22 Aralık 2009 Salı
Şemdinli İddianamesi
T.C.
V A N
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
(CMK.nun 250. Maddesi ile Yetkili)
T U T U K L U
SORUŞTURMA NO : 2005/750
ESAS NO : 2006/32
KARAR NO : 2006/31
İ D D İ A N A M E
VAN ( ) AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
DAVACI : K.H.
MAKTÜL : Mehmet Zahir KORKMAZ : Mehmet Reşit oğlu, Makbule’den doğma, Şemdinli – 01.03.1976 D.lu, Hakkâri-Şemdinli-Altınsu Köyü Cilt 2, Hane 5 N.K. olup 09.11.2005 Tarihi İtibariyle vefat etmiş.
MAĞDUR : Metin KORKMAZ : Mehmet Salih oğlu, Asya’dan doğma, 1964 d.lu, Şemdinli İlçesi Altınsu Köyü’nde oturur.
ŞİKÂYETÇİ : Seferi YILMAZ : Mir oğlu, Hayat’tan doğma, 08.03.1962 D.lu, Hakkâri-Şemdinli-Umurlu Köyü N.K. olup Şemdinli-Kılıç Mahallesinde oturur.
VEKİLİ : Av. Murat TİMUR : Van Barosu Avukatlarından
Av. Mehmet EKİCİ : Van Barosu Avukatlarından
Av. Cüneyt CANİŞ : Van Barosu Avukatlarından
SUÇTAN ZARAR GÖREN : Hamide KORKMAZ : Memet kızı, Perizat’tan doğma, 01.07.1981 D.lu, Şemdinli-Altınsu Köyü’nde oturur.
VEKİLLERİ : Av. Cüneyt CANİŞ : Van Barosu Avukatlarından
Av. Mehmet EKİCİ : Van Barosu Avukatlarından
ŞÜPHELİLER : 1– Ali KAYA : Miri oğlu, Melek’ten doğma, Mutki–01.07.1968 D.lu, Bitlis – Mutki – Bağarası Köyü Cilt 10, Hane 3 N.K. olup Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı Lojmanlarında oturur. Okur-yazar, sabıkasız, Hakkâri İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde Görevli Astsubay Başçavuş, T.C. Kimlik No : 23500447410, İslâm, Hâlen: Atılı Suçtan VAN ASKERÎ CEZAEVİNDE TUTUKLU.
2– Özcan İLDENİZ : Cemal oğlu, Fadime’den doğma, Sındırgı–19.04.1970 D.lu, Balıkesir-Sındırgı-Kocabey Köyü Cilt 49, Hane 51 N.K. olup Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı Lojmanlarında oturur. Okur-yazar, sabıkasız, Hakkâri İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde Görevli Astsubay Başçavuş, T.C. Kimlik No : 19816522408, İslâm Hâlen: Atılı Suçtan VAN ASKERÎ CEZAEVİNDE TUTUKLU.
3– Veysel ATEŞ : Haci oğlu, Merci’den doğma, Çukurca-27.03.1972 D.lu, Hakkâri-Çukurca-Kurudere Köyü Cilt 13, Hane 25 N.K. olup Hakkâri-Bağlar Mahallesinde oturur. Okur-yazar, sabıkalı, T.C. Kimlik No : 31477639516. İslâm, Hâlen: Atılı Suçtan BİTLİS E-TİPİ KAPALI CEZAEVİNDE TUTUKLU
MÜDAFİLERİ : Av. Mehmet GÖÇMEN : Ankara Barosu Avukatlarından Ankara-Kızılay; Sümer 1. Sok. No : 9/31 Av. Vedat GÜLŞEN : Ankara Barosu Avukatlarından Ankara-Çankaya-Sondurak; Hoşdere Cad. No : 208/8
SUÇ : DEVLETİN BİRLİĞİNİ ve ÜLKE BÜTÜNLÜĞÜNÜ BOZMAYA YÖNELİK EYLEMDE BULUNMAK,
ADAM ÖLDÜRMEK ve ADAM ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS ETMEK.
SUÇ İŞLEMEK İÇİN ANLAŞMAK.
SUÇ TARİHİ : 09.11.2005
GÖZALTI TARİHİ : 09-11.11.2005 (Şüpheli Veysel ATEŞ İçin)
TUTUKLAMA TARİHİ : 11.11.2005 (Şüpheli Veysel ATEŞ İçin) 28.11.2005 (Şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ İçin)
SEVK MADDELERİ : TÜM ŞÜPHELİLER İÇİN
TCK.nun 302/1 Maddesi, 3713 Sayılı Yasanın 5. Maddesi,
TCK.nun 302/2. Md.si Yollaması İle 82/1-c Maddesi,
TCK.nun 302/2. Md.si Yollamasıyla 82/1-c, 35/1. Md.si (İki Defa)
TCK.nun 316/1. Maddesi,
TCK.nun 53. Maddesi,
TCK.nun 63. Maddesi.
DELİLLER : Şüpheli, Mağdur, Şikâyetçi ve Tanık Beyanları, Ekspertiz Raporları, İnceleme ve Keşif Tutanağı, İhbar Dilekçeleri, Telefon Kayıtları, Nüfus ve Sabıka Kayıtları ile Tüm Dosya Kapsamı.
SORUŞTURMA EVRAKI İNCELENDİ :
Şüphelilerden Ali KAYA’nın 17 Temmuz 2004 tarihinden itibaren; Özcan İLDENİZ’in ise 16 Temmuz 2004 tarihinden itibaren Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde Astsubay olarak görev yaptıkları,
Şüpheli Veysel ATEŞ’in Hakkâri il merkezinde ikamet ettiği, 1988 yılında PKK Terör örgütüne katıldığı, kendisinin Hakkâri, Yüksekova, Çukurca, Şemdinli ve Beytüşşebap bölgesinde örgütsel faaliyetlerde bulunduğu, örgüt içerisinde örgütsel eğitim aldığı, silâh ve bomba eğitimi de aldığı, 27.07.1991 tarihine kadar örgütsel faaliyetlerine devam ettiği, bu tarihten sonra örgütten kaçarak Irak’ın kuzeyinde fiilî hâkimiyet alanı bulunan KDP Bölgesine gittiği, 29.04.1997 tarihinde Habur Sınır Kapısından Türkiye’ye giriş yaparak güvenlik güçlerine teslim olduğu, yapılan yargılama sonucu Devletin Hâkimiyeti Altında Bulunan Topraklardan Bir Kısmını Devlet İdaresinden Ayırmaya Yönelik Eylemlerde Bulunmak suçundan ceza aldığı, bu cezanın infazı sırasında 27.08.2000 tarihinde naklen Şemdinli Cezaevine geldiği, 17.11.2000 tarihine kadar bu cezaevinde kaldığı, bu tarihte Hakkâri Kapalı Cezaevine nakledildiği, Veysel ATEŞ’in 2003 yılından itibaren Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü tarafından “görüşülen şahıs” konumu ile istihbarî çalışmalarda bulunulduğu, 2001 yılında çıkartılan JGY:37-8 Haber Elemanlarının Temini, Kullanımı ile Etkinliklerinin Tespiti ve Kontrolü Yönergesi esaslarına göre 03.08.2004 tarihinde “Haber Elamanı” olarak kayıtlara alındığı,
Mağdur/Şikâyetçi Seferi YILMAZ’ın Şemdinli ilçe merkezinde ikamet ettiği, Şemdinli ilçesi Özipek Pasajı’nda bulunan Umut Kitapevi’ni işlettiği, Seferi YILMAZ hakkında 15 Ağustos 1984 yılında PKK Terör örgütünce Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı’na yapılan silâhlı saldırıya kılavuzluk yaptığı, Devletin Hâkimiyeti Altında Bulunan Topraklardan Bir Kısmını Devletin İdaresinden Ayırmaya Yönelik Eylemlerde bulunmak suçundan yargılandığı ve ceza aldığı, PKK Terör örgütünün Şemdinli ilçesi kırsalında faaliyet gösteren örgüt mensupları ile irtibatlı olduğu, bu örgüt mensuplarına malzeme temin ettiği, yardım ve yataklık yaptığı, eylem yapılacak yerler ile ilgili bilgiler verdiği, bölgede bulunan örgüt mensuplarının ailelerine yardımcı olduğu, DEHAP ile ilgili bütün faaliyetlerde ön planda olduğu, yeni kurulan Demokratik Toplum Hareketi’nin (DTH) Şemdinli’deki kurucu üyeleri arasında yer aldığı, örgüt içerisinde Haci (K) olarak tanındığı, Şemdinli’deki son dönemlerde meydana gelen bazı bombalama olaylarına karıştığı şeklinde hakkında teknik takip ve istihbarat bilgilerinin bulunduğu, Seferi YILMAZ hakkında bu iddialar ile ilgili olarak hâlen Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimizin 2006/76 sayılı soruşturma dosyasında PKK Terör Örgütüne Yardım Etmek suçundan soruşturmanın devam ettiği,
Şüpheli Ali KAYA’nın İstihbarat Şube Müdürlüğü nezdinde genelde Hakkâri merkezde görev yaptığı, şüpheli Özcan İLDENİZ’in ise Şemdinli ilçesinde istihbarî çalışmalar yapmak üzere görevli olduğu, yapılan istihbarî çalışmalarda Şemdinli ilçesinde ikamet eden ve Umut Kitapevi isimli iş yerini çalıştıran ve PKK Terör Örgütüne Yardım Etmek suçundan soruşturma evrakı tefrik edilen Seferi YILMAZ isimli kişinin PKK terör örgütü üyesi olan Sabri (K) Ali KISIKYOL isimli örgüt mensubu ile işbirliği içerisinde olduğu ve Seferi YILMAZ’ın Şemdinli ilçesinde terör örgütünün vergilendirme, eylem, istihbarat, birlik keşifleri ve sınır kaçakçılığı konusunda örgüte yardım etme ve örgüt adına para alma konumunda olan Şemdinli örgüt sorumlusu olduğunun tespit edildiği ve Seferi YILMAZ isimli şahsın Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nce takibe alındığı, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hâkimliği’nin 19.09.2005 gün ve 2005/307 Müt. Sayılı kararı ile 0536 368 10 02 numaralı; önce Seyfullah KOÇ adına kayıtlıyken daha sonra Mesut SALIKBAĞRA adına kayıtlı olup hâlen PKK Terör örgütünün üyesi olan Sabri (K) Ali KISIKYOL tarafından kullanıldığı iddia edilen telefonun üç (3) ay süre ile dinlenmesi, izlenmesi, tespit edilmesi, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ve kayda alınmasına dair karar gereğince bu telefonun teknik takibinin yapıldığı, 04.11.2005 günü saat 16:32 sıralarında Sabri (K) Ali KISIKYOL ile Seferi YILMAZ’ın telefonda görüşme yaptığı, telefon görüşmesine göre Sabri (K) Ali KISIKYOL’un Seferi YILMAZ’dan bir adres istediği Seferi YILMAZ’ın da Umut Kitapevi Şemdinli adresini verdiği, Sabri (K) Ali KISIKYOL’un bu adrese Almanya’dan eşyaların geleceğini beyan ettiği, 15.11.2005 günü saat 15:28 sıralarında Sabri (K) Ali KISIKYOL’un amcasının oğlu olduğu ve hâlen asker olduğu anlaşılan bir kişi ile telefon görüşmesi yaptığı, bu telefon görüşmesinin kapsamına göre Ali KISIKYOL’un amcasının oğlunun Sabri (K) Ali KISIKYOL’a, gönderdiği eşyaların bulunduğu Umut Kitapevi’nin havaya uçtuğunu söylediği, Sabri (K) Ali KISIKYOL’un da amcasının oğluna gönderdiği eşyaların MP3 ve bir kalem olduğunu ve değerlerinin 300 Avro olduğunu söylediği, amcasının oğlunun da Sabri (K) Ali KISIKYOL’a eğer o eşyayı almasak Şemdinli’nin Alay Komutanının gideceğini beyan ettiği, yine telefon görüşmelerinde kimlik bilgileri belli olmayan amcasının oğlunun 0536 368 10 02 numaralı telefonu kullanan Sabri (K) Ali KISIKYOL’a “o alçaklar onların ayakları altında bomba atmışlardı, telefonla görüştüğüm adam altına bomba attılar alçaklar bu ayın dokuzunda” şeklinde sözler de söylediği,
04.11.2005 günlü Sabri (K) Ali KISIKYOL ile Seferi YILMAZ’ın Kitapevine gelecek olan bu paketin PKK Terör örgütünün dağ kadrosuna gönderileceği değerlendirmesini yapan Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün Seferi YILMAZ’ı yukarıda belirttiğimiz üzere takibe aldığı, Seferi YILMAZ ile ilgili istihbarî faaliyetler ve çalışma yapmak üzere şüpheli Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in görevlendirildiği1, şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in 07.11.2005 tarihinde yanlarında istihbarî faaliyetlerde haber elemanı olarak kullanılan eskiden PKK terör örgütünün içerisinde yer almış daha sonra terör örgütünden ayrılmış itirafçı konumunda olan diğer şüpheli Veysel ATEŞ’in de bulunduğu her üç şüphelinin Şemdinli ilçesinde 04.11.2005 tarihindeki telefon görüşmesinde bahsi geçen paketin ele geçirilmesi için ne şekilde hareket edecekleri konusunda değerlendirmeler yaptıkları, paketin geleceği kişi olarak değerlendirilen Seferi YILMAZ’ın ev ve iş yerlerinin krokisini çizdikleri, Seferi YILMAZ hakkında istihbarî çalışmaları yapan, ev ve iş yerinin krokisini çizen şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in suç tarihi olan 09.11.2005 günü “Yüksekova ve Şemdinli ilçeleri bölgesinde bulunan örgüt mensupları hakkında bilgi elde etmek, istihbarî ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak” maksadı ile 9 Kasım 2005 günü saat 08:00.dan itibaren görevlendirildiğini ve kendilerine gereken yardımın ve kolaylığın sağlanmasını içeren Hakkâri İl Jandarma Alay Komutanı Erhan KUBAT’ın 08.11.2005 gün ve İSTH : 3590-2816 – 05/TER.OLY. (3365) sayılı Faks Mesaj Formu Görevlendirme yazısı ile görevlendirildikleri, -anlaşıldığı üzere- görevin içerisinde daha önceden Seferi YILMAZ hakkında elde edilmiş bilgi ve belgelerin Adlî makamlara iletilmesine ilişkin bir hususun bulunmadığı. Şüpheliler Ali KAYA, Özcan İLDENİZ ve Veysel ATEŞ’in 07.11.2005 günü sivil plaka olan 30 AK 933 Plaka sayılı araç ile Şemdinli ilçesine göreve gittikleri, görevlendirmede Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in olduğu oysa araçta üç kişilik silâh ve mühimmatın bulunduğu, araç içerisinde bulunan silâhlardan birisinin Uzman Çavuş Uğur ÖZDEMİR’e ait olduğu, oysa bu silâhın resmî kayıtlara göre Uğur YILDIRIM isimli bir Uzman Çavuş’a teslim edildiği, bu durumun Jandarma Teşkilâtı’nın iç disiplinine uygun bir uygulama olmadığı, nitekim askerî bir disiplin ve hiyerarşi uygulayan ve her konuda ayrıntılı talimat ve yönergelerle iş ve işlemlerini yürütün Jandarma Teşkilâtı’nın istihbaratçılarının Hakkâri gibi terörün yoğun olarak yaşandığı ve her an her türlü olayın gerçekleşme ihtimali olan bir yörede çok miktarda silâh ve mühimmat ile başkalarının eline geçmesi sakıncalı bilgi ve belgelerin sorumsuzca otomobile konulup göreve çıkılmış olmasının gerek göreve çıkanlar gerekse bunları görevlendiren ve denetlemeyenler açısından ciddi bir tedbirsizlik ve dikkatsizlik olduğu,
1 Ülke Seviyesinde İstihbarat Yapma Yetkisi : 3201 sayılı Emniyet Teşkilâtı Kanununun 1. maddesinde: “memleketin umumi emniyet ve asayişinden Dahiliye Vekili mesuldür. Dahiliye Vekili bu işleri, kendi Kanunları dairesinde hareket eden Emniyet Umum Müdürlüğü ile Jandarma Komutanlığı ve icabında diğer bütün zabıta teşkilâtı vasıta ile ifa ve lüzum halinde icra vekilleri heyeti kararı ile ordu kuvvetlerinden istifade eder.” denilmektedir. Bu maddenin İçişleri Bakanına verdiği yükümlülük, memleketin genel emniyet ve asayişini sağlamaktır. Emniyetin sağlanması için, Kolluğun muhtemel suçlular hakkında bilgi dosyası oluşturması gerekmektedir. Böyle bir çalışma, kişi hak ve özgürlükleri ile yakından ilgilidir. Madde metninden de anlaşılacağı üzere, kanunu koyucu her kurumu kendi kanunu ile ayrı ayrı yetkilendirmiş ve bu yetkinin sınırlarını da çizmiştir. Ayrıca Emniyet Teşkilâtı Kanununun 8. maddesinde belirtilen “Polis: idarî, adlî ve siyasi kısımlara ayrılır.” hükmüne paralel olarak adlî görev ile siyasi görev içinde yer alan istihbarat görevinin birbirine karıştırılmamasına özen gösterilmiştir. Polisin görev ve yetkileri 4.7.1934 tarihli ve 2559 sayılı PVSK ile belirlenmiştir. AB’ye geçiş sürecinde “içişleri ve adalet alanlarında işbirliği” başlıklı 24. bölümün A listesi, İçişleri Bakanlığına gerekli uyum hazırlıklarını yapma görevini vermiştir. Demokratik Hukuk Devletlerinin varlığını tehdit eden terör odaklarının zamanında teşhisi, eylemlerine daha ortaya çıkmadan engel olunabilmesi, taktik ve stratejilerini devamlı olarak değiştiren yıkıcı, bölücü ve irticai örgütler karşısında genel kolluk kuvvetlerinin yasal yetkilerinin yeniden düzenlenmesi gereklidir. Bu noktada önemli kilometre taşlarından birisi “istihbarat” alanıdır. Bu husus, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda 1985 yılında eklenen Ek-7 nci madde ile ilk defa belirginleşmiştir.
Ek Madde 7- (Ek: 16/6/1985-3233/7 md.) “Polis Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Anayasa düzenine ve genel güvenliğine dair önleyici ve koruyucu tedbirleri almak, emniyet ve asayişi sağlamak üzere, ülke seviyesinde istihbarat faaliyetlerinde bulunur, bu amaçla bilgi toplar, değerlendirir, yetkili mercilere veya kullanma alanına ulaştırır. Devletin diğer istihbarat kuruluşlarıyla işbirliği yapar.” Bu madde, TBMM’de görüşülürken dönemin İçişleri Bakanı Yıldırım AKBULUT tarafından, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü ve Anayasa düzenini korumayı amaçlayan bir İstihbarat Dairesi kurduklarını, ülkelerin güçlü olması ve ileri safhalara ulaşabilmeleri için istihbaratın bütün dünyada kabul edilmiş bir unsur olduğunu ifade ettikten sonra, bu yasanın Polise neden yetki verdiğini “Devletin Güvenliği ve Demokrasinin Selameti açısından” ifadesini kullanarak açıklamıştır. Kanun koyucunin bu tavrı istihbarat yetkisinin polisin ilgili dairesi ile sınırlı olduğunun göstergesidir. Bununla birlikte, Anayasamızda yapılan değişiklikler ve uluslararası sözleşmeler gereği hazırlanan 5397 sayılı yasa, istihbarat ihtiyaçlarını karşılamak için meydana getirilmiş ikinci önemli adımdır. Bu yasa istihbarat sistemin işlemesini, bu hususta hukuka uygun işlemlerin ne suretle gerçekleştirileceğini, kararların hangi makamlar tarafından ve ne gibi koşullara uyulması suretiyle alınacağını, bu husustaki denetim kurallarını ve usullerini, İstihbarat ihtiyacının milletlerarası hak bildirileri ve anayasanın güvencelerine uygun olarak nasıl giderileceğini ve hangi birimlerin hangi alanda ve ne ölçüde yetkilendirildiğini göstermektedir. Bu açıklamadan sonra maddelere bakılacak olursa; Birinci madde polis istihbaratını düzenlemiştir. İlk fıkra kapsamı belirleyen fıkradır. Ülkenin genel güvenliği temelinde ülke seviyesinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Türk Ceza Kanununda 250 nci maddesinde sayılan suçların işlenmesinin önlenmesi amacıyla iletişimin tespiti, dinleme, kayda almaya ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi olanaklı kılınmıştır. İletişime müdahaleler hakim kararıyla gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise, Emniyet Genel Müdürü veya İstihbarat Daire başkanının yazılı emriyle olacaktır. Bu çerçevede yapılacak müdahaleler terör tehdidinin devam etmesi durumunda hakimin takdiriyle tehlikenin bitimine kadar uzatmaya olanaklıdır. Jandarma Teşkilâtı açısından getirilen 2. maddedeki düzenleme ile; 5397 sayılı Kanunda sayılan yöntemler Jandarma Teşkilât ve Görev Kanunun 7. maddesinin (a) fıkrasında belirtilen görev ve sorumluluk sahasıyla sınırlandırılmıştır. Bu madde ile kanun koyucu Jandarma teşkilâtına istihbarat üretme amacıyla değil suçları önleme noktasında önleyici dinleme olarak da nitelendirebilecek idarî bir işlem tesis etmiştir. Maddenin amacı sorumluluk sahasında işlenmek üzere olan ancak kuvvetli emarelerin bulunmaması durumunda iletişime müdahale etmek suretiyle suçun engellenmesini sağlamaktır. Yasa koyucu bu kurumun istihbarat elde etmesini bizatihi kendisine bırakmamış, bu konuda talep ettikleri istihbarat üretme yetkisine yönelik yasal düzenlemeleri TBMM’den geri çekmiştir. 5397 sayılı yasanın komisyon görüşmelerinde sorumluluk sahasındaki bu tür ihtiyaçlarını polis ve MİT kaynaklarından sağlamasını daha uygun görmüştür. Bazı milletvekilleri ise bu noktada teklifteki istihbarat elde etme kavramının jandarma açısından uygun görmediklerini muhalefet şerhleri ile belirginleştirmişlerdir. Nitekim kanun koyucu de bu noktayı haklı görerek TBMM Genel Kurulunda bu yönde verilen önerge ile tekliften bu kavramın kaldırılmasını desteklemişlerdir. Kaldı ki; Bu özel düzenlenme ile getirilen kısıtlamaya PVSK’nın 25. maddesine dayanılarak geniş yorum getirmek hiçbir hukuk otoritesinin kabul edemeyeceği aşikardır. Kanun koyucu bu düzenlenme ile sorumluluk sahası dışında istihbarat yapma yetkisini engellemiştir.
PVSK-Madde 25 “Polis teşkilâtı bulunmayan yerlerde il, ilçe ve bucak jandarma komutanları ile jandarma karakol komutanları bu kanunda yazılı vazifeleri yapar ve yetkileri kullanırlar.” İstihbarat görevi yetkisini düzenleyen PVSK Ek-7. madde incelendiği zaman bu görevlerin polis içerisinde bile tüm birimlere bırakılmadığı açıktır. Yasa böyle hassas bir görevi bu konuda gerekli eğitimlerin verildiği, tahkikatları ayrıca yapılarak ehil oldukları çeşitli sınavlardan geçirilerek belirlenen İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevlileri ile kısıtlamıştır. İstihbarat görevi bu açıdan da diğer polisiye görevlerden ayrıştırılmıştır. Bu görevi yürüten personel sicil notları dışında ayrıca değerlendirme prosedürleri ile sürekli olarak denetlenmektedir. Kanun koyucu tüm bu hususları gözeterek askerî bir disipline sahip diğer kolluk birimine Anayasal haklara yönelik istisnai tedbirleri kullanacak olan birimlerde de kısıtlamaya gitmiştir. Bu husus komisyon üyelerinin ayrışık oy gerekçelerinde de net bir şekilde dayanakları ile birlikte belirtilmektedir. Bu husus AB’nin çeşitli ilerleme raporlarında da dile getirilmiştir. Bilindiği üzere; özel düzenlenen bir alanda, genel düzenlemeleri dayanak göstererek hukukî dayanak aramak kabul edilemez bir uygulamadır. Yukarıda da belirtildiği üzere, Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun olası öngörülemeyen durumlarda kullanılmak ve Jandarma görev kanununda gereksiz tekrarlardan kaçınmak için düzenlediği bir maddeyi, “istihbarat görevi” gibi son derece detaylı ve hassas bir maddeyle ilişkilendirerek kullanmak hukuka uygun bir yorum değildir. Hukukta yorum yapılırken lafzi yorum yanında maddenin hedefini gözeten manevî yorumu da önemli bir husus olarak gözetilmelidir. Hakkâri ilindeki Jandarma İç Güvenlik Birliklerinin Hiyerarşik Yapısı Şu Şekildedir.
Jandarma; 2803 Sayılı Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanununun da emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanun ve nizamların verdiği görevleri yerine getiren silâhlı, askerî bir güvenlik ve kolluk kuvveti olarak tarif edilmektedir. 2803 Sayılı Kanunda ve Jandarma Teşkilâtı Görev ve Yetkileri Yönetmeliğinde Jandarma birliklerinin; Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülen haller ile sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hallerinde gerekli olan bölümü ile Kuvvet Komutanlıkları emrine gireceği, kalan bölümü ile Jandarma Genel Komutanlığı emrinde rutin görevlerine devam edeceği de belirtilmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki bazı illerimizde, 1987 yılında 285 sayılı Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinin İhdası Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname ve bu KHK’ye ilave hüküm eklenmesine dair 286 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile, terörle mücadelede bazı düzenlemeler yapılmış ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü birlik ve birimlerinin gerek kendi aralarında gerekse mülkî makamlarla olan ilişkilerinde, hangi esaslara bağlı olarak faaliyet yürütecekleri açıklanmıştır. Olağanüstü hal uygulaması niteliği itibariyle geçici bir uygulamadır. Bu sebeple, 285 ve 286 sayılı KHK’lerdeki esas ve usullerden olağan döneme geçiş sırasında emir komuta ilişkileri başta olmak üzere, terörle mücadele faaliyetlerinde bir boşluk içerisine düşülmemesi amacıyla 07 Temmuz 1997’de Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında, 5442 Sayılı İl İdaresi Kanununun 11/D maddesinin uygulanmasına ilişkin olarak toplam (27) maddeden oluşan bir “Müşterek Protokol” imzalanmıştır. İmzalanan protokol, Genelkurmay Başkanlığınca Jandarma dahil ilgili Türk Silâhlı Kuvvetleri birimlerine ve İçişleri Bakanlığınca da, 81 İlimizin Valiliğine ve ilgili birimlerine gönderilmiştir. Protokolün yayımlanmasından sonra, Genelkurmay Başkanlığınca hazırlanan ve zaman zaman yenilenen EMASYA direktifleri yayımlanarak, anılan Müşterek Protokoldeki hususlar teyit edilmiştir. En son olarak da, 06 Temmuz 2005 tarihinde Genelkurmay Başkanlığınca “MD: 117-1 TSK Birliklerinin Emniyet, Asayiş ve Yardımlaşma (EMASYA) Görevlerinde Kullanılmasına İlişkin Planlama Direktifi (EMASYA Direktifi)” hazırlanarak, Jandarma dahil Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin ilgili birlikleri ile Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Valilikler, İl Emniyet Müdürlükleri başta olmak üzere pek çok sivil makama da gönderilmiştir. 5442 Sayılı İl İdaresi Kanununun 11/D maddesine göre, Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayları; öncelikle emrindeki kolluk kuvvetleri ile önlemeye çalışacaklar, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleri ile bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanabileceklerdir. Bunun yanında, askerî birliklerden kuvvet talep edilmesinin usul ve esasları ise, Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında yapılan protokol ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan ilgi direktif ile belirlenmiştir. Bu düzenlemelerde, valilerin, askerî birlik taleplerini EMASYA Bölge veya Tali Bölge Komutanlarına iletmeleri gerektiği öngörülmüştür. Aynı maddenin 3. alt bendi gereğince, Valinin yardım talebi üzerine, ilde çıkabilecek veya çıkan olaylarda görev alan askerî birlikler, 211 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’ndan doğan yetkiler ile diğer kanun ve düzenlemelerden doğan kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip oldukları yetkileri kullanarak terörle mücadele görev ve sorumluluklarını yerine getirirler. Kolluk kuvvetlerinin genel güvenlik ile ilgili görevleri, 2803 sayılı Kanunun 7. maddesinin birinci fıkrasının a ve b bentleri ile 2559 sayılı Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasında; Terör suçları dahil her türlü suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, İşlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin adlî hizmetleri yerine getirmek olarak düzenlenmiştir. Vali tarafından askerî birliklerden yardım istendiğinde; Olayların niteliğine göre istenen askerî kuvvetin büyüklüğünü (personel, malzeme, teşkilât vs.) belirleme yetkisi, vali ile koordine etmek şartıyla, askerî birliğin komutanına aittir. Görevde kalış süresini belirleme yetkisi, askerî birliğin komutanıyla koordine etmek şartıyla valiye aittir. Muhtemel olaylar için istenen ve büyüklüğü ile görevde kalış süresi yukarıda belirtildiği şekilde belirlenen askerî kuvvet, birlik komutanı tarafından, valinin görüşü de alınarak olaylara hızlı bir şekilde el koymaya uygun olacağı değerlendirilen yerde, cereyan eden olaylar için ise olay yerinde hazır bulundurulur. Askerî kuvvetin müstakil olarak görevlendirilmesi durumunda, verilen görev askerî kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre yerine getirilir. Bu durumda güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askerî kuvvet arasında işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askerî birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tespit edilir. Askerî birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması durumunda; komuta, sevk ve idare, askerî birliklerin (Jandarma dahil) en kıdemli komutanına aittir. Kolluk kuvvetleri askerî birliklerin olay mahalline intikal ettiği andan itibaren askerî komutanının emrine girerler. Askerî komutan tarafından aksine bir emir verilmedikçe olay mahallindeki kolluk kuvvetlerinin almış oldukları tertip, tedbir ve düzenler bozulmaz. Olaylara müdahalede hangi kurum-kuruluşların destek görevi alacağı, il valileri veya görevlendirildiyse koordinatör vali tarafından, ilgili EMASYA Bölge/Tali Komutanlıkları ile koordine edilerek belirlenir ve bu husus önceden yapılacak planlamalarda ayrıntılı olarak belirtilir. İlgili mülkî amir tarafından görevlendirilen Polis Özel Harekât Timleri, iç güvenlik harekâtı süresince EMASYA Bölge ve Tali Bölge Komutanlıklarının Harekât Kontrolündedir. Geçici köy korucuları, bölgedeki ilgili Jandarma komutanlığının emir-komutasında olarak, EMASYA Komutanlıklarının harekât kontrolünde görev yaparlar. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ayrılıkçı ve bölücü terör örgütü ile zamanında, süratli ve etkin bir şekilde mücadele edebilmesi için, bu bölgelerde, Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığınca imzalanan protokol gereğince, Valilerden alınan izin ve onaylarla kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlama yetkileri bulunan Kara Kuvvetleri Komutanlığı birimleri ve bunların harekât kontrolüne verilen Jandarma iç güvenlik birlikleri kullanılmaktadır. Dolayısıyla, yukarıda belirtilen esaslar doğrultusunda, Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı da, terörle mücadele görevinin yürütülmesinde, öncelikle aynı garnizon içinde bulunan Hakkâri Dağ Komando Tugay Komutanlığının (EMASYA Tali Bölge Komutanlığı), sonra bir üst komutanlık olan Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığının (EMASYA Bölge Komutanlığının) bir birimi durumundadır ve faaliyetlerini bu çerçeve de yürütmektedir. Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı; Genelkurmay Başkanlığının 21 Mayıs 2001 gün ve HRK: 7130-58-01/GHD.Pl.Ş. (176) sayılı emri ile 2 nci Ordu/ Malatya’nın Harekât Kontrolünde görev yapmaktadır.
Sonuç olarak; Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı, belirtilen yasal mevzuat doğrultusunda terörle mücadele faaliyetlerini yürütmekte; emir komuta ilişkileri açısından, yasal düzenlemeler ile Protokol esaslarına göre yürütülen uygulamalar arasında hiçbir farklılık bulunmamaktadır. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Doğu, Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunan Jandarma Genel Komutanlığı birlikleri ile Jandarma Genel Komutanlığı arasındaki emir komuta bağlantısı diğer bölgelere göre farklılık göstermektedir. Batman, Diyarbakır, Hakkâri, Mardin, Siirt, Şırnak, Şanlıurfa ve Van illerindeki Jandarma Genel Komutanlığı birliklerinin İç Güvenlik Harekâtının yürütülmesi ile ilgili konularda Kara Kuvvetleri Komutanlığı birliklerinin Harekât Komutası/Kontrolünde olduğu anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda düzenlenen EMASYA Direktifi gereğince;
* Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı, Hakkâri Dağ ve Komando Tugay Komutanlığına (Hakkâri EMASYA Tali Bölge K.lığı olarak),
* Hakkâri Dağ ve Komando Tugay Komutanlığı Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığına (EMASYA Bölge Komutanlığı olarak), ,
* Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Malatya 2. Ordu Komutanlığına,
* Malatya 2. Ordu Komutanlığı da Kara Kuvvetleri Komutanlığına, bağlı olarak faaliyet göstermektedir.
EMASYA Direktifi gereğince Hakkâri Dağ ve Komanda Tugay Komutanlığı Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığına bağlı olarak faaliyet yürütmektedir. Bu kapsamda Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı’nın yapmış olduğu bir faaliyetin, operasyonun ve çalışmanın olumlu veya olumsuz sonuçlarından doğrudan doğruya Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı sorumludur. EMASYA Direktifi gereğince bu sorumluluk zincirinin bağlantıları takip edildiğinde sorumluluğun Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na kadar uzandığı görülecektir.
Bu açıklamalar ışığı altında istihbarat yapma konusunda;
5397 Sayılı Yasada birinci madde polis istihbaratını düzenlemiştir. İlk fıkra kapsamı belirleyen fıkradır. Ülkenin genel güvenliği temelinde ülke seviyesinde 04/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Türk Ceza Kanununda 250. maddesinde sayılan suçların işlenmesinin önlenmesi amacıyla iletişimin tespiti, dinleme, kayda almaya ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi olanaklı kılınmıştır. İletişime müdahaleler hakim kararıyla gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise, Emniyet Genel Müdürü veya İstihbarat Daire başkanını yazılı emriyle olacaktır. Bu çerçevede yapılacak müdahaleler terör tehdidinin devam etmesi durumunda hakimin taktiriyle tehlikenin bitimine kadar uzatmaya olanaklıdır. Jandarma teşkilâtı açısından getirilen 2. maddedeki düzenlemede ise; bu yöntemler teşkilât ve görev kanunun 7. maddesinin a fıkrasında belirtilen görev ve sorumluluk sahasıyla sınırlandırılmasıdır. Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri Emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmaktır. 5397 Sayılı Yasa’nın 2. maddesi ile ile kanun koyucu Jandarma teşkilâtına istihbarat üretme amacıyla değil suçları önleme noktasında önleyici dinleme olarak da nitelendirebileceğimiz idarî bir işlem tesis etmiştir. Maddenin amacı sorumluluk sahasında işlenmek üzere olan ancak kuvvetli emarelerin bulunmaması durumunda iletişime müdahale etmek suretiyle suçun engellenmesini sağlamaktır. Yasa koyucu bu kurumun istihbarat elde etmesini bizatihi kendisine bırakmamış, bu konuda talep ettikleri istihbarat üretme yetkisine yönelik yasal düzenlemeleri TBMM.den geri çekmiştir. 5397 Sayılı Yasa’nın komisyon görüşmelerinde sorumluluk sahasındaki bu tür ihtiyaçlarını polis ve MİT kaynaklarından sağlamasını daha uygun görmüştür. Bazı milletvekilleri ise bu noktada teklifteki istihbarat elde etme kavramının jandarma açısından uygun görmediklerini muhalefet şerhleri ile belirginleştirmişlerdir. Nitekim kanun koyucu de bu noktayı haklı görerek TBMM Genel Kurulunda bu yönde verilen önerge ile tekliften bu kavramın kaldırılmasını desteklemişlerdir. Kanun koyucu bu düzenlenme ile Jandarma teşkilâtının sorumluluk sahası dışında istihbarat yapma yetkisini engellemiştir. İçişleri Bakanlığı 18/01/2005 tarihli (B050ÖKM0000011-12/76) tarihli genelgesi ile her iki güvenlik teşkilâtını sorumluk bölgeleri konusunda uyarmıştır. Suçun önlenmesi ve suçluların takip edilerek adlî makamların önüne çıkartılması için koordinasyonun önemine dikkat çekilen genelgede sorumluluk alanlarına ilişkin 5442 sayılı “İller İdaresi Kanunu”, 2559 sayılı “Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu”, 2803 sayılı “Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanunu” ve 2692 sayılı “Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu”nun ilgili maddelerine dikkat çekilmektedir. Genelge ile;
1. “Kolluk birimlerinin kendi sorumluluk alanları dışında gelişen herhangi bir suç hakkında bilgiye ulaşması durumunda; elde edilen bilgilerin o yerin sorumlu kolluk amirine iletileceği ve araştırma, soruşturma ve operasyonun o bölgeden sorumlu kolluk birimi tarafından yürütüleceği,
2. Kolluk birimlerinin kendi sorumluluk alanında başlayan bir suçla ilgili olarak diğer bir kolluk birimi alanında soruşturma, araştırma ve operasyon yürütmesi gerektiği durumlarda göreve başlamadan önce bölgeden sorumlu kolluk amirine görevin mahiyeti ve süresi hakkında bilgi vereceği ve müşterek çalışmanın o yerin idarî amirinin izni alınmak suretiyle yürütüleceği,
3. Adlî makamlar tarafından verilecek arama kararlarında ise il ve ilçe Cumhuriyet Başsavcılarının polis ve jandarma sorumluluk bölgeleri protokollerini esas alacakları; güvenlik güçlerinin sorumluluk bölgelerinin ihlaline sebep verecek arama kararlarını talep edemeyecekleri”, bildirilmiştir.
Hakkâri İl Jandarma Komutanı Erhan KUBAT’ın şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’i Yüksekova ve Şemdinli ilçeleri bölgesinde bulunan örgüt mensupları hakkında bilgi elde etmek, istihbarî ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak maksadı ile 09.11.2005 günü saat 08:00.den itibaren görevlendirdiği, bu görevlendirme ile ilgili olarak bir gün öncesinde Hakkâri Dağ ve Komanda Tugayı ile Yüksekova ve Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlıklarına mesajla bilgilendirdiği bu görevlendirmede polis yada jandarma bölgesi ayrımı yapılmadığı, polis bölgesinde yapılan bu çalışmalar hakkında ilgili mülkî amirlerin ve polis birimlerinin bilgilendirilmediği, jandarmanın polis sorumluluk bölgesinde istihbarat çalışması yapamayacağı dolayısıyla 2559 Sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun Ek 7 inci 2803 Sayılı Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetki Kanunu’nun 10, 12 nci Jandarma Teşkilât Görev ve Yönetmeliği’nin 19, 21, 146. ve 154 üncü, 15.07.1961 tarihli İşbirliği Yönetmeliği’nin 3. ve 4 üncü maddeleri ile İçişleri Bakanlığı’nın 13.01.2005 tarihli genelgesine aykırı hareket ettiği, Terörle mücadelede küresel gelişmeler ve Türkiye’nin yukarıda belirtilen kendine özgü şartlarını ve şehir yaşamındaki gelişmeleri gözeten kanun koyucunun hayata geçirdiği 5397 Sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” un birinci maddesi ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na yurt genelinde istihbarat yapma yetkisi verilirken aynı kanunun ikinci maddesinde Jandarma Genel Komutanlığı’na sadece kendi sorumluluk sahasında suçu önleyici amaçlı teknik istihbarat yapma hakkı ve görevi getirilmiştir. Üstelik alt komisyonlardaki görüşme notları ve kanunun şekli itibariyle yorumlandığında kanun koyucunun Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı’nın görev ve yetkilerin ayrı ayrı düzenleyerek her iki kurumun kanunlarla belirtilen kendi sorumluluk sahalarına ve birbirlerinin görevlerine ilişkin müdahâlenin önlenmeye çalışıldığı ortaya çıkmaktadır. Bu noktada Şemdinli olayları sırasında ilçe merkezinde görevli olduğun öne süren Jandarma Personelinin üstlerinden emir almış olduklarını öne sürseler dahi emri verenin kanunlara aykırı davrandığı ortaya çıkmaktadır. Yine ilgili genelge gereği polis sorumluluk bölgesinde suçu önleyici teknik izleme ve dinlemenin yapılmasının adlî makamlardan talep edilmesinin kanuna aykırı bir durum ortaya çıkarttığı, Bu açıklamalarla Hakkâri İl Jandarma komutanı Albay Erhan KUBAT’ın Hakkâri Dağ Komando Tugayına, Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı’na ve Yüksekova İlçe Jandarma Komutanlığı’na 08/11/2005 tarihinde yazdığı görevlendirme yazısı güvenlik güçleri arasındaki koordinasyonun gereklerini yerine getirmediği görülmüştür. Bu yazı ilgili genelgede belirtilen “Aynı kolluk birimlerinin farklı il ve ilçelerde birbirlerinin sorumluluk alanlarında çalışma yapmasını gerektiren durumlarda müşterek hareket edileceği ve mülki amire haber verileceği” hükmünü karşılamaktadır. Üstelik görev yazısının mahiyeti icabı genelgenin diğer hükümlerinin yerine getirilmesi gerektiği zımnen kabul edilmektedir. Yine elde edilen delil ve ifadelerden mülkî amirin görevin mahiyeti ve şekli hakkında bilgilendirildiğine ilişkin bir sonuç elde edilememiştir. Hakkâri İl Jandarma komutanı Albay Erhan KUBAT’ın sıralı amirleri Hakkâri Dağ ve Komando Tugay Komutanı Erdal ÖZTÜRK ve Van Asayiş Kolordu Komutanı Selahattin UĞURLU’dur. Askerî hiyerarşinin yapısı gereği ve EMASYA direktifleri gereğince astın üstten habersizce, onun bilgisi, izni veya emri olmadıkça her hangi bir iş ve işlem yapamayacağı genel bir kural olduğu düşünülürse hâlen Hakkâri Dağ ve Komando Tugay Komutanı Erdal ÖZTÜRK ile Van Asayiş Kolordu Komutanı olarak görev yapan Selahattin UĞURLU’nun bu tür yasaya aykırı olarak yapılan istihbarat çalışmalarından bilgisinin olmadığı düşünülemez. Yasaya aykırı olarak yapılan istihbarat faaliyetleri ile ilgili Erhan KUBAT, Erdal ÖZTÜRK ve Selahattin UĞURLU hakkında Görevi Kötüye Kullanmak suçundan Görevsizlik verileceğinden, soruşturma evrakı Genel Kurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı’na gönderilmek üzere tefrik edilerek Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimiz soruşturma defterinin 2006/152 sırasına kaydı yapılmıştır.
2 JİTEM NASIL KURULDU? Cem ERSEVER biyografisinde bu konu şu şekilde özetlenmektedir. “Eylül sonrasında Güneydoğu'da yaşanan terör olaylarına karşı mücadele etmek amacı ile istihbarat toplamak ve toplanan istihbarat ile operasyonlar düzenlemek amacıyla Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Teşkilâtı (JİTEM) adı altında faaliyet gösteren merkezî bir örgütlenmenin fikir babalığını yaptığı ve doğrudan Jandarma Genel Komutanına bağlı olarak çalışacak olan JİTEM'in başına geçtiği” bilinmektedir. Medyada çıkan haber ve araştırmalarda ise ; “Susurluk'ta 3 Kasım 1996'da meydana gelen kazadan itibaren varlığı sürekli tartışılan ve resmiyette var olmadığı belirtilen JİTEM, ilk defa Diyarbakır'da bir Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmıştır. Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Teşkilâtı anlamına gelen JİTEM'in sivil görevlileri olan eski PKK itirafçıları, işledikleri öne sürülen faili meçhul cinayetler sebebiyle Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmışlardır. Dosyamız içerisinde iddianamesi bulunan davada, 1996'dan itibaren çeşitli faili meçhul cinayetler işledikleri belirtilen sanıklar : PKK itirafçıları Adil TİMURTAŞ, Recep TİRİL, İbrahim BABAT, Jandarma İstihbarat elemanları Mehmet Zahir KARADENİZ, Lokman GÜNDÜZ ve korucu Faysal ŞANLI’dır. İddianamede, itirafçıların bu eylemleri o tarihte Diyarbakır'da Jandarma İstihbarat Komutanı olarak görev yapan Binbaşı Ahmet Cem ERSEVER'in "komutasında" yaptıkları vurgulanmıştır. “JİTEM fikri, 1990 yılında Siirt'te görev yapan yüzbaşı Cem ERSEVER'in fikridir. Emirleri bölgedeki komutanlardan değil direkt Ankara'dan alıp operasyonlarını yürütecek bir tim olduğu bilinmektedir. Susurluk kazasından sonra JİTEM hakkında dile getirilenler ortaya çıkınca Jandarma İstihbarat Grup Komutanlıkları, Jandarma Bölge Komutanlığı ya da Alay Komutanlığı'na bağlanarak dolaysız Ankara ilişkisi kesilmiştir. Daha önce JİTEM.de çalışan İtirafçı Abdulkadir AYGAN; Orgeneral Eşref BİTLİS'den Uğur MUMCU'ya birçok faili meçhul kalmış cinayet hakkında önemli bilgiler aktarmıştır. Ayrıca, her ne kadar meydana gelişini takip eden süreçte Hizbullah isimli silâhlı çete tarafından yapıldığı şeklinde değerlendirmeler yapılmış ise de; Gaffar OKKAN'ın öldürülüşünü de Diyarbakır Emniyet Müdürü olduktan sonra JİTEM ve karanlık operasyonlarına göz açtırmayarak rahatsız ettiği bu illegal yapılanmanın hedefi haline gelmesi olarak açıklamıştır.. Abdulkadir AYGAN’ın bir süre PKK terör örgütüne katılıp daha sonra yakalandıktan sonra itirafçı olarak JİTEM içerisinde çalıştırıldığı son günlerde basına ve kamuoyuna yansıyan bilgilerden ve haberlerden öğrenilmiştir. Abdulkadir AYGAN isimli şahıs Aram Yayıncılık isimli Kitapevi tarafından yayınlanan “İTİRAFÇI – ‘Bir JİTEMCİ Anlattı’” isimli kitabın III. baskısında JİTEM ve yaptığı faaliyetler ile ilgili bilgiler vermektedir. Bu kitabın tamamının bir fotokopisi soruşturma dosyamız içerisine alınmıştır. Kitapta bahsi geçen JİTEM’in işlediği iddia edilen faili meçhul cinayetler ile ilgili olarak gereğinin taktir ve ifası için kitaptan çekilen bir fotokopi eklenerek Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuştur. JİTEM ve JİT olarak ifade edilen istihbarat birimi; merkezde Jandarma Genel Komutanı’na bağlı Tuğgenerallik seviyesinde Daire Başkanlığı, 1997 yılına kadar Bölge Komutanlıkları ile bunlara bağlı Tim Komutanlıkları şeklinde bir yapılanmasının olduğu değerlendirilmektedir. Ancak bu yapılanma hiçbir şekilde resmî makamlar tarafından kamuoyu ile paylaşılmamıştır. 5397 Sayılı Yasa, istihbarat ihtiyaçlarını karşılamak için meydana getirilmiş sistemi, sistemin işlemesini, bu hususta hukuka uygun işlemlerin ne suretle gerçekleştirileceğini, kararların hangi makamlar tarafından ve ne gibi koşullara uyulması suretiyle alınacağını, bu husustaki denetim kurallarını ve usullerini, İstihbarat ihtiyacının milletlerarası hak bildirileri ve anayasanın güvencelerine uygun olarak nasıl giderileceğini göstermektedir.
YUKARIDA ADI GEÇEN ESKİ JİTEM MENSUBU OLARAK BİLİNE ABDULKADİR AYGAN’IN KONUYA İLİŞKİN MEDYAYA YANSIYAN RÖPORTAJI AŞAĞIDADIR: JİTEM adına çalıştığını ileri süren PKK itirafçısı 45 yaşındaki Abdülkadir Aygan, yazdığı kitapta, yazar Musa Anter'i öldüren timde yer aldığını iddia etti. PKK itirafçısı: Musa Anter'i biz öldürdük. Yaptığı itiraflarda Diyarbakır'da 10 yıl önce kaybolan Murat Aslan'ın Silopi'de gömüldüğü yeri tarif eden ve cesedinin bulunmasına sağlayan Abdülkadir Aygan, "en büyük eylemimiz Musa Anter cinayetiydi dedi. Timur Şahan ve Uğur Balık tarafından kaleme alınan 'İtirafçı' adlı kitapta, başından geçenleri anlatan Abdülkadir Aygan'ın itirafları bir döneme ışık tutuyor. "JİTEM'DE ÇALIŞTIM:"PKK örgütü içinde Sason, Mutki ve Şirvan'da faaliyet gösterirken 1985 yılında örgütten kaçarak teslim olan ve 'Pişmanlık Yasası'ndan yararlanıp 1990 yılında tahliye edilen Suruç doğumlu Abdülkadir Aygan, bir süre sonra Cem Ersever'in girişimiyle JİTEM içinde çalışmalarda bulunduğunu açıkladı. JİTEM'de çalışırken Malatya doğumlu Aziz Turan kimliğini kullandığını anlatan Aygan, 1 Eylül 1991 tarihinde, Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanı Kurmay Albay Nurettin Çakır'ın 4313-119- 92/kd. scl. sayılı yazısı ile 'genel idari hizmetler, istihbarat elemanı' sınıfından devlet memurluğuna alındığını belirtti. Aygan, yeni kimliği ile Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) iştirakçisi de oldu. "BEN TUTTUM, YEŞİL VURDU" :20 Ocak 1992'de Halkın Emek Partisi (HEP) Muş Malazgirt İlçe Başkanı Harbi Arman'ın bir duruşma için Diyarbakır'a geldiğini belirten Aygan, Arman'ı Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın talimatıyla kaçırıp öldürmeleriyle ilgili şu iddiada bulundu: "Mahmut Yıldırım'ın bu şahsı istemesi üzerine, Harbi Arman'a, 'Bir ifade için bizimle geleceksin' dedik. Bir araca bindirdik. Gözlerini atkısıyla bağladık. 'Askeri birliğe götüreceğiz' bahanesiyle kent dışında bir köprünün altına getirdik. Uzman Çavuş da Kalaşinkof ile tarayacaktı. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, 'Dur onunla değil' dedi. Ben tuttum Yeşil tabancasıyla vurdu. Köprü altına gözleri bağlı öyle bıraktık. ( Adı geçen ’Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım kimdir; 7’nci Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde de müebbet hapis istemiyle yargılanıyor. Mahkeme, 27 Ocak’ta Solhan İlçe Jandarma Komutanlığı’na yazı yazarak Mahmut Yıldırım’ın açık adresinin tespit edilerek mahkemeye gönderilmesini istemişti. 7’nci Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, emekli Binbaşı Abdulkerim Kırca, Uzman çavuş Yüksel Uğur, PKK itirafçıları Muhsin Gül, Fethi Çetin, Abdulkadir Aygan, Saniye Emlük, Kemal Emlük ömür boyu hapis istemiyle tutuksuz yargılanıyor. Suç dosyası kabarık İddianamede, sanıkların JİTEM adı altında oluşmuş sözde devlet adına yasadışı yollarla birçok adam öldürme, adam kaçırma ve PKK yandaşı olduklarına inandıkları kişiler aleyhine kendi çıkarlarına yönelik eylemlerde bulundukları, binbaşı Abdulkerim Kırca’nın eylemlerle ilgili verdiği talimatlar nedeniyle çetenin yöneticisi konumunda olduğu belirtiliyor. Hürriyet 15.Şubat 2006 ) "EN BÜYÜK EYLEM MUSA ANTER CİNAYETİYDİ":Gazeteci yazar Musa Anter'i öldüren timde yeraldığını iddia eden Aygan, bu timde Yeşil, Mustafa Deniz ve yine PKK itirafçısı olan 'Hogir' kod adlı Cemil Işık ile 'Şırnaklı Hamid'in yer aldığını öne sürdü. Cemil Işık'ın önceden Musa Anter'i tanıdığını belirten Abdülkadir Aygan olayı şöyle anlattı: "Hamit, Musa Anter'in kaldığı otele gönderilerek, 'Hogir sizi bir evde bekliyor' diyerek otelden çıkarttı. Ben ve Hogir, Seyrantepe'de bekliyordum. Yeşil ve Mustafa Deniz, bizden biraz ileride bekliyordu. Hamit Musa Anter'i getirecekti, Hogir de öldürecekti. Ancak, bir süre sonra siren sesleri gelince aracımıza binerek JİTEM'e gittik. Bir süre sonra Hamit gelince, 'İş tamam' dedi. 'Neden yanımıza getirmedin' deyince, 'benden şüphelenince yolda indirdim 'öldürdüm' diye cevapladı. ÖLÜM TARLASI:PKK İtirafçısı Abdülkadir Aygan, daha önce öldürülen HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın amcasının oğlu olan Sağlık-Sen Şube Başkanı Necati Aydın ile Ramazan Keskin ve Mehmet Aydın'ın öldürülmesi olayını da şöyle anlattı: "Bir olay nedeniyle DGM'ye düşmüşlerdi. Mahkemeden çıktıktan sonra 'Emniyete gideceğiz, bir ifadeniz unutulmuş' diyerek polisin gözü önünde tekrar arabaya aldık. İki araçla Silvan- Diyarbakır arasındaki Kağıtlı Karakolu'nu geçtik. Köprü yakınında ayrılarak tarlanın içerisine girdik. Binbaşı Abdulkerim Kırcı tarafından kurşun sıkılarak öldürüldüler. Bu olayda Uzman Çavuş Uğur Yüksel, 'Adıyamanlı Apo' kod adlı Uzman Çavuş Abdülkadir Uğur, ben, Kemül Emlük, Diyarbakır İstihbarat Tim Komutanı Yüzbaşı Tuncay Yanardağ ve Binbaşı Abdulkerim Kırcı vardı. "OKKAN GÖZ AÇTIRMIYORDU: "Aygan, Gaffar Okkan'ın Diyarbakır Emniyet Müdürü olmasıyla JİTEM elemanlarının çalışmasının güçleştiğini ileri sürerek, bu konuda da şu iddialarda bulundu: "Gaffar Okkan'ın gelmesiyle Asayiş Şube Müdürlüğü kendi prensibiyle çalışmaya başladı. Bunlar, JİTEM elemanlarına göz açtırmıyordu. Daha önce itirafçılar, korucular, JİTEM elemanları kent içinde başına buyruk hareket edebiliyordu. İstedikleri kişileri yakalayıp 'Emniyet'e götürüyoruz' diyebiliyordu. Okkan döneminde faili meçhul cinayetler büyük oranda azaldı.' ( Faruk BALIKÇI - DİYARBAKIR/DHA Hürriyet - 04.02.2005
Şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in 9 Kasım 2005 OLAY GÜNÜ; yanlarında diğer şüpheli Veysel ATEŞ de olduğu halde, sivil plaka olan 30 AK 933 Plaka sayılı resmî araçla saat 11:00 sularında Şemdinli ilçesine geldikleri, şüphelilerin bu sefer Şemdinli’ye geliş amaçlarının savunmaya göre, Umut Kitapevi’ne terör örgütünün dağ kadrosuna gönderilmek üzere Almanya’dan gelecek paket olduğu, bununla birlikte aleyhe delillere mantıklı bir açıklama getiremeyip tam inkâr durumunda olan şüphelilerin gerçek amacının ise 5 Ağustos günü terör örgütü tarafından Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığınca Askerî Gazino geçişine konulan ve 5 askerin feci şekilde parçalanarak şehit olduğu olay ile 1 Kasımda Askerî Gazinonun diğer tarafındaki sokağa park edilen otomobil içindeki bombanın patlaması sonucu bir askerin gözlerinin kör olduğu, birçok kişinin yaralandığı ve sokağın adeta yıkıldığı olayın sorumlusu olarak kabul ettikleri Seferi YILMAZ’a, onun ve bağlantılı olduğu terör örgütünün kullandığı yöntem ile cevap vermek olduğu hususunda yargılamaya yeterli delil bulunduğu, Şüphelilerin araçlarını Abdi ÖZEL isimli bir şahsın dükkânın önüne park ettikleri, aracın camlarının kapalı olduğu, şüphelilerin araç içerisinden Seferi YILMAZ’a ait Umut Kitapevi’nin bulunduğu Özipek Pasajı’na doğru baktıkları ve aralarında konuştukları, Veysel ATEŞ’in biraz telaşlı hâlinin olduğu, aracın arkasında oturan açık kahverengi montlu şüpheli Veysel ATEŞ’in araçtan çıktığı, araçtan çıkmadan önce arka koltukta oturduğu sırada koltuğun üzerinde bir çanta ve siyah poşet ile ilgilendiği, arabadan indikten sonra her iki eli montunun cebinde Özipek Pasajı’na doğru yürüdüğü, Özipek Pasajı ile aracın bulunduğu Abdi ÖZEL’in dükkânının arasında 25-30 metre mesafe olduğu, bu sırada şüphelilerin davranışlarından şüphelenen esnâf Zeydan ÖZEL’in Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in bulunduğu araca doğru yaklaştığı esnada Ali KAYA’nın aracı hareket ettirerek Özipek Pasajı’na doğru gittiği, sonra ileriden dönüp Keyifler Kuyumcusunun olduğu yere aracı park ettiği, bu arada şüpheli Veysel ATEŞ’in Seferi YILMAZ’ın bulunduğu pasaja giderek burada gerekli araştırma ve keşif faaliyetlerini yaptıktan sonra elinde bulunan ve diğer şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ ile birlikte yanlarında getirdikleri iki adet el bombasını daha önceden PKK örgütü üyesi olmak suçundan ceza alıp 15 yıl hapis yatan Seferi YILMAZ isimli şahsa ait Umut Kitapevi’nin içerisine Alman yapımı pimleri çekilmiş ve patlamaya hazır vaziyetteki iki ayrı el bombası atıldığı, müşteki Seferi YILMAZ’ın pimi çekilmiş el bombalarını görünce can havliyle kendisini işyerinden dışarıya attığı, bombalardan birinin işyerinin kapısının önünde, diğerinin ise Kitapevini ikiye ayıran kontraplağın kapıya dönük (müşterilerin geldiği) dış tarafında olmak üzere patlaması sonucunda Kitapevinde bulunan maktül Mehmet Zahir KORKMAZ’ın 10.11.2005 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağına göre; “…patlayıcı madde şarapnel yaralanmasına bağlı humerus, radius, femur ve kafatası kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve iç organ yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu…” öldüğü, Metin KORKMAZ isimli kişinin ise; düzenlenen kesin doktor raporuna göre “…basit tıbbî müdahale ile giderilebilir mahiyetteki, sağ uyluk üst dış kısmında 0.5x2 ve 0.5x1 cm.lik derin cilt ve cilt altı kesiği, sol ayakta 0.5x2 cm.lik derin cilt alt ve cilt altı kesiği ve vücudun bir çok kısmında yaygın büyüklüğü 0.5 ve 1 cm varan cilt erozyonları oluşturur şekilde…” yaralandığı,
Patlamayı duyan çevre esnâfı ve halkın merakla patlamanın olduğu pasaja doğru yöneldikleri, o sırada kendisini işyerinden ve pasajdan dışarıya atan Seferi YILMAZ’ın pasaj koridorundan çıkarken üzerinde sarı-kahverengimsi renkli bir mont bulunan Veysel ATEŞ’i gördüğü, peşinden gittiği, kesintisiz olarak takip ettiği. hem Türkçe ve hem de Kürtçe olarak “…bombayı atan bu şahıstır, yakalayın…” diye bağırıp çevredeki esnâf ve halktan yardım istemesi üzerine, kalabalık bir grubun Veysel ATEŞ’in peşine düştüğü, Veysel ATEŞ’in pasajdan çıkmasına müteakip öncelikle aracın ilk park edildiği yer olan Zeydan ÖZEL’in iş yerinin önüne doğru yöneldiği, aracı orada göremeyince Veysel ATEŞ’in 0538 202 18 74 numaralı cep telefonundan Ali KAYA’nın cep telefonu olan 0532 276 83 72 numaralı cep telefonunu saat 11:29 sıralarında aradığı Ali KAYA’ya nerede olduklarını sorduğu, Veysel ATEŞ’in hiç arkasına bakmadan telefonu kulağında koşar adımlarla yürüdüğü, bu arada Ali KAYA’nın da cep telefonunun elinde olduğu ve telefonu kulağında tutar vaziyette hızlı hızlı yürüdüğü, Ali KAYA ve Veysel ATEŞ’in cadde üzerinde buluştukları yerde Ali KAYA’nın Veysel ATEŞ’e “patladı mı” diye sorduğu, Veysel ATEŞ’in de “evet” şeklinde cevabından sonra Ali KAYA’nın “atla arabaya” dediği, daha sonra Veysel ATEŞ ile onun peşinden gelen Ali KAYA’nın o sırada içinde diğer şüpheli Özcan İLDENİZ’in bulunduğu otomobilin yanına vardıkları, şüpheli Veysel ATEŞ’in aracın arka koltuğuna oturduğu, ancak henüz aracı çalıştırıp hareket ettiremeden, “…PKK.lı mı, asker mi, polis mi, köy koruyucusu mu yoksa el-kaide mensubumu olduğunu anlayamadım. Arabaya binmek istediler. Ben ve esnâf arkadaşlar bu ikisini arabaya bindirmedik...” şeklindeki tanık beyanında anlatıldığı üzere çevrede bulunan esnâf ve halktan kişilerin arabanın etrafını kuşattığı, mağdur Seferi YILMAZ’ın; “…bombayı atan buydu…” diyerek arka koltukta oturmakta olan Veysel ATEŞ’i gösterip teşhis ettiği, bu sırada aracın dışında bulunan Ali KAYA’nın, aracın etrafını saran kişilere “…biz emniyetteniz, arkadaki de arkadaşım …” şeklinde sözler söyleyerek Polis oldukları zannını uyandırmaya çalıştığı, daha sonra araca binip çalıştırarak aracı hareket ettirip birlikte kaçmak istedikleri, ancak dükkânlarının önünde olduğu için orada bulunan esnâf ile rastlantı sonucu orada bulunan halktan kişiler tarafından kaçmalarına imkân tanınmadığı, şüpheli Ali KAYA’nın arabanın etrafını çeviren bu kişilerden kurtulamayacağını anlayınca araçtan inip bagaj kapağını açarak bagajın içinden aldığı uzun namlulu kalashnikov marka silâhı çıkarıp mekanizmasını kurduğu, bu sırada etrafındaki tanık Lezgin ATABAK’ın “…yapma !, yapma! …” diyerek şüpheli Ali KAYA’nın kolundan tutup tüfeğin namlusunu havaya kaldırdığı, yine oradakilerden başka birinin de tüfeğin şarjörünü düşürdüğü, bu sırada olay yerinden Kitapevinde müşteri olarak bulunan Mehmet Zahir KORKMAZ isimli şahsın ölmüş olduğu haberinin gelmesi üzerine kalabalıklaşan ve öfkelenen halkın, bombayı atan şüpheli Veysel ATEŞ’i bulunduğu aracın içinden çıkarmaya çalıştığı, ileriki safhalarda öfke ve gerginliğin daha da artması sonrası aracın camlarının kırıldığı, şüphelilere darp ve cebirde bulunma girişiminde bulunulduğu, daha sonra İlçe Kaymakamı, İlçe Emniyet Müdürü ve bir kısım askerî yetkililerin olay yerine geldiği, takviye olarak polis ve askerler ile Özel Harekat Ekiplerinin olay yerine ulaşarak müdahaleleri sonucunda şüpheli Veysel ATEŞ’in halkın elinden kurtarılarak zırhlı araç ile Şemdinli İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüğü, Özcan İLDENİZ’in yürüyerek kalabalıktan uzaklaşıp İlçe Jandarma Komutanlığı’na gittiği, tanık Lezgin ATABAK’ın beyanında geçtiği üzere o sırada kalabalığın içinden ayrılmaya çalışan Ali KAYA’nın da halk tarafından Yanık Yarbay olarak bilinen Yarbay Mustafa YANIK’ın talimatı ile askerler tarafından yakalandığı,
Toplanıp Hükümet Konağı'na yürüyen Şemdinli halkını sakinleştirmeye çalışan Kaymakam Mustafa Cihan SESLİHAN’ın, bombalı saldırının provokasyon olduğunu iddia ederek gözaltına alınan ve yine olay yerinden kaçarak İlçe Jandarma Komutanlığı’na sığınan şüphelilerin kimliklerinin açıklanmasını isteyen göstericilerin saldırısına uğradığı, güvenlik güçlerinin halkı dağıtmak için havaya ateş açtığı olaylarda ilçenin DEHAP'lı Belediye Başkanı Hurşit TEKİN'in de aralarında bulunduğu üç kişinin yaralandığı, ilçeye giriş ve çıkışların yasaklandığı, güvenlik güçlerinin herkesin evine dönmesine ilişkin uyarılarına uyulmadığı,
Öğlen saat 11:00 – 11:30 arasında meydana gelen patlamadan 6 saat sonra şüphelilerin otomobilinde Savcılık tarafından Tespit - Keşif işleminin yapılmasına başlanabildiği,
30 AK 933 sivil plakalı resmî araçta Şemdinli Cumhuriyet Savcısı tarafından olay günü saat 18:00 sıralarında yapılan incelemede, aracın bagajında;
1 - Üç adet kalashnikov marka seyyar dipçikli dolu şarjör takılı tüfek, bir adet dolu kalashnikov şarjörü, iki adet hücum yeleği, hücum yeleklerinin ceplerinde altı adet kalashnikov şarjörü, ayrıca siyah bir çantanın içinde; üzerlerinde HGR Z DM LOS FMP-133 ve HGR Z DM LOS FMP-134 ibareleri bulunan Almanya ülkesi yapımı iki adet el bombasının,
2 - İçinde;
a) "…Aşiret Durum Çizelgesi…" adlı belgede; aşiretlerin ve aşiret reislerinden AKP Milletvekili Mustafa ZEYDAN, Ahmet ZEYDAN, Macit PİRUZBEYOĞLU, Gani ÇALLI, Abdurrahman KESKİN, Kemâl KAYA, İskender ERTUŞ, Mehmet ADIYAMAN, Hasan ÖZTUNÇ, Celi ÖZBEK, Ömer KEÇECİ, A. Hakim TURGUT, Haydar KAYA, Hüsnü TİMUR ve Fuat EDİŞ’in ve yine aşiret mensubu kişilerin isim listesi ve ikamet bölgeleri ve yine Şemdinli Bölgesi Genel Değerlendirmesi başlıklı evrakların,
b) Yine, Şemdinli'de bulunan Demokratik Toplum Harekatı (DTP) Teşkilâtlanmasında yer alan şahısların fotoğraflarının bulunduğu ve Kurucular Kurulundan Mehmet KAYRAN adlı üyenin dışındaki tüm üyelerin adının altında kare şeklinde bir kutu, Mehmet KAYRAN'ın fotoğrafının altında ise " x işareti " bulunan fotoğraflı isimlerinin yer aldığı listenin,
c) Bombanın atıldığı dükkânın sahibi Seferi YILMAZ adına düzenlenmiş Nüfus Kayıt Örneği, Şahıs Şahsî Bilgiler Formu, Biyografik Bilgi Formu, Şemdinli İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından tanzim edilmiş eski tarihli polis ifade tutanağı, Seferi YILMAZ’ın fotoğrafının da bulunduğu Konutta Kalanlar başlıklı iki adet evrak, yine mağdurun fotoğraf fotokopilerinin bulunduğu Seferi YILMAZ bir adet Bilgi Notu, dört adet kroki ile diğer dosyalarda telefon numaralarının bulunduğu evrak ile bombanın patladığı Özipek pasajı ve Umut Kitapevi ile ilgili yolların krokilerinin, Bulunduğu (4) adet dosyanın,
3 - İki adet not defterinin,
4 - Araca ait belgeler ve bir takım aletlerin ele geçirildiği.
Her ne kadar savunmalarda ve görevlendirmeye ilişkin yazılarda şüphelilerin sadece istihbaratla görevlendirildikleri bildirilmiş ise de; şüphelilerin içinde bulundukları araçta yapılan incelemede, aracın bagajında ele geçen üç adet kalashnikov marka seyyar dipçikli dolu şarjör takılı tüfek, bir adet dolu kalashnikov şarjörü, iki adet hücum yeleği, hücum yeleklerinin ceplerinde altı adet kalashnikov şarjörü, ayrıca siyah bir çantanın içinde; üzerlerinde HGR Z DM LOS FMP-133 ve HGR Z DM LOS FMP-134 ibareleri bulunan Almanya ülkesi yapımı iki adet el bombasının Şemdinli ilçesine operasyonel bir faaliyet için gidildiği ve bulunulduğunun göstergesi olduğu, münhasıran istihbarat toplama görevi ile bağdaşmadığı, yine ele geçen ve içinde; aşiretlerin ve aşiret reislerinden AKP Milletvekili Mustafa ZEYDAN, Ahmet ZEYDAN, Macit PİRUZBEYOĞLU, Gani ÇALLI, Abdurrahman KESKİN, Kemâl KAYA, İskender ERTUŞ, Mehmet ADIYAMAN, Hasan ÖZTUNÇ, Celi ÖZBEK, Ömer KEÇECİ, A. Hakim TURGUT, Haydar KAYA, Hüsnü TİMUR ve Fuat EDİŞ’in ve yine aşiret mensubu kişilerin isim listesi ve ikamet bölgeleri ve yine Şemdinli Bölgesi Genel Değerlendirmesi başlıklı evrakların bulunduğu "…Aşiret Durum Çizelgesi…" adlı belgenin, yine Şemdinli'de bulunan Demokratik Toplum Harekatı (DTP) Teşkilatlanmasında yer alan şahısların fotoğraflarının bulunduğu ve Kurucular Kurulundan Mehmet KAYRAN adlı üyenin dışındaki tüm üyelerin adının altında kare şeklinde bir kutu, Mehmet KAYRAN'ın fotoğrafının altında ise " x işareti " bulunan fotoğraflı isimlerinin yer aldığı listenin, yine bombanın atıldığı dükkânın sahibi Seferi YILMAZ’ın fotoğraf fotokopilerinin bulunduğu Seferi YILMAZ bir adet Bilgi Notu ile aralarında dört adet kroki ile bombanın patladığı Özipek pasajı ve Umut Kitap evi ile ilgili yolların dört adet krokinin bulunduğu evrak ve dökümanların da; çok açık bir şekilde şüphelilerin operasyonel bir faaliyet içinde olduklarını ortaya koyduğu, olayın hemen sonrasında olay yeri yakınında yakalanmış olmalarının da suça konu bombalama olayının şüpheliler tarafından gerçekleştirildiği iddialarını teyit ettiği,
Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Lâboratuvarları Dairesi Başkanlığı’nın 18.11.2005 gün ve 2005/19 Uzmanlık Numaralı ekspertiz raporunda; “…patlamanın meydana geldiği yerden elde edilen el bombaları maşaları ile şüpheli şahısların kullandığı aracın bagajından çıkan el bombalarının fünye gurubundaki maşalar ile benzerlik gösterdikleri, patlamış ve patlamamış el bombalarının aynı model el bombaları olduklarının…” bildirildiği,
O sırada, Şemdinli Cumhuriyet Savcısının yaptığı incelemeler sürerken, resmî sevk işlemi ile tedavi için özel otomobiliyle gittiği Van Devlet Hastanesi’nden eşi ve çocukları ile dönmekte olan J.Uzm. Çvş. Tanju ÇAVUŞ'un Şemdinli ilçesi girişinde yolunu kesen kalabalık bir gurubun, araca saldırması üzerine panik ve heyecana kapılıp eşi ve çocuklarını korumak için havaya rasgele ateş açması sonucunda Ali YILMAZ isimli bir vatandaşın hayatını kaybettiği, 4 kişinin de yaralandığı, bunun üzerine Cumhuriyet Savcısının incelemelerini tamamlayamadan olay yerinden ayrılmak zorunda kaldığı, J.Uzm. Çvş. Tanju ÇAVUŞ'un da gözaltına alındığı,
Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Lâboratuvarları Dairesi Başkanlığı’nın 18.11.2005 gün ve 2005/19 Uzmanlık Numaralı ekspertiz raporunda; “…patlamanın meydana geldiği yerden elde edilen el bombaları maşaları ile şüpheli şahısların kullandığı aracın bagajından çıkan el bombalarının fünye gurubundaki maşalar ile benzerlik gösterdiği, patlamış ve patlamamış el bombalarının aynı model olduklarının…” bildirildiği,
15.11.2005 günü saat 15:28 sıralarında Sabri (K) Ali KISIKYOL tarafından kullanılan bu telefondan, amcasının oğlu ve hâlen askerde olduğu anlaşılan ancak açık kimliği tespit edilemeyen bir kişi ile yaptığı telefon görüşmesi kapsamına göre; amcasının oğlunun, Sabri (K) Ali KISIKYOL’a, “…gönderdiği eşyaların bulunduğu Umut Kitapevi’nin havaya uçtuğunu…” söylediği, onun da “…gönderdiği eşyaların MP3 ve bir kalem olduğunu ve değerlerinin 300 Avro olduğunu…” söylediği, devamında amcasının oğlunun da “…eğer o eşyayı almasalar Şemdinli’nin Alay Komutanının gideceğini…” beyan ettiği, yine telefon görüşmelerinde amcasının oğlunun, Sabri (K) Ali KISIKYOL’a “…o alçaklar onların ayakları altında bomba atmışlardı, telefonla görüştüğüm adam altına bomba attılar alçaklar, bu ayın dokuzunda…” şeklinde sözler de söylediği,
OLAYA İLİŞKİN ŞÜPHELİLERİN SAVCILIK İFADELERİ AŞAĞIDA OLDUĞU GİBİ AKTARILMIŞTIR.
1 - Şüpheli Veysel ATEŞ 12.11.2005 Tarihli Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığı’ndaki İfadesinde : Ben 1972 Çukurca doğumluyum, ilkokul mezunuyum, 1988 yılının sonbahar aylarında zorla kaçırıp PKK terör örgütüne kazandırdılar, 1991 yılının 1. ayında örgütten kaçarak Kuzey Irak Dohuk kentine yerleştim, orada evlendim daha sonra kardeşlerim Faruk İle Cafer'i örgütten kaçtığımdan dolayı öldürdüler. 1997 yılında Habur kapısından güvenlik güçlerine teslim oldum, Şırnak Savcılığına teslim edildim, Van DGM de yargılanıp 4.5 sene ceza aldım, cezamı çektikten sonra askerliğimi yaptım, askerliğimi yaptıktan sonra Hakkâri iline yerleştim inşaatlarda çalışıp geçimimi sağlıyorum, 1993 yılından bu yana Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı’nda haber elamanı olarak görev yapıyorum, Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı istihbarat elamanı olarak görevli Ali KAYA isimli başçavuş ve Özcan isimli soyadını bilmediğim başçavuş arkadaşlarımla Şemdinli ilçesine gelmek üzere 09.11.2005 tarihinde saat 08:30 sıralarında Hakkâri den Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı’na ait 30 AK 933 plakalı araç ile yola çıktık, amacımız bazı elamanlar ve dostlar ile görüşmek, bazı elamanlardan haber toplamak ve eleman kazandırmak idi, araçla iki başçavuş ile birlikte Şemdinli ilçesine geldik saatin kaç olduğunu hatırlamıyorum aracı Ali Başçavuş kullanıyordu. Özcan Başçavuşta şoförün yanında idi, top sakallı olan Özcan başçavuş idi, benim üzerimde mont vardı, beraberce Şemdinli’ye giriş yaptık aracı Cumhuriyet Caddesi üzerinde park ettik, Özcan başçavuş abdest almak için camiye gidecek ve sayısal loto oynamak için kupon alacaktı, daha çıkmasına fırsat kalmadan bomba sesi duyduk, Ali başçavuş bu nedir diye kapıyı açtı biraz bakmak için ileri gitti. Ali başçavuş orada bulunan gençlere ne oldu diye sordu onlarda ona, “hem yapıyorsunuz hemde soruyorsunuz şerefsizler” diye karşılık verdi, Ali başçavuşa saldırmaya kalktılar, demir çubuklar ile kafasına vuruyorlar idi, ben de arabadan çıkıp Ali başçavuşa yardım etmek istedim, bir iki tanesini itekledim, Ali başçavuş bana arabaya bin dedi, daha sonra tekrar arabanın arka koltuğuna bindim, çevrede toplanan kalabalık arabanın bütün camlarını kırdılar tekme tokat beni dövdüler, özel harekat kıyafetli ve sivil kıyafetli polisler beni arabadan çıkardılar zırhlı bir araba ile ilçe emniyet müdürlüğüne götürdüler, şüphelinden soruldu, ben Ali başçavuşa yardım etmek için yanına gittiğim yer ile araba arasında yaklaşık 10-15 m mesafe vardı, bize saldırılınca bulunduğumuz yerden koşarak arabanın bulunduğu yere doğru kaçmaya başladık, peşimizden “şerefsizler siz yapıyorsunuz” diye bağırıyorlardı, Ali başçavuş kalabalığın arasında kaldı ben ise aracın yanına gelip arka koltuğa oturdum, ben araca binerken Özcan başçavuşu araçta görmedim, aracın içerisinde bana saldırılınca kafamı eğip kapattım, aracın etrafından Özcan ve Ali başçavuşu görmem mümkün olmadı, 30 AK 933 plakalı aracın bagajında bulunan silâhlar ve şarjörler jandarmaya aitti, görev için Şemdinli’ye geldiğimizde terörist saldırı olur diye bu silâhları yanımıza aldık, el bombalarında ise haberim yoktur, Şüpheliden tekrar soruldu, bombalama eylemini kesinlikle ben gerçekleştirmedim, ben bombanın nerede patladığını bile bilemiyorum, kalabalığın içerisinde bazı şahıslar bu itirafçı diye bağırınca tüm saldırılar ve tepkiler bana yöneldi, o zamana kadar bana karşı tepkiler gayet normal idi, hatta ben Ali başçavuşun yanında onları itelerken bile tepki almadım, itirafçı itirafçı diye bağırınca bana karşı saldırılar başladı, Şüpheliden tekrar soruldu, Şemdinli ilçe merkezine geldiğimizde caddede dönüş yapıp, aracı park ettik, caddede hiç dolaşmadık, aracı park ettikten sonra saldırılar nedeni ile yerinden oynatamadık dedi. Şüpheliden tekrar soruldu, bomba patladığında herkes bombanın patladığı yere doğru gidiyordu, Ali başçavuşun olduğu yer ile araç arasında 10-15m mesafe vardı, Ali başçavuşa ilk başta 5 kişi saldırdı ben müdahale etmek için yanma geldiğimde bana da saldırdılar, daha sonra yüzlerce insan üzerimize saldırdılar, bana saldırıp vuranlardan şikâyetçiyim şeklinde beyanda bulunmuştur.
2 - Şüpheli Özcan İLDENİZ 28.11.2005 Tarihli Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimizde Alınan İfadesinde : Ben daha önce Şemdinli Cumhuriyet Savcılığı’nda şüpheli olarak ifade vermiştim. O ifademi aynen kabul ve tekrar ederim. Ben, Şemdinli ilçesi ve çevresinde istihbarat sorumlusuyum. Sık sık bu ilçeye gidip gelmekteyim. 16.07.2004 tarihinde Hakkâri'deki görevime başlamıştım. Göreve başladıktan sonra bu bölgede istihbarat sorumlusu olarak görevliyim. Ben Şemdinli ilçe merkezinde tanınmaktayım. Şemdinli'de bulunan Seferi YILMAZ isimli şahsın son günlerde örgüt ile olan irtibatını ortaya koymak için çalışmalar yapıyorduk. Bu konuda telefon dinleme (teknik takip) için mahkeme kararı da alındı. 2 Kasım 2005 günü ben Şemdinli'ye şubemizden başka arkadaşlarla başka istihbarî bilgileri değerlendirmek üzere gitmiştim. 1 Kasım 2005 tarihinde meydan gelen patlama olayını da araştırıyorduk. Ayrıca 7 Kasım 2005 tarihinde de Ali başçavuş ve Veysel ATEŞ ile birlikte Şemdinli'ye gittik. Seferi YILMAZ ile ilgili çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Seferi YILMAZ'ın 4 Kasım 2005 tarihindeki teknik takipteki konuşmasında geçen paketi ele geçirmek için çalışmalar yapıyorduk. 9 Kasım 2005 tarihinde daha önce Seferi YILMAZ hakkındaki özellikle paket konusundaki bilgileri değerlendirmek ve bu konudaki bilgileri Jandarma ve Emniyet vasıtası ile Savcı Bey’e ulaştırmak için gelmiştik. Seferi YILMAZ’ın henüz teknik takipteki dinlemesi bitmemişti. Ancak bu paket gelişini takip etmek ve gerekirse arama kararı almak için dosyayı Savcı Bey’e verecektik. 09.11.2005 tarihinde Şemdinli’ye geldik. Aracımız resmî araçtır, ancak plakası sivildir. Aracı Ali başçavuş kullanıyordu. Veysel ATEŞ’de yanımızdaydı. Şemdinli’ye girdik, şehir merkezinde bulunan AKP binasının önünde aracı park ettik. Şemdinli sorumlusu ben olduğum için bazı elemanlar ile irtibata geçecektim, bu arada tuvalete gidecektim. Araçtan inmeden bir patlama sesi geldi. Önce ben çıkmadım. Ali başçavuş ile Veysel dışarı çıktı. Daha sonra da ben çıktım. Ali başçavuş ve Veysel arabadan 10-15 metre uzaklaştılar. Ben bundan sonra arabadan çıktım ve kaldırımın üzerinde durdum. Patlamanın olduğu yere doğru baktım. Bu sırada bazı vatandaşlar dükkânlarından çıkmış, patlamanın olduğu yere doğru gidiyor veya bakıyorlardı, bu arada 5-6 kişilik bir grupta patlamanın olduğu istikametten bize doğru geliyorlardı. Hedef muhtemelen biz veya arabaydı. Vatandaşlar yanımıza geldi. Ali başçavuş gelenlere ne oluyor diye sordu. Vatandaşlarda "hem yapıyorsunuz, hemde soruyorsunuz şerefsizler" şeklinde sözler söyledi. Arabanın yanında münakaşa oldu. Daha sonra Ali başçavuşu darp ettiler. Ali başçavuşa yardım eden Veysel ATEŞ'i arabaya bindirdiği sırada gelen grup içerisinden birisi "bu itirafçıdır" dedi ve Veysel'e saldırdılar. O da bu arada arabaya bindi. Bütün halk bu sırada arabanın etrafını sardı. Ali başçavuş gelen halka bu arabaya saldıran kişilere "emniyet görevlisiyiz" demesine rağmen halk yine saldırdı. Ben aracın bir yanında Ali başçavuş aracın diğer yanında halkı önlemeye çalıştık. O esnada beni tanıyan birkaç kişi beni göstererek "bu da onların arkadaşı, bu da onlardan" dedikten sonra bana da saldırmaya başladılar. Beni darp ettiler. O arada yanıma gelen genç bir çocuk "abi seni daha önce burada tanıdıkları için sana daha fazla saldıracaklar, buradan kaç" dedi. Ben de grubun içerisinden çıkarak İlçe Jandarma istikametine doğru hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladım. Gruptan çıkan ve beni tanıyan birkaç kişi "mavi montlu kaçıyor, yakalayın" diye bağırıyordu. Bazı vatandaşları benim üzerime saldırtmaya çalıştılar. Ben daha sonra önce Emniyet'e, oradan da araçla Taktik Alaya gittim. Soruldu : Şemdinli'ye geldikten sonra biz hiç birbirimizden ayrılmadık. Veysel ATEŞ'de yanımızdan hiç ayrılmadı. Veysel ATEŞ beni telefonla hiç aramadı. Veysel ATEŞ, Ali başçavuşun haber elemanıdır. Bende telefon numarası yoktur. Olay yerinden gözlemlediğim kadarıyla ilk önce Veysel ayrıldı. Daha sonra ben ayrıldım, ben Emniyette iken Ali başçavuşum beni cep telefonumdan aradı ve sağlığım ile ilgili bilgiler sordu. Bende kendisini aradım. Sağlığıyla ilgili sordum. Ben Emniyet Müdürlüğü'nde iken Ali başçavuşu aradım. O da beni ben buradayken aradı. Ayrıca ben de olay esnasında darp edildim. Bacaklarımda morluklar vardır. Beni darp edenleri şu an görsem tanırım. Ben kendilerinden şikâyetçiyim. Olayın oluşundan 3-4 dakika sonra ROJ TV yayın yapmıştır. Yani ben ve diğer arkadaşlar Şemdinli'ye Seferi YILMAZ isimli şahsı öldürmek veya yaralamak amacıyla gelmiş değiliz. Bombayı biz atmadık. Veysel'de atmadı. Veysel bizim yanımızdan ayrılmadı. Ben daha önceki Şemdinli'ye gelişlerimde bombanın patladığı pasajda gazeteci olduğu için gazete almak için gittim. Bu pasajda iddaa bayisi olduğu için ve burası Şemdinli'de tek olduğu için zaman zaman bu bayide iddaa oynamak için gittim. Yanımda güvenlik açısından başka arkadaşlarda vardı. Yani Seferi YILMAZ'ın iş yerinin planını almak için ve buraya bomba atmak için hazırlık çalışması yapmak için pasaja gitmiş değilim. Aracımızda çıkan Seferi YILMAZ'a ait iş yeri ve ev krokileri söz konusu paketin teslim adresi için yapılacak operasyonlara yönelik çalışmadır. Bu konuyu daha önce Savcılıktaki ifademde belirtmiştim. Benim söyleyeceklerim bundan ibarettir. Üzerime atılı suçlamaları kabul etmem şeklinde beyanda bulunmuştur.
3 - Şüpheli Ali KAYA 28.11.2005 Tarihli Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimizde Alınan İfadesinde : Ben daha önce Şemdinli Cumhuriyet Savcılığında şüpheli olarak ifade vermiştim. O ifademi aynen kabul ve tekrar ederim. Ayrıca o ifademde belirtmediğim birkaç hususu da dile getirmek istiyorum. Şöyle ki; Terör örgütü PKK.nın bu sene stratejisi değişti, artık çatışma olmuyor, terör örgütü artık yerleşim yerlerine uzaktan kumandalı veya zaman ayarlı bombalar koyarak eylemler gerçekleştiriliyor. Terör örgütü bu konuda Şemdinli'ye çok yüklendi. Yine 1 Kasım 2005 Tarihinde Şemdinli'de Jandarma'nın yakınında bir araçta 100 Kg. yakın C4 patlatıldı. Ayrıca 25 Ağustos 2005 tarihinde de Şemdinli Nizamiye'nin önünde yine bomba patlatıldı. 5 askerîmiz şehit oldu. Şemdinli'de bu olayların bu şekilde artması üzerine istihbarî çalışmalarımıza biraz daha hız verdik. Yaptığımız tespitler sonucu Şemdinli'deki Kitapevi sahibi Seferi YILMAZ'ın Sabri (K) Ali KISIKYOL isimli örgüt mensubu ile işbirliği içerisinde olduklarını ve Seferi YILMAZ'ın Şemdinli'de terör örgütünün vergilendirme, eylem, istihbarat, birlik keşifleri ve sınır kaçakçılığı konusunda örgüte yardım etme ve örgüt adına para alma konumunda olan Şemdinli örgüt sorumlusu olduğunu tespit ettik. 04.11.2005 talihinde Seferi YILMAZ'ın telefonu teknik takipte olduğu için bu kişi adına bir paket geleceğini ve bu paketin dağa gideceğini ve Sabri (K) isimli örgüt mensubuna teslim edileceğini öğrendik. Sabri (K) bu konuşmada bu paketi nereye teslim edeceğini sordu. Seferi YILMAZ’da adresini verdi. Biz bu paketin ne olduğunu öğrenmek ve ele geçirmek istiyorduk. 07.11.2005 tarihinde yine bu istihbarî çalışmaları değerlendirmek üzere Şemdinli'ye geldik. Çalışmalarımızı yaptık. Paketin nereye gelebileceğini değerlendirdik. Krokiler çizdik. Aynı gün Hakkâri'ye döndük. 09.11.2005 günü de söz konusu derlenen belgeleri Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunmak üzere Şemdinli'ye geldik. Hatta bu konuda resmî görevliydik. Şemdinli'ye saat kaçta geldiğimizi hatırlamıyorum. Ancak öğleye yakındı. Şemdinli'ye geldik. Şehir merkezindeki en son göbekten dönüş yapıp, aracımızı AKP İlçe Binasının önüne park ettik. Bu arada planımız: Şemdinli'deki haber elemanımızı yanımıza alıp uygun bir yerde kendisi ile görüştükten sonra Jandarmaya ve Emniyet'e geçip daha sonra dosyayı Savcılığa vermekti. Ancak Özcan İLDENİZ tam arabadan ineceği sırada bomba patlama sesini duyduk. Yanımızda Veysel ATEŞ'de vardı. Veysel ATEŞ arabanın arka koltuğunda oturuyordu. Üçümüzde arabadan inmemiştik. Daha sonra, ifademde belirttiğim konular gelişti. Soruldu : Şemdinli'ye geldikten sonra biz hiç birbirimizden ayrılmadık. Veysel ATEŞ'de yanımızdan hiç ayrılmadı. Ancak olaylar olup bittikten sonra Veysel ATEŞ İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürülmüştü. İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde bulunan Terörle Mücadele Daire Başkanı ki bu kişinin ismini bilmiyorum, kendisi Ankara'da görev yapıyormuş, bu kişi Veysel ATEŞ'in 0538 202 18 74 numaralı cep telefonundan benim cep telefonum olan 0532 276 83 72 numaralı cep telefonumu aramıştı. Veysel Emniyet Müdürlüğü'ne götürülünce orada kendisinin benim haber elemanım olduğunu öğrenen bahsettiğim Daire Başkam beni, Veysel'in cep telefonundan arayıp olayı sordu. Daire Başkanı'nın neden kendi telefonundan beni aramadığını bilmiyorum, zaten kendisini de tanımıyorum. Soruldu : Veysel ATEŞ'in 0538 202 18 74 numaralı cep telefonundan benim cep telefonum olan 0532 276 83 72 numaralı cep telefonum 09.11.2005 tarihinde saatini tam hatırlamıyorum Şemdinli girişindeki Kaymakam Çeşmesi yanında daha önce cep telefonu ile tuzak bir patlama olmuştu. Veysel ATEŞ telefonu ile arabanın içerisinde beni aradı, nitekim cep telefonunun burada çekip çekmediği, kapsama alanı olup olmadığını denemek için aramayı yaptırdım. Örgüt eylemleri kapsamında o bölgede daha önce cep telefonu ile yapılan patlama olaylarım anlayabilmek amacıyla bu şekilde bir telefon test görüşmesi yaptık. Yine Veysel daha sonraki saatlerde beni cep telefonundan aradı. Kendisi Emniyette idi. Olay yerinde hırpalandığını ve durumunun iyi olduğunu bildirmişti. Soruldu : Ayrıca benim Avea hatlı 0505.li telefonum da vardır. Numarası 0505 251 85 39.dur. 0505 235 63 98 numaralı cep telefonu Özcan İLDENİZ'e aittir. Olaylar olduktan sonra vatandaşlar bizim araca saldırdılar. Bu arada Özcan İLDENİZ'i Sınır Alay Komutanlığı birlikleri muhafaza altına aldılar. Saatini tam olarak hatırlamıyorum. Özcan İLDENİZ beni cep telefonumdan arayıp durumunun iyi olduğunu söyledi ve benimde durumu sordu. Vatandaşların bizim üzerimize saldırdığı saati tam olarak hatırlamamakla birlikte mesai bitimine yakındı. Biz olay yerinde arabanın içerisinde ve çevresinde vatandaşların saldırısına maruz kaldık. Veysel ATEŞ 7-8 dakika aracın içerisinde kaldı ve Emniyet Müdürlüğü'ne teslim edildi. Özcan İLDENİZ kendi imkânları ile kurtuldu, yani vatandaşın saldırısı ile askerî bölüğe varması 10 dakika kadar bir süre içerisinde oldu. Bende 20 dakika kadar aracın yanında kaldım. Ben kendi imkânlarımla olay yerinden kaçıp Jandarmaya sığındım. Bizim kullandığımız ve bizim araçta bulunan iki adet el bombası MKE yapımı MOD 45 Modeli bomba tipidir. Bizim zimmetimizde ve birliğimizde Alman malı el bombaları yoktur. Ben ve diğer arkadaşlar kesinlikle Seferi YILMAZ isimli şahsın iş yerine el bombası atmış değiliz. Bunun planım da daha önceden yapmadık. Ben 1.5 yıldan beri Hakkâri'de görev yapıyorum. Şemdinli'ye üç defa gittim. patlamanın olduğu söz konusu pasaja hiç gitmedim, spor toto, spor loto, iddaa vs oynamadım. Biz Şemdinli'ye geldikten sonra bomba patlamasını müteakip araçtan inmiştik, ben araçtan 5-6 adım ileri doğru gittim. Bu arada yukarıdan 3-5 kişi aşağı doğru koşuyordu. Veysel'de aracın yanındaydı. Bize doğru koşarak gelen bu 3-5 kişi direk bizim yanımıza doğru geliniyorlardı. Ben bu şahıslara ne olduğunu sordum. Bomba patladığını söylediler, o sırada içlerinden birisi Veysel'i göstererek "işte bu şerefsiz itirafçıdır" dedi. Bir başkası da arabanın birkaç metre yanında olan Özcan Astsubayı gördü. Özcan Astsubay istihbarat konusunda Şemdinli Bölgesinde bakıyordu ve bu bölgede tanınan biri kişidir. Bu bölgeye sık sık gelip gitmektedir. Özcan Astsubayı da böylece tanıdıktan sonra bilisi "bu da vardı" dedi. yine peşinden bir başkası "şerefsizler hem yapıyorsunuz, hem de soruyorsunuz, Devlet yapıyor, PKK.ya yıkıyorsunuz" dedi ve üzerimize saldırdılar. Ben Veysel'e arabaya oturmasını söyledim. Olay bu şekilde meydana geldi. Kesinlikle Seferi YILMAZ'ın iş yerine bombayı biz atmadık. Olaya müteakip cep telefonlarım ile çeşitli yerlerle görüştüm. Bu olayla ilgili başımıza gelenleri anlattım. Ayrıca, bombanın patladığı gün Şorej (K), Agiri (K) ve Velat (K) isimli örgüt mensupları teknik takipte Sabri (K) ile yaptıkları konuşmalarda; bizim aracımızın başında olduklarını, malzemelere el koyduklarım ve ne yapmaları gerektiği konusunda talimat istiyorlar. Yani bomba olayı örgüt tarafımdan planlanmış ve o gün dağ kadrosu Şemdinli'ye inmiş, bu konuşmalar teknik takip tutanaklarında vardır. Örgütün bu olaylar sonucu halkı nasıl provake ettiği, Türk Bayrağına ve Atatürk Büstüne saldırdıkları görüldü. Bu hususlar teknik takip tutanaklarındaki konuşmalardan anlaşılmaktadır. Ben Tanju ÇAVUŞ isimli şahsı tanımam. Kendisi ile daha önce hiç görüşmedim. Sınıfı da farklıdır. Olay günü benim üzerimde siyah mont vardı. Özcan'ın üzerinde de lacivert mont vardı. Benim söyleyeceklerim bundan ibarettir. Üzerime atılı suçlamaları kabul etmem şeklinde beyanda bulunmuştur.
Şüphelilerin beyanlarına göre söz konusu bombalama olayını terör örgütü PKK gerçekleştirdiği varsayımından hareket ettiğimizde; terör örgütünün aynı tipte Alman yapımı dört adet el bombasını temin ettikten sonra iki tanesini kitapevi’ne attırması gerektiği, diğer iki tanesini de Jandarma’ya ait aracın ilçeye geleceğini, araçta MKE yapımı el bombası bulunabileceğini varsayarak bunları değiştirmek amacıyla muhafaza etmesi gerekeceği ve patlamanın gerçekleşmesine müteakip şüpheli Ali KAYA’nın savunduğu şekilde MKE yapımı el bombalarının araç içerisinden karmaşa ve karışıklık ortamında terör örgütü mensupları veya yandaşlarınca değiştirmeleri gerekeceği, bu varsayımın ise dosyadaki delil kapsamına göre gerçekleşmesinin uzak olduğu,
Olay İle İlgili Mağdurlar Seferi YILMAZ ve Metin KORKMAZ’ın Beyanları Aşağıya Aynen Aktarılmıştır.
1 - Müşteki-Mağdur Seferi YILMAZ Beyanında : Ben 5 yıldır Özipek Pasajında şu anda bulunduğumuz dükkânda Kitapevi işletiyorum. Kırtasiye çeşidim yoktur. Tam saatini hatırlayamamakla birlikte saat 11:00–12:00 arası Çarşamba günü şu gördüğünüz raf ile ayrılmış arka bölümde üç dükkân ilerideki kunduracı komşum Metin KORKMAZ ile birlikte küçük tüpün üzerinde öğle yemeği için salçalı yumurta pişirmiştik. Yanımızda arka bölümde Metin’in amcasının oğlu Mehmet Zahit KORKMAZ vardı. Yumurta pişmişti ayrıca işhanı kapısının karşısında karşı tarafta Çocuk giyim dükkânı olan Bedri YALÇIN’a haber vermek için dükkânın arka bölümünün kapısı (geçiti) olan şuraya yöneldiğimde ve perdeyi açtığım anda cam kırılma sesi geldi bu sırada açık kapının yanındaki camın kırıldığını anladım. Yerde yuvarlanan el bombasını gördüm. Bomba attılar diye bağırdım. Kendimi dışarı attım. Merdivenlerden bir basamak inmiştim. Bu sırada kaçan kahverengi montlu, kumral saçlı, kişi koşarak iş hanı kapısına doğru koşuyordu. Ben bir basamak inip bu kahverengi montluyu gördükten sonra patlama oldu. Bu dediğim yani cam kırılması, sesi bombayı yerde görmem ve hemen dışarı çıkıp bir basamak inmem anlık oldu. Belki iki üç saniye belki dört beş saniye oldu. Patlama olmadan önce kahverengi montlu kişiyi iş hanı çıkışında gördüm dedi. Dışarı ilk çıktığı yer ile kahverengi montlu kişiyi gördüğü yer soruldu. Gösterdi. Bu anda kahverengi montlu ile arasında 9.5–10 metre olduğu görüldü. Soruldu: Bu sırada arkası dönüktü. İş hanı girişinden çıkıp sağa doğru döndüğündü yandan yüzünü gördüm. Bu sırada iş hanı giriş kapısındaki kırtasiyeci açıktı, işhanında bulunan berber ile iddia bayisi kapalıydı. İddia bayi sabahtan biraz açtı sonra kapatıp gitti. Berber ise hastası olduğu için Van ilindeydi. Ben peşinden koştum. Bu kahverengili de iş hanından çıkıp sağa doğru koştu. Ben pasajı çıktığımda kahverengili kişi şuradaydı dedi. Aralarında yaklaşık 10 metre mesafe olduğu gözlendi. Ben Ekrem BAŞ’ın marketinin oraya kadar ben onun peşinden koştum. Onun koştuğu yönden de patlama sesini duyan esnâf geliyordu. Ben peşinden 20–30 metre gittim. Bu sırada karşı yönden gelen grubun önünde Konfeksiyoncu Zeydan ÖZER’i gördüm. Kahverengi montluyu kaçırmayın, bombayı atan bu diye Türkçe olarak bağırdım. Ben daha sonra yani Zeydan ÖZER ile yanındakiler kahverengi montlu kişinin peşine döndüklerinde dükkânımdaki yaralılara bakmaya koştum. Ben dükkâna geri döndüğümde Çocuk Giyimci Bedri YALÇIN benden önce dükkâna gelmişti. Dükkânımın ışıkları yanmıyordu. (pasajın dip tarafında penceresiz olan Kitapevinin aydınlatması olmadığından karanlık olduğu görüldü, el bombası patladığında ampulün kırılması sonucu karanlıkta kaldığı değerlendirildi). Bedri ile Kadri ALKAN Metin’i tutmuşlar dışarı çıkarıyorlardı. Mehmet Zahir diye içeriye seslendim. Ses vermedi. Benim arkamdan o da çıkmış mıdır diye düşündüm. Gördüklerime, M. Zahir nerede hastaneye bakın diye söyledim. Pasajın dışında caddeydim. Kalabalık Ak Parti bürosunun olduğu iş hanının önündeydi. Ben de oraya vardım. burada yaklaşık 15-20 kişi vardı. Beyaz bir otomobilin etrafındalardı. Kovaladığım kahverengi montlu kişi arabanın arkasında oturuyordu. Şoför tarafında dışarıda sonradan adını Ali KAYA olarak öğrendiğim kır saçlı kişi vardı. Ali KAYA’nın yanında bagaja doğru da top sakallı hafif burnu çıkık, uzun boylu, üzerinde Adidas marka mavi mont vardı. Kırtasiyeci Reşit KAYA ile İHD üyesi Kadir ÖZCANER vardı. Hatırlayamadığım başka 15-20 kişi daha vardı. Reşit ile Kadir arkadaki kahverengiliye saldıranları önlüyorlardı. Reşit bu kahverengiliye kimliğini ver sen kimsin dedi. O da kimliğim amirimde dedi, Ali KAYA’yı gösterdi. Arabayı sallayanlar vardı. Benim bu arabanın başına gelmemden 15 dakika kadar sonra Emniyet Müdürü geldi. O arada Şemdinli de görevli Yanık Yarbay geldi. Ali KAYA ben emniyettenim bu içerdeki de bizim görevlimiz, uzman çavuş diye söylüyordu. Diğer top sakallı olan onlardan ayrı duruyordu. Esnâflardan biri bu da onlarla beraber dedi. Geçmiş olaylardan kaynaklanan hassasiyet vardı. Çevredekiler arabaya bakacağız ne var, bomba mı var dediler. Ali KAYA ile sonradan adını Özcan diye öğrendiğim kişi açamazsınız dediler. Sonra Özel Harekatçılar geldi, havaya ateş ettiler. Ali KAYA bagajdan Keleş almak istedi. Çevredekiler silâhı onun elinden aldılar. Sonra silâhın şarjörü düşerken her halde alnına değmiş. Bu sırada kahverengili hâlâ aracın içindeydi. Yanık Yarbay ile Emniyet Müdürü halka söz verdi. Bunlar Adalet önüne çıkarılacak, bundan hiç kuşkunuz olmasın diye söylediler. Kahverengi montluğu her halde akrep denen kapalı polis aracı götürdü. Ben bu sırada kahverengi montluya vuran olup olmadığını görmedim. Yanık Yarbay adlarını sonradan Ali KAYA ve Özcan diye öğrendiğim kır saçlı ile top sakallı kişiyi, oradaki askerlere yakalayın dedi. Askerler de bu ikisini kollarından tutup, jandarmaya doğru götürdüler. Arabanın etrafında kalabalık çoğalmaya devam etti. Pasajdan eller üstünde Mehmet Zahir’i getirdiler. Hastaneye doğru yürüyerek taşıdılar. Kalabalık bunu görünce daha da öfkelendi. Mehmet Zahir ile Metin’in köyden akrabaları da gelmiş, kalabalığın bir bölümü hastaneye doğru gitti, bir bölümü de aracın etrafında kaldı. Ben 5 saat sonraki bir uzmanın sivil arabasından ateş edilmesi ile yaralanan kişiler ile ilgili olayı görmedim. Benim dükkânımda bomba patladığı zaman saat 11:00 – 12.00 arasıydı. Öğlen ezanı okunalı yarım saat olmuştu. Bu zaman konusunda emin değilim, ancak herkes namazda yada yemekteydi. Ortalık tenha idi dedi. Soruldu : Ben 1984 yılında Vekil Öğretmen idim. 1984 yılında Eruh ve Şemdinli olayları olmuştu. PKK Şemdinli’yi basmıştı. Ben o olaya katılmadım. Ancak itirafçı beyanları ile mahkum oldum. 1985 yılının Mart ayından 2000 yılı Mayıs ayına kadar cezaevinde kaldım. Cezaevinden çıktıktan sonra Şemdinli’ye dönüp Kitapevi açtım. Kitapevinde sadece kitap satıyorum. Ayrıca DTP delegesiyim. Bekarım, ekonomik sorunlar sebebi ile evlenemedim. Emniyet Bekçisi olup Koçyiğit Köyüne ziyarete giden ağabeyim Nurettin YILMAZ’ı köy basılıyor diye koruyucular 1988 yılında vurmuştu. Ben hâlen yengem Hemra ve yeğenlerim ile birlikte kalıyorum. Evlenmek için ev yapmam lazım dedi. Soruldu : Ben yemek hazır olduğundan Bedri’ye haber vermek için paravanın perdesini açtığım anda cam kırılma sesi ile birlikte yerde bir tane el bombası gördüm. Kendimi bomba atıldı diye bağırıp dışarıya attım ve bir basamak indikten sonra eğildim. Bu sırada kahverengili pasajdan koşarak çıkıyordu. Bu sırada benim bitişiğimdeki boş dükkân ile iddia Bayinin hizasındaydı. Pasaj içinde başka kimse yoktu. Benim dükkânıma bombayı atan kesin bu kahverengilidir. Başka kimse yoktu. Benim dükkânımın üst katı bilardo salonudur. Bazen top yere düştüğünde ses geliyor. Ben cam kırılma sesi ile birlikte dükkânın ön bölümünde yerde el bombasını gördüm. İkinci el bombasını görmedim. Belki arka bölümde patlayan el bombasını kapıdan yuvarlamıştır. Belki aynı anda atmıştır, bilemiyorum dedi. Patlamanın olduğu Kitapevinin ön ve arka bölümünü iki bölüme ayıran raf ve rafın arkasındaki kontroplak iki el bombasının patladığı yerler, dükkânın geneli, iş hanı, kendisini dışarı attığını söylediğinde bulunduğu yer ile kahverengilinin bulunduğu yer olarak tarif ettiği mesafe, iş hanından çıktıktan sonra kahverengili ile arasındaki mesafe ve beyaz otomobilin park etmiş olduğu AKP bürosu ve İnşaat Malzemecilerinin olduğu iş hanının önündeki mesafe görüldü. Değerlendirildi. İş hanından çıktığım anda kahverengili şurada idi dediği noktanın iş hanı çıkışına yaklaşık 10 metre, bu noktaya otomobilin bulunduğu yerin ise yaklaşık 105 metre olduğu değerlendirildi. Soruldu : İş yerime bomba atılarak benim hem canıma hem malıma kastedildi. Bu sebeple şikâyetçiyim. Benim iş yerime bombayı atan Veysel ATEŞ’den ve ona bu işi yaptıran Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’den şikâyetçiyim. Bu ikisinin benim dükkânıma bomba atılmasında ilgisi vardır. Kaçan Veysel ATEŞ askerîyeye ait bu araca sığınıyor. Ayrıca bu aracın bagajında benim dükkânım ve evimin krokileri ile şahsıma ait özel bilgiler çıktı. İsim listesinde benim adım kırmızı ile çizilmiş, başka şüphelendiğim yoktur, Beyanlarına göre neden başkasının dükkânına değil de, kendisinin dükkânına bomba atıldığı soruldu; Benim geçmişte PKK üyesi olmaktan yargılanmam, yine daha sonra HADEP, DEHAP ve en son DTH (DTP) de çalışmam sebebi ile olabilir. Belki benim durumumda olanlara mesaj vermek, buna bomba atarız da diğerleri de dağa kaçar diye düşünmüş olabilirler. Belki yeni kurulan Demokratik Toplum partisine bir uyarı olabilir diye düşünüyorum. Şemdinli de önce 5 Ağustosta İlçe Jandarma’nın gazino tarafında bomba patladı. Orada beş altı asker yaşamını yitirdi. Bunun üzerine 1 Eylül gecesi Beş şehidimizin kanı yerde kalmayacak diye sokaklara bildiri atılmıştı, bu bildiride terör örgütüne yardım edenler hem canları hemde malları ile ödeyecekler diye bir söz vardı. 1 Eylül günü Dünya Barış Günü etkinliğini DEHAP Şemdinli İlçe Teşkilâtı organize etmişti. Barış Çadırının yanında bir metre arkasında ağaçların arasında bomba patladı, 15.e yakın yaralı oldu. Bu konuda Şemdinli Savcılığına DEHAP ilçe örgütü olarak şikâyette bulunduk. 25 Ekim de emniyet binası ile askerî lojmanların arasında poşete konmuş bomba patladı. Yaralanan ve ölen olmadı, camlar kırıldı. Bence iki bina arasında nöbetçinin gördüğü yere poşet bırakılmış olması dikkat çekicidir. Sonra 1 Kasım da Cumhuriyet Caddesinde İlçe Jandarma’nın yakınında askerî gazino ile bunun karşısındaki Belediyeye ait Uzman Çavuşların kaldığı bina arasında cadde de bomba patladı, gazetelerin yazdığına göre 27 kişi yaralanmış, bunlar arasında 3 asker vardır. Diğerleri sivillerdir. Ondan sonra da benim dükkânımda bomba patladı. Kahverengili iş hanından çıkıp sağ tarafa doğru koşarak gitti. Esnâf arkadaşlardan ; Tahir ERBAŞ, Kadir KAÇAR, Mehmet ATİLA, Fahri YILMAZ, Burhan YILMAZ, Metin EROĞUZ ve Zeydan ÖZEL arabanın park edildiğini görmüşler. Bu konuda bilgi sahibi olduklarını öğrendim. Ben aynı konuda Şemdinli Savcılığında ve Mülkiye Müfettişlerine yazılı ifade verdim. Mehmet ELKATMIŞ’a da sözlü olarak bilgi verdim. Benim söyleyeceklerim bundan ibarettir. İsimlerini bildirdiğim şahitlerimin ifadelerinin alınmasını, bu işte daha başka kişilerinde katılımı varsa onlar hakkında da gereğinin yapılmasını istiyorum. Şeklinde Beyanda Bulunmuştur.
2 - Mağdur-Müşteki Metin KORKMAZ Beyanında : 09.11.2005 tarihinde saat 11:30 ile 12:00 sıralarında Şemdinli ilçe merkezinde Özipek Pasajı’nda Seferi Yılmaz’a ait Umut Kitapevi’nin arkasında bulunan mutfak bölümünde ben, Seferi YILMAZ ve amcamın oğlu Mehmet Zahir KORKMAZ yemek pişiriyorduk. Yemek pişmişti. Yemeği masanın üzerine koymuştuk. Seferi YILMAZ’ın Kitapevinin arkasında bulunan aynı Kitapevinin içerisinde kitapların bulunduğu bölümle kitap rafları kontra plakla ayrılmış mutfak bölümünün ortasında bir masa vardı. Ben masanın arkasındaydım. Mehmet Zahir KORKMAZ ve Seferi YILMAZ masanın kapıya yakın tarafındaydı. İkisi de masada yan yana oturmuşlardı. Sonra birden Kitapevinin camının kırıldığını duyduk. Kırılan camlarda yere düşünce bir gürültü oldu. Seferi YILMAZ ve Mehmet Zahir KORKMAZ ayağa kalktılar. Seferi YILMAZ daha önce kapıya doğru hareket etti. Ardından Mehmet Zahir Kitapevinin giriş kapısına yöneldi. Seferi YILMAZ bomba var diye bağırdı. Benim kaçma imkânım yoktu. Önümde masa vardı. Zaman yoktu. Bu nedenle kendimi yere attım. İlk önce Seferi YILMAZ dükkândan dışarı çıktı. Mehmet Zahir KORKMAZ Kitapevinden çıkmak üzere iken birinci el bombası patladı. Ben birinci bombanın patladığını duydum. Ardından ikinci el bombasını bana 1,5-2 metre uzaklıkta alev almış şekilde döndüğünü gördüm. Ben başımı korumak için masanın arkasına köşeye soktum. Amacım başımı ve vücudumun yukarısını korumaktı. Bomba da patlayınca ben kalçamdan ve bacağımdan yaralandım. Mağdurdan soruldu: Cevaben: Birinci patlayan bomban benden 4 metre kadar uzaklıktaydı. İkinci bomba bana daha yakındı. Ben el bombasını atan kişiyi görmedim. Bomba patlayınca özellikle ikinci el bombası patlayınca her şey üzerime yıkıldı. 1,5-2 dakika kadar bekledikten sonra üzerimdekileri atıp sürünerek el hareketiyle Kitapevinin kapısına doğru yöneldim. Yaralıyım beni kurtarın diye bağırdım. Başımı Kitapevinin dışına doğru çıkardım. Hatırladığım kadarıyla Naif ERLER ve Bedri YALÇIN beni aldılar. Pasajın dışına çıkıp Necmettin KEYFİ’nin arabası ile Şemdinli Devlet Hastanesi’ne getirdiler. Orada tedavi gördüm. Ben bu saldırıyı kimin gerçekleştirdiğini bilmiyorum. Ben bu saldırıyı yapanlar ve beni yaralayan şahıs veya şahıslardan şikâyetçiyim dedi. Tanıktan soruldu: Cevaben: Patlamanın olduğu saatte Özipek pasajında Seferi YILMAZ’a ait Umut Kitapevi, bana ait kundura dükkânı ve pasajın giriş kapısında Naif ERLER’e ait işyeri açık idi. Diğer işyerleri kapalı idi. Öğle vakti olduğu için herhalde yemeğe gitmişlerdi. Pasajımızın içerisinde bir tane berber dükkânı vardı. Sahibi Van’a gitmişti. Bir tane de iddia bayii vardı. Oda her hal de yemeğe gitmişti. Yemekten önce kendilerini yemeğe çağırmak için pasaja bir bakmıştım. Şeklinde Beyanda Bulunmuştur.
Olay İle İlgili Olarak Dinlenen Tanık Beyanlarının Bazıları Aşağıya Aynen Aktarılmıştır.
1 - Tanık Zeydan ÖZEL Beyanında : Ben sorduğunuz konuda daha önce Şemdinli Savcısına ve Mülkiye müfettişlerine de ifade vermiştim. Ben amcamın oğlu Abdi ÖZEL’in dükkânın önünde dururken beyaz reno marka 30 AK 933 plakalı otomobilde tam Abdi’nin dükkânın önünde park etmiş duruyordu. Ben de arabanın yanındaydım. Camları kapalı idi ve içeride üç kişi sürekli Özipek Pasajına bakıyor ve aralarında konuşuyorlardı. Konuşmalarını duymadım. Şemdinli küçük bir yer olduğundan ve sürekli bombalar patlayıp durduğundan bunlardan şüphelendim. Ben içeri Abdi’nin dükkânı girdim ve Abdi’ye ben bunlardan şüphelendim dedim. Çünkü arkada oturan açık kahverengi renkli montlu olan biraz telaşlıydı. Yüzü bir değişik geldi. Abdi bana bunlar bombacı olmasın diye şaka ile karışık söyledi. Ben Abdi’nin dükkânın içinden camdan baktım. Arkada oturan zayıf, açık kahverengi renkli montlu arabadan çıktı. Çıkmadan önce bana tarafta oturuyordu ve diğer tarafında koltuğun üzerinde bir çanta ile siyah poşet vardı. Kapıyı açtığında bunu gördüm. Hatta Allah şahittir. Eli ile çantanın ağzını tuttu. Tam bu anda kapıyı açtığından gördüm. Elleri montunun cebinde Öz İpek Pasajı tarafına yürüdü. Özipek Pasajı Abdi’nin dükkânına 25-30 metre mesafededir. Açık kahverengi renkli montlunun arkasından bakmadan Özipek Pasajına girişini de görmedim. O tarafa yürüdüğünü gördüm. Bu sırada iyice şüphelendim. Abdi’nin dükkânından çıkıp araca doğru yaklaştım. Yakından yüzlerine baktım. Bunun üzerine benim meraklı şekilde bakmamdan rahatsız olmuş olacak ki direksiyonda oturan saçı az beyaz olan ve sonradan adını Ali KAYA olarak öğrendiğim kişi yavaş yavaş Özipek Pasajına doğru gitti. İlerden dönüp geldi. Dönüp Keyfiler Kuyumcusunun olduğu yere aracı park etti. Ben kendi dükkânıma gittim. 10-12 dakika geçmişti ki bomba sesi geldi. Ben hemen dükkânın dışına çıktım. Baktım halk Öz İpek Pasajına koşuyor. Ben de o tarafa doğru demir direğe kadar yürüdüm. Baktım biraz önce arabadan inen açık kahverengi montlu kişi tam ters tarafa bana doğru koşar adım yürüyerek geldi. Yanımdan geçti. Allah şahittir telefonu eline aldı. Nerdesin dedi. Bu sırada Seferi YILMAZ yanıma geldi ve ben Sefer’e; Sefer bu kahverengili adamı yakalayın dedim. Sefer’ de; Zeydan bana bombayı atan oydu dedi. Bende bu adamı yakalayın diye halka seslendim. Şemdinli Eczanesine kadar yakalayın diye arkasından yürüdüm. Bu kahverengili adam hiç arkasına bakmadan telefonu kulağında yürüdü. Baktım kır saçlı dediğim Ali KAYA’nın da cep telefonu kulağındaydı bu sırada kahverengilinin telefonu da kulağındaydı ve kahverengili sonradan adını Ali KAYA diye öğrendiğim hafif kır saçlıya doğru yürüdü, koşmuyordu ancak hızlı yürüyordu. Baktım aynı arabanın arka koltuğuna bindi. O binerken Ali KAYA’da direksiyona bindi ve kolunu cama koydu. Bir şey olmamış gibi davranıyordu. Top sakallı olan da arabanın yanında duruyordu. Ben Ali KAYA’nın yanına gittim. Bak arkadaş inkâr etme, seni gördüm, seni yarım saattir takip ediyorum dedim. Bana ben değilim dedi. Top sakallıya da aynısını dedim. O da ben değilim dedi. Ben de arkadaş inkâr etme üçünüz bir aradaydınız dedim. Sonra bütün esnâflar, halk toplanmıştı, arabanın etrafını sardılar Ali KAYA arabadan indi. Arabanın bagajını açtı, eline keleş aldı ve ben emniyet görevlisiyim, yaklaşmayın dedi. Ben de bak arkadaş emniyet görevlisiysen bombayı niye patlattınız dedim. Kim tuttu bilmiyorum, elindeki keleşi tuttular, şarjörü çıkarttılar. Baktım bagaj el bombası ve silâh dolu, yelekler vardı, evraklar vardı, harita vardı. O anda bakamadık. Bu sırada emniyet amiri, kaymakam ve özel tim geldi. Mustafa YANIK yarbay geldi. Özel tim havaya ateş açtı. Emniyet amiri tamam sessiz olun her şeyi hallederiz dedi. Bu sırada Mehmet Zahir KORKMAZ ölmüş diye pasajdan haber geldi. Emniyet amiri arabanın üstüne çıkıp halkı sakinleştirmek için konuşuyordu. Mehmet Zahir KORKMAZ öldü diye haber gelince emniyet amiri arabanın üstünden indi. Açık kahverengili arabanın arkasında otururken halk arabaya saldırdı. Özel tim havaya ateş etti. Ondan sonra küçük bir akrep gibi panzer geldi, havaya ateş edildi. O sırada arkadakini küçük panzere attılar. Ali KAYA’yı da yani kır saçlı olan şoför mahallinde gördüğümü de emniyet amiri ve özel tim götürdü. Top sakallı sürekli arabanın etrafında dolaşıyordu. Yanık yarbay sürekli sakin olun diye halka sesleniyordu. Ben top sakallıyı gösterip bakın buda onlardan dedim. Bunun üzerine top sakallı olan ellerini cebine koydu. Çaktırmadan Öz İpek Pasajına doğru yürüdü. Ben bu adamı yakalayın diye bağırdım. Oradaki Karafırın’ın önünde askerler yolu kesmişlerdi. Benim ile gelenler ile beraber top sakallıyı yakaladık. Bu sırada Mustafa YANIK yarbayım oğlum; durun sakin olun, her şey adalete gider dedi. Bunun üzerine bende komutanım o zaman bunu yakalayın dedim. Mustafa YANIK yarbayımda askerlere oğlum bunu yakalayın dedi. Askerlerde bunun iki koluna girdiler yakaladılar götürdüler. Patlama olduğu zaman ben camide öğlen namazını kıldım, çıktım. Yani öğlen namazını kılıp çıkmamdan sonra dükkâna geldiğim sıralarda oldu ben saati 11:45 olarak tahmin ediyorum. Daha memurlarda öğlen paydosuna çıkmamıştı dedi. Ben hava kararmaya yakın gelen Savcı Bey’in yanındaydım. Bu sırada halk arabayı kaçırmasınlar diye etrafını sarmıştı. Çünkü arabanın bagajında keleşler, el bombaları, evraklar, haritalar, kroki vardı. Tam saatini bilmiyorum. Hava tam kararmıştı. Ben sakin olun, rahat olun diye bağırmaktan sesim kısılmıştı. Ziraat Bankası’nın önünden dört–beş el silâh sesi geldi. 80 metre kadar uzaktaydık. Yani Savcı bey arabaya bakarken bulunduğumuz yerden 80 metre kadar uzaktaydı. Silâh sesleri gelince herkes kendini yere attı. Bu sırada avukatlar vardı, Milletvekili Esat CANAN vardı. Sonradan duyduğuma göre benim müşterim olan ve hatta benden kredili alışveriş yapmış olan Tanju ÇAVUŞ taradı diye söylediler. Bu olayın geçtiği Ziraat Bankasının civarında evi olan yoktur. O olayı gören şahidim de yoktur dedi. Ben bir siyasî partiye üye değilim. Seferi YILMAZ ile bir akrabalığım yoktur. Şeklinde Beyanda Bulunmuştur.
2 - Tanık Lezgin ATABAK’ın Beyanında; 9 Kasım günü saat 12:15 civarında dükkânımın önünde oturuyordum. Yanımda Hamit ELMAS isimli arkadaş vardı. Altınsu köyündendir. Biz onunla sohbet ederken yüz metre ileride patlama sesi geldi. çevredeki esnâf ve halk o tarafa doğru yöneldi. Fakat iki şahıs tam ters tarafa doğru yürüyordu. Bu iki şahıstan biri önde diğeri onun 10 metre arkasındaydı. Öndeki sarı- kahverengi arası renkli bir mont giymişti ve bacağında kot pantolon vardı, arkadaki ise top sakallıydı. Bunlar hızlı adımlarla yarı koşar yarı yürür şeklinde kalabalığın tersine doğru geliyorlardı. Ben o anda herkes o tarafa giderken bu ikisinin ters tarafa benim bulunduğum tarafa doğru gelmesinden şüphelendim. Bunlar benim dükkânımın olduğu tarafın karşı tarafında ki beyaz Reno 19 araca doğru yürüdüler. O esnada Seferi YILMAZ uzaktan yakalayın, yakalayın onları diye bağırdı. Bunun üzerine ben ve çevredeki esnâflar bunlara doğru gittik, bende yaklaştım. Sarı kahverengimsi montlu olan adını sonradan Veysel ATEŞ olarak öğrendiğim kişi arabanın arkasına geçip oturdu ve yüzünü gizlemeye başladı. Ben arabaya yaklaşınca kır saçlı olan biz emniyetteniz, bomba ihbarı aldık onun için geldik dedi. Ben de bunun üzerine madem bomba ihbarı aldınız, neden o taraftan doğru kaçıyorsunuz dedim. Bunun üzerine bana seslenmedi. Ben patlamadan önce bu arabaya dikkat etmemiştim. Patlamadan sonra esnâf patlamanın olduğu tarafa doğru giderken önce kahverengi-sarımsı montlu kişi, arkasından da top sakallı olan top sakallı 10 metre arkada olacak şekilde bize doğru yanı beyaz arabaya doğru yarı koşar yarı yürür şeklinde, o taraftan uzaklaşma şeklinde geliyorlarken benim dikkatimi önce bu çekti. Arkasından Seferi YILMAZ onları yakalayın diye bağırdı dedi. Kahverengili yakalayın diye mi bağırda yoksa onları yakalayın diye mi bağırdı diye soruldu. Yakalayın diye bağırdı. Ben o sırada dikkatimi bunlara verdiğim için ve Seferi YILMAZ bunlara doğru işaret ettiği için tam olarak ne dediğini hatırlayamıyorum. Onu mu dedi, onları mı dedi tam olarak çıkaramıyorum. Sonra da arabanın yanına gelip bu attı diye arkada oturanı gösterdi. Bu sırada kır saçlı olan benim konuştuğum kişi biz emniyetteniz, arkadaki de arkadaşım dedi. Ben de ama arkadaki atmış bombayı deyince seslenmedi. Bu sırada ben bu kişilerin PKK.lı mı, asker mi, polis mi, köy koruyucusu mu yoksa el-kaide mensubumu olduğunu anlayamadım. Arabaya binmek istediler. Ben ve esnâf arkadaşlar bu ikisini arabaya bindirmedik. Sarı-kahverengi montlu olan ise arkada oturuyordu. Kır saçlı olanın direksiyona geçmesini engelledik. Bu sırada kır saçlı olan yavaş yavaş bagaja doğru yöneldi. Bagajdan bir tane kaleşnikof çıkardı. Kurdu, artık havaya mı ateş edecekti, bize mi ateş edecekti bilmiyorum. Ben bu sırada tüfeğin namlusunu tutup havaya kaldırdım ve yapma yapma dedim. Ateş ettirmedim. Ben namlusunu kır saçlı da tüfeğin sapını bırakmadı. Bu sırada bir esnâf arkadaş kim olduğunu şu anda çıkaramıyorum. Bastı şarjörünü düşürdü. Bundan sonra keleşi kendisi bagaja mı koydu, yoksa birisimi aldı bilemiyorum. Ateş etmemesi için ben namlusundan tutup havaya kaldırdım, engel oldum. Bu an da yirminin üzerinde esnâf birikmişti. Belki vatandaştan da gelen olmuştu. Ben o telaşla kim vardı bilmiyorum. Ondan sonra emniyet müdürünü ve Yanık Yarbayı gördüm onlar geldiler. Ben Yarbayıma bu insanları yakalayın, götürün hem hiç olmasınlar hem de neyin nesi oldukları ortaya çıksın diye bu şekilde söyledim. 5 Ağustosta askerlerin öldüğü bombadan beri bu patlayan kaçınca bomba oldu. Bu dördüncü oldu. Halk sinirliydi, linç ederler diye korktum, emniyet müdürü ve Yanık Yarbaydan sonra 10 tane kadar özel harekatçı geldi, havaya ateş ettiler. İnsanlar hiç etkilenmedi. Ben emniyet müdürüne ateş etmesinler çatışma olur dedim. Benim dediğimi emniyet müdürü haklı buldu. Iki üç dakika sonra küçük zırhlı arabalardan biri geldi. beyaz Renoya yanaştı. Arkada olan Veysel isimli kişi ile kır saçlı olan Ali isimli kişi bu araca bindi, götürdüler. Ben o kargaşada top sakallı ne oldu bilmiyorum dedi. Ben o gün oruçlu idim. İftarımı açmak için evime gitmiştim. Eve vardığım anda dört-beş el silâh sesi geldi. tabanca mı başka şey mi bilemem. Uzakta idim. Telefon ile kardeşim Ercan aradı. Ercan bana bir tane daha olay olmuş diye anlattı. Bir tane uzman gelmiş ateş etmiş dört kişi yaralanmış bir kişi ölmüş dedi.Eve vardıktan sonra akşam ezanı oldu veya olmak üzereydi. Bu sırada dört-beş el silâh sesi duydum dedi. Devamla ben ilk olayın olduğu öğlen saatlerinde de halkı yatıştırmaya çok uğraştım.Bomba patladığında yanlış hatırlamıyorsam 12:10 sıralarıydı. Bu sırada ben öğlen namazını evde kıldıktan sonra dükkânıma inmiştim.Ben hükümetimizden ve devletimizden bu olayın ne olduğunu, neden böyle yapıldığını ortaya çıkarmasını istiyorum. Neden, ne için bu olay yapıldı, Şemdinli halkından biri olarak ortaya çıkarılmasını istiyorum. şeklinde beyanda bulunmuştur.
3 - Tanık Kadir ÖZCANER Beyanında : Ben şoförlük mesleği ile uğraşıyorum. 09/11/2005 günü öğle namazına doğru yeğenime ait Gökalp Market’in önünde Sait KAYA’nın yaptırdığı inşaattan çıkan hafriyattan iki araba kadar evimin önündeki bahçeye dökmek için belediyeden kamyon bekliyordum. Daha öncesinde saat 10:00 sıralarında Muzaffer SÖNMEZ isimli belediye şoförüne Sait KAYA’ya ait hafriyatları nereye döküyorsun dedim. O da dereye döküyorum dedi. Ben de kendisine bunlardan iki kamyonunu benim bahçeye dökelim dedim. O da bana hafriyatın ön kısmında taş var. Birkaç araba götüreyim ondan sonra sana hafriyat götürürüm. Sen birazdan buraya gel ben bir iki araba dökeyim ondan sonra senin hafriyatı dökeriz dedi. Daha sonra yeğenime ait Gökalp Market’in önünde beklemeye başladım. Bu sırada Yusuf GÖKALP de dükkânın içerisindeydi. Ben de dışarıda belediye kamyonunu bekliyordum. Ben geldikten 10 dakika sonra beyaz bir Renault 19 marka araç Bizim Market isimli işyerinin önüne geldi, yolun jandarma istikametine doğru solunda park etmiş araçlar nedeniyle yolun sağında ortaya yakın vaziyette park etmiş araçların yanında duruyordu. Yol kısmı da biraz dar idi. Aracın şoförü araca binip yaklaşık 20 metre kadar geri geldi. Yolda manevra yaparak dönüş yapıp önünü Yüksekova istikametine çevirdi. Aracın arkasında bir kişi daha vardı. Araç Van Gölü Tavukçuluk isimli işyerinin önünde durmuştu. Aracın arkasında oturan kişiyi tam olarak tarif edemeyeceğim. Sadece araçta otururken kolunu gördüm. Kendisini araçtan inerken gördüm nereye gittiğini görmedim. Aracın şoför mahallinde oturan siyah montlu, sakalsız, saçları kısa, mavi kot pantolonlu şahıs arabadan çıkıp kolunu arabanın ön kısmına dayanmış bir vaziyette bekliyordu. Daha sonra pasaj tarafından büyük bir patlama sesi geldi. Aracı ilk gördüğüm anla bombanın ilk patladığı zaman arasında yaklaşık 10-15 dakikalık bir süre geçmişti. Zaten ben Gökalp Market’in önüne geldiğim sırada beyaz renkli araba dikkatimi çekti. Dikkatimi çekmesinin sebebi de o yönden gelecek kamyonu bekliyor olmamdır. Patlama olunca pasajın bulunduğu yerden insanlar caddede kaçışıyordu. Caddede dükkânları bulunan herkes patlamanın olduğu yere doğru bakıyordu. Ben de oraya doğru bakıyordum. İnsanların bir kısmı da pasaja doğru koşuyordu. Bulunduğum yerden Özipek Pasajının girişini göremiyordum. Patlama olduktan hemen sonra açık kahve renkli montlu bir kişi, hafif sarı sakallı, kendisini daha önce görmediğim bir şahıs telaşlı bir şekilde hızlı adımlarla yürüyerek araca doğru geliyordu. Arkasından Fahri YILMAZ’ın bombayı atan budur, yakalayın diye bağırdığını duydum Fahri YILMAZ’da telaşlı bir şekilde arkasından yürüyordu. Arkasından sen kimsin diye hem Türkçe hem de Kürtçe sesleniyordu. Kaçan şüpheli şahsın elinde telefon vardı ve telefonla konuşuyordu. Uzakta olduğum için ne konuştuğunu duymadım Ben de şahsın önünü kesmek istedim. Şahsın arkasından hızlı hızlı yürümeye başladım. Arabanın yanına doğru gittik. Şahıs hemen arabanın arka koltuğuna oturdu. Ben aracın başında bekleyen daha sonra basında gördüğüm Ali KAYA isminde olduğunu öğrendiğim şahsa kimliğini sordum. Bize biz emniyet görevlisiyiz dediler. Ben kendilerinden kimliklerini göstermelerini istedim fakat kimliğini göstermedi. Ben emniyet görevlisiyim ne yapıyorsunuz diyordu. Biz kendisini daha önce görmediğimiz için emniyet görevlisi olmadığını bildiğimiz için kimliğini sorduk. Aracın başında bulunanlardan isimlerini hatırladığım Reşit KAYA aracın arka koltuğunda bulunan kişiye kimliğini sordu. O da dışarıda aracın başında bulunan Ali’yi gösterip kimliğim amirimde dedi. Ali isimli aracın dışında bekleyen ismini basından öğrendiğim kişi aracın bagaj kapağını açarak bagajdan bir tane kalashnikov tüfek çıkararak ben ve iki üç kişi Ali’nin elindeki silâhı aldık. Bagaja koyduk. Diğer kişileri şu an hatırlamıyorum. Bagajın üstüne halk oturdu. Bu sırada olay yeri de kalabalıklaştı. Ali silâhı aldıktan sonra top sakallı üçüncü bir şahıs aracın ön sağ kapısına geldi. Ben de aracın karşı tarafındaydım. Top sakallı bu şahsın sadece üst bölgesini bir anlık gördüm. Ali ismindeki şahıs dışındakileri görsem tanımam. Aracın başında bekleyen halkın yüzde doksanı arabayı korumaktı. Bir kısmı arabaya saldırıyordu. Halkın çoğunluğu onlara engel olmaya çalışıyordu. Emniyet amiri olay yerine gelerek arabanın üzerine çıktı. Halkı sakinleştirmek için halka seslendi. Olay yerinde güvenlik güçleri vardı. Yanık Yarbayda olay yerindeydi. Şüpheli üç kişiye kimin saldırdıklarını görmedim. Araca zarar verenleri de görmedim. Dediğim gibi olay yeri çok kalabalıktı. Emniyet güçleri de aracın arka koltuğundaki kişiyi de panzere atıp götürdüler. Diğer iki kişiden Ali’yi emniyet amiri ile giderken gördüm. Olay yerinde yapılan incelemeler sırasında ben oradaydım. Akşam üzeri bir kişinin öldürülmesi olayını görmedim. Daha sonra hastaneye gittim. Kamu binalarının taşlanması olaylarını yapanları görmedim. Kalabalık olduğu için görmedim. Şeklinde beyanda bulunmuştur.
4 - Tanık Necmettin KORKMAZ Beyanında : Ben Şemdinli ilçe merkezinde Özlem Giyim isimli işyerinin sahibiyim. Dükkânın önünde dışarıda tek başıma duruyordum. Öğle ezanı okunduktan sonra öğle yemeğine çıkacakken benim dükkânımın yakınında karşı tarafta bulunan Özipek Pasajından bir patlama sesi geldi. Herkes pasaja yöneldi. Pasajdan kahve renkli bir kişinin koşarak çıktığını gördüm. 5-6 metre kadar arkasından da Seferi YILMAZ geliyordu. Seferi YILMAZ “yakalayın bombayı bu attı” diye bağırıyordu. Kahve renkli kişi ile Seferi YILMAZ koşarak bize doğru geliyordu. Herkes paniklemişti. Seferi YILMAZ kaçan kişiyi biraz kovalayıp bıraktı. Seferi YILMAZ kaçan kişiyi 20 metre kadar kovaladı. Benim dükkânımın yolunda pasaj tarafında işyeri olan Zeydan ÖZER yakalayın bombayı patlatan bu diye bağırıyordu. Kahverengi renkli montlu kaçan şahıs benim yanımdan geçti. Olayın şokunda olduğum için şahsı yakalayamadım. Yakalamakta aklıma gelmedi. Şüpheli şahıs kaçarken bütün esnâflar dışarı çıktı. Olayın meydana geldiği Cumhuriyet Caddesi kalabalıklaştı. Kahverengi renkli montlu kaçan kişi yanımdan geçerken “nerdesiniz” dediğini duydum. Daha sonra ben de pasaja gittim. Pasajın içerisine girdim. Pasajın içerisindeki Umut Kitapevi’nden Bedri YALÇIN, Seferi YILMAZ ve ismini bilmediğim birkaç kişi daha yaralı Metin KORKMAZ’ı çıkardılar. Metin KORKMAZ benim amcamın oğludur. Yaralı çıktıktan sonra ben daha sonra şahsın kaçtığı yere doğru gittim. Gittiğimde beyaz renkli bir araç gördüm. Etrafında kalabalık toplanmıştı. Bazı kişiler emniyet güçleri gelene kadar barikat kurmuştu. Aracın arka koltuğunda oturan kişiler neden bunu yaptın dedi. Pasajdan koşarak kaçan bu kişi idi. Arabanın arka koltuğunda oturan kişi el bombasını alarak çekilin patlatırım dedi. Daha sonra el bombasını tekrar cebine koydu. Kalabalığın içinden bir kesim arabanın arka kodluğunda torun kişiye saldırıyorlardı. Arabanın içinde iki kişi daha vardı. Bir tanesi uzun boylu top sakallı idi. Birisi onlara siz kimsiniz diye sordu. Bu top sakallı olan kişi biz Emniyetteniz diyordu. Kimliğinizi gösterin deyince de kimliğim emniyet amirimde dedi. Halkta bir panik hali vardı. O anda orada kimlerin olduğunu hatırlamıyorum. Daha sonra emniyet güçleri olay yerine geldi. Halkı sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Olay yerine panzer gelip aracın arkasına o kişiyi alıp götürdüler. Bir kişiyi de emniyet aldı. Diğer şahsı da top sakallı olduğunu zannettiğim kişiyi Zeydan ÖZER tarafından yakalanıp jandarmaya teslim etti. Araca kimlerin zarar verdiğini bilmiyorum. Halktan bir kesim şüpheli kişilere saldırmaya çalışıyordu. Bir kısmı da engel olmaya çalışıyordu. Kimlerin saldırdıklarını görmedim. Şüpheli şahıslar emniyet güçlerine teslim edilince ben hastaneye gittim. Hastane de Metin KORKMAZ, Mehmet Zahir nerede diyordu. Mehmet Zahir’in de bombanın patladığı yerde olduğunu anlayınca koşarak pasaja gittim. Bir kişi yanımda olan ismini hatırlamadığım kişi koşun Mehmet Zahir burada diye bağırınca aracın etrafındakiler koşarak pasaja geldi, Mehmet Zahir’in cesedini çıkartıp hastaneye götürdük. Mehmet Zahir KORKMAZ’ın öldüğünü duyunca pasajın önünde bayılmışım. Gözümü Yüksekova Devlet Hastanesi’nde açtım. Ondan sonra yaşananları bilmiyorum. Tanıktan soruldu: Cevaben: Pasajdan koşarak çıkan kahverengi renkli montlu kişi benim yanımdan hızlı adımlarla geçti. Daha sonra tekrar koşmaya başladı dedi. Tanıktan soruldu: Cevaben: kahverengi renkli montlu kişi aracın arkasında otururken el bombasını alarak çekilin patlatırım dediğini ben o anda ona yakın olduğum için duydum. O anda başımı arabanın içine sokmuştum. Olayı o anda başka birisinin görüp görmediğini bilmiyorum. O anda şahsa bunu neden yaptın diye sormuştum. Şeklinde beyanda bulunmuştur.
5 - Tanık İsmail ELMAS Beyanında ; Ben Elmas Züccaciye isimli işyerinin üst yerinde çaycılık yapıyorum. 09/11/2005 tarihinde öğle vakti Şemsettin KORKMAZ’ın işyerine çay götürüyordum. Çayı alıp merdivenlerden inerken bomba patladı. Bulunduğum yerden pasajın giriş merdivenlerini görebiliyordum. Bomba patladıktan hemen sonra kahverengi renkli montlu kişiyi caddede koşarken gördüm arkasından da Seferi YILMAZ koşuyordu. Yakalayın bombayı patlatan bu diye bağırıyordu. Ben de çayı bıraktım. Bu sırada Ali KAYA Elmas Zücaciye’nin önünde idi Ali KAYA elinde telefonla “nerdesin aşağı doğru koş ben buradayım gel” diyordu. Bu sırada kahverengi renkli montlu kişi de bana doğru koşuyordu. Benim yanımdan geçti, ben bu şahsı kovalamaya başladım. Kalabalık bir grup da şahsı kovalıyordu. Benim bulunduğum yer ile beyaz renkli araç arasında fazla bir mesafe yoktu. Kahverengi renkli montlu kişi de araca bindi. Etrafında halk toplandı. basından televizyondan isminin Ali KAYA olduğunu öğrendiğim kişi de aracın başına geldi. Aracı çalıştırıp kaçmak istedi. Halk buna engel oldu. Ali KAYA tekrar araçtan çıktı. Halk arabayı tekmelemeye başladı. Ali KAYA ne yapıyorsunuz bu devlet aracı deyince halkı sakinleştirmeye çalıştı. Bir ara Ali KAYA aracın bagajını açıp kaleşnikof marka bir silâh çıkardı. Halk engel oldu. Silâhı tekrar bagaja atıp bagajın kapağını kapattılar. İsminin basından Özcan olduğunun öğrendiğim kişi de aracın etrafındaydı. Ben halkın arabaya zarar vermesine engel olmaya çalıştım. Sakin olun failler bellidir dedim. Emniyet güçleri olay yerine geldi. Arabanın arka koltuğunda bulunan kişiyi panzer alıp götürdü. Soyadının Yanık olduğunu öğrendiğim bir albay şerefim üzerine yemin ederim bu üç kişiyi adalete teslim edeceğim dedi. Halk da bu arada sakinleşti. Biz de adalete güvenerek halkı sakinleştirmeye çalıştık. Özcan isminde şüpheli şahsı daha önce de Şemdinli’de görmüştüm. Şemdinli’de Özcan’ı bu sene bir defa Derman Eczanesi’nden çıkarken gördüm. Olaydaki aracı ise ilk defa gördüm. Daha önce görmemiştim. Tanıktan soruldu: Cevaben: Kahverengi renkli montlu kişi koşarak bana doğru gelirken elinde telefon “emniyeti ara sen nerdesin” diye bağırıyordu. Aramızda fazla mesafe yoktu. O sırada Ali KAYA ile kahverengi renkli montlu kişinin arasındaydım. Her ikisine de yakındım. Ali KAYA da “aşağı doğru gel buradayız” diyordu. Her ikisine de yakındım. Her ikisinin de telefon konuşmasını duydum. Şeklinde beyanda bulunmuştur.
6 -Tanık Nazır DEMİR Beyanında : Ben Şemdinli ilçe merkezinde Özkanlar Züccaciye isimli işyerinin sahibiyim. Dükkânda yalnız oturuyordum. Öğle vakti saat 12:00.ye doğru bir patlama sesi geldi. Hemen dışarı çıktım. Dışarı çıktığımda bir kişinin benim dükkânımın tam karşısında elinde cep telefonu ile konuşuyor “aşağı doğru gel biz buradayız” dediğini duydum. Caddede jandarma tarafından bir kişide hızlı adımlarla geliyordu. Gelen kişinin elinde telefon görmedim. Ali olduğunu basından öğrendiğim kişi telefonu kapattıktan sonra ben benim bulunduğum tarafa doğru gelen üzerinde rengini hatırlayamadığım kısa bir mont bulunan kişiyi gördüm. Etraf kalabalıktı. Peşinden koşanlar bombayı atan adam budur kaçırmayın yakalayın diye bağırıyorlardı. Ali adını öğrendiğim kişi ile kaçan şahıs arabaya yöneldiler. Üzerinde mont bulanan kaçan herkesin bombayı atan kişi olduğunu söyleyen kişi arabaya yöneldi. Arkasından halk toplandı. Ali KAYA da şoför koltuğuna oturdu. Ben arabaya fazla yaklaşmadım. Halk arabanın etrafında çok fazla toplandı. Ben de açık olan dükkânıma gidip dükkânıma zarar gelmesin diye kepenklerini kapattım. Daha sonra eve gittim. Milletvekilimiz geldi keşif yapılacak dedi. Söylediğim gibi ben de bunun üzerine eve gittim. Tanıktan soruldu: Cevaben: Aracın etrafında bir kişi daha gördüm. Toplam 3 kişilerdi. Fazla bir şey görmedim. Ben bu şahıslara ait 30 AK 933 plakalı aracı bayramdan iki üç gün önce dükkânımın biraz ilerisinde gördüm. Ne kadar durduğunu pek hatırlamıyorum. Bayram nedeni işlerimiz yoğun idi. Şeklinde beyanda bulunmuştur.
7 - Tanık Nazmi AKIN Beyanında : Şemdinli ilçe merkezinde Akın Market isimli işyerinin sahibiyim. Benim dükkânım Cumhuriyet Caddesindedir. 30 AK 933 plakalı araç benim dükkânımın tam önündeydi. Olayın olduğu tarihte yani 09.11.2005 tarihinde saat 12:00 ye gelirken büyük bir patlama sesi geldi. Dükkânımdan çıktım. Yanımda Ferhat ŞEN de vardı iki kişinin kaçıp bana doğru geldiğini gördüm Bu şahıslar koşuyordu Ali KAYA isimli olduğunu sonradan televizyondan öğrendiğim kişi elinde cep telefonu ile konuşarak benim dükkânımın önünde bulunan beyaz renkli araca doğru geliyordu Ali KAYA’nın önünde sonradan isminin Veysel ATEŞ olduğunu öğrendiğim kişi de koşuyordu. İlk önce Veysel ATEŞ aracın arka koltuğuna bindi Ali KAYA araca tam binecekken halk onu çekti. Daha sonra da arka koltuğa binecekti ama millet bırakmadı ve onu yakaladı. Emniyet Güçleri aracın bulunduğu yere geldi. Daha sonra ben dükkânımın önündeki eşyalarımı içeri aldım. O iki kişi dışında diğer şüpheli kişiyi görmedim. Dükkânımı kapattım. Daha sonra eve gittim. Şüpheli şahıslara ve onlara ait araca kimlerin zarar verdiğini görmedim. Bomba patladıktan sonra dükkânımın önündeyken Ali KAYA arabanın bulunduğu yere koşarak gelirken iki üç adım önünden giden Veysel ATEŞ’e “bomba patladı mı” dedi, “Hadi bin arabaya” dedi, Ali KAYA ve Veysel ATEŞ arabaya binerken o sırada Aydın İREN. Yaşar HAKAN, Reşit KAYA, Ferhat ŞEN’de oradaydı. Onlardan sadece Ferhat ŞEN bu konuşmayı duydu. Ali KAYA araca binmeden koşarken elinde telefon vardı. Birisi ile konuşuyordu. Kiminle konuştuğunu bilmiyorum. Daha sonra olay yerinde fazla duymayarak eve gittim. Bundan başka bir şeye şahit olmadım dedi. Tanıktan soruldu: Cevaben: Veysel ATEŞ ve Ali KAYA benim dükkânımın önündeki araca binmek üzereler iken arkalarından kalabalık bir grup koşuyordu. Yakalayın diye bağırıyorlardı. Şeklinde beyanda bulunmuştur.
8 - Tanık Tahsin ELMAS Beyanında : Ben Şemdinli ilçe merkezinde Güral Porselen isimli işyerinin sahibiyim. 09.11.2005 tarihinde işyerimin karşısında bir patlama sesi duydum. Patlamadan hemen sonra bir kişinin elinde telefonla konuşurken bana doğru kaçarken gördüm Arabanın yanında isminin medyadan Ali KAYA olduğunu öğrendiğim kişi vardı. Kaçan şahıs arabanın yanma yaklaşınca arabanın yanında bekleyen Ali isimli şahsa tamam bomba patladı, gidelim dedi Ali KAYA’yı arabaya binerken görmedim. Kaçan kişiyi kovalayan kimseyi de görmedim. Kaçan kişiyi arabaya binerken gördüm. Çevrede bulunan kalabalıktan bazıları şüpheli şahıslara kimliklerini soruyorlardı. Ali KAYA bir ara arabanın bagajını açıp kaleşnikof marka silâh çıkardı ama halk engel oldu. Olay benim dükkânımın önünde gerçekleşti. Aracın etrafına toplanan halktan tanıdığım yoktu. Çünkü çok kalabalıktı. Araca zarar verenleri bilmiyorum. Kalabalıktan bir kısım insanlar araca saldırıp zarar verdiler. Daha sonra Metin KORKMAZ/ın hastanede öldüğü haberi geldi koşarak hastaneye gittim. Daha sonra yaşananları bilmiyorum. Bu şüpheli şahısları daha önce görmedim. Olay yerinde olduğu söylenen top sakallı kişiyi ben görmedim. Ben sadece o iki kişiyi gördüm. Akşam üzeri ölüm olayını görmedim. Şeklinde Beyanda Bulunmuştur.
9 - Tanık Ferhat ŞEN Beyanında : Arkadaşım Nazmi AKIN ile beraber öğle yemeği yemiştik ve onların Akın Marketin önüne geldik. Hava soğuktu, dükkânın önünde güneşlemek için dururken patlama sesi geldi. Ben yolun ortasındaki demirlere doğru patlamanın olduğu tarafa bakmak için gittim. Bu sırada saçları önden hafif dökük, siyah deri montlu ve hafif kır saçlı bir kişiyi gördüm. Patlamanın olduğu taraftan doğru geldi. Arabada bizim durduğumuz Akın Marketin önündeydi. Bu kişi kapıyı açtı. Sonra eline cep telefonunu aldı. Onun arkasından kahverengi montlu geldi ve arkaya bindi. Bu sırada binerken saçı dökük olan “patladı mı” dedi. Kahverengi montluda “patladı” dedi. Bunun üzerine “atla arabaya” dedi. Bu arada kahverengi montlu arabaya biniyordu. Bunların arkasından kalabalık bağırarak geliyordu. Kalabalıktan yakalayın, bunlar diye bağırıyorlardı. Kalabalık gelirken kır saçlı, hafif saçları dökük olan sonradan adını Ali KAYA olarak öğrendiğim kişi paniğe kapıldı, direksiyona geçeceğine arka kapıyı açtı. Ön kapıyı açacakken panik olduğundan arka kapıyı açtı. Bu sırada ben, Nazmi, Kadri ÖZCANER ve Fahrettin YILMAZ durun, mayını siz bıraktınız dedik ve kır saçlının arabaya binmesine müsaade etmedik. Bu arada kalabalık yetişti. Kır saçlı olan ben emniyet mensubuyum, emniyette görevliyim dedi. Ekip çağırmak için kendi cep telefonundan konuştu, aradı mı, bizi kandırmak için konuşur gibi mi yaptı anlayamadım. Kahverengi montlu arabanın yanına geldiğinde kır saçlı olan patladı mı diye sordu, kahverengi montluda patladı dedi, ondan sonra kır saçlı olan atla arabaya dedi. Şoför mahalline binmek isterken panikten yanlışlıkla arka kapıyı açtı. Ancak binemedi. Ben olay yerinde top sakallı diye söylediğimiz üçüncü kişiyi görmedim. Ben sadece ikisini gördüm. Biz arkada oturan kahverengi montludan kimliğini istedik vermedi. Bu sırada adını Ali KAYA diye öğrendiğim saçlarının önü dökük, hafif kır saçlı olan bizim önümüze geçti, arkadakini müdafaa etti. Bu arada kalabalık çoğalırken Ali KAYA isimli kişi bagajı açtı, açar açmaz keleşi aldı. Ben dahil dört–beş kişi eline sarıldık. Silâhı elinden aldık. Hava iyice karardıktan sonra akşam ezanından sonra bu beyaz arabaya 80 metre uzakta Ziraat Bankasının ilerisinde uzun devre farları açık araba geldi. Kalabalığı görünce korkudan mı bilmiyorum Ziraat Bankasının önündeki halkın üzerine şoförün olduğu taraftan ateş edildi. Ben bu sırada arabaya 20 metre uzaktaydım. Çünkü keşif yapılan arabanın etrafını çember gibi sarmıştık. Ben arabaya taş atıldığını görmedim. Ancak arabanın şoför tarafından ateş edildiği sırada polis noktasının oradan bayağı silâh sesleri geliyordu. Ben arabayı uzaktan gördüğümde uzun farlarını yakarak geliyordu ve halk yolun üstündeydi. Ben korkusundan ateş ettiğini düşünüyorum. Ateş etmeden önce yol üstündeki kalabalıktan arabaya saldırı olmadı. Arabadan ateş edilmeseydi halk arabayı geçirir miydi bilmiyorum. Bomba sebebi ile bir kişi öldüğü için halk çok taşkın ve sinirliydi. Araba topluluğun üstüne hızlı bir şekilde geldi. Ben çok yakın olmadığımdan tam olarak göremedim ancak uzaktan izlediğim kadarıyla arabanın şoför tarafından ateş edildikten sonra taş atılmıştır. Taş atıldığını da görmedim. Şeklinde Beyanda Bulunmuştur. Tanık Hüseyin KESKİNKILIÇ 03.03.2006 Tarihli Beyanında : Ben hâlen Hakkâri Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdür Vekili olarak görev yaparım. Buradaki görevime 05.09.2005 tarihinde başladım. 9 Kasım 2005 tarihindeki patlamaya kadar ilimiz, Yüksekova ve Şemdinli ilçelerinde son dönemde meydana gelen patlama olaylarının yoğunluk kazanması dikkatimizi çekiyordu. Etrafımızdaki Şırnak ve Van gibi illerde ise patlamaların yok denecek kadar az olması ilimize yönelik patlamaların yoğunlaşması bu nedenle daha da dikkat çekiciydi. 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla meydana gelen patlamanın PKK örgütünün yaptığı yönünde her hangi bir izlenim bende oluşmadı. Çünkü örgütün kendisine sempati duyan kitleye böylesine bir eylem yapması örgüt mantığı açısından bana pekte makul gelmedi. Yani örgüt bir eylem yapacağı zaman halkın kesinlikle zarar görmemesi yönünde önceden çalışmasını yapar eylem biçimini ona göre tertipler. 1 Kasımda meydana gelen patlama olayının örgüt tarafından gerçekleştirildiğini düşünüyorum. Örgütün bu olayı üstlenmemesinin en büyük nedeni ise halktan zarar görenlerin azımsanmayacak derecede fazla olmasıdır. Yüsekova’daki Huzur Lokantası’nda meydana gelen patlama olayı ile ilgili değerlendirmem şu şekildedir. Lokanta sahibi Ferzande YILMAZ örgüte müzahir bir şahıs olarak karşımıza çıkmakta; çocuklarının ve akrabalarından bir kısmı örgütün dağ kadrosunda faaliyet göstermektedir. Böyle bir saldırının örgüt tarafından yapılması mantıken ters gelmektedir. Ben 1 Kasımda meydana gelen patlamada görev nedeni ile Ankara’da bulunuyordum. Ankara’daki toplantı esnasında 1 Kasım da ve 9 Kasımda meydana gelen patlama olaylarını duydum. 9 Kasımdaki patlama olayından sonra toplantıyı yarıda keserek İstihbarat Daire Başkanı Sabri UZUN’un emri ile muhtemelen 11 Kasımda Yüksekova’ya geçtim. Gelişmeleri Yüksekova’dan takip etmeye başladım. 13 Kasımda tekrar Hakkâri Merkeze döndüm. 14 Kasımda İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde bulunduğum saat 14:45 sıralarında Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şubesi’nde görevli Jandarma Başçavuşlar İsmail UZER ve Ümit SEVİNÇ Şube Müdürlüğü’ne gelerek ellerinde bir tutanak defteri olduğunu ve 1 Kasım 2005 tarihinde yapılan bir toplantıya ait tutanak bilgilerinin bulunduğu tutanak defterini imzalamamı söylediler. Tutanakta özetle ilimizdeki terör örgütünün son dönemde gerçekleştirdiği bombalama eylemleri, il merkezi ve ilçelerinde istihbarat birimlerinin müşterek istihbarî çalışmaların yapılması gerektiği ve bunların operasyona dönüştürülmesine dair bir takım kararları içeren metnin yazılı olduğu, tutanak metninin Hakkâri Tugay Komutanlığı ve Jandarma İstihbarat görevlilerince imzalandığı, MİT ve Emniyet Temsilcilerinin ise imzalamadıklarını gördüm. Bu tutanak 1 Kasım 2005 tarihli olarak düzenlenmek isteniyordu. Benimde bu şekilde bu tarihli tutanağı imzalamamı istediler, ancak ben imzalamadım. Ben zaten 1 Kasım’da Ankara’da görevliydim. Yardımcım Komiser Yardımcısı Sezgin ABALI’ya böyle bir toplantıya katılıp katılmadığını sordum. Kendisi böyle bir toplantıya katılmadığını, katılmadığı bir toplantıya da imza atmayacağını söylemişti. Ayrıca 16 Kasım 2005 tarihinde İl Jandarma Alay Komutanlığı’ndan İl Emniyet Müdürlüğümüze bir faks mesaj formu geldi. Bu faks mesaj formunda Şemdinli’deki Umut Kitapevi sahibi Seferi YILMAZ’a bir paket geleceği göndericinin Narlı Market, Alıcının da Seferi YILMAZ olduğu, bu kolinin içerisinde muhtemelen örgütsel bir malzemenin olduğu şeklinde bir bilgi yazılmıştı. Faks mesaj formunda bu haberin elde edildiği tarih olarak 16.10.2005 yazılmıştı. Bu haberin bize gelme tarihi ise 16.11.2005 tarihidir. Bu paket ile ilgili bilgi notunu patlamadan bir hafta sonra öğrendik. Faks mesaj formu şu an yanımda değildir. Ancak Emniyet Müdürlüğümüzde mevcuttur. Yine Şemdinli Olaylarını araştırmak için kurulan Araştırma Komisyonuna ifade vermek için Ankara’ya gittiğimde, yani Şubat ayının sonlarında Yüksekova’da Türk İntikam Tugayı (TİT) ibareli bildirilerin dağıtıldığını duydum. Bu bildirinin içerisinde “Ya Sev Ya Terk Et” gibi ibarelerin olduğunu duydum. Tam içeriğini hatırlamıyorum. Birkaç gün sonra bu dağıtılan bildirileri protesto etmek amacıyla Demokratik Toplum Partisi (DTP) organizesinde bir basın açıklamasının yapıldığını duydum. 8 Kasımda Hakkâri merkezde 7 kilo 350 gram C4 plastik patlayıcı madde ele geçirdik. Bu operasyon alınan istihbari bilgiler sonucunda Hakkâri Emniyet İstihbarat şubesince gerçekleştirilmiştir. Yakalanan şahsın yer göstermesiyle Jandarma unsurlarına da haber vermek suretiyle merkeze bağlı Armutlu Köyü’nde geceleyin birlikte operasyon yapılmıştır. Yine 30.10.2005 tarihinde Yüksekova’da Emniyet İstihbarat Şubesince yapılan çalışmalar yakalamaya dönüştürülerek bir adet el bombası, bir adet tabanca ile birlikte iki şahıs yakalanarak tutuklanmıştır. Yine 19.11.2005 tarihinde Yüksekova’da bir şahsın yakalanması sonucu iki adet Rus yapımı el bombası, bir adet tabanca iki adet şarjör, 25 adet fişek beş adet kurusıkı fişeği ve örgütsel yayınlar ele geçirilmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde meydana gelen patlama olayına ilişkin Jandarma ile her hangi bir müşterek çalışmamız olmamıştır. Ayrıca Seferi YILMAZ Emniyet İstihbaratınca takip edilmemektedir. Seferi YILMAZ’ın durum ve temasları emniyet istihbaratınca takip edilmemektedir. Ayrıca bana bahsettiğiniz Hasan KISIKYOL isimli şahsın Hakkâri kırsalında terör örgütü adına faaliyet gösteren Ali KISIKYOL isimli kişinin babası olduğunu biliyorduk. Bu şahıs oğlu ile görüşmek üzere Şemdinli’ye geldi, Seferi YILMAZ ile birlikte 3-4 kişiyle bir marketin önünde görüştü. Biz o sırada Seferi YILMAZ’ı da tanımıyorduk. Hasan KISIKYOL’u takip ediyorduk. Hasan KISIKYOL hakkında teknik bir bilgi gelmiştik. Jandarma’dan gelmemişti. Biz sadece Hasan KISIKYOL’un Şemdinli’de bulunduğu anda resmini çektik. Bu şahsın kırsala oğlunun yanına gideceği yönünde bilgi vardı. Sanırım jandarma da takip ediyordu, daha şahıs kırsala gitti. Bu şahsın kırsala gideceğini Jandarma bildiğini için güzergâhını da Jandarma istihbaratı bilmektedir. Biz Jandarma’ya çektiğimiz resmi verdik ve şahsın muhtemelen kırsala gideceği bilgisini de verdik. Bundan sonra jandarma takip ediyordu. Burada Şemdinli’de anladığım kadarıyla Hasan KISIKYOL’u Jandarma da takip ediyordu ve bizden çektiğimiz resmi verip vermeyeceğimizi sordular. Bende çektiğimiz resimden bir tanesini jandarmaya verdim. Biz ondan sonra her hangi bir işlem yapmadık. Ayrıca şu an yanımda bulunan iki sayfalık tutanaktan birer fotokopi veriyorum. Şeklinde beyanda bulunmuştur.
Olay ile ilgili patlamanın meydana geldiği Özipek Pasajının çevresindeki esnâf ile o gün caddede bulunan kişiler ile yukarıda beyanları bulunan kişiler tanık olarak dinlenmişlerdir. Dinlenen tanık beyanlarında patlama olayından sonra Özipek Pasajından kahverengi montlu bir şahsın hızlı adımlarla çıktığı, bu şahsın peşinden Seferi YILMAZ’ın çıktığı ve bu kahverengi montlu şahsı işaret ederek bombayı atan şahsın bu şahıs olduğunu ve yakalanmasını istediği, patlamadan sonra caddede bulunan esnâfın ve halkın patlamanın meydana geldiği yöne doğru giderlerken kahverengi montlu şahıs ile top sakallı bir şahsın yolda buluştuğu, buluşmadan önce her iki şahsın da telefonla görüştüklerinin ve bu şahısların patlamanın meydana geldiği yere yönelen halkın ters istikametinde acele ve telaşlı bir şekilde gittiklerinin beyan edildiği, top sakallı şahsın Ali KAYA, kahverengi montlu şahsın ise Veysel ATEŞ olduğunun anlaşıldığı,
Tanık beyanlarında; söz konusu patlama olayının öğle ezanının okunmasından sonra namazın kılınmasını müteakip gerçekleştiğinin belirtildiği,
Van Valiliği İl Müftülüğü’nün 09.02.2006 gün ve 193 sayılı yazılarına göre 09.11.2005 günü Hakkâri ili Şemdinli ilçesinde öğle ezanın saat 10:53.de okunması gerektiğinin ve ezanı müteakip namazın muhtemelen 30 dakika sonra biteceğinin belirtildiği, Ayrıca olayı müteakip ulusal basında Şemdinli ilçesinde meydana gelen olaylar sırasında bombalama olayından çok kısa bir süre sonra (birkaç dakika içerisinde) ROJ TV isimli televizyonun kuruluşunun canlı yayına başladığı şeklinde bilgiler yer almış ise de söz konusu televizyon kanalının 09.11.2005 tarihindeki yayın akışı içerisinde meydana gelen olay ile ilgili olarak her hangi bir canlı yayına rastlanılmadığı normal yayın akışı içerisinde bir önceki günün programlarının tekrar edildiği, örgüt güdümünde faaliyet gösteren Dicle Haber Ajansı (DİHA) olay ile ilgili olarak olaydan bir saat sonra saat 12:32 itibariyle son dakika haberi olarak “Şemdinli’de Kitapevi’ne bomba atıldı. SON DAKİKA” başlığı altında ve devamında yine olayla ilgili haberlere yer verilmiştir.
Buna göre şüphelilerin saat 11:00 sıralarında Şemdinli ilçesine girişleri öğle namazının bitiş saati, olaydan bir saat sonra saat 12:32 civarında olay ile ilgili DİHA tarafından verilen son dakika haberi ve şüpheli Veysel ATEŞ’in saat 11:29.da cep telefonu ile diğer şüpheli Ali KAYA’yı araması bombalama olayının saat 11:00 ile 11:29 arasında bir zaman dilimi içerisinde gerçekleştiğini göstermektedir.
Şüphelilerin 09.11.2005 tarihinde Şemdinli ilçesine gitmek ve deşifre olup tanınmamak için Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı’na ait olan resmî aracın 30 AK 933 olan plakasının 07.11.2005 tarihinde Hakkâri İl Emniyet Müdürlüğü’nden alınarak söz konusu araca takıldığı. Patlama olayı sonrası halkın şüpheli Veysel ATEŞ’in yönelmiş olduğu bu aracın etrafını çevirdiği, aracın plakası daha önceki plakasından farklı olduğu için halkın doğrudan doğruya bu araca yönelemeyeceği, şüpheli Veysel ATEŞ’in bu araca yönelmeleri üzerine halkın kişiyi yani Veysel ATEŞ’i hedef alarak araca yöneldikleri,
09.11.2005 günü Şemdinli ilçesinde çıkan olaylarda tahrip edilen Jandarma’ya ait araçta bulunan 2 adet el bombasının MKE yapımı olmadığı, “HGR DM41 SPLİTTER COMP-B LOS FMP-134” ve MKE yapımı olmadığı ve “HGR DM41 SPLİTTER COMP-B LOS FMP-134” seri nolu olduğunun anlaşıldığı,
Ancak Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ tarafından tutulan tutanakta da araçtan çıkan 2 adet el bombasının MKE yapımı olduğu belirtilmiştir.
Ancak Şemdinli İlçe Jandarma Komutanına teslim edilen 2 adet el bombasının, Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığınca, Kriminal Daire Başkanlığına gönderilmek üzere 14.11.2005 tarihinde düzenlenen “Teslim Tesellüm Tutanağı”nda MKE yapımı olmadığı ve “HGR DM41 SPLİTTER COMP-B LOS FMP” seri nolu olduğu anlaşılmıştır.
Bununla birlikte Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan resmi yazışma neticesinde Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuarları Müdürlüğü’ne gönderilen söz konusu 2 adet el bombasının MKE yapımı olmadığı ve “HGR DM41 SPLİTTER COMP-B LOS FMP” seri nolu el bombaları olduğu yazıda belirtilmiştir.
Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in 2 kişi olarak 09.11.2005 günü saat 08:00 dan itibaren Yüksekova ve Şemdinli İlçelerinde görevlendirildikleri “Faks Mesaj Formu” ile belirtilmiş ancak araçta 3 adet kaleşnikof silâhın bulunduğu ve 3. silâhın Uzman Çavuş Uğur YILDIRIM (Uzm.J.III.Kad.Çvş.) adına zimmetli olduğu tutanaklardan anlaşılmıştır. Olay günü araçta ve görevlendirme yazısında Uzman Çavuş Uğur YILDIRIM yoktur, Veysel ATEŞ isimli haber elemanı vardır. Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ tarafından olay günü olan 09.11.2005 günü tutulan ve tahrip edilen resmî araçta bulunan silâhların gasp edildiğini içeren tutanakta Uz.J.Çvş.Uğur ÖZDEMİR’e ait olduğu söylenen 56 I 1485886974 nolu Kaleşnikof marka tüfeğin, Jandarma kayıtlarında bulunan “Teslim Senedi”nin teslim alan kısmında Uz.J.III.Kad.Çvş Uğur YILDIRIM isminin geçtiği gözlenmiştir.
Şemdinli İlçesinde bulunan Umut Kitapevi isimli iş yerine el bombası atılması olayının, Yüksekova İlçe Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Büro Amirliği tarafından düzenlenen “Olay Yeri İnceleme Raporu”nda ve bu raporun ekindeki “Olay Yeri Krokisi”nde 09.11.2005 günü saat 11:30 sıraları olduğu belirtilmiştir. Yine konu ile ilgili olarak ifadelerine başvurulan tanıkların olay saatini 11:30-12:00 arası olarak belirttiği ve patlamadan hemen sonra patlamanın olduğu pasaj tarafından koşarak gelen kahve rengi montlu şahsın Veysel ATEŞ olduğunu, telefonla telaşlı bir şekilde “neredesiniz” diyerek Ali KAYA isimli Astsubay Başçavuş’un bulunduğu tarafa gittiğini ve Jandarmaya ait araca bindiğini belirtmişlerdir.
Tanıklara göre el bombasını Umut Kitapevi’ne attığı iddia edilen Veysel ATEŞ isimli şahsın kullanmış olduğu 0538 202 18 74 nolu GSM telefonun olay günü ve saatinde (Saat 11:29) Ali KAYA isimli şahsı aradığı telefon kayıtlarının incelenmesinden anlaşılmıştır.
Ali KAYA, Özcan İLDENİZ ve Veysel ATEŞ’in ifadelerine göre; olay günü olan “09.11.2005 tarihinde saat 11:00-12:00 civarında ilçe merkezine geldiklerini ve arabadan henüz inmeden patlamanın olduğunu ve arabadan indiklerini …” belirtmişlerdir. Ancak 0538 202 18 74 nolu telefonu kullanan ve beraber arabada olduklarını söyledikleri haber elemanı Veysel ATEŞ isimli şahsın 09.11.2005 tarihinde yapmış olduğu görüşmeler incelendiğinde Ali KAYA’yı saat 11:29’da aradığı anlaşılmıştır. Beraber arabada olduklarını söyledikleri Veysel ATEŞ’in kendilerini olay saatinde GSM ile araması hayatın olağan akışına uygun değildir.
PKK/ KONGRA- GEL TERÖR ÖRGÜTÜNE İLİŞKİN AÇIKLAMALAR
PKK/ KONGRA-GEL terör örgütü 1978 yılında gerçekleştirdiği ilk kongresinden beri konjonktürel gelişmelere göre faaliyetlerini ve stratejisini belirlemiştir. Günümüzde örgütün güncel hedefi “Demokratik – Ekolojik Toplum” paradigmasını gerçekleştirmek olarak ilan edilmiştir. 1999 yılında örgütün lideri Abdullah ÖCALAN’ın yakalanması sonucu zorunlu olarak ortaya konulan ve temelde sivil toplum örgütlenmesine dayanan bu paradigma büyük ölçüde 1999-2004 arasındaki görece eylemsizlik dönemine aittir. Ancak terör örgütü PKK/KONGRA-GEL ABD’nin Irak’ı işgali ile ortaya çıkan yapısal ve ideolojik sorunlarla baş etmek üzere tekrar silâhlı eylemleri yükseltmeyi bir çıkış yolu olarak görmüştür. Hâlen örgütün yurt içerisinde 1000-1500 yurtdışında ise 5500-6000 kadar kırsal kadrosu bulunmaktadır.
Terör örgütünün 1999-2004 yılları arasındaki görece eylemsizlik tavrına rağmen “meşru savunma konsepti” içerisinde kırsal kaynaklı silâhlı eylemlerini sürdürüldüğü görülmüştür. 1 Haziran 2004 tarihinden itibaren ise “aktif meşru savunma” adı altında şiddet eylemlerini yaygınlaştırma kararı almıştır. Bu kararın alınmasının söylemden öte taktik bir anlamı vardır. Öyle ki örgüt şiddet eylemleri ile birlikte içerisinden çıkan hizip hareketini bastırmayı ve dağılma sürecine giren örgütsel yapıyı tekrar toparlama amacını gütmüştür.
Tarihî Geçmişi
PKK/KONGRA-GEL terör örgütü 1973 yılında gruplaşma faaliyetleri içerisine girmiş ve 1978 yılında ise parti kurulmuştur. Örgüt kuruluşunu Abdullah Öcalan’ın yurt dışına çıkışı akabinde 30 Temmuz 1979 yılında dönemin Adalet Partisi Şanlıurfa Milletvekili M. Celal BUCAK’a yönelik eylem ile ilan etmiştir. 12 Eylül 1980 askerî harekatı ile birlikte ise güvenlik kaygısıyla mensuplarının birçoğunu yurt dışına çıkartmıştır. Suriye ve Lübnan’daki eğitim faaliyetlerinin ardından 15 Ağustos 1984 tarihinde Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçelerine yapılan baskınlar ile adını tekrar duyurmuştur. Kuruluşunda amacını bağımsız, birleşik Kürdistan’ı kurmak olarak ilan eden terör örgütü bunu gerçekleştirmek için bölgedeki halkın üzerinde sınırsız tedhiş hareketlerine girişmiştir. Örgütün şiddet uygulamalarının bölgede yaygınlaşmasının da etkisi ile hızlanan göç ile birlikte PKK/KONGRA-GEL büyük şehirlerde zemin kazanarak örgütlenme imkânına kavuşmuştur. 1991 yılında ise 1. Körfez Savaşı sonrasında 36. paralelin kuzeyinin uçuşa yasak bölge olarak ilan edilmesi ve Irak Ulusal Güvenlik Güçleri’nin bölgeden uzak tutulması sonucu örgüt geniş lojistik ve örgütlenme imkânlarına kavuşmuştur. Yine 1992 yılından itibaren örgütün birtakım siyasî partiler ve legal kurumlar aracılığıyla kitle desteğini arttırma yoluna gittiği görülmüştür. 1995 yılından itibaren ise Avrupa alanındaki kitle desteğini kullanarak Sürgünde Kürt Parlamentosu ve Med TV (Hâlen Roj TV adı altında faaliyet yürütmektedir) vb. organlar aracılığıyla siyasî faaliyetlerini yaygınlaştırmıştır. Terör örgütü böylece Avrupa alanının özelliklerini kullanarak siyasî olarak tanınma ve muhatap kabul edilme çabalarını sürdürme arayışı içerisinde olmuştur. 9 Ekim 1998 tarihine gelindiğinde ise örgütün lideri Öcalan uluslar arası baskılara dayanamayarak Suriye’den çıkmak zorunda kalmış ve akabinde 15 Şubat 1999 tarihinde Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmiştir. Örgütün lideri can güvenliği endişesiyle 1999 yılı Eylül ayından itibaren yurt içerisindeki kırsal kadrolara yurt dışına çekilme emri vermiş sonrasında ise mahkeme savunmalarında yeni paradigmayı ve stratejik dönüşümü ilan etmiştir. Yine bu dönemde elebaşısının emri ile Avrupa alanından ve Kuzey Irak’tan 8’er kişilik grupların sözde barış elçisi olarak gelip teslim oldukları görülmüştür. Terör örgütü belirtilen dönemde içerisine düştüğü ideolojik bunalımı aşmak ve gerek taktik gerekse siyasî liderliğin yerini doldurmak için 2002 yılı Nisan ayında gerçekleştirdiği VIII. Kongre ile PKK olan ismini KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) olarak değiştirmiştir. Örgüt isim ve yapı değişikliği ile uluslar arası düzlemde meşru bir görüntü sergilemek istemesinin yanında müzahir kitlesini daha rahat eyleme geçirmeyi hedeflemiştir. Abdullah ÖCALAN’ın mahkeme savunmaları incelendiğinde Türkiye’nin AB sürecine önem atfettiği görülmektedir. İlk başta “Kopenhag Siyasî Kriterleri” çerçevesinde taleplerini revize eden örgüt bunların karşılanması ve Türkiye’nin adaylığının kabul edilmesi ile birlikte taleplerini genel affın çıkartılarak Öcalan ve üst düzey kadronun siyasî hayata katılımının sağlanması, Devlet tarafından Kürtçe Eğitimin yapılması, Öcalan’a uygulanan (sözde) tecritin sona erdirilmesi vb. ütopik hedefler indirgemiştir. ABD’nin ve Çok Uluslu Gücün Irak’ı işgale hazırlandığı 2003 yılı Mart ayından itibaren ise Ortadoğu bölgesinde ortaya çıkan belirsiz durum ve işgal unsurlarının örgüte takınacakları tavrın belirsizliği karşısında Öcalan’ın emri ile Türkiye, İran ve Irak’ın sınırlarının kesiştiği alanda yer alan bölgeyi “Medya Savunma Bölgeleri” ilan etmiştir. Yine 2002 yılı içerisinde Irak’ta faaliyet göstermek üzere PÇDK (Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi) kurulmuştur. Terör örgütü böylece hem kendi güvenliğini sağlamayı hem de Kuzey Irak’taki parçalı yapı içerisinde etkin rol almayı arzulamıştır. Kasım ayında ise KADEK feshedilerek KONGRA-GEL kurulmuştur. Örgütün bu yeni yapılanmasında asıl amacı işgal ile ortaya çıkan yeni duruma uygun olarak yapılanmak ve geniş bir tabana ulaşmak olmuştur. Irak’ın işgali sürecinde bölgede rol alma arzusunda olan PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ABD’ye bölgedeki statükocu devletleri çözen bir güç olarak bakmıştır. Bu sebeple bizzat liderinin ağzından yeni yapılanmada öne çıkmak için işgal güçleri ile temasa geçilebileceği de belirtilmiştir. İşgal sonrasında ise Irak’taki durumun belirsizliği karşısında örgüt içerisinde ABD’liler ile ilişkileri yürüten kanat tasfiye edilmiştir. Tasfiyenin görünen gerekçesi ise kitle eylemselliğinin silâhlı faaliyet ile desteklenememesi ve başarısız olunması olarak açıklanmıştır. Örgüt buna rağmen Abdullah Öcalan’ın yakalanmasını Türkiye’de örgütün etkisizleştirilmesine yönelik bir operasyon olarak değerlendirmektedir. Örgütün lojistik zorunluluklardan ötürü Irak’ta ABD’ye karşı temkinli bir tavır içerisindedir. Irak’ın Kuzeyindeki Kürt gruplarını siyasî kazanımları ise desteklenmekte ve federal bir yönetim desteklenmektedir.
Terör Örgütü PKK/KONGRA-GEL ile Bölgenin Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine ve Terörün Sebeplerine İlişkin Değerlendirmeler
Terör örgütünün temelleri Ankara’da 1973’den beri Abdullah ÖCALAN’ın etrafında birleşen bir grup Doğu ve Güneydoğu kökenli şahıs tarafından atılmış ve 1978 yılında 1. Kongre ile PKK (Partiya Karkeran Kürdistan–Kürdistan İşçi Partisi) adı altında kurulmuştur. Abdullah ÖCALAN’da dahil olmak üzere bu şahısların büyük çoğunluğu geçmişte üniversite içerisinde devrimci hareketler içerisinde faaliyet yürütmüşlerdir. Bunun da etkisi ile örgüt Marksist düşünce ve Kürtçü fikirlerin bir harmanı olarak ideolojisini oluşturmuştur. Ancak kuruluşundan beri örgüt Marksizm’in klasik kavramlarını alarak kendine göre yorumlamakta ve kitlesine empoze etmektedir. Bu durum gerek örgüt içerisinde bir şahıs olmanın ötesinde stratejik ve taktik belirleyici olan ÖCALAN’ın tek adam olmasından gerekse örgütün kendine atfettiği orijinallikten kaynaklanmaktadır. Örgüt faaliyet metodu olarak Mahir ÇAYAN’ın PASS (Politikleşmiş Askerî Savaş Stratejisi) benimsemiş ve Türkiye geneli ile İran, Irak ve Suriye’nin Kürtler’in yoğun olarak yaşadığı bölgelerinde kamu otoritesinin hakim olmadığı kurtarılmış “kızıl bölgeler” oluşturarak “Bağımsız Birleşik Kürdistan”ı kurmayı hedeflemiştir. Örgütün kurulduğu dönem Türkiye’de “sol” ve “bölücü/ ayrılıkçı” birçok fraksiyonun kimi zaman çatışma kimi zaman ise uzlaşı içerisinde olduğu yıllardır. Bu dönemde terör örgütü PKK/KONGRA-GEL’in benimsediği “Kürdistan” hayalinin bölücü/ ayrılıkçı birçok terör örgütü tarafından benimsendiği ve “sol”daki kimi terör örgütlerinin de bu konuya “ulusal sorun” başlığı altında kendi doktrinlerinde yer verdiği bilinmektedir. Ancak PKK/KONGRA-GEL terör örgütü kuruluşundan beri diğer terör örgütlerine karşı işbirlikçi ve ajan oldukları gerekçesiyle saldırgan bir tavır sergilemiştir. 1979 yılında örgüt başta Öcalan olmak üzere kadrolarının önemli kısmını yurt dışına çıkarmayı becermiş ve böylece “1980 Hükümet Darbesi”nin etkilerinden kısmen kurtulmayı başarmıştır. 15 Ağustos 1984 ile Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli İlçelerine gerçekleştirdiği kırsal kaynaklı ilk silâhlı eylemler ile ise ülke gündemine ağırlıklı olarak oturmuştur. Örgüt Abdullah ÖCALAN’ın yakalandığı 15 Şubat 1999 tarihine kadar taktik rol atfettiği silâhlı faaliyetlerine kimi zaman yoğunlaştırarak kimi zaman ise azaltarak devam etmiştir. Ancak örgütün kuruluşundan beri benimsediği asıl amaç silâhlı faaliyetlerden siyasî faaliyetlere çıkış yolu bulmaktır. Bu itibarla dönemin konjonktürel gelişmelerine göre ilan edilen güya ateşkes kararı vb. siyasî çıkışlarda görüldüğü gibi örgütle ilişkisi mahkeme kararları ile ispatlanan DEP (Demokrasi Partisi) ve HADEP (Halkın Demokrasi Partisi) gibi partiler ve toplum içerisinde örgütlenen onlarca sivil toplum kuruluşu örgütün siyasî sözcüsü olmaktan öte gitmemiştir. Örgütün söylemlerindeki taktik değişimlere rağmen bu yaklaşım hâlen devam etmektedir. Bu bağlamda örgütün faaliyetleri iki ana grupta incelenebilir;
1. Silâhlı faaliyetler; Terör örgütü silâhlı faaliyetlere siyasî faaliyetler önünde yol açıcı bir misyon yüklemektedir. Nitekim örgütün 1999 yılında Öcalan’ın yakalanması sonrasında formüle ettiği talepleri ilk etapta “Kopenhag Siyasî Kriterleri”nin karşılanması noktasında aynileştirilmiş daha sonra ise örgüt mensuplarına yönelik Genel Af (Terör örgütü tarafından bu talep “Demokratik Siyasî Yaşama Katılım Yasası” olarak ifade edilmektedir.) çıkartılması gibi ütopik hedefler haline getirilmiştir. Silâhlı faaliyetlerin sıklet merkezini Türkiye coğrafyası oluşturmaktadır. Bunun yanında Suriye, İran ve Irak’taki kamplar ise bu faaliyetlerin lojistiğine yönelik kullanılmaktadır.
2. Siyasî faaliyetler; Terör örgütü kuruluş yıllarında etkin bir silâhlı gücün varlığını zorunlu kılan “kızıl kurtarılmış bölgeler” oluşturma ve bağımsız birleşik Kürdistan’ı kurma görevini üstlenmiş olmasına rağmen bu ütopik hedefinin siyasî birtakım faaliyetler olmaksızın gerçekleştirilemeyeceğini düşünmüştür. Bu amaçla kısa sürede onlarca dernek, vakıf, sendika, siyasî parti, yayın organı vb. kuruluş oluşturulmuştur. Siyasî faaliyetlerde etkin bir şekilde yer alan bu kuruluşlar ya örgütün bizzat kendi imkânları ile kurulmaktadır; ya da mevcut olan bir sivil kuruluş örgütün etkin girişimi ile ele geçirilmektedir. Bu kuruluşlar aracılığıyla örgüt siyasî olarak kendi propagandasını gerçekleştirmekte ve birtakım sol fraksiyonlar ile ilişki geliştirerek ulusal ve uluslararası destek sağlayabilmektedir. Batı bölgelerindeki Kürt asıllı vatandaşlarımızın potansiyelinden yararlanmak amacıyla yapılan bu girişimlerde ana hedefin yine buraları silâhlı faaliyetlerin ihtiyaç duyduğu kadroları temini açısından kullanmakta olduğu yakalanan örgüt mensuplarının ifadelerinden ortaya çıkmıştır. Yine örgütün Kürt asıllı insanlardan özellikle Avrupa alanındaki diplomatik / siyasî girişimleri desteklemek ve lobi oluşturmak amacıyla yararlandığı ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerin demokrasi anlayışı ve standartları örgüte ihtiyaç duyduğu propaganda imkânını tanımaktadır. Hâlen faaliyetlerini yürüten ROJ TV buradaki imkânlar ile vücuda getirilmiştir.
Terör örgütü kurulduğu günden beri gerek siyasî gerekse silâhlı olarak devlet otoritesini sorgulayan faaliyetler içerisinde olmuştur. Bu itibarla asıl hedefler kamu görevlileri ve örgütle işbirliği yapmayan sivil vatandaşlardır. Ancak Abdullah ÖCALAN’ın yakalanması sonrasında görüldüğü gibi sivil vatandaşların zarar gördüğü intihar eylemleri ve Mavi Çarşı Eylemi gibi kontrolsüz şiddet olayları gerçekleştirilmiştir. Yine örgütün faaliyetleri için ihtiyaç duyduğu finansmanın önemli bir bölümü de yurtdışında çalışan Türkiye kökenli insanlarımızdan korkutma ile zorla elde edilen gelirden karşılanmaktadır. Türkiye’ye komşu ülkeler genelde silâhlı faaliyetlerin geri çekilme ve üstlenme alanı olarak kullanılmasına rağmen ABD’nin Irak’ı işgali ile birlikte örgütün buralardan da siyasî açılım noktası olarak kullanma cihetine gittiği görülmüştür. İşgal’in hemen öncesinde ilan edilen KADEK (Kongre Azadi Demokrasi a Kürdistan - Kürdistan Demokrasi ve Özgürlük Kongresi) bu amacın karşılanmasına yöneliktir. Kuşkusuz bu amacın ortaya konmasında asıl etken ABD’nin bölgeye müdahalesinin örgüt açısından yol açıcı bir etki gerçekleştireceği umududur. Ancak bunun gerçekleşmemesi üzerine ABD’liler ile ilişkileri geliştiren Osman ÖCALAN ve etrafındakiler örgütten tasfiye edilmişlerdir.
2003 yılının Kasım ayında ise örgütün siyasî çizgisinin bir devamı olarak Kürdistan Halk Kongresi (KONGRA- GEL) kurulmuştur. Örgütün bu yeni yapılanmaya karar verişinde uluslararası kamuoyunda terör örgütü imajından kurtulamamasının etkin olduğu düşünülmektedir. 1 Haziran 2004 tarihinde ise ateşkes durumundan aktif meşru savunma (savaş) pozisyonuna geçilmiştir. Örgütün bu kararı almasında bölgedeki dengelerin yanı sıra silâhlı faaliyetler ile AB sürecinde siyasî otorite üzerinde baskı oluşturmak ve içerisindeki hizipleri bastırma kaygısının etkin olduğu değerlendirilmektedir. Bu karar sonrasında yurt içerisine bol miktarda patlayıcı aktarılmış ve şehirlerde ve kırsal bölgelerde güvenlik güçlerine yönelik bombalı saldırı eylemlerine başlanılmıştır. Buna rağmen asıl yoğun eylem dalgasının 2005 yılı içerisinde geliştiği görülmektedir. Bunun örgüt içerisindeki hizibin bastırılması, AB sürecinde hedeflerini güncelleştiren örgütün süreçten aradığını bulamaması ve aslında örgütün yönetimine hakim olan silâhlı faaliyetler yanlısı radikal şahısların demokrasinin değerlerine ve kurumlarına inanmaktan öte bunları bir araç olarak kullanmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Gelinen noktada örgüt hedefini “Demokratik- Ekolojik Toplumun İnşa Edilmesi” olarak açıklamaktadır. Güncel hedefleri ise “Kürt kültürel kimliğinin anayasal olarak tanınması ve Kürtlerin Cumhuriyet’in ortak kurucu öğesi olarak tescil edilmesi” noktasında birleşmektedir. Bununla ise ülkenin siyasî ve idarî yapısında değişiklik meydana getirecek bir durum arzu edilmektedir. Yine Abdullah ÖCALAN’a tecrit uygulandığı gerekçesiyle bu şahsın siyasî faaliyetlere katılması önündeki engellerin kaldırılması istenmektedir. Bu amaçla örgüt harekete geçirebildiği kitlesini her bahane ile çatışmaya çekmekte ve böylece gerek kamu görevlileri gerekse sağduyulu vatandaşlar ile kitlesini karşı karşıya getirmektedir. Bu amacı gerçekleştirmek için örgüt yapısını KKK(Koma Komalen Kürdistan - Kürdistan Demokratik Konfederalizmi), KONGRA-GEL ve PKK’dan oluşan üçlü bir sisteme göre yeniden düzenlemiştir. Sistemin merkezinde ve en üstünde önderlik kurumunu temsil eden Abdullah ÖCALAN bulunmaktadır. Öcalan yakalanmadan önce örgütün taktik ve stratejik belirleyicisi iken bugün şartların etkisi ile sadece ideolojik/ stratejik belirleyici konumunda bulunmaktadır. Öcalan örgütle olan irtibatını siyasî ve hukukî temsilcisi olduklarını ifade ettiği avukatları aracılığıyla sağlamaktadır. Bu yüzden birçok avukatı hakkında dava açılmıştır. Bu sistem içerisinde tabanda KKK (Koma Komalen Kürdistan- Kürdistan Demokratik Konfedaralizmi) bulunmaktadır. KKK’nın esasta faaliyet yürütülen her alanda halk meclisleri şeklinde örgütlenmesi ve kendini KONGRA-GEL içerisinde temsil etmesi öngörülmüştür. Bir yasama meclisi olması düşünülen KONGRA-GEL’in başkanı Zübeyir AYDAR’dır. Ancak bu şahsın işleyiş üzerinde bir etkinliği bulunmamaktadır. KONGRA-GEL içerisinde ise birçok siyasî komisyonun denetim görevi üstlenmesi öngörülmüştür. Ancak aşağıdan yukarıya doğru bir iradenin örgüt içerisinde hakim kılınmasını gerekli kılan bu yapı oldukça ütopiktir ve hayata geçirilmemiştir. Fiiliyatta faaliyetler faaliyet alanlarına ve faaliyetin şekline göre biçimlendirilen komiteler aracılığıyla yürütülmektedir. Örneğin kırsal kadrolar HPG’nin (Halk Savunma Güçleri) bağlı olduğu “Meşru Savunma Komitesi” aracılığıyla iş görmektedir. Yine örgütün “İç Siyasî Komitesi”ne bağlı olan Türkiye Koordinasyonu içerisinde yer alan örgüt mensupları kitleyi eyleme çekmek üzere provakasyon ve ajitasyon faaliyetleri içerisinde yer almaktadırlar. PKK ise ideolojik denetim organı ve belirleyici olarak çekirdeği oluşturmaktadır. Diğer organlar üzerinde söz sahibidir. PKK’nın örgüt içerisindeki karşılığı “Bilim ve Aydınlanma Komitesi”dir ve tecrit gerekçesiyle eyleme çekilen kitlenin bilinçlendirilmesinde etkin rol alan “Basın Yayın Komitesi” ile eşgüdüm içerisinde çalışır. Esasta komiteler örgüt içerisindeki güç dengelerine göre düzenlenmiştir.
Birçok ütopik hedef ortaya konulmuş olmasına rağmen örgütün kuruluşundan beri gerçekleştirilen faaliyetlerde çok fazla bir değişiklik ortaya çıkmamıştır. Kuruluşundan beri örgütün gerçekleştirdiği eylemler sonucu;
* 6000 civarında Güvenlik Görevlisi (Asker, Polis, Geçici Köy Korucusu),
* 5200 civarında Sivil vatandaş,
* 320 kadar Kamu görevlisi, hayatını kaybetmiştir.
Bugüne kadar PKK’nın yol açtığı terör olayları ile mücadelede önemli bir ulusal kaynağın harcandığı bilinmektedir. Ancak bu miktarın tam olarak ne olduğunu belirlemek mümkün değildir. Buna rağmen 100 milyar dolar civarında birtakım rakamlar telaffuz edilmektedir. Bu kaynak içerisinde bölgede görev yapan güvenlik güçlerine batıdakilerden farklı olarak ekstra ödenen birtakım ücretler, terörle mücadele eden güvenlik görevlilerinin ihtiyaç duyduğu silâh, teçhizat ve malzemenin gideri vb legal kalemler olduğu gibi maalesef bölgedeki hassas durumu istismar eden odakların usulsüz ve kanuna aykırı olarak elde ettikleri illegal teşvikler de dahildir. Yani bu ödemelerden legal ve illegal herkes faydalanmıştır. Üstelik bu durum bölgenin maddi gönencinin sağlanmasında bir politika olarak da benimsenmiştir. Zamanla yanlışlığının farkına varılmasına rağmen bu politika kendi taraftar kitlesini oluşturduğundan geri dönüş mümkün olmamıştır. Devlet hâlen kendi eliyle bölgede görev yapan kamu görevlilerine aralarında uçurumlar olan farklı ödemeler yapmakta ve bölgede bir nevi pozitif ayrımcılık politikaları uygulamaktadır. Buna rağmen devlet güvenlik güçleri ve yerel memurların dışında altyapı ve sağlık hizmetleri başta olmak üzere bazı konularda bölgede görev yapacak kamu görevlisi bulmakta zorlanmaktadır. Bu kaynakların bir kısmının dolaylı olarak (Batı bölgelerindeki kaynağı belli olmayan ekonomik yatırımlar, bölgedeki vatandaşlarımızın genel refah seviyesinde göreceli bir artış, güvenlik güçlerinin terörle mücadele içerisinde kazandığı tecrübeler, Türkiye’nin bölgede kurduğu etkinlik vb.) sistem içerisine döndüğü düşünülmektedir. Ancak asıl önemli olan harcanan paranın miktarından çok uygulamaların toplumun genelinde ortaya çıkarttığı ahlaki erozyondur. Türkiye’de terörün liberal ekonomiye geçiş sürecinde yaygınlaşması toplum içerisinde, bürokraside ve siyasette “köşeyi dönme mantığı”nın yaygınlaşması ile birlikte olmuştur. Liberal ekonomik sistem içerisinde bazı şahısların ve odakların rantçı yaklaşımlar içerisinde olması gayet tabidir. Önemli olan bu odakların deşifre edilip sistem içerisinde adaletin karşısına çıkartılmasıdır. Ancak geçmişte bu tür girişimler hep siyasî, ideolojik, bürokratik koruma duvarları ile karşılaşmıştır. Bu sebeple ülkenin terörle mücadele edebilmesi için gerekli olan asıl unsur maddi kaynaklardan çok namuslu kamu görevlileridir. Yine terörle mücadelede 30 yılı aşkın geçirilen bir sürede siyasî otoritenin sorumluluk almaksızın salt güvenlik güçlerini sorumlu kılma anlayışının sivil otoritenin dışındaki bazı odaklara siyasî güç sağladığı da bir gerçektir. Ancak bölgede terör ve asayiş bozukluğu PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ile başlamadığı gibi bu durum devletin bölgeye yönelik bilinçli bir tercihi de değildir. Bölgedeki siyasî karışıklıkların geçmişine bakıldığında Cumhuriyet’ten önce ekonomik ve sosyal imtiyazlarını kaybeden aşiret reislerinin ve beylerin isyan dalgalarına önderlik ettiği görülmektedir. Arazinin sarp yapısı ve aslında coğrafi olarak Suriye, İran ve Irak ile Türkiye arasında hiçbir sınırın bulunmaması, sosyal ve demografik yapının türdeşlik göstermesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında patlak veren isyan dalgalarının bu ülkelerin dağlık coğrafyasını geri beslenme alanı olarak kullanması, terör olayları ve Türkiye’nin sanayileşmesi ile birlikte batıya göçün sosyal dokuyu bozması buraları terör örgütlerinin barınması, eleman kazanması ve sorunların istismarı açısından çok elverişli hale getirmiştir. PKK’dan önce ortaya çıkan bazı ayrılıkçı/ bölücü örgütler Cumhuriyet’ten çok önce ortaya çıkan bu sorunları istismar etmiştir. Bu yapıların referansı ise İran ve Irak’taki bazı siyasî partiler ve feodal yapılardır. PKK/KONGRA-GEL terör örgütü bunların açtığı yolda ilerleyerek etkinlik kazanmıştır. Irak’ın işgali ile birlikte ise bu örgütler kendi durumlarını iyileştirmede ABD’ye bel bağlamışlardır. Maalesef bölgeye aktarılan ancak gerektiği şekilde kullanılmayan kaynaklar aslında Batı bölgeleri aleyhine eşitsiz bir durum ortaya çıkartmış ve devletin kendi eli ile bütün dünyada sadece bazı ülkelerde azınlık grupları için öngörülen “pozitif ayrımcılık” yaklaşımını vatandaşları için uygulamasına sebep olmuştur. Yine aktartılan kaynakların önemli bir bölümünün aslında bölgede etkin olan ağaların ve beylerin eline geçtiği bilinen bir gerçektir. Bu durum bölgeye has olmaktan çok Türkiye’nin genelinde yaygın olan kamu kaynaklarının denetlenememesinden kaynaklanmaktadır. Yine bölgede vatandaşlarımızın yüzyıllardır altında yaşamak zorunda kaldıkları şartların etkisi ile demokratik standartları ve kurumları bilmemesi, benimseyememesi ve demokratik kültürel olgunluğa ulaşamaması bir sebep olarak belirtilebilir. Yüzyıllardır baskı altında kalan vatandaşlarımız bölgedeki aşiret yapısının çözülmesi ile birlikte kendilerini ve demokratik haklarını ifade etmeye başlamış ancak bu kez de terör örgütünün etkisi altına girmişlerdir. Bölgedeki ortamdan siyasî/ekonomik olarak herkes faydalanmıştır ve faydalanmaktadır. Ancak bu durum salt bölgede görev yapan bürokratlara ve güvenlik güçlerine has bir durum değildir. Üstelik dünya üzerindeki diğer terör örgütleri ve terörle mücadele eden devletlerle karşılaştırıldığında bölgedeki ortamdan illegal fayda uman güvenlik güçlerinin faaliyetlerinin oldukça sınırlı kaldığı değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmeler ışığında bölgede yaşanmakta olan terör olaylarının ancak bölgenin siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel yapısının ıslah edilmesi ile birlikte olacağı düşünülmektedir. Bu yapının ıslah edilmesi halinde örgütün tüm gücüne rağmen terörün sona erdirilmesi çok kolay bir iş haline gelecektir. Yine belirtildiği üzere yüzyıllardır akrabalık ilişkileri içerisinde harmanlanan Suriye, İran ve Irak’taki yapılar büyük ölçüde Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu ile benzerlik taşımaktadır ve etkileşim içerisindedir. Dolayısıyla bölgeye yönelik çözümlerin buraları da içine alacak bütüncül projeler üretmeksizin mümkün olamayacağı düşünülmektedir. Bu ise ancak devletin en üst organları tarafından alınacak kararlar ve uzun vadeli stratejiler ile mümkündür. Oysa ki küresel ve ulusal güçlerin farklı yaklaşımları sebebiyle bu politikaları oluşturmak çok da mümkün olamamaktadır.
Bölgedeki sosyal doku bozukluğu uluslar arası güçler tarafından birçok kez istismar edilmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşunda patlak veren isyan dalgasının Türkiye’nin İngilizler ile Musul sorunu konusunda çatıştığı bir döneme denk geldiği bilinmektedir. Yine Suriye Devleti Abdullah ÖCALAN’ı yıllarca ülkesinde barındırarak Türkiye üzerinde baskı kurmaya çalışmıştır. Yurt içerisinde ise kısmen bahsedildiği üzere politik, bürokratik veya ekonomik bazı odakların bozulan sosyal dokuyu istismar ederek güç sahibi oldukları görülmektedir.
1990’lı yıllarda JİTEM adına faaliyet gösteren bazı güvenlik görevlilerinin terörle mücadele kapsamında sadece yer gösterme ve bilgi verme ile sorumlu olması gereken şahıslar ile ortak operasyon geliştirme vb. faaliyetler içerisinde olduğu bilinmektedir. İtirafçı olarak örgütten ayrılan ve şahıslar içerisine düştükleri bunalımın, ekonomik kaygıların ve can korkusunun sebebiyle kamu görevlileri ile ortak işler içerisinde yer almışlar ve menfaat çeteleri ortaya çıkmıştır. Bunun en güzel örneği Abdulkadir AYGAN’ın basına yansıyan itiraflarıdır2. Üstelik geçmişte terör organizasyonu içerisinde yer aldıklarından illegal olayları gerçekleştirme konusunda yetenek sahibi ve buna meyilli insanlardır. Bu şahısların yine maddî menfaat veya şantaj ve korkutma ile illegal eylemler içerisine çekilmesi mümkündür. Bu şahısların kapsamlı “Tanık Koruma Programları” ile disipline edilmesi ve her zaman kontrol altında bulundurulması şarttır.
Örgütün Güncel Hedefleri
Abdullah ÖCALAN yakalanmasının ardından örgütün hedefini “Kürt kültürel kimliğinin anayasal olarak tanınması” olarak revize etmiştir. Günümüzde ise örgüt Kongre-Gel olarak ismini değiştirdiği 2003 yılı Kasım ayından itibaren hedefini “Kürt sorununun çözümü için ayrı bir devlet kurmaksızın doğrudan demokrasinin egemen olduğu ekolojik toplumun inşa edilmesi” olarak açıklamıştır.
Örgütün Stratejisi
Terör örgütü kuruluşunda uzun süreli halk savaşı olarak stratejisini açıklamış ve bu amacı gerçekleştirmek üzere sözde gerilla savaşını temel faaliyet metodu olarak açıklamıştır. Ancak bu faaliyet metodunun uluslar arası desteğinin olmaması, kitle desteğinin sağlanamaması ve güvenlik güçlerinin etkin mücadelesi sonucu başarılı olamamıştır. VIII. Kongre ile gidilen strateji değişikliği sonrasında Kürt kültürel kimliğini yasal olarak kabul ettirmek için serhildan (sivil itaatsizlik) eylemlerine yönelinmiştir. Belirtilen stratejide nihai olarak “Demokratik Ortadoğu Federasyonu”nun kurulması hedeflenmektedir.
Örgütün Organizasyon Yapısı
Marksist/Leninist ideolojiyi benimseyen PKK/KONGRA-GEL terör örgütü kuruluşunda Part- Cephe- Ordu modelini esas almıştır. Ancak günümüzde KONGRA-GEL bir çatı örgütü görünümündedir.İşleyişe Genel Kurul, Yürütme Kurulu, Genel Başkanlık vb. organlar pratik kazandırmaktadır. Üst seviyede bu organlar yer alırken sahada işlerin komiteler aracılığıyla yürütülmesi öngörülmüştür. Bu amaçla Siyasî Komite (iç- dış), Ekonomi ve Yerel Yönetimler Komitesi, Basın- Yayın Komitesi, Meşru Savunma Komitesi vb. yapılar bulunmaktadır. Örgütün kuruluşunda benimsediği tek lider olgusu hâlen devam etmektedir. Abdullah ÖCALAN örgüt içerisinde tek başına “önderlik” kurumunu temsil etmektedir.
SERHİLDAN (KİTLESEL KALKIŞMA) FAALİYETLERİ KAPSAMINDA HAKKÂRİ OLAYLARI
PKK/KONGRA-GEL terör örgütü, 1999 yılında terörist başının yakalanması sonrasında uygulamaya koyduğu “sivil itaatsizlik” taktiğinin sonuç vermemesi ve Ortadoğu’da yaşanan yeni gelişmeler üzerine, 01 Haziran 2004 tarihinden itibaren, “şiddeti tırmandırma” taktiği izlemeye başlamıştır.
Teröristbaşı tarafından geliştirilerek 1999-2004 yılları arasında uygulanmaya çalışılan “sivil itaatsizlik” stratejisinin, örgütçe hedeflenen başarıyı sağlayamaması ve bu stratejiye olan güvensizliğin örgüt içinde hissedilmeye başlamasının terör örgütünü şiddet eylemlerini yeniden başlatmaya iten sebepler arasında yer aldığı bilinmektedir.
Terör örgütünün 1999-2004 yılları arasında uyguladığı stratejinin başta Abdullah ÖCALAN’ın liderliği olmak üzere, örgüt stratejisini, üst yönetimi ve sempatizanları negatif olarak etkilemeye başlaması, bu etkilemenin Ocak-Şubat 2004 tarihi itibarıyla bir örgütsel krize dönüşmesi, yapılan müdahalelere rağmen krizin 2004 yılı Mayıs ayında Osman ÖCALAN’ın önünü çektiği bir kopmaya yol açması, örgüt açısından silâhlı şiddet eylemlerinin yeniden tırmandırılmasını bir çıkış olarak gündeme getirmiştir.
Terör örgütü yönetimince verilen talimatlarla, silâhlı eylemlerin, örgütün beklentilerine uygun etkiyi yapabilmesi açısından, eylemlerin kırsal kesimin yanı sıra şehir merkezlerine de kaydırılması öngörülmüştür. Bu amaçla, 2004 ve 2005 yıllarında, şehir merkezleri ve turistik bölgelerimize patlayıcı maddeler konusunda eğitimli eylem grupları gönderilmiştir.
PKK/KONGRA-GEL Terör Örgütünün Gerçekleştirdiği Kitle Eylemleri
PKK/KONGRA-GEL terör örgütü, 2005 yılında “şiddet eylemlerinin tırmandırılması” ve “şiddet eylemlerinin ortaya çıkardığı gerilimin kitle eylemleriyle desteklenmesi” taktiğiyle hareket etmiştir. Şiddet eylemlerinin tırmandırılması amacıyla, gerek kırsal alanda gerekse şehir merkezlerinde gerçekleştirilen eylemlerde çoğunlukla, plastik patlayıcı ihtiva eden uzaktan kumandalı patlayıcı düzenekleri kullanılmıştır. Şehir merkezlerini hedef alan eylemler, yaz aylarında turistik bölgelerde yoğunlaştırılmaya çalışılmıştır.
Şehir merkezlerine yönelik eylemlerde, sözde “Özel Kuvvetler”, “Öz Savunma Birlikleri” ve “Eylemci Milis Grupları” olarak adlandırılan patlayıcı maddeler konusunda eğitimli eylem grupları kullanılmıştır. Metropol kentlerde ve turistik bölgelerde belirtilen eylem gruplarınca, uzaktan kumandalı patlayıcılarla gerçekleştirilen şiddet eylemleri, örgüt tarafından üstlenilmemiş, “TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri)” paravan ismiyle üstlenilmiştir. Yaz aylarında özellikle sivillerin hayatını kaybettiği eylemler, örgütün, uluslar arası kamuoyu tarafından sert şekilde eleştirilmesine neden olmuştur. Bu durumun ortaya çıkardığı olumsuz etkileri gidermek isteyen örgüt, bir grup aydının yaptığı çağrıları bahane ederek, 20 Ağustos-03 Ekim 2005 tarihleri arasında -sözde- “eylemsizlik kararı” almıştır. Eylemsizlik kararının uygulandığı dönemde, tepki çekeceği bilindiği için, metropol kentlere ve turistik bölgelere yönelik şiddet eylemlerinden uzak durulmuş, buna karşılık Doğu/Güneydoğu Anadolu bölgelerinde güvenlik güçlerini hedef alan eylemler sürdürülmüştür. Tırmanan şiddeti kitle eylemleriyle desteklemek isteyen terör örgütü, kitle eylemlerinde “terörist başına tecrit uygulandığı” iddiasını sürekli gündemde tutmaya çalışmıştır. Örgütün, müzahir kesimleri kitle eylemlerine yönlendirme taktiğinin bir diğer yansıması ise, terörist cenazeleri bahane edilerek düzenlenen gösteriler olmuştur.
Şiddet eylemleri ve akabinde gerçekleştirilen kitle gösterilerinde örgüte müzahir kitle ile güvenlik güçleri ve sağ duyulu vatandaşlarımız arasında çatışma çıkartılarak örgütün kurguladığı “Kürt Kimliği”nin keskinleştirilmesi, böylece ortaya çıkan siyasî gerilimin hukukî kazanımlara tahvil edilmesi amacına güdülmüştür. 21 Mart 2005 tarihinde, Nevruz bahanesiyle Mersin’de örgüte müzahir kesimler tarafından yapılan gösteriler esnasında bayrağımızın tahrip edilmesi ve 04 Eylül 2005 tarihinde, örgüt güdümündeki kuruluşların organizesinde “İmralı’ya yürüyüş” adı altında gerçekleştirilen eylem sırasında Bilecik/Bozüyük ilçesinde yaşanan olaylar, gerginliğin tehlikeli boyuta yükseldiği dönemler olmuştur. PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün, 20 Ağustos-20 Eylül 2005 tarihleri arasında “şiddet eylemlerini durdurma” kararı almasının ardından, şehir merkezlerindeki uzantıları marifetiyle organize ettiği “serhildan (kitlesel kalkışma)” eylemlerinin tırmanışa geçtiği müşahede edilmiştir.
Sonuç olarak 2003 yılı içerisinde başlayan ve 2004 yılı itibarıyla daha da ağırlaşan iç ve dış sorunlarının üstesinden gelmek isteyen PKK/KONGRA-GEL, terörü yeniden tırmandırmayı, sorunlarının üstesinden gelmenin bir yöntemi olarak benimsediği söylenebilir. Ancak yeni dönemde, geçmişin bir benzeri veya tekrarı niteliğindeki kırsala dayalı, geniş boyutlu silâhlı bir faaliyeti sürdürme şartlarına sahip olmayan terör örgütü, daha dar fakat sonuçları itibarıyla daha etkili bir silâhlı eylem tarzını benimsemiştir. Bu çerçevede, 01 Haziran 2004 tarihinden bu yana şiddeti tırmandırma taktiği ile hareket eden terör örgütü, yaz aylarıyla birlikte şiddetin şehir merkezlerine kaydırılması için yoğun bir faaliyet sergilemiş; eylemlerde bilhassa turistik ve ekonomik noktaları hedef almıştır. Yeni eylem tarzı temelinde terör örgütü; özel eğitimli eylem unsurlarını kullanmaya özen göstermiştir.
Terör örgütünün özel eğitimli eylem unsurlarıyla, şehir merkezlerinde şiddeti tırmandırma girişimlerinin yanı sıra, “serhildan/kitlesel kalkışma” adını verdiği yasadışı gösteri, güvenlik güçlerine taşlı/sopalı saldırı, molotoflama vb. şehir eylemleri/sokak gösterileri de dönem içerisinde örgütün uyguladığı taktikler arasında yer almıştır. Terörist başına sözde tecrit uygulandığı iddiası, Doğu/Güneydoğu Anadolu illerinde terör örgütüne yönelik sürdürülen operasyonlar, sokak eylemlerinin gerekçesi olarak propaganda edilmeye çalışılmıştır. Örgütün 2005 yılı içerisinde gerçekleştirdiği şiddet eylemlerine bakıldığında genel karakteristiğinin geniş kitleler ile devleti temsil eden güvenlik güçlerin ve sıradan vatandaşları karşı karşıya getirme amacına yönelik olduğu görülmektedir. Bunun yanında örgüt propagandasının etkisini arttırmak için basın/ yayın organlarından azami derecede istifade etme çalışmıştır.
Hakkâri/Şemdinli İlçesinde Meydana Gelen Olaylar ve Sonrasında Yaşanan Gelişmeler
Hakkâri il merkezi ve ilçelerinde, Şemdinli olaylarıyla başlayan ve halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getiren olayları sağlıklı bir biçimde tahlil edebilmemiz için, olaylar öncesinde bölgede yaşanan gelişmelere kısaca göz atmak gerekmektedir.
“Şemdinli olayları’’ patlamadan önce 17/02/2005 tarihinde “EY KÜRT HALKI” başlıklı bir bildiri Hakkâri/Yüksekova ilçesinde muhtelif yerlere dağıtılmıştır. Bildirinin muhtevası incelendiğinde;
Bölgenin dinî hassasiyetlerine ve namus anlayışına doğrudan hakarette bulunulduğu,
Bildiriyi polisin hazırlayarak dağıttığı izleniminin verilmeye çalışıldığı,
Bildiride batı bölgelerinde yaşayan Kürt asıllı vatandaşlarımızın doğuya dönmesine ve sözde Kürdistan’ın devlet eliyle kurulmasına müsaade edileceği gibi mantıksız ve hiçbir namuslu Türk vatandaşının tahammül edemeyeceği, fikirlere yer verildiği,
Kürt kökenli vatandaşlarımızın kutsal bildiği namus ve haysiyet kurumuna alenen hakaret edildiği görülmüştür.
Bildirinin bölge halkının kutsal değerlerini hedef alan üslubu üzerine Yüksekova ilçesinde örgüte müzahir 750-800 kişilik bir gruba hitaben basın açıklaması yapılmış ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. Bu olayın açıkça bölge halkı provake edilerek sokağa çekilmek ve çatışma içerisine çekilmek amacına yönelik olarak gerçekleştirildiği değerlendirilmektedir.
Şemdinli ilçe merkezinde 09.11.2005 günü meydana gelen patlamaya gelinceye kadar 2005 yılı içerisinde hâlen Hakkâri İl Jandarma Komutanı olarak görev yapan Erhan KUBAT’ın göreve gelmesinden sonra Hakkâri il ve ilçe merkezlerinde patlama olaylarının sayısının arttığı görülmektedir. Meydana gelen patlama olaylarını aşağıdaki şekilde göstermemiz mümkündür.
Hakkâri Merkez, Yüksekova ve Şemdinli ilçelerinde 15 Temmuz – 10 Kasım TARİHLERİ ARASINDA 18 bombalama olayı yaşandığı, ilk günlerden itibaren medyanın da yansıttığı gibi gittikçe tırmanan olayların yörede büyük huzursuzluğa, halk üzerinde endişe ve korkuya yol açtığı, kamuoyu vicdanını rahatsız ettiği anlaşılmıştır.
2005 yılı içerisinde Hakkâri il ve ilçe merkezlerinde meydana gelen patlamalar aşağıya çıkarılmıştır
1. 15.07.2005 günü saat 07:50 sıralarında Hakkâri ilinde Geçici Köy Korucusu (GKK) olarak görev yapan bir şahsa ait otoya daha önceden yerleştirilen patlayıcının aracın hareketinden kısa bir süre sonra patlaması sonucu aracın yanından geçen (2) kişi hafif şekilde yaralanmıştır.
2. 29.07.2005 günü saat 00:25 sıralarında Hakkâri-Yüksekova İlçesi Millî Eğitim Lojmanları ile Polis Lojmanları arasında bulunan çöp bidonunda, nevi tespit edilemeyen patlayıcı maddenin infilak etmesi sonucunda (1) Polis Memuru hafif şekilde yaralanmış, çevrede maddi hasar meydana gelmiştir.
3. 29.07.2005 günü saat 12:15 sıralarında Merkez Cumhuriyet Caddesi üzerinde otoparkta park halinde bulunan bir aracın altına yerleştirilen bombanın patlaması sonucunda (2) Astsubay şehit olmuş, çevrede maddi hasar meydana gelmiştir.
4. 05.08.2005 günü saat 00:30 sıralarında Şemdinli ilçe merkezinde bulunan Jandarma Komutanlığı Misafirhanesi girişine PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensuplarınca daha önceden bırakıldığı değerlendirilen bombanın patlaması neticesinde (3) Uzman Çavuş, (2) Er olmak üzere toplam (5) güvenlik görevlisi şehit olmuş, (1) Er ise yaralanmıştır.
5. 31.08.2005 Günü saat 22:45 sıralarında Hakkâri İli Yüksekova İlçesinde bir iş merkezine terör örgütü PKK/KONGRA-GEL mensuplarınca yerleştirilen ses bombasının patlaması neticesinde binada maddi hasar meydana gelmiştir.
6. 01.09.2005 günü, saat 10:20 sıralarında Hakkâri/Şemdinli ilçesinde Dünya Barış günü sebebiyle kurulan barış çadırına basınç etkili parça tesirli bomba atılması sonucunda (14) kişi yaralanmıştır. Bu olay sonrasında 05/08/2005 tarihinde gerçekleştirilen eylemde şehit olan askerler kastedilerek BŞKYK (Beş Şehidin Kanı Yerde Kalmayacak) imzalı bildiriler dağıtılmıştır. Bildiride olay üstlenilmekte ve 05/08/2005 tarihinde bombalama eylemini gerçekleştirenler ve aile fertleri açık bir dille tehdit edilmekteydiler. Olay ve olay sonrası dağıtılan bildirilerin içeriği ROJ TV’nin 02/09/2005 tarihli haber bülteninde, 3 Eylül 2005 tarihli Gündem Gazetesi’nde ve zaten bölgenin hassasiyetinden ötürü olayları yakından takip eden ulusal medya organlarında yer almıştır. ROJ TV’de ve Gündem gazetesinde olaylar dan asker ve polis sorumlu tutulmakta idi
7. 02.09.2005 günü saat 01:00 sıralarında Yüksekova ilçesi Cengiz Topel caddesinde bir otobüs firmasına ait otobüsün sağ arka iki lastik arasına poşet içerisinde bırakılan (1) adet el yapımı zaman ayarlı parça ve basınç etkili bombanın patlaması sonucu, otobüs ve çevre işyerlerinde maddi hasar meydana gelmiştir.
8. 15.09.2005 günü saat 21:45 sıralarında Yüksekova İlçesi Cengiz Topel Caddesi üzerinde bulunan bir iş merkezinin 4. katında menşei tespit edilemeyen bir patlayıcı maddenin infilak etmesi neticesinde, işyerlerinde maddi hasar meydana gelmiş, (1) kişinin hafif şekilde yaralanmıştır.
9. 02.10.2005 günü saat 22:15 sıralarında Yüksekova İlçesi İpek Mahallesi Hacı Ömer Sabancı Caddesi üzerinde ikiz kule diye tabir edilen binanın arka kısmında bulunan boş araziye terör örgütü PKK/KONGRA-GEL mensupları tarafından yerleştirilen bir bomba patlamış, güvenlik güçlerinin olay bölgesine geldiği sırada ikinci bir bomba patlamış olup, olayda İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli (1) Başkomiser ile (2) Polis Memuru yaralanmıştır.
10. 07.10.2005 günü saat 05:00 sıralarında Şemdinli ilçesi Moda Mahallesi Ümit Sokak üzerinde park halinde bulunan aracın sağ ön çamurluğuna PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensupları tarafından yerleştirilen parça tesirli el bombasının patlaması neticesinde, araçta maddi hasar meydana gelmiş, herhangi bir can kaybı olmamıştır.
11. 11.10.2005 günü saat 03:15 sıralarında Merkez Gazi Mahallesi Bulvar Caddesi üzerinde özel bir otomobilin ön tarafına kimliği meçhul kişi yada kişilerce yerleştirilen patlayıcının patlaması sonucu (2) özel araçta ve çevredeki binalarda maddi hasar meydana gelmiştir.
12. 20.10.2005 günü saat 05:00 sıralarında Yüksekova ilçesi Nedim Zeydan Caddesinde bulunan bir lokantanın önünde bir patlama meydana gelmiş, olayda yaralanma ve can kaybının olmamış, maddi hasar meydana gelmiştir.
13. 24.10.2005 günü saat 23:30 sıralarında Yüksekova İlçesinde bulunan Askerlik Şubesi’nin duvarına, bırakılan bir poşet içerisindeki menşei ve türü belli olmayan patlayıcı maddenin infilak etmesi sonucunda maddi hasar meydana gelmiştir.
14. 28.10.2005 günü saat 01:45 sıralarında Yüksekova ilçesi Cengiz Topel Caddesi üzerinde bulunan bir iş merkezinin 5. katına, PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensuplarınca RPG-7 Roket atar ile saldırı yapılmış, çevrede maddi hasar meydana gelmiştir.
15. 28.10.2005 günü saat 23:05 sıralarında Şemdinli İlçe Emniyet Müdürlüğü hizmet binasına karşısındaki Maliye Lojmanlarının önündeki çöp bidonunun içerisine terör örgütü PKK/KONGRA-GEL mensup kişiler tarafından önceden bırakılan patlayıcının infilak etmesi neticesinde Maliye Lojmanları ve İlçe Emniyet Müdürlüğü hizmet binalarında maddi hasar meydana gelmiştir.
16. 01.11.2005 günü saat 23:15 sıralarında Şemdinli ilçe merkezinde bulunan Jandarma Gazinosunun yanındaki büfenin önünde park halinde bulunan bir otoya PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne mensup kişi veya kişilerce önceden bırakıldığı değerlendirilen tahrip gücü yüksek bombanın patlaması sonucunda (3) Polis Memuru, (2) Astsubay, (3) Uzman Çavuş ve (19) vatandaş hafif şekilde yaralanmış, patlama neticesinde Jandarma Gazinosu ve çevresinde bulunan iş yerinde büyük çaplı maddî hasar meydana gelmiştir.
17. 09.11.2005 günü saat 12:00 sıralarında Şemdinli ilçesinde bir iş merkezinde meydana gelen patlama neticesinde (1) ve meydana gelen olaylarda (1) olmak üzere toplam (2) şahıs ölmüş, (9) şahıs yaralanmıştır.
Şemdinli ilçe merkezindeki “Umut Kitapevi’nde meydana gelen patlamaya kadar Hakkâri il merkezinde (3), Şemdinli ilçe merkezinde (6), Yüksekova ilçe merkezinde (8) bombalama/silâhlı saldırı eylemi gerçekleştirilmiştir.
Gerçekleşen (17) eylemden sadece (2)’si, PKK/KONGRA-GEL terör örgütü tarafından üstlenilmiştir.
Bu eylemler şunlardır:
- 29.07.2005 günü saat 00:25 sıralarında Hakkâri-Yüksekova İlçesi Millî Eğitim Lojmanları ile Polis Lojmanları arasında bulunan çöp bidonunda, nevi tespit edilemeyen patlayıcı maddenin infilak etmesi sonucunda (1) Polis Memurunun hafif şekilde yaralanması,
- 29.07.2005 günü saat 12:15 sıralarında Merkez Cumhuriyet Caddesi üzerinde otoparkta park halinde bulunan bir aracın altına yerleştirilen bombanın patlaması sonucunda (2) Astsubayın şehit olması.
Her iki eylemin, PKK/KONGRA-GEL terör örgütü tarafından üstlenilmesine ilişkin haberler, Almanya İçişleri Bakanlığınca “Dernekler Yasasına Muhalefet, Terör Örgütünün Propagandasını Yapma” gerekçesiyle yasaklanan Mezopotamya Haber Ajansı (MHA)’nın ‘www.mhanews.net’ isimli internet sitesinde yer almıştır.
Bu olaylardan başka olarak;
- 05.08.2005 günü Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı Askerî Gazino karşısında meydana gelen patlama olayı sonucu (5) askerîn şehit olması olayında patlayıcı madde tespit edilmediği ancak anahtar sistemi olarak tespit edilen elektronik masa saati daha önce bu bölgede meydana gelen bomba olaylarında PKK terör örgütü olaylarında kullanıldığından bu eyleminde PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirilmiş olabileceği,
- 02.09.2005 tarihinde Hakkâri ili Yüksekova ilçesi Cengiz Topel Caddesi Van Erciş İtimat yazıhanesi önünde patlayan bomba olayı ile ilgili patlayıcı madde tespit edilemediği ancak anahtar sistemi olarak tespit edilen elektronik masa saati daha önce bu bölgede meydana gelen bomba olaylarında PKK terör örgütü olaylarında kullanıldığından bu eyleminde PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirilmiş olabileceği,
Şüpheliler Ali KAYA, Özcan İLDENİZ ve Veysel ATEŞ’in tutuklanmasına müteakip Hakkâri-Yüksekova-Şemdinli ilçelerinde bu güne kadar her hangi bir patlama olayı meydana gelmemiştir.
Şemdinli İlçesindeki Patlama Sonrasında Yaşanan Olaylar
Şemdinli ilçe merkezindeki Özipek Pasajında müstecirliğini Seferi YILMAZ isimli şahsın yaptığı bir kitapevinde, 09.11.2005 günü saat 11.30’da bir patlama meydana gelmiştir. Patlamada, Mehmet Zahir KORKMAZ isimli şahıs hayatını kaybetmiş, Metin KORKMAZ isimli kişi yaralanmıştır. Patlama sonrasında, iş merkezindeki esnâf ve çevreden toplananlar tarafından, patlamanın olduğu iş merkezi yakınındaki 30 AK 933 plaka sayılı bir araçta bulunan (2) Astsubay (Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ) ve (1) sivil (Veysel ATEŞ), olayla ilgili oldukları iddia edilerek darp edilmiş, araçları ise galeyana gelen halk tarafından tahrip edilmiştir.
Güvenlik güçlerinin olaya müdahalesiyle bir müddet yatışan olaylar, göstericilerin şehir merkezinde bir araya gelmeleriyle yeniden tırmanmıştır. Olayların devamında, ilçe merkezinde toplanan (250-300) kişilik bir grup tarafından, Hükümet Konağı, İlçe Emniyet Müdürlüğü ve İlçe Nüfus Müdürlüğü’ne yönelik taşlı saldırıda bulunulmuş, belirtilen kamu binalarında maddi hasar meydana gelmiştir.
30 AK 933 plakalı araç içerisindeki şüpheli Veysel ATEŞ isimli şahıs ise Şemdinli Cumhuriyet Savcısı’nın şifahi talimatına binaen 09.11.2005 günü gözaltına alınmış ve sevk edildiği adlî makamlarca tutuklanmıştır. Olayla ilgili olarak, Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından yürütülen tahkikat çerçevesinde ise, 30 AK 933 araç içerisinde bulunan Astsubay Başçavuş Özcan İLDENİZ ve Astsubay Başçavuş Ali KAYA sevk edildikleri adlî makamlarca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış bilahare tutuklanmışlardır. Abdulkadir AYGAN isimli bir itirafçının Diyarbakır Söz Gazetesi’ndeki itiraflarında “Mutki’li Ali” olarak bahsedilen Ali KAYA hakkında JİTEM’in Diyarbakır Bölge Komutanlığı’nda görev yaptığı; görev yaptığı sırada sahte belgeler ile PKK ve Hizbullah Terör örgütlerini destekledikleri yönünde suç isnat ederek çok sayıda iş adamını sorguladığı yönünde iddialar yer almaktadır.
Hakkâri ilinde gelişen olaylara ilişkin olarak birçok kişi ve kurum değişik vesilelerle açıklama yapmıştır. Bu doğrultuda yapılan açıklamalar özet olarak aşağıda sunulmuştur.
10 Kasım 2005 günü Genelkurmay Başkanlığı tarafından; “…bu üzücü olaya bazı askerî şahısların da karışmış olabileceğine dair iddialar ortaya atılmaktadır. Söz konusu olay her yönüyle adlî makamlara intikal etmiş olup gerekli yasal işlemler yapılmaktadır. Soruşturma safhasının gizliliği dolayısıyla gelişmeler hakkında yapılacak müteakip açıklamalar adlî makamların takdirinde olacaktır” şeklinde yazılı basın açıklaması yapılmıştır.
11 Kasım 2005 tarihinde Başbakan Sayın Recep Tayip ERDOĞAN; ”… nereden gelirse gelsin, kim tarafından yapılmış olursa olsun, kim yapmışsa bunun bedelini ödeyecektir. Bizden kimse bir kayırmacılık, bir korumacılık, yürütme olarak beklemesin, yargı üzerine düşeni en ideal bir şekilde yapacaktır”
“Şemdinli'deki olayla ilgili olarak Genelkurmay ile irtibat içinde olduğunu, geçmişte bu olayın örneklerin yaşandığını, bunu tekrar millete yaşatmak istemediklerini belirtirken, "Kimse bizden bu konuda kayırmacılık beklemesin. Biz bu işin sonuna kadar takipçisiyiz. Devletimizle milletimizi karşı karışa getirme gayreti içinde olanlar bunun bedelini muhakkak ödeyecektir, ödemelidir. Bunun bedelini ülke geneline yaymak fırsatını vermek asla istemiyoruz" şeklinde açıklamalar yapmıştır. (Hürriyet Gazetesi - 12 Kasım 2005)
Aynı gün Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah GÜL ise ; “… bu konu eskiden olduğu gibi kapalı ve karanlıkta kalmayacak. Kimsenin tereddütü olmasın ne olursa olsun açığa çıkarılacak, Türkiye artık eski Türkiye değil bunu herkes bilsin” şeklinde beyanatlarda bulunmuştur.
Ayrıca, Hükümet sözcüsü ve Adalet Bakanı Sayın Cemil ÇİÇEK ise; “… Bu olayın ortaya çıkmasını isteyenin en çok hükümet olduğunu, gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için her türlü desteği vermeye hazır olduklarını, siyasî bir kararlılıkları bulunduğunu” ifade etmiştir.
İçişleri Bakanı Sayın Abdulkadir AKSU tarafından; “… Olayların tüm yönleri ile soruşturulduğu, vatandaşların provokatörlerin oyununa gelmemeleri gerektiğini” belirtip Şemdinli'de yaşanan olayları "Sosyal huzura vurulan darbe" olarak değerlendirerek, "Ülkemizin ilerlemesini istemeyenler, provokasyonlarla bizi birbirimize düşürmeye çalışıyor. Sağduyulu, soğukkanlı olalım, tahriklere kapılmayalım" şeklinde açıklamalar yapılmıştır.
11 Kasım 2005 tarihinde Çankaya Köşkünde yapılan “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülleri” nedeniyle verilen resepsiyonda Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet SEZER’in olaylara ilişkin olarak
“… Henüz ayrıntılı bilgi almadığını, alınca gerekli açıklamayı yapacağını” ifade etmiştir.
Aynı resepsiyon da bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sayın Hilmi ÖZKÖK ise;
“… Biz idarî yönden hemen soruşturma başlattık, olayın adlî soruşturmasını adlî merciler yapıyor, bunu beklemek lazım. Ben personelimi ne suçlarım, ne korurum” şeklinde açıklamalar yapmıştır.
Aynı resepsiyonda Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Fevzi TÜRKERİ tarafından;
“…Şemdinli olayları ile Susurluk arasında bağlantı kurulamayacağı belirterek olayın lokal bir durum olduğu, tahriklere kapınılmaması ve bundan sonra gelişmeleri yargıya bırakmak gerektiği” ifade etmiştir.
“Patlamadan sonra linç edilmek istenilen bir kişinin gözaltına alındığını, onunla birlikte Cumhuriyet Savcısı'nın olay yerindeki incelemeleri sırasında kalabalığa ateş açan kişinin de yakalandığını…” (Şemdinli Kaymakamı Mustafa Cihat SESLİHAN-Hürriyet Gazetesi - 12 Kasım 2005)
"Gözaltına alınmayarak astsubayların savunma için planlar yapmasına olanak sağladılar…………….Bunlar serbest kaldıktan sonra yukarıdakilere nasıl uzanılacak?" CHP Hakkâri Milletvekili Esat Canan)
Ayrıca, Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar BÜYÜKANIT’ın olaylar ve olayların içerisinde yer aldığı iddia edilen Astsubay Ali KAYA hakkında;
“… Astsubayı tanıdığı, geçmişte kendi emrimde çalıştığı, iyi bir astsubay olduğu, Kürtçe bildiği, Çevik operasyonunda yanında görev aldığı, Suçlu mu değil mi soruşturmaya bakmak lazım geldiği” şeklinde beyanatlarda bulunmuştur.
PATLAMA OLAYI’NDAN SONRA KONU İLE İLGİLİ BAZI TANIK BEYANLARI DA AYNEN ŞU ŞEKİLDEDİR
1 - Tanık Mehmet Ali ALTINDAĞ Beyanında : Şemdinli olaylarını basından duyduk. Televizyonlardan Ali KAYA’yı tanıdım. Ali KAYA daha önce Diyarbakır’da görev yapmıştı, kendisi yaklaşık 10 yıldır Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde görev yapmaktadır. Suç dosyası oldukça kabarıktır. Ali KAYA suç dosyası kabarık olmasına rağmen her nasılsa korunuyordu. Kendisine görev veriliyor, iş yaptırılıyordu. Bildiğim kadarı ile kendisi 1997 yılı ile 2000 yılları arasında Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı bünyesinde Jandarma İstihbarat bölümünde görevliydi. Biz aile olarak PKK ve Hizbullah ile mücadele ederken, iş yerlerimiz, arabalarımız, iş makinelerimiz terör örgütlerince kundaklanırken, yakılırken, gazetemize dahi bomba atılırken Ali KAYA, o dönemin DGM Başsavcısı Nihat ÇAKAR ve o dönemde 7. Kolordu Komutanı olan Yaşar BÜYÜKANIT’ta bu kişiyi koruyordu. Sanki suçumuz PKK ile niye mücadele ediyoruz diye Hizbullah yanlısı olduğumuz gerekçesiyle bizi sindirmek için bu saydığım kişiler arasında adeta bir organizasyon vardı. Hatta hakkımızda PKK.nın ağzından yazılmış gibi Ali KAYA tarafından Başsavcının iştiraki ve Kolordu komutanını da onayı ile hakkımızda sahte belge tanzim edildi. Ancak yargılama yapıldı, bizi ve çocuklarımızı serbest bıraktılar. Beraat ettik, bu sahte belgeyi Ali KAYA ve JİTEM’deki Yüzbaşı Ali Osman CELASUN ve Metin (K) Binbaşı Cemal TEMİZÖZ ile o dönemin DGM Başsavcısı Nihat ÇAKAR’ın direktifleri ile bizi sindirmek için böyle bir sahteciliğe başvurdular. Bunu 7. Kolordu Komutanlığından çıkmış gibi gösterdiler. Ne hazindir ki 7. Kolordu Komutanlığı da bunlara uydu. Kıdemli Albay Reha ŞATANA ile Albay Erkan TAVŞANLI o dönemde Kolordu Komutanı namına DGM Cumhuriyet Savcılığına sahte belge ile ilgili yazılar yazdılar. O dönemin Kolordu Komutanı da Yaşar BÜYÜKANIT’tı bu yazılara onay verdi. Askerî bir teamül olarak hiçbir asker üstü namına ondan habersiz bir işlem yapamaz. Dediğim gibi bu belgelerinde sahte olduğu ortaya çıktı. Diyarbakır 4 Nolu DGM tarafından araştırma yapıldı. Kulp Jandarma Komutanlığı’nın mahkemeye verdiği cevabî yazıda bizim yargılamamıza konu sahte belgenin teröristlerden ele geçmediğini beyan ettiler. Yine belgenin sahte olduğu İkinci İç Güvenlik Tabur Komutanlığı tarafından mahkeme başkanlığına iletildi. Mahkemede bunlara dayanarak araştırma neticesinde beraatimize karar verdi. Başsavcı Nihat ÇAKAR kararı temyiz etti, ancak Yargıtay onayladı. Buradan gelmek istediğim husus Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde terörle mücadele adı altında birileri rant temini ve terörü gündemde tutmak, huzursuzluk çıkarmak amacıyla Ali KAYA’nın en son yaptığı eylemler yapılmak isteniyor. Ali KAYA Diyarbakır’da bu işleri yaparak iş adamlarından büyük miktarda paralar toplamıştır. Hatta internet haberine göre de şu anki Kara Kuvvetleri Komutanı olan ve Ali KAYA için “iyi çocuktur, suç işlemez” diyen Yaşar BÜYÜKANIT Kuşadası’nda bir çok emekli paşa ile arsayı ucuz bir fiyata lüks villalar inşâ etmektedirler. Kooperatifin başkanı ise bildiğim kadarı ile bir astsubaydır. Yani ülkeyi terörle mücadele havası ile bu bölgede olağanüstü hâl yönetimi ile ülkemiz yönetilmek isteniyor. Maalesef yasadışı uyuşturucu, silâh kaçakçılığı gibi işlemler böyle devlet içerisine yerleşmiş illegal bir takım gruplar tarafından yapılmaktadır. Bu iddiam yıllardır bölgede oynanan oyunları ve terörün bir türlü bitirilmemesinin bir sonucudur. Yani terör devlet içine yerleşmiş özellikle silâhlı kuvvetlerimizin içine yerleşmiş bu türlü illegal gruplar tarafından bitirilmek istenmiyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi böylece gündemde tutuluyor. Terör örgütleri bunlardan palazlanıyor, yani faydalanıyor, şanlı silâhlı kuvvetlerimiz bölgemizde birçok başarılı işlemler yapmıştır ancak içindeki bu illegal örgütler silâhlı kuvvetlerimizin şerefli ve onurlu yapısına gölge düşürüyor. Bu illegal yapılanmayı polis teşkilâtında pek göremiyoruz. Şemdinli olayları bize göre silâhlı kuvvetlerimizin içindeki bu yapılanmanın yaptığı olayların en son halkasıdır. Devletimiz, ordumuz istese terör anında biter. Ancak dediğim gibi terör bitirilmiyor. Bundan bölgemiz, vatandaşlarımız ve tüm ülkemiz etkileniyor. Artık biz ülkemizin her yöresinden şehit görmek istemiyoruz. Millet bıktı, gerekirse ben Ali KAYA ile mahkemede de yüzleşirim. Yaptıklarının hepsi ortadadır. Ben tanıklık yaptım, gerekirse dâvâcıda olacağım, bu ifademi ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi Şemdinli Olaylarını Araştırma Komisyonuna ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına da verdim. Hepimizin beklentisi devletimizin içerisine yerleşmiş olan illegal yapılanmaların ortaya çıkarılması ve hesap vermelerinin sağlanmasıdır. Ayrıca itirafçı Abdulkadir AYGAN o dönemde bir iş adamından aldıkları para karşılığı Ali KAYA’nın organizesi beni öldürmeyi planlamışlardı. Aynı iş adamı yani Ali İHSANKAYA yine bu gizli JİTEM organizesine danışarak illegal bir girişim yapmışlar, PKK militanları tarafından benim Diyarbakır’ın dışında olan iş yerlerim, dinlenme tesislerim silâhlı saldırıya uğramıştır, 8 insan ölmüştür, 12 insanda ağır yaralanmıştır, netice itibariyle bu iş adamı PKK ile işbirliği yaptığı için TCK. 169. maddesinden ceza almıştır. Kendisi Ali KAYA’nın has adamıdır. Ben bu olaylar sebebi ile bir vatandaş olarak bildiklerime şahitlik yapıyorum, ayrıca Ali KAYA’dan, organizasyonun içinde olan ve isimleri geçen kişilerden şikâyetçiyim, şeklinde beyanda bulunmuştur.
Ayrıca aynı tanık dosya içerisine getirtilen TBMM Araştırma Komisyonuna verdiği 25.01.2006 tarihli ifadesinde;
SORU - Şöyle: "Soruşturmasını yapmakta olduğunuz Şemdinli olaylarının evveliyatı ve zincirin birinci halkası Diyarbakır'da geçen hadiselerdir. 1997-2000 yılları arasında Diyarbakır'da görev yapan Ali Kaya, namı diğer Mutkili Ali dahil olduğu tertiplerle gerek şahsıma gerekse çocuklarıma maddî ve manevî zararlar verdiği..." gibi diye başlayan bu yazı size mi ait?
MEHMET ALİ ALTINDAĞ – CEVAP : Şimdi efendim, astsubay Ali Kaya 1997'de...
SORU - Tanışmanızdan başlayayım. Ne zaman tanıdınız siz Ali Kaya'yı?
CEVAP; 1998'de tanıdım. 1998'de tabiî biz orada inşaat işlerinden daha fazlasıyla yoğun devlet ihaleleri elimizdeydi, yapıyorduk Türkiye genelinde. Şimdi, fazlasıyla bizim gazete radikal olarak... Diyarbakır Söz Gazetesi; size takdim edeyim, buyurun. Biraz radikal yazılarımız vardı, yazıyorduk, her tarafa dokunuyorduk; fakat...
SORU - Radikal yazılarımız vardı derken onunla neyi kastediyorsunuz?
CEVAP; Yani, ben yazıyordum, çok büyük bir cesaretle yazı yazıyordum.
SORU - Yani, siz kendiniz yazmıyorsunuz da gazeteniz yazıyor.
CEVAP; Hem ben kendi kalemimle hem de gazetenin yayın politikası olarak tüm bölgede olup bitenleri açık ve net yazıyorduk efendim. Şimdi, bunu, tabiî bazı kesimler kaldıramıyordu. Özellikle, kaldırmayan kimseler de bölgede feodal yapıya, mütegalibe; yani, feodal, zorba bir kesim tarafından bunu hazmedemediler. Şimdi bu mütegalibe dediğimiz İnsanlar bölgedeki feodal yapıya sahip, bunlar genellikle devletin valilerine, devletin vali yardımcılarına, devletin askerine, devletin polisine çok ustaca yanaşmaktadırlar. Bunlar suç işliyorlar, bunlar PKK'nın kilit noktalarından daha fazlasıyla bölgede çetevari çalışan insanları ayarladılar. Dağdaki çalışan bu kamplardaki insanlara milislerin güçleriyle oraya ulaştılar, para aldılar. Zaten tüm dosyalarda yazılıdır bunların hepsi. Şimdi, bu arada PKK biz, onların aleyhine yazı yazıyoruz, devlet yanlısı diye, Altındağ Dinlenme Tesislerimiz var Diyarbakır'ın dışında 12 kilometrede, oraya 22 Haziran 1996 günü saldırdılar; yani. tam yaz mevsimi...
SORU - Kim saldırdı oraya?
CEVAP; PKK tabiî. Oraya saldırı düzenlediler. Önceden plan projelerini yapmışlardı. Şimdi, bu saldırı neticesinde orada o an için büyük bir zayiat oldu, 8-9 insan öldü. Hep müşteri yani, gelen vatandaş. 10 kişi, 15 kişi yaralandı. Tesis tamamıyla altüst oldu. O mevsim bitti, o mevsimde bizim büyük bir zararımız oldu. Tabiî, devlet üzerine... O bölge jandarmaya aitti. Şimdi, jandarma orada gevşek çalıştı, çok çarpıcı bir şekilde olayın üzerine gitmek istemedi.
SORU - O olayın üzerine?..
CEVAP; O olayın üzerine 8 insan ölmüş, her taraftan bize telefonlar geliyor, o diyor şu adam yaptı, bu diyor şu adam yaptı; fakat, gerçekten, emniyetin bölgesi olmadığı halde, emniyetin o zamanki çok heyeti, Emniyet Müdürü vardı Rıdvan Güler, bir de Terörle Mücadele Şube Müdürü vardı Ramazan Sürücü, bu ekipleriyle beraber ve jandarmanın bölgesine girememekle beraber, kendi iç dinamizmiyle şehir İçindeki, merkez içindeki çalışmaları sürdürdüler bunlar. Şimdi, bunlar sürdürdüler, gerçekten milisleri 40-50 kişi yakaladılar.
SORU - Bu milisleri dediğiniz kim bunlar?
CEVAP; Yani, PKK'yla irtibatlı gizli ajanlar. Yani, adam kahvede oturuyor, işyerindedir ve PKK'yla irtibatlı yani. Bir tabir var. atasözü...
SORU - Şöyle dersek doğru olur mu: Yani, PKK'nın kullandığı milisler mi?
CEVAP; Tabiî tabiî, aynı şekil.
SORU - İzin verirseniz milisin tanımını yapayım, bölgedeki şey bizim: Şimdi, milis dediğin bir PKK'lıdır; yani, örgütün bir üyesidir, örgütün...
SORU - Kırda değil de şehir içindedir.
SORU - ...asıl eylemlerine, silahlı eylemlerine karışan...
CEVAP; Tabiî şeyle bağlantılar var, partinin...
SORU - Şehir içerisinde kişileri alıp kırsala, terör örgütüne götürme veya aralarındaki bağlantıyı götürme, pusula götürme, yiyecek, giyecek, ilaç gibii şeyleri götürme, örgütle sürekli bağlantıları olan kişilerdir.
SORU - İrtibat halinde olanlar.
CEVAP; Şimdi, tabiî, bu milis insanlar bağlantılı olarak, bunlar aynı zamanda bizim de işyerimizde çalışan, yine. aynı; yani, tabir yerindeyse gündüz külahlı gece silahlı tipinde, o şekil. Pozisyon değiştirerek hareketle şey ediyorlardı. Şimdi, tabiî, emniyet bunları yakaladı, sorguya çekti, birçok itiraflar söz konusu oldu. Her şey gerçekten ortaya çıktı. Bu ara emniyet çalışırken, çok dikkat çekici bir şey yaşandı orada, o günün Jandarma Alay Komutanı Mecit Korkut Albay vardı, sonradan general oldu. zannedersem iki senede emekli oldu. Bu emniyet müdürünü azarladı, tehdit etti, küfür etti; hem onu hem de Ramazan Sürücü'yü, "siz bizim bölgemize niye giriyorsunuz, niye müdahale ediyorsunuz", bu şekilde. Çünkü, emniyet, bizim otelimizde, oradaki otelde bir iki şahıs almışlardı. Bu şahıslardan daha detaylı bilgi almasın diye engel olmak istediler, emniyetin önünü şey etti. Emniyet de, tabiî, korkusundan bir şey diyemedi. Fakat, Allah var, yani, çalışmasını da sürdürdü. Nihayet 20-30 kişiyi tutukladılar. DGM Başsavcılığına gitti. DGM Başsavcılığı devam etti, mahkeme devam etti. O kadar devam etti ki, detaylı bir mahkeme ki hâlâ da sonuçlanmamış.
SORU - Devam ediyor?..
CEVAP; Hâlâ da sonuçlanmamış bu mahkeme. Her nedense birkaç kişi sonuçlandı, onlarda müruru zamana uğradı. İşte, devletin bünyesindeki gizli dinozorluklar, gizli bazı yanlışlıklar ve yanlış insanlar, işte bu devletin, demokrasinin, hakikaten millî iradenin en büyük engelleri bunlardır sayın beyler. Bir dava düşünün 8-10 kişi ölüyor ve dünyanın felaketi meydana geliyor, zarar ziyan oluyor, o kadar insan tedirgin oluyor, on sene bir dava devam ediyor, 3-4 kişiyi hapse sokuyor, ha bire bırak, ha bire tahliye... Eninde sonunda, tabiî, bu şey devam ederken, 96'nın eylül ayında DGM Başsavcısı değiştirildi, değişti, yeni bir DGM Başsavcısı geldi, Nihat Çakar isimli bir Başsavcı geldi. O da 4 sene orada sürdü. O olayın akışını bambaşka şekilde değiştirdi. O, apayrı bir şekilde değiştirdi. Mahkemelere nüfuz yapmak istedi ve gerçekten PKK'lı avukatlarla, PKK'lı yandaşlarla, işadamlarıyla, demin bahsettiğim o feodal yapıyla işbirliğine girdi, açık ve net olarak girdi.
Nihayet biz de hep yazıyoruz, gazetemizin o günün manşetleri hep keskin gidiyor. Dolayısıyla, 98'de bu 28 Şubat olayı meydana geldi. Bizim fikrimiz, zikrimiz açık ve net olarak söylüyorum, biz muhafazakâr, devletimizin yanında yer almış bir politikayla yürüyoruz; fakat, karşımıza ansızın bize başka yaftalar yapıştırıldı, Hizbullah kelimesini bize yakıştırdılar. Bu Hizbullah nereden çıktı? Efendim, Hizbullah nedir; Altındağ Dinlenme Tesislerinde, orada Hizbullah kampı kurulmuştur -bu, 98'de oluyor- ve Mehmet Ali Altındağ bu Hizbullah kampını kurmuş, insanları eğitiyor ve devlete saldırıyor veyahut başka yerlere, şeriatı kurmaya çalışıyor gibi yaftalar yapıştırıldı. Bu yaftalar doğrultusunda bir gün baktım ki, yani, olay, tarih günü gününe, mayıs ayının yakın günleri, hatırlıyorum...
SORU-98 Mayıs?...
CEVAP; Tabiî, 98 Mayıs ayının 25'indeydi veyahut haziranın ilk haftalarıydı. Bütün işyerlerim polis ve jandarma... Yani, jandarmanın bölgesi olmadığı halde, Altındağ Dinlenme Tesislerinde bir şey yok aradılar, taradılar, jandarma bir şey çıkaramadı; ama, şehir içindeki gazetemizin merkezini, işyerimizin, şirketlerimin merkezlerini; yani. didik didik, sanki bir ordu, asker ve jandarma ve polis. Tabiî, bizim tüm arşivlerimize el konuldu. El konulduktan sonra, bütün bana özel kitaplarımı ve gazetenin arşivine hepsine el konuldu. Müftülüğe gönderdiler, Müftülükten adam geldi. Beni gözaltına aldılar, beni, bir de gazete Yazı İşleri Müdürü Ömer Büyüktimur, bir de şirketlerin Muhasebe Müdürü İsmail Yazan Beyi, bizi gözaltına aldılar. Bizim o zamanki avukatımız Cavit Torun Beydi, bir de İbrahim Tali Uysal. Bizim Mesut Bey tanıyor onları, meslektaşlarıdır. Şimdi, bunlar da, tabiî, müdahale ettiler. Bizi polise götürdü. Esas polise götürmeleri lazım. Jandarma bizi orada, başta bu aramanın içinde Mutkili Ali var, kilit nokta o. Tabiî, ben, o zaman tanımıyorum. Bunlar, Hizbullah diye, Hizbullah politikası güdüyoruz. Hizbullah propagandası yapıyoruz...
SORU - Bu Mutkili Ali dediğinizde diğer başka astsubaylar falan varmıştır orada?
CEVAP; Tabiî tabiî...
SORU - Bu derece Ali'yi tanıdınız da, diğerlerini de tanıyor musunuz?
CEVAP; Onları da, yani, komutan odur. O, bir de Yüzbaşı Ersin Bacaksız vardı. O, öldürüldü, Tokat bölgesinde öldürüldü o Şimdi, bunlar, bizi polisten aldılar o gece. Bizi polisten aldılar, polisten aldıktan sonra jandarmaya götürdüler. Jandarmaya götürdü, o gece gözaltına aldılar, bizim gözlerimizi bağladılar. Tabiî, üniversite, İlahiyat Fakültesinden birkaç tane doçent getirdiler, kitaplarımızı didik didik incelediler. Yanlış bir kitap yoktur, yasaklanan bir kitap yoktur, dergi yoktur. Şahsımızın fıkıh anlatan kitaplarımız var, hadis anlatan kitaplarımız var; yani, Hizbullahçılıkta... Kur"an tefsirleri var, bunlar, başka bir şey yok. Bunda bir şey yok. Rapor düzenlediler. Bizzat müftü ve müftü yardımcıları, hepsi geldiler, 24 saat içerisinde raporlarını verdi, yasak diye bir şey yok. Buna rağmen, tabiî, bizi, ertesi gün, o gece bize epey zulüm de ettiler yani. Epey de zulüm ettiler bize, hatta, bir Metin kod isimli Cemal Temizöz isimli bir binbaşı geldi o gece, dedi: "Mehmet Ali Altındağ sen bu memlekette bir köksün, bugün seni söktüreceğim, götüreceğim..." Tehdit etti, benden soru sordu "sen Atatürk düşmanısın" filan. Ne alakası var dedim, ben Atatürk aleyhinde bir şey yazmış mıyım, bir şey söylemiş miyim, niye Atatürk düşmanı olayım, sebep niye, bana onu ispat edebilir misiniz. Bilakis, Mustafa Kemal Atatürk'ün, millî mücadelede vermiş olduğu mücadelenin hayranıyım ben, niye ben şey olayım. "Aa, ben bunu böyle bilmiyordum, bize yanlış anlattılar^ dedi, ondan sonra hemen çay ikram etti filan. Ondan sonra benden laf filan almaya; bir şey yok. Beni kaldırdı, yerime gittim. Arkadaşlar geldi, onları da biraz hırpaladı tabiî. Dolayısıyla, bir şey çıkmayınca, sabahleyin raporlarda geldi bizi DGM Başsavcılığına verdiler, gönderdiler. Bir de benim oğlum, rahmetli Emin Altındağ, onu arıyorlardı. O da Hizbullahçıymış. Halbuki, o da burada işadamıdır. Neyse, ondan da bir şey çıkmayınca, biz gittik oraya, savcılıkta İsmail Yazgan Beyi hemen serbest bıraktılar. Başsavcı benim ve Ömer Büyüktimur'un tutuklanmasına bizi havale etti. Tutuklamaya havale etti, nöbetçi mahkeme bir hâkim vardı tanımıyorum ismini, sonradan baktım, adam dedi: "Ben sizi tanımıyorum, siz beni tanımıyorsunuz; fakat, bu dosyayla kusura bakmayın, ben sizi tutuklayamam. Ben hâkimsem, hukukçuysam, ben hukuka dayanarak bu dosyayla, bu şeylerle ben sizi tutuklayamam, haydi gidin." Başsavcı İtiraz etti. İtiraz etti, yine tutturamadı tabiî. Bizi o an için serbest bıraktı, Hizbullahçılıktan kurtulduk ve nihayet bir hafta on gün sonra takipsizlik kararı verildi. Aradan yirmi gün geçmedi, onyedi gün geçti.
SORU - "Takipsizlik kararı verildi" dediniz ya, dava açıldı mı, açılmadan savcılık mı takipsizlik kararı verdi?
CEVAP; Savcılık takipsizlik kararı verdi.
SORU - Yani, hiç dava açılmadı?
CEVAP; Hiç açılmadı. Yok ki bir şey, suç yok. Savcılık, DGM Savcılığı takipsizlik kararı verdi. Başka savcı, bu değil tabiî, Nihat Çakar. Ondan sonra, bu kez bir şey tutturamayınca, arada 15-20 gün geçmedi, bu kez yine, bu sefer yine Ali Kaya ve Yüzbaşı Ali Osman Celasun isimli istihbarat şube müdürüydü o da, bunlar geldiler, dediler "senin çocukların Mehmet Emin Altındağ, Selahattin Altındağ, bunlar PKK'ya 350 000 000, 50 000 mark yardım etmişler -o zaman marktı, euro yoktu- bunlar neredeyse getireceksin." Yahu dedim, siz bir on gün evvel Mehmet Emin Altındağ Hizbullah diye, şimdi onbeş gün sonra nasıl oldu da birden bire PKK'lı oldu; bu uydurmadır dedim, yapmayın böyle şeyler. Avukatlarımızı çağırdık, ta Ankara'dan avukat geldi. Dedi: "Getirirsen getir, getirmezsen firar diye nerede bulursak vuracağız onları veyahut ancak Avrupa'ya geçerse şey ederiz." Bunlar, burada, açtım o konuyu. Şimdi, bunlar, belgenin... Bana belgeyi getirdiler, "çocukların 24 saat içerisinde burada teslim olacak." Çağırdım çocuk geldi, çocuklar geldi, Ankara'da idi. Savcılığa gittiler. Ben de gittim, Kolordu Komutanına direkt gittim, Yaşar Büyükanıt, Korgeneral, Paşam dedim, ben burada bir medya sahibiyim ve devlet yanlısı politikam vardır ve PKK'yla mücadele etmişim. Bak, Altındağ Dinlenme Tesisleri daha bir senesi bitmedi PKK baskın yaptı, orada insanlarımızı öldürdü. Nereden çıktı, 10 gün evvel, 15 gün evvel ben Hizbullahtan gözaltına alınıyorum, bir şey tutturulmuyor, 15 gün sonra PKK'lı oluyorum. Bir aile 15 gün içerisinde nasıl Hizbullah oluyor, nasıl PKK oluyor?! Hıı… Güldü, gülüyor... "Mehmet Ali Bey bir şey olmaz, senin çocukların şey edecek, şey olur, sen eve gitmeden çocuklar bırakılacak, merak etme" dedi. Peki, teşekkür ederim Paşam dedim, çıktım. Çıktım, kapıda çocuk aradı, "baba bizi tutukladılar" dedi. Allah Allah!.. Oğlum tutuklasın, bir şey olmaz, ne yapalım. Çocukları tutuklamaya gönderdi ve tutukladılar. Ben o arada tutukluyken, ertesi gün bir dostumla beraber MİT Başkanına çıktım, bu Cemal Uzgören'e çıktım, dedim ki...
SORU - MİT Bölge Başkanı o tarihte?
CEVAP; Evet, Cemal Uzgören, MİT Bölge Başkanı. Gittim yanına. Sayın Başkan dedim, ben Mehmet Ali Altındağ, biliyorsunuz, beni tanıyorsunuz, nihayet MİT Başkanısınız. Ben burada iş yapıyorum. En azından 1 000-1 500 potansiyel işçiye sigorta ödüyorum, işçilerim vardır. Benim gazetem, televizyonum ve devlet yanlısı yayınlarım vardır. PKK ile veya terör örgütleriyle, PKK olsun, Hizbullah olsun, ben hepsiyle mücadele veriyorum. "Ay Mehmet Ali Bey, sen biliyorsun sen neleri yazıyorsun. Sen biliyor musun sen neleri yazıyorsun, sen farkında mısın" dedi. Dedim ben neyi yazıyorum; PKK aleyhinde yazı yazıyorum, başka bir şey yazmıyorum ki. Hortumlamanın, hırsızlığın, rüşvetin, itibarsız insanların, iradesiz insanların aleyhine yazı yazıyoruz ve tespitlidir yazılarımız. "Bir şey olmaz sen git, 15-20 gün çocukların yatsın, biraz ders olsun sana" dedi. Aynı bu lafı söyledi. Çağırın gelsin buraya, yüzyüze konuşalım. Dedim benim çocuklarım 3 gün yatmaz, eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti hukuku varsa, hâkim varsa, savcı varsa; çünkü, suç yoktur dedim, 3 gün de yatmaz. Aha ben gidiyorum, itiraz ediyorum. Avukatlarımla gittim, itiraz dilekçisi yazdım. Gerçekten hâkimin yanına dosya gitti, yahu ayıp ya, tutarsız, dayanaksız, keyfî maceralar peşine girmiş bir devlet orada. Çocukları serbest bıraktılar. Çocuklar serbest bırakıldı. Bırakıldıktan sonra bu sefer mahkeme devam etti, hâkimler yazının aslını, kökenini, asaletini İstediler. Bu yazıdır. Orada aynı resmî yazı geliyor yine Kulp'tan, jandarmadan, o da var...
SORU - O yazıdır dediğiniz hangisi?CEVAP; Burada elyazısıyla yazılı efendim.SORU - Zaten o dosyayı verecek bize.CEVAP; Hayır, orada da var.SORU ;Sayfa var mı, sayfası?CEVAP; Buyurun bu yazı.SORU - Elyazısıyla olan değil mi?CEVAP; Elyazısı efendim.
SORU - Peki, bunun orijinal hali var mı?MEHMET ALİ ALTINDAĞ - Dosyasında.SORU - Mahkeme dosyasında.SORU - Orijinal hali mahkemede; tamam.
CEVAP; Tabiî, resmî dosyada, yani, mahkeme dosyasında. Şimdi, bunları, tabiî, mahkeme, bizim avukatlarımızın istekleri üzerine incelemesine girdiler, sakat olup olmadığına dair emniyet lâboratuvarına gönderdiler. Emniyet raporu da var burada, kriminal şeyi. Tamamıyla sakat ve sahte.
SORU - Zaten dosyada beraat etmişler.
CEVAP - Ve sahte... Kulp jandarmadan geliyor karakoldan; böyle bir şey yok. Kulp savcılıktan geliyor; böyle bir şey yok. Oradaki Fevzi Turan isimli bur Kurmay Yarbay, fiilen o işleri yürüten. Ona yazı gidiyor mahkemede. Adam diyor "kesinlikle..." Evet, böyle bir kargaşa olmuş, fakat, mümkün değil böyle doküman moküman filan kayıt yok. Nihayet devletiz yani, adamlar aşılanmamış insanlar bunlar, gerçekleri söylüyorlar.
SORU - Peki, bu dava sonuçlandı mı?
CEVAP - Tabiî, beraat.
SORU - Bütün bu anlattıklarınız o şeyde var.
CEVAP - Oraya geliyorum. Beraatlandı, beraatla neticelendi, Nihat Çakar durmadı, bizzat kendisi, kendi savcısı, yani, mahkeme duruşma savcısı mütalaasını lehte verdiği halde, kendisi, yani, başsavcı olarak uydurma evrakları tanzim edip bizzat kendisi temyiz ediyor ve Yargıtay da onaylıyor, beraat kararını onaylıyor. Buna rağmen, mahkeme heyetini şikâyet etti, teftiştik hale getirdi.
SORU - Kim şikâyet etti?
CEVAP - Bu başsavcı. Çünkü, bütün foyaları ortaya çıkıyor. Devleti kullanmışlar, sahte belge tanzim etmişler. Maalesef... Ne diyeyim yani, söylenecek bir şey yok yani, o kadar büyük suç işlemişler ki bunlar. Hatta, Gaffar Okan dahi, öldürülen Gaffar Okan 5 tane polisiyle beraber. Bu Gaffar Okan'ı dahi, onu da kullanmaya çalıştı; fakat, bir şey beceremedi. Gaffar Okan'da çok gizli bilgiler vardı. Bu adam bu bilgileri verecek diye onu da öldürttüler ve Hizbullah'a şey ettiler, Hizbullah’a mal ettiler. Şimdi, 98'deki macera bu.
SORU - Sayın Başkanım, bunlar çok büyük iddialar. Bunlar ispatlanmayınca biz...
CEVAP - Hayır ispat... Dosya, dosyalar...
SORU - Gaffar Okan'ın öldürülmesini falan...
CEVAP - Hayır, bu galip zan öyle. Tahmin ediliyor...
SORU - Çok bilgi vardı onda diyor, onun için.
CEVAP - Bilgiler vardı...
SORU - Adam öldürdüler deyince başka, böyle tahmin ediyorum deyince başka.
CEVAP - Çünkü, o benimle de konuştu. Benim taziyeme geldi 92'de, benim oğlumun taziyesine geldi. Şimdi, sıra buraya geldi. Şimdi, biz, bu işleri, Nihat Çakar'ın bu yaptıklarını hazmedemedik, şikâyet ettim, müfettişler istedim. Gelen iktidarın müfettişleri başsavcıyı denetliyor. Başsavcıyı nasıl denetleyeceksin. Adam vicdanları tabiî tamamıyla ceplerine koyuyorlar. Benim de ifademi alıyor, puf, hiçbir şey yok. Nihayet baktık çaremiz yoktur, biz kliktik dava açtık, Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası.
SORU - Savcı aleyhine?
CEVAP - Tabiî, başsavcı aleyhine. Bir dosyamız kazandı. O da açtı. Onun bir dosyası reddedildi, Yargıtaya gönderdi. Yargıtay da reddi onayladı, temyizi onayladı. Bir tane dosya daha... Şimdi, bu rahat durmadı. Rahat durmayınca ne yapacak, bu sefer Jandarma Alay Komutanı, eski Jandarma Alay Komutanı Eşref Hatipoğlu, emekli olmuş gitmiş, onun da yazıları var, zaten onları da size vereceğim. Bir de bu Ali dediğimiz Mutkili Ali'yi, bir de Cemal Uzgören, bir de bu MİT teşkilâtını tamamıyla lehimize kullandı yani. Kullandı, ben Hicaz'a gitmişim 92'de. Benim oğlum Emin Altındağ'ı korkutuyorlar, tehdit ediyorlar, yakın çevreleriyle. "Senin baban başsavcı ve jandarma, yani, JİTEM dedikleri insanlar babanı kesinlikle götürecekler. Senin babanı yakalamasalar mutlaka sizden birisi gidecektir; çünkü, siz devlet aleyhindesiniz." Bizi bu sefer devlet aleyhine şey ettiler.
SORU - Bunu diyen kim?
CEVAP - Yani, yakın çevre. Bu Ali İhsan Kaya denilen bir herif var, işadamı sözde, o, bir de başka. Yani, bir de şeyinle çok yakın sıkı fıkı ilişkisi var başsavcının. Bir de bir avukat, yine başsavcının avukatı İhsan Fikret Biçici. Bunlar, çocuğu zımnî olarak tehdit ediyorlar, korkutuyorlar. Çocuğum da bana çok bağlıydı, benim babama bir şey olmasın, bize bir şey olmasın... Ne yaparsınız?.. Bu kalkıyor kendi küçük kardeşini alıyor. Ben de dış ülkedeyim, yani, yurtdışındayım. Bu Ali İhsan Kaya ile çocukları alıyor, 27 Mart 2000'de alıyor, götürüyor İstanbul'a. Götürüyor Marmara Otelinde, orada amca dedikleri Eşref Hatipoğlu emekli olmuş, şimdi oralarda İstanbul sokaklarında dolaşıyor, bir yerde güvenlik görevini yapıyor. Onu çağırıyor o otelde, bir de gazeteler şeyi diyelim, korsan bir gazeteci Şenol Gezer isimli bir İnsan, o da aleyhimize yazı yazmıştır o arada, bunları çağırıyorlar. "Babam hakkında yayın yapmayın, bizim hakkımızda yayın yapmayın, ne yaparsanız yapın, ne istiyorsanız verelim." Orada çocuktan 1 500 dolar para alıyorlar ve 1 milyar Türk parası alıyorlar o günkü parayla. Ha, bu iş bitti.
SORU- Kim alıyor bu parayı?
CEVAP - Bu Albay ile o Şenol Gezer. Emekli Albay Eşref ... Peki ne yapalım; o zaman gidelim başsavcıya, başsavcıyla görüşelim. Direkt Diyarbakır'a geliyorlar -benim haberim yok- başsavcıya geliyorlar bu avukat vasıtasıyla ve bu avukat vasıtasıyla Fikret Biçici vasıtasıyla ve şimdi bu adam çocuğu getiriyor götürüyor yanına, 7 milyar para alıyor başsavcı için. Ne parasıdır; yani, barış parası, barıştık; bir daha dosyaları filan ortadan kaldıracağız, tazminat davasını kaldıracağız ve size karışmayacağız. 7 milyarı oradan lak alıyor, midesine indiriyor başsavcı. Bu 7 milyarı alırken de ismi nedir; isim de koyuyor, efendim, dosyalardan bize tazminat davası açmış ya, tazminat davasının kazanıldığı -yani, başsavcı kazanacak- onun faizsiz, susuz busuz, bu, para alıyor, yani, dava daha devam ediyor sözde. O parayı, çocuktan alıyor o avukat vasıtasıyla. Çocuk da diyor ki, eğer olay paraysa, buyurun size vereyim 7 milyar para ve bu olaya, para verme olayına, Cavit Bey avukatımızdır, o yok içinde; fakat, barış masasında, Ali Esenkaya'nın yazıhanesinde o da bulunuyor orada. Yani, başsavcının vekaletindeki avukat ile Ali Esenkaya'nın girişimleriyle Emin Altındağ'la başsavcıyı barıştırıyoruz, sözüm ona öyle. Bu parayı aldıktan sonra her ikisi de gidiyorlar mahkemeye, her iki karşılıklı davalarından vazgeçiyorlar ve dava dosyası, sözde, ortadan kalkıyor. Dönüşte bana birileri söyledi, yahu mesele böyle böyle, bir yanlışlık oldu herhalde... Yahu dedim, niye, sebep? Vallahi, oğlumu çağırdım, ona biraz bağırdım, hakaret e ttim. D edim s en n iye? Yani, adam zalime karşı; sen gitmişsin, zalimin elini ayağını öpmüşsün ve benim... Ben bilsem, ben idamda olurum ve ne yaparsa yapsın; çünkü, ben haklıyım, sen niye paranı veriyorsun. Ben seni de, başsavcıyı da, Ali İhsan Kaya'yı da, o avukatı da şikâyet ediyorum ve o an için hemen bizim Cavit Beyi de azlettim, azilname çektim, onu da azlettim. Bunu duyar duymaz, başsavcı, hemen o akşam beni gözaltına aldı. Ben yeni hacdan gelmişim, daha misafirlerim gelip gidiyor. Beni gözaltına aldı. Beni gözaltına aldıktan sonra, benim çocuğum yine şeyde, o an için o da Erzurum'daki şantiyede; Erzurum'daki şantiyede çalışıyor, gitmiş, işi teslim ediyor, haber geliyor babanı yakaladılar. Çocuk korkuyor, diyor biz barıştık. O an için hemen atlıyor geliyor, mühendis bir arkadaşıyla beraber geliyor. Bingöl'de, cesaret edemiyor, normal taksiyle değil, Diyarbakır'dan jeep istiyor. Jeep gidiyor onu karşılıyor. Ondan sonra geliyor Avari Karakolu İle Yayla Karakolu arasında, orada, uçuruma yuvarlanıyor süsü veriyor, trafik kazası. Tam karşısında da, trafik kazasının yerinin tam karşısında da 100 metre, tam hâkim tepede de askerî birlik, nöbetçiler bekliyor. Orada trafik kazası geçiyor gösteriliyor. Sabaha kadar hiç kimse fark etmiyor. Halbuki, devletin orada PKK'ya karşı yapılan mücadelede termal kameralar var. Bu termal kameralar, her nedense çalışmıyor ve orada birlik var, görmüyor. Sonradan aldığımız istihbarata göre, bunlar haber alıyorlar ki, Emin Altındağ geliyor. Emin Altındağ'ı zaten arıyorlar, fişlidir, önceden fişlidir. Şeyden hemen bir panzer önünü kesiyorlar, jeepi durduruyorlar, ondan sonra her ikisini çıkarıyorlar, ellerini bağlıyorlar, vitesi açığa alıyorlar ve panzeri vuruyorlar, 150 metre aşağıya ve bunu da yapan bir yüzbaşı, bir uzman çavuş, bir de başka bir asker. Bu üç kişi, bize bu uygulamayı, bize gelen istihbarat; fakat, delilimiz yok elimizde.
SORU - Yani, burada bu isimler belli değil.
CEVAP - İsim bellidir de, yani, şey isim de olabilir.
SORU - En azından resmî kayıtlarda yok.
CEVAP - Yoktur, resmî kayıtlarda tamamıyla trafik kazasıdır. Trafik süsü verilmiştir ve dava ortadan kalkmıştır.
SORU - Onun içinde kim var dediniz, jeepin içinde?
CEVAP - Jeepin içinde benim oğlum Mehmet Emin Altındağ. Yeni, başsavcıyla barışan, para veren. Bir de, Münir Mennan isimli mühendis bir arkadaş, maden mühendisi.
SORU - Yani, olay sonunda öldüler mi?
CEVAP - Tabiî, derhal; o gece orada kalıyor sabaha kadar ve ben de gözaltındayım, ben o gece gözaltındayım; beni gözaltına almış ve arkadaşlarımla yine beraber. Şimdi, ölen insan...
SORU - Mehmet Bey, şimdi, elleri bağlı dediniz, otopsi raporu yok mu ellerinin bağlı olduğuna dair?
CEVAP - Efendim, ellerini bağladılar; fakat, bağlayıp da arabaya koydular, sonradan aşağıya gittiler, çözdüler, yani eser bulunmasın diye; o öyle. Adamlarda, isim şimdi hatırımda değil.
SORU - Otopsi raporunda her şeye rağmen o izler olur.
CEVAP - Vallahi, otopsi raporunda böyle bir şey yok; çünkü, orada şey yok, otopsi raporunda yoktu öyle bir şey.
SORU - Şimdi biraz dinlenir misiniz.
CEVAP - Arz edeyim, bitireyim isterseniz, az kaldı, iki cümle...
CEVAP - Evet. Yalnız, bir şey anlatayım. Nasreddin Hoca'dan, bir atasözü bu, kusura bakmayın.
SORU - Estağfurullah...
CEVAP - Bir köye gidiyor, bakıyor ki köpekler saldırıyor, acımasızlar. Eğiliyor taş alıyor ki, kendini savunsun, müdafaa etsin. Bakıyor ki, taş yere yapışmış, havada taş yok. Diyor ki, şu memlekettin haline bak, köpeklerini salıvermişler, taşlarını bağlamışlar. Yani, bizim mesele de öyle, kanunlar işlenmedi bu şeyde, yani, böyle Ali Kaya gibi olan, o tür insanlar gibi, biraz salıverildi; fakat, bizim de elimizde bir savunma hareketimiz olmadı maalesef. Ben bunu arz edeyim size. Ben bunu diyecektim. Yani, orada çocuktan 7 milyar para alıyor o kendi avukatı vasıtasıyla. Avukatı vasıtasıyla alıyor ve bir hafta içerisinde Ford Mondeo marka sıfır kilometrede alıyor, şeye koyuyor. Fakat biz çok şikâyet ettik, Bakanlığa şikâyet ettik. Sağ olsun, yani, o kadar Bakanlık onu destekledi ki, özellikle bu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; çünkü, bir zihniyete bağlı olan insanlar. Şimdi, o günkü Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'tü. Sağ olsun, bir arkadaşla bir avukatla beraber gittik, buradaki tanıdıklardan. Aldık gittik, bakın bu adamı alın buradan, yoksa, bu daha çok büyük facialara neden yaratıyor ve resmen, adam, PKK'yla işbirliği, yani, Semdin Sakık'tan yardım istiyor, bilgi istiyor. Gündüz Semdin Sakık içeridedir, hapistedir, gece geliyor, kendisiyle beraber sabahlıyor, yani, hayat yaşıyor, yani, böyle bir hayat. Şimdi, ben bunu arz edecektim. Bu avukat da, Mesut Beyin meslektaş itibariyle de şeyidir, Diyarbakır'da yıllar yılıdır, 35 seneden beri avukatlık yapan bir insan. Mesut Bey çok yakından tanıyor. Bu adam...
CEVAP - … Nitekim, o Abdülkadir Algan da yazıyor kitabında. Bu Ali Kaya, 1998 ile 2000'li yıllar arasında, gerçekten, bazı işadamlarıyla İşbirliği yapmıştır ve bana suikast düzenlemiştir para karşılığında; fakat, başaramamıştır. Ancak, başaramayınca, bana ulaşamayınca, benim çocuklarıma ulaştı. Şimdi, bu çocukların cenazeleri gelirken, sabahleyin bizim yakınlarımız...
SORU - Şimdi, bu Ali Kayayla ilgili esas...
CEVAP - Tabiî, o zaman ben bunu söyleyeyim. Ali Kaya, bu işin maşasıdır, yani, paşaların maşasıdır. Bir, o paşanın maşasıdır. Ali Kaya bir figoredir, figürandır. Ali Kaya her bu işin içinde o var, hep o var, Ali Kaya nerede... O yıl içerisinde, aşağı yukarı 900 aileyi Hizbullahtan dolayı mağdur ettiler ve 80-90 kişiyi gözaltına aldılar, o 80-90 kişiden, 8 kişi ancak tutuklanabildi. Ben bunu hep zaman zaman da yazılarım da...
SORU - 900 aileyi neden dolayı?..
CEVAP - Hizbullahtan dolayı, iftira, başka bir şey yok, para alıyor dedi. Şimdi, artı, Ali Kaya ben gözaltındayken, aynı bu kelimeyi bana söyledi, gelsin yüzüne de söyleyeyim.
SORU - Şimdi, hep Ali Kaya'yı söylüyorsunuz da, Ali Kaya bunu tek başına mı yapıyor?
CEVAP - Hayır, Ali tek başına olur mu; ben diyorum ki, figoredir o, yani, bir maşadır. Yani, bunu, aktif gördükleri için o ve bir de Binbaşı Cemal Temizöz, bir de Ali Osman Cefasın, bir de kolorduda bu sahte belgeyi meşrulaştıran -ben yani aceleye g eldi- bu sahte belgeyi PKK'nın, sözde PKK'nın meşruiyetine yol açan, yazı yazan, DGM Başsavcısına yazı yazan iki tane albay... Dosyada hepsi vardır. Birisi Erhan Tavşancı Kurmay Albay, paşanın özel şeyidir, yani, paşa adına İmza atıyor, Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt adına imza atıyor.
SORU - Kim atıyor imzayı?
CEVAP - Kurmay Başkanı, 7. Kolordu Kurmay Başkanı ve Kurmay Albayı zaten. Şimdi burada yazısı var. Bu belgeyi meşrulaştırmak için başsavcılıkla anlaşıyor, ondan sonra şöyle bir yazı yazıyor. Dosyada var size yardımcı olsun diye ben şey ediyorum.
SORU - Dosyaya sayfa numarası verdiniz mi?
CEVAP - Tabiî verdim, hepsi var. hepsi böyle şey halinde var.
SORU - O zaman söylerken, dosyanın şu sayfası deyin.
CEVAP - Karışık yazmışlar. Bu, kriminal raporudur, yani, sahte belge olduğuna dair. Bu, çocukların tutuklama mütalaasıdır. Bu da, mahkemenin beraat karandır. Bu da, Yargılayın onay kararıdır. Bu da, DGM Başsavcısının Yargıtaya yazdığı şeydir, yani, itiraz dilekçesidir.
SORU - Sizin kazandığınız, savcıdan kazandığınız tazminat davasının kararı var mı?
CEVAP - O da var; fakat, bu dosyada yok, onu da gönderebilirim size. O, dosyada var buraya koymamışlar. Bu, Erhan Tavşancının o belgeyi meşrulaştırma şeyidir. Bu da, Reha Şatana'nın o belgeyi meşruiyet kazandırma yazısıdır. Başsavcıyla beraber işbirliği yapıyor. Bu da, o yazıyı yalanlayan, sahteliğini ortaya çıkan yine tabur komutanının, bölgede çalışan tabur komutanının Fecri Turan Kurmay Yarbay, Tabur Komutanı. Bu da onun yazısıdır; yalanlıyor, böyle bir şey yok diyor. Dosya da hepsi var burada. Belgelerle, sabit olan şeylerdir.
SORU - Tamam, hepsini çıkarmaya gerek yok.
CEVAP - Ha, burada, Ali Kaya bizzat bana bu kelimeyi söyledi. Mehmet Ali Bey dedi, sen hemen hemen üzülme dedi, sen solda sıfır sayılabilirsin. Tam 90 işadamı, biz üç ay içerisinde buraya gözaltına aldık dedi. Diyarbakır'dan tam 90 işadamları dedi, biz gözaltına, herkes biletini kesti gitti dedi. Sen de biletini keseceksin dedi. Ben de bilet kesmedim, onbeş gün sonra, bu sefer PKK'lı oldum.
SORU - Bilet kesmek demek ne demek?
CEVAP - Yani, para vereceksin. Bilet kesme odur; para vereceksin yani, işadamısın yani.
SORU - Ne kadar para veriyorsun, ne istiyorlardı?
CEVAP - Yani, suçuna göre.
SORU - Sizden ne istediler?
CEVAP - Benden nakit olarak istemedi; fakat, benim çocuğumdan çok para aldılar, en azından 5 milyar o zamanki parayla aldılar yani.
SORU - Kim aldı?
CEVAP - Bu Ali Kaya aldı. Ondan sonra, yani, açık ve Başsavcı, zaten, net olarak o parayı aldı, 7 milyar nakit aldı. Yani, o da itiraf ediyor; diyor, ben aldım; yani, o da Bakanlığın müfettişi Zeki Yiğit'in dosyasında vardır. Onu da ben size verebilirim. O dosyada...
SORU - Peki "90 tane işadamını gözaltına aldık sizin gibi; onların biletini kestik, sizin de biletinizi keselim" dediğinde, mesela, isim söyledi mi?
CEVAP - Efendim?..
SORU - Hangi işadamları, isim söyledi mi?
CEVAP - Bir sefer, bir iki tane söyledi. Birkaç kişi söyledi; yani, mesela, Aziz Değer'i söyledi. "Biz Aziz Değer'i gözaltına aldık..." Ondan sonra da... Hatırlamıyorum; yani, almışlar birkaç kişiyi; ama, tabiî, hepsinin ismini bir liste bana şey etmedi. Ben zorla kendimi kurtarabildim oradan yani.
SORU - Bu Şemdinli olayı ortaya çıkıncaya kadar Ali Kaya'yla sizin bağlantınız ya da bir temasınız oldu mu hiç? Ali Kaya'yla bir irtibatınız oldu mu?
CEVAP - Kayboldu ortalıktan. Ancak çocukların vefatında bu...
SORU - Ali İhsan Kaya hiç gözaltına alındı mı?
CEVAP - Ali İhsan Kaya hiç gözaltına alındı alınmadı bilmiyorum; fakat, Ali İhsan Kaya ceza aldı. Şeyden ceza aldı; yani, bu Altındağ Dinlenme Tesislerindeki olaydan dolayı PKK'ya yardım... Yani, o para göndermiş, 100 000 mark para göndermiş. O dosya, karar da mahkemede var. O ceza aldı 169'dan dolayı ve ertelediler; yani...
SORU - Yani, Altındağ Tesislerindeki o 8 kişinin ölümünden dolayı Ali İhsan Kaya da mı sorumlu tutuldu?
CEVAP - Tabiî... Yani, itiraf vardı; onların, o PKK'lıların itirafları var, itirafçıların itirafları vardır orada. Belge de var, o belge de, yani, mahkeme kararı var. Temyiz ettiler, ceza tamam; ama, zaman aşımından dolayı, oradan kurtuldu. Yani, o kararda var burada.
SORU - Mehmet Ali Bey, bu Şemdinli olaylarıyla ilgili ne biliyorsunuz? Biraz önce bir soru soruldu.
CEVAP - Efendim, demin söyledim. Bu, detaylı, aynı onun uzantısıdır; yani, tamamıyla...
SORU - Şimdi, sizinle ilgili. Diyarbakır'la ilgili kısım bitti mi?
CEVAP - Bitti efendim.
SORU - Şimdi, Enver Beyin sorduğu kısım; yani, Şemdinli, Hakkâri, Yüksekova... SORU (Ordu) - 1998 sonrası sizin Ali Kaya'yla hiç görüşmüşlüğünüz oldu mu?
CEVAP - Hiç görüşümüz olmadı; yalnız, 2000'de kayboldu, ortalıktan kayboldu. Bir Antep'e verdiler onu, kaybettiler. Bazılarını da, mesela, o Cemal Temizyüz'ün yüzlerini değiştirdiler, onun yüz ameliyatını yaptılar. O kadar insanları öldürdü yani. Şimdi, bu Ali Kaya bir Antep'e gitti, öyle, yani, oraya atamasını yaptılar. Sonradan başka bir ile gitti. Bu alanda da, şimdi, herhalde, ya görevli olarak gönderilmiş veyahut Hakkâri'ye ataması sağlanmıştır; fakat, tamamıyla, yani, bu bir şeydir, bu işbirliğidir, bu organizedir ve PKK'yla mücadele diye bir şey yok; yani, PKK var diye, oradaki gündemde; yani. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, sözümona, oradaki gündemde tutma... Yani, PKK'yla mücadele ediyor Türk Silahlı Kuvvetleri. Onu gösterme, o şekil yani. Bak, mücadele ediyoruz... O şekil var; yani, olayları yaratıyor; yani, yoksa, PKK, mümkün değil, o yürekliler... Mesela, bugün Semdin Sakık PKK'nın ikinci adamıydı. Devlet o esnada Semdin Sakık'la işbirliği içindeydi. O Semdin Sakık, benim hakkımda, 70 nci sayfa diye Nihat Çakar uydurdu ve o Nihat Çakar... Semdin Sakık'ın, bir sefer, mahkeme huzurunda ifadesi yok, sadece kendisinde ifadesi var. Sadece kendisinde; yani, kendisine vermiş olduğu bir ifade. Nedir ifade: Mesela, ben gözaltındayım, o gece beni gözaltına aldıkları zaman Semdin Sakık'ı da yanıma getirdiler. Benim gözüm kapalı; aynı böyle. "Bak, Semdin Sakık sana diyor ki. sen Hizbullahçısın" dedi. "Şıracıyla bozacının meselesi, yani, birbirine şahit oluyor. Şimdi, PKK dağda bana yetişemedi, yıllar yılı mücadele verdik, şimdi sizin huzurunuzda, PKK, gelmiş, benimle mücadele, benim aleyhime şahitlik yapıyor. Söyle, ben neyim" dedim. Dedi: "Ben, vallahi, Mehmet Ali Altındağ'ı tanımıyorum. Ben vicdanımı atmam. Bak, terörist olarak -aynı bu kelimeyi söyledi- fakat, bizim de duyduğumuza göre -bizim de duyduğumuza göre-biz dağ başındayken, bizim militanlar tarafından, milisler tarafından bize haber geliyordu, Mehmet Ali Altındağ, Altındağ Dinlenme Tesislerinde Hizbullah kampı kurmuştur." "Peki, Altındağ Dinlenme Tesisleri açıktır ve gece gündüz çalışan bir yerdir ve orada ulaşım askeriyenin, jandarmanın şeyi altındadır, bölgesidir. Niye şimdiye kadar beni yakalamadılar da, niye Hizbullah'ın belirtileri, orada okuyan öğrencileri, o şeyleri niye tutmadılar madem böyleyse" dedim. "Hayır, ben somut demiyorum, bize böyle bilgi geliyordu; yani, Türkiye çapındaki, Hizbullah'ın finansörüdür Mehmet Ali Altındağ" dedi. Dedim: "Bak, siz dahi, PKK benden para istedi." Gerçekten, her zaman istiyorlardı. Para istiyor, her işadamından para istiyor. Bir gün bana bir telefon geldi -aynı onun yanında söyledim- sabah erkenden, "Mehmet Ali Altındağ, ben dağ başından seni arıyorum. Sen o bölgede Kürdİstan'ın nimetlerinden faydalanıyorsun, Türk Devletinin askerinin lojmanını yapıyorsun, MİT'in lojmanlarını yapıyorsun, Bakanlığın, İçişleri Bakanlığının lojmanlarını yapıyorsun, çok para kazanıyorsun Kürdistan'da; biz de, burada, dağ başında kardayız, şuradayız buradayız; bize alelacele para..." Bunu Semdin Sakık'a anlatıyorum. Ben dedim ki: "Bak kardeşim, gerçekten sen bir figüran mısın, yoksa, hakikaten PKK'nın militanı mısın veyahut benimle alay mı ediyorsun?" Dedi: "Yok, ben PKK elemanıyım." Dedim: "Bak, beni iyi dinle. Kimseye ben şimdiye kadar para vermemişim ve vermem de. Ama, sen mademki beni aradın, bak, sana bunu söylüyorum. Buradan ta Bekaa Vadisine kadar ne kadar PKK'lı varsa, sizin baştaki Abdullah Öcalan'ınız dahil olmak üzere, hepsinizin -affedersiniz- hepinizin ananızı avradınızı böyfe, böyle, böyle yaparım; var mı ötesi?!." Aynı böyle küfür ettim. Baktım, "aha, bak komutanım, sen Mehmet Ali Altındağ'ı getirdin karşımıza, şimdi anamızı avradımızı şey etti" dedi. Şimdi, benim mücadelem buydu efendim. Yani, bunlar Hizbullah yaftasıyla ve bir de PKK yaftalarıyla benden para koparmak için ve hatta -demin sözlerimin başında söyledim feodal yapının gölgesinde başkasından para alıp çıkar sağlamak için üzerimize geldiler ve bu bir organizedir.
SORU - Orayı biraz daha açar mısınız. "Feodal yapının gölgesinde çıkar sağlama" diyorsunuz ya, nedir bu; yani, o feodal yapının gölgesinde çıkar sağlama?..
CEVAP - Şimdi, ben dedim ya, orada bazı işadamları, iş çevreleri, bazı yalakalık yapan, kendine güvenmeyen insanlar, askeriyeye, jandarmaya, polise yanaşıyor, dostluk kuruyor ve hatta, kirvelik de kuruyor, aile dostu oluyor ve onlarla beraber -ağa tipi- dolaşıyor ki, yani, gözdağı, millete gözdağı vermek için. Şimdi, bunlar bunu yaparken, onlardan para alıyor. Bedava yapmazlar. Ali Kaya... SORU - Kim alıyor o parayı?
CEVAP - İşte, bunlar alıyorlar, bu devletin adamları. Bu feodal yapıdan para alıyor, para alıyor ve üzerimize yöneltiyor. Şimdi, bakın ulusal ihanet isimli...
SORU - Yani, orada görev yapan kamu görevlileri ile bölgedeki işadamları işbirliği yapıyorlar, oradaki kamu görevlileri de bölgedeki işadamlarından vesaireden para alıyorlar.
CEVAP -Tabiî... Tabiî, tabiî...
SORU - Niye alıyorlar?
CEVAP - Çıkar için. Bakın, şimdi "ulusal ihanet" isimli, internette bir şey var, bir numara var. Siz onu gördünüz mü, bilmiyorum. SORU - Ulusalcılar mı?
CEVAP - Ulusalcılar. "Ulusal ihanet" adlı, internette... Burada, bende var, vereyim isterseniz. Şimdi, bu ulusalcılar, Yaşar Büyükanıt Paşa, Ali Kaya ve o yanında beraber yatan astsubayının, bölgede, bu Akdeniz Bölgesinde bir ilde, beraber şey yapıyorlar, köşk yapıyorlar, bu, nedir, villa yapıyorlar.
SORU - Nerede?
CEVAP - Villa yapıyorlar. Bak, burada yazıyor. Dosyada var. Villa yapıyorlar orada. "Ulusal ihanet" isimli... Bak, bu Yaşar Paşa. Bak, bunu da vereyim size. Ali, Yaşar Paşa ve...
SORU - Var, bütün internet sayfalarında var.
CEVAP - Hepsinde var. Bunlar, bu şekilde, yani, şirket kurmuşlar, şirket... Onun için, boşuna demiyor "Ali Kaya iyi bir insandır, iyi bir çocuktur, suç işlemez..." Halbuki, kendisi gönderiyor oraya, işletiyor.
SORU - Yani, kooperatif ortağı mı onlar birbirleriyle?
CEVAP - Tabiî, tabiî... Beraber... Hâlâ o inşaat devam ediyor, bitmemiştir. Bu para nereden geldi? Niye?.- Ben, bir işadamıyım, ancak iki üç tane villam var, o da özel kendi... Niye ben oralarda yapmıyorum, satmıyorum?.. Ortaklaşa çalışıyor. Yani, tespitlidir. Resim de var; bak, burada resimleri de var.
SORU - Peki, 1993 yılında Kulp'ta 11 vatandaşın öldürülmesinde Ali Kaya'nın bir dahili var mı, onunla ilgili bir bilginiz var mı sizin?
CEVAP - Vallahi, o yine gizli devlet; yani, derin devletin işi. Yine jandarmanındır; fakat, Ali Kaya'nın işin içinde olup olmadığını ben... O zaman, bak, 1993'te Eşref Hatipoğlu vardı orada.
SORU - Eşref Hatipoğlu İl Jandarma Alay Komutanıydı.
CEVAP - İl Jandarma Alay Komutanıydı, şimdi emekli oldu. Bu adam... Bak, çok ilginç ve çarpıcı bir hareketini söyleyeyim. Bu adam da gerçekten rüşvetçi yani. Açık ve net yiyordu. Şimdi, onun zamanında general vuruldu. Yanında, mesela...
SORU - Lice'de, Tuğgeneral...
CEVAP - Lice'de Tuğgeneral Aydın Bahtiyar kanas kurşunuyla beyninden vuruldu, o da yanındadır. Yani, çok sabotajcı bir insan. Hatta, bir emniyet mensubu ve kilit noktadaki bir emniyet adamı bana söyledi, "vallahi, biz Kulp operasyonundan geliyorduk 1993'te, Eşref Hatipoğlu helikopterle aşağıdaki çalışan işçilere; yani, tarlada çalışan insanlara ateş ediyordu, diyordu, analarını böyle böyle yapayım, bırakın gebersinler, desinler ki PKK vurmuştur..."Aynı, bunu resmî bir ağız bana söyledi. Artık, gelip, burada, huzurunuzda söyler mi söylemez mi bilemiyorum. Yani, bizzat bana söylemiştir ve şimdi fiilen o adam da İşbaşındadır.
SORU - Kim, bunu söyleyen kim?
CEVAP - Söylesem de söylemez; gerekmez. Rıdvan Diler. Emniyet Müdürü şimdi, şey emniyet müdürü... Bizzat bana söyledi, dedi: "Helikopterden ateş atıyordu tarladaki çalışan insanlara, bırakın gebersinler bu Kürtler, desinler ki PKK vurdu." Yani, gayri resmî olarak ağzından alabilirsiniz bu lafı, gayri resmî olarak... Ve Eşref Hatipoğlu'nun beni şikâyet ettiğine dair de paşalara ve Çevik Bir"e yazdıkları mektup. Onları da size arz edeyim. Dosyadadır; fakat, bana şeyleri vermemiştir çocuklar.
SORU - Genel olarak anlatıldı. Eğer, anlatılmadığını düşündüğünüz varsa...
CEVAP - Sorabilirsiniz. Efendim, buyurun. Bak, burada. Eşref Hatipoğlu'nun paşalara yazdığı, bizim hakkımızda, ailemiz hakkında elyazısıyla yazmış olduğu ve benim oğlum Emin...
SORU - Başlığını söyleyin bana, başlığında ne diyor?
CEVAP - İstihbarat İl Jandarma... Bak... Yok, İstanbul herhalde... Şimdi İstanbul'dan yazıyor bunu o zaman. "İstanbul İl Jandarma Komutanlığının İstanbul Merkez Komutanlığına..." Ne diyor, benim pek gözüm görmüyor. O tarihte yazıyor.
SORU - Peki. bu Ali Kaya 80 tane işadamını sorguladı...
CEVAP - 90 tane diyor, bana söylediği o yani.
SORU - Bu 90 işadamının, Diyarbakır'da, sizin dışınızda hiç kimse bu Ali Kaya'dan davacı, şikâyetçi yahut bu gruptan şikâyetçi oldu mu olmadı mı?
CEVAP - Çok önemli bir soru. Millet o kadar korkutulmuş ki Beyim, bunları bir Azrail gibi; yani, aman, bir daha gözaltına alınmayayım, bir daha benim... Benim çocuğum niye gidiyor ona 7 milyar para veriyor; korkudan. Korkutuyorlar. Yani, hiç kimse, kendi canını kurtarma pahasına... Yani, zar zor kendini kurtarıyor. Kim, kimin haddine düşmüş, kimi şikâyet edebilir? Kimde bu yürek var? Mesela, bak, ben diyorum ki açıkyüreklilikle, bak, Kara Kuvvetleri Komutanı -gelsin, benim karşımda, bütün efkârı umumiyeye açık oturum yapalım, açık televizyonda konuşalım- suç işlemiştir ve kilit noktadadır bunlar. MİT Başkanı, o günkü MİT bölge Başkanı suç işlemiştir ve bu girişimleri o tertiplemiştir ve Ali'yi kullanmıştır ve jandarmayı kullanmıştır, jandarma istihbaratını kötü şekilde kullanmıştır. Bunlar suç işlemişlerdir. Yani, vatana ihanettir bunlar. Bakın, bu bilgisayara bakın, her şey açık. Bilgisayar diyorum, internete bakarsanız, her şey açıktadır. Yani, biz kimseye şey etmiyoruz. Ha. bununla beraber, arz edeyim, o zaman, Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Fikret Demirtaş ve 2000'de bu paşa orada yoktu; yani, ben geldim ona söyledim "Paşam" dedim... Harekât Başkanıydı. Ben resmen geldim, benim oğlum daha rahmete gitmeden. Rahmetli Emİn'le beraber gittik, randevu istedik, bizi aldı içeriye. "Paşam, kolorduda ve sizin imzanıza; yani, sizin adınıza -bir kolordu komutanı adına diyor, imza ediyor- böyle bir sahte belge tanzim edilmiştir. Siz de farkındaydınız, niye böyle oldu Sayın Paşam" dedim. Aynı böyle güldü, sırıttı; dedi ki: "Mehmet Ali Bey, ne yapayım, memleket dolu iblisleşmiş. "Memlekette iblis çok" dedi, "iblisleşen insanlar, ben ne yapayım" dedi. Aynı bu cümle. Ben sonradan yazı da yazdım, "Sayın Paşamın iblisleri kimdir acaba" dedim. Cevap yok. "Ne yapalım, herkes iblisleşmiş" dedi.
SORU - Kim dedi bunu?
CEVAP - Paşa söyledi.
SORU - Hangi paşa? İsmi neydi?
CEVAP - Harekât...
SORU- Yaşar Büyükanıt Paşa mı söyledi?
CEVAP - He, Yaşar Büyükanıt ya, kendisi... Ve buna rağmen, beni, yıllar yılı, Genelkurmay... Ben yirmi seneden beri Millî Savunmanın ihalelerini yapan bir firmayım. Birden bire, üç yıl içerisinde, sadece bazı, aynı o çevrenin işadamları vasıtasıyla beni sakıncalı gördüler ya. Beni sakıncalı gördüler oradaki inallerine ve herkes suçlu çıktı, sahte iş yaptı, Allah'a şükür, bizim hiçbir şeyimiz yok. Paşa bunu da söyledi, "senin adına sahte belge tanzim etmiştir ve bizi mağdur etmiştir..." "Yahu, Eminciğim -benim oğlum bunu söylüyor- ne yapayım, millet iblisleşmiş, ben ne yapayım" diyor. Bu kelimeyi şey etti.
SORU - Peki, Ali Kaya'yı siz ne derece tanıyorsunuz, onun malvarlığı vesaire?..
CEVAP - Ali Kaya'nın o bölgede... Yani, meşhur... Orada, yaklaşık on seneden beri o bölgede cirit adıyor. Jandarmada dosyalar geliyor senin. Yani, bu olaylardan evvel üç dört defa benim yanıma geliyor, Yüzbaşı Ali Osman Celasun'la geliyor, benim çevremi kontrol ediyor. Kitaplarıma bakıyor. Benim şeyim, kitap var, dinî kitaplar var, tarihî kitaplar var. Ben, yazarım. Bunlara epey bakıyor. "Saidi Nursî'nin kitapları var mı?" Vardır... "Efendim, bilmem neci Fazıl'ın kitapları var mı?.." Vardır... Ondan sonra, bakıyor, araştırıyor, çayını içiyor, yemeğini yiyor, gidiyor. Ondan sonra komplo hazırlıyor. Bu şekilde.
SORU - Peki, Fethi İpek isimli bir şahsın öldürülmesi olayı. Biliyor musunuz o olayı siz?
CEVAP - Fethi İpek?..
SORU - Evet.
CEVAP - Yok, ben o olayı bilmiyorum; ben onu bilmiyorum.
SORU- Mehmet Ali Bey, siz uzun süre askeriyeyle iş yapmışsınız, öyle ifade ettiniz, yirmi yıl falan.
CEVAP - Evet, doğrudur.
SORU - Hâlâ da devam ediyor herhalde işleriniz.
CEVAP - Devam ediyordu; fakat, yok, şimdi yok. İş yok şimdi, kestiler; üç dört senedir kestiler. Bizi sakıncalı gösterdiler.
SORU - Yani, bu olaylar devam ettiği sürece de siz iş yapıyordunuz, askeriyenin işlerini yapıyordunuz.
CEVAP - O zaman, evet. Hatta, oğlum oradan geldi, doğrudur
SORU - Yani, çocuklarıma trafik kazası olayı...
CEVAP - Tabiî, tabiî, oradan geliyordu; evet, evet, doğrudur.
SORU - Şimdi, o bölgede askeriyeyle iş yapan insanların hepsi çok derin bir araştırmadan geçirilir. Muhakkak sizi de bu derin araştırmadan geçirdiler, sizin hiçbir sakıncanızın olmadığını gördüler, sizin devletten yana olduğunuzu, devletle her zaman birlikte çalışan birisi olduğunuzu, devlete hiçbir zaman hainlik, hıyanet içerisinde olmayacağınızı tahmin ettiler. Tahmin değil, biliyorlardır; yani, bu bilgi dahilinde.
CEVAP - Biliyorlar, tahmin değil.
SORU - Devlet, o dönemde, o bölgelerde de PKK'ya karşı mücadele etmek için bir Hizbullah örgütlenmesinin içinde de yine bu derin ilişkilerin içinde olduğunu herkes biliyor, bizlerde biliyoruz.
CEVAP - Hizbullah'ı da, PKK'yı da onlar yarattılar; yani, ajan kullandılar... Hizbullah diye bir şey yok, sadece onlar bu ajanları kullandılar, militan aldılar, para verdiler ve bazı yerlere saldılar.
SORU - PKK'yla mücadelede, tıpkı, bugün nasıl korucuları, nasıl itirafçıları kullanıyorlarsa, o gün de bir Hizbullah örgütlenmesine ihtiyaç duydular ve bunu da yaptılar.
CEVAP - Aynen öyle.
SORU - Bu arada, sizden bu konuda; yani, bu Hizbullah militanlarının yetiştirilmesinde, eğitilmesinde, onlara yardım etmede hiç sizden yardım istemediler mi?
CEVAP - Kesinlikle.
SORU - Hiç böyle bir talep olmadı?
CEVAP - Kesinlikle efendim. Ben size şunu arz edeyim: Şimdi, ben müteahhitliğe başladığım zaman, 1982'de başladım. 1982'de başladığım zaman, ilk şeylerim askeriyle, Diyarbakır 7. Kolordudaki inşaatlarla başladım. O zamandan 1990'lara kadar, 1992'lere kadar hiç problem yok; yani, hiçbir şey yok. 1993'e kadar problem yok.
SORU - 1982'den 1993'e kadar?
CEVAP - Tabiî, 1993'e kadar problem hiç yoktu. MİT lojmanlarını yaptık. Hatta, Cizre'de spor salonu yaptık, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünün. Ondan sonra, Cizre'de MİT lojmanlarını yaptık. Şimdi, tüm bunlara rağmen, 1993'te bizim... DGM'deki hâkim ve savcılar dahi sabah yemin ediyordu, şimdi, 11. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimi -ismini unuttum, orada 1. No'lu DGM Başkanıydı - o dahi dedi ki: "Vallahi, Mehmet Ali Bey, biz gidiyorduk, Diyarbakır Söz Gazetesini masamızda gördüğümüz zaman yürekleniyorduk; diyorduk, oh, bak, böyle, devleti, bu bölgede, bu Diyarbakır'da devleti savunan bir yayın kuruluşumuz vardır." Böyle yürekleniyordu hâkim, savcılar ve etle tırnak gibiydik; yani, bir suçumuz yoktu, biz devletle çalışıyorduk. Hatta, 1994'te -yine, o da var, o yazı da var dosyada- dağa giden ulusal basının mensuplarını, gidip, dağdaki Semdin Sakık'la oturdular sıkı fıkı ve orada avakname imzaladılar ki, Diyarbakır'a ulusal basın girmeyecek.
SORU - Kiminle kim imzaladı?
CEVAP - Basın; yani, ulusal basının mensuplarıyla; yani, bölge temsilcileriyle... O da dosyada var. Gazete isim var burada, ben size gösterebilirim, 15 Eylül. Şimdi aceleye gelmesin. Şimdi, tüm bunlar varken, benim gazetem kilit vurmadı. Mesut Bey biliyor, orada dört ay fiilen gazete çalıştı ve polis gazetemi sattı. Bölge Valiliği gazeteyi satıyordu; çünkü, devleti savunuyordum. Şimdi, tüm bunlara rağmen, 4 Ocak 1993'te benim gazeteme yine PKK tarafından saldırı düzenlendi. Neden; çünkü, devlet yanlısı yayın. Merkeze saldırı düzenlendi, orada bir polis yaralandı. Orada nöbet tutan polisler vardı, bizim işçilerimiz vardı -personel- yaralandı. Araştırdık. Emniyet hemen harekete geçti, yine bu o zamanki Terörle Mücadele Şube Müdürü Ramazan Sürücü Bey ve ekipleriyle beraber hemen bölgeyi sardılar. O çatışmada, bir bayan, iki tane de erkek, orada, çatışmada onları öldürdüler. Ha, bu devam etti. Aynı şekilde, bu kez 11 inci ayda -yine aynı senenin, aynı yılın 11 inci ayında- Dicle kenarında benim dozerim çalışıyor, kum yüklüyor. Benim o dozerim de yakıldı. Yine PKK süsü verildi; ama, maalesef, PKK değildi, yine milislerdi. PKK'yla işbirliği yaptı; çünkü, Artış kod isimli Engin Kara da bunu söylüyor, aynı o dosyada söylüyor.
SORU - PKK yapmadı; ama, PKK'nın kullandığı milisler yaptı diyorsunuz.
CEVAP - Tabiî... PKK'yı kullanan; yani, parayla kullanan militanlarını... Bu yakıldı. Her nedense, 1994'te, 1994'ün temmuz ayında burada Millî Savunma Bakanlığında Hava Kuvvetlerinin bir ihalesi yapılıyordu ve o ihaleyi benim çocuğum alıyor burada; yani, yüzde 18 kırımla Emin Altındağ'da kalıyor; 1994'te. Bütün dosyalar, şartnameler, her şey haiz olmakla beraber. Ondan sonra, sözleşme yapılırken derhal dosyayı noterden geri çektiriyorlar. Nedir, neyin nesidir? "Bu firma sakıncalıdır" diyor. Hani, siz sordunuz ya, "bu firma sakıncalıdır, bununla iş yapmayın..." Yahu, kardeşim, onbir seneden beri ben çalışıyorum; sakıncalıyım ne; benim devlet yayınlarım var. Benim oğlum beni çağırdı, ben gittim. Geldim, Millî Savunma İnşaat Emlak Daire Başkanı Mustafa Erbay Paşa var, onun yanına çıktım. Paşam, hayırdır dedim. "Vallahi, Mehmet Ali Bey, çok gizli bir rapor bize gelmiş." Nereden gelmiş Sayın Paşam? "Vallahi, kaynağı Diyarbakır'dan gelmiş." Nasıl, Diyarbakır'dan kimden gelmiş? "Diyarbakır Valiliği ve Asayiş Bölge Komutanlığından gelmiştir, sakıncalısınız. Siz bırakın, bu iş zaten gitti, artık buna bir bardak serin su için; ama, Türkiye'deki yapılmakta olan diğer işleriniz de iptal ediliyor" dedi. O kadar ki hain olduk; bir çırpıda hain olduk yani. "Ama, bana göre, benden sorarsanız, ben bir sınıfta öğretmensem, o sınıfta kaç tane çocuk varsa, notlarını hep ben veriyorsam, firma olarak ve Mehmet Ali Altındağ olarak sizin notlarınız bende 10, 10, 10, 10..." O adam hâlâ hayattadır; ama, nedense... Ben, hemen, çıktım; sağ olun... "Getir bana bir düzeltme kâğıdı, ben işi düzelteyim dedi. Ben çıktım, geldim, burada Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan'dı. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'dı, İçişleri Bakanı da Nahit Menteşe idi. Ben şeyi aradım, dedim "Sayın Valim, siz 24 saat burada gazetemizi okuyorsunuz ve Diyarbakır'a ulusal basın gelmeyince bizim gazetemiz devlet yayını çıkmıştı. Nasıl oldu da biz hain olduk?" "Olamaz, nasıl olur" dedi. Dedim "efendim, böyle..." "Aç generali. Millî Savunma Bakanlığı Müsteşarını aç, ara, söyle kendisine." Aradı, benim yanımdaydı. "Vallahi, paşam, olamaz. Ben Diyarbakır'dan Ankara'ya sabahleyin geliyorum" dedi. Ve sabahleyin atladı geldi. Bakın, hayattadır Ünal Erkan, sorabilirsiniz. Geldi "Paşam, eğer Diyarbakır'da, o bölgede bu firma sakıncalıysa, ben kellemi veriyorum. O bölgede devlete en yakın ve en sadık insan bu firmadır ve bu ailedir. Siz nasıl..." dedi. "Vallahi, biz de biliyoruz; fakat, İçişleri Bakanlığından böyle bir rapor gelmiş, ne yapayım, biz yapamayız" dedi. Ünal Erkan Emniyet Genel Müdürünü aradı "Mehmet Bey, mesele böyle böyle" dedi. "Olamaz..." O da inanmadı. Bakın, o da inanmadı. Onun yanına gittim. Talimat verdi, dosyadan çıkardılar. Orada, Eşref Hatipoğlu İl Jandarma Alay Komutanıdır ve demin bahsettiğimiz o ailenin çok sadık ve yakın dostudur -Kaya'nın- ve İl Valisi, Vali Yardımcısı Yılmaz Aydoğan -o da Vali Yardımcısı- o aynı o dostluk içerisinde. Bunlar, Bölge Komutanlığının sahte bir istihbarat bilgisiyle hakkımızda böyle bir bilgi hazırlıyorlar. O bilgi dosyadadır. Şimdi, diyorlar ki: "Altındağ ailesi, Mehmet Ali Altındağ ve 4 tane kardeşi -benim 4 tane çocuğum var, benim her 4 çocuğumu da kardeşim yapıyorlar, kardeş yapıyorlar Bunlar PKK'yla mücadele verdiler; fakat, PKK onlardan birisini öldürdü." Aynı yazı, resmî yazı. "Birisini öldürdü, bunlar korktular, teslim oldular artık. Bunlardan bir hayır gelmez, sakıncalıdırlar, bölgede artık devlet ihaleleri bunlara verilmez." Böyle... Bu bilgiyi aldım götürdüm...
SORU - PKK tarafından öldürüldü denilen çocuğun adı ne? Hangisi?
CEVAP - Yok, Emin değil, şey 1994'te, hiçbirisi öldürülmemiş, yani, birisi öldürdü, kardeşi öldü...
SORU - Böyle bir şey uydurdu yani...
CEVAP - Bir kardeşi öldürülmüş diyor. Kardeş de değil, benim her dördü de isim de sayıyor, Emin Altındağ, Ahmet Altındağ, Selahattin Altındağ, Akif Altındağ. Bunlar Mehmet Ali Altındağ'ın kardeşlerinde birisi öldürülmüş, bunlar artık PKK'ya teslim oldu. Niye bunu uyduruyorlar? Çünkü, o albay hakkında yazımız, yazı yazılmış, gece gündüz, pavyon, disko halini yazmışız. O bölge vali yardımcısı, devletin kömür ihalesini kendi yan firmasına yaptırmıştır, biz de yazmışız ve ödemeler Türk parasıyla değil, rekabetsiz bir, rekabeti ortadan... Biz bunları yazmışız. Ve o il Vali Yardımcısı Yılmaz Aydoğan bu yazılarımızdan dolayı sekizbuçuk yıl ceza aldı. Sekizbuçuk yıl ceza aldı ve bugün sefilleri oynuyor, devlet onu kovdu kapısından veya Eşref Hatiboğlu general olacaktı, onu da emekliye ayırdılar. Böyle bir uydurma neticesinde ben aldım getirdim, İçişleri Bakanlığı, Nahit Menteşe aa dedi, o sakıncalı insan Muharrem Göktay'ın imzasıyla çıkmış, hem de aynı zamanda Müsteşar Yardımcısı. Sen misin, dedim benim. Dedi hemen bir dilekçe yaz, ben düzelteyim. Hemen dilekçe yazdık ve düzeldi, o ihalemizi de aldık, diğer ihalelerimize de karışamadı ve işimize devam ettik. Bu iş böyle devam ederken, 96'ya gelince, 96'daki 22 Haziran olayı, yine Eşref Hatiboğlu'nun gammazlığıyla ve bu ailenin gammazlığıyla...
SORU - Bu Ergani yolu baskını değil mi?
CEVAP - Tabiî, tabiî... Bu sefer bu senaryo devreye girdi. Ondan da bir şey tutturamadılar. Her ne kadar adamlarımız Öldü, özetle, 98'de bu sefer Hizbullah ve PKK yaftalan bize yakıştırıldı. Ondan da Kurtulduk. 2000'de yine bize musallat oldular. Bu kez para çocuğumdan aldılar. Ben de şikâyet ettim. Bu sefer benim oğlum o yolda öldü arkadaşıyla beraber. Mesele budur.
SORU - Buyurun.
CEVAP - Sorun. Ben her şeye hazırım, açığım hiç cevap veremedim bir şey yok.
SORU - Şimdi, bu hem bize verdiğiniz dilekçede hem de biraz önce bu Ergani baskını dediğinizde, orada diyorsunuz ki "Ergani yolu üzerinde bulunan dinlenme tesisine aynı şahısların tertipleriyle..." Ama, daha önce. konuşmanın başında PKK yaptı dediniz bu baskını...
CEVAP - Şimdi, PKK'ya yaptırıldı. Bak, şöyle yaptırıldı, yani, onlar yapmadı, ben açıklık getireyim oraya, tamam.
SORU - Yani, bu PKK'yla bu Nihat Çakar, Ali Kaya...
CEVAP - Nihat Çakar o zaman yoktu. Yani, bir ay sonra geldi.
SORU - Yazıda böyle. Başta DGM Başsavcısı Nihat Çakar diyorsunuz ve Ali Kaya olmak üzere hakkımda Hizbullah Örgütü falan falan falan yazıyorsunuz, çocuğunuzun vefat ettiğini yazıyorsunuz...
CEVAP - Tamam. Olayın gelişi bu.
SORU - Olaylar arasında irtibat kurulduğunda, sebep ile sonuç arasında mevcut illiyet bağı gözetildiğinde, oğlumun ve arkadaşının ölümlerine sebebiyet vermiş oldukları aşikârdır. Aynı şahısların şahsıma yönelik suikast tezgâhladıkları PKK itirafçısının şeyinde diyorsunuz, ekte sunulan DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 98'e falan hazırlık şeyinde Yavuz Şentürk takipsizlik kararı vermiş, yani, ben Hizbullah Örgütü mensubuyum, çocuklarım PKK'lı bu çelişkileri Sayın Komisyonun takdirlerine arz ediyorum. Ergani yolu üzerinde bulunan dinlenme tesisim aynı şahısların tertipleriyle taranmış, 8 kişinin ölümü ve 13 kişinin yaralanmasıyla son bulmuş.
CEVAP - Aynı organizenin. Çünkü, diyeceksin niye? Eşref Hatiboğlu 93 ve 94'te, 95'e kadar oradaydı, 95'te gidince, bu mektupları yazıyor her tarafa.
SORU- PKK yapmadı da bunların tertibi mi yaptı diyorsunuz?
CEVAP - Bak, bak, şöyledir, PKK'nın militanları, şöyle: Sözümün başında söyledim, dağ başındaki kamplarda milislerle, milisleri ayarladılar, onlara haber gönderdiler, hatta, bak, güzel bir soru, Şoraş kod Feyat Aluk isimli bir terörist bizim Altındağ Dinlenme Tesislerinden tam on gün sonra bitişiğinde bir köy vardı, Hantepe Köyüne 4 tane öğretmeni öldürüyorlar ve Hantepe olayında bu Feyat Aluk fiilen içindeymiş. Mahkeme huzurunda kendisi itiraf ediyor. Diyor ki, evet, biz bunları yaptık, fakat, Altındağ'da biz yoktuk. Şu şu şu isimler vardı ve o isimler de gerçekten emniyetçe Diyarbakır'ın içinde yakalandı ve vuruldu, yani, çatışmada vuruldu o her üç isim de.
SORU - Yani, itirafçı mı bunlar? Sizin bu şey dediğiniz...
CEVAP - Hayır, itiraf ediyor, kendisi...
SORU - "Milis" dediğiniz bu itirafçılar mı yani?
SORU - İtirafçı değil...
CEVAP - Bak, terörist bunu söylüyor, terörist ifadesinde bunu söylüyor, mahkeme huzurunda. Mahkeme 4 nolu DGM huzurunda orada şey var, mahkeme tutanağı var, ifadesi var. Diyor ki: Biz Dicle'nin bilmem hangi kampındayken, bizim yöneticimiz Ferit, bilmiyorum, Ferdi... Ferdi isimli, soyismi de yazılıdır hepsi, Ferdi şeyle diyor, ondan sonra, Ferdi'yle diyor Ali İhsan Kaya'nın sınıf arkadaşı Hebun isimli, yani, kod isimli, Hebun vasıtasıyla 100 bin mark bize gönderildi diyor. Böyle, İfadesinde söylüyor ve ceza aldı o. Kendisi söylüyor. Mehmet Ali Altındağ'ın tesislerini ve Mehmet Ali Altındağ'ı yok edeceksiniz diyor. Hareket oradan başladı. Biz böyle yaptık. Ha, demek şimdi nereden çıktı? PKK olay yapıldığı zaman, dört gün sonra Beka Vadisinden, haber, hep yayınlar televizyon yani PKK yapmamış dediler, yani, üstlenmediler. Ancak Dicle çetesi yapmış dedi, Dicle çetesi yapmıştır. Bu Dicle çetesi de bu hegemonyanın paralelinde çalışıyordu para karşılığında. Ha, bu, budur yani, durum bundan ibaret. Orada evrak yani konuşuyor.
SORU - Şimdi, bu basın da, ulusal basın o bölgeye giremediğinde, onlarla bir sözleşme yapılmış falan dediniz, orayı net anlayamadım ben. Sözleşmeyi kim yapıyor?
CEVAP - Yani, sözleşme derken, açıkoturum yapıyorlar dağ başında, dağda yani, Kulp Dağlarında, bunların başını da çeken Semdin Sakık, o da 94'te oluyor, biliyor musun? Bunlar diyorlar ki, artık biz Diyarbakır'ı bölge olarak teslim aldık, siz kesinlikle ulusal basını Diyarbakır'a sokarsanız, basın şey yazacak, basını sokmayın buraya. Onlar da söz veriyorlar. Kim basını sokarsanız oraya temsilcileri, özellikle güneydoğu...
SORU - Ulusal basından kastınız Hürriyet, Milliyet...
CEVAP - Hepsi hepsi, tabiî. Siz bunu duymadınız mı ya, bütün Türkiye biliyor bunları. Dört ay...
SORU - Kimle oturuyorlar yani, kim söz veriyor sokmayacağız diye?
CEVAP - Hepsini... Hepsi... Milliyetin temsilcisi, Hürriyetin temsilcisi. Tabiî, bunlar hep bölge temsilcileri, Sabahın temsilcileri, Hürriyetin, Milliyetin, ondan sonra...
SORU - PKK'yla böyle bir sözleşme yapıyor bunlar?..
CEVAP - Tabiî tabiî tabiî... Açık ve net olarak diyorlar ki bak siz ölümünüzü göz önüne alırsanız, Diyarbakır'a gazete girsin! Herkes kepenk çekti, gazete girmedi Diyarbakır'a.
SORU - O şeyde bile biz Söz Gazetesi olarak yayınımıza devam ettik diyorsunuz...
CEVAP - Bak burada resimleri var, dağdaki oturma resimleri var. O resimler burada var. Ben size vereyim.
SORU - Tamam, zaten dosyanızda varsa...
CEVAP - Hepsinde var.
SORU - Bir de bu kamu görevlilerinden oradaki işadamlarıyla kirvelik şeyi falan dediniz ya...
CEVAP - İşte bu da sıkı fıkı dostluk yani.
SORU - Mesela bildiğiniz meşhur ünlülerden kim kimin kirvesi, hatırlıyor musunuz?
CEVAP - Şimdi, bu jandarma alay komutanları ve ilçedeki yüzbaşılar, üsteğmenler, astsubaylar, aynı. Ben, bu yapıyor, bu yapıyor demek de şey değil. Yani, olağan bir gerçektir yani, sorabilirsiniz. Olağan bir şeydir yani. Ama, dört ay boyunca ulusal basın Diyarbakır'a sokulmadı. Ama, benim gazetem çıktı, benim televizyonum... Gerçi o zaman televizyonum yoktu, 95'te kuruldu. Fakat, gazetem, fiilen devlet satıyordu, polis satıyordu gazetemi. Ama, tüm bunlara rağmen, mükâfat aldığımız yerde, işte, nihayet darbemizi aldık.
SORU - Bir de Gaffar Okan çok şeyler biliyordu falan dediniz ya...
CEVAP - Ha, Gaffar Okan da bana şey söyledi...
SORU - Kaç kere görüştünüz? Yani, öyle...
CEVAP - Sık sık görüşüyorduk. Beni hep gazeteden, ben ve benim gazete genel koordinatörüm Ömür Büyüktimurla sık sık konuşuyordu, bütün emniyet müdürleriyle konuşuyordu zaten, şeyleri var, bilgi alıyorlar, bilgi veriyorlar. Şimdi, beni gözaltına aldıkları zaman, 24 Nisan 2000'de, beni gözaltına aldıkları zaman, Gaffar'a yazı yazıyor. Gaffar diyor ki ben bu adamı gözaltına alamıyorum, çünkü suçu yok.
SORU - Yazıyı kim yazıyor?
CEVAP - DGM Başsavcısı. DGM Başsavcısı yazı yazıyor. Sen alamıyorsun, sen vekâletnameyi Serdar Beye ver, Emniyet 2. Müdürü. Gaffar Okan izne ayrılıyor o gün için, üç günlüğüne izne ayrılıyor ve vekâletnameyi yardımcısına veriyor ve beni gözaltına... Yine, aynı o iş yerlerimi bu sefer polis, jandarma yoktu, gözaltına aldılar. Şimdi, ertesi gün benim çocuğum geliyor orada trafikten vefat ediyor arkadaşıyla beraber, Gaffar Okan haberi duyuyor, çocuğumu da çok iyi, yakından tanıyor, geliyor, geldi, taziyeye geldi. Taziyeye geldiği zaman başını eğdi, Mehmet Ali Bey dedi, bu bölgede dedi. Bu yörede çok oyunlar oynanıyor kusura bakma dedi, çok oyunlar oynanıyor dedi. Diyarbakır dedi çok önemli ve çok değerli bir evladını yitirdi dedi. Bunu, hazin olarak bunu itiraf edeyim dedi. Ama dedi, bir DGM Başsavcısı eğer yazı yazıyorsa bunları böyle yap, biz de yapmak zorundayız, kusura bakmayın dedi. Bu işin İçinde çok büyük oyunlar var. ben hepsini açıklasam dedi, açıklayamam dedi. Bizzat bana söyledi ve gözünden yaş geldi ve adam aynı yıl içerisinde, yani sekiz ay sonra 24 Ocak 2001'de adam beş tane polisiyle beraber kaşla göz arasında, yani, Hizbullah’a mal ediliyor... Yani, düşünün, size detaylı bilgi vermek istiyorum, kusura bakmayın başını ağrıtmayayım...
SORU - Estağfurullah, zaten o maksatla çağırdık, bilgi veresiniz diye. Buyurun.
CEVAP - Bir devletin emniyet müdürü, bir ilin emniyet müdürü kendi ekibiyle beraber yola çıkıyor ve önde giden bu koruma polisleri, bu eskortlarla, arkasında da eskort, ondan sonra Hizbullah Diyarbakır'ın ortasında pusu kuruyor, ondan sonra, tırırırıt hepsini bir çırpıda götürüyor ve anında kayboluyor. Bu ne biçim devlet?! Bu ne biçim halk?! Bu ne biçim güç?! Kimin aklında bu?.. Yani, PKK olsun, Hizbullah olsun, hangi örgüt olursa olsun, kimin aklına gelir? Yani, o kadar bu örgüt dedim, ben televizyon izliyordum, Ankara'daydım, birkaç tane resmî emekli resmî insanlar da yanımdaydı, yine Emniyetin insanlarıdır, dedi Okan gitti. Dedim beyler, bunu hakikaten Hizbullah mı yaptı? PKK mı yaptı? Vallahi öyle diyor. Öyle diyor değil, eğer PKK veya Hizbullah o kadar güçlü ise, o zaman devlet bitmiştir dedim. O zaman devlet bitmiştir kardeşim. O zaman, her tarafa, gelir Başbakanı da yapar aynı şekilde. Gelir Cumhurbaşkanı da böyle suikast yapar Ankara'nın ortasında. Benim aklımda bu, yapmayın dedim ve gerçekte öyledir yani. Şimdi, ertesi gün cenazede çok dikkatimi çekti, ben televizyondan izliyorum, o gün Jandarma Bölge Komutanı Fikret Demirtaş, Tuğgeneral. İçişleri Bakanı şeydi. ANAP'ın şeyiydi, Sadettin Tantan Beydi, cenazede Sadettin Tantan'a bağırdı o general, çok kötü bağırdı. Sayın Bakan dedi. Sayın Bakan dedi, işte yapıyorlar, bak görüyorsun, biz, size defalarca söyledik... Bakan çıt kelime söyleyemedi. İşte bak yaptı biz size defalarca söyledik, Hizbullah bunu yaptı... Halbuki ne alakası var?
SORU - Bunu diyen kimdi dediniz?
CEVAP - Demirtaş, Fikret Demirtaş. O da bu işin, bu rollerin içindeydi zaten. Bunlar hep mafya, yani, hep çete yani, hep şey. Demirtaş... Bak, size ne diyorum, o gün benim çocuğum ölüyor, trafik kazasında, yani, o süs veriliyor, dağda, askerî birlik yanı başında, 100 metre ve hâkim tepede ve ertesi gün muhabirlerinden, gazetecilerinden bilgi notları olan kasetler alınıyor, o günün kolordu komutanı, yani, Yaşar Paşa'nın halefi Temel Doğan Paşa, üç gün sivil insanı benim şeyime gönderiyor, sivil iki üç tane genç, değişik genç taziyede bulunduruyor ve beni telefonla arıyor, Mehmet Ali Bey, başın sağ olsun. Peki Paşam, sağ olunuz. Jandarma Bölge Komutanı bu Fikret Demirtaş var, vallahi Mehmet Ali Bey ben Mardin'deyim, başın sağ olsun. Peki Paşam, bir şey olmaz. Ee, ben biliyorum. Ne bayramdır ne seyrandır meselesi, yani, bu başın sağ olsun hiçbir zaman bir selamımız kelamımız yoktur, niye böyle? Ondan sonra, Olağanüstü Hal Bölge Valisi, bu şeydi, şimdi Emniyet Genel Müdürü, Aydın, ne diyorlar ona, ha, Gökhan Aydıner, o. O da telefon açıyor, başın sağ olsun. Peki, sağ olun Sayın Valim dedim. Aradan bir müddet geçiyor, iki üç ay geçiyor, aynı insan, Dicle Üniversitesinde bir ihale yapılıyor, kardiyoloji ihalesi, bir de Fen Fakültesi Binasının ihalesi yapılıyor, ben iki firmamla müracaat ediyorum, tabiî, bölgede sakıncalı firma kimdir, ne var ne yok?.. Özellikle bu Gökhan Eraydın, resmî yazı, gizli ve gizli yazı yazıyor, diyor bu firma sakıncalıdır, buna vermeyin diyor. Baş sağlığı dileyen ve benim karşımda gülen ve aynı insanın, aynı insanın burada ben bu şeyde Polisevini yapıyorum aynı o sırada...
SORU - Ankara'daki Polisevini mi?
CEVAP - Tabiî. Devletin birçok yerlerinde iş yapıyorum. O yazıyor diyor, İntim İnşaat Limitet Şirketinin ortaklarından Selahattin Altındağ fişlidir, sakıncalıdır, ihale vermeyin ve o belge elimde, yani, elimde derken dosyalarımdadır ve onun imzası. Bir gün onun da yüzüne çarptıracağım ben onu.
SORU - Mehmet Ali Bey hem gazeteci hem yazı yazıyor, tabiî, bu işten yüreği de yanmış, haklı olarak, duygusal tarafları da var...
CEVAP - Hayır, ben objektif konuşuyorum.
SORU - Hayır hayır, bizim Komisyonumuzun esas görevi Yüksekova. Bu bildikleriyle, bütün bu bildiklerinizle, Yüksekova'daki şeyi nasıl tahlil ediyorsunuz, nasıl değerlendiriyorsun? Bu İsimler geçince...
SORU - Hakkâri, Yüksekova, Şemdinli'yle.
CEVAP - Ben iki tane dosya daha hazırladım. Birisini bilgi notu olarak şeye veriyorum.
SORU- Mehmet Ali Bey, ben tamamlayayım da...
CEVAP - Tamamlayın, buyurun efendim.
SORU - Bu Şemdinli'deki, Yüksekova'daki olaylar meydana geldiğinde, Ali Kaya ismini duyunca, muhakkak bir yorum yaptınız. Nasıl bir yorum, nasıl bir tahlil yapıyorsunuz? Bunları nasıl bağdaştırıyorsunuz?
CEVAP - Benim en çok dikkatimi çeken olay, Ali Kaya'nın ismi çıktığı zaman televizyondan izledim, dedim o bu ha, bir. İkincisi, Yaşar Paşa'nın "iyi çocuktur, Kürtçe biliyor, suç işlemez, Kuzey Irak'ta bize tercümanlık yapıyor" savunması benim çok dikkatimi çekti.
SORU - Bitti mi yani şeyiniz?
CEVAP - O bitti, yalnız, devletin beni koruduğuna dair ve bana PKK'nın ve Hizbullah'ın şerrinden koruması için 1993'ten şimdiye kadar Genelkurmayın, Emniyet Genel Müdürlüğünün ve Bakanlar Kurulunun koruma dosyasını de ben size arz edeyim, buyurun.
SORU - Tamam, onu da alalım.
CEVAP - Ve şirketlerime uzun namlulu silah verilmişti; ama, tüm bunlarla beraber, yani, Ali Kaya boş bir insan değildir ve tek başına da değil. Bu organize, çok büyük para var işin içinde.
SORU - Onun böyle mal varlığında falan bir artış falan Diyarbakır'da çünkü on yıl bir süre kalmış, yani, epey bir süre kalmış...
CEVAP - Hem onun hem Yaşar Paşa'nın. Yaşar Paşa kendini şey etmesin, beraberdiler. Yaşar Paşa'nın kızının düğünü oluyor, Bölge Valisi Aydın Arslan'la ondan sonra rektörlerle Diyarbakır'daki birçok ben dahil olmak üzere Harbiye şeyine götürüyor, orada gece düğününü yaptırıyor ve Çevik Bir'le beraber. Bu değirmenin suyu nereden geliyor?!
SORU - Yani, orada düğün yaptıramaz mı? Nasıl?..
CEVAP - Hayır, yapar da. niye belirli işadamlarını çağrılıyor düğüne? Hep altın bilezik falan versinler. Verdik, herkes verdi.
SORU - Canım, düğüne giden bir şey takar herhalde. Sizin gibi namlı isimler de herhalde bir çiçekle gitmez yani, bir şey götürecek yani.
CEVAP - Espri olsun diye.
SORU - Evet, başka soru?..
CEVAP - Bölge valisi şey vardı, o bir tane daha vardı...
SORU - Aydın Aslan vefat etti.
CEVAP - Yok, ondan önce.
SORU - Ünal Erkan'dı, ondan önce Hayri Kozakçıoğlu.
CEVAP - Yok yok, bir tane daha vardı...
SORU - Necati Çetinkaya. Atandı, yapmadı.
CEVAP - Aldılar onu...” şeklinde beyanlarda bulunmuştur.
Mehmet Ali ALTINDAĞ’ın Cumhuriyet Savcılığımızda Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonunda vermiş olduğu bu ifadeler karşısında hâlen Genel Kurmay Başkanlığı’nda Kara Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaptığı bilinen Yaşar BÜYÜKANIT ile o dönemde komutası altında çalışan bir kısım askerî yetkililer hakkında Suç İşlemek İçin Örgüt Kurmak, Görevi Kötüye Kullanmak ve Sahte Belge Düzenlemek suçlarından, yine 09.11.2005 günü Şemdinli ilçesinde meydana gelen patlama olayından sonra Yaşar BÜYÜKANIT’ın olayın faillerinden olan Ali KAYA’ya yönelik açıklamaları nedeniyle Âdil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs suçundan soruşturma evrakı Genel Kurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı’na gönderilmek üzere tefrik edilerek soruşturma defterimizin 2006/152 Sırasına kaydı yapılmıştır.
2 - Tanık Mehmet Salih YILDIZ Beyanında : Ben hâlen Yüksekova Belediye Başkanı olarak görev yapmaktayım. 9 Kasım 2005 tarihinde Şemdinli ilçesinde meydana gelen bombalama olayında akşam saat 17:00 - 18:00 sıralarında Şemdinli ilçesine intikal ettim. Gece olmasına rağmen çarşıya çıktığımızda halk hâlen arabanın başında bekliyordu. Zorda olsa halkı dağılmaya iknâ ettik. Keşfin yapılma imkânını sağladık. Tek ağızla sanki herkes bu olayları yapanlar artık bellidir. Çünkü ortada cenazeler vardı. Ortada yaralılar vardı. Bütün bu psikolojiye rağmen halkın devlete güvenerek bu kişileri emniyete teslim etmesi önemli bir noktadır. Halka sakin olun dediğimizde daha ne kadar sakin olabiliriz başkanlar, artık yeter, bizi engellemeyin, Hakkâri’de, Yüksekova’da ve Şemdinli’de peşpeşe patlayan bu bombaları PKK örgütü atmış ise de dâhi bunların yarısını PKK attı sayalım, peki diğer yarısını kim yaptı. Özellikle son suçüstü yakalanan Şemdinli’deki sanıkların yakalanması dikkat çekicidir dediler. Ve özellikle şunu da eklediler. Bunlar Türkiye’nin demokratikleşmesini istemeyenler, Avrupa sürecine karşı çıkanlar, hükümete muhalefet olanlar, Cumhurbaşkanlığı krizini bu hükümeti aşarak düşünenler, bir de Başbakan’ın Diyarbakır’daki Kürt sorunu benim sorunumdur, söyleminden rahatsız olanlar yıllardır sıkı yönetimlerle bu bölgeyi yönetip artık bir şekilde bu yönetimi kendine rant sayanların işidir bunlar dediler. İşte onlarda suçüstü yakalansalar bile asıl yakalananlar değil, bunların perde arkalarında vardır şeklinde halkın yoğun tepkisi vardı. Bu psikoloji karşısında başta ben olmak üzere bölgede belediye başkanı olan yöneticilik yapan diğer arkadaşlarımızda bu genel kanı karşısında farklı bir mantık düşünemediğimizi bende de hâsıl olan kanaat birileri Türkiye’yi huzura götürmektense huzursuz bir Türkiye’nin birilerinin işine daha iyi yaradığı, Türkiye’deki son gelişmelere de bakıldığı zaman gerek Silopi de gelişen olaylar gerek son Konya’da gelişen çete-mafya ilişkileri, hâlen de üzerine ciddi gidildiği her yerde Edirne Kapıkule’de son Habur Kapısında yaşananlara bakıldığı zaman karmaşık bir Türkiye, sorunlu bir Türkiye bu karanlık güçlerin işine çok iyi yaradığı net görülmektedir. Bu olayların üzerine yargının bağımsızlığı ilkesi ile gidileceğine, ucu nereye dokunursa dokunsun ortaya çıkarılacağına inancım sonsuzdur. Bizim girişimlerimiz bazen bize risk de doğursa Türkiye’nin geleceği için, daha huzurlu bir Türkiye için doğru olanı yapmak ve söylemektir. Tepki de alsak ki bu olaylardan dolayı Yüksekova’da Şemdinli Olaylarını basın yoluyla protesto etmek, tepkilerini göstermek açısından yapılan basın açıklaması ayrıca dikkat çekicidir. Şiddete dayanmayan her türlü eylemin yapılabileceği sayın valimiz ve yetkililer tarafından defalarca söylenmesine rağmen basın açıklamasına Fransa’yı örnek verdiğimiz zaman Fransa’daki sağduyu sağlanmış olsaydı ve dünyada örneği olmayan, hiçbir yerde yaşanmayan basın açıklamasına kurşun sıkılmasaydı ve bu kurşun sıkılmada her türlü fırsatçılara ortam sağlanmasaydı belki Yüksekova’daki gösteriler sırasında yaşamını yitiren üç insanımız da aramızda olurlardı. Bu olay günü ben Ankara’daydım. Hemen geri döndüm ve olaya sağduyulu müdahale için çaba göstermeye çalıştım. Ancak halkın bizi dinlemediği, bize tepki gösterdiği hatta bizi bize kurşun sıkanlarla işbirlikçisiniz diye hakaret ettiği, bütün bu riskli psikolojiye rağmen bizin yine halk ile diyaloglu davranmamız, onları iknâ etme çabaları olumlu sonuç verdiği için daha büyük olayların olmaması cenaze töreninde özellikle hiçbir olayın olmamasını çok önemli buluyorum. Buradan da anlaşılıyor ki polisiye önlemlerle değil sivil toplum örgütlerimize güvenerek herkesi bir polis gibi, bir yargı mensubu gibi bir devlet sorumlusu gibi davranmaya zorlamalıyız. Herkese bu kültürü vermek zorundayız. Belki halkın içinden seçilmiş belediye başkanı olarak onların bu psikolojilerini bildiğimiz için yaklaşım ve davranışlarımız etkileyici olmuştur. Ülkemizin halk ile diyaloglu ilişkileri iyi olan yöneticilere sonsuz ihtiyacı vardır. Bir diğer dikkat çekici olayda iki yıldır belediye başkanıyım. Beş yıl öncemi de biliyorum. Yüksekova semalarında hiçbir savaş uçağı rutin uçuşlar yapmamıştı. Özellikle cenaze günü uçakların cenaze güzergâhı üzerinde halkın o anki psikolojisini de tahmin etmeyecek bir düşünceyle uçuş yapmaları, ayrıca halkın tepkisine neden olmuştur. Bu savaş mıdır, nedir söylemlerine kadar gidilen bu uçuşların hâlen rahatsızlığı devam etmektedir. Olay yaklaşık bir buçuk ay önce oldu. Genel detayı ile anlatacaklarım bunlardır. Daha sonra yargının bana ihtiyacı varsa, sorması gereken noktalarda hatırlayabileceğim kadarıyla anlatmaya ve yardımcı olmaya çalışacağım dedi. Lüzumuna binaen soruldu. Yüksekova ilçesinde Van-Erciş İtimat Firmasına ait otobüsün altına bomba konmuştu. Ondan önce de Ömer AKARSU’nun binasının önüne bomba konulmuştur. Ayrıca Ferzende YILMAZ’ın lokantasının önüne bomba bırakıldı, Zağros İş Merkezine iki kez saldırı yapıldı, askerlik şubesinin önüne bomba bırakıldı. Bu atılan bombalarda dikkat çekici olan Gemlik ilçesine gidecek kitleyi götürmek üzere kiralanmak istenen firmaların otobüslerinin verilmemesi açısından tepkiler aldığını, bu konunun da böyle dikkat çekici olduğunu,… bütün bunlardan daha önemlisi Ey Kürt Halkı adı altında dağıtılan bildirinin, dile alınamayacağı Kürtlere yönelik hakaretli sözler kullandığı, Şemdinli ilçesinde de Beş Şehidimizin Kanı Yerde Kalmayacak şeklinde yazılar olan bildirilen dağıtılması tamamı ile huzurlu Türkiye’den rahatsız olanların kendilerine göre bir Türkiye’yi yaratmak isteyenlerin emelleri olduğuna inanıyorum. Bunların hepsini toplumu tahrik edici davranışlar olduğunu belirtebilirim. Bir diğer dikkat çekici husus polisin bölgedeki özellikle yöneticilerinin olaylar karşısında (basın açıklaması vb) sağduyulu davranmaları, şiddet içermedikçe müdahale etmemeleri, sloganlara ve açılan pankartlara yargı yolu ile müdahaleye giren polisin bu tavrından rahatsız olanların bana göre bu bildiride polisi daha çok provakatif daha çok tahrik olaylar içerisine çekme amaçlı olduğuna inanıyorum. Çünkü polis oradaki halka daha kazanımlı yaklaşıyor. Askerîn oradaki halka yaklaşımı ve diyalogu yok denecek kadar azdır. İki kez Yüksekova’da asker basın açıklamasına destek olara güç kattı. Birincisinde ben Yüksekova’daydım diyaloglarımızda olaysız geçti, ikincisinde ben yoktum. Üç insan yaşamını yitirmiştir. Çünkü hoşgörülü yaklaşım poliste daha güçlüdür. Varsa bir sorun yargı yoluyla çözmeye çalışıyor. Ancak asker olay anında halkın psikolojisini göz önüne almadan şiddet yoluyla sorunu çözmeye çalışıyor. Bu da son olaylarda görüldüğü gibi sıkıntılara sebep oluyor. Polisin hoşgörülü yaklaşımının asker tarafından da tepki ile karşılandığını düşünüyorum. Bu bildirinin ve bölgede sık yaşanan bombalama olaylarının ortak noktası polisin bu sağduyusunu kırmak, halk ile karşı karşıya getirmek daha demokratik, daha şeffaf, daha huzurlu bir Türkiye’den ziyade kendilerinin rahat yaşayabileceği, söz sahibi olabileceği bir Türkiye yaratmaktır. Bunları yapanların halkın psikolojisinde, halkın anlatımlarında bunlar karanlık güçlerdir, bunlar kontrogerilladır. Bunlar derin devlet tabiri ile adlandırılan kimselerdir deniliyor. Devletimizin bir an evvel bunlardan kurtulması gerektiğinin altını da çiziyorlar. Lüzumuna binaen soruldu. Yüksekova ilçesinde bulunun 21. Dağ Komando Jandarma Tugay Komutanı Erdal AKPINAR’ın da ilginç uygulamaları ile halkı askerden ve devletten soğuttuğu sabittir. Bu konuda sivil toplum örgütleri ile de bir toplantı yaptı. Toplantı da bize slayt gösterileri ile 15 yıl boyunca yaşanan olayları gösterdi. Gösterimlerinden ziyade anlatımları önemlidir. Ben gerektiği zaman sıkıyönetimde ilan ederiz bu olaylarda yani isteseydik Şemdinli, Yüksekova ve Hakkâri’nin de yarısı tarihten silinirdi. Gerekirse sıkıyönetim ilan edilir. Her şeyi sıkı yönetim kuralları içerisinde çözeriz. O zaman herkes tek tek hesap verir. Bu halk yanlış yapıyor. 2005 yılı 15 Şubatı’nda kepenk kapatma olayından sonra en az ben yüz küsur trilyon para ben dışarı verdim. Benim tırlarım var istediğim erzağı getirtebilirim. Askerî çarşıya sokmayacağım, alışveriş yaptırmayacağım. Bunun üzerine bende en sağduyulu yaklaşımın sizin 16 Şubatta sizin daha fazla askerî alışverişe göndermenizdi, bizi ve esnâfı daha fazla mahçup etmenizdi, bir devlet büyüğüne yakışan buydu. Bunu yapmış olsaydınız bugün burada rahat konuşamazdık dememiz üzerine kendisi hayır asla önümüzdeki 15 Şubata bakacağım tekrar kapanırsa kepenkler asla bir daha düşünmeyeceğim böyle bir şeyi. Bu benim kuralımdır. Ben bu kuralımdan da vazgeçmem. Zaten diyalogları yeterli değil. Herkese imâlı vurguları ile tehdit içerikli söylemleri ile yaklaştığı için halk ile diyalogu yoktur. Hatta 30 Ağustos’ta korucuların bile alındığı törene belediye başkanı olarak bizi kapısından geri çevirmesi bana Yüksekova’da % 70 oy veren herkesin kendisine tepkili olduğu net görülmektedir. Adeta kendisini her şeyin üstünde gören bir tavrı var. Son olaylarda da sıkıntıların yaşanmasının sebebi de kendisinin astlarına karşı verdiği talimatlar Yüksekova’daki resmî iyi niyet ve sağduyulu yaklaşımı da zorlamıştır. Bu kanı Yüksekova’da sokakta rastlayacağınız her insana sorabilirsiniz. Herkes bu tavırdan rahatsızdır, Şeklinde Beyanda Bulunmuştur.
3 - Tanık Metin TEKÇE Beyanında : Ben hâlen Demokratik Toplum Partisi Üyesiyim ve ayrıca Hakkâri Belediye Başkanı olarak görev yapmaktayım. Bana bahsetmiş olduğunuz 09.11.2005 günü Şemdinli ilçesinde bir kitapevinde meydana gelen olayı ben bizzat görmüş değilim ve bilgim de yoktur. Ancak ben olay sonrası Şemdinli ilçesine gittim. Patlamanın meydana geldiği kitapevini gördüm. Kitapevi’nin sahibi ile görüştük. Akabinde olay yerine Hakkâri Milletvekili Esat CANAN geldi. İncelemeler yaptı. Ayrıca 2005 yılı içerisinde Hakkâri ilimizde patlamalar meydana geldi. Hakkâri’deki genel patlamaların genel olarak sebebi bana göre merkezî yönetimin basiretsizliğidir. Yaşanan bu sıkıntılar sonucu Hakkâri halkının ülkemizin demokratikleşmesine ve barışına katkı sunacak demokratik eylemselliklerini hazmetmeme ve Hakkâri’de yaşayan hiçbir insanın istemediği, gerek asker, gerek … (terörist) ve gerekse polis ölümlerinin maalesef Hakkâri kırsalında yaşanıyor olması ve bunun hıncının da halktan çıkarılması anlayışı hâkimdi. Nitekim 2005 yılı Temmuz ayında Hakkâri’de bir patlama meydana geldi. Akabinde Yüksekova, Şemdinli ilçeleri ve Hakkâri merkezde 2005 yılında 3-4 ay içerisinde 17-18 patlamanın yaşanması kentte yaşayan herkesin can güveliği sorunu ve korkusunu beraberinde getirdi. Hemen herkes sabah uyandığında araçlarının altını kontrol ederek arabalarına binme ve sabahlara kadar birileri evlerine gelipte bomba bırakmasın korkusu ile yaşadılar. Bu bombalamaların başlaması ile birlikte halk üzerindeki baskının da arttığını gözlemleyebiliyordum. Bunu sabahlara kadar çarşı merkezinde, mahallerde sirenler çalarak, marşlar çaldırarak halkı rahatsız etme, aşırı güvenlik önlemleri, çarşı da bile çok sirenli ve hızlı geçişler, kapıları kırarak yapılan maskeli ev baskınları ve yine halktan bildiğimiz sivil bir vatandaşın akşam saat 20:00 sıralarına kadar arkadaşları ile birlikte görüldüğü, arkadaşlarından ayrılarak evine gittiği, ancak 22:00-22:30 sıralarında Hakkâri’ye 40-50 km uzaklıkta ölü olarak bulunmuş olması ve bu sivil vatandaşın mayın döşerken öldürüldüğü açıklaması, öldürülen noktanın gündüz bile hiçbir zaman asker yada polislerin geçiş noktası olmadığı ve o gün bir operasyonun da olmaması bir devriye, asker yada polisin orada olmasını gerektirecek bir fiilin gerçekleşmemiş olması Yusuf YAŞAR’ın Hakkâri merkezden alınıp buraya bırakıldığı kanısı herkeste hâkimdir. Bütün bu gelişmeler esnasında Hakkâri’de hiçbir zaman gelişmemiş olan demokrasi platformu oluşturuldu ve bu platform içerisinde bütün sivil toplum kuruluşlarının yer alması aslında Hakkâri’de yaşayan herkesin rahatsızlık duyduğunu ortaya koymaktadır. Yine tarihini tam olarak bilmediğim Ramazan ayı içerisinde bana bir telefon geldi, hâlen bile tanımadığım, kendisinin korucu olup olmadığını bilmediğim bir vatandaşın iftardan önce Hakkâri-Merkez-Merzan Mahallesinde Durankaya-Bayköy Yol ayrımında yapılan kontrolde gözaltına alındığı, ancak kendisinden haber alınamadığı yönünde bir bilgi geldi. O esnada AKP Hakkâri İlçe Başkanlığı görevini de yapmakta olan Avukat Zeydin KAYA ile irtibata geçtim. Kendisinin de Emniyete, Jandarmaya gittiğini, böyle bir gözaltının olmadığını, yaşanmadığını, haberlerinin olmadığını belirttiler. Ancak bu şahıs Ali EROL isimli şahıs 15 kişinin yanında alıkonulmuştur, 15 kişilik bir şahit grubu vardır. Ben bu esnada Hakkâri Valisi’ni aradım. Hakkâri’nin bu güne kadar çok huzurlu bir kent olduğunu ama bu huzuru bozmaya çalışan kişi yada grupların olduğunu, bu durumun Yusuf YAŞAR’ın durumu gibi olamayacağını, tanıkların olduğunu, dolayısıyla bu vatandaşın kaybedilmesi durumunda huzursuzluğun daha da büyüyeceğini, ancak avukatın araştırdığını, güvenlik güçlerinin hiçbirinin haberinin olmadığını söylemesi dikkat çekicidir, sizin bu olay üzerinde durmanız gerekmektedir dedim. Kendileri bana “isterse 10 avukat gitsin eğer yok denilmişse demek ki gözaltına alınmamıştır” demiştir. Akabinde Hakkâri Milletvekili Fehmi ÖZTUNÇ’u aradım, göz altına alınan şahsın yanında 15 kişinin olduğunu, onların şahit olduğunu belirttim. Bu olayın üzerinde durmaları gerektiğini söyledim. Yarım saat sonra tekrar Hakkâri Valisi’ni aradım. Yine bilgisinin olmadığını, gözaltına alınmadığını söyledi. Ben o esnada bunun çok kötü sonuç doğurabileceğini, insanların korku ile yaşamayı artık kabul edemeyeceğini, ortaya çıkmaması hâlinde 15 kişinin şahitliğinin de örtbas edilemeyeceğini belirttim. Bu görüşmeler sonucunda Ali EROL isimli vatandaş yine Hakkâri’nin dışında bir alanda serbest bırakıldı ve Şemdinli olayları akabinde bu vatandaş bazılarını arayarak televizyonda görmüş olduğu Ali KAYA adlı şahsın kendisini de götüren şahıs olduğunu bildirmiştir. Ben kendilerinin korucu olduğunu da ertesi günü öğrendim. Hâlende kendisini ne tanıyorum ne de görüşmüş değilim. Ali EROL’un Hakkâri’nin Geçitli Köyü’nden olduğunu duyduk. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Şemdinli ilçesinde bu vesile ile yapılan etkinlikte ben de hazır bulunacaktım. Yalnız yarım saatlik bir gecikme ile Şemdinli ilçesine ulaştım. Program saat 10:00.da başlayacaktı. Biz Belediye Başkanları’nın oturacağı protokol çadırında saat 10:15.de patlama meydana gelmiş. Belki oraya geç gidişimiz hayatımızı kurtarmıştır. Ancak Dünya Barış gününde ve diğer bütün patlamalara ilişkin temel düşüncem. 15 yıllık çatışmalı ortamdan gerek siyasî ve gerekse ekonomik rant elde eden kişi ya da grupların son 6 yıllık dönemde musluklarının kesildiği anlaşılıyordu. Tekrar ülkemizi savaşın, karanlığın kardeş ölümlerine yol açabilecek çatışmaların yaşanmasını, halkı tedirgin edecek, korkutacak ve sindirecek yaklaşımların yaşanması arzu edilen istenen bir şey değildir. Halkın da devlete karşı olan güvenini son derece zedelemiş ve sarsmıştır. Derken 9 Kasım 2005.deki Şemdinli patlaması meydana gelmiştir. Bu patlama da bana göre Hakkâri’deki bütün bu gelişmelerin ve daha diğer yerlerdeki gelişmelerinde aydınlığa kavuşabileceği bir suçüstü uygulaması yaşandığını görmekteyim. Patlamadan sonra Yüksekova ve Esendere Belediye Başkanları ile birlikte Şemdinli’ye intikal ettik. O günden sonraki bütün olaylar, bütün gelişmeler içerisinde olarak bütün o sıkıntıları, olanları, olayları yaşayarak gördüm. Bana göre Şemdinli Cumhuriyet Başsavcımız ve Hakkâri CHP Milletvekili araç üzerinde keşif yapıyor iken halkın üzerinden zırhlı bir araç ile ateş açılması ve hemen akabinde 42 Plakalı yanılmıyorsam Şahin bir otomobilden halkı tarayan kişiler ya da anlayışların, aslında o araçtaki delillerin yok edilmesine yönelik çaba olarak gördüm ve olayın olduğu günün akşamı Şemdinli’de Milletvekilinin de aramızda bulunduğu bir heyetle Taktik Jandarma Alay Komutanlığı’nda Hakkâri Valisi, Alay Komutanı ve Emniyet Müdürü ile bir görüşmemiz gerçekleşti. Bu görüşmede halk tarafından güvenlik teslim edilmiş olan insanların neden kayıp olduğu ve bu olayın gerçekten ülkemizin aydınlık geleceğine ışık tutacağı ve bu araç keşfinin mutlaka tamamlanması gerektiği ve bu araca kayıtlarda da resmî olarak Emniyet Müdürlüğü tarafından o plakanın yani 30 AK 933 sayılı plakanın verildiğini belirttik. O esnada bu aracın Jandarmaya ait olduğunu diyecekken yanlışlıkla Emniyete ait olduğunu söylediğimizde Hakkâri Valisi ve Emniyet Müdürü aynı anda “Hayır Emniyete ait değil Jandarmaya ait” dediler. Ancak görüşmelerde ısrarla gözaltında olan sadece Hakkârili bir vatandaş olduğunu, başka kimsenin olmadığını belirttiler. Bu durum halkı tedirgin ediyordu ve o iki üç günlük dönem içerisinde Şemdinli’deki halkın bize iletmiş oldukları düşünceleri şu yönde idi:. Eğer bu olaylar aydınlanmazsa bizde her gün ölmektense ilçemizi boşaltıp bu karlı dağlara çıkıp orada donarak ölmek istiyoruz şeklinde bizlere iletmek istemişlerdir. Olaydan iki gün sonra Şemdinli Kaymakamlık binasında Hakkâri Valisi, Alay Komutanı, Emniyet Müdürü ile yapacağımız görüşmeye giderken Kaymakamlık binasını, Emniyeti koruyan, barikat kuran görevliler tarafından ölümle tehdit edildik. Bize İçişleri Bakanınız gidecek ondan siz belediye başkanlarının ölümü bizlerin elinde olacaktır dediler. Ben bunu şöyle yorumluyorum. Bu olayların yani güvenlik güçleri içerisindeki gruplar tarafından yaşanmasını hazmetmeme duygusu o an bütün güvenlik güçlerinde şu düşünce bu düşünceyi gözetmeden halkı yok etme düşüncesi olarak algıladım. Nitekim Yüksekova ve Hakkâri’de bu olayın örtbas edilmemesi için basın açıklaması yapan kitlelere direk öldürmeye dönük ateş açılması, Yüksekova da 3 vatandaşımızın ölmesi, Hakkâri ve Yüksekova’da 30.a yakın kurşunlamadan kaynaklanan yaralanan ve onlarca yaralanın olması Emniyet Görevlilerinin yaklaşımlarının bir ifadesidir. Bu olaylar esnasında yaptığımız görüşmelerde ne Hakkâri Valisi ne Emniyet Müdürü söylemlerine ve talimatlarına rağmen hiç kimse buna uymuyordu. Bütün bu olaylarda onlarca silâhla yaralanmış olan ve öldürülen vatandaşların aslında bunu yapanların yargılanmaması için de gerekçelendirmelerin olduğunu gördüm. Bu gerekçelendirmeler Yüksekova’daki halkı tarama olayında bana Hakkâri Valisi “Halk gitmiş, silâhla sağlık ocağını basmış, sağlık ocağını silâhla taramış ve yakmıştır, biz buna tepkisiz kalamayız” dedi. Şu anda bu durumun böyle olmadığını görmekteyiz. Hakkâri’de ise polislerin onlarca taş toplaması, ellerinde sapan türü kuşatan yaptırmaları ve bu kuşatanlar ile halkı tahrik etme, bizzat halkı dağıtmaya dönük, halkı teskin etmeye dönük olarak orada bulunmam bunlara da tanıklık etmeme vesile olmuştur. En son Hakkâri’de olayların olduğu gün olağanüstü bir gün yaşandığını herkes bilmekte iken, halkın bulunduğu caddenin içerisine içinde askerlerin bulunduğu 21 plakalı iki kamyonun sürülmesi ve bu araçlardan halkın üzerine ateş açılmaya başlaması ile birlikte karşı taraftan polislerde destek vererek direk halkı öldürmeye dönük eylemde bulunmuşlardır. Burada ben yine Hakkâri Valisi ile görüşürken halkın tarandığı, bunun durdurulması gerektiği, bunun bir faciaya yol açabileceğini söylememe rağmen bana cevaben “ilk silâhı halkın attığını, polis ve asker ailelerinin hayatlarının tehlikede olduğunu, halkın bunlara saldırdığını” söylemesi o fiili gerçekleştiren insanları korumaya yönelik bir çaba olduğunu açıkça görmekteyiz. Yine bireysel düşüncemi söyleyeceğim. Savaşın çok yoğunluklu olduğu dönemlerde bile karanlık basmadan evine çekilen insanlar o dönemde bile hiçbir zaman kadın ve çocuklara dönük hiçbir fiili eylemde bulunmamışlardır. Aslında bütün çabalara rağmen Türk ve Kürt halkının birbirine girmesini başaramayan zihniyetler halkı direkt tarama bahanesi olarak böyle bir şeyi ortaya atmışlardır. Ben bu söylemleri Hakkâri halkına bir hakaret olarak görüyorum. Hâlen benim kendimin oturduğu binada geçmişte ve şimdi de polis ve askerlerin olduğunu ve bu olaylar esnasında hiçbir polis ve asker ailesinin kılına bile zarar gelmediği açıkça görülmektedir. Dolayısıyla Hakkâri de ve Yüksekova’daki o ölüm ve yaralamalara sebep olan güvenlik güçlerinin de yargılanması gerekmektedir. Ben bu Şemdinli olayının lokal olmadığı kanısındayım. Tarihini tam hatırlamıyorum; Demokratik Toplum Partisi Eş Başkanları Şemdinli’ye geldiğinde ve bölge belediye başkanları yine 5-6 kişilik bir heyetle Şemdinli Kaymakamını ve Cumhuriyet Başsavcısını ziyaret ettik. Ben bunu genel düzeyde söylemiyorum ancak Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığı üzerinde çok ağır baskıların olduğunu yüzünde ve yüz ifadesinde bir telefona dahi cevap veremeyecek bir ruh halini görebildim. Bu benim bireysel gözlemimdir. Bütün sıkıntılara rağmen ben yargıya güveniyor ve inanıyorum. Bu olayın aydınlanmasının Ülkemizin çağdaşlaşmasına ve aydınlık geleceğine katkı sunmasını da temenni ediyorum, Şeklinde Beyanda Bulunmuştur.
4 - Tanık Hurşit TEKİN Beyanında : Ben hâlen Şemdinli Belediye Başkanı olarak görev yapmaktayım. Son dönemlerde ilçemizde patlamalar meydan gelmektedir. Özellikle son dönemde patlama olaylarında bir artış olmuştur. Yaklaşık beş yıl gibi bir süredir ilçemizde sükûnet hâkimdi ancak son patlamalarla bu sükûnet ortamı bozuldu. İlçemizde 5 Ağustos 2005 tarihinde askerîyenin önünde gece geç saatlerde bir patlama meydana geldi. Patlama sonucu 5 asker şehit oldu. Ben bu yörenin, Şemdinli’nin insanıyım. Yöremizde yukarıda da dediğim gibi beş altı yıldır her hangi bir olay olmuyordu ve yöremiz huzurluydu. Ancak askerlerin ölmesine çok üzüldüm. O askerlerde bizlerin evladıdır. Bu olayı kimin veya kimlerin yaptığını bilemiyorum. Yine ilçemizde 1 Eylül 2005 Dünya Barış Günü Kutlamaları için etkinlikler düzenlenecekti. Hatta bu etkinliklerden önce ilçemizde bir bildiri dağıtıldı. Bildiride “Beş Askerîmizin Kanı Yerde Kalmayacaktır” şeklinde yazılar yazıyordu. Etkinlikler için büyük bir çadır kurulmuştu. Burada etkinlikler çerçevesinde konuşmalar yapılacaktı, şarkılar ve müzikler söylenecekti. Ben o günü Belediyede idim. Hatta bana telefon geldi. Şenliklere gelip gelmeyeceğimi sordular. Bende birkaç misafirimin olduğunu misafirleri gönderdikten sonra geleceğimi söylemiştim. Ben kutlamamaların yapılacağı yere gittiğimde saat 10:10.da büyük bir patlama oldu. Patlama çadırın birkaç metre uzağında meydana geldi. Çok sayıda insan yaralandı. Eğer patlama odunların bulunduğu yerde meydana gelseydi çok sayıda insan hayatını kaybederdi. Böylece bu patlamadan sonra şenlikler yapılamadı. Bu olayı kimin veya kimlerin yaptığını ben bizzat görmedim. Ancak halk arasında bu olayı JİTEM.in yaptığı konuşuluyordu. Tâbi ki askerîye içerisinde bu olaydan herkes sorumlu tutulamaz, ancak halk arasında böyle bir grubun olduğu söyleniyor. Bu olayı PKK.nın yaptığını düşünmüyorum. Çünkü PKK.nın içerisinde de yer alan insanlar bu yörenin insanıdır, bu vatanın evladıdır. Herkes bu karmaşa ortamının sona ermesini ve demokratik bir ortamın olmasını istiyor. Zirâ yapılacak etkinlikte bir barış ve şenlik günüdür. Bu günde kanımca PKK.nın böyle bir eylem yapacağını düşünemiyorum. Orada bulunan kişilerde barış istiyor, karmaşa istemiyor. Bu olayın da failleri yakalanamadı. Yine ilçemizde 1 Kasım 2005 tarihinde bir araç içerisinde büyük bir patlama meydana geldi. Bu patlama sonucu birçok ev ve iş yeri hasar gördü. 50-60 kişi yaralandı. Olayın olduğu tarihlerde Ramazan Bayramı’na iki gün kalmıştı, millet sokaktaydı, bayram alışverişi yapıyordu. Ancak patlamanın meydana geldiği saatte biraz ortam sakinleşmişti. Patlama daha önce meydana gelseydi yine çok sayıda insan ölebilirdi. Bu patlamayı da kimin veya kimlerin yaptığını ben bilemiyorum. Zaten ilçemize araç giriş çıkışları güvenlik kuvvetlerince kontrol edilmektedir. Duyduğum kadarıyla patlayan araçta büyük miktarda patlayıcı madde varmış. Araç içerisinde 100-150 kilogram arasında patlayıcı madde olduğu söyleniyor. Patlayıcı yüklü bir aracın ilçeye kontrollere rağmen nasıl girebileceğini ben anlamış değilim. Bu patlamadan bir hafta sonra 9 Kasım 2005 tarihinde Seferi YILMAZ isimli bir vatandaşımızın iş yerinde öğle saatlerinde bir patlama oldu. Ben o saatlerde bir köyde taziyede de bulunuyordum. Patlama olduktan sonra Kaymakam Bey beni cep telefonumdan aradı ve çok acil ilçeye gelmemi, ilçede bir patlama olduğunu, halk, asker ve polisin birbirine girdiğini söyledi. Bende hemen ilçeye geldim. Hükümet Konağı’na gittim. Ayrıca ilçemize Vali Bey, Alay Komutanı, Hakkâri Milletvekili Esat CANAN ve Avukatlarda gelmişti. Halk âdeta ayaklanmıştı. Hükümet Binası’na ve Emniyete yürüyorlardı. Taşlamalar, atılan silâhlar, gaz bombaları havada uçuşuyordu. Ben elimden geldiği kadar halkımızı sakinleştirmeye çalıştım. Hatta ben de yaralandım. Kafama taş değdi. Emniyet Müdürü bana ilçeye giriş noktasındaki polis noktasında yine büyük karışıklık olduğunu, oraya gidip halkı teskin etmemi istedi. Oraya gittim ve ben orada yaralandım. Halk biraz sakinleşti. Edindiğim bilgiye göre Seferi YILMAZ’ın iş yerine bombayı astsubaylar atmış. Daha doğrusu astsubaylar ile birlikte gelen bir şahıs elindeki bombaları Seferi YILMAZ’ın iş yerine attıktan sonra oradan uzaklaşırken halkımız tarafından bir arabanın içerisinde yakalanmış. Arabada resmî bir araç imiş ve astsubaylara aitmiş. Olay sonrası ilçeye geldiğimde birçok insan arabanın etrafını çevirmişti ve arabanın üzerinde Savcı Bey’in keşif ve tespit yapmasını bekliyordu. Savcı Bey araç üzerindeki tespitlerine akşam saatlerinde başlayabildi. Burada Milletvekili Esat CANAN, avukatlar ve yörenin belediye başkanları bulunuyordu. O saatlerde yine birçok insanda Savcı Bey’in yaptığı keşfi izliyordu. Bir anda silâh sesleri gelmeye başladı, panzerlerden ateş açılıyordu. Daha sonra Ziraat Bankası’nın önünden beyaz bir araç gelerek halkın üzerine doğru ateş açıldı. Bu kişiyi ben tanımıyordum. Ancak tanıyanlar araçtan ateş eden kişinin ilçemizde görev yapan Uzman Çavuş Tanju ÇAVUŞ olduğunu söylediler. bu olaydan sonra Savcı Bey keşfi tamamlayamadı, olay yerinden ayrıldı. Ancak aracın etrafında bulunan insanlar aracı kuşatarak araca başka şekilde müdahale edilmesini önlediler. Biz bu arada Vali Bey, Alay Komutanı, Kaymakam Bey ve Belediye Başkanları ile toplantı yaptık. Daha sonra tekrar araç üzerinde keşif ve tespit Savcı Bey tarafından yapıldı. Aracın bagajından silâhlar ve el bombaları ile çok sayıda evrak çıktı. Bunlara el konuldu. Bende keşif işlemi bittikten sonra Belediyeye ait kepçe ile aracı bulunduğu yerden kaldırdım, Hükümet Konağı’nın önüne götürdüm. Yukarıda dediğim gibi ilçemizde son üç dört ay içerisinde bu şekilde halkın huzurunu bozucu ve karışıklık ortamı yaratan patlamalar meydana geldi. Bu karışıklık ortamından kimlerin menfaatlendiğini bilemiyoruz. Daha doğrusu halkımız bu karışıklık ortamından kimlerin menfaatlendiğini biliyor ancak bunu açıklayamıyor. Maalesef ülkemiz ve özellikle yöremizde demokratik ortam henüz oluşmadı. Halkımız demokrasi istiyor, barış istiyor. Bu patlamaların artık bitmesini istiyor. 9 Kasım 2005 tarihindeki patlama olayından sonra astsubaylar tutuklandıktan sonra yöremizde her ne hikmetse patlama olayları bıçak gibi kesildi. Halkımız karışıklık istemiyor, huzur ve barış istiyor. Zaten şimdiye kadar bu karışıklık ortamında 40.000 insanımız öldü. Bundan kim, ne menfaat elde etti. 100.000 – 200.000 insanımız da ölse bir yere varamayacağız. Zararın neresinden dönersek ülkemizin ve bizim kârınadır. Bu olaylardan sonra maalesef bu yörede gözlemlediğim husus; bir kısım grupların yetkilerinin azalmaması hatta yetkilerinin daha da güçlenmesini, halk üzerinde etkinliklerinin daha da artmasını istiyor. Demokrasi, insan hakları olmasın. Olağanüstü yetkilerle donatılmış bir grubun varlığı isteniyor. Maalesef bu da yöremize, insanımıza zarar veriyor. Bu ölümler, bu kargaşa ve karışıklıklar artık bitsin. Bu karmaşayı yaratanlara meydan verilmesin, biz bunu istiyoruz. Halkın yargıya güveni vardır. Bu olayların üzerine gidilsin. Bu olaylar nereye kadar gidiyor, kimlere ulaşıyor. Biz onların tespitini istiyoruz. Bunlar açıklığa kavuştuktan sonra bu olayların biteceğine inanıyorum. Şeklinde Beyanda Bulunmuştur.
5 - Tanık Esas CANAN Beyanında : Ben hâlen Hakkâri Milletvekili olarak görev yapmaktayım. 09.11.2005 günü Yüksekova ilçesindeydim. Öğle saatlerinde Şemdinli ilçesinden telefon geldi. Telefonda; Şemdinli ilçesinde bir patlama olduğunu, bir kişinin öldüğünü ve yaralananların olduğunu ayrıcı üç kişinin de yakalandığını söylediler. Ne yapmalarını gerektiğini söyleyen kişilere ben bu üç kişiye zarar vermemelerini, üzerlerinde kimlik vs belge var ise güvenlik güçlerine teslim etmelerini söyledim. Telefon görüşmesini müteakip Şemdinli ilçesine intikal ettim. Buraya geldiğimde çarşıda çok yoğun, öfkeli bir kalabalık vardı. Onlardan kısa bir bilgi aldım. Daha sonra halk tarafından abluka altına alınan aracı gösterdiler. Pasajda bir kişinin öldüğünü, altı kişinin yaralandığını, failleri güvenlik güçlerine teslim ettiklerini söylediler. faillerin kullandığı beyaz aracı gösterdiler. Bu olay ile ilgili ne varsa aracın içerisindedir, onun için biz bu aracın incelenmesini istiyoruz dediler. Onun üzerine ben o insanları sabırlı ve sağduyulu olmaya çağırdım. Gerekenlerin yapılacağını söyledim. Yetkililer ile görüştükten sonra Hükümet Konağı’na giderek ilçenin Kaymakamı, Emniyet Müdürü, İlçe Savcısı askerî yetkililer ile görüştüm. Araç üzerinde incelemeler yapılması gerektiğini, halkın talebinin bu yönde olduğunu söyledim. Halkın abluka altına aldığı aracın kime ait olduğunu askerî yetkililere sorduğumuzda bana bize ait değil dediler. Bunun üzerine araç üzerinde inceleme yapılması gerektiğini tekrar söyledim. Yetkililer çarşıda güvenlik olmadığını, halkın dağılmasını, halk oradan dağılmadıkça sağlıklı bir keşfin yapılamayacağını söylediler. Bunun üzerine tekrar çarşıya gelerek halkı teskin etmeye, sağlıklı bir keşfin yapılabilmesi ve Cumhuriyet Savcısının rahat çalışabilmesi için aracın etrafının boşaltılması gerektiğini, Milletvekili olarak yardımcı olacağımı söyledim. Bunun üzerine halk biraz geri çekildi. Bu durum Cumhuriyet Savcısına iletildikten sonra Cumhuriyet Savcısı beraberinde İlçe Emniyet Müdürü, Belediye Başkanı, birkaç avukat arkadaşımız ile birlikte aracın başına geldiler. Benim de bulunduğum bir ortamda araç üzerinde keşfe başlandı. Keşif esnasında aracın bagajı açıldı. Bagaj açıldığında; üç adet kalashnikov marka silâh, on adet mermi dolu şarjör, güvenlik güçlerinin kullanmakta olduğunu tahmin ettiğim kamuflaj yeleği, bomba imâlinde kullanıldığı söylenilen bir takım malzemeler, dört adet dosya, bir çanta içerisinde Makine Kimya menşeili iki adet el bombası ele geçirildi. Bunlar Cumhuriyet Savcısı tarafından birer birer zapta geçirildi, tespit edildi. Orada bulunan dosyalardan bir tanesinin incelenmesinde o zamana kadar kime ait olduğu bilinmeyen aracın Jandarmaya ait olduğu, dosya içerisinde bulunan tescil belgesinden anlaşıldı. Dosyanın içerisinde aracın tesellüm belgesi, kime emanet edildiği, görev belgesi, Karabük’ten getirildiğine ilişkin belgeler görüldü. Diğer kısım dosyalarda şahıs isim listelerinin bulunduğu, sakıncalı, devlet yanlısı, devlet yanlısı olmayan şeklinde Hakkâri bölgesinde bulunan aşiret yanlısı ve aşiret ileri gelenlerinin isimleri görüldü. Bu inceleme devam ederken akşam karanlık olmuştu. O sırada bir panzerden bizim bulunduğumuz yere doğru ateş açıldı. Kısa bir panik yaşandı. Ben Emniyet Müdürü’ne dönerek, “Müdür Bey ne oluyor, burada Cumhuriyet Savcısı inceleme yapıyor, böyle bir şey olamaz lütfen müdahale edin, bunu durdurun” dedim. İlçe Emniyet Müdürü de cep telefonuna sarılarak müdahale etmeye çalıştı. Ancak bir süre devam etti. İlk tedirginlik yaşandıktan sonra keşif yine devam etti. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra bu sefer daha küçük çaplı bir ateş açıldı. O ateş açılması sonucu keşfi izlemekte olan halk feryat etmeye başladı, imdat sesleri geldi, bizi öldürüyorlar şeklinde bağrışmalar geldi, halk paniğe kapılarak bize doğru koşmaya başladı, Cumhuriyet Savcısı bu koşullarda keşif yapılamayacağını söyleyerek olay yerinden ayrılmak zorunda kaldı. Bizde oradan ayrılmak zorunda kaldık. En yakın hastaneye kendimi attım. Hastaneye vardığımda yaralanan 5 kişinin hastanede olduğunu gördüm. Yaralılardan Ali YILMAZ isimli vatandaşımız Yüksekova’ya gönderilirken yolda öldüğünü duydum. Bundan sonra ben Hakkâri Valisini ve İçişleri Bakanı’nı arayarak Şemdinli’deki bu durumu aktarmaya çalıştım. Özellikle Cumhuriyet Savcısının ve bir milletvekilinin hazır olduğu keşifte güvenlik görevlisinin neden ateş açtığını, bunun durdurulması gerektiğini, olayın ilçede gerginliğe yol açacağını belirttim. Hakkâri Valimiz o sırada Şemdinli ilçesine intikal etti. Daha sonra beni de hastaneden alarak İlçe Jandarma Alay Komutanlığı’nda bir değerlendirme toplantısı yaptık. Bu toplantıda başta Sayın Valimiz Erdoğan GÜRBÜZ, İl Alay Komutanı, İl Emniyet Müdürü, Şemdinli Cumhuriyet Savcısı, Hakkâri Cumhuriyet Başsavcısı, ben, Yüksekova ve Şemdinli Belediye Başkanları vardı. Toplantı yapıldı. Yarıda bırakılan keşfin yeniden yapılması ve aynı gece bitirilmesi için bir değerlendirme yapıldı. Çünkü halkın talebi bu keşfin, o incelemenin aynı gece bitirilmesi yönündeydi. Halk inceleme yapılmadan dağılmayacağını söylüyordu. Güvenlik sağlandı, aynı gece saat 21:00 civarında tekrar araç başına gidildi ve araçta keşif tamamlandı. O gün bulunduğum sırada vatandaş tarafından yakalanan ve güvenlik güçlerine teslim ettikleri üç kişiyi sorduğumda, iki kişinin mevcut olmadığını, sadece bir kişinin göz altına alındığını, bu kişinin ismini sorduğumda ismini bilmediğini ifade ettiler. Israrla diğer iki kişinin de gözaltına alınması gerektiğini halkın talebi olarak ileri sürmeme rağmen böyle şahısların mevcut olmadığını askerî yetkililer ifade etti. Yani iki gün içindede tüm sorularımıza ve taleplerimize rağmen ortaya çıkan aracı askerîyeye ait olduğu ve o araçta bulunun şahısların istihbarî görev yapmak üzere olduklarını kimse bize söylemedi. Aradan iki gün geçtikten sonra onların görevli oldukları ve aracın jandarmaya ait olduğu ileri sürüldü. Şemdinli halkının merakla beklediği bir açıklama yapılmasıydı. Ancak iki gün suskun kalan hiçbir yetkiliden olaya ilişkin açıklama yapılmadı. Vatandaşlarımızda sürekli bu olayın ortaya çıkarılmasını, olayın failleri olan diğer iki kişinin de göz altına alınmasını talep ediyorlardı. Bu kişinin bilinmediğini söylediler. Ben bunların bilinebileceğini, araçta tartaklama olduğunu, vatandaşlar tarafından yapılan müessir fiil ile hatta birisinin yaralandığını ve bunların kamu görevlisi olduklarını ve kolayca bulunabileceklerini belirttim. O aşamada bu kişilerin asker kişiler olduğu belli olmuştu. Bu kişilerin ilk aşamada emniyette veya jandarmada oldukları yönünde bilgi yoktur. Âdeta bu kişiler saklandı. Ancak halkın yoğun baskısı üzerine bildiğim kadarı ile bu kişiler gözaltına alınmadan 12.11.2005 tarihinde Savcılığa çıkarıldılar ve ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldılar. Bunların serbest kalması kamuoyunu rahatsız etti, tekrar gerginliğe sebebiyet verdi. Bu olayın açığa çıkarılması gerektiğini yetkililere ilettik. Benim orada gördüğüm tüm ortaya çıkan kanıtlara ve orada o anda hazır olan görgü tanıklarının anlatımlarına göre olay “Suçüstü” bir olaydır ve eylem iki kamu görevlisinin ve bir itirafçının olduğu üç kişilik ekip tarafından gerçekleştirildiği açıktır. Bunun lokâl bir olay olmadığı kanısındayım. Geçmişte de benzer olaylar bölgede yaşandı. Örneğin Yüksekova Çetesinde de yine itirafçı vardı ve yine asker kökenli kamu görevlileri vardı. Şemdinli de ortaya çıkan olay tamamen devletin içerisine girmiş, yasadışı işler yapan çetelerin ortaya koyduğu hukuk dışı bir eylemdir. Ancak bunların kendi başına yaptıkları lokâl bir olay olarak görülemez. Bunun bağlantıları da vardır. Talimat aldıkları yerler vardır. Bunların tümünün araştırılmasına ihtiyaç vardır. Geçmiş olaylarda da bu bağlantılar ortaya çıkmadığı için yeniden Şemdinli de bu tür olay ortaya çıkmıştır. Üst düzey komutanlarımızın “iyi çocuktur, suç işlemez” şeklindeki beyanları bile bu tür olayların üzerine gidilmemesi şeklinde aşağıdaki tüm birimlere bir mesajdır. Bence bu kişiler bu olayı yukarıdan talimat almadan gerçekleştiremezler. Olay organize bir şekilde yapılmıştır. Jandarma istihbaratın tek başına emniyet bölgesinde bu olayı gerçekleştirmesi mevzuatımıza da uygun değildir. JİTEM olarak tabir edilen görevlilerin görev alanı kırsal alandır. 2005 yılında Hakkâri, Şemdinli ve Yüksekova merkezlerinde toplam 18 patlama olayı gerçekleştirilmiştir. Bunların büyük bir kısmı Şemdinli olayında olduğu gibi devlet içine sızmış çetelerin gerçekleştirdiği yönünde kamuoyunun algılaması ve değerlendirmeleri mevcuttur. Örneğin: Yüksekova ilçe merkezinde bulunan Zağros İş Merkezinde bir ay ara ile biri bombalama biri roket atar iki kez patlama meydana gelmiştir. İstihbarat raporlarına göre bu bina sahibinin PKK sempatizanı olan bir kişi ve kara para ile bu binayı yaptığına ilişkin raporlarda vardır. Babasının da daha önce yine jandarma tarafından alınarak kaybedildiği, öldürüldüğü bilinmekte ve bu davadan dolayı İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi mahkûm etmiştir. Böyle birisinin iş merkezine PKK.nın patlayıcı madde atması hiç kimseye mantıklı gelmemektedir. Kamuoyunda bu eylemlerinde devlet içerisine sızmış çeteler tarafından gerçekleştirildiği söylenmektedir. Bu durum başka Hakkâri Valimiz, Alay Komutanımız ve diğer yetkililere söylenmiştir, tedbir alınması istenmiştir. Ancak hiçbir tedbir alınmamış ve neticede Şemdinli olayları ortaya çıkmıştır. Şemdinli de 1 Kasım 2005 de gerçekleşen bombalama olayı ile ilgili de çok ciddi kuşkular bulunmaktadır. O patlamaya ilişkin sağlıklı bir soruşturma zamanında yapılmamıştır. 150 kg yakın bir patlayıcı maddenin askerî gazinonun yakınına kadar getirilmiş olması PKK tarafından yapıldığı iddiasının kamuoyunda çok inandırıcı olmadığı görülmektedir. Bu tür olayların PKK tarafından gerçekleştirildiği yönünde vatandaşın iknâ edilmesi lâzımdır. Yetkililer tarafından yapılan soyut açıklamalar vatandaşı inandırmamakta ve bu tür faili meçhul olaylar maalesef zaman zaman yaşanmakta ve vatandaşı devletten uzaklaştırmaktadır. Devletin içerisine sızmış bir takım hukuk dışı oluşumlar bölgede yeniden bir olağanüstü hâl koşullarını yaratıp, olağanüstü hâl koşullarının yarattığı imkân ve imtiyazlardan yararlanmak için bu tip tertiplere girmekte, zaman zaman mevcut yasaların terörle mücadele için yeterli olmadığını söyleyerek hukuk dışına çıkmak için kendilerine gerekçe aradıklarını bölgede görmekteyiz. Yeniden bölgede bir huzursuzluğun yaratılıp devletle vatandaşın arasını açmak için özellikle son zamanlarda bu gibi olayların ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Türkiye bir hukuk devletidir. Terörle mücadele edilirken hukuk kuralları içerisinde mücadele edilmelidir. Ancak terörle mücadele adı altında hukuk dışı uygulamaya geçildiği zaman halk büyük bir rahatsızlık ve tedirginlik duymakta ve ülkenin geleceği hukuk dışı uygulamalar ile tehlikeye girer. Başta Şemdinli halkı olmak üzere bölge halkı bu ülkenin bütünlüğünden yanadır. Bazı grupların, bazı kişilerin kendilerini daha çok vatansever ilân ederek bölgede yaşayan vatandaşlarımızdan kaygı duymalarına gerek yoktur. Türkiye bir hukuk devletidir. Terörle mücadeleyi hukuk kuralları çerçevesinde sürdürmelidir. PKK.ya katılmış, daha sonra ülkeye gelerek itirafçı konumuna girmiş şahısların bölgedeki insanlardan daha fazla vatansever olduğunu söylemek mümkün değildir. İtirafçı suç işleyen kişidir. Bu kişilerin hâlen hukuk devleti tarafından bir kahraman gibi görevlendirilmiş olmaları, kendilerine maaş bağlanmış olması ve bunlarla terörle mücadele yapması hukuk devletine yakışan bir davranış olamaz. Bu olayın yani Şemdinli olayının tüm bağlantıları ile birlikte açığa çıkması, ülkenin bütünlüğü ve ülkemizde demokrasinin yerleşmesi açısından faydalı olacaktır. Bu bir fırsattır. Aksi taktirde bu olaylar devam edecektir. Vatandaşlarımızın geleceğe güvenle bakmaları mümkün olmayacaktır. Bu olayın Türkiye’de son olay olmasını diliyoruz, böyle bir olay yaşanmasın istiyoruz. Şemdinli ilçesinde ilk iki gün o iki kişinin göz altına alınmamasıyla deliller bence karartılmıştır. Soruşturmanın dikkatli ve düzenli şekilde yapılmasında fayda vardır. Araç üzerindeki inceleme esnasında Tanju ÇAVUŞ’un oradan geçmesi ve bir vatandaşımızın ölümüne ve beş kişinin de yaralanmasına sebebiyet verecek şekilde ateş açması oradaki incelemenin, oradaki delillerin ortaya çıkarılmasını engellemeye yöneliktir. Onun o eylemi sonucu sadece ölü ve yaralılar değil aynı zamanda keşifte yapılamamıştır. Bir milletvekilinin ve Cumhuriyet Savcısının bulunduğu yargının bir çalışması orada engellenmiştir. Buda bir suç oluşturur. Bunların araştırılması gerekir. Bombalama olayı ile Tanju ÇAVUŞ olayının birlikte değerlendirilmesinde ve bir sonuca varılması konusunda soruşturmanın birlikte yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçevede soruşturmanın genişletilerek diğer bağlantıları ile birlikte tüm ilgililerin dinlenmesine ihtiyaç vardır. Şemdinli olayı geçmişten beri bölgede yaşanan faili meçhul olaylardan biri olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bu olayın ortaya çıkarılması ülkenin yararına olacak ve ülkenin geleceğine ışık tutacaktır. Bence olay açıktır. Deliller ortaya çıkmıştır. Sonradan ortaya çıkarılan olayı örtbas etmeye yönelik iddialar ve savunmalar gerçeği yansıtmamaktadır. Ortaya çıkan tüm olaylar tesadüf olarak ortaya çıkmış olamaz. Olaya ilişkin tarafımdan hazırlanan 13 sorunun aydınlığa kavuşturulması için soruları makamınıza sunuyorum. Şeklinde Beyanda Bulunmuştur.
ŞEMDİNLİ’DE MEYDANA GELEN OLAY SONRASI DEVLETTEN BEKLENTİLERE İLİŞKİN MEDYADA YER ALAN HABER VE YORUMLAR:
Tanju Çavuş olayı : Ancak keşif, kimliği belirsiz kişilerce açılan ateş sonucu yarım kaldı. Keşfi izleyen kalabalıktan Ali Yılmaz öldü, beş kişi de yaralandı (Hürriyet-12 Kasım 2005).
“Hukuk devleti sınavı; Yanılıp yanılmadığımızı irdelemek için hafızanızı tazeleyin... Ve eğer biliyorsanız bize 4 Aralık 1945’teki Tan Matbaası baskınının, 6/7 Eylül 1955 tarihindeki çapulcu ayaklanmasının, 1 Mayıs 1977’deki Taksim Meydanı katliamının, aynı yıllarda yaşanan, Marmara Vapuru’na sabotaj yapıp batırma olayının; bazı cinayetlerin failinin, örneğin Muammer Aksoy, Uğur Mumcu ve Bahriye Üçok’u öldürenlerin bulunduğunu söyleyebilir misiniz? ŞEMDİNLİ OLAYI günlerdir gazete sayfalarını doldurup duruyor. İlginç gelişmeler okuyoruz: Şemdinli gibi bir ücra Güney Anadolu ilçesinde arka arkaya 17 kere bomba patlar mı? Patlarmış... Nitekim birkaç hafta içinde birbiri ardından patlayıp durmuş……. kendisini devlet içinde devlet sananlar 9 Kasım günü, hem de güpegündüz, ilçe merkezindeki Umut Kitabevi’ni bombalayacak kadar pervasız davrandılar. Fail diye -üstelik halk tarafından- yakalanıp polise teslim edilenlerin Kıdemli Çavuş, Uzman Başçavuş çıkması; JİTEM isimli yasadışı infaz biriminin kalıntısı olduğu izlenimini veren JİT’e (Jandarma İstihbarat Teşkilâtı) mensup olduklarının anlaşılması gösteriyor ki Şemdinli olayının yapısı Susurluk’tan zerre kadar farklı değildir. Şimdi bekleyip göreceğiz. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı….. dediklerini yaparlarsa bu devletin hukuk devleti olması yolunda çok ama gerçekten çok önemli bir adım atmış olacağız” ( Oktay EKŞİ. Hürriyet - 15 Kasım 2005 ).
“Şemdinli olayının "kontr-gerilla"nın bir operasyonu gibi göründüğünü,… 1 Kasım'da bir arabaya konulan bombanın patlaması olayının PKK'ya mal edildiğini,… Ancak..., 9 Kasım'da eski bir PKK'lıya ait bir kitabevine yönelik saldırının ardından halk tarafından çevrilen ve içinde patlayıcı madde ve otomatik silâhların bulunan arabada bir astsubay ve bir PKK itirafçısının bulunduğunu, …bunun arkasından Şemdinli'de üç gün kargaşa yaşandığını …olayın ordu ile Kürt asiler arasında 1984-1999 yıllarında 36 bin ölüme neden olan 'kirli savaş' sırasında meydana gelen çok sayıda olayın kontr-gerillanın bir operasyonu gibi göründüğünü, Kontr-gerillaya mal edilen 'faili meçhul cinayetler' sırasında üç bin kişi öldürüldüğünü,.. Dönemin yargı ve siyasî otoriteleri, çoğu zaman hiç bir soruşturma açmadığını, Hükümet tarafından kısa bir süre içerisinde parlamentoda kurulacağı açıklanan bir araştırma komisyonunun, eğer soruşturmalarını sonuna kadar götürebilirse Türkiye için gerçek bir dönüm noktası oluşturacağını,…” (Fransız Liberation gazetesi).
“Demokratik Kürt grupların eski yöntemlerle (şiddet ve gerginlik) hareket ettiğini, yapılması gerekenin bu mücadelenin artık şiddet değil diyalog yoluyla sürdürülmesi olduğunu, aksi halde aşırı milliyetçi gruplar ve ordunun istediğinin olacağını, nitekim ordunun yine bölgede (Doğu ve Güneydoğu Anadolu) provokasyonlara başladığını, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin süregelen terör, şiddet ve PKK ile çatışma ortamını sevdiğini, çünkü bu durumun onu güçlü ve önemli kıldığını iddia ederek, bu nedenle de TSK.ni Güneydoğu'da provokasyon yapmakla suçladığı…”, (AB-Türkiye Karma Parlamento Kom. Eşbaşkanı Joost Lagendij).
“Şemdinli’de yaşanan bombalama ve arkasından bombacı oldukları iddiasıyla “suç üzeri”nde yakalanan üç kişinin jandarma istihbaratı için çalıştıklarının ortaya çıkması ve sonrasında Şemdinli, Yüksekova ve Hakkâri’de yaşananlar, 3 Ekim sonrası Türkiye’de uyanan umut dalgasının üzerinde kara bulutlar esmesine yol açtı. 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra başlayan ve 17 Aralık 2004’e kadar süren sükunet döneminde, siyasî ve iktisadî alanlarda “sessiz devrim” olarak adlandırılan eski rejim tasfiye edildi…….. Türkiye ilk örneği 21 Mart 2005 tarihindeki Nevruz hadiselerinde Mersin’de “bayrak hadisesiyle” ortaya çıkan bir kitle histerileri serisine şahit oldu……. PKK bombalama şeklinde kışkırtıcı eylemlere girişirken, PKK’yı vesile ederek devlet içindeki varlığını koruyan kontrgerilla çeteleri de karşı istikamette illegal faaliyetlere giriştiler. Böylece devam eden faaliyetler, kamuoyunda şüphe ve nefretle karşılanırken………… PKK, HADEP’te genel başkan yardımcılığı yapmış ve sonradan Osman Öcalan çizgisinde bir muhalefete savrulan Hikmet Fidancı’yı katletmesiyle ve artık hiçbir argümanla savunamayacağı şiddetiyle yalnızlaşırken, kontrgerilla da Şemdinli’deki bombalama olayıyla “tecrit” sürecine girdi………. Bunda hükümet politikalarının bürokrasi, istihbarat ve güvenlik alanlarında uygulanamamasına yol açacak bürokratik yapılanma rol oynuyor. İşte jandarma güya vilayetlerde valilere, Türkiye’de İçişleri’ne bağlı ama fiiliyatta tamamen Genelkurmay hiyerarşisi içinde. Birtakım istihbarat örgütleri var ki, İçişleri Bakanı ‘onları bana sormayın’ diyor, istihbarat örgütleri ve ordu TBMM denetiminin dışında yer alıyor... Buna bir de olağanüstü halden olağan hale geçişin yarattığı intibak zorlukları ekleniyor. ….….Türkiye, Soğuk Savaş boyunca ve daha sonra da Güneydoğu’daki düşük yoğunluklu çatışma dolayısıyla kontrgerilla şeklinde adlandırılan, emniyet, istihbarat, ordu, siyasî partiler, basın ve ekonomik sahaya yayılmış mafyöz-illegal bir yapılanmayla karşı karşıyadır: Bunların tasfiye edilmesi, güvenlik güçlerinin ve istihbarat güçlerinin bu tür unsurlardan arındırılarak hukuk devletinin denetimi altına alınması, bu güçlerin siyasî ayaklarının ortadan kaldırılması ve mafyayla mücadele... Bu demokrasinin ve hukuk devletinin mantığı icabı yapılması……….bu vesileyle Türkiye’nin bu tarihi geçmişiyle hesaplaşacak, bu tür yapıların şimdi serbest kalmış artıklarını hukuk devleti disiplini altında sorgulayacak bir hamleye ihtiyaç vardır. Bu bakımdan bütün silâhlı güçlerin ve istihbarat faaliyetlerinin TBMM kontrolü altına alınacağı bir sisteme ve bu yapının mağdur ettiği vatandaşlarının zararlarının tazmin edileceği bir kampanyaya ihtiyaç vardır. ( Murat Yılmaz - 20.11.2005 ).
Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimize Gelen Çeşitli İhbarlar Aşağıda Gösterilmiştir ;
1 - 14.02.2006 havale tarihli Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimize Abdulrezzak UÇARER isimli kişi tarafından yazılan ve Diyarbakır’dan gönderildiği anlaşılan yazı kapsamına göre;
Şemdinli ilçesinde yaşanan bombalama olaylarını ve sonuçlarını ülkesini seven bir vatandaş olarak çok yakından izlediğini, şu günlerde ülkemizin değişik yerlerinde meydana gelen olayların aynı eller tarafından organize bir şekilde gerçekleştiğini gönderdiği görüntülerden anlayacağımızı Şırnak/Uludere’ye bağlı Gülyazı Köyü’nün Eski Alancık yolunun takip edildiğinde daha önce kullanılan ve şu an boşaltılmış olan Yıldız Karakolunun iç kısmından beyaz tepenin karşısından Kuzey Irak’a geçildiğini, Koranish Deresi’nden devam edildiğinde ülke sınırımızın yaklaşık 2 km ilerisinde PKK.lı teröristler tarafından tepe emniyeti alınan güvenli bölgeden kaçak malların (silâh, patlayıcı, çay, mazot, koyun, keçi vb) PKK.lılar tarafından gümrük vergisi alınarak satıldığını, bu bölgenin kullanılan üç kaçakçılık bölgesinden biri olduğunu, bölgenin kontrolü askerler tarafından yapılmasına rağmen terörist ve milis aktarımların da buradan yapıldığını, metropollere aktarılan patlayıcı maddelerin bu bölgelerden kaçakçılar ve milisler aracılığıyla aktarıldığı çok net olarak bütün bölge halkı ve devlet görevlileri tarafından bilindiği, bu geçiş güzergâhında Ortaköy 6. Jandarma Sınır Taburu, Şenoba Sınır Taburu, Gülyazı Sınır Taburu ile Uludere İlçe Jandarma Komutanlıkları’nın olduğunu, tüm patlayıcı madde ve kaçak malzemelerin Uludere ilçesi ile Şırnak ili arasında 24 saat arama yapılan 7-8 askerî noktadan geçerek dağıtıldığını, bunu bölge insanları arama noktalarında görevli rütbeli askerlere rüşvet vererek yaptıklarını, bu bölgede rüşvet ve ortaklığın bütün kapıları açan anahtar olduğunu, son günlerde bu geçiş güzergâhından yoğun bir şekilde kaçak malzeme, örgüt mensubu, pasaportu olmayan milisler, örgüt mensubu yakınları, patlayıcı maddeler vb. askerîn denetimi olmasına rağmen sevkiyatın devam ettiğini, ayrıca daha önceden terörle mücadelede korucu olarak görev alan aşiret ağaları terörün güncelliğini yitirmesi ile birlikte üst rütbeli askerlerle kaçakçılık yaparak ciddi kazançlar elde ettiklerini, geçen yaz tayin olan eski Tümen Komutanı Tümgeneral Ali KARABABA ve Kurmay Başkanı Aziz ERGEN’in bir yıl ağalar ile birlikte iş adamlarını tehdit ederek, kaçakçılık yaparak ve ihalelerden korkunç haksız paralar elde ederek milyarlarca para kazandıklarını şu an emekli olan Aziz ERGEN’in Ankara Kızılay’da hanımının üzerine kayıtlı olan kendisine ait dört katlı dershanesinin bulunduğunu, emekli asker olan Aziz ERGEN’in mal varlığı araştırıldığında devlet memuru maaşı ile sahip olamayacağı daha nelere sahip olduğunun anlaşılacağı, bölgedeki kaçakçılık olaylarında Tümen Komutanı (Garnizon Komutanı) Tümgeneral Ahmet YAVUZ ve İl Jandarma Alay Komutanı J.Kur. Kıdemli Albay Habib DOĞAR’ın bizzat bilgilerinin olduğunun son dönemde Türkiye genelinde yakalanan bombaların geldiği güzergâhlar araştırılırsa ve teslim olan teröristlerin ifadeleri ayrıntılı bir şekilde incelenirse bu anlatılanların ne kadar doğru olduğunun anlaşılacağını, ayrıca konunun esas vehametinin bu kaçakçılık olaylarına bilerek göz yummalarla ülkemizin değişik yerlerine sevkiyatı yapılan bombaların ve silâhların hangi amaçlar için ve hangi eller tarafından kullanılacağının anlaşılacağını… Şeklinde iddialarda bulunulmuştur.
Yukarıda anlatılan ihbara konu olay ile ilgili olarak soruşturma evrakı tefrik edilerek soruşturma defterimizin 2006/153 sırasına kaydedilmiş ve soruşturma evrakı Yetkisizlik kararı ile Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
2 - Yine 14.02.2006 havale tarihli C. KAYA ismi ile Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimize gönderilen ihbar dilekçesinde;
ihbarı yapan kişinin Silopi’de yaşayan bir güvenlik mensubu olduğunu, son dönemlerde ardı ardına patlayan bombalardan Silopili her vatandaş gibi rahatsız olduğunu, bütün bu patlamaların ardından merak edilen tek şeyin bunları PKK mı yapıyor, yoksa devlet mi sorusunun sorulmaya başlandığını, örnek olarak 20.11.2005 günü saat 21:45 sıralarında Silopi İlçesi Emniyet Müdürlüğü binasına Ata KAÇAR, Cevher BADUR, Osman ARSLAN, Sabri BİNZET ve Mehmet ÖZKAN isimli kişiler tarafından iki adet el bombasının atıldığını ve bu kişilerin yakalandığını, Ata KAÇAR’ın sorgusunda şoförlüğünü yaptığı ticari otoya müşteri olarak binen adı geçen şahıslardan Osman ARSLAN’ın Silopi ilçesine giderek eğlendikleri, lokâlden çıktıktan sonra Emniyet Müdürlüğü’nün bulunduğu sokağa araçla gittiklerini, bu esnada bir patlama sesi duyduğunu ve korku ile arkasına baktığında Osman isimli kişinin elindeki el bombasını fırlattığını gördüğünü söylediğini, olayı yapan Osman’ın suçu kabul ettiğini ancak neden yaptığını söylemediği, Osman, Ata ve arkadaşlarının korucu olması asker ile bağının olmasının kendilerine Şemdinli olaylarını hatırlattığını, çünkü ilçede örgüte yakın olan ve çocukları kırsalda olan insanların yaptıkları araştırmalarda bu patlamalardan PKK.nın haberi olmadığı, Silopi ilçesinde meydana gelen patlamaların örgüte zarar vereceği yanıtının alındığını, örgüt tarafından faillerin ve patlamadan sorumlu olan insanların örgüt tarafından araştırılmakta olduğunun söylendiği, bunun yanında olayı yapan kişiler göz altındayken Emniyeti arayan bir kişinin polisleri tehdit ettiğini ve bombalamayı yapan kişilerin serbest bırakılmasını istediğini aksi taktirde Emniyetin tekrar bombalanacağını söylediğini, Emniyeti arayan ve tehdit eden ve ismini vermeyen bu kişinin ise özel kuvvetlerde çalışan Muzaffer BADUR isimli bir astsubayın olduğunun, bu olayların Şemdinli olaylarının akabinde olmasının bölgede yeni oyunların var olduğu şüphesini uyandırdığını, Silopi ilçesinde meydana gelen patlamalardan ve Silopi Emniyet Müdürlüğü’nde olan patlamalardan da Silopi 23. Piyade Tugay Komutanı Ömer PAÇ’ın bilgisinin olduğunu, bu kişinin Emniyete sürekli tepkili yaklaştığı, Emniyetin son iki yılda gerçekleştirdiği operasyonlardan rahatsızlık duyduğunu … Şeklinde iddialarda bulunulmuştur.
Yukarıda anlatılan ihbara konu olay ile ilgili ihbar dilekçesinin bir örneği Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı’na gereği için gönderilmiştir.
3 - Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimize gönderilen 16.12.2005 havale tarihli Rıfat KORUHAN isimli ihbar dilekçesinde;
Kamuda çalışan, geçimini devletten sağlayan ve çocuklarını devletten aldığı maaşla okutan bir kişi olduğunu, Şemdinli’deki olayın tek başına bir olay ve sadece bu bölgeye has bir olay olmadığını, devlet görevlilerinin illegal faaliyet yürüttüğünün bir gerçek olduğunu ve hedeflerinin devlet ile bölge halkını karşı karşıya getirmek olduğunu, 2005 yılının kasım ayında Umut Kitabevi’nde ki patlamanın da buna bir örnek olduğunu, işyeri bombalanan Seferi YILMAZ’ın da PKK.nın çeşitli eylemlerine katılan ve hapis yatan biri olduğunu, patlama olayında topluluğun orada bulunan Veysel ATEŞ isimli kişiyi linç etmeye çalıştığını, orada bulunan polislerin bu kişiyi kurtararak emniyete götürdüklerini, patlama olayında ilk önce polislerin suçlandığını, bunun sebebinin Ali KAYA’nın vatandaştala ben emniyetçiyim demesinin olabileceğini, bunun üzerine halkın PKK lehine slogan atıp Hükümet Konağını ve Emniyet Müdürlüğünü taşladıklarını, patlamayı yapanların kullandığı halk tarafından da tespit edilen 30 AK 933 plakalı aracın çevresinde toplanan kalabalığın aracın bagajındaki silâhları, el bombalarını, jandarmaya ait kimlik kartlarını, görev belgelerini ve diğer evrakları görünce olayı polisin yapmadığını anladığını, bunun üzerine emniyeti ve hükümet konağını taşlamayı bıraktıklarını, aracın etrafında toplandıklarını, PKK itirafçısı Veysel ATEŞ’in emniyete geldiğinde kendisini uzman çavuş olarak tanıttığını, daha sonra gerçek kimliğini açıkladığını ve olayı anlattığını, Veysel ATEŞ’in olayı aşağıdaki şekilde anlattığını,
09.11.2005 günü Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı istihbaratında çalışan astsubaylar Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in yanlarına kendisini de alarak 30 AK 933 plakalı beyaz renkli araç ile Hakkâri’den Şemdinli ilçesine hareket ettiklerini saat 11:30 gibi Şemdinli ilçesine geldiklerini, patlamanın olduğu Özipek Pasajının yakınlarında bir yerde Özcan İLDENİZ’in iddia oynamak için araçtan indiğini Ali KAYA ile kendisinin araçta kaldığını, patlamanın Özcan İLDENİZ’in yanlarından ayrılmasından kısa bir süre sonra gerçekleştiğini beyan ettiğini, bu olayın detaylarının incelendiğinde bütün şüphelerin Jandarmaya yöneldiğini, olay yerinde şüpheli bir vaziyette vatandaşlar tarafından da görüntülenen astsubay Ali KAYA’nın olay gününden sonra ortadan kaybolduğunu, kendisinin gözaltına dahi alınmadığını, Özcan İLDENİZ’in de araçtan indikten sonra nereye gittiği ve tam patlama esnasında nerede olduğunun belli olmadığını, olayda adı geçen iki astsubayın ifadelerinin ancak olaydan iki gün geçtikten sonra alınabildiğini, ancak ifadelerinin alınmasından sonra serbest bırakıldıklarını, bu kişiler mahkemeye çıktıkları sırada Hakkâri İl Jandarma Komutanı Erhan KUBAT’ın da orada bulunduğunu, olayın polis bölgesinde meydana gelmesine rağmen Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in tahkikatını Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı’nın yürüttüğünü, Veysel ATEŞ isimli kişinin de bunlarla beraber olmasına rağmen Veysel ATEŞ’iin tutuklandığını, Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in tutuklanmadıklarını, mahkemeye çıkmadan önce üç şüphelinin de bir arada oturmaları sağlanarak çelişkili ifade vermemelerinin sağlandığını, askerî yetkililerin ilçede olayların devam ettiği sırada bile Emniyet’te bulunan Veysel ATEŞ’i alıp götürmek istediklerini, bunun için İlçe Emniyet Müdürü Tacettin ASLAN’a baskı yapıldığını, Veysel ATEŞ’in kendilerine teslim edilmemesi üzerine o sırada ilçede bulunan MİT Bölge Müdür Yardımcısı Seyfettin ŞENER’i devreye soktuklarını ve Veysel ATEŞ’in serbest bırakılmasını sağlamaya çalıştıklarını, Şemdinli’de meydana gelen bu olaydan bir gün sonra Silopi Cumhuriyet Savcısının aracına bomba konulduğunu, bunun bir mesaj olabileceğini, olay sonrası ismi açıklanan astsubay Ali KAYA hakkında Genel Kurmay Başkanı’nın yargı süreci tamamlanmadan onları ne korurum ne de suçlarım dediğini, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar BÜYÜKANIT’ın ise; Ali KAYA’yı tanırım, benim askerîmdi, o böyle bir şey yapmaz diyerek yargılama sürecini etkilediğini, Yaşar BÜYÜKANIT’ın Diyarbakır’da 7. Kolordu Komutanı olarak görev yaptığı dönemde Ali KAYA’nın da Uzman Çavuş olarak görev yaptığını, Yaşar BÜYÜKANIT’ın kendisi korgeneral iken tanıdığı Uzman Çavuş Ali KAYA gibi kaç tane uzman çavuş tanıdığını, Şemdinli olayı ile ortaya çıkan devlet içerisindeki illegal yapılanmanın izleri iyi takip edilirse Jandarma Genel Komutanı Fevzi TÜRKERİ ile Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar BÜYÜKANIT’a kadar uzanacağını, polis bölgesindeki patlamaların örgüt tarafından yapıldığında bir şekilde üstlenildiğini, ancak üstlenilmeyen patlamaların kimin eseri olduğunu,
Hakkâri ilinde kontrgerilla eylemlerini yönlendirenlerin başında İl Jandarma Komutanı Albay Erhan KUBAT’ın geldiğini, Yarbay Ramazan AKÇA ve Astsubaylar Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in de yardımcıları pozisyonunda olduklarını, bu ekibin Yüksekova’daki kolunu ise astsubaylar Murat KARAGÖL ve Mehmet ALTUNER’in oluşturduğunu, Albay Erhan KUBAT’ın bölgedeki terör olaylarının sınırsız yetkiler ile çözülebileceğini, yeni kanunların bu manada kendileri için bir talihsizlik olduğunu savunduğunu, Yüksekova ilçesinde bulunan 21. Dağ Komando Jandarma Tugay Komutanı Erdal AKPINAR’ın da ilginç uygulamalarıyla halkı askerden ve devletten soğuttuğunu, Yüksekova’da örgütün baskısıyla 15.02.2005 tarihinde gerçekleştirilen kepenk kapatma eyleminden sonra askere buradaki esnâftan alış veriş yapmalarını yasakladığını, PKK yanlısı olmayan sivil toplum kuruluşlarından hiç kimse ile görüşmediğini, halka kin ve nefretle yaklaştığını, bu sebeple örgüte yakın olmayan vatandaşında devletten soğumasına sebep olduğunu, yine Erdal AKPINAR imzasıyla Hakkâri Valiliğine gönderilen bir yazıda olayların önlenmesinde polisin yetersiz kaldığına değinilerek dikkatleri emniyet teşkilâtı üzerine çekmeye çalıştığını, ayrıca Jandarma teşkilâtının istihbarat yapma yetkisi bulunmamasına rağmen her yerde bu faaliyetini yürüttüğünü…” Şeklinde iddialarda bulunulmuştur, dilekçesinde Hakkâri, Yüksekova ve Şemdinli’de meydana gelen bazı patlamalardan da bahsetmiştir.
4 - Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimize gönderilen 28.02.2006 Havale Tarihli İ.K. Ören İsimli Bir Şahıs Tarafından Gönderilen İhbar Dilekçesinin İçeriği Olduğu Gibi Aşağıya Alınmıştır
Birkaç ay yöremizin dikkat ve merakla takip ettiği bir konu bu Şemdinli bombası ve Hakkâri olayları. Bende gerçeklikte ailemden birini yıllar önce bunun, gibi şüphelendirici bir ölümle kurban vermiş kimse olarak kendinizce soruşturduğunuz bilinen bu takibatı birazda endişelenerek sonucunu merak ediyorum. Niye. Çünkü devlet bu "işe sahip mi çıkar. çünkü daha bir iki gün öncesiydi bazı görevliler, bu olayın hain bir çetenin işi olabilirmiş Sayın Kara Kuvvet Komutanı Yaşar BÜYÜKANIT paşada olay olunca o Ali KAYA’yı tanırım çok iyidir bu işi o yapmaz dedi derhal. Sonra Amerika’ya gitti. neden gitti. Bide oradan dedi. Bu Van Savcısı halen neyi soruşturuyor diye. gazeteler yazdı. hem dediler bu işi çözeceğiz. Şemdinli’ye kadar Hakkâri’ye kadar geldiler. demek Başbakandan korkularına buraya kadar geldiler onun yanında. Siz bilmezsiniz benim yeğenim Ercan Örende bu bomba gibi çok şüphelendirici bir durumda ortadan kaybolmuştu yıllar önce 1994 yılı yazında ortadan kaybolunca babası Kemal ile araştırdık kendisini en son derede elbise yıkayan kadınlar 3 kişinin dere boyundan ileriye zorlayarak götürdüklerini görmüşler örgüte kaçırdıklarını anladık. Çünkü yeğenim devlet yanlısı olarak bilinmektedir. PKK yanlısı kişilerce öldürülmüş olacağından dolayı Savcılığa söyledik, sonra soruşturduk. Yüksekova ilçemizden Fettah Dursun içlerinden biriymiş yanında da Olcay Zirek varmış sonra ölüsü Yüksekova Güçlü Köyü Ayı Yuvası mevkiinde oradaki mağarada bulunduğunda doktorun dediğine göre 12 gün önce öldürülmüş vücudu çürümeye başlamış. Boğazını kesip bıçakla vurmuşlar üstüne de örgüt notu koymuş o vatan alçakları, iki çocuğu ve ailesi kaldı geride. Dosyası Diyarbakır DGM gördü. Sonra Van’a DGM gelince 1997 de buraya gönderdiler. Ne zamanki 1999 yılı başındaydı bu alçaklardan Kinyas (K) Olcay Zirek yakalandı o zaman yeğenim onlar öldürmüşler Fettah Dursunla yanlarında da Teter Hocaoğlu varmış öyle demiş ayrıca ne dememiş. Bu adamlar örgütten Aydın Kemal Akbıyıkın emriyle Yüksekova’dan Hazime Güngör, Asiye Tezel yine Feran Gül hep birlikte toplantılar yapmışlar, bölücü PKK için eylem yapmak için karar almışlar ayrıca, Ahmet Tezel, Mehmet Reşit Koç, Leyla Güngör, Nadir Bozkurt, Aydın Kemal Akbıyık, Yunus Bozkurt varmış yanlarında. 1998 yılı Kasım ayıydı. Şehidan kampından Melsa (K) yine Rojbin (K) kızlar gelmiş onları evlerinde barındırmışlar. İlçede jandarma komutanlığının keşfini yapmışlar. Bu kızlardan Rojbin kendini orda patlatmış, ölen ve yaralanan askerler oldu, Melsa olanı ise Van’a götürmüşler Aydın’ın arabasıyla, yanlarında Reşit’de gitmiş sonradan 15 geçmiş oda orada kendini patlatmış. Onda da ölenler ve yaralanan oldu. Ölen ve yaralanan askerler oldu. Ama ne oldu bu kadar delile rağmen dava açıldı, Van DGM Beraat kararı verdi. 19.04.2001 tarihi 1999/26 - 177 E.K. sayılı karar verildi, Savcı temyiz etmemiş, hüküm haline geldi. Fettah Dursun hakkında dava bile açmadan soruşturmama kararı vermiş o beraat kararını veren yine aynı savcı. Neden, imza inceleme raporunda yeğenimin yanında bulunmuş not yazısı Fettah’ın yazısı değilmiş, birde rapor Jandarma lâboratuvarı vermiş, hepsinin bizde kâğıdı belgesi var. 14.09.1999 tarihinde sayısı sırası 1999/81 Babası Kemal Ören sonra yine dilekçe verdide Başsavcının emri ile yeniden soruşturma yapıldı. Ne oldu. Yeniden rapor alındığında yazı Fettah’ın olabilirmiş, Hakkında DGM.ye dava açtılar. Ame ne olduysa bu adam sanki kendisi Jandarmaya teslim olmuş pişmanlıktan yararlanmak istedi. Olcay’a beraat veren aynı hâkimler onada baktılar. Ercanı sanki o vurmamış. Sadece örgütün elemanıymış da onu da pişmanlıktan beraat ettirdiler. 23 Mart 2000 tarihinde sayısı 1998/120- 63. Bu kadar delile rağmen. Hem de alınan Adlî Tıp raporu yazı Fettah’ın yazısı imiş, bunu demesine rağmen. 16 Mayıs 2001 tarih sayı 4653 raporu. Bu raporda bizde var. Van DGM 2000/398 sayılı esas dosyasında da var baksanız ordadır. Bu Fettah o dosyada daha neler dememiş. 1991 yılından sonra Yüksekova 2.Sınır Jandarma Taburunun komutanı olan Binbaşı Ali Kiraz yine üsteğmen Ali Çakmakkaya isimli kişiler onu istihbaratta görevlendirmiş. Seyar Jandarma komutanı Fahri Cici, Hakkâri İstihbarat MİT Müdürü Mustafa ve Ramazan isimli şahısların, polis Mehmet Sinan’da onlarlaymış. PKK.nın kendisine güvenmeleri ve sırlarını söylemeleri için kendisini örgüt milisi gibi göstermiş. Olcay Zirek’de onun PKK’nın güvenini tekrar kazanmak için Ercan’ı öldürdüğünü söylememiş midir. yine bunların bilgileri ve talimatıyla İran-Urumiye’deki Erdal (K) PKK.lı ile ilişkiye geçmiş güya örgüt silâhlarını bizim askerîmize getirip yakalatmış hem bu binbaşının posta eri İbrahim’le yine binbaşının vasıtasıyla Şemdinli Kaymakamının Broadway otomobili kendine verilmiş bunlarla yapmış ama askerler tarafından yakalandığı süsü verilmişmiş örgüt şüphe etmesin diye, kendisi bu silâh yakalattığı nedeninden İran’a gelmesi İstenmiş Erdal (K) tarafından Binbaşı Ali Kiraz söylemiş kendisine, girmezsen anlaşılırsın o yine örgüte gitmiş sonra ne olmuş Yüksekova Tabur Jandarma Komutanı Hami Yarbayla görüşmüş. Sonra gidip ona teslim olmuş. O zaman ne demek, bu Fettah Dursun PKK.lıyken Jandarmada istihbaratta görevlendirilmiş, bu iyi de neden yeniden bölücü PKK.nın güvenini kazanmak için benim yeğenim Ercan’ı öldürür ki. Hani benim yeğenim Emniyete çalışıyor. Demek devlet ajanı diye. Hem bu 1994 yılı oluyor. JİTEM denen bu yörede çok sayıda insanı faili meçhul öldürdüğü söylenen yasadışı yapılanmanın olduğu aynı yıllar oluyor. Hem bu adamın yazısı Ercan’ın cesedi yanında bulundu hem onla birlikte öldüren Olcay Zirek’de onla "Birlikte, hatta Teter Hocaoğlu ile üçünün öldürdüklerini söylemiş. Her şey aleni. Ceza verilmiyor hem bu komutanlar bu işin içinde, hem Olcay Zirek intihar olayı için Yüksekova’ya gelen ve kendisini bomba ile burada ötekide Van’da patlatan kızları da kendilerinin getirdiğini, barındırdıklarını, olayın önceden keşfini de yaptığını, hepsini de anlatmış. Bu Komutanlarda dinlenmiş ama olayın içindeler sadece tanık olarak dinlenmiş. Önce korkup ismi yabancı gelmiyor ama hatırlamıyorum demiş. Ama bakmış ki mahkeme olayın üstünü araştırmıyor sonra dinlendiğinde evet bu Fettah’ın her anlattığı doğrudur demiş. Ama aynı mahkeme Olcay’dan sonra başka bir davada Fettah’a da ceza vermiyor. Aynı savcı temyiz etmiyor. Karar yine hükümleşiyor. Savcı önce soruşturmama kararı veriyor. Sonra şikâyet etmişiz Başsavcı yeni soruşturma açtırmış, ama mahkeme beraat veriyor, ceza vermiyorum diyor. Savcı duruşmaya çıkıyor ama ne yapıyor. kararı yine temyiz etmiyorum diyor. Kararlar ayrı ayrı davalar açılıyor. Birbirinden parçalanıyor. İkisi ayrı ayrı görülüyor. İşin içinde Teter Hocaoğlu’da var ama o da parçalanıyor. kararlar ayrı ayrı oluyor. Karar böyle veriliyor. Hem de her şey ortada. Hem de bu komutanlarda olayın içindemi. Bir soruştur, araştır, yapılmadan böyle karar veriliyor. Olayın bir parçası da halen 2000/398 Sayı Van 3. ACM.de görülüyor. Ama benim korkum, ailesinin korkusu odur ki bu davadan da bir sonuç olmayacak. Umudum da yok. Nasıl olsun. Bu ülkede Susurluk olmuş. Çok sayıda faili meçhul olmuş. Bir sonuç çıkmamış. Bir yıl öncesine kadar Şemdinli’de Yüksekova’da bir şey olmamış. Ama ne zaman Hakkâri Alay Komutanı, İstihbarat Komutanı gelmiş, Bunların bağlı olduğu Van’daki Asayiş Komutanı Selahattin Uğurlu gelmiş. Ondan bu zamana kadar buralarda bir çok bomba patladı. Niye daha önce olmuyordu sonra oldu, Şemdinli’de son bomba patladı. Patladı, Jandarma istihbarat astsubayları suçüstü yakalandı. Niye sonra hiçbir patlama olmadı. Demek hepsini bunlar mı patlattı. Patlattı ama sonra ne oldu. Üzerimizden Jet uçakları uçuruldu, sonra o adam dedi ki, o Ali Kaya iyi bir askerdir. Tanırım dedi. günler geçti sonrada bu Van Savcısı neyi soruşturuyor hala dedi. Hem de bu Ali Kaya, hem susurlukta ismi geçmiş, hem de bu Büyükanıt Paşa ile çalışmışlar 1998 yılında Diyarbakır’da. Oraları haraca kesmiş aynı bir ekipmişler. JİTEM olarak çok sayıda insan öldürülmüş. Kendileri hep insanımızı öldüren PKK İtirafçıları ile çalışmışlar. Bunlardan birinin gazetelerde beyanlara çıktı. Yeşil diye bilinen JİTEM.ci de bunlardanmış. Musa Anteri ve başkalarını öldürmüşler Ankara’da Birçok kişiyi de karakola götürüyoruz diyerek öldürmüşler Diyarbakır’da bunu eski PKK.lı JİTEM elemanı Abdulkadir Aygen söylemiş hepsini. Hem de sonradan Diyarbakır Emniyet Müdürü olan Gaffar Okan’ın çok sıkıştırmaya başladığını söylemiş kendilerini. O da sonra öldürüldü. Ama kim öldürdü, neden öldürdü, demek bunlar aynı ekip hepsi. Bir yetkili çıktı, bu devlet içinden bir çetenin işi olabilir dedi. Ama devletimiz bizim büyüktür. Biz hepimiz vatandaşıyız bu devletin. Ben yinede hep bunların soruşturulmasını, bu bölgede iç savaş ve kargaşa çıkarmak devletimizi geriletmek isteyenlerin ortaya konmasını, hak ettikleri cezanın verilmesini, dışarıda devlet elemanıymış görünen, gerçeklikte yeğenim gibi bir çok devlet yanlısını ve suçsuzu öldüren suçluların, bu devlet içinde oluşmuş birtakım çete ve yapılanma olsa bile hepsinin yakalanmasını, cezalandırılmasını istiyorum. Devletimizden en beklentimiz budur. Devlet bizi boşa çıkarmasın. Sizde bizi, bütün yöre halkını boşa çıkarmayın. Bu dediklerimin hepsi 2000/398 sayı esas dosyada vardır. Fettah Dursun’un kendi el yazılı dilekçesi, Devletin ne olduğunu, hukukun ne olduğunu siz gösterin hiç değilse. Biz diyelim bu vatanda savcılarda vardır hakimlerde vardır. Şeklinde iddialarda bulunulmuştur.
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2000/398 Esas sayılı dava dosyası celp edilerek incelenmiş ve inceleme tutanağı dosyanın içerisine bırakılmıştır.
Hakkâri Olayları İçerisinde Güvenlik Güçlerinin Tutumlarına İlişkin Değerlendirmeler:
Ülke genelinde terörle mücadele etmek görevi esasta iki ana iç güvenlik teşkilâtı olan Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı üzerinde bulunmaktadır. Bu iki kurum esasta kanunların kendilerine sağladığı güçle görevlerini yerine getirirken uzun bir süredir terörle mücadele etmenin verdiği tecrübe ile kendi geleneklerini de oluşturmuşlardır. Bu iki kurumun sorumluluk alanları yine kanunlarla belirlenmesine rağmen zaman zaman aynı olaylar üzerinde çalışmaktan ötürü çakışma ve rekabet içerisine girdikleri bir gerçektir. Ancak özellikle son 10 yıldır kırsal bölgelerden şehirlere göç, etkin propaganda araçlarına ve geniş lojistik imkânlarına duyulan ihtiyaç vb sebepler sonucu örgütün faaliyetlerinin ana damarları büyük ölçüde polisin sorumluluk alanlarındaki metropol alanlarına kaydığı bilinmektedir. Uzun bir süredir yurt genelindeki terörle mücadelenin sadece kırsalda taktik/ operasyonel yönü ile meşgul olmak durumunda kalan Jandarma unsurlarının yeterli donanıma ve eğitime sahip olmamalarına rağmen sıklıkla polisin sorumluluk alanındaki şehir merkezlerine müdahale ettiği görülmektedir.
Şemdinli’de yaşanan gelişmelere bu doğrultuda bakıldığında; Hakkâri İl ve ilçe merkezlerinin genel güvenliğinden sorumlu olan İl Emniyet Müdürlüğü’nün sorumluluk alanında Jandarma birimlerinin bulunmasının açıklanabilir iki sebebi bulunmaktadır. Bu birimler ya jandarma bölgesinde başlayan adlî bir soruşturmanın devamında Cumhuriyet Savcısının izni ve mülkî amire haber vermek kaydıyla emniyet güçleriyle koordine kurarak çalışabilecektir. Ya da önleyici bir görev kapsamında ilçede görevlendirilmiş ise mülkî amire haber vermek kaydıyla yine emniyet güçleri ile koordine kurarak bölgede bulunabilecektir. Ancak dosyadaki belgeler incelendiğinde her iki türlü de izin mekanizmasının işletilmediği görülmektedir. Üstelik jandarma tarafından ibraz edilen belgeler ve telefon detayları incelendiğinde üst amirlerince usulüne aykırı biçimde yapılan bu görevlendirmenin birçok kez tekrar edildiği sonucuna varılmaktadır.
ŞEMDİNLİ İLÇESİNDE MEYDANA GELEN PATLAMA OLAYINI PROTESTO ETMEK AMACIYLA YAPILAN GÖSTERİLER:
1 - Şemdinli İlçesinde Yapılan Gösteriler : 09.11.2005 tarihindeki patlama olayı sonrası büyük bir halk topluluğu tarafından Emniyet Müdürlüğü’ne ait bina ve lojmanlara saldırılar yapılmış, tahrik olmuş bu halk topluluğu Emniyet Güçlerine taşlı-sopalı saldırıda bulunulmuş, Şemdinli Halk Eğitim Müdürlüğü binası önündeki Bayrağımız indirilmiş, Şemdinli Lisesi’ndeki Atatürk Büstü’nün kaidesinin sökülmüş ve yakılmış bir aracın içerisine atılmış, Metehan AŞÇI isimli bir Uzman Çavuş’a ait araç yakılmış, 13.11.2005 günü yakılmış bir Türk Bayrağı Tekel binası yanındaki çöp yığınında bulunmuş, Tarım İlçe Müdürlüğü önündeki Türk Bayrağı gönlerden indirilmiş, Derman Eczanesi tahrip edilmiş, 15.11.2005 günü Şemdinli’deki askerî birliklere erzak getiren araç yakılmış, Şemdinli ilçesine girişte bulunan Polis Noktası yakılmış, bir çok resmî ve özel araç zarar görmüş, olaylar sırasında memurlar ve vatandaşlardan yaralananlar olmuş, halk adeta çığırından çıkmıştır. Ayrıca 06.12.2005 günü, 09.11.2005 tarihinde meydana gelen olayları protesto etmek amacıyla 78 kişilik bir grup toplanmış, Şemdinli Olayları protesto edilmiştir.
2 - Hakkâri İlinde Yapılan Gösteriler : 11.11.2005 tarihinde Hakkâri il merkezinde Şemdinli ilçesinde meydana gelen olayları protesto etmek amacıyla tüm dükkânların kepenk kapatacağının ve basın açıklaması yapılacağının duyumunun alınmasını müteakip saat 11:00 sıralarında 500 kişilik bir grup toplanmış, PKK terör örgütü lehine sloganlar atılmış. Göstericiler taşlı ve sopalı saldırıda bulunmuşlardır. Daha sonra grup 1000 kişiye yaklaşmış, olaylar sırasında resmî ve özel araçlar ile kamu binaları zarar görmüştür. Bu olaylar sırasında (16) polis memuru da yaralanmıştır. Yine, 16.11.20005 tarihinde Hakkâri ilinde Şemdinli Olayları’nı protesto etmek için 1000 kişi civarında bir grup toplanmış, PKK terör örgütü lehine sloganlar atılmış, güvenlik kuvvetlerine taşlı-sopalı saldırıda bulunulmuş, şehrin çeşitli yerlerinde ateşler yakılmış, kamu binalarına saldırılar yapılmış, olaylar sırasında silâhlar patlamış, polis memurları yaralanmış, olaylara karışan bazı şahıslardan da yaralananlar olmuş, iş yerleri ve sivil vatandaşlara ait araçlar hasar görmüştür.
3 - Yüksekova İlçesinde Yapılan Gösteriler : Şemdinli’de meydana gelen bu patlama olayından sonra bu olayı protesto etmek için 15.11.2005 tarihinde Yüksekova ilçesinde DEHAP İlçe Örgütü tarafından Basın Açıklaması yapılmış, Basın Açıklamasına 800-1000 kişilik bir grup katılmış Basın Açıklaması sırasında örgütün elebaşısı Abdullah ÖCALAN’ın posterleri açılmış, yasadışı sloganlar atılmış daha sonra taşlı-sopalı ve molotof kokteylli saldırılar yapılmış olayların büyümesi üzerine Emniyet Görevlileri ile taşlı-sopalı, molotof kokteylli saldırı yapan kişiler arasında arbede yaşanmış, barikatlar ateşe verilmiş, muhtelif yerlerde ateşler yakılmış; bu arada silâhlar patlamış, çıkan olaylarda bazı polis memurlarının yaralandığı, atılan sloganlarda “Katil Devlet, Şerefsiz Devlet, Terörist Devlet, Şemdinli’nin Hesabını Sormaya Geldik” gibi sloganlarda atılmış olaylar büyümüş, çıkan olaylarda gösterici grup içerisinden Abdülhamit GEYLANİ ve İslam BARTIN isimli şahıslar ölmüş ve bir çok kişi de çeşitli yerlerinden yaralanmışlardır. Ayrıca iş yerleri ve sivil vatandaşlara ait araçlar hasar görmüştür.
4 - Van İlinde Yapılan Gösteriler : 12.11.2005 günü Van DEHAP İl Teşkilâtı’nın organizesinde Şemdinli Olayları’nı protesto etmek için 150-200 kişilik bir grup şehir içinde toplanmış, PKK terör örgütü adına sloganlar atılmış ve Şemdinli Olayları protesto edilmiştir. Emniyet Güçleri ile göstericiler arasında olaylar yaşanmıştır. Olaylar sırasında polis memuru yaralanmış, iş yerleri ve sivil vatandaşlara ait araçlar hasar görmüştür.
5 - Muş İlinde Yapılan Gösteriler : 21.11.2005 günü Muş ilinde Şemdinli Olayları’nı protesto etmek için 70-80 kişilik bir grup toplanmış, yapılan yürüyüş ve basın açıklaması sırasında PKK terör örgütü lehine sloganlar atılmış ve Şemdinli olayları protesto edilmiştir.
Görsel ve yazılı basından izlendiği kadarı ile Şemdinli’de meydana gelen bu olayı protesto etmek için İstanbul ilinde de gösteriler düzenlenmiştir.
DEĞERLENDİRME
PKK/ KONGRA-GEL terör örgütünün şiddet eylemleri ve ROJ TV aracılığıyla gerçekleştirdiği provokasyonların Hakkâri yöresinde gerçekleştirenlerin kimliği meçhul birtakım eylemlerin meydana gelişinin zeminini hazırlamıştır. Terörle mücadele eden güvenlik güçleri açısından asıl dayanak noktası olan toplumsal desteği yok eden bu tür kuşkulu eylemleri gerçekleştirenlerin ortaya çıkartılması elzemdir. Üstelik bu tür eylemler devletin kendisi harekete geçilerek ortaya çıkartılamaması halinde örgüt mensupların eline şiddet eylemlerinin haklı gerekçeleri olarak kullanılabilecek argümanlar sunulmuş olacaktır. Şimdiden bazı sitelerde (www.kerkuk-kurdistan.com/pdf/semzinan1105_2.pdf- ,) Şemdinli olaylarının aslında bir provokasyon olduğu ve bazı üst düzey güvenlik görevlilerinin bizzat bu provokasyonları tertiplediği yönünde bilgiler yer almaya başlamıştır.
Ülkemizin 30 yıla yakın bir süredir terör örgütü ile mücadelesi ister istemez güvenlik güçlerinde de bir değişimin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Çatışma içerisinde şehit ve yaralı veren güvenlik güçlerinin örgütün arzu ettiği psikolojik kaos ortamından etkilenmemesi mümkün değildir. Ancak bu durum illegal uygulamaların gerekçesi olarak kabul edilemez. Üstelik illegalitenin sonu gelmez bir süreç olduğu ve kaos ortamından şahsi çıkar sağlamak isteyen kesimlerin işine yarayacağı da mücadele sürecinden çıkartılan tecrübelerden anlaşılmıştır. Bunun önünün kesilmesi ise ancak siyasî söylemlerden kendini arındıran idarî mekanizmalar çatışma içerisinde yıpranan unsurların rehabilitasyonu için gerekli düzenlemeleri yapması ile mümkündür. Güvenlik güçleri terörle mücadelede devletin ve siyasî mekanizmaların tüm varlığı ile yanında olduğunu hissetmelidir. Bu durum etkin bir denetim mekanizmasını da beraberinde getirecektir. Aksi taktirde sahada yalnız kalan unsurların kendi kurallarını koymaları ve hayata geçirmelerinin önüne geçilemez. Münferit kurallar kuralsızlığı ve çatışmaların derinleşerek yaygınlaşması sonucunu ortaya çıkartır. Çatışma ise bu topraklarda yaşayan vatandaşlarımızca binlerce yıldır üretilen ortak değerlerin yıkılması sonucunu doğuracaktır. Terör örgütünün gerçekten arzu ettiği bu durumun önüne geçilmesi ancak örgütün kitleye ulaşma imkânlarının elinden alınması ve izole edilerek atalete mahkûm edilmesi, şiddet eylemlerinin etkisiz kılınması ile mümkündür.
BU AÇIKLAMALARDAN SONRA GENEL BİR DEĞERLENDİRME :
İnsanlığın son tekamül noktası olarak kabul edilen demokratik sistemlerde yönetimde istikrarın yanı sıra yönetilenlerin huzur, güven ve refahı da gözetilir. Ancak oldukça tartışmalı olan bu kavramların toplumların kültür ve geleneklerine göre şekillendiği de bir gerçektir. Bu yüzdendir ki hâlen meşruti sistemin yürürlükte olduğu ve kraliyet ailesinin imtiyazlarının devam ettiği İngiltere’nin demokrasinin beşiği olduğu söylenmekte; buna rağmen serbest ve açık seçim ilkesinin kabul edilerek uygulandığı; yönetenlerin birçoğunun seçimler işbaşına geldiği kimi ülkeler ise antidemokratik kabul edilmektedir. Demokrasi esasta Batı’da Batı’nın kültürünü oluşturan çatışmalı tarihi içerisinde bulunup ortaya çıkartılmış bir sistemdir. Bu sebeple demokrasinin temel kavramlarının algılanışında medeniyetler arasında farklılıklar bulunmaktadır. Temel kavramların algılanışında ve uygulamada ortaya çıkan sorun ise “Devlet” dediğimiz yönetim aygıtının devreye girmesi ile çözümlenmektedir. Ancak devlet denilen soyut kavramın görünür hali genelde en alt kademesinden en üst kademesine kadar idarecilerdir.
Vatandaşlara karşı keyfî uygulamalara engel olmak için idarecilerin uymaları gereken kurallar ve etik kaideler hukuk sistemi içerisinde vazedilmiştir. Buna rağmen bazı memurların devletin kendilerine tanıdığı yetki ve imkânları kullanarak menfaat temin etme arayışı içerisine girmeleri her demokratik sistemde görülür. Hatta bu tür şahıslar kendi faaliyetlerini haklı kılan ideolojiler de üreterek şebekeleşebilirler. Böylesi yapılar genelde çatışmalı dönemin ürünüdür. Zaten insanlık tarihine bakıldığında ideolojilerin çatışmalı dönemde ortaya çıktığı görülmektedir. Çatışmanın toz dumanı içerisinde ise çoğu zaman masum kavramlar anlamını yitirir. Kaos içerisinde kandan ve gözyaşından şahsi çıkar temin etmek arayışında olanların ortaya çıktığı görülür. Maalesef bu fırsatçı kişiler veya zihniyet ideoloji ile örgüledikleri şahsî menfaatlerini garanti altına almanın yolunu her dönem bulmuşlardır. Bu yüzdendir ki demokratik sistemler aslında bir ilkeler bütünüdür. Yine bu yüzdendir ki modern demokrasilerde etkin kamuoyu fırsatçı çevrelere imkân tanımayacak bir denetim sistemi olarak tesis edilmeye çalışılır.
Demokratik Sistemlere Rağmen Bürokrasi Aygıtı Ele Geçirilebilir mi?
Kan ve gözyaşı üzerinden politika üreten ve menfaatlerini temin için devletin bütün mekanizmasını kullanmaktan çekinmeyen güçlerin birtakım üst makamlara gelmesi halinde ise Devletin bekası için son derece tehlikeli bir durum ortaya çıkabilir. Kendi ideolojik mantığı içerisinde makul sebeplerini zaten hazırlayan bu grup menfaatleri icabı kendilerini uluslar arası güç odaklarına pazarlamaktan çekinmez. Gerçekte ne olup bittiğini bilen ve sesi çok çıkan bu grup medyanın da etkisi ile kamuoyunda “kahramanlar” olarak algılanırken aşağıda ise bunların tetikçiliğini yapan bir takım kişiler Devletin bekasına hizmet ettikleri düşüncesindedirler. Uluslararası güçler, ülkedeki bu zihniyet ve aşağıdaki gruplar arasında irtibatı sağlayan bağlar ise akla gelmeyecek binlerce karmaşık labirentten ve irtibat mekanizmasından geçtiği için aşağı gruptan biri deşifre olsa dahi gerçek oyuncuların ortaya çıkartılması mümkün değildir. Hemen diğeri sahneye sürülür. Üstelik medyadan kültür ve sanata siyasetten ekonomiye kadar bütün figüranlar sahnede kendi rollerini oynamak için beklemektedirler. Bu fasit çarkın bozulması ancak bu zihniyetin oyununun sona erdirilmesi ile mümkündür. Bu oyunun sona erdirilmesi ise ancak açığa çıkartılıp deşifre edilmesi ve kamuoyu vicdanında mahkûm edilmesi ile mümkündür. Bu oyunda ast ve üst gruplar arasında ahengi sağlayan ise bir nevi senaryoları olan menfaatlerinin arkasına gizlendiği ideolojileridir. Bu zihniyetin operasyonunu sona erdirmek için ise güvenlik güçlerine düşen tahrik olmadan sabırla grup üyelerinin birer birer düşmesini beklemektir. Zaten tecrübeler göstermiştir ki birbirlerinin ne olduğunu gerçekte çok iyi bilen bu şebekeler menfaatleri icabı çatışmaya düştüklerinde kolayca sırlarını ifşa etmektedirler.
Devlet İstihbaratı; Operasyonlarda Etik Ölçü
Her devletin kendi güvenliğine yönelik tehlikeleri bertaraf edecek istihbarat servisleri bulunur. Bu servislerin birtakım örtülü operasyonlar gerçekleştirdikleri de bir realitedir. Unutulmamalıdır ki kulağa hoş gelmese de istihbarat işleri içerisinde provokasyon, ajitasyon ve suikast gibi uygulamalar da bulunmaktadır. İstihbarat servislerinin operasyonları bazen uluslararası işbirliği içerisinde ve açıktan (Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanışı) bazen ise örtülü bir şekilde gerçekleştirilir. Ancak şu kabul edilmektedir ki açıktan gerçekleştirilen operasyonların ardında gerçekte görünenden öte bir niyet gizlidir. Bu tür operasyonlarda hedef ise genelde hedef ülke kamuoyunu manipüle (toplum mühendisliği) etmektir. Ancak hiçbir demokratik ülkede istihbarat servislerinin ülke vatandaşlarına yönelik operasyonları tasvip görmez. Bunun içindir ki demokratik ülkelerde olağanüstü yetkilerle donatılmış polis görevi yapan iç istihbarat servisleri bulundurulur ve ülke vatandaşlarına yönelik operasyonlar hukuk kuralları çerçevesinde sistemin tabii akışı içerisinde yürütülür. Ancak bunların bazı uygulamalarının ülke içerisine yönelmesi demokratik sistemi tehdit eder. Üstelik bunların –başta anlatılan kavramlar çerçevesinde- siyasî sistemi istikrarsız hale getirmek için kullanılmaları ihtimali de her zaman mevcuttur.
Devletin İstihbarat Geleneği; Tehdit Algısının Kaynağı Nedir?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti zor şartlarda kurulmuş bir devlettir. Yokluk ve sefalet içerisinde milletin varlığı tek dayanak noktası olduğu için Devlet milleti bölüp parçalayacak akımlara ve odaklara karşı olağanüstü tedbirler geliştirmiştir. Bu durum dönemin gerekleri içerisinde makul gören bir yaklaşım olarak kabul edilebilir. Ancak kabul edilmesi mümkün olmayan şey demokraside ve evrensel haklar sisteminde elde edilen bunca kazanıma ve güçlü bir devlet sistemine sahip olunmasına rağmen 20. yüzyılın başında Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında uygulanan olağanüstü güvenlik tedbirlerinin bugün de sürdürülmek istenmesidir. Üstelik şu bilinmektedir ki demokratik denetim mekanizmalarının her türlü kontrolünden azade olan odaklar olağanüstü güvenlik tedbirleri sayesinde bürokratik mekanizmaları kullanarak Devletin kılcal damarları içerisinde dolaşabilmekte ve kendileri oluşturdukları yapılanma içerisinde emellerini gerçekleştirebilmektedirler.
Bürokrasi mi, Demokrasi mi? Yoksa Her İkisi de Taktik Araçlar mı?
Türkiye geçmişten beri çokça sözü edilen ve bir dönem Susurluk; bugün ise Şemdinli olayları ile yeniden üzerine konuşulan bir gizli yapılanmanın varlığını tartışmaktadır. Hatta kimi yorumlarda bu yapının III. Selim’den beri Devlet mekanizması içerisinde faaliyette olduğundan ve kimi zaman Devletin emrinde kimi zaman ise uluslararası grupların emrinde olduğundan söz edilmektedir. İçerisindekilerin kendilerini Devletin gerçek sahipleri olarak gördükleri bu çevreler –geçmişte olduğu gibi- bugünde menfaatlerinin uzlaştığı noktalarda işbirliği içerisinde olmuşlardır. Günümüzde olduğu gibi menfaatlerin çatışmaya düştüğü dönemlerde ise farklı grupların kendilerine has üslupla birtakım operasyonlar gerçekleştirdikleri ve birbirlerini tasfiye etmeye uğraştıkları görülmektedir. Bu gruplardan kimisi bürokrasideki üstünlüğünü kullanırken kimisi de demokratik mekanizmaları kullanmaktadır.
Terör Nedir? Kim Ne İçin Terör Yapar?
Bu kavram ülkelerin ulusal güvenlik siyasetinin bir yansıması olarak gelişmiştir. Dolayısıyla evrensel bir tanımının bulunması mümkün değildir. 11 Eylül 2001 de Amerika’ya yapılan saldırılardan sonra kavram etrafında güvenlik siyasetinin re-organizasyonu için çabalar artmış olsa da ülkeler yine de birbirlerine karşı pragmatik bir tavır takınmaktadırlar. Her ülke kendi tehdit unsurunu “terör organizasyonu” olarak tanımlamakta buna rağmen işbirliği söylemleri uluslar arası müdahâlenin bir aracı olarak kullanılmaktadır. Yani bugün terör organizasyonları ve bizatiği kavramanı kendisi uluslar arası kamuoyunun manipilasyonu amacıyla kullanılmaktadır. Terör organizasyonları ise üzerlerinden işbirliğinin ve çatışmanın gerçekleştirildiği araçlar haline gelmişlerdir.
Terör kavramının –her ülkenin kendine göre yaptığı- çok değişik tanımları bulunmaktadır. Bunlardan birkaç tanesini burada örnek verebiliriz;
“İçeriği ya da bağlamı bakımından bir nüfusu korkutmak ya da bir hükümet ya da uluslararası örgütü bir eylemde bulunmaya ya da bulunmamaya zorlama amacıyla sivilleri ya da savaşa taraf olmayan kimseleri öldürme ya da bu kimselere ciddi bedensel zarar verme niyetini güden eylemler.” (BM; 2004 Aralık Terörizm Raporu);
“Genellikle belirli bir kitle üzerinde etkili olabilmek için (meşru hükümetler olabilir) savaş dışı hedeflere yönelik gizli ajanlar tarafından gerçekleştirilen siyasî amaçlı şiddet olayı. ‘Terörist Grup’ ise terör eylemlerini gerçekleştiren ve destekleyen herhangi bir grup.” (ABD; FBI ve Hazine Bakanlığı) ve
“Cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasa’da belirtilen Cumhuriyet’in niteliklerini siyasî, hukuku, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyet’in varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemdir” (Terörle Mücadele Kanunu; madde 1) denilmektedir. Ayrıca maddenin 3. fıkrasında terör kavramının özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silâhlı cemiyet, çete ve silâhlı çete tanımlarını da kapsayacağı söylenmektedir.
Bu üç tanıma baktığımızda birtakım ortak noktaların olduğu görülmektedir;
1. Her üç tanımda da şiddet öğesi ortaktır. (araç ortaklığı)
2. Her üç tanımda da terörün meşru hükümetleri zorlamak amacıyla gerçekleştirildiği kabul edilmektedir. (amaç ortaklığı)
Ayrıca ABD’nin tanımında terörün gizli ajanlar tarafından gerçekleştirebileceği kabul edilmektedir. Türkiye’nin tanımı ise oldukça ayrıntılı olup genelde korunması gereken hedeflerden hareket edildiği görülmektedir. Buna rağmen “kişi veya kişiler” kavramları kullanılarak net bir sınırlama getirilmemiştir. Yani zımnen bilinen terör örgütü mensuplarının dışındaki şahıslar ve grupların da belli bir amaca yönelik terör eylemi gerçekleştirebileceği kabul edilmektedir.
Yukarıdaki tanımlardan hareketle şu sonuca ulaşabiliriz; terör organizasyonunun her zaman bilinen ve polisçe takip edilen bir yapı olması gerekmemektedir. Yukarıda yapılan tanımlardan ve tecrübelerden hareketle devlet dışı organizasyonların devleti hedef alarak terör eylemi gerçekleştirebilecekleri gibi devlet içerisindeki bir takım organizasyonların da terör eylemi gerçekleştirebileceği kabul edilmektedir. Ancak bu noktada şu soru kritik önem kazanmaktadır? Devlet içerisindeki odaklar neden terör eylemi gerçekleştirmektedirler?
Terör Siyasî Sistemi İstikrarsızlaştırmanın Aracıdır
Terör örgütleri genelde toplumsal krizlerin yaşandığı dönemlerde ideolojik altyapısı ile birlikte çatışmaların bir ürünü olarak ortaya çıkarlar. Bu itibarla bir terör örgütünün ortaya çıkarak varlığını ispatlaması uzun bir hazırlık sürecinin sonucudur. Bu yüzdendir ki güvenlik tedbirleri ile şiddet eylemlerinin önüne geçmek -kısmen- mümkün olsa da bir terör organizasyonunu kökten çökertmek mümkün değildir. Terör örgütleri şiddet eylemleri ile hiçbir siyasî yapıyı değiştiremeyeceklerinin farkındadırlar. Üstelik tarihsel tecrübeler şiddet eylemlerin yaygınlaştığı dönemlerde idarenin daha da sertleştiğini göstermektedir. Ancak eylemlerde arzu edilen iki şey vardır; birincisi vatandaşın en temel görevi güvenlik olan devlete karşı güvensizlik hissederek toplumsal olaylar içinde yönlendirilmeye açık hale gelmesi; ikincisi ise toplumsal katmaların ve ideolojilerin kimliğin esas öğesini oluşturduğu ülkelerde vatandaşların devlet otoritesi ile karşı karşıya getirilerek çatışan unsurların kimliklerinin keskinleştirilmesidir.
Faaliyeti sona eren terör organizasyonları genelde sosyal değişim içinde toplumsal desteğini kaybetmiş yapılardır. Yani toplumsal katmanlar arasındaki temel çelişkiler (zengin/fakir, alevî/sünnî, sağcı/solcu vb.) sosyal değişim ile anlamını yitirmiştir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi kimi zaman toplumsal tabanı olmayan bazı kuşkulu terör eylemlerinin varlığına da rastlanır. (Yunanistan, 17 Kasım) Bu örgütlerin ortaya çıkartılması çok güç ve neredeyse imkânsız bir durumdur. Bunların varlıklarının sona erdirilmesi ise yine sistemin kendi içerisinde ve planlı bir operasyon sonucu olmaktadır. Yani bu tür yapılara yönelik operasyonların görünen yüzünün ötesinde bir amacı vardır ki bu genelde toplumsal dizayna yöneliktir. Yani hem terör organizasyonunun eylemi hem de buna karşı yürütülen operasyonun kendisi “toplumsal mühendislik” amacı taşımaktadır. Böyle bir ortamda istikrar adına atılacak adımların aslın da istikrarsızlığın bir aracı olduğu yönünde şüpheler mevcuttur. Yine de güvenlik güçlerine ve adlî mekanizmalara düşen yasaların uygulanmasıdır. Böylece kamu vicdanı tatmin edilecek ve görece istikrar ortamı sağlanmış olacaktır.
Provakatif Eylemlerin Amacı Nedir?
Anayasamızda “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğundan bahsedilmekte olduğunu” görürüz. Bu ilke Devletin yönetim şeklinin de temel esaslarını ortaya koymaktadır. Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir. Yani yönetim tek ülke ve tek millet ilkesine göre düzenlenmiştir. Bu yönetim illerin idaresinin başında Devleti ve hükümeti temsil eden valilerin ve hizmetten sorumlu olan Belediye Başkanlarının olduğu ikili bir sistemin bulunması şeklinde tesis edilmiştir. Milletin tekliği ise doğrudan siyasî bir statü olan “T.C. vatandaşlığı”na atıf yapılmak suretiyle sağlanmıştır. Yani kendini T.C. vatandaşı kabul eden herkesin Türk kabul edilmesi ilkesinde aslında “Türk”ün kültürel değil siyasî tanımı yapılmaktadır. Bunun yanında Anayasa Mahkemesi’nin kapattığı partilerin gerekçeli kararlarında ise vatandaşlarımızın farklı kültürel özelliklere sahip olduğu kabul edilmekte; buna rağmen kültürel çeşitliliğin ayrılık nedeni olarak kullanılmasının “bölücülük/ayrılıkçılık yasağı” ile önüne geçilmektedir.
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde ülkenin standart kültüründen farklı bir kültürel yapının olduğu söylenmektedir. Ancak doğrusu bu konuda yeterli araştırma yapılmış değildir. Yapılan araştırmaların birçoğu ise önyargılı kabullere dayanmaktadır. Üstelik araştırmaların amacının ortaklıkları değil de ayrılıkları hedeflemesi baştan sonucunu da hazırlamaktadır. Buna rağmen birçok sebepten ötürü bu bölgede sosyal ve kültürel yönden hassas bir yapının olduğu kabul edilmektedir. Bu durum bölge halkını provakasyonlara açık hale getirmektedir. Provakasyonlar ise kimi zaman örgüt mensuplarının doğrudan propagandası ile kimi zaman legal imkânlar kullanılarak bazı dernek ve kuruluşlar ile, kimi zaman yabancı şahısların temasları ile kimi zaman ise kimliğin bir öğesini ön plana çıkartan ve legal yolları tüketerek karşısındakine saldırıya kadar tahrik eden bir tetikleme ile olmaktadır. Şemdinli olaylarına bakıldığında bölgede yaşayan halkın kültürel farklılığının (Kürt kökenli vatandaşlarımızın bu yönü “EY KÜRT HALKI” bildirisi ile vurgulanmıştır) ve dinî hassasiyetlerinin (Bildiri metni içerisinde dinî duyarlılıklara da hakaret edilmiştir.) üzerine siyasî kimlik (PKK/KONGRA-GEL örgütü destekçisi olma durumu) bindirilerek toplumsal patlamanın yaşanması için gereken her şey yapılmıştır. Şunu kabul etmek gerekir ki bunu gerçekleştirenler kimlikler üzerindeki oyunların etkililiği ve bölge halkının duyarlılıkları üzerinde oldukça bilgi ve tecrübe sahibidirler. Eğer bu kadar provakasyon herhangi bir Batı yerleşim bölgesinde yapılmış olsa idi burada da sosyal patlama olacağından emin olunmalıdır. Bölgenin kimliğini oluşturan birçok öğeden oldukça hassas olan birkaçı duyarlı hale getirilerek sürekli kaşınıp tahrik edilmiş ve toplum patlamaya hazır hale getirilmiştir. Şemdinli’de Kitapevinin bombalanması ile birlikte ise arzu edilen patlama ve çatışma ortaya çıkmıştır. Bu eylemlerin Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef almasından öte bilinçli bir provakasyonun sonuçlarından yararlanmak istediği düşünülmektedir.
Eylemlerin gerçekleştirmesinde dört amaç güdülmüş olabilir;
1. Kültürel kimliğin üzerine inşa edilen siyasî kimliğin duyarlı hale getirilmesi, böylece toplumun rahatlıkla eyleme çekilebileceği ortamın sağlanması,
2. Birinci halde duyarlı hale gelen siyasî kimliğin tehdit algısı –gerçekte olduğundan daha fazla- abartılarak devletin şiddetli önlemlere başvurmasının yolunun açılması, bölgedeki idarî sisteme olağanüstü yönetim araçlarının hakim olmasının sağlanması,
3. Birinci ve ikinci halde bölgedeki güvenlik kaosunun siyasî otorite üzerinde baskı unsuru olarak kullanılmasının yolunun açılması,
4. Son olarak ise bütün bu sayılanların üzerinde Türkiye’nin temel politik yönelimlerinin (modernlik projesi, AB süreci) akamete uğratılması ve merkezdeki siyasî/bürokratik yönetim elitinin güç ve yerlerini muhafaza etmesi,
Olayların gelişimine ve olup bitenlere bakıldığında iç içe halkalardan oluşan bir zincirleme reaksiyon mekanizmasının – yasadışı yapılanmanın – medyada ifade ediliş şekliyle çetenin kurulduğu anlaşılmaktadır.
Bu tür yapılanmalarda her zaman için operasyonun arkasındaki isimlerin gizli tutulmaya çalışıldığı, kendilerine ulaşılamadığı, bu durumun yukarıda açıklandığı gibi Dönemin yargı ve devlet otoritelerinin, çoğu zaman bu tür yapılanma ve oluşumlar hakkında etkin bir soruşturma yapamadığı bu durumun basına yansıyan yukarıdaki açıklamalara göre yakınmalara sebep olduğu, içte ve dışta var ise bu tür yapılanmaların ortaya çıkarılması ve hukuk devleti gereklerinin tesisi beklentilerinin yoğunlaştığı, bu nedenle halkanın ilk zincirinde olanlar yani Astsubaylar Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ ile eski PKK.lı Veysel ATEŞ’in yanı sıra yapılanmanın perde arkasındakilerin de deşifre edilmesi ve bu yönlü niyetlerin akamete uğratılması Devletin bekası ve siyasî istikrar için elzemdir.
Yukarıda anlatılan genel ve sonuç değerlendirme ışığı altında toplanan tüm dosya kapsamına göre kamu görevlileri olan şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in Terörle Mücadele adı altında yola çıkıp bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde yasadışılığı meşru sayıp amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek yanlarında kamu görevlisi olmayan eski bir PKK üyesi şüpheli Veysel ATEŞ’i de yanlarına alarak tam bir dayanışma ve işbirliği içerisinde hareket edip Seferi YILMAZ isimli şahsa zarar vermek veya bu şahsı öldürmek amacıyla suç tarihinde mezkur olayı gerçekleştirdikleri, Anayasamızın 6. maddesindeki “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” hükmüne karşın şüphelilerin aralarında suç işlemek için anlaştıkları, bunun ise kamu görevlileri olan iki şüphelinin mevcut konumları itibariyle yapmış oldukları eylemin hukuk devleti kuralları içerisinde savunulur yerinin olamayacağı, terörle mücadele adı altında da olsa hukuk dışı bir yapılanma ve anlaşma ile devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmanın devleti hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, bu koşullardan da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasadışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta yurttaş devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da bir Anayasa veya Yasa ihlalinin ötesinde bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı ve hukuk devletinin bütünü ile ortadan kalkması sonucunu doğuracağı, terör örgütü mensupları, teröre yardım ve yataklık edenler veya terör sempatizanları ile kısaca terörle mücadelenin olmazsa olmaz kuralının hukuk devleti içerisinde hukukî kurallar çerçevesinde olmasının gerektiği,
Bütün bu değerlendirmeler ışığında karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır;
1. Evrensel olarak kabul görmüş demokratik değerler olmakla birlikte bu değerlerin toplumsal yaşama aktaracak üzerinde mutabakat sağlanmış standart kurallar ve kavramlar bulunmamaktadır. Demokrasinin standardı ve kavramların anlaşılması toplumsal kültüre göre değişmektedir.
2. Temelde Devlet denilen bürokratik aygıt ile seçilerek gelen siyasî hükümetler arasında bir gerilim mevcuttur. Bu gerilim zaman zaman gizli ve açık çatışmaya dönüşebilmektedir.
3. Devletin bekasını korumak ve temsil etmekle görevli olan bürokratik aygıt içerisine sızmalar olması halinde bürokrasinin bizzat kendisi Devletin bekasını tehdit eder noktaya gelebilir.
4. Her ülke istihbarat servisi ülke içinde ve dışında birtakım operasyonlar gerçekleştirir. Ancak kimi zaman kendinden menkul ideolojileri ile Devletin bekasını önceleyen ve kontrolsüz hareket eden gruplar ülke içerisindeki birtakım operasyonlara girişebilirler. Ancak vatandaşın hak ve özgürlüklerini tehdit eden bu tür operasyonların tasvip edilmesi mümkün değildir. Üstelik bu tür grupların lokal operasyonlarının üst politik emeller için kurgulanan büyük bir operasyonun parçası olma ihtimali de her zaman mevcuttur.
5. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan ve Cumhuriyet’in ilanında da kabul edilerek devam ettirilen modernlik projesi Kürt milliyetçiliğinin ve siyasal İslâm’ın devletin temel yaklaşımlarına hâkim olmasını temel tehdit unsurları olarak belirlemiştir. Bugün kimi çevrelere göre siyasetin gizli ajandası bu iki temel tehdidi içermektedir. Ayrıca çevreden gelerek merkezi ele geçirme çabası içerisinde olan unsurlar modernlik projesinin sahibi olan sivil/askerî bürokratik eliti oldukça rahatsız etmektedir. O halde devlet içerisinden kimi ideolojik gruplaşmaların çıkar çevreleri ile işbirliği içerisinde temel risk faktörü olarak gördükleri siyasî iktidara karşı tavır geliştirmesi beklenmeyen bir durum olmamalıdır.
6. Bölgede kimlikler üzerine açıktan ve gizli gerçekleştirilen operasyonlar vatandaşlarımızda Devlete ve siyasî iktidara karşı güvensizlik duygusu ortaya çıkartmaktadır. Bu tür operasyonlar küreselleşen dünyada ancak dış tehdit unsurlarının amaçlarına hizmet eder. Devletine bağlı huzur ve güveni yakalamış bir toplum Türkiye’nin esas koruyucu kalkanıdır. Bu operasyonların süratle deşifre edilerek kamuoyuna afişe edilmesi gerekmektedir. Bundan sonraki operasyonların karşısına ancak siyasî olarak bilinçlenmiş bir toplum ile çıkılabilir. Her kim gerçekleştirirse gerçekleştirsin terör eylemleri sonuç getirmeyecektir. Üstelik bu tür olaylar Türkiye’nin karşısına uluslararası her zeminde bir utanç tablosu olarak çıkartılmakta ve böylece ülkemiz tecrit edilmektedir.
BU DEĞERLENDİRMEDEN ve GENEL AÇIKLAMADAN ÇIKAN SONUÇ
Bu değerlendirmeler ışığında Şemdinli’de ortaya çıkan olayda terör eylemi kullanılmıştır. Yani terör örgütlerinin yapmış olduğu eylemlerin bir benzeri kamu görevlileri tarafından yapılmış ve sonuçta Hakkâri, Yüksekova, Şemdinli, Van, Muş, İstanbul gibi yerlerde bu olayları protesto etmek için bir çok gösteri yapılmış, ölümler ve yaralanmalar meydana gelmiş, bina, araç ve gereç hasarları oluşmuştur. Şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü (JİT) görevlileridir. Her ne kadar görüntü itibariyle bu şüpheliler PKK terör örgütü ile ilişkisi ve irtibatı olduğunu değerlendirdikleri Seferi YILMAZ isimli şahsa bir şekilde zarar vermek suretiyle PKK terör örgütü ile mücadele etme şeklindeki eylemleri yasal değildir. Güvenlik kuvvetlerimizin hangi şartlarda silâh ve şiddet kullanacağı yasalarımızda ve yönetmeliklerimizde detayı ile açıklanmıştır. PKK veya her hangi bir terör örgütü ile mücadele hukukî yollarla ve gerektiğinde silâh ve şiddet kullanarak yapılacaktır. Terör örgütleri ile hukukî olmayan bir yöntem ile mücadelede halkın devlete olan güveni zamanla sarsılabilir. Bu şekilde mücadele yöntemini benimseyen bir takım oluşumlar zamanla devlet kademesinde yer bulmakta ve yasaların kendilerine tanımadığı yetki ve görevlerle keyfî bir takım eylem ve işlem gerçekleştirmek suretiyle kamuoyunun devlete karşı olan güvenini ve inancını yitirmesine de neden olabilecektir. Sonuçta devlete karşı güvenini ve inancını yitiren halkın görev ve yetkinin yasadışı olarak kullanılması sonucu meydana gelen ihlalleri fiilî olarak protesto ederek sokaklarda gösteriler yapılacak ve kamu düzeni bu şekilde bozulacaktır. Devleti oluşturan unsurlar halk ve bireydir. Kamu düzeninin bu şekilde bozulması şeklen terörle mücadele eder gibi görünen yasadışı bu oluşumların eylemleri sonucu gerçekleşecektir. Kamu görevlilerinin yasaya aykırı olarak yaptığı şiddet ve silâh (bomba) kullanma eylemi açıkladığımız gibi devletin birliğini sağlamaya yönelik bir eylem olmayıp kamu düzeninin bozulmasına, karmaşaya, güvensizliğe neden olarak devletin birliğini bozmaya yönelik bir eylemdir.
Bu bombalama eylemi ile Şemdinli halkını provake eden bölücü örgüt yandaşlarının halkı yönlendirdiği, özellikle Bayrağımıza ve Atatürk Büstü’ne saldırıların da gerçekleştiği, gerek ilçede gerekse ülke genelinde tansiyonu yükseltmeyi amaçlayan terör örgütü ve yandaşlarının pek çok yerde toplumsal çatışma yaratmayı hedefledikleri, devamında güvenlik birimlerini tahrik etmek suretiyle özellikle son dönemde insan hakları ve kişisel özgürlüklerin geliştirilmeye çalışıldığı ve güvenlik güçlerimizin bu konularda gerekli hassasiyeti göstermek için çaba harcadığı, bu ortamı bozdurmak ve devletimizi bazı uluslar arası platformlarda sıkıntıya sokmak eyleminde oldukları, bu şekilde terör örgütü PKK.ya adeta fırsat ve imkân tanınarak prim verilmiş ve bir takım eylemlerin yapılmasına zemin hazırlanmıştır. Bu bombalama olayına ilgili kurum ve kuruluşların müdahale etmesi ve gereğinin yapılmasına fırsat tanınmadan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurum ve kuruluşlarını hedef alan, mevzuata göre açıkça suç teşkil eden toplumsal eylemlerin ardı ardına işlendiği, bunları yönlendiren ve büyük ihtimalle terör örgütü PKK.nın uzantısı konumundaki kişilere müdahale edilememesi, bu konudaki zafiyeti gösterir şekilde yerel bazı kişilerle irtibata girilerek yardım istenilmesi, belli bir alanın tamamen boşaltılması ve burayı bombalama olayından sonra göstericilerin işgâl etmesi, söz vermelere ve iyi niyetlere bağlı olarak resmî işlemlerin yapılması gibi bir sürece girilmesi, aslında güvenlik güçlerinin alması gereken bazı tedbirleri vatandaşların veya Belediye Başkanına bağlı olduğu söylenen bazı kişilerin alması ve bunlardan yarar umulması terör örgütünün bölgedeki yeni stratejisine yardımcı olmasına katkıda bulunacak bir anlayıştır. Bu olaylar göstermiştir ki bölgedeki halkın kışkırtılması ve galeyana getirilmesi halinde müdahale etmesi gereken devlet kuruluşları değil yöredeki politikacıların ve örgütün milis güçlerinin sözleri ve talimatları etkili olacaktır. Bu açıdan açıkladığımız gerekçelerle 09.11.2005 tarihindeki patlama olayı ve sonrasında gelişen toplumsal olaylar sonucu ülkenin kamu düzeni ve istikrarı bozulmuştur. Bu gerekçelerle 09.11.2005 günü Şemdinli’de gerçekleştirilen bomba eylemi devletin birliğini bozmaya yönelik bir eylemdir. Bu bombalama olayı ve akabinde yaşanan olaylar bir arada değerlendirildiğinde terör örgütü PKK.nın halk üzerindeki etkinliğinin artmasına, örgütün kısa sürede olayları protesto etmek için binlerce insanı bir araya toplayabilme gücüne kavuşmuş olması gibi imkânlara zemin hazırlanarak terör örgütünün lehine ve istediği sonuçları elde etmesine yönelik bir ortam meydana getirilmiştir.
Türk Ceza Kanunu’nun 302. maddesinde tanımlanan Devletin Birliğini Bozmaya Yönelik eylem ile tanımlanan Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozmak şeklindeki suçun oluşabilmesi için belli amaca yönelik fiillerin işlenmesi gerekmektedir. Bu fiiller şunlardır;
1 – Devletin Topraklarının Tamamını Veya Bir Kısmını Yabancı Bir Devletin Egemenliği Altına Koymak, 2 – Devletin Birliğini Bozmak, 3 – Devletin Egemenliği Altında Bulunan Topraklardan Bir Kısmın Devlet İdaresinden Ayırmak, 4 – Devletin Bağımsızlığını Zayıflatmak.
Bu suç serbest hareketli bir suçtur. Bu eylemlerden her hangi birinin gerçekleşmesi hâlinde müsnet suç oluşur. Suçun oluşabilmesi için maddede yazılı hedeflerin gerçekleşmiş bulunmasına ihtiyaç yoktur. Belirtilen amaçlara yönelik fiillerin işlenmiş bulunması yeterlidir. Bu fiillerin cebrî nitelikte olması gerekir. Ayrıca bu suçun işlenmesi sırasında kişiler öldürülmüş veya yaralanmış ise bu suçlardan da cezaya hükmolunacaktır.
Somut olayımızda Mehmet Zahir KORKMAZ isimli kişi ölmüş, Seferi YILMAZ ve Metin KORKMAZ isimli kişiler ise öldürülmeye teşebbüs edilmiştir. Her ne kadar şüphelilerin hedefi Seferi YILMAZ ise de olay anında ölen Mehmet Zahir KORKMAZ ve yaralı Metin KORKMAZ’da Seferi YILMAZ ile birliktedirler.
Türk Ceza Kanunu’nun 316. maddesinde; Devletin ülkesine, egemenliğine, birliğine ve Anayasa düzenine karşı suçlardan herhangi birini işlemek üzere gerçekleştirilecek birleşmeleri önlemek maksadıyla caydırıcı bir tehlike suçunu meydana getirmiş bulunmaktadır. Bu maddede yer alan suç, sadece bir anlaşmanın gerçekleştirilmesiyle oluşmaktadır.
Anlaşmadan maksat, iki veya daha fazla kişinin madde metninde gösterildiği üzere, maddî olgularla belirlenen bir biçimde, bir irade birleşmesine varmış olmalarıdır. Suçun işlenmesinde kullanılacak vasıtalar hakkında da anlaşmanın gerçekleşmesi gereklidir. Şüpheliler suçun işlenmesinde patlayıcı madde olan bomba kullanma üzerinde anlaşmaya varmışlardır.
Şüpheliler, eski PKK.lı Seferi YILMAZ’ı öldürmek veya ona zarar vermek amacıyla, yani suç işlemek için aralarında anlaşma sağlamışlardır. Seferi YILMAZ’ın öldürülmesi veya ona zarar verilmesi eylemi, yukarıda belirttiğimiz gibi terör yöntemleri uygulanarak meydana getirilmiştir. Şüphelilerin, Seferi YILMAZ’ı öldürmeye çalışmak şeklinde ortaya çıkan görüntünün ötesindeki asıl amaçları ise; bu tür provake terör eylemleri gerçekleştirmek suretiyle ülkede karışıklık yaratmak, kamu düzenini bozmak ve nihayetinde Devletin birliğini bozmaktır. Çünkü bölgede yıllardan beri terör süregelmiştir. Halk uzun yıllar terörle iç içe yaşamaktadır. Bu bölgelerimizde her an terör örgütüne müzahir olan kişilerin provakatif eylemlerine rastlamak olasıdır. Böyle bir durum ise ülkemizde her an karmaşa ve karışıklık yaşanabileceği sonucunu doğurmaktadır. Bu karmaşa ve karışıklık ile Devletin birliği de bozulmak istenmektedir. Böylece şüpheliler suç işlemek için anlaşmışlar ve terör yöntemlerini kullanarak söz konusu eylemi gerçekleştirmişler ve bu eylem yukarıda açıkladığımız gerekçelerle devletin birliğini bozmak için gerçekleştirilen bir eylem olma özelliğine dönüşmüştür.
Hakkâri Merkez, Yüksekova ve Şemdinli ilçelerinde 15 Temmuz – 10 Kasım TARİHLERİ ARASINDA 18 bombalama olayı yaşandığı, ilk günlerden itibaren medyanın da yansıttığı gibi gittikçe tırmanan olayların yörede büyük huzursuzluğa, halk üzerinde endişe ve korkuya yol açtığı, kamuoyu vicdanını rahatsız ettiği anlaşılmıştır.
Yukarıda da açıkladığımız üzere şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in savunmalarının kabul edilmesi halinde söz konusu bombalama olayını terör örgütü PKK gerçekleştirdiği varsayımından hareket ettiğimizde; terör örgütünün aynı tipte Alman yapımı dört adet el bombasını temin ettikten sonra iki tanesini kitapevi’ne attırması gerektiği, diğer iki tanesini de Jandarma’ya ait aracın ilçeye geleceğini, araçta MKE yapımı el bombası bulunabileceğini varsayarak bunları değiştirmek amacıyla muhafaza etmesi gerekeceği ve patlamanın gerçekleşmesine müteakip şüpheli Ali KAYA’nın savunduğu şekilde MKE yapımı el bombalarının araç içerisinden karmaşa ve karışıklık ortamında terör örgütü mensupları veya yandaşlarınca değiştirmeleri gerekeceği, bu varsayımın ise dosyadaki delil kapsamına göre gerçekleşmesinin mümkün olmadığı,
Böylece yapılan soruşturma sonunda toplanan delillerden yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işledikleri anlaşılmakla;
Şüphelilerin yargılamalarının CMK.nun 250. ve devamı maddeleri gereğince mahkemenizce yapılarak eylemlerine uyan yukarıda gösterilen sevk maddeleri gereğince CEZALANDIRILMALARINA,
Adlî Emanetimizin 2005/236 Sırasına kayıtlı ;
1 – Kalashnikov marka silâhlara ait 11 adet şarjör ve 361 adet merminin şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in görev yaptıkları Hakkâri İl Jandarma Alay Komutanlığı’na İADESİNE ,
2 - 2 adet not defteri ve ortadan kırılmış vaziyette olan bir adet plakanın (30 AK 933) DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
3 – Şüpheli Veysel ATEŞ’e ait bir adet Nokia marka 3310 model 351534/00/39716/0 imei numaralı cep telefonunun suçun işlenmesinde iletişim aracı olarak kullanıldığı anlaşıldığından TCK.nun 54/1. Maddesi Gereğince MÜSADERESİNE,
4 - Bir adet cep telefonu kulaklığının şüpheli Veysel ATEŞ’e İADESİNE,
5 - Şüpheli Veysel ATEŞ’e ait bir adet montun DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
6 - Hakkâri İl Jandarma Komutanlığının 18.11.2005 tarih ve 9582 sayılı yazıları ile ekindeki 6 adet görüşme kayıt CD'sinin, 15 adet tutanak ile dinleme kararının tasdikli fotokopisinin ve Hakkâri İl Emniyet Müdürlüğünün 20.11.2005 tarih 329 sayılı yazıları ile ekindeki zarf içerisindeki Ali KAYA’ya ait Görüşme Kayıt TAPE.lerinin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
7 - Şüpheliler Ali KAYA ve Özcan İLDENİZ’in istihbarat çalışmalarında kullandıkları evrakların (harita, krokiler, isim listeleri, Seferi YILMAZ’a ait Biyografik Bilgi Formu, İfade Tutanağı, çeşitli resimler, Seferi YILMAZ’a ait bilgi notu vs.) DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2005/239 Sırasında kayıtlı :
1 - İki adet ateşleme tertibatı sökülmüş el bombasının suçta kullanılmak üzere şüphelilerin yanında bulunduğu anlaşıldığından TCK.nun 54/1. maddesi gereğince MÜSADERESİNE,
2 - İki adet patlamış el bombası maşası, patlamış el bombası metal parçaları, Mehmet Zahir KORKMAZ'ın otopsisinde çıkarılan metal parçaları ve olay yerinden elde edilen ufalanmış beton parçalarının DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2005/241 Sırasında Kayıtlı;
Üç (3) adet; 7,62 mm çapında 56-1 27148588 Seri Numaralı, 7,62 mm çapında 78 GH 0235 Seri Numaralı ve 7,62 mm çapında 68 K 7843 Seri Numaralı kaleşnikov marka tüfeğin Ankara Polis Kriminal laboratuarı kayıtlarında her hangi bir faili meçhul olaylarda kullanıldığı yönünde bir bilgi olmadığı ancak bu tüfeklerden elde edilen mukayeseye elverişli fişeklerin Türkiye genelinde Polis ve Jandarma Kriminal laboratuarlarına gönderildiği ancak raporların henüz dosyamıza gelmediği, ayrıca söz konusu tüfeklerin namlularının orijinal namlu olup olmadığı veya sonradan değiştirilip değiştirilmediği hususunda Ankara Polis Kriminal Laboratuarına yazılan yazı cevabının da henüz gelmediği,
Soruşturmanın tutuklu iş olduğu ve raporlarının dönmesinin uzun zaman alabileceği nazara alınarak Türkiye genelindeki Polis ve Jandarma Kriminal Laboratuarından gelecek ekspertiz raporlarına göre emanetimize kayıtlı 3 adet kalashnikov marka tüfek hakkında GEREĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNE,
Adlî Emanetimizin 2005/249 Sırasında Kayıtlı,
Olay yeri görüntülerini içeren 2 adet CD ve bir adet disketin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2005/258 Sırasında Kayıtlı;
Patlama olayı ile ilgili olay yeri fotoğrafları (32 adet) ile olay yeri görüntülerini içeren bir adet VHS video kasetinin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2005/273 Sırasında Kayıtlı;
09.11.2005 günü Şemdinli İlçesinde meydana gelen patlama olayı görüntülerini içerir üç (3) Adet CD.nin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2006/8 Sırasında Kayıtlı;
0532 276 83 73, 0532 564 28 98 ve 505 235 63 98 numaralı telefonlar ait ses kayıtlarının bulunduğu üç adet CD.nin ve bir adet 250 GB'lik WCAL73573903S/N'lu WESTREN DIGITAL marka bilgisayar diski içinde bulunan 7 bilgisayara ait 185 GB'lık image (birebir kopya) bilgisayar diskinin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA,
Adlî Emanetimizin 2006/11 Sırasında Kayıtlı;
Görüntü ve ses kayıtları içerir yedi (7) adet CD.nin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA karar verilmesi;
Adlî Emanetimizin 2006/48 Sırasında Kayıtlı;
Üzerinde Anadolu Finans yazılı haki yeşil renkli ajanda ve ajandanın içerisindeki İran ülkesine ait olabileceği düşünülen Farsça yazılı kimlik ile iki adet boş zarf ve kargo gönderi poşetinin DOSYADA DELİL OLARAK SAKLANMASINA karar verilmesi;
Kamu adına talep ve iddia olunur.
03.03.2006
Ferhat SARIKAYA
Van Cumhuriyet Savcısı
36822
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder