüksekovalı olup ve burada yaşadığı tarihlerde eroin imal etmeyi öğrenmiş olması da bu işle uğraşmasında bir etken olmuştur.

İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 30.9.1996 tarih ve 1996/1967 sayılı iddianamesinde de görüldüğü gibi İstanbulda Bakırköyde (3) kez ve Tekirdağ Saray’da bir kez olmak üzere uyuşturucu ticareti olayında Hurşit Han’ın isminin başrolde ortaya çıkması bu şahsın bu işlerin organizatörü olduğunu ve aynı zamanda uyuşturucu ticaretini yönlendirdiği kanaatini uyandırmaktadır. Diğer yandan Hurşit Han 20.9.1996 tarihinde İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığında vermiş olduğu ifadesinde eroin kullandığını da ifade etmektedir. Yine Hurşit Han, 1992 yılında PKK Örgütüne 1 milyar TL yardımda bulunduğunu belirtmiş olması, PKK’nın uyuşturucu ticareti yapan kişilerden de beslendiğinin bir kanıtıdır.

M) AHMET TEKİN BAYKAL ÇETESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME

25.10.1996 günü Torbalı ilçesinde çetebaşına ait benzinlikte silahlı çete oluşturmak adam öldürmek, adam yaralamak, haraç toplamak amacıyla Ege bölgesinde kurulmuştur. Bu çeteyle ilgili olarak 91 kişi hakkında fezleke hazırlanmıştır.

Bu çeteden 46 kişinin yakalandığı, 1991 yılından bu yana 18 kişiyi öldürdükleri, 7 kişiyi yaraladıkları, adam kaçırma, işkence, haraç toplamak ayrıca şahısların arazi, para vs. nedeni ile aralarında oluşan ihtilafları, yollardan çözme yoluna girdikleri, bu çeteyi oluşturan kişilerin üzerlerinde 4 adet tam otomatik tüfek, 2 adet dürbünlü tüfek, 16 adet tam otomatik tabanca, 6 adet pompalı tüfek, 31 adet şarjör, 870 adet fişek ve mermi yakalanmıştır. Suçların bizzat çete elebaşısı Ahmet Tekin Baykal’ın talimatı ile işlendiği zabıtanın üzerlerine fazla gelmemesi için suçların bir kısmının faili meçhul kalmamasına özen gösterdikleri, tanık, müşteki ve mağdurlar üzerinde korku oluşturdukları. Çetebaşı Ahmet Tekin Baykal’ın halen firarda olduğu anlaşılmıştır.

N) EŞREF BİTLİS İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME

17 Şubat 1993 tarihinde içinde Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in de bulunduğu askeri uçağın düşmesiyle Eşref Bitlis ile üç subay ve bir astsubayın şehit olmaları sonucunu doğuran uçağın sabotaj sonucu düşürüldüğüne yönelik iddialar Komisyonumuza ulaşan bilgi ve belgeler ışığında değerlendirildiğinde;

1. Gerek İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından TBMM başkanlığına hitaben 3 Ekim 1996 tarihinde yazılıp 24.12.1996 tarihinde komisyonumuza intikal eden dosyada ve gerekse adı geçenin Komisyonumuza verdiği 24.12.1996 tarihli ifadesinde,

Çekiç Güç’ün; kürt devletinin kurulması amacıyla Kuzey Irak’a yerleştirildiğini, Irak’ın bölünmesine hizmet ettiğini, gıda yardımı ve insani yardım adı altında Kuzey Irak’a birtakım silahlar götürdüğünü, Eşref Bitlis’in de bu ve benzeri durumları tesbit ederek Genel Kurmay Başkanlığına raporlar halinde bildirdiğini, hatta ABD’nin kriz bölgelerine müdahale gücü benimsendiği takdirde Türkiyenin parçalanabileceğini belirttiğini, Eşref Bitlis’in uçağının buzlanmadan, pilot hatasından ve uçak yapım hatasından düşmediği gerçeklerinin teknik ve bilimsel açıklamalarla tesbit edildiğini, Genel Kurmay Başkanının uçağın düştüğünün ertesi günü alelacele hiçbir ciddi araştırma yapmadan ve uzman olmayan subaylardan bir heyet kurdurarak rapor tanzim ettirdiğini, Eşref Bitlis’in; Cem Ersever ve çevresindeki 20 kadar subay tarafından ortadan kaldırıldığını,

Komisyonumuzca 18.2.1997 tarihinde ifadesi alınan J.Astsubay Hüseyin Oğuz da ifadesinin konuyla ilgili bölümünde özetle;

Eşref Bitlis’in kesinlikle suikaste kurban gittiğini, C-4 bombası ile öldürüldüğünü, C-4’ün uçağa pilot elbisesi içinde sokulduğunu, Bursa’lı nöbetçi bir askerin bunu gördüğünü, Jandarma içinde de Eşref Paşa’nın suikastle öldürüldüğü kanatinde olan pek çok insan olduğunu, ancak ortaya çıkarılmasının istenmediğini,

iddia etmişlerdir.

2. İnceleme bölümünde belirtildiği üzere, Komisyonumuzca Eşref Bitlis paşanın ölümüne yol açan uçak kazası ile ilgili yapılan tahkikat dosyasının istenmesi üzerine, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı ilgili evrakın 13. Asliye Hukuk Mahkemesinde bulunduğunu belirtmiş, 13. Asliye Hukuk Mahkemesinde bulunan Eşref Bitlis olayı ile ilgili evrak da, içerisinde dava dosyaları, kaza ile ilgili bilir kişi raporları ve mahkeme ve Savcılık kararları ile birlikte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Komisyonumuza ulaştırılmıştır.

Öteyandan; Susurlukta meydana gelen ve Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve Gonca Us’un ölümü Sedat Bucak’ın yaralanması ile sonuçlanan trafik kazası üzerine; Başbakanlık makamının 18.11.1996 gün ve M: 127 sayılı onaylarında belirtilen 8.11.1996 tarihli kişiye özel kayıtlı yazıları ekinde gönderilen İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından kendilerine verilen dosyada yer alan, TBMM Başkanlığına sunulduğu anlaşılan 3.10.1996 günlü yazıdaki hususların, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca yaptırılan soruşturma sonucu hazırlanan ve içerisinde “Eşref Bitlis Olayı” nın da yer aldığı inceleme ve soruşturma raporu ve eki dosyalar da Komisyonumuza intikal etmiştir.

Gerek Başbakanlıktan gelen rapor ve ekleri ve gerekse Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından gelen dosya muhteviyatının incelenmesinde;

a) Kara Kuvvetlerine ait 10011 numaralı BEECHCRAFT SUPER KING AIR B 200 uçağın Ankara Yenimahalle Posta İşletme Merkezine düşmesi sonucu Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, P.Albay Fahir Işık, Kr.Plt. Binbaşı Yaşar Erian, Kr.Plt.Tuğrul Sezginler ve Tek.Kd.Bşçvş Emin Öner’in şehit olması üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığınca soruşturma yapılmış, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kaza Kırım ve Uçuş Emniyet Kurulunca hazırlanan müşterek kanaat raporunda özetle; “Meteorolojik raporun tahlilinde buzlanmanın yerden itibaren başladığı ve uçağın kalkıştan düşüşüne kadar uçtuğu irtifalarda en yoğun olduğunun tesbit edildiği, pilotlarca meteorolojik raporun uçuştan önce detaylı olarak incelenmediği, buzlanmanın beklenildiği durumlarda buz önleyici sistemlerin önceden devreye sokulması gerekirken muhtemelen kalkışta uçakta motor buzlanmasını önleyen ancak güç düşüklüğüne neden olan buz önleyici sistemin devreye sokulmadığı, bu nedenle uçuşta motorlardaki sarsıntı başlayınca sarsıntının teşhisinde zaman kaybedip sistemleri daha sonra devreye soktukları ve uçuşun devamı süresince buzlanmanın en yoğun olduğu irtifalarda uçmaları nedeniyle buz önleyici sistemin yetersiz kaldığı, pervane, özellikle motor buzlanmasına mani olunamadığı, motorlardaki sarsıntının giterilmesinin pilotlarda paniğe yol açmış olabileceği, bu nedenle Esenboğa aletli iniş sistemi (ILS) hattına yaklaşmalarına ve vektör edilmelerine rağmen Cours’a oturamayışları ve Esenboğa’nın ısrarlı arayışlarına karşı cevap vermeyişleri pilotlarda muhtemelen his yanılgısının başladığı, ayrıca buzlanmanın beklenilenden çok daha kuvvetli olması, pilotların uçuş öncesi ve uçuşun başlangıcında kendilerini meteorolojik verilere ve IFR uçuşa tam olarak oryante edememiş olmaları, pilotların eğitimlerine, tecrübelerine ve uçağın teknik donanımına aşırı güvenerek yeterince aktif davranmamış olmaları kazayı hazırlayan önemli faktör olarak değerlendirilmiş” Soruşturma sonucunda bu rapor üzerine olayın sabotaj olmadığı kanısına varılarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

b) Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığının olayla ilgili kovuşturmaya yer olmadığı şeklindeki kararı üzerine; Şehit Kara Pilot Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in kanuni yakınlarına vekaleten, Avukat Nusret Senem, 27 Ocak 1994 tarihli bir dilekçe ile Milli Savunma Bakanlığına başvurarak, 353 Sayılı Kanunun 111 nci Maddesi gereğince soruşturma dosyasının incelenmesini ve dilekçesinde açıkladığı gerekçelerle, soruşturmaya devam edilmesi için askeri savcıya emir verilmesini talep etmiştir.

Dilekçe ve ekinde sunulan belgeler doğrultusunda inceleme yapmak üzere dosya Askeri Savcılıktan istenilmiş, sonuçta “soruşturmanın eksik ve usulsüz yapıldığına, uçağın sabotaj sonucu düştüğüne dair dosyada herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı, keza soruşturmanın noksansız yürütüldüğü ve verilen kararın dosya içeriğine uygun olduğu” tarzında özetlenebilecek gerekçelerle işlem reddedilmiş, 4 Şubat 1994 tarihinde de Avukat Nusret Senem’in 5 Mayıs 1993 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itirazı Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Mahkemesince değerlendirilmiş ve soruşturmanın usulüne uygun olarak yapıldığı, uçağın sabotaj sonucu düştüğüne dair dosyada herhangi bir delil ve emarenin olmadığı, verilen kararın dosya kapsamına uygun olduğu gerekçesi ile itirazın reddine karar verilmiştir.

c) Şehit Pilot Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’in kanuni yakınları tarafından Ankara 13. Asliye Hukuk mahkemesinde uçak firması BEECH AIRCRAFT CORPORATION aleyhine tazminat davası açıldığı ve davayla ilgili İTÜ öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetince teknik rapor hazırlandığı ve hazırlanan raporda;

Motor arızası ve sonuç olarak uçağın düşmesinde buzlanmanın etkili olduğunu gösteren yeterli ve tatminkar delil olmadığı,

Motor arızası ve düşme olayında pilotaj ve bakım hata ve kusuru bulunduğuna dair deliller olmadığından, davacılar murisi 2. pilot Tuğrul Sezginler ile kaptan pilot Yaşar Erian’ın kusurlarının bulunmadığı,

Uçağın düşmesine yol açan motor arızasında davalı firmanın dizayn ve yapım hatasının olmadığı,

Kaza günü öncesindeki gece, hangar civarındaki bir nöbetçi tarafından bildirilen kimliği bilinmeyen kişi ile yukarıda isimleri zikredilen motor iç aksamının enkaz mahallinde bulunamaması ve sağlam ve mukavim olan motor zarfının parçalanmamış ve hatta fazla deforme olmamış görüntüsü karşısında sabotaj ihtimali gözden ırak tutulmaması gerektiği belirtilmiş dava sonucuna göre konunun M.S.B.’ca yeniden gözden geçirilebilme ihtimalinin doğabileceği değerlendirilmektedir.

Ayrıca; Türk Kara Kuvvetleri Havacılık Okulu Erkan Başkanı pilot Albay Erdal Özden, Beech Uçak Anonim Şirketi Uçak Kazası Teftişi John Ward ve Pratt ve Whitney Kanada Hava Güvenlik Teftişçisi Thomas A. Berthe’den oluşan heyet tarafından kaza ile ilgili düzenlenen güç kaynağı incelenmesi, raporunda motorların incelenmesi sonucu sıcak kısım tehlikesine ratlanmadığı, fakat çarpma sonucu ortaya çıkan yüksek güç gözlemlendiği, dolayısıyle çarpma anında motor hava girişinin buzla kapanması ve kompresör buz yutma durumu pek muhtemel karşılanmamakta olduğu belirtilmiştir.

3. Gerek, İTÜ öğretim üyelerinden oluşan üçkişilik bilirkişi heyetince hazırlanan teknik rapor ve gerekse K.K.10011 Numaralı Beechcraft B-200’ün Kaza Teftişine Destek Olarak Türk Kara Kuvvetleri İçin Düzenlenen Güç Kaynağı İncelemesi Raporundan hareketle;

a) Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in şehit olmasıyla sonuçlanan uçak kazasında; motor arızası ve buzlanmanın uçağın düşmesinde etkili olduğunu gösteren yeterli ve tatminkar bir delil olmadığı,

b) Motor arızası ve düşme olayında pilotaj ve bakım hata ve kusuru bulunmadığı,

c) Kaza günü öncesindeki gece, hangar civarındaki (bir nöbetçi tarafından bildirilen) kimliği bilinmeyen kişi ile teknik raporda belirtilen motor iç aksamının enkaz mahallinde bulunmaması ve sağlam, mukavim olan motor zarfının parçalanmamış ve hatta fazla deforme olmamış görüntüsü karşısında sabotaj ihtimali gözden ırak tutulmamalıdır.
O) TARIK ÜMİT OLAYI İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME [değiştir]

Tarık ÜMİT’e ait 34 ZU 378 plakalı oto 04.03.1995 günü saat 05.00 sıralarında Silivri İlçesi Kılıçlı köyü yakınlarında, Jandarma bölgesinde terkedilmiş vaziyette bulunmuş, araç sahibinin aranması ile ilgili işlemler ilgili Jandarma Karakol Komutanlığı tarafından yürütülerek tahkikat evrakı Silivri Cumhuriyet Savcılığına teslim edilmiştir.

Otonun Jandarma bölgesinde bulunması ve sahibi olduğu tespit edilen Neşet ve Naciye’den olma 1947 Düzce doğumlu Tarık ÜMİT’in de kayıp olduğunun anlaşılması üzerine İstanbul İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şubesinde görevli Astsubay Seyit Ahmet ALTINTAŞ, konu ile ilgili istihbari mahiyette araştırma yapmak üzere İstanbul İl Jandarma Alay Komutanı tarafından görevlendirilmiştir.

Konu hakkında bilgisine başvurulanlardan:

Jandarma Başçavuş Seyit Ahmet ALTINTAŞ; Mehmet EYMÜR’ün sık sık Tarık ÜMİT’in kızı Hande BİRİNCİ’yi telefonla aradığını ve buna tanık olduğunu, Tarık ÜMİT ile Mehmet EYMÜR’ün çok samimi olduklarını, Mehmet EYMÜR’ün, Hande’ye telefon ederek “babanı Abdullah ÇATLI ve arkadaşları kaçırdı, gazetelere ilan ver yoksa öldürürler” dediğini, ayrıca, İstanbul’a elemanlarını göndererek Jandarma’yı bilgilendirdiğini, Tarık ÜMİT’in cep telefonundan en son Avşar KEDEROĞLU’na ait cep telefonu ile arandığını, ancak, telefon Avşar KEDEROĞLU adına kayıtlı ise de bu telefonu polis memurları Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU’nun kendisinden emanet alarak kullandıklarını,

Avşar KEDEROĞLU ile yaptığı mülakat sırasında, Ayhan AKÇA’nın, Avşar KEDEROĞLU’nu telefonla arayarak Yalova’dan geldiklerini söylediğini, daha sonra Ayhan AKÇA ve onun yanında gelen polis memuru Ayhan ÇARKIN ile Ataköy Polis Karakolunda görüştüğünü, karakolda iken İbrahim ŞAHİN’in Ayhan AKÇA’yı cep telefonundan aradığını, nöbetçi Emniyet Müdürünün de karakolda bulunduğunu ve kendisine polis bölgesine habersiz giremeyeceğini söylediğini, İbrahim ŞAHİN’in kendisi ile de telefonla görüştüğünü ve polis memurlarını alamayacağını ve sorgulayamayacağını söylediğini, karakoldaki görüşmede Ayhan AKÇA’nın Tarık ÜMİT’i tanıdığını ifade ettiğini,

Tarık ÜMİT olayı ile ilgili olarak Emniyetten Jandarmaya bilgi gelmediğini, halbuki, Tarık ÜMİT’in İstanbul-Kadıköy polis bölgesinde iken kaçırılmasına rağmen polisin bu olayla hiç ilgilenmediğini, sadece Jandarmanın ilgilendiğini,

Tarık ÜMİT’in oto plakasının can güvenliği nedeniyle Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’ın onayı ile verilen bir tahsis plakası olduğunu, olayın başlangıcında Tarık ÜMİT’in MİT ajanı olduğunu bilmediğini,

Tarık ÜMİT’in Kıbrıs’ta bir bankası olduğunu, yine Kıbrıs’ta bir başka bankada da ortaklığının bulunduğunu ve bu bankada Mehmet AĞAR’ın şoförünün kardeşi Ömür ÖZÇELİK’in % 25 hissesi olduğunu,

Tarık ÜMİT’in yakın çevresinde 4 milyon dolar paradan bahsedildiğini, kaynağı belli olmayan bu paranın uyuşturucu kaçakçılığından geldiğinin tahmin edildiğini,

Kazakistan, Pakistan ve Afganistan tarafından gelen uyuşturucunun Kazakistan-Azerbeycan-Nahcivan kanalıyla Türkiye’ye girdiğinin, Türkiye’den de Hollanda ve Almanya’ya çıktığının, birkısım paranın Kazakistan’da aklandığının ve burada 450 milyon dolar para olduğunun ve bu paranın da Kıbrıs’daki bankada aklandığının ve Tarık ÜMİT’in de bu işin içinde bulunduğunun söylendiğini,

Tarık ÜMİT Olayı ile ilgili olarak İstanbul Valisi Hayri KOZAKÇIOĞLU’na rapor ve bilgi vermediğini, hiçbir görüşmesi olmadığını,

Tarık ÜMİT’in kızı Hande BİRİNCİ; babasının kendisini 02.03.1995 günü saat 18.00-19.00 sıralarında telefonla arayarak önemli bir işi çıktığı için Adapazarı’na gelemeyeceğini bildirdiğini ve bundan sonra da babasıyla irtibat kuran bir yakınının olmadığını, ancak, aynı gün gündüz saatlerinde Hakkı Yaman NAMLI ile görüştüklerini öğrendiğini, bu kişi ile babasının Kıbrıs’ta bulunan First Merchant isimli bankanın ortak olarak sahibi olduklarını,

Babasının 03.03.1995 günü Erenköy’de bulunan Divan Pastanesine giderek Ziya ve Ayhan isimli polis memurları ile buluştuğunu, polis memurlarının “İbrahim ağabey seni evde bekliyor, gideceğiz” dediklerini öğrendiğini, İbrahim’in Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim ŞAHİN olup olmadığını bilmediğini,

Babasının yok olmasından önce daha çok Kıbrıs’ta ortağı olduğu banka ile uğraştığını, kaybolmasından hemen sonra Mehmet EYMÜR’ün telefon ederek, iki arkadaşını İstanbul’a gönderdiğini, babasının kaybolmasında Korkut EKEN’in rolü bulunduğunu ve ifadeye gittiğinde bunu belirtmesini söylediğini, Mehmet EYMÜR ve Korkut EKEN’in babasının arkadaşı olduklarını, JİTEM’den Astsubay Ahmet ALTINTAŞ’ın olayla ilgili çalışma yaptığını, babasının iki polis memuru ve İbrahim ŞAHİN tarafından Abdullah ÇATLI’ya teslim edildiği ve bir daha görünmediği duyumlarını aldığını söylediğini, Korkut EKEN ile İstanbul Feneryolu’nda 10 dakika kadar görüştüğünü ve bu görüşmede Korkut EKEN’in kendisine babasının yurtdışında bir göreve yollandığını söylediğini,

Mehmet EYMÜR’ün gönderdiği kişilerin de kendisine, babasının Korkut EKEN’in isteği üzerine Özel Harekatçılarca kaçırıldığını ve sorgulandığını söylediklerini, konu ile ilgili olarak Mehmet AĞAR’ın da isminin geçtiğini, EYMÜR’ün kendisinin de babasının kaçırılmasında Korkut EKEN ve Mehmet AĞAR’ın ilgilerinin olduğunu ve bu isimleri Cumhuriyet Savcılığına vermesini söylediğini,

Tarık ÜMİT’in, kendisine, son aylarda ortalığın epeyce karışık olduğunu, zamanı gelince bazı şeyleri anlatacağını söylediğini,

Tarık ÜMİT’in kaybolmasından önce Cihangir’deki yazıhanesine Korkut EKEN’in telefon ederek telefona cevap veren çocuğa, “ o bizi sattı biz de onu satacağız” diyerek telefonu kapattığını yazıhanedeki çocuktan işittiğini,

Kıbrıs’daki bankanın ortağı Hakkı YAMAN’ın kendisine, babasının bankada hissesi olmadığını söylediğini, ancak, elinde hisse dağılımını gösteren evrak bulunduğunu ve babasının bankaya ortak olduğunu, babasının kaybolduğu gün gündüz saatlerinde en son Hakkı YAMAN ile görüştüğünü,

Babasının son zamanlarda Emniyet tarafına ters düşmüş olabileceği şeklinde kuşkularının olduğunu, bildiği kadarıyla babasının uyuşturucu ticaretiyle alakasının bulunmadığını, Yaşar ÖZ’ün Düzce’den babasının arkadaşı olup iş ilişkilerinin bulunmadığını,

Tarık ÜMİT’in amcası Dr. Cemalettin ÜMİT; 4 Mart 1995 günü saat 01.30 sıralarında kendisine telefon edilerek yeğeni Tarık ÜMİT’in arabasının Çerkezköy civarında terkedilmiş olarak bulunduğunun söylenmesi üzerine olay mahalline gittiğini, hasarsız ve kapıları açık olarak otoyu gördüğünü, Jandarmaya haber verdiğini, yapılan araştırmada plakasının sahte çıktığını, daha sonra Kadıköy Cumhuriyet Savcılığına müracaat ettiklerini, Jandarmanın bir Başçavuşu olayı soruşturmakla görevlendirmiş olduğunu öğrendiğini,

Kendi özel araştırmasına ve tespitlerine göre; Tarık ÜMİT’in son defa Divan Pastanesinde görüldüğünü, orada yemek yediğini ve ertesi günü Düzce’ye bayram ziyaretine gideceği için 3 kutu çikolata aldığını, o sırada bayram çikolatası almaya gelen müşterek aile dostları Baha ŞEN’in Tarık ÜMİT’i görüp sohbet ederlerken Tarık ÜMİT’in tanıdığı iki kişinin yanlarına geldiğini ve dörtlü grup olarak sohbete devam ettiklerini, Baha ŞEN’in, karşısında oturan kişiyi teşhis edebilirim dediğini ve kendisini soruşturma yapan Başçavuşun da dinlediğini, Baha ŞEN’in anlatımına göre, Tarık ÜMİT ile yeni gelenlerden birinin ağızlarını kapatarak konuştuklarından birbirlerine ne söylediklerini anlayamadığını, ancak, Tarık ÜMİT’in “o niye gelmedi” diye sorduğunu, diğerinin de “o evde bekliyor” dediğini duyduğunu, Jandarmanın ve MİT’in tespitlerine göre, Tarık ÜMİT’in ertesi günü bayram sabahı Düzce’ye gitmek niyetindeyken Divan Pastanesine geldikten sonra cep telefonuyla arandığını ve bunun üzerine kararını değiştirip Adapazarı’ndaki kızına ve Düzce’deki annesine telefon ederek bayrama gelemeyeceğini bildirdiğini, Tarık ÜMİT’in cep telefonunun en son Avşar KEDEROĞLU’na ait cep telefonundan arandığını, Başçavuş Ahmet’in Avşar KEDEROĞLU’nu sorgulaması sırasında telefonunu Özel Harekatta görevli polis memuru Ziya’ya vermiş olduğunu söyledğini, Başçavuş Ahmet’in kendisine “meseleyi çözdüm, sonuna kadar geldim, rapor hazırlamam lazım, bu da 15 gün alır” dediğini, daha sonraki günlerde Ahmet Başçavuştan soruşturmanın bittiğini, konu ile ilgili iki polis memurunu Ataköy tarafında bulup sorgulamasından sonra Ankara’dan İbrahim ŞAHİN’in kendisini arayarak “benim memurlarımı sıkıştırma, çok fazla üzerlerine gitme, ne soracaksan bana sor, sonra da bırak, aslında senin onları sorgulamaya yetkin yok” dediğini, Ahmet Başçavuşun da “benim listemde senin de adın var, seni çağırıp ifadeni alacağın” diye cevap verdiğini, ancak, ertesi gün bir yerlerden geldiğini sandığı bir emirle Ahmet Başçavuşun bu işi bıraktığını,

Bu arada Tarık ÜMİT’in evinde Mehmet AĞAR’ın imzasını taşıyan bir belge bulduklarını, bu aşamada daha önceki duyumları ile bunu birleştirdiğinde Mehmet AĞAR’a ulaştığını,

Son zamanlarda Tarık ÜMİT’in huzursuz olduğunu ve bu huzursuzluğun Özel Harekat timinden kaynaklandığını, Korkut EKEN’den de tehdit telefonlarının geldiğini, Tarık ÜMİT’in Cihangir’deki bürosunda çalışan Ali vasıtasıyla Korkut EKEN’in “Tarık bize oyunlar etti, ayağını denk alsın, yakında onun hesabını göreceğiz” diye haber gönderdiğini,

Tarık ÜMİT’in Özel Harekat Birliğine lanse ettiği kod adı Cavit olan kişinin bir gün Tarık ÜMİT’e gelerek “beni bu insanlara sen lanse ettin, ancak, bunlar seni öldürmem için para ve silah verdiler, hakkında böyle düşünüyorlar, ayağını denk al” dediğini fakat bunları kimden duyduğunu hatırlayamadığını, bu duyumları alınca Korkut EKEN’i araştırdığını, Mehmet AĞAR’ın danışmanı olduğunu öğrenince Mehmet AĞAR’a bir mektup yazdığını ve görüşmek istediğini belirttiğini, Mehmet AĞAR’ın o zaman Adalet Bakanı olduğunu ve uygun bir zamanda görüşürüz diye cevap verdiğini, İçişleri Bakanı olunca da görüşmeye gittiğinde daha önce göndermiş olduğu mektubun suretini verdiğini ve birlikte okuduklarını, mektupta “Yardımcınız olan K.E’nin yönlendirmesi, İ.Ş.’nin yürütmesi, iki P.M. isimleri belli. Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU pastaneye gelerek Tarık ÜMİT’i alıp götürdüler, o günden beri yok, bu konuda bana ne yardım yapabilirsiniz” diye yazdığını, Jandarma Başçavuşundan “şaşırtma olarak Tarık’ın Yalova tarafına, arabasının Trakya tarafına götürüldüğünü” duyduğunu Mehmet AĞAR’a söylediğinde de, ayağı fırlayıp bunu nereden duydun diye sorduğunu, bunları araştırarak iki haftaya kadar bir cevap vereceğini söylediğini, ancak cevap vermediğini,

Tarık ÜMİT’in bir bankaya ortak olduğu haberi üzerine yaptıkları müracaatta, bankanın, kendisi para yatırmadığından hisselerinin iptal edildiğini bildirdiğini,

Devlete zararlı bazı insanların ve özel olarak Savaş BULDAN’ın yok edilişinde Tarık ÜMİT’in işin içinde olduğunu sandığını, çünkü Savaş BULDAN’ın cesedinin bulunduğu yeri kendisinden başka bir polisin bilebileceğini zannetmediğini, Tarık’ın son zamanlarda bazı arkadaşlarına “ben bu insanların arasındayım ama daha fazla bunlarla çalışmam mümkün değil, yedikleri halt bini geçti, ciddi olarak uyuşturucu kaçakçılığı yapıyorlar, bütün ikaz ve ısrarlarıma rağmen mani olamadım, notere gidip bütün bildiklerimi tespit ettireceğim ve bu insanları kamuoyuna deklere edeceğim” dediğini, bu sözlerden sonra da tehditler gelmeye başladığını, Tarık’ın çok zeki ve cesur olduğunu, kendisine çok güvendiğini, bu yüzden arkadaşları ikaz ettiğinde “kimse bana birşey yapamaz” dediğini, kaçırılışından bir hafta önce Korkut EKEN’in Özel Timden birkaç polis memuruna Tarık’ın kaldığı evi tespit etmelerini söylediğini, Tarık ÜMİT’in bu tehlikeleri sezince evine uğramadığını, evinde kıstırılamayınca pastaneden alındığını,

MİT Kontrterör Merkezi Yöneticisi MEHMET EYMÜR; Tarık ÜMİT’i, MİT Teşkilatının görev sahasına giren konularda istihbarat elemanı olarak kullandığını, ortadan kaybolması üzerine bazı araştırmalar yaptıklarını ve bu araştırmalar sırasında en son İstanbul Divan Pastanesinde bulunduğu sırada Özel Harekat polisleri tarafından alındığını ve ondan sonra da kaybolduğunu tespit ettiklerini ve bu konuda yasal araştırmalar yaptıklarını, Tarık ÜMİT’in otosu Silivri Jandarma bölgesinde bulunduğu için tahkikatı o bölgeden sorumlu Jandarma Astsubayı Ahmet ALTINTAŞ’ın yürüttüğünü, kendisi ile görüşüldüğünde, Özel Harekatçı Ayhan AKÇA’yı gözlem altına aldığını, Ankara’dan Özel Harekat Daire Başkanlığından ifadesini alamayacağı konusunda müdahale edilmesi üzerine bırakmak mecburiyetinde kaldığını söylediğini,

Tarık ÜMİT’in telefonlarını tespit ettirdiğini, tır parkında çay ocağı işleten Avşar isimli kişinin telefonu ile muhabere yapıldığının öğrenilmesi üzerine Avşar’ın sorgulandığını, kendi telefonunu Özel Harekatçı polislere kullanmak üzere verdiğini beyan ettiğini ve üzerinden de Özel Harekatta görevli iki polisin resimlerinin çıktığını, bu resimlerin Divan Pastanesinde çalışanlara teşhis için gösterildiğini, ancak, resmi kişiler olması nedeniyle tahkikatta zorlanıldığını, Haluk KIRCI’nın yine aynı olayla ilgili olarak gözaltına alınıp bırakıldığını, Astsubay Ahmet ALTINTAŞ’ın Avşar’ın üzerinde tabanca çıktığını ve bu tabancanın balistiğe gönderilmek üzere istendiğinde çeşitli resmi yerlerden baskı geldiğini söylediğini,

Tarık ÜMİT’in kaçırıldığı gün, Avşar’a ait beyaz renkte Opel Astra marka otonun Ziya isimli polis memuru tarafından alındığı, Ziya’nın, Tarık ÜMİT’in kaçırılmasından üç gün sonra Oğuz isimli polis memuru ile birlikte otoyu Avşar’a iade ettiğini, Avşar’ın, konunun içinde Abdullah ÇATLI ve arnavut Sami isimli kişilerin olduğunu zannettiğini,

12.1.1994 tarihinde Adana Şakirpaşa Havaalanında sahte pasaportla yakalanan Metin BOZBAĞ’ın ifadesi doğrultusunda İstanbul’da Yaşar ÖZ’ün evinde ele geçirilen yeşil pasaportun Tarık ÜMİT’in sadece MİT ile çalışmadığını gösterdiğini, Tarık ÜMİT’in 1987 yılında MİT ile ilişkilerinin başladığını, ondan önce Dündar KILIÇ ve Behçet CANTÜRK’ün Devlet tarafından sorgulandığı tarihlerde ve 1982 yılında Dündar KILIÇ, Şükrü BALCI ve diğer kaçakçılık konularında tanık olarak ifadeleri bulunduğunu, bu ifadeleri dolayısıyla 1985 yılında silahlı saldırıya maruz kalıp ağır yaralandığını, o tarihte bu saldırıyı Dündar KILIÇ’ın yönlendirdiğini söylediğini, 1987 yılından sonra da kendi istihbarat potansiyelinden dolayı ilgi alanlarına giren konularda Tarık ÜMİT’ten yararlandıklarını,

Tarık ÜMİT ile en son 28 Şubat 1995 günü Ankara’da görüştüklerini, Özel Harekatçı Ziya ve Semih isimli iki polisin evinde kaldıklarını, operasyonel konularda ve faaliyetlerinde yardımcı olmasını istediklerini ve bu polislerle kendi yanında telefonla konuştuğunu, onlara kendi evinde olduğunu, İbrahim ŞAHİN’in de ertesi günü İstanbul’a geleceğini ve kendisiyle görüşeceğini söylediğini,

Tarık ÜMİT’in, bu görüşmelerinde, Ziya ve Semih dediği polis memurlarının kendisine Dündar KILIÇ’a yönelik bir operasyonda beraber davranmayı teklif ettiklerini söylediğini, kendisinin de, kesinlikle böyle işlere girmemesini telkin ettiğini ve bu işlerden uzak kalmasını istediğini,

Tarık ÜMİT’ten yasal çerçevedeki konularda istifade ettiklerini, ancak, bunun dışında Devletin diğer istihbarat organlarıyla da irtibatı olduğunu, özellikle uyuşturucu kaçakçılığı konusunda Emniyet birimlerine yardım ettiğini genel hatlarıyla bildiğini,

MİT’in Türkiye içinde terörle mücadele görevinin bulunmadığını, ancak, istihbari alanda böyle görevleri olduğunu ve intikal eden bilgileri ilgili mercilere ilettiklerini,

Tarık ÜMİT’in kızının, kendisi tarafından gönderilen iki MİT görevlisinin babasının Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’ın bilgisi dahilinde, müşaviri Korkut EKEN’in isteği üzerine Özel Harekatçılarca kaçırıldığını söyledikleri beyanını Hande’nin kendi yorumu olarak nitelemek gerektiğini,

Kendisinin Mehmet AĞAR ve İbrahim ŞAHİN ile Tarık ÜMİT’in yok olması hususunu görüştüğünü, ÇATLI’nın elinde olduğuna dair duyumlarının doğru olması halinde yardımcı olmalarını ve serbest bırakılmasının sağlanmasını, bunun mesele haline getirilmeyeceğini kendilerine ifade ettiğini, Mehmet AĞAR’ın böyle bir durumdan haberi olmadığını ve ilgileneceğini söylediğini,

Jandarma Astsubay Ahmet ALTINTAŞ’ın, Tarık ÜMİT’in Abdullah ÇATLI’ya, bahsettiği polis memurları tarafından teslim edildiğinden emin olduğunu, muhtemelen öldürüldüğünü ve Yalova taraflarına gömülmüş olabileceğini Teşkilattan gönderdiği arkadaşlarına söylediğini, Avşar’ın, Jandarmada sorgulanması sırasında da polis memuru Ayhan’ın Yalova taraflarında olduğunu telefonla söylemesi üzerine Astsubay Ahmet’in bu yorumu yaptığını, Tarık ÜMİT’in de ortadan kaybolup hiç kimseyi aramamasının öldürüldüğü kanaatini pekiştirdiğini,

Emekli Yarbay ve MİT eski Daire Başkan Yardımcısı KORKUT EKEN; Tarık ÜMİT’i 1987 yılında Milli İstihbarat Teşkilatında çalışırken Mehmet EYMÜR vasıtasıyla tanıdığını, özellikle kaçakçılık ve narkotik konularında çok haber getiren bir eleman olduğunu, ancak kendisinin doğrudan bir görev irtibatı bulunmadığını,

Emniyet Genel Müdürlüğünde iken Tarık ÜMİT’in kendisini arayarak önemli bir kaçakçılık olayı olacağını ve bunun mutlaka önlenmesi gerektiğini bildirmesi üzerine kendisini, Genel Müdür Mehmet AĞAR ile tanıştırdığını, Genel Müdürün Kaçakçılık İstihbarat Daire Başkanı Tuncay YILMAZ’a konuyla ilgilenmesi için talimat verdiğini, sonradan çok büyük miktarda asit anhidriti bu ihbarla yakalatmış olduğunu öğrendiğini,

Mehmet EYMÜR’ün MİT’te yeniden görev aldığını, Tarık ÜMİT’le çalışmaya başladığını duyduğunu, Tarık ÜMİT’in kaçırılması ve öldürülmesi olayı ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını, Mehmet EYMÜR’ün Tarık ÜMİT’in kızına, babasını kendisinin öldürttüğünü söylemiş olduğu için kızın kendisiyle konuşarak, kesinlikle konu ile ilgisi ve bilgisinin bulunmadığını, babasını 1,5 yıldır görmediğini söylediğini,

1988 yılındaki MİT Raporu yüzünden Müsteşar Yardımcısı Hiram ABBAS, Daire Başkanı Mehmet EYMÜR ve kendisinin emekliye sevkedildiklerini, bundan sonra iki yıl EYMÜR ile dışarıda çalıştıklarını, Antalya’daki buz fabikasındaki ortaklıkta aralarında anlaşmazlık çıkması ve bazı şahsi sebeplerle münakaşa ederek ayrıldıklarını ve sonra da EYMÜR ile görüşmediğini, MİT’ten ayrılıp Emniyet Genel Müdürlüğünde çalışmasının da Mehmet EYMÜR’ü kızdırmış olabileceğini,

Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı HANEFİ AVCI’nın; Tarık ÜMİT olayı ile ilgili MİT’te çok bilgi bulunmasına rağmen açıklamadıklarını, bu bilgileri karşı tarafa belki Mehmet (AĞAR) beye karşı tehdit unsuru olarak kullanmak istediklerini, olayla ilgili çok farklı bilgileri olması gerektiğini, Jandarmanın yaptığı tahkikatta da geri planda kendilerinin bilgi aktardıklarını, her şeyi orta yere dökmediklerini, Hakkı YAMAN ile Tarık ÜMİT’in Kıbrıs’taki banka olayının sırrını tam çözememekle beraber Mehmet EYMÜR’ün de o bankaya değişik bir isimle birtakım özel işlerde de kullanmak üzere ortak olduğu yolunda duyumlarının bulunduğunu, Hakkı YAMAN’ın bu olaylarla ilgili bilgisinin olduğunu zannettiğini, Mehmet EYMÜR’ün, Hakkı YAMAN’ın kendisine yanaşması için birtakım manevralar yaptığını bildiğini,

Orta yerde Emniyet-MİT çelişkisi yahut iki istihbarat teşkilatı birbiriyle çelişiyor, dövüşüyor gibi iddiaların bulunduğunu, aslında olayın özünün böyle olmadığını, olayın özünde Mehmet AĞAR’la Mehmet EYMÜR’ün çelişkisinin var olduğunu, bunun başka zeminlerde de oluştuğunu, MİT içinde Mehmet EYMÜR ve beraberindeki bir grubun cezaevinde yatmış çıkmış ülkücülerle beraber hareket etmeyi kendilerine bir görev biçimi bildiklerini, hep onlarla birlikte hareket ettiklerini, Mehmet AĞAR’ın kendisi ya da kendisine bağlı İbrahim ŞAHİN ve Korkut EKEN’in adamları ile bunlar arasında bir soğukluk, bir çatışma var olduğunu, halbuki, MİT’in kendi klasik istihbarat görevi yapan unsurlarıyla Emniyetin klasik istihbarat yapan unsurları arasında hiçbir sorun bulunmadığını, tatlı bir rekabet olsa bile ciddi bir çelişki olmadığını, fakat bunlar arasındaki çelişkinin çok büyüdüğünü ve artık kendilerine bağlı olan alttaki mafyacı unsurların bile kavgaya başladıklarını, mesela, Sedat PEKER veya Drej Ali’nin bir gruptan olmasına karşılık Hadi ÖZCAN’la Yeşil mafyasının diğer gruptan olduklarını ve bunların birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını, MİT-Emniyet çelişkisi diye gösterilmesine rağmen işin aslının bu kişilerin kendi çelişkisi olduğunu ve MİT ile Emniyetteki yüzde 90-98 gibi büyük çoğunluğun hiç alakasının bulunmadığını,

İstihbarat teşkilatları arasında çokbaşlılık var denilerek özellikle Emniyet İstihbarat Teşkilatının üzerine gelindiğini, Türkiye’de klasik manada istihbarat yapan ve dünyadaki bütün istihbarat teşkilatlarının uyguladığı klasik yöntemlerle çalışan, yurtiçi ve yurtdışında faaliyet gösteren MİT ile yurtiçinde faaliyet gösteren Emniyet istihbaratının bulunduğunu, bunların dışındaki adı istihbarat olan kuruluşların böyle bir faaliyetlerinin olmadığını,

Emniyet Eski Genel Müdürü Sayın MEHMET AĞAR; Devletin bilgi elemanı kullandığını, eylem elemanı kullanmadığını, istihbarat kurumlarının da herkesten istifade edip herkesi değerlendirebileceklerini, kendilerinin bunu tek tek kontrol edemeyeceklerini,

İstihbarat birimleri arasında her zaman tatlı bir rekabet bulunduğunu ve bunun, işin daha iyi gitmesi bakımından doğal olduğunu ve bir sıkıntı yaratmayacağını, ama, çekişme ve kavganın ciddi bir devlette olamayacağını, kendisinin sorumlu olduğu her dönemde bu tür hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadıklarını,

Korkut EKEN’in Türk Ordusunun yetiştirdiği efsanevi subaylardan birisi olduğunu, ilk Güneydoğu harekatlarında Özel Harekat Timlerini askerde ve poliste kuran kişi olduğunu, eğitim faaliyetlerinde ve askeri birliklerle olan koordinasyonun güçlenmesinde, değerlendirmede, PKK’ya karşı taktik oluşturmada, Güneydoğudaki görevlilerin motivasyonunda kendisinden çok istifade ettiklerini,

Tarık ÜMİT olayında, kendisini Mehmet EYMÜR veya onun adına kimin aradığını hatırlamadığını, arayan kişinin “böyle bir kaybolma olayı var, bu konuyla ilgilenir misiniz” dediğini, “elbette ilgileniriz. Daha fazlasıyla da ilgileniriz” diye cevap verdiğini, ilgili personeli de konu ile ilgilenmeleri için talimatlandırdığını, konu hakkında bir daha aranmadığını, kendisinin de Mehmet EYMÜR’ü aramadığını, olay hakkında da herhangi bir sonuç elde edilemediğine dair bilgilendirildiğini, daha sonra da bilgi gelmediğini,

Mehmet EYMÜR’ün “Tarık ÜMİT, Abdullah ÇATLI’nın elinde imiş, ben size teminat veriyorum, bir daha Abdullah ÇATLI’nın alanına sokmayacağız, girmeyecek, bunu, bunun elinden kurtarın” dediği ve kendisinin de “olmaz öyle şey, ben İbrahim’le görüşür, hallederim” şeklinde cevap verdiği bir konuşmanın cereyan etmediğini, sadece, kaybolduğu ve ilgilenilmesi şeklinde bir rica olduğunu, bu konu ile ilgili olarak İbrahim ŞAHİN’le de görüşmediğini,

Tarık ÜMİT’in, kendileri ile ilintileri ve uyuşturucu madde kaçakçılığı konusunda yardımları olduğunu, MİT ile de çalıştığını bildiğini,

Özel Harekat Daire Başkanvekili İBRAHİM ŞAHİN; Tarık ÜMİT ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışırken tanışıp dost olduklarını, kendisini iki defa ziyarete geldiğini, Tarık ÜMİT’in kaybolduğu 2.3.1995 tarihinde polis memuru Ayhan AKÇA ve Mehmet AĞAR ile birlikte Diyarbakır’da olduklarını, öldürülüp öldürülmediğini bilmediğini, ancak, Tarık ÜMİT’in uyuşturucu kaçakçılarını yakalattığını, ajanlık yaptığını ve bunun için de tanışmış oldukları 1991-1992 yıllarından beri ölüm kuşkusu içinde olduğunu bildiğini,

Tarık ÜMİT olayının soruşturmasını yapan Jandarma Astsubayı ile telefonla görüştüğünü ve Özel Harekatçı Ayhan AKÇA’nın alınmasının yanlış olduğunu ve bırakılmasını, resmi olarak istenildiği takdirde Ayhan AKÇA’yı verebileceklerini söylediğini,

Tarık ÜMİT’in kaçırılması olayı ile ilgili olarak Mehmet EYMÜR’ün kendisini telefonla aramadığını, kendisinin Mehmet EYMÜR’ün makamına gidip görüştüğünü, Mehmet AĞAR’ın bu konuda kendisine birşey söylemediğini, EYMÜR’ün kendisine olay ile ilgili olarak, Tarık ÜMİT’i, Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU’nun götürdüğünü ve Abdullah ÇATLI’nın elinde olduğunu söylediğini, kendisinin de Ayhan AKÇA’nın o gece yanında olduğunu ve Genel Müdür ile birlikte Diyarbakır’da bulunduklarını, Diyarbakır’da olan bir insanın İstanbul’da Divan Pastanesinden Tarık ÜMİT’i kaçırmasının mantık dışı olduğu cevabını verdiğini, Mehmet EYMÜR’ün devamla “Tarık ÜMİT’i Abdullah ÇATLI bıraksın ya da bıraktırın, ben teminat veriyorum, bir daha Tarık ÜMİT Abdullah ÇATLI’nın işlerine karışmayacak yahut o alana girmeyecek” dediğini, kendisinin de Tarık ÜMİT’in nerede olduğunu bilmediğini söylediğni,

Özel Harekat daire Başkanlığının herhangi bir kişiyi alıp sorgulama yapma yetkisinin bulunmadığını,

Abdullah ÇATLI’yı Mehmet bey olarak tanıdığını, soyadını bile kazadan sonra öğrendiğini, 1995 yılında Sedat BUCAK’ın yazıhanesinde gördüğünü, işadamı ve tekstilci olduğunu söylediğini, 1996 yılında bir iki defa da İstanbul’da görüştüğünü,

Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık, İstihbarat ve Harekat Dairesi eski Başkanı TUNCAY YILMAZ; Tarık ÜMİT’i ilk defa zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’ın makamında görüp tanıştığını ve irtibatının devam ettiğini, çok önemli miktarlarda eroin imalatında kullanılan asit anhidrit maddesi yakalamalarını sağladığını,

Tarık ÜMİT’in Abdullah ÇATLI ve arkadaşları tarafından öldürüldüğüne dair bilgisi bulunmadığını, ancak, öldürüldüğüne inanmadığını, Tarık ÜMİT’in asıl hedefinin Dursun KARATAŞ olduğunu kendisine söylediğini, Mehmet EYMÜR ve Atilla AYTEK ile çalıştığını söylediği için MİT ajanı olduğu intibaının oluştuğunu, 1984 operasyonunda Dündar KILIÇ’ı Tarık ÜMİT’in ihbar edip sorguladığını,

Trabzon Sürmene’li olup İstanbul’da ikamet eden DÜNDAR KILIÇ; Tarık ÜMİT’in kendisinin yanında 12 Eylül 1980 öncesi katiplik yaptığını ve Kurtuluş’taki beyaz eşya satan dükkanında da müdürlük yaparken iki öğretim görevlisini Dündar KILIÇ ismiyle tehdit ettiğini, bunu tespit edip nasıl yaptığını sorduğunu, onun da bu konuyu Mehmet EYMÜR ve o zamanki Kaçakçılık Daire Başkanı Atilla AYTEK’e anlattığını ve ondan sonra da bunların kendisi aleyhinde faaliyet göstermeye, iftiralara başladıklarını,

Kardeşi İbrahim’in Tarık ÜMİT ile bir para isteme meselesi yüzünden kavga ettiğini,

Tarık ÜMİT’i suç ortaklarının öldürdüğü kanısında olduğunu, topladığı paraları suç ortaklarına götürmediğini duyduğunu,

Beyan etmişlerdir.

İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 1997/261 No.lu İddianamesinde de,

Hakkı Yaman NAMLI isimli tanığın ifadesinde; Tarık ÜMİT’in önceki tarihlerde Korkut EKEN ile çok samimi ilişkiler içerisinde olduğu, hatta, maddi sıkıntılar çekerek satın aldığı Ford marka zırhlı otomobilini Korkut EKEN’e hediye ettiği, ancak, sonraki tarihlerde Korkut EKEN’le aralarının açıldığı ve 1994 yılının Haziran ayında Tarık ÜMİT’in yazıhanesini telefonla arayan Korkut EKEN’in orada çalışan ve o esnada telefona bakan Ali isimli işçisi vasıtası ile Tarık ÜMİT’in tehdit edildiğini,

Ayrıca, Tarık ÜMİT’in yazıhanesinde İbrahim ŞAHİN, Nurettin GÜVEN gibi kişileri de gördüğünü ve Tarık ÜMİT’in Abdullah ÇATLI ile de sık sık görüşüp buluştuğunu,

Tarık ÜMİT’in, Yaşar ÖZ isimli kişi ile çok yoğun ticari ilişkilerde bulunduğunu, ancak, yaptıkları işlerin legal işler olmadığını, Tarık ÜMİT ile Yaşar ÖZ arasında devamlı surette bir alacak-borç münasebeti bulunduğunu ve bu ilişkiler sırasında Yaşar ÖZ’e yeşil pasaport ve silah taşıma belgelerinin temininde Tarık ÜMİT’in aracı olduğunu, bir süre sonra Yaşar ÖZ’ün, Tarık ÜMİT’in yanından ayrılarak Abdullah ÇATLI ve ekibi ile birlikte çalışmaya başladığını, bunun üzerine Tarık ÜMİT’in, gerek kendisine gerekse yakın çevresine konuşmalarında, benim adamım Yaşar ÖZ’ü koltuklarının altına aldılar diyerek Abdullah ÇATLI ve Korkut EKEN aleyhinde sözler söyleyip küfür ettiğini ve onların ipliğini pazara çıkaracağım dediğini,

Bu olaylardan 6-8 ay sonra Tarık ÜMİT kaybolunca, kendisinin, Tarık ÜMİT’in kızına, Abdullah ÇATLI ve Korkut EKEN’den şüphelenmelerini söylediğini, bu sözlerini duyan Abdullah ÇATLI ve arkadaşlarının 1995 yılı Mayıs-Haziran aylarında yazıhanesine silahlı ve telsizli adamlarla gelip Tarık ÜMİT olayını kastederek “Bu işlere kafanı yorma, intikamını sen almayacaksın, bizim hakkımızda konuşuyormuşsun... Biz çok güçlüyüz” diyerek kendisini uyardıklarını,

Sanık Polis Memuru Ziya BANDIRMALIOĞLU’nun ifadesinde;

03.03.1995 tarihinde İstanbul’a geldiğinde Avşar KEDEROĞLU’na ait telefonla Tarık ÜMİT’i aradığını ve aynı gün saat 18.00’de Erenköy Bağdat Caddesi’ndeki Divan Pastanesinde buluşmayı kararlaştırdıklarını ve aynı gün saat 19.00-20.00 sıralarında da bu pastanede Tarık ÜMİT ile buluştuğunu, orada Tarık ÜMİT’le yaklaşık yarım saat oturup sadece hal hatır sorduklarını ve pastane önünde vedalaşarak ayrıldıklarını,

Belirttikleri hususları yer almaktadır.

Abhazya kökenli bir aileden olan Tarık ÜMİT 1947 Düzce doğumludur. 1965 yılında amcası Dr. Cemalettin ÜMİT’in yanına Almanya’ya gitmiş, orada işçilik, şoförlük, pazarlamacılık gibi işlerde çalışmış, bir Alman hanımla evlenmiş, Hande ve Katya isimli iki kız çocuğu sahibi olmuştur. 1968 yılında Türkiye’ye geri dönmüş, bir süre Dündar KILIÇ’ın yanında çalışmış, Dündar KILIÇ’la ortak olarak İNMAR isimli şirketi, Pendik-Kurtköy’de bir boya fabrikasını kurmuşlar, ancak 1983 yılında Gönen’de Dündar KILIÇ’ın tutuklanması üzerine Polisin İstanbul’daki şirketine baskın yapması sebebiyle ortaklıktan ayrılmıştır. 1968-1973 yılları arasında kerevit ihracatı işiyle uğraşmıştır. Türkiye’de ilk defa kerevit işini başlatmış ve bu işten büyük paralar kazanmıştır. 1973 yılında bir yaralama suçu işlemiş ve mahkum olunca yurt dışına kaçmış, 1974 affından istifadeyle tekrar dönmüştür. Çeşitli alanlarda faaliyet gösteren Ümsan, Ümtaş, Gentaş ve STC adlı dört şirketin sahibi ve Kıbrıs’ta bulunan First Merchant Bank’ın iki büyük ortağından biri olmuştur. Bir dönemde de İstanbul İlinde en yüksek vergi verenler listesinde 20 nci sırada yer almıştır.

Ülkücü görüşü savunduğu bilinen Tarık ÜMİT, İstanbul eski Emniyet Müdürü Şükrü BALCI’nın rüşvet alma suçuyla yargılandığı davada ve Dündar KILIÇ hakkında yürütülen soruşturmada tanıklık yapmıştır.

11.06.1976 tarihinde Almanya’da Dortmund Eyalet Mahkemesi tarafından uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan iki yıl hapis cezası ile tecziye edilmiştir.

05.01.1985 tarihinde müstecirliğini yaptığı İstanbul Kadıköy Bağdat Caddesi 123/1 adresinde faaliyet gösteren SÖRF KULÜP DERNEĞİ’nde kumar oynatmak suçundan dolayı yapılan adli işlem sonucu Tarık ÜMİT’in bir ay hapis cezası ile tecziyesine ve derneğin de süresiz kapatılmasına karar verilmiştir.

1988 yılında İstanbul Nişantaşı’nda bir kumarhanenin ortağı olmuş ve müdürlüğünü yapmıştır.

Maçka Kadınlar Derneği’nin % 80 gelirinin Dündar Kılıç, Fahrettin Arslan ve Hüseyin Cevahiroğlu tarafından paylaşıldığından derneğe sahip çıkarak bunların kar hisselerini % 50’ye indirmiştir.

1986 yılında Almanya Düsseldorf şehrinde bir adet sahte yüzlük ABD doları bozdurmaya çalışmıştır,

- İtalya’nın Trieste şehrinde uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yaptıklarından şüphe edilerek gözaltına alınan şahıslarla ilgili olarak 30.07.1981 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde ifadesi alınarak serbest bırakılmıştır.

Dündar Kılıç’a işine son verdirttiği işçisi Zekeriya Ülkücü tarafından 28.12.1985 tarihinde İstanbul’da silahla ağır şekilde yaralanmıştır,

- 07.01.1987 tarihli Hürriyet Gazetesinde Kemal GÜNERGÜL isimli şahsı 70 milyar lira dolandırdığı haberi yer almıştır.

15.9.1994 tarihinde Amerika’da kara para aklamadan takibata uğrayan Solman KOHEN üzerinde Kıbrıs’ta ortak olduğu bankanın telefonu çıkmıştır.

- 1992 yılı Eylül ayında İstanbul Emniyet Müdürlüğünün DEV-SOL örgütüne yönelik yaptığı operasyonda ele geçen dökümanlar arasında Tarık ÜMİT’e ait ev ve işyeri telefon numaraları ile araç plakalarının deşifre edilmiş olduğu kendisine tebliğ edildiğinden can güvenliğinin sağlanması amacıyla, mevcut olan üç aracına plaka verilmesini 20 Ekim 1992 tarihli dilekçesi ile talep etmiş, 14.12.1993 tarihinde de Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR imzası ile 34 ZU 478 sayılı plaka tahsis edilmiştir.

Alman asıllı eşi kanserden vefat edince bir süre Nur İNUGUR isimli hanımla yaşamış, daha sonra da ayrılmışlardır.

Tarık ÜMİT’in, çok yönlü faaliyet gösteren, cesur, atak, karışık ve karanlık bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. MİT ile çalışan bir istihbarat elemanı olmasına rağmen, bu ahlaka aykırı olarak bu kuruluştan veya bağlı bulunduğu görevlilerden izin almaksızın başka kuruluşlarla da temas edip çalışabilmektedir. Beyanlardan ve ifadelerden, yaşantısındaki akıştan, karışmış olduğu olaylardan da anlaşılacağı gibi açıkça yeraltı dünyasının içinde de büyük ölçüde faaliyet gösterdiği görülmektedir. İrtibat içinde bulunduğu siviller ve Devlet görevlileri de genelde hep şaibeli kişilerdir, birtakım suç odakları olduğu görülen kişilerdir ki bunlardan biri Tarık ÜMİT’e, birbirlerine olan husumetlerini de düşünerek, Dündar KILIÇ’a yönelik müşterek bir operasyon yapmayı teklif etmişlerdir. İki polis memuru tarafından bir bahane ile alınıp Abdullah ÇATLI’ya teslim edildiği iddiası da oldukça vahimdir, düşündürücüdür.

Ortağı olduğu banka vasıtasıyla veya başka şekillerde kara para aklama işlerine, uyuşturucu kaçakçılığına, haraç almaya, kumarhane işletmeye oldukça müsait bir yapıdadır. Bu tür işlerden dolayı borç-alacak ilişkileri yüzünden yok edilmek istenebileceği gibi, çok yakın arkadaşı olan, hatta yeşil pasaport ve silah taşıma belgeleri alabilmesine aracı olduğu Yaşar ÖZ’ün Abdullah ÇATLI safına geçmesine gösterdiği tepki kaçırılmasına sebep teşkil etmiş olabilir. Çok zeki ve hareketli bir yapıya sahip olan Tarık ÜMİT’i, tanıdığı kişilerin, dost ve arkadaşlarının tuzağa düşürdüğüne inanmak gerekir.

İnceleme bölümünde belirtildiği üzere İbrahim ŞAHİN, Tarık ÜMİT’in kaybolduğu tarih olan 03.03.1995 tarihinde Emniyet eski Genel Müdürü Mehmet AĞAR ve Polis Memuru Ayhan AKÇA ile birlikte Diyarbakır’da olduğunu, Komisyonumuza verdiği 07.01.1997 tarihli ifadesinde belirtmiş ise de, Komisyonumuzca Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan 02.04.1997 tarih ve 331 sayılı yazıya anılan Genel Müdürlükçe verilen cevaptan İbrahim ŞAHİN’in, Ayhan AKÇA ile 02.03.1995 günü saat 10.00’da Diyarbakır’dan Ankara’ya hareket eden THY nın T.K. 257 sefer sayılı uçağı ile dönmüş oldukları anlaşılmıştır.

02.03.1995 tarihinde Diyarbakır’dan Ankara’ya saat 10.00 uçağı ile dönen bu kişilerni karayolu ile bile olsa aynı gün İstanbul’da olmaları imkânsız bir durum değildir. Buradan hareketle İbrahim ŞAHİN’in ifadesinde tarihle ilgili beyanının ve Mehmet EYMÜR’e “Ayhan AKÇA’nın olay gecesinde Diyarbakır’da kendisi ile birlikte Genel Müdür Mehmet AĞAR’ın yanında bulunduklarını, Diyarbakır’da olan bir insanın aynı gün İstanbul’da Divan Pastanesinden Tarık ÜMİT’i kaçırmasının mantık dışı olduğu” cevabının gerçekleri yansıtmadığı açıkça görülmektedir.

Amcası Dr.Cemalettin Ümit, Tarık Ümit’in kaybolmadan önce bazı arkadaşlarına “ben bu insanların arasındayım ama daha fazla bunlarla çalışmam mümkün değil, yedikleri halt bini geçti, ciddi olarak uyuşturucu kaçakcılığı yapıyorlar, bütün ikaz ve ısrarlarıma rağmen mani olamadım, notere gidip bütün bildiklerimi tespit ettireceğim ve bu insanları kamuoyuna deklere edeceğim” dediğini ve bundan sonra da tehditler gelmeye başladığını söylemiştir. Bu beyanın ciddi ve doğru olduğu düşünüldüğünde, diğer olaylarla birlikte gözönüne alındığında bir noktada olay çözülebilir.

Bilgisine başvurulanların beyanlarına göre; Tarık ÜMİT’in 03.03.1995 günü saat 18.00-19.00 sıralarında İstanbul Erenköy Bağdat Caddesi üzerinde bulunan Divan Pastanesinde oturduğu sırada çikolata almak üzere aile dostu Baha ŞEN gelmiş ve sohbete başlamışlardır. Bilahare daha önceden tanımış olduğu polis memurları Ziya BANDIRMALIOĞLU ile Ayhan AKÇA’da gelmişlerdir. Kısa bir süre konuştuktan sonra bu polis memurları Tarık ÜMİT’e “İbrahim ağabey gelmedi, seni evde bekliyor, ona gideceğiz” demişler ve beraberce pastaneden ayrılmışlar ve Tarık ÜMİT o andan itibaren kaybolmuştur.

Milli İstihbarat Teşkilatında, istihbarat elemanı olarak çalışan Tarık ÜMİT’in, bağlı olduğu Mehmet EYMÜR tarafından yapılan araştırmalar ile Seyit Ahmet ALTINTAŞ isimli Jandarma İstihbarat görevlisi Astsubayın yaptığı araştırmalarda, Tarık ÜMİT’in en son yaptığı telefon görüşmesi tespit edilmiş ve bu son görüşmenin Avşar KEDEROĞLU adına kayıtlı cep telefonu ile yapıldığı belirlenmiştir. Jandarma İstihbarat görevlisi Ahmet ALTINTAŞ tarafından Avşar KEDEROĞLU bulunmuş, Tarık ÜMİT’le görüşme sebebi sorulmuş, ancak, Avşar KEDEROĞLU’nun Tarık ÜMİT’i hiç tanımadığı, herhangi bir görüşme yapmadığı ve bu telefonun kendi adına kayıtlı olmakla beraber, olay günlerine tekabül eden dönemde Özel Harekat Dairesinde görevli Ayhan AKÇA ile Ziya BANDIRMALIOĞLU tarafından kendisinden geçici olarak alınıp kullanıldığı anlaşılmıştır. Bunun üzerine Avşar KEDEROĞLU aracılığı ile Jandarma Astsubay Seyit Ahmet ALTINTAŞ, Ayhan AKÇA ile görüşme yapmak üzere buluşmuşlardır. Ataköy civarında bir parkta Ahmet ALTINTAŞ, Ayhan AKÇA’yı beklemiş, fakat buraya Ayhan AKÇA Özel Harekat Polis Memuru Ayhan ÇARKIN’la birlikte gelmişlerdir. Jandarma Başçavuş Ahmet ALTINTAŞ’dan görüşme sebebini öğrenmeleri üzerine, kendileri hakkında araştırma ve soruşturma yapamayacağını ifade etmişlerdir. Buluşma yerine yakın olan Ataköy Polis Karakoluna gidilerek görüşmeye karakolda devam etmişlerdir. Ataköy Polis Karakolundaki bu görüşme sırasında Ayhan AKÇA ve Ayhan ÇARKIN ile Ankara’da bulunan Özel Harekat Daire Başkanvekili İbrahim ŞAHİN telefon görüşmesi yapmışlar ve Jandarma Başçavuş Ahmet ALTINTAŞ’ı orada telefonla arayan İbrahim ŞAHİN “sen kim oluyorsun bu polisler hakkında araştırma yapıyorsun” diyerek Ahmet ALTINTAŞ’ı ikaz etmiş ve bu olaya karışmamasını söyleyerek müdahalede bulunmuş ve araştırmanın devamını engellemiştir.

Jandarma Astsubay Ahmet ALTINTAŞ’ın yaptığı bu araştırmalar sırasında, MİT Kontrterör Merkez Yöneticisi olan Mehmet EYMÜR’ün de araştırma için iki kişi görevlendirdiği ve Hande BİRİNCİ ile gerek telefonla, gerek bizzat yaptığı görüşmelerde ona hitaben “Babanı Abdullah ÇATLI, Sami HOŞTAN ve Haluk KIRCI kaçırdılar, bu hususta hemen basına açıklama yap ve ilgili yerlere dilekçeler ver, ayrıca babanın kaçırılmasında Korkut EKEN’in de rolü var” diyerek uyardığı anlaşılmıştır.

Ayrıca, Hakkı Yaman NAMLI isimli tanığın ifadesinde; Tarık ÜMİT’in önceki tarihlerde Korkut EKEN ile çok samimi ilişkiler içerisinde olduğu hatta, maddi sıkıntılar çekerek satın aldığı Ford marka zırhlı otomobilini Korkut EKEN’e hediye ettiği, ancak, sonraki tarihlerde Korkut EKEN’le aralarının açıldığı ve 1994 yılının Haziran ayında Tarık ÜMİT’in yazıhanesini telefonla arayan Korkut EKEN’in orada çalışan ve o esnada telefona bakan Ali isimli işçisi vasıtası ile Tarık ÜMİT’in tehdit edildiğini,

Tarık ÜMİT’in yazıhanesinde İbrahim ŞAHİN, Nurettin GÜVEN gibi kişileri de gördüğünü ve Tarık ÜMİT’in Abdullah ÇATLI ile de sık sık görüşüp buluştuğunu,

Tarık ÜMİT’in, Yaşar ÖZ isimli kişi ile çok yoğun ticari ilişkilerde bulunduğunu, ancak, yaptıkları işlerin legal işler olmadığını, Tarık ÜMİT ile Yaşar ÖZ arasında devamlı surette bir alacak-borç münasebeti bulunduğunu ve bu ilişkiler sırasında Yaşar ÖZ’e yeşil pasaport ve silah taşıma belgelerinin temininde Tarık ÜMİT’in aracı olduğunu, bir süre sonra Yaşar ÖZ’ün Tarık ÜMİT’in yanından ayrılarak Abdullah ÇATLI ve ekibi ile birlikte çalışmaya başladığını, bunun üzerine Tarık ÜMİT’in gerek Hakkı YAMAN’a gerekse yakın çevresine konuşmalarında, “benim adamım Yaşar ÖZ’ü koltuklarının altına aldılar” diyerek Abdullah ÇATLI ve Korkut EKEN aleyhinde sözler söyleyip küfür ettiğini ve onların ipliğini pazara çıkaracağım dediğini,

Bu olaylardan 6-8 ay sonra Tarık ÜMİT kaybolunca, Tarık ÜMİT’in kızına, Abdullah ÇATLI ve Korkut EKEN’den şüphelenmelerini söylediğini, bunu duyan Abdullah ÇATLI ve arkadaşlarının 1995 yılı Mayıs-Haziran aylarında yazıhanesine silahlı ve telsizli adamlarla gelip Tarık ÜMİT olayını kastederek “Bu işlere kafanı yorma, intikamını sen almayacaksın, bizim hakkımızda konuşuyormuşsun...Biz çok güçlüyüz” diyerek kendisini uyardıklarını, beyan etmiştir.

Mehmet EYMÜR’ün beyanlarında, Tarık ÜMİT’in kaybolmasından sonra, o tarihte Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet AĞAR ve Özel Harekat Daire Başkanvekili olan İbrahim ŞAHİN ile görüşmeler yaptıklarını ve bu görüşmelerde, Tarık ÜMİT’in, Abdullah ÇATLI ve adamları tarafından sorgulandığını ve serbest bırakılması hususunda yardımcı olmalarını istediğini, ancak, herhangi bir sonuç alınamadığı belirtilmektedir. Olayı araştıran Jan.Astsubay Ahmet ALTINTAŞ, yapılan müdahaleler sebebiyle araştırmayı devam ettirememiş ve bir süre sonra da Diyarbakır İl Jandarma Alay Komutanlığı emrine tayin edilmiştir.

03.03.1995 tarihinde İstanbul’a gelen Ziya BANDIRMALIOĞLU, Avşar KEDEROĞLU’na ait telefonla Tarık ÜMİT’i aradığını ve aynı gün saat 18.00’de Erenköy Bağdat Caddesi Divan Pastanesinde buluşmayı kararlaştırdıklarını ve aynı gün saat 19.00-20.00 sıralarında da bu pastanede Tarık ÜMİT ile buluştuğunu, yaklaşık yarım saat oturup sadece hal hatır sorduklarını ve pastane önünde vedalaşarak ayrıldıklarını belirtmiştir.

Tarık ÜMİT’in kaybolması olayı ile ilgili bölümde izah edildiği üzere; Tarık ÜMİT’in kaybolduğu gün, en son görüştüğü kişiler İbrahim ŞAHİN’in uzun süredir yanında bulunan ve görev ilişkilerinin dışında daha ileri özel ilişkiler içerisinde oldukları anlaşılan polis memurları Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU’dur. Ayhan AKÇA ve Ziya BANDIRMALIOĞLU’nun Tarık ÜMİT’in kaybolması olayı ile ilgilerini tesbit eden ve bu istikamette araştırma yapan Jan.Astsubay Ahmet ALTINTAŞ’a, İbrahim ŞAHİN müdahale ederek araştırmanın sürdürülmesini önlemiştir. Bu olayda Abdullah ÇATLI, Sami HOŞTAN, Haluk KIRCI, İbrahim ŞAHİN, Ayhan AKÇA, Ziya BANDIRMALIOĞLU ve Ayhan ÇARKIN’ın isimleri geçmektedir. Tarık ÜMİT’in kaybolması olayında bu kişilerle ilişkiyi tesbit eden MİT Kontrterör Merkez Yöneticisi Mehmet EYMÜR, Tarık ÜMİT’in Abdullah ÇATLI ve adamları tarafından kaçırıldığını ve sorgulandığını ifade ederek durumu Özel Harekat Daire Başkanvekili İbrahim ŞAHİN’e intikal ettirmiştir. Bu isimler ve bildirim karşısında ibrahim ŞAHİN’in davranışları, bu olayda Abdullah ÇATLI’nın varlığı ve adı geçen diğer kişilerle birlikte eylemleri hususunda bilgi sahibi olduğu intibaını uyandırmaktadır.

Tarık ÜMİT’in kaybolması olayı ile ilgili tahkikata Silivri Cumhuriyet Başsavcılığınca Hazırlık 1995/627 dosya sayısı ile devam edildiği,

Sanıklar hakkında da İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığınca hazırlanan 1996/2303 Hazırlık ve 1997/261 sayılı iddianamenin 05.03.1997 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine gönderildiği, anlaşılmıştır.

P) YÜKSEKOVA ÇETESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME

SUSURLUK ÇETESİ adıyla bilinen olay Hakkari İl Jandarma Komutanlığında görev yapan j. Astsubay Hüseyin OĞUZ’un basına yansıyan beyanları ile gündeme gelmiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı tarafından adı geçenin bu iddialarına ilişkin ifadesi resmen alınarak Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesine gönderilmiş ve şahıs bu mahkemede de iddialarını tekrarlamıştır.

Daha sonra Hüseyin OĞUZ komisyonumuza çağrılarak beyanı alınmış, genel olarak Genel Komutanlıkta ve mahkemede verdiği beyanlarını komisyonumuzda da tekrar etmiştir.

Hüseyin OĞUZ’un iddialarında geçen Abdullah CANAN’ın ölü bulunması ve Miktat ÖZEKEN, Şemsettin YURTSEVEN, Münir SARITAŞ adlı vatandaşların öldürülmesi olaylarının daha önce 1995 yılında yargıya intikal ettiği ve Van 21. J. Sınır Tümen Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca soruşturmanın başlatıldığı, daha sonra dosyaların Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesine intikal ettirildiği,

Hüseyin OĞUZ’un Yüksekova’da yaptığı sorgulama sırasında ortaya çıkan Necip BASKIN’ın kaçırılması olayı hakkında da Diyarbakır DGM Başsavcılığınca dava açıldığı,

Hüseyin OĞUZ’un iddialarında yer alan diğer olayların da yine Diyarbakır DGM tarafından soruşturulmaya başlandığı, hatta bu iddialarda adı geçen 1 Kurmay Albay, 1 Binbaşı, 2 Yüzbaşı ve Yüksekova Belediye Başkanının da içinde bulunduğu ve çoğunluğunu korucuların oluşturduğu 14 kişinin tutuklandığı anlaşılmıştır.

Gerek Astsubay Hüseyin OĞUZ’un, gerekse Esat CANAN ve Senar ER’in iddiaları ile CHP Heyetinin Raporunda yer alan iddilar gözönüne alındığında;

Güneydoğu’da Koruculuk Sisteminin ciddi bir kritiğinin yapılmasının gerektiği, bu çerçevede;

1. Öncelikle korucuların örgütlenme biçimi (emir-komuta sistemi) ve buna bağlı olarak vekaletle aylık ödenme sisteminin gözden geçirilmesi,

Çünkü;

a) Korucubaşı ve tim başı konumunda olanların güvenlik güçlerinin yetkilileri ile temasta önemli bir ayrıcalık elde ettikleri, örneğin askeri garnizonlara ve Emniyet dairelerine çok rahat bir şekilde girip çıktıkları ve bu ilişkilerini halk nezdinde kötüye kullanarak çıkar sağladıkları,

b) Vekalet sistemi ile korucubaşıların emrindeki personelin maaşlarını aldıkları, bunun tamamını terörle fiilen mücadele eden koruculara vermedikleri, onlara un, şeker, çay gibi gıda maddesi verdikleri, geri kalanı kendi zimmetlerine geçirdikleri,

c) Ayrıca kendileri fiilen terörle mücadeleye katılmadıkları, şehirde oturup bir yandan devlet yetkilileri ile özel ilişkilerini geliştirdikleri, öte yandan ticaretle uğraştıkları,

d) Yine aynı kişilerin devletle ilişkilerinden de yararlanarak silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yaptıkları,

e) Daha ileri gidip korucu yetkilerini suistimal ederek vatandaşlardan haraç aldıkları, hatta PKK’lı yaftası vurarak bazı vatandaşları öldürdükleri iddiasının bulunduğu,

f) Yine koruculuk yetkilerini kullanarak PKK görüntüsü altında adam kaçırma ve fidye alma, hatta öldürme eylemlerine kalkıştıkları,

g) Kamuoyunda Pişmanlık Yasası olarak bilinen 3419 sayılı yasadan yararlanan bazı itirafçıların da benzeri eylemlere karıştıkları,

2.- İyi niyetli olmayan bazı devlet görevlilerinin (asker ya da polis), geçici köy korucularını (bazan da itirafçıları) kullanarak menfaat temini cihetine gittikleri, örneğin ;

a) Silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığına bulaştıklarını,

b) Bazan da kendilerine emanet edilen silah ve askeri malzemeleri, hatta ele geçirilen uyuşturucuları satarak menfaat temin ettikleri,

c) Daha da kötüsü yetkilerini kötüye kullanarak vatandaşları PKK’lı suçlamasıyla gözaltına aldıkları, hatta bunlardan bir kısmından para aldıkları, bazan da ideolojik olarak bunu yaptıkları

d) Bu yetkililerin yetkilerini kötüye kullanarak bazı siyasî kişilerin siyasal çıkarlarına hizmet ettikleri, onlara siyaseten muhalif olan bazı vatandaşları seçimlerden önce gözaltına aldıkları, sonra da aynı siyasî kişilerin iltimasıyla serbest bıraktıkları iddialarının bulunduğu,

e) Kahraman BİLGİÇ, (Pişmanlık Yasası olarak bilinen) 3419 sayılı yasadan faydalanmak için Nisan-1994’de teslim olduğu ve Jandarmaca ifadesi alındığı halde, 1997 yılına kadar yargıya intikal ettirilmeyerek, hatta kendisine korucu ve asker kimliği temin edilerek kendisinden çeşitli şekillerde (örgüt hakkında bilgi verme, operasyonlarda yer gösterme gibi ) faydalanma cihetine gidildiği, bazen bunun gayrimeşru şekilde de gerçekleştiği, adı geçen kişiden başka itirafçıların da bu şekilde kullanılmış olabileceği, oysa bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinde bu şekilde hukuk dışı bir uygulamanın yasal olmadığı,

3- Bazı kamu görevlilerinin, personelini veya kurumunu aşırı koruma içgüdüsüyle kurumları içinde meydana gelen bazı süistimallerin açığa çıkmasını istemedikleri, konumuzda da üst düzey bazı askeri yetkililerin, asker kişilerin karıştıkları suistimallerin açığa çıkması halinde “Silahlı Kuvvetlerin prestijinin sarsılacağı, yara alacağı ya da devletin zarar göreceği” düşüncesi ile bu gibi suistimal olaylarını örtbast etme, suç işleyenleri koruma cihetine gittikleri, bunun için de (Kahraman Bilgiç’in ifadelerini içeren tutanak ve video kasetlerinin DGM’ne gönderilmemesi örneğinde olduğu gibi) bazı bilgi ve belgeleri üst makamlara ve yargıya intikal ettirmedikleri,

Değerlendirmesi yapılmıştır.

X. GENEL DEĞERLENDİRME

Yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk’ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla kurulan 10/89 Sayılı Araştırma Komisyonumuzun çalışması için gerekli olan sürenin azlığı, yetkilerinin kısıtlılığı ve araştırma konularının genişliği karşısında büyük fedakarlıkla dört aylık bir sürede elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde konu değerlendirilmiştir.

03.11.1996 tarihinde Susurluk İlçesi civarında meydana gelen trafik kazasında, aynı otomobil içerisinde Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak ve Hüseyin Kocadağ’ın birlikte bulunmaları, o tarihten itibaren, Türkiye gündeminde baş sırayı alarak bugüne kadar süregelen tartışmaların en önemli konusunu teşkil etmiştir.

12.11.1996 tarihinde Cumhurbaşkanı ile bir görüşme yapan, Anavatan Partisi Genel Başkanının... bazı devlet görevlilerinin uyuşturucu, kumarhane, haraç ve adam öldürme gibi eylemlere karıştıklarını, devlet tarafından aranan bazı silahlı eylemcilerinde bu devlet görevlileri tarafından kullanıldığını... ifade etmesi sebebiyle Sayın Cumhurbaşkanı 13 Kasım 1996 tarihli mektupla bu bilgileri Başbakana intikal ettirmişlerdir. Bu mektupta özetle.... “Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde özel harekat dairesi vardır... bu dairenin bazı elemanları uyuşturucu, kumarhane, haraç ve adam öldürme gibi işlere karışmaktadır... Ö.L. Topal’ı öldürenlerin itirafları fevkalade enteresandır... aşiret reisi devleti kullanmaktadır... Devlette görevli bazı kişilerin Özel Hareket Daire Başkanı İbrahim Şahin’den talimat aldıkları ve bunun İçişleri Bakanı dahil bir takım yüksek yerlerin bilgisi dahilinde olduğu söylenmektedir...” şeklinde iddia edilen hususlara yer vermişlerdir. Bu iddialar nazara alınarak Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulları tarafından araştırmalar yapılmıştır. Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’n de bu konularla ilgili bir araştırma komisyonu teşkil edilerek araştırmalar sürdürülmüştür. Bu bilgilerin ve araştırmaların yanında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca da hazırlık tahkikatı yukarıda izah edilen olaylar ayrı ayrı tahkik edilmiş ve toplanan delillere istinaden oluşan kanaat fezlekenin muhtelif bölümlerinde ayrıntılı olarak izah ve ifade edilmiştir.

Yukarıda izah ve ifade edildiği üzere;

- Türkiye’de katliam sanığı olarak gıyabi tutuklama kararı ile, yurt dışında uyuşturucu kaçakçılığı ve cezaevi firarisi olarak İnterpol tarafından kırmızı bülten ile aranan bir silahlı eylemci ile, bu kişiyi yakalamak veya bulunduğu yeri derhal güvenlik birimlerine bildirmekle görevli ve yükümlü olan üst düzey bir emniyet mensubunun bir milletvekilinin aynı ortamlarda birlikte olmaları ve bu birlikteliği, Abdullah Çatlı’nın gerçek kimliği bilinerek uzun süreli yakın ilişkiler içerisinde sürdürülmüş olması,

Bu kişilerin her üçününde üzerinde ruhsatlı tabancaları, yanlarındaki korumaların ayrı ayrı zati silahlarının bulunmasına rağmen ayrıca saldırı, suikast ve gizlice cinayet işlemekte kullanılabilecek vahim nitelikte ve sayıda silahları ve mermilerle, 34 NUL 63 numaralı sahte plakaları (koruma amaçlı olmadığı İst.Emn.Md. yazı ve araştırması ile saptanmıştır.) ve birçok sahte belgeleri yanlarında bulundurdukları nazara alındığında, bu kişilerin son olaydaki beraberliğinin basit bir tatil gezisi veya başsağlığı ziyareti ile izah edilmesi inandırıcı görülmemiştir. Kaldıki, yukarıdaki tesbitlere göre bu beraberlik tesadüf değil önceden tesbit edilmiş bir buluşma olduğu, İstanbul’da bulundukları ilk günde Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak ve Hüseyin Kocadağ’ın gizlenin buluşmaları ve görüşmelerinden anlaşılmaktadır.

Bu durum, adı geçen kişilerin, yanlarında koruma olarak bulundurdukları kişilerle birlikte, yasalara aykırı silahlı bir eylem hazırlığında bulundukları kanaatini oluşturmuştur.

- Bu silahlardan ve mermilerden bir bölümünün Özel Harekat Daire Başkanlığı kaynaklı oldukları ve 1993-1994 yılları itibariyle Emniyet Genel Müdürlüğünde kuvve kayıtlarında bulunmaları gerektiği tesbit edilmiştir. Buna rağmen bu silah ve mermilerin kaza yapan otomobil içerisinde ve orada bulunan kişiler elinde ne maksatla bulundukları ve onlara nasıl intikal ettirildikleri, Emniyet Genel Müdürlüğünün cevabi yazılarında, izah edilememiştir. Silah taşımasına yardımcı olunması hususundaki özel belgeler ve diğer ilişkilerde nazara alındığında bu silah ve belgelerin, belirtilen tarihlerde Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar ve Özel Harekat Daire Başkan Vekili olan İbrahim Şahin’in talimatları ve bilgileri dahilinde adı geçen kişilere verildiği kanaati oluşmuştur.

- Abdullah Çatlı’nın üzerinde bulunan ve yukarıda ayrıntıları izah edilen sahte belgeler, Abdullah Çatlı (Mehmet Özbay sahte kimliği ile) ve Yaşar Öz adına düzenlenen silah taşıma izin belgeleri ve hususi yeşil pasaportlarında yine, Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemlerde ve onun bilgisi ve talimatı doğrultusunda düzenlenerek, bu belgelerle, devlet tarafından aranan ve birçok yasadışı eyleme katılmış oldukları saptanan kişilerin kolaylıkla silah taşımaları ve kolaylıkla yurtdışına çıkış ve dönüşleri sağlanarak çeşitli imtiyazlarla donatılmış oldukları anlaşılmıştır.

- Ömer Lütfü Topal isimli kişinin öldürülmesinde (olay yukarıda ayrıntılı olarak izah edilmiştir) kullanılan silahın şarjöründe Abdullah Çatlı’nın parmak izi bulunmuş ve Abdullah Çatlı’nın bu olaya iştirak etmiş olduğu bu somut delil ile tesbit edilmiştir. Öldürülen Ö. Lütfü Topal İstanbul’da ve Türkiye’nin muhtelif yerlerinde faaliyet gösteren birçok kumarhanenin işletmecisidir. Bu işletmelerden çok büyük miktarlarda paralar kazanılmaktadır. Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir isimli şahıslarda Ömer Lütfü Topal’ın İstanbul’daki bir kumarhanesinin ortaklarıdır. Bu kişiler bir ihbar üzerine üç polis memuru ile (A. Çarkın, E. Ersoy, O.Yorulmaz) birlikte Ö.L.Topal’ın cinayet zanlıları olarak gözaltına alınmışlardır. İst.Emm.Md.Asayiş Şube Md.de gözaltında bulundukları sırada daha ilk saatlerden itibaren Sedat Edip Bucak İstanbul İl Emniyet Müdürüne defalarca telefon açarak bu kişileri gözaltından kurtarmaya ve araştırmanın genişletilmesini engellemeye yönelik girişimlerde bulunmuştur, araştırmanın 1. günü henüz tamamlandığında ise. Mehmet Ağar’ın talimatı İbrahim Şahin’in bizzat İstanbul’a gelmesi ile bu kişiler apar topar İstanbul Emniyet Müdürlüğünden Ankara Emniyet Genel Müdürlüğüne götürülmüş ve orada kısaca ifadeleri alınıp yüzeysel bir inceleme ile ve yasal olmayan bir uygulama ile serbest bırakılmışlardır. Hatta daha sonra birçok olayda adı geçen Ayhan Akça’nın salıverilme tutanağında imzası bulunması dikkat çekicidir.Kaldıki İstanbul’daki sorgulama ve soruşturmanın hukuka uygun şekilde yapılmadığı ve iddia edilen kasetin de elde edilemediği anlaşılmıştır.

Bu kişilerin acele olarak Ankara Emniyet Genel Müdürlüğüne götürülmeleri, özel timler hakkında kamuoyunda olumsuz kanaat oluşmasını önlemek olarak izah edilmeye çalışılmıştır. Ancak, bu kişilerden ikisi sivil şahıstır, özel timlerle ilişkileri yoktur. Diğer polis memurlarının ise önceki tarihlerde özel harekat dairesi ile ilişkileri zaten kesilmiştir. Kaldıki, bu tür uygulamanın mutad olmadığı bizzat İstanbul İl Emniyet Müdürünün ifadesinde belirtilmiştir. Şöyleki; Emniyet amiri, başkomiser ve komiser rütbelerinde birçok emniyet mensubu muhtelif suçlardan muhtelif tarihlerde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınarak sorgulamaları yapıldığı halde (hatta bir bölümü orada suimuameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.) Emniyet Genel Müdürlüğü veya İçişleri Bakanlığının bu kişiler hakkında yapılan işlemler ile herhangi bir şekilde ilgilenmedikleri ve ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü nezdinde herhangi bir araştırmaya kalkışmadıkları, zaten bu olayda Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel’in de devre dışı bırakıldığı ve kendisine herhangi bir bilgi verilmediği anlaşılmıştır. Bunların dışında, Ö. Lütfü Topal’ın öldürülmesi olayı sebebiyle gözaltına alınan bu üç polis memuru (Mustafa Altınok, Enver Ulu ve Ömer Kaplan isimli polis memurlarıile birlikte) Ö.L.Topal’ın öldürülmesine tekabül eden zaman diliminde, Sedat Edip Bucak’a koruma görevlisi olarak tayin edilerek orada toplanmaları sağlanmıştır. (koruma tayininde aciliyet unsurunun bulunmadığı ve birkısım işlemlerdeki usulsüzlükler Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporunda ve yukarıdaki ilgili bölümlerde izah edilmiştir.) Ö.L.Topal’ın öldürülmesine iştirak ettiği somut delillerle saptanan Abdullah Çatlı ile bu olayın zanlıları olarak gözaltına alınan ve aynı zamanda Ö.L. Topal’ın ortakları olan Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir ile, Sedat Edip Bucak ve onun yukarıda isimleri yazılı korumaları, uzun süreden beri tanışmaktadırlar ve sıksık biraraya gelmektedirler. Keza, bu kişilerin hepsi Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin ile de tanışmakta ve onlarla da ilişkili bulunmaktadırlar. Ö. L. Topal’ın öldürüldüğü günlere tekabül eden zaman diliminde ve ayrıca bu olaydan önceki ve sonraki günlerde, Abdullah Çatlı, Sedat Edip Bucak, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir ve Sedat Edip Bucak’ın korumaları arasında yoğun ve dikkat çekici şekilde telefon görüşmeleri yapıldığı tesbit edilmiştir. (telefon görüşmelerinin detayları birkısım sanıklar hakkında iddianame ile dava açılmak üzere tefrik edilen dosyada ayrıntılı olarak izah edilmiştir.) Yine, olayın vuku bulduğu tarihe yakın zamanlarda Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir ve S.E.Bucak’ınkorumaları, Siverek’te S.E.Bucak’ın ikametgahında toplanmışlardır. (fotoğraflarla ilgili bölümde izah edilmiştir.)

Adı geçen bu kişilerin böyle bir olay etrafında yoğun görüşme, beraberlik ve dayanışma içerisinde bulunmaları, özel kasıtla hareket ettikleri kanaatini oluşturmaktadır.

- Tarık Ümit’in kaybolması olayı ile ilgili bölümde izah edildiği üzere; Tarık Ümit’in kaybolduğu gün, en son görüştüğü kişiler İbrahim Şahin’in uzun süredir yanında bulunan ve görev ilişkilerinin dışında daha ileri özel ilişkiler içerisinde oldukları anlaşılan polis memurları Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu’dur. Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlunun Tarık Ümit’in kaybolması olayı ile ilgilerini tesbit eden ve bu istikamette araştırma yapan Jn.Ast.Sb. Ahmet Altıntaş’a İbrahim Şahin yasal olmayan bir şekilde müdahale ederek araştırmanın sürdürülmesini önlemiştir. Bu olayda yine Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Haluk Kırcı, İbrahim Şahin, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Çarkın’ın isimleri geçmektedir. Tarık Ümit’in kaybolması olayında bu kişilerle ilişkiyi tesbit eden MİT konturterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, Tarık Ümit’in Abdullah Çatlı ve adamları tarafından kaçırıldığını ve sorgulandığını ifade ederek durumu Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’e intikal ettirmiştir. Bu isimler ve bildirim karşısında Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin’in davranışları bu olayda Abdullah Çatlı’nın varlığı ve adı geçen diğer kişilerle birlikte eylemleri hususunda bilgi sahibi olduklarını göstermiştir.

Ayrıca, İbrahim Şahin’in koruma görevlisi olan Ayhan Akça’nın, yurtdışından ülkeye, uyuşturucu madde satışından elde edilen parayı nakletmek suçundan yakalanan Dilek Örnek hakkında, İstanbul DGM.C. Başsavcılığınca halen tahkikatı sürdürülmekte olan olaydada sanık olarak hakkında yasal işlem yapılmaktadır.

- Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu’nun çocuklarının İstanbul’da bir gazinoda yapılan sünnet düğününde dosyada mübrez birkısım fotoğraflarda görüldüğü üzere Abdullah Çatlı ve İbrahim Şahin’in, fezlekede adı geçen tüm polis memurları ile birlikte oldukları görülmektedir. Ziya Bandırmalıoğlu’nun İstanbul DGM.C. Başsavcılığında sanık sıfatı ile alınan ifadesinde bu düğünde kirveliğini yapan Abdullah Çatlı’nın bu görevi Ankara’da Sedat Edip Bucak’ın yazıhanesinde bulundukları bir sırada onunda önerisi ile birlikte kararlaştırdıkları ve gazinonun ve düğününde bulunan sanatçıların tüm masraflarının Abdullah Çatlı tarafından ödendiğini ifade etmiştir. Bu olayda, adı geçen kişiler arasındaki ilişkilerin ve beraberliğin boyutlarını göstermektedir.

Tüm bu deliller ve belgeler ile birlikte nazara alındığında, haklarında fezleke düzenlenen kişilerle (ayrıca haklarında iddianame ile dava açılan ve yukarıda isimleri geçen) kişilerin tüm olaylarda isimlerinin birlikte yeraldıkları görülmektedir.

Bu birlik ve beraberliğin tesadüflerden ibaret olmadığı, polis memurları sanıkların sadece koruma görevi yapmak maksadıyla tayin ve tahsis edilmedikleri, bunların özel kasıt altında bir araya toplandıkları ve bu suretle; devlet tarafından muhtelif suçlardan aranan kişiler, kumarhane işletmecileri, birkısım yönetici ve siyasetçiler ile özel harekat daire başkanlığında görevli bazı polis memurlarının cürüm işlemek için teşekkül oluşturdukları veya bu teşekküle katıldıkları anlaşılmıştır.

Yapılan inceleme ve alınan bilgiler çerçevesinde değerlendirildiğinde; konunun hukuksal, ekonomik, siyasal ,sosyal ve uluslararası boyutları bulunmaktadır.

Çıkar amaçlı yasadışı örgütlerin devletle olan ilişkileri vardır ve devletin içinde yasadışı örgütlenme oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu örgütlenme esas olarak, hukuk devletinden uzaklaşılmasından kaynaklanmıştır. 1982 Anayasası hukuk boşluğu ortaya çıkarmıştır. Bu kamu yöneticileri üzerinde sorumluluk oluşmamasına neden olmuştur. 1982 Anayasası’nın Geçici 15 nci maddesi ile getirilen dönemin Milli Güvenlik Konseyi Üyelerinin her türlü hukuki ve cezai sorumluluğunun bulunmadığına ilişkin düzenleme buna bir örnektir. Geçmiş iktidarlar dönemindeki “Anayasayı bir kere delsek ne çıkar”, “Benim memurum işini bilir” şeklindeki hukuk dışı uygulamalara ilişkin sözler, kamu yöneticilerinin kendi başlarına hareket etmelerine yöneltmiştir. Köşeyi dön anlayışı yerleşmiştir.

Devletin gizli istihbarat örgütleri ile ilgili yapı bozuklukları vardır. Bu örgütler kendi asıl işleri yerine, operasyonlara ve başka işlere katıldıkları anlaşılmıştır. Bu nedenle, hukuk dışı faaliyetlere girişmelerinin denetlenmesinin zor olduğu ve kendi mevzuatlarına uyup uymadıkları dahi bilinememektedir. Mehmet EYMÜR’ün ifadesine göre, Gizli istihbarat örgütlerinin (MİT, Genelkurmay İstihbarat, Polis İstihbarat , JİTEM v.s.) kontrol mekanizmaları olmadığından, yaptıkları işlerin hukuka uygun olup olmadığı denetlenememektedir.

Organize suç örgütlerinin devlete sızmalarının başka bir nedeni de, ekonomiktir. Bu örgütler ekonomik güç elde etmek için siyasal gücü de kullanmaktadırlar. Karaparanın aklanmasında, özellikle uyuşturucudan sağladıkları gelirlerin (tahminen 50 milyar $) aklanması gerekliliği devlete sızmalarında etkili olmuştur. İhracatı teşvik eden kararlar alınmıştır. Bu, önce ihracatın verilen teşvikler ile desteklenmesi şeklinde olmuştur. Yapılan bu uygulamalar kayıtdışı ekonomi içinde karapara aklama işlerini kolaylaştırmıştır. Bunların bir kısmı hayali ihracat şeklinde gerçekleşmiş ve ihracatı patlatmıştır. Karapara ile ilgili ihracat teşvikleri, siyasîler tarafından düzenlenen Karar, Tebliğ ve Genelgeler ile uygulanmıştır. Dönemin Başbakan’ının İsviçre’deki bir otelde Berber Yaşar ve Şekerciyan gibi bu alanda bilinen kişilerle görüşmesi bu işin göstergelerindendir. Daha sonra ayni dönemde gazinoların açılması için hukuki kararların alınması da anlamlıdır.

Karaparanın aklanması için çok sayıda kumarhane ve gazinoların açılmasına izin verilmiştir. Özellikle, 1994 yılından sonra yoğunlaşarak, Ömer Lütfi TOPAL’ın sahibi olduğu Emperyal A.Ş’ye oyun salonları izinleri verilmesi, gıyabi tutuklu iken İstanbul’da gazinolar arasında elini kolunu sallayarak dolaşması, ayrıca dikkat çekici niteliktedir.

Bankacılık mevzuatında yapılan düzenlemelerden sonra banka kurulması kolaylaştırılmış hatta tek şubeli bankalar açılmasına izin verilmiş ve bazı bankaların mevduat ve öz kaynaklarının üzerinde Hazine Bonusu ve Devlet Tahvili alarak sözkonusu kara paralarını aklamalarına olanak sağlanmıştır.

Aynı şekilde döviz bürolarının sayısı hızla artarak bu işlemleri kolaylaştırır hale gelmiştir. Özetle, karparanın aklanmasına uygun şartlar her dönemde hazırlanmıştır.

Bütün bu organizasyonların bu kişilerce rahatlıkla yapılabilmesi, vize alma zorluğu bulunan ülkelerden kolaylıkla vize almaları ve yasal olmayan işlerini karşı ülkelerde rahatlıkla yapabilmeleri bu organizasyonların yurtdışı bağlantılarının da bulunduğunu göstermektedir. Nitekim, Abdullah ÇATLI’nın 142 kere yurtdışına kolaylıkla giriş ve çıkış yapması, vize zorluğu bulunan ülkelerden kolaylıkla vize alması buna bir örnektir. Bu ilişkiler gizli servis düzeyinde (örneğin, Ağca - Papa ilişkisi) veya yasadışı örgütlerin birbirleriyle ilişkisi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, uyuşturucu maddelerin yapımında kulllanılan kimyasal maddelerin Avrupa ülkelerinde üretilmesi ve Avrupadan çıkış yapması da bu görüşümüzü doğrulamaktadır. Komisyonumuzun yeterli zamanı ve imkânlarının olmaması nedeniyle, konunun yurtdışı boyutu araştırılamamıştır.

Diğer taraftan; Milletin ahlakî değerlerini önemsemeyen bazı kamu görevlileri söz konusu yasal olmayan gelişmelerde etkili olmuştur.

Bazen de siyasîlerin konularındaki bilgi yetersizliği bu organizasyonların işlerini kolaylaştırmıştır.

Öte yandan, Türkiye’nin coğrafik ve stratejik şartları da bu oluşumlarda etkili olmuştur.

Toplumun sosyo - psikolojik yönünü birinci derecede etkileyen bu tür olayların bağlantısı olan ve kamu adına bulunduğu mevkiide görev yapan personel hangi mevkide olursa olsun, bu personelin bağlı olduğu kurum hangi kurum olursa olsun “Kurumun prestijinin sarsılacağı, yara alacağı yada devletin zarar göreceği” düşüncesinin arkasına sığınılıp yanlış yapanlara göz yumulması yerine, hakkın adaletinin tesisi ve kanun hakimiyetinin sağlanması için kişi veya kurum farkı gözetilmeden yolsuzlukların üzerine gidilmelidir.

Bilgisi ve görüşüne başvurulan birkısım kişiler Komisyonumuza; olayların 1970’li yıllarda başladığını ve o dönemde devlette bazı güçlerin, sağ - sol kavgasını başlattıklarını, devletin içindeki bazı kurumların haberdar olduğunu ve yönlendirdiğini, sabah sol görüşlü kişilere sıkılan silahın akşam sağ görüşlü kişilere sıkıldığını söylemişlerdir. Bu olaylar 12 Eylül 1980’ne kadar devam etmiştir. 12 Eylül’den sonra bir kısmı ülkücü olarak bilinen ve aranılan şahıslardan olan bazılarının devlet tarafından yurtiçinde ve yurtdışında bazı operasyonlarda kullanıldığı, Komisyonumuza verilen beyanlar ve intikal eden birtakım bilgi ve belgelerden anlaşılmıştır. Bu şekilde kullanıldığı anlaşılan kişilerin, devlet imkânlarından; yeşil pasaport, silah belgesi ve bir takım maddi imkânlar şeklinde en yüksek seviyede yararlandırıldıkları görülmüştür.

Önce resmi şekilde meşru amaçlarla oluşturulan teşkilatlarda yer alan bazı şahıslar bir süre sonra aralarında kurdukları iç örgütlenmeler ile meşru işlerinin yanında kendi adlarına çıkara dayalı yasadışı işler yaptıkları bu kişilerin yeterince kontrol altında tutulamadığı ve neticede tamamen kendi kişisel çıkarları için hareket ettikleri anlaşılmaktadır.

Bu olayın gerisinde;

1980’den sonra Türkiye’de görülen hızlı ekonomik ve sosyal değişimin, bazı rantların ortaya çıkmasına yol açması; bu rantların çok büyük rakamlara ulaşması, bu kişileri hayali ihracat, haraç, çek senet tahsilatı, kumar, uyuşturucu ticareti v.b. yasadışı işlerden çıkar sağlamaya yöneltmiştir. Kayıtdışı ekonomide bu işleri kolaylaştırmıştır. Kamu sektöründe “Benim memurum işini bilir” felsefesinin hakim kılındığı, bu dönemde bazı resmi olmayan gruplar (örneğin Papatyalar) Devlet işlerini bazı yönleriyle istismar eder hale geldiği ve devlet idaresinin yozlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Hatta bu tip kişi ve gurupların Türkiye’deki bilinen bazı siyasal partilerin kongrelerini etkiler hale geldikleri de yaşanmış bir vakadır. Bu olumsuz gelişmeler anılan kişilere daha da cesaret verirken, çıkar amaçlı organize suç örgütlerinin faaliyet sahaları genişlemiş, etkinliği daha da artmıştır.

Konunun bilimsel yönüne bakıldığında; 70’li yılların başlangıcından itibaren Batı ülkelerinde suç kovuşturmasıyla yetkili makamlar, o zamana kadar anlamı ve kapsamı tam olarak teşhis edilmeyen bir suçluluk türüyle mücadele hakkında, yeni araştırma ve arayışlara girişmişlerdir. Bu suçluluğun failleri, suç işleme metodlarını sürekli geliştirmekte ve böylece bu konudaki polis kovuşturmasından rahatlıkla kurtulabilmektedirler. Çok gelişmiş bir profesyonellik ve ticarileştirme yoluyla işlenen bu suçlar, organize suçluluk olarak adlandırılmıştır. Bu tür suçların işlenmesine katılanlar, legal bir görüntü arkasında, serbest piyasa ekonomisinin imkânlarından yasalara uygun davranan işadamları gibi yararlanabilmektedirler. Hemen belirtmek gerekir ki, sözkonusu suçların failleri, illegal faaliyetlerinin toplum dışında kalarak değil, aksine legal bir görüntünün korunmasında hatta bazen toplumun birkısım tabakalarının desteğiyle sürdürmektedirler.

Organize suçların teşhisindeki zorluklar ve bu tür suçluluğun verdiği zararın önemi nedeniyle, klasik metodlar dışında yeni mücadele yollarının aranması araştırmalarını zorunlu kılmıştır. Bu tip suçlar ile mücadelenin zorluğu, bu organizasyonların iç bünyesine müdahele veya sızmayı önleyen ve çok iyi işleyen savunma, engelleme, sızdırmama mekanizmalarını sahip olmalarıdır. Bu savunma mekanizması; yasadışı eylemlerin iyi bir şekilde düşünülüp planlanmasına ve icrasına, hiyerarşik bir grupsal yapılanmaya, uluslararası irtibatlar kurmaya, profesyonel biçimde işleyen bir lojistiğe, yasadışı kazançların değerlendirilmesi ve meşrulaştırılmasına, hizmet etmektedir. Dışarıdan gelecek müdahaleleri engelleyen bu mekanizma ile ceza kovuşturmasına karşı özel önlemler alınmakta, örneğin komplocu taktikler uygulanmakta, kamu görevlilerine rüşvet verilmekte, tutuklu sanıklar bilgilendirilmekte ve yakınlarının ihtiyaçları giderilmekte, onlara avukat tutulmaktadır.

Organize suçluluk çerçevesinde, organize oluş biçimine göre farklı bazı derecelendirmeler, kademeler yapılabilir. Bu bakımdan en alt kademede çete suçluluğunun varlığına şahit olunmaktadır. Orta derecede organize suçluluk ise, sağlam, düzenli bir planlama ve stabil bir yapı göstermektedir. Ağır organize suçluluk ise, mafya benzeri organizasyonlar sozkonusu olup, bunlar ekonomik kazanç yanında siyasî gücü de elde etmeyi amaçlamaktadır.

Geniş aile, çıkara dayalı yasadışı örgütlenme biçiminin organize ettiği suç ve suçluyu yasalara karşı koruma güvencesini yasadışı odakların koruması altında gören geniş bir kitle yaratmak ve bu kitlede yer alan bireylere yasadışı işler yaptırmak, ki bunlar; silah, uyuşturucu madde kaçakçılığı, gecekonduculuk, uyuşturucudan kazanılan paraların banka, bankerlik, müteahhitlik ve kumarhanelerde aklanması işlemi, toprak gaspı, işgal, adalet mekanizmasının felce uğratılması, dolaylı iflaslar, irtikap, tekelleşme, tekelleri kırmaya teşebbüs edenlere karşı güç kullanımı, silahlı soygun, gasp, girişimcilik maskesi altında yasal boşluklardan yararlanarak ekonomik çıkar sağlamak, avukatlık mesleğini mafya toplum düzeninin devamını sağlamak amacıyla istismar ederek, adalet mekanizmasına paraziter unsurlar sokmak ve adalet dağıtımında aracılık yapmak, (hemşehrilik, akrabalık, dostluk) ilişkileri tesis ederek veya bu ilişkileri kötüye kullanarak kolluk kuvvetlerini devletin değil, Mafya grubun çıkarları doğrultusunda kazanıp yönlendirmek, haraç almak, korsan endüstri kurmak (marka, kaset, plak, ilaç, gıda maddesi ve her türlü sanayi ürünün sahtekarlığı), kalpazanlık, eksik gramajlı ambalajlar, kaçak et kesimi, kaçak gıda maddesi üretimi, pazar yerlerinde yer belirlenmesi, her türlü ihale yolsuzlukları, ihalelerde kaba kuvvet kullanılması, minibüs ve dolmuş hatlarının paylaşımı, çay bahçeleri işletmeciliği, yerel yönetimler üzerinde rüşvet ve kaba kuvvet kullanarak baskı tesis edilmesi, imar ve iskan işlerinde yapılan yolsuzluklara arabuluculuk edilmesi (vergi daireleri, su ve elektrik işleri, tapu dairelerinde) yapılan yolsuzluklarda arabuluculuk yapılması, kamu görevi yapan dairelere para karşılığı adam yerleştirilmesi, sendikalarda faaliyette bulunarak kişi ve gruba çıkar sağlanması, her türlü bilet sahtekarlığı, fuhuşun organize edilmesi, randevu evlerinin korunmasının üstlenilmesi, yolsuzluğa eğilimli bazı bürokratlarla fuhuş ve kumar sektörü yönetimi arasında aracılık yapmak, bürokratik tayinlerde aracılık yapmak, her türlü ideolojik çatışmanın tırmandırılması ve böylece silah ve cephane tüketimine uygun pazarlar yaratılması, uyuşturcu pazarları yaratılması terörün bir yönetim ve iktidar aracı olarak sürekli kullanılması, merkezi devlet otoritesine karşı güç kullanarak zaafa uğratılması, meydana gelen otorite boşluğunun yasadışı örgütlü güçler tarafından doldurulması, v.s.

Diğer taraftan yasalara herkesten fazla saygılıymış gibi davranmak. Bu iki yüzlü davranışını bilip de bilmiyormuş gibi görünen yandaşları, bürokratı kollamak ve kullanmak. Bu iki yüzlülüğe karşı çıkan bürokrata karşı ise yıldırmak amacıyla kaba kuvvet ve silah kullanımı da dahil her türlü gücü kullanmak... baskı yapmak... bu örgütlerin ilgi alanları ve tipik davranışları olmuştur.Hatta bazı kamu görevlilerinin öldürülmesi örnek olarak değerlendirilebilir.

Uygulama ve fiili durumun tesbiti amacıyla komisyon tutanaklarına yeniden dönüldüğünde,

Bu kontrol edilemeyen güçlerin devletin bazı kurumlarında çalışan birkısım görevliler ile ilişki içinde bulundukları, siyasî bağlantılar kurdukları kuvvetle muhtemel görülmektedir. 1990’lı yılların başından itibaren Güneydoğu’daki terör olaylarının artış göstermesi, bu bölgede “terör rantı” doğurmuştur. Bu Bölgedeki aşiret reislerinin güçlü hale getirilmesi bu rantın artırılmasını ve bölüşümünü kolaylaştırmıştır. Doğu ve güneydoğudaki feodal yapının olumsuzluğuna yönelik ilişkilerin bulunması, geçici köy koruculuğu sistemi içerisinde toplumsal boyutuyla yarattığı mahzurları yanında, aşiretlerin uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapmasına zemin hazırlamıştır. Faili meçhul cinayetler binleri bulmuştur. Nitekim faili meçhul cinayetlerle ilgili olarak Hüseyin OĞUZ “Akşam istihbarat örgütleri bize bir liste verirdi, sabahleyin de tetikçiler bu listeleri gider vururlardı” demiştir. Faili meçhul cinayetler yasadışı örgüt mensuplarının başı sayılacak kişiler üzerinde yoğunlaşmıştır. Örneğin, kumarhaneler kralı olarak bilinen Ömer Lütfi TOPAL, uyuşturucu ticaretinin önde gelen kişilerinden Behçet CANTÜRK v.s. Siyasal nitelikli cinayetlerin önemlice bir kesiminin suçlularının bulunamamış ve cezalandırılamamış olması, bir yandan bu cinayetleri yüreklendirici bir ortam oluştururken, diğer yandan da devlete olan güveni ciddi bir biçimde sarsmaktadır. Bu cinayetlerin kimler tarafından işlenmiş olabileceği yolunda çeşitli tahmin, spekülasyon ve suçlamalara da neden olmaktadır. Bazan bu suçlamalar çeşitli odaklarca amaçlı olarak da yapılmaktadır. Bunun sonucu kitleler arasında kırgınlıklar, güvensizlikler ve zaman zaman da kutuplaşmalar doğmakta, tüm bunlar toplumun iç bütünlüğünü, iç barışını ağır bir biçimde sarsmakta ve devlet - toplum ilişkisini ciddi bir biçimde zedelemektedir. Bu nedenle yasal olmayan eylemlere karışan kişiye, ister kamu görevlisi ister görevi olmasın vatandaş olsun, yapılan eylem sonucunda hakkında idari ve cezai işlem yapılacağına yönelik kanun hakimiyeti sağlanmalıdır.

Yine, ülkemizde uzun süreden beri yaşanan yüksek enflasyon ahlakî yozlaşmayı beraberinde getirmiştir. Bütün bu olumsuzluklar, kontrolsuz kalan güçlerin rant sektörlerini ele geçirmelerine imkân sağlamıştır. Bu rant sektörlerinin değerlendirilmesinde sözügeçen kişilerle birlikte, güvenlik güçlerinden birkısım görevliler, birkısım siyasetçilerin de bu kişilerle ilişki içerisine girdiği anlaşılmıştır. Özel Hareket Daire Başkanı İbrahim Şahin ve Özel Hareket Daire Başkanlığı’na bağlı birkısım polis memurlarının devletçe terörle mücadelede kullanılmak üzere ithal edilen silahları ve imkânlarını sözkonusu yasadışı güçlerın işlerinde kullandıkları iddiaları ile yargılanmaktadırlar.

Bu kişilerin bu şekilde yasal olmayan yollardan bu “rant” ları sağlamalarında devlet görevlilerinden himaye gördükleri ve işbirliği içinde oldukları açıktır. Diğer bir ifade ile, yasadışı örgütlerin yasadışı faaliyetlerinin devlet içerisinde bulunan bazı şahıslarla irtibatlı oldukları anlaşılmıştır. Bu irtibat, yapılan yasadışı faaliyetlere göz yumma, biilfiil işbirliği içerisinde olma şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu yasadışı örgütlerin, genelde uyuşturucu, silah kaçakçılığı, kumarhanelerden gelir elde ederek varlıklarını idame ettirdikleri anlaşılmıştır. Hukuka bağlı çağdaş hukuk devleti giriştiği tüm eylemlerin ister kendi ajanları olsun ister taşaron kullansın, yaptırdığı tüm faaliyetlerden sorumludur. bazı kamu görevlileri ve bazı siyasetçilerin işgal ettikleri makamları kişisel kazanç ve siyasî amaçlarla istismar etmeleri giderek yaygınlaşmakta; bu neticede, örgütlü organize suçları besleyen bir kaynak mahiyeti taşır hale gelmektedir. Kaldı ki hukuk devleti meşru olmayan personel kullanmaması gerekmektedir.

Bu ilişkilere örnek olması bakımından; Yurdışında uyuşturucu madde kaçakçılığından 5 yıl Belçika, 5 yıl ABD’de mahkumiyeti bulunan Ömer Lütfi TOPAL’ın Yönetim Kurulu Başkanı ve sahibi olduğu Emperyal Otelcilik ve Turizm A.Ş. özellikle 1994 yılından sonra Turizm Bakanlığınca yayınlanan Talih Oyunları Yönetmeliğinin ilgili hükümlerine göre, sözkonusu uyuşturucu madde kaçakçılığından almış olduğu mahkumiyetten dolayı hiçbir şekilde bu şirkete talih oyunları işletme izni verilmemesi gerekiriken, adıgeçenin yönetim kurulu başkanı ve sahibi olduğu sözkonusu şirket adına 13 şirkete talih oyunları işletme izni Turizm Bakanlığınca verilmiştir. Diğer taraftan, sadece bir otelde kayıt dışı bulunan oyun masaları ve oyun makinaları için devlete ödenmesi gereken katkı paylarından sadece 1994 yılında yaklaşık 200.000 $ kaybı vardır.. Bu rakam tüm kumarhaneler için bütün yılları içine alacak şekilde düşünüldüğünde büyük rakamlara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Mevcut oyun araç ve gereçleri yokmuş gibi gösterilerek, bunların yerine kayıtdışı kumar alanlarının oluşmasını sağlamak amacına yönelik olduğu düşünülen ithallere izin verilmiştir.

Kamuoyunda hayali ihracat olarak bilinen konuda, gerçek dışı ihracat yapanlara genellikle belirtilen organizasyonlara haksız yere devlet bütçesinden trilyonlarca teşvikler ödenmiştir. Hazine arazilerinin yağmalanmasına izin verilmiştir. Yasa dışı örgüt mensuplarının başı sayılan kişiler hakkında çeşitli suç iddialarına rağmen herhangi bir işlem yapılamaması, yakalananların bir kısmının ( Örneğin, Kürşat YILMAZ) ellerini kollarını sallayarak hapishanelerden ceza aldıkları gün çıkmaları düşündürücüdür. Yasa dışı örgüt mensuplarına yapılan baskınlar önceden kendilerine bildirildiklerinden, yapılan baskınlardan sonuç alınamamıştır. Eski Başbakan Yardımcısı Murat KARAYALÇIN, Devlet ve Çalışma Eski Bakanı Ziya HALİS, HADEP Denizli İl Başkanı Yavuz ALTINMAKAS, DEHA TV Sahibi Bulut ÖZDEMİR’i öldürecektik. Musa ANTER’i de öldürdük diye ve haklarında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesince yakalama müzekkeresi düzenlenmiş olan suçluların otellerde ağırlanması düşündürücüdür. Ayrıca bu kişileri yasalar gereği ihbar ile görevli ve sorumlu olanların da sorgulanması gereklidir.

Bütün dünyada yankılar uyandıran Uluslararası rüşvet ve yolsuzlukların önemli bir örneği olan Lockheed olayı ülkemizi de yakından ilgilendirmiştir. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1976 yılında Meclis Araştırma Komisyonu kurulmuştur. 15 ay çalışma neticesinde 524 sayı ile 278 sayfalık bir rapor hazırlanmıştır. Bu rapor bugün tartıştığımız gerçekleri yıllar önce görmemizi sağlayabilirdi. O nedenle Lockheed raporunun yeniden gün ışığına getirilmesi uygun olacaktır.

Yasa dışı örgütlerin hukuk devleti kuralları çerçevesinde önlenmesi ve tamamen ortadan kaldırılması gerekirken, aksine büyütülmüşlerdir. Bu büyüme siyasîler, güvenlik güçleri, istihbarat teşkilatlarının görevlerini yapmamasından kaynaklanmıştır. Bütün bu gelişmeler yasadışı olarak adlandırılan bu örgütlerin ve oluşumların büyümelerine ve etkinliklerini artırmalarına yol açmıştır. Bütün bu gelişmelere rağmen, hukuki takibatlar yapılamamış, yapılanlardan da bir çoğu sonuçsuz kalmıştır.

Sözkonusu suç örgütleri ile ilgili bilgiler devletin güvenlik birimlerinde olduğu halde, bu bilgilerin devletin en üst seviyedeki görevlilerine verilmesi gerektiği, verilmemiş ise ilgili kamu görevlilerinin sorumluluğunun bulunduğu düşünülmektedir.

Devlet içinde çok sayıda istihbarat teşkilatı kurulurken, bunlar arasında koordinasyonsuzluk ve çekişme yaşandığı anlaşılmıştır. Hatta JİTEM’in ne görev yaptığı tam olarak öğrenilememiştir.Jitemin varlığı tartışılırken eylemlerinin tartışmasız gerçek olduğu ortaya çıkmıştır.

Kamu sektöründeki teftiş ve denetim sistemi bu arada işlevsiz bırakılarak denetim sistemi çökertilmiştir. Özellikle kamu kuruluşlarında, muayyen bir dönemden itibaren devlet içerisinde çalışma mekanizmasını yavaşlattığı ve ekonomik gelişmeyi engellediği gerekçe gösterilerek denetim, inceleme ve teftiş işlemleri yavaşlatılmış, denetim elemanlarının ücretleri alt seviyelere çekilmiştir. Denetim işlemleri periyodik olarak her yıl yapılmak yerine, ihtiyaç duyulduğunda yapılır hale getirilmiştir. Devletin güvenlik raporlarında mafya ile ilişkisi olduğu söylenen kişilerin zaman zaman en önemli görevlere atanmış ve Bakan dahi yapılmıştır.. Hasan Celal GÜZEL’in verdiği bilgilere göre, bunların bilinçli yapıldığı, yolsuzluğa karıştığı iddia edilen Bakanların bir bakanlıktan alınarak, başka bir bakanlığa atandığı öğrenilmiştir.

Bütün bu gelişmeler sonucunda, çağdaş anlamda hukuk devleti olma yapısından uzaklaşılmış ve devlet içinden de yandaşlar, işbirlikçileri olan yasadışı güçler oluşumuna ve bu güçlerin yasal olmayan şekilde yukarıda belirtilen alanlardan büyük kazançlar sağlamalarına olanak sağlanmıştır. Bu örgütler amaçlarına ulaşmak için, her türlü yasadışı faaliyeti (tehdit, adam öldürme, haraç, v.s) yapar hale gelmiştir. Olayların üzerine gidecek devlet görevlilerinin (güvenlik güçleri, adli merciler) ve vatandaşların ( şikayet, şahitlik şeklinde) güvenliği yeterince sağlanamamış ve sözkonusu yasal olmayan güçler her türlü yasal olmayan işlerini kolaylıkla yapar hale getirilmiştir. Bu durum vatandaşın devlete olan güvenini olumsuz yönde etkilemiştir.

Olayların bu şekilde gelişmesinde, devletimiz adına kamu görevlilerince yapılan birkısım işlemlerin devlet sırrı kavramı altında saklanması etkili olmuştur. Buna, Korkut EKEN’in “Silahları nereye verdiğimi söyleyemem. Çünkü devlet sırrıdır” demesi bir örnek oluşturmaktadır.

Yasalarımızın bu olaylara yönelik cezalarının yeterince caydırıcı olmaması da bu oluşumları desteklemiştir.

Çıkar temeline dayalı organize suç örgütlerinin devletin yasal ve idari bakımdan boş bıraktığı veya zaafiyeti bulunduğu alanlarda, faaliyet sahası bulmakta ve yaşamlarını hem birbirleriyle hem de yurtdışı uzantılarıyla ve bazı kamu görevlileriyle de sürekli veya iş bazında işbirliği yaparak sürdürmekte oldukları görülmektedir.

Örgüt suçları ile mücadele ister siyasî amaçlı, isterse çıkar amaçlı suç örgütleri olsun bu yeni tip suçluluğa göre, düzenlenmiş hukuk normlarına ihtiyaç göstermektedir. Bu normların vakit geçirilmeden hazırlanması gerektiğni son aylarda ve çalışmalarımız sırasında yaşadığımız olaylar bize göstermiştir. Yasal ve idari sistemin günün koşullarına uyarlıyarak devleti güçlendirmek şarttır.Aksi halde; demokratik yapıların hukuk devletine ilişkin kurumların varlığı yasadışı ve kriminal öğelerin sızmasıyla birlikte temelinden çökertilebilmektedir. Konu örgütlerde bir örneklik yoktur. Herhangi bir kesintide hızla değişmekte ve yeni şekliyle teşkilatlanmaktadır.

Kanunilik ve meşruluk arasındaki bağlantı demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Herşeyin hukukun içerisinde cereyan etmesini sağlamak ve gözetmek devletin görevidir. Çözümün meşruiyetin dışında aranması kabul edilmemelidir. Hukuk devleti, az yetkiyle çok iş yapılan devlettir. Bu devlette, kamu görevlileri sadece yasaların uygulayıcısı olduklarının bilincindedir. Bu tariften yola çıkarak, devlette görev alan bürokratlar yasaların dışına çıkarak uygulama hakkını kendilerinde görmektedirler. Bazı bürokratların, kendilerini devletin sahibi gibi görebilmekte ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden bilgi gizlemektedirler.

Komisyon çalışmalarımız sırasında, bazı Devlet kuruluşları Komisyon çalışmalarına yeterince aydınlatıcı bilgi vermemişlerdir. Özellikle,Genelkurmay Başkanlığı Komisyonumuzca istenilen bilgilere karşılık sert bir cevap vermiştir. MİT Komisyonumuzu bilgi vermemiştir.

Bu durum vatandaşın devlete olan güvenini olumsuz yönde etkilemiştir.

ÖNERİLER

Komisyonumuzca mezkur konuyla ilgili olarak alınan bilgiler ve yapılan incelemeler ile daha önce Meclis Araştırma Komisyonlarınca tanzim edilen Hayali İhracat ve Faili Meçhul Suçları Araştırma Komisyonlarının raporlarında yer alan konumuzla alakalı önerilerden bir kaçı da raporumuza alınarak, aşağıdaki önerilerin yapılması uygun görülmüştür.

TBMM’nce Yapılması Gerekenler:

• Adalet ve Yargı reformu yapılmalıdır. Bu konudaki reform yasa tasarıları süratle yasalaştırılmalıdır. Yargının yeniden yapılandırılması ve yargılamanın hızlandırılması ile olayların üzerine kararlılık ile gidilebilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Hakim ve savcıların mali durumu iyileştirilmelidir.

Adli polis teşkilatı kurulmalıdır.

Türk Ceza Kanunu kapsamına günümüz suç tiplerini karşılayacak maddeler konulmalıdır. Türk Ceza Kanununda, organize suçlara ilişkin yer alan cezalar caydırcı hale getirilmelidir.

Devlet sırrı kavramının sınırlarının belirlenmesi ve bu sırların parlamentonun bilgisine istenildiğinde açılması hukuk devletine işlerlik kazandırmak açısından gerekli görülmektedir.

Herkese mal beyanı getirilmelidir. Kamu görevlilerinin mal beyanları açık olmalıdır. Parasal ilişkilerin sözkonusu olabileceği yerlerde görev yapan kamu görevlilerinin mal varlıklarındaki değişiklikler mutlaka en az iki yılda bir denetim elemanlarınca haklı bir artış gösterip göstermediği açısından kontrol edilmelidir. Aynı şekilde TBMM üyelerinin mal varlıklarının Sayıştay tarafından denetlenmesine imkân veren düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Bu paralelde 3628 sayılı Kanunda gerekli değişiklikler biran önce gerçekleştirilmelidir. Özel kişiler için nereden buldun Yasası etkin bir şekilde çalıştırılmalıdır.

Devlet yapısının yeniden düzenlenmesi, mafya, uyuşturucu kaçakçılığı, mason locaları, 1980 öncesi terör, kontgerilla, mafya, kumarhaneler; halkın güvenliğinin sağlanabilmesi için araştırılmalıdır. İtalya’daki Gladyo hareketinin arkasında P-2 Mason Locası çıkmıştır. Bu nedenle, Türkiye’deki benzerleri hakkında böyle bir fikrin doğmaması için geniş bir araştırma yapılmalıdır.

Güneydoğudaki feodal yapı, terörün nedenleri ve arkasındaki rantın, koruculuğun, uyuşturucu ticareti ve karaparayla ilgili devlet içindeki organizasyonların her yönüyle araştırılması gerekmektedir.

Olağanüstü hal kaldırılmalıdır. Güneydoğu, ekonomik ve sosyal yönden hızla kalkındırılmalıdır. Bu bölgede eğitim ve kültür seviyesi yükseltilmelidir.

Türkiye’de Meclis Araştırma Komisyonlarının görev süresi artırılmalı ve yetkileri genişletilmelidir. Kamuoyuna mal olmuş konuların yeterli ayrıntıda incelenebilmesi için yeterli süre iznini verecek İç Tüzük düzenlemeleri geciktirilmeden yapılmalıdır. Ayrıca, bu Komisyonlara işlevsel hale getirecek yeni düzenlemeler yapılarak, bu Komisyonların yetkileri artırılmalıdır.

Ülkemizde mevcut İhtisas Komisyonlarının yanında, Batı Ülkelerindeki her konuda inceleme, araştırma ve denetleme yetkisi olan Daimi Komisyonların kurulması yönünde gerekli İç Tüzük değişikliğinin yapılması yararlı olacaktır

Polis, jandarma ve istihbarat birimlerinin yeniden yapılanması, etkinliklerinin artırılması, fonksiyonlarının tanımlanması, etkin görev yapmaları için mali ve sosyal imkânlarının iyileştirilmesi, moral güçlerini arttıracak alt yapının oluşturulması, hem güvenlik güçlerinin kendi aralarında, hem istihbarat birimlerinin kendi aralarında, hem de bu birimler arasında koordineli çalışma sağlayacak bir yapı oluşturulmalıdır.İstihbarat birimleri arasındaki koordinasyonsuzluk süratle giderilmelidir. İstihbaratın sivilleştirilerek tek çatı altında toplanması ve Başbakan ve Parlamentoya karşı sorumlu olmasını sağlayıcı düzenlemeler geciktirilmeden alınmalıdır.

Güvenlik güçlerinin yurttaşların güvenliğiyle ilgili bir şekilde oluşturulması yararlı olacaktır.Polis özel timlerine jandarma bölgelerinde de rahatlıkla operasyon yapabilmelerini sağlayan hukuki düzenlemeler yapılmalıdır. Şehirlerde emniyet, köylerde jandarma adi suçlara yöneltilmeli, terör suçları ile mücadele polis özel timlerin bırakılmalıdır.

Polisin şehirlerde ve kırda da aynı görevi yapabilecek şekilde yeniden düzenlenmesi, Jandarmanın Silahlı Kuvvetler içerisinde ülke koruması ile ilgili görevlere çekilmesi gerekir.

Terörle mücadelede yöntemin yanlışlığı konusunda cidi bir Meclis Araştırması yapılmalıdır. Terör sorunu üzerine doğru teşhisler konularak, ortaya çıkan terör rantı kaldırılmalıdır.

Parti içi demokrasi gerçekleştirilmeli, Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Yasası dahil, devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla, demokrasinin gerçek ilkeleriyle uyuşur şekilde yeniden yapılandırılması sağlanmalıdır. Bürokratik oluşum bu yapıya uygun hale getirlmelidir.

Bütün kamu görevlilerinin işledikleri suç iddialarından dolayı haklarında gerekli yasal takibatların ilgili adli mercilerce doğrudan yapılmasını engelleyen düzenlemeler (Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat) değiştirilerek, ilgili adli mercilere bütün kamu görevlileri hakkında doğrudan takibat yapabilme imkânı sağlanmalıdır.

Yasadışı suç örgütlerinin uyuşturucu madde kaçakçılığı, kumar, haraç, çek - senet tahsilatı ve arazi yağmalamalarının süratle önüne geçilmesi ve benzer amaçlara yönelik olacak oluşumların engellenmesi için, Adalet Bakanlığınca hazırlanan Organize Suç Önleme ve Suç Örgütleri Hakkında Kanun Tasarısı zaman geçirilmeden yasalaştırılmalıdır. Bu Yasa Tasarısındaki cezalar caydırıcı olması bakımından en yüksek seviyede tutulmalıdır. Bu yasa düzenlemesinde sözkonusu yasadışı işlerden elde edilen varlıkların geniş kapsamlı şekilde tamamının devlet tarafından müsaderesini zorunlu kılan hükümler konulmalıdır. Tek merkezden yönetilen bir sistemle mücadele usulü getirilmeli ve bu merkezce eşgüdüm sağlanmalıdır. Bu paralelde özel mücadele ve kovuşturma birimleri oluşturulmalıdır.

Polis suç kanıtları toplama ve değerlendirme yasası çıkartılmalıdır. Psikotropik maddelerin kullanımı ve takibine dair yasanın eksikliklerinin giderilmesi yönünde bir çalışma yapılmalıdır.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi fiilen uygulamaya geçirilmelidir.

Yasama dokunulmazlığı yeniden düzenlenmelidir.

Bankalar Kanununda yapılacak değişiklik ile büyük miktarlarda para akımları kontrol altına alınmalıdır.

Geçici Köy Koruculuğunun kaldırılması, bu gerçekleşinceye kadarda sınırlandırılması ve bu sağlanıncaya kadar da sıkı bir kontrol altında tutulması gerekmektedir.

Yasadışı olayların yoğunluk gösterdiği, daha çok büyük rantların ortaya çıktığı yerler, başta İstanbul olmak üzere metropollerdir. Özellikle İstanbul yurtiçinde yasadışı yaşamın merkezi konumundadır. Bu nedenle irdelenmesi gerekir. İstanbul’un idari yapısının gözden geçirilerek, yönetici kadrolarına yapılacak atamalara özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Yine memur statüsündeki kamu görevlilerinin atama, terfi ve görev süreleri ile özlük haklarının düzenlenmesi önem arzetmektedir.

Yürütme Organınca (İlgili İdarelerce) Yapılması Gerekenler:

Hukukun üstünlüğü sağlanmalıdır. Bütün işlemler hukuk içerisinde ve kamu vicdanını tatmin edici şekilde meydana gelmelidir.

Silah alımları kontrol altına alınmalıdır.Herkese silah ruhsatı verilmemelidir. Her silahın balistik kayıtları bulunmalıdır. Ruhsatsız silah bulundurmanın cezası caydırıcı hale getirilmelidir.

Kamu kuruluşlarının Güneydoğudaki kadrolarına, asaleten, yetenekli, liyakatlı ve deneyimli personelin atanması yapılmalıdır.

Kanundaki haklardan istifade eden itirafçılara yeni kimlikler verilerek OHAL Bölgesinden uzaklaştırılmaları sağlanmalıdır. Adeta, bu şahısları devletin veya başka kişilerin kullanması görüntüsünü veren devlet - itirafçı ilişkisine son verilmelidir. Bu bağlamda, İtirafçılık Yasası yeniden ele alınmalıdır.

Gümrükler kontrol altına alınmalıdır.

Büyükşehirlere göçün önlenmesi hususunda gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir.

Denetim ve Teftiş sistemi çok önemli olup, önemine uygun bir konuma getirilmelidir. Teftiş sistemine işlerlik kazandırılmalıdır. Denetim elemanlarının yetkileri ve imkânları iyileştirilmelidir. İçinde bulunduğu birimin en üst kademesi ile ilgilendirilmeli, müdaheleden korunmalı ve güvence getirilmelidir. Kamu idarelerindeki teftiş ve denetim işlemlerinin periyodik olarak sürekli yapılması sağlanmalıdır.

Özelleştirmede karaparanın aklanmasına izin verilmemelidir.

Kumarhaneler tamamen kapatılmalıdır.

Kayıtdışı ekonominin kayıt altına alınması gereklidir.

Organize suçlarla ilgili olarak bir bilgi bankası oluşturulmalıdır

Faili meçhul olaylar, ilgili güvenlik birimleri ve adli mercilerce mutlaka aydınlatılmalıdır.

Başbakanlık Teftiş Kurulu’unun bu konudaki raporunda değinilen, Maliye ve İçişleri Bakanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki inceleme ve soruşturma sonuçları takip edilmelidir. Mezkur rapordaki öneriler ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca yerine getirilmelidir.

Raporun bir örneğinin önerilen hususlarının gereğinin yerine getirilmesi için ilgili Devlet Kuruluşlarına intikali sağlanmalıdır.

Sonuç ve kanatine varılmıştır.

İş bu rapor saygı ile Yüce Meclis’in takdirine sunulur.

03.04.1997

Hiç yorum yok: